Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 612

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 1 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Tablo güzel de!...


İyi haftalar,

Şu yanda görülen resmi canlı canlı televizyondan seyrettim. Kendinizi tüm olup bitenden soyutlayıp sadece o salona konsantre olabilseniz, olağanüstü bir görüntü. 1957'den beri görülen bir rüyanın, bitmeyen uğraşların en sonunda belgelenişi. Medeniyetin zaferi olarakta nitelendirilebilecek bir tören. Ve bu görüntünün içinde bir adam. Kimilerine göre karizmatik, bana göre sadece şematik bir başbakan. Daha 5-6 yıl öncesinde "Camiler kışlamız, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz" diyen, Atatürk'le yanyana anılmamak için törenlere katılmayan, mensubu olduğu partinin savunduğu "adil düzen" safsatasının hık deyicisi bir adam. Sonra nasıl oluyorsa, bir anda hop hop tavşan deyişiveren bir dünya görüşü, bir vizyon, ama kendi estirdiği değişim rüzgarlarında fora yelken memlekete yayılan bir şeriat ordusu. Fazilet'in bile umudunu kestiği İstanbul Belediye Başkanlığına sırf il başkanı olduğu için adaylığı, akabinde birbirini yiyen diğerlerinin arasından cillop gibi sıyrılıp başkan olması, döneminde Türkiye ve Dünyada gelişen olaylar, içine sürüklenilen krizler derken parçalanamaz denilen bir partinin bölünmesi içinden yeni bir partinin doğması, adaylığının engellenip kahraman yapılması, daha sonra bir katakulli ile Meclis'e girişi ve.... Taaa Roma'daki imza töreninde yer alışı.

Şanslı bir insan tarif et deseler Recep Bey'i tek geçerim. Hani bir laf vardır "İnsan şansını kendi yaratır." diye. Yalan külliyen yalan. İnsan ya şanslı doğar ya da sonradan bir şekilde üstüne yapışır. Diğerlerinin acizliği de bonus olarak cüzdanındaki yerini alır. Bazen aklıma geliyor kendi kendime gülüyorum. Recep Bey gece yattığında ne düşünür acaba? "Büyük adamsın Recep, dün Kasımpaşa'da nasıl hava attın? Var mı ulen senin gibi başka başbakan olan?" der mi mesela? 2 sene önce birileri ona AB Anayasasına bir şekilde imza koyacaksın ya Recep dese kahkahalarla güler miydi? Elin başbakanlarıyla eline, koluna, omzuna, sırtına şaplak atarak bedence konuşacaksın, kimse de seni yadırgamayacak deseler, bir şaplakta onlara atar mıydı? Sizi bilmem ben o tablonun içine Recep Bey'i koyamıyorum. Gözüm görüyor ama gönlüm kör. Orada Tansu Hanımı bile hayal edebiliyorum, bin yaşına rağmen Ecevit'i, Demirel'i, elinde nargile Yılmaz'ı, hatta Baykal'ı, hani rahmetli Özal'ı ve illede İsmail Cem'i canlandırabiliyorum ama Recep Bey'i asla. Yanındaki Gül bile benim için ondan evladır, keşke o olsaydı ilk imzayı koyan. Devlet adamlığı bambaşka birşey. Bu öyle boyla posla, tavırla ölçülebilen birşey değil. Bakkal dükkanı işletmekle memleket yönetmeyi bir tutan zihniyetle devlet adamı olunmaz. Devlet adamı, açıyor olmakla övüneceği bir sanayi kuruluşundan, alenen, devlete de olsa hediye istemez, alt tarafı 2 milyar dolarlık bir ihaleyi vermekle müzakere tarihi için bir oy alacağını düşünmez, oy verirseniz öbürlerini de sizden alırız demez. Velhasıl, o tabloda memleketimi temsilen bulunan bir adamı içime sindiremediğim için gönül gözüyle seyredemedim televizyonu. Sizler seyredebildiniz mi bilmem ama ben seyredemiyorum, üzgünüm.

Haftanın derbisine gelmemiz lazım biliyorum. Bu hafta ne yumurtlayacağımı merakla bekleyen sevgili okuyucularıma sevgilerimi yollamakla işe başlıyorum. Küçüle küçüle onar gramlık paketler haline gelen kınalar adreslerinize postalandı bile, sevgiyle bildiriyorum. Evet Kartal Kanarya'yı fena çarptı. Doğrusu maç başlamadan evvel umutluydum ama başlar başlamaz durum anlaşıldı. Sahada yenmek için savaşan bir takımla, hava filtresi tıkalı, benzinine su karışmış motorlu bir diğer takım vardı. Saydım ilk yarı boyunca 5 kere esnemişim. 2 kere gözüm kaymış, kapanmış hatta dediklerine göre bir kere de hırlamışım. Ama alışmışız ya bizim takım ikinci yarı coşar diye, rahatız. Devre arası dahi Daum bir yolunu bulur bu takımı canlandırır diyoruz ama nafile. Carew'in güzel golünü yiyince seviniyorum, zira bunun tetikleyici olacağına inanıyorum. O da ne? Vatan haini Mustafa bir topa kafa uzatıyor al sana 2-0, ardından İbo'nun dandik penaltısı, Kartal'ın 10 kişi kalışı umutları artıyor ama unuttuğumuz birşey var, onlar son yarım saati 10 kişi oynuyorlar bir maçın başından beri 10 kişiyiz. Allahtan İspanyol amcam da skora razı olup köşesine çekiliyor ve maç bitmesi gerektiği gibi bitiyor. Kartal'ı kutlarım, istedi aldı, biz istemedik bize ikinin biri kaldı. Önümüzdeki maçlara bakacağız artık. Yol uzun!...

Haftaya bizim pikabın müdavimlerinden Ömer Faruk Tekbilek'in bir güzel şarkısıyla başlıyoruz. Hasret. Hepinize ılık, başarılı bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


RECEP

Yalnızlığı en iyi kim bilebilir ki? Şu meşhur şairler, yazarlar, öldükten sonra ünlü olan ressamlardan hangisi ailesi olmayan bir adamdan daha iyi bilir yalnızlığı? Bu gün gazetede yazısı çıkan bonus kafalı o çocuk mu yoksa? 'Yalnızlığın El Kitabı'ymış. Hah! Külahıma anlatsın. Sevgilisine sarılmış telefonda annesine yemeğe yetişemeyeceğini söylerken nerden bilebilir ki yalnızlığı. Onlarca kardeş, onlarca öğretmen-anne bir tek gerçek kardeşin yerini tutamazken o nerden bilecek yalnızlığı.

-----

Recep ofisin camından yağmuru seyrederken bir yandan da hissettiği kıskançlığı kızgınlıkla kamufle ederek kendinden gizlemeye çalışıyordu. Kendisinin uzman olduğu bir konuda bir başkasının yazdığı yazı ile ödül alması, hem de kendi düzenlediği bir yarışmada ödül alması kızması için yeterli bir nedendi kendince. Kıskanmakta haklı olup olmadığını ise sormuyordu bile kendine. Kimsenin beklemediği evine gitmek istemiyordu canı. Bir sevgilisi olsa onunla yemeğe çıkabilirdi. Ya da bir annesi olsa gidip onunla romatizmalarından, komşunun öğretmen kızının ne kadar hamarat olduğundan, ne kadar iyi bir gelin olabileceğinden falan konuşurdu, arkadaşları anneleriyle hep bu tür şeyler konuşuyorlardı anlattıklarına göre. Bir anneyle ne konuşulacağını bile bilmemesi demirden bir bilye gibi oturdu boğazına. Ağlamayı becerebilseydi salya-sümük ağlardı şimdi. Ama nerden baksan 20 yıldır ağlamamıştı. Her ağladığında yediği dayaklar ona ağlamamayı öğretmişti daha çocukken.

"Geçmişi Olmayan Adam" dedi kendi kendine yüksek sesle. Kendine böyle sesleniyordu bir süredir. 1-2 sezon önce çıkan aynı isimli filme gitmeyi 'benim de geçmişim yok, onlar gelip beni izliyor mu' diyerek reddetmişti. Çocukluğunu arar gibi gözlerini ofiste gezdirdi. Sağ tarafındaki duvara, akvaryumun hemen üzerine asılmış, gümüş çerçeveli gazete kupürüne takıldı gözü. Sahip olduğu en eski fotoğrafı buydu. Büyük puntolarla
'Kahveciler Holding Eğitim Bursu Sahiplerini Buldu' yazıyordu.
Alt başlık ise içini daha çok acıtırdı hep:
'Artık Onların da Kimsesi Var'

Yazının devamında Kahveciler Holding'in her yıl başarılı ama yoksul öğrencilere verdiği eğitim bursunun o yıl kimsesiz çocuklara verileceğini, yapılan araştırmalardan sonra üniversite dahil olmak üzere eğitim masrafları holding tarafından karşılanacak olan başarılı ve kimsesiz 5 çocuğun belli olduğu haber veriliyordu. Haberin hemen yanında tek çocukluk fotoğrafı vardı. Kendisiyle ilgilenilmesine alışkın olmayan her çocuk gibi ne yapacağını bilmez bir halde, suç işlemiş gibi başını önde eğmiş duruyordu fotoğrafta.Yönetim kurulu başkanının yanına toplanmış 5 çocuk içinde hemen başkanın yanında kalmıştı. 9 yaşında olmasına rağmen adamın kocaman göbeğine ancak yetişiyordu boyu. Hala onu leyleklerin getirdiğine inandığı yaşlardaydı. Onu terk eden bir anne veya babadansa, leyleklere inanmak daha kolaydı o zamanlar. Başkan bir elini Recep'in başını okşar gibi kafasının arkasına koymuştu. Başındaki o elin sıcaklığını hiç unutmamıştı Recep, bu resme her bakışında kafasının arkasında bir sıcaklık hissederdi. Rüyasında gördüğünde sıçrayarak uyandığı sakallı, esmer adamın babası olduğunu düşünüp, bu sıcaklığı her hissettiğinde gözlerini kapatır, o adamın saçını okşadığını hayal ederdi.

Orta okul yıllarında arkadaşlarıyla öğretmenler odasının dolabını temizlerken, dolabın altına serilmiş eski gazeteyi atmak için aldığında gözlerine inanamamıştı. Rüyalarındakinin neredeyse aynı, sakallı, esmer bir adam küçük çocukları kaçırıp çocuksuz ailelere para karşılığı evlatlık verdiği için yakalanarak hapse konmuştu. Önce acaba ben de o çocuklardan birimiyim demişti kendi kendine ama sonra biçare insanların her detaydan aptalca umutlara kapıldığını hatırlayarak vazgeçmişti bu tezinden. Öyle olsa şimdi gerçek olduğunu zannettiği bir aile ile birlikte yaşıyor olurdu. Olsa olsa ilk yayınlandığı zaman bu gazeteyi görmüş, aynı hayali kurmuş ve bu adamın yüzü babasının hayaleti gibi belleğine kazınmıştı.

Belki de gerçekten o adamın kaçırdığı çocuklardan biriydi. Belki evlat edinecek aile daha güzel bir çocuk bulduğu için onu istememiş, sakallı adam da getirtip yetiştirme yurduna bırakmıştı. Yıllardır buna benzer bir sürü senaryo yazmıştı kafasında. O ailenin yurt dışına kaçarken onu götüremediği için 'birkaç günlüğüne' diyerek bakıcısına bıraktığını, uzun zaman ses çıkmayınca bakıcı kadının bırakıp kaçtığını, ağlama sesini duyan komşuların polis çağırdığını ve bu sayede bulunduğu ise senaryolar içinde hiçbir zaman yer almadı. Tüm bunları anlayamayacak, anlasa da hatırlayamayacak kadar küçüktü.

Odadaki başka birine söyler gibi "vay be ne senaryo yazdım yine, eminim adam bu kadar ince düşünmüştür" diyerek patronunu aramak için telefona uzandı.

- Cem Bey merhaba, müsait misiniz?
- Valla torun mıncıklıyordum ama senin için ara verebilirim. Şirkette misin sen hala?
- Yok evdeyim, dedi refleks olarak Recep.
- Oğlum direk telefonunu da mı götürdün eve! Biz de dürüst müdürümüz var diyoruz, adam utanmadan yalan söylüyor yahu...

Adam telefonun diğer ucunda gülmekten katılıyordu. Recep utançla karışık kahkahasını kontrol etmeye çalışarak
- Cep telefonundan numaranın göründüğünü unutmuşum ne yapayım, dedi.
- Hadi hadi ne diyeceksen çabuk söyle, bu hatunun annesine iyi davranmamız lazım. Malum büyüyünce sana alacağız kızı.
- Cem Bey sizin torun 3 aylık değil mi daha?
- Şimdiki gençlerde pek aceleci canım, 20 sene bekleyiver n'olcak.

Tekrar kahkahalar. Bu kez evdekilerin kahkahaları da eşlik ediyor adamın sesine.
- Yarın ki törenle ilgili gelişmeleri vereyim dedim. Bakan Bey'in programı yine değişmiş, törene katılacaklar. 15:30 da büyük salonda olmamız lazım. Reklamcılarla 15:00 deki randevuyu iptal ettik, mızıklamasınlar diye onları da törene davet ettim.
- Allah kimseyi senin eline düşürmesin, allem eder kullem eder dediğini yaptırırsın valla.
- Eee patronum bunun için para veriyor bana.
- Arada patrona da gazı veriyorsun yani, dedi adam yine gülerek. Programı geç bakalım.
- 16:00 da başlıyoruz. Önce siz konuşuyorsunuz, sonra ödül töreni. Ödülleri bakan, vali ve belediye başkanı verecek ve hepsini sahiplerine verebileceğiz, gelemeyen yok.
- Bu iyi haber işte.
- Ödül töreninden sonra kokteyl, sonra da herkes evine.
- Alkış... Balık yemeye gideceğiz, yemek yemediysen gel.
- Teşekkürler, ben gelmeyeyim. Tören için halletmem gereken bir-iki detay kaldı, onları halledip eve gideceğim. Epey yorulduk bugün.
- Öyle olsun bakalım, hadi kolay gelsin sana.

Recep telefonu kapatırken eve gitme yalanına patronunun da ancak kendisi kadar inandığının farkındaydı. Saat başı güvenliğin ayak seslerini duyduğu ofisinde uyumaktan daha zordu bomboş eve gitmek onun için. Köşedeki dolabında sakladığı küçük battaniyesini üzerine çekip tek kişilik koltuğa gömülürken "yalnızlığın el kitabı asıl bu yazar efendi" diye geçirdi içinden.

BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


ANLAŞILMAZ OLMAYI DENİYORUM

İçimizden biri, içimizden geçenleri anlatsa diyorum. Sözgelimi niçin bu denli mutsuzluklar ve yalnızlıklar yazılırken, medya şıngır şıngır ve rengarenk. En çok aşk ve kadınlar anlatılıyor son zamanlarda, acaba erkekler çok fazla deşifre olmuşlar da gizem yalnızca kadınlarda mı kalmış?

Biz gariban erkek takımı, aklı yalnızca orasındadır özetine mahkum bir vaziyette mi yaşamak zorundayız? Bu, insan haklarına aykırı değil mi? Bu, pozitif ayrımcılık yapacağım derken kadına öykünen erkekler üreterek, erkek neslini yok etme planının bir parçası değil mi?
Ey erkekler, oyunlara gelmeyin, tarihin başlangıcından ve hatta yaşamın başlangıcından beri, bizleri kadınlar yönetti ve şekillendirdi, şimdi uyanma zamanı. İlk yönlendirme annemizle başladı, sonra sevgili gözüne girmek için verdiğimiz tavizler ve daha sonra evlilik. Ey erkek milleti denilen çocuk, seni, çocukluğundan yararlanarak sömüren kadın milletinin hegemonyasına son vermek istiyorsan bilinçlen, kesinlikle okuma ve yazma. Avrupa birliği ve benzeri medeni ilişkilere hayır diyerek tavır koy. İranlı ve Afganlı erkeklerin erkekçe tavırlarını örnek al. Gömleğinin ilk üç düğmesini aç ve avucunu göğsüne sokarak kendini hart hurt kaşı, arada yediğin yemeğin acısını çıkarırcasına geğir. Bu davranışlar dayanılmaz varlığının dayanılmaz bir parçası haline gelsin. Kibarlık erkeğin neyine imiş.

Bu paragrafı yazdıktan sonra karşısına geçtim birkaç kez okudum. Bu satırların bugün bir manası var mı diye düşündüm. Sizce var mı?

Yukarıda latife olsun diye yazdığım aykırı satırlar bir yana, kadınların erkekleri seksten başka bir şey düşünmeyen yaratıklar olarak görmesine ciddi anlamda içerliyorum. Kadınlar yalnızca romantik aşkların insanları mıdırlar? Kadınlar hiçbir şekilde akıllarından "üff be şu adamı bir yatağa atsam" diye bir şeyi geçirmezler mi? Ahmet Altan bence kadınları anlatırken erkekleri kandırıyor. Neymiş efendim "bir kadın seçmek bir dünya seçmek" anlamındaymış. İkiyüzonaltı kemik, et, deri, kas , kan ve diğerleri hepimiz bundan ibaret değil miyiz? Kalan her şey, yani duygular, haz ve acı dışında tümüyle öğretilmiş şeyler değil mi? O halde bu öğretilenleri öğretenler kimlerse gidip hıncımızı onlardan alalım erkeklerden değil. Yazık bize yahu.

Dam'sız girilmez ama kavalyesiz girilir. Tek başına bir varlık ifade etmediğimiz yerler ne kadar çok bir bilseniz. Bankaların ön ofislerinde bir tane erkek kalmadı, kalanlar emekli olmak üzereler. Bu duruma feministler hiç ses çıkarmazken, bir kadının hakkı yenildiğini düşününce ayağa fırlıyorlar. Erkekleri ve neslini koruma derneği açan olsa, ilk üyelerinden biri olmak işten bile değil. Avrupa birliği ilgili komisyonuna mektupla baş vurdum ki, Türkiye'deki erkekler azınlık statüsüne alınsınlar diye. Yanıt geldi "Kaç kişisiniz?", zorsoru kaç erkek kaldı güzelim Anadolu topraklarında bilmiyorum ki. Kırro, maganda, maço, mafya tiplerini bir kenara koy, kalanı say deseler hakikaten azınlık statüsü gerekmez mi?

Yaşasın erkeklerin şanlı direnişi.

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Arap kahvesi : Beyhan Duffey


Benim Sevgili T.C Pasaportum

Önümüzdeki bayram tatilini başka bir ülkede geçirmeyi planlıyoruz. Biraz bulunduğumuz ortamdan uzaklaşıp sinemaya, tiyatroya gidebileceğimiz, sokaklarında özgürce gezebileceğimiz bir yere gitmek niyetimiz. Vize işlemleri için eşim pasaportumu istediğinde, yıllar önce başımdan geçmiş bir olay aklıma geldi.

Şimdi şu aşağıda benim başımdan geçmiş satırları okuyan arkadaşlarımız arasından duruma itiraz eden mutlaka çıkacaktır. Eminim. En başta hani bizim Kahve Molası’nın Çelebi’si Cuneyt Göksu şöyle diyecektir « Aaa... yalan söylüyor, hem de kuyruklu yalan. Ben oralara gittim. Hem de defalarca”... Güzel kardeşim, Cüneytcim sen daha mahallede kısa şortlarla futbol oynarken biz fıldır fıldır geziyorduk, n’aber!

Yıllar yıllar önceydi. (Şimdi yazarken yüzyıllar geçmiş gibi geldi) Ben hem genç hem güzel hem de –üzerinize afiyet- çok çapkındım. Üstüne üstlük hani geçenlerde Kahve Molası yazarlarımızdan bir arkadaşımızın tanımladığı gibi, “güneşin doğmaya korktuğu batmak için izin istediği Büyük Britanya” nın büyük başkenti Londra’da ikamet etmekteydim. Gençlik ateşi başıma vurmuş, o ülke senin bu ülke benim ipini koparmış deli danalar gibi gezip durmaktaydım. Kah beş parasız çulsuzlar grubu ile kah heybesi sırtında yalnız bir kaşif misali. Uzatmayayım, dedim ya çok da çapkındım o sıralar. Kendime şöyle yakışıklısından bir İngiliz buldum. Yazık ki o da çulsuzlukta benden aşağı kalır değildi. İş yok güç yok. Elbet para da yok. Yapılacak en iyi şey, boş gezenin boş kalfası gibi dolaşmak.

Durumumuza aldırmadan, bir gün Paris sokaklarında (dikkatinizi çekerim “cafelerinde” demedim!) kahvaltı edesimiz geldi. Adamlar ha deyince gidiyor. Bizim için öyle mi ya. Elimde kapı gibi T.C Pasaportum. Kapı gibi dedim de aklıma geldi, ne zaman bir ülkeden giriş çıkış yapacak olsam, kuyruktaki diğer uyruklu vatandaşların elindeki pasaportlara bakıyorum. Hepsi gayet normal boyutlarda. Bizimkileri de cüzdana soksan sığmaz, çantaya koysan almaz. Bir elinden diğer eline geçirip durursun. Tersini çevirirsin. Biletlerin arasına saklarsın falan... Velhasıl bulamazsın pasaportunu koyacak uygun bir mahal oranda buranda...

Londra Fransız Konsolosluğu’nda günlerce cebelleştim. Bizim memurlardan ders mi almışlar nedir, evrakları tek tek söylüyorlar. Bugün git yarın gel. Yine de yılmadım. Hergün metroya verecek param olmadığından günlerce yürüyerek Londra sokaklarının kaldırım taşlarını ezberledim. Nasıl olduysa oldu bütün evraklarım bir gün tamamlanıverdi. Yani Fransa vizemi almam için hiç bir engel kalmadı. Bu arada Manş Denizi’nın altından gidecek ve bizi Paris sokaklarına ulaştıracak tren için bilet rezervasyonumuzu bile yaptırdık. Akşamdan bütün çantalarımızı hazırladık. Sabah erkenden konsolosluğa gideceğiz, vizemi alıp öğleden sonra da yola çıkacağız.

Kuşluk vakti, sırtımızda yükümüz, vardık konsolosluğa. İn cin top oynuyor. Kalın camekanların ardında çilli suratlı bir Fransız dilberi salınıyor. Çayından bir yudum alıp kendi dilinde günaydın diyor yüzüme gülümseyerek. Herşeyin yolunda gitmesi ne güzel lay..lay..lom.. diye uzatıyorum T.C pasaportumu. Kadın birden cüzzamlı birine yanlışlıkla dokunmuş gibi elini çekip yüzünü buruşturuyor. Sizin işlemlerinizi öğleden sonra yapacağız diyor. Olamaz. öğleden sonra trenimiz var. Benim sorunum değil. Ama dün, yarın sabah erkenden gelip alabilirsin demişti şu gişedeki bir arkadaşınız. Yanlışlık olmalı, vize işlemleri öğleden sonra. Ne kadar dil döktüysek nuh dedi peygamber demedi kadın. Evraklarımı parmak uçlarıyla aldı ve oturup beklememizi tembihledi. Gelen giden çoğaldı. Herkesin işi bir şekilde halloluyor ve biz hala bir köşede bekliyoruz. Arkadaşım burnundan soluyor. Beni tanıdığı o ilk güne lanet eden bakışlar atıyor gözlerime. Açıklamaya çalışıyorum. Bir daha benimle biryere gitmeyeceğine dair yeminler ediyor kendi kendine. Saatlerce beklemenin ardından Londra sokaklarında güneş bulutların gerisinden yükseldi. Bizi burada otobüs durağı niyetine bekleten bayan memure benden sonra gelenlerin işlemlerini yüzüne yerleştirdiği kocaman gülümseme eşliğinde yapıyor. Pasaportum mavi kapaklı olmasa o boyalı dudaklar benim için de gülümseyecek ama, neylersin iste!!

Saat öğleden sonrayı geçti akşamüzeri olmaya başladı. Aynı memure gişeye gitmemi işaret etti. Pasaportumu ve diğer evraklarımı pencerenin altındaki yuvarlak dönerden bana uzattı. Bu saaten sonra alsam vizeyi ne olacak ki? Bütün hevesimiz kırıldı. Trenimiz çoktan gitti. Demoralize olduk. Onlar da bu durumumuzu anlamış olacaklar ki anlayışlı davrandılar ve beni boş yere sevindirmediler! Gerekçe göstermeksizin, bana vize veremeyeceklerini belirttiler. O kadar yılmıştım ki olan bitenden, neden? demek bile geçmedi içimden. Böylece Paris sokaklarında geçirmeyi düşlediğimiz sefil tatilimiz suya düşmüş oldu. Yanımda beş karış suratla bir adam, yine vurduk kendimizi Londra sokaklarına.

Size bu satırları yazabiliyorsam bugün, demek ki o günden sonra bir intihar girişiminde falan bulunmamışım. Hayat gayet normal devam ediyor. Londra sokakları da pekala aratmıyor Paris sokaklarını.

Aradan az bir zaman geçti. Biz başımıza geleni unuttuk. Yine bir yerlere gitme isteğimiz depreşti. Açtık atlası önümüze gidip de kolay kolay gelemeyeceğimiz bir yer tespit etmeye çalıştık. Sonra da Fransız Güyana’sında karar kıldık. Ne pahasına olursa olsun gideceğiz, kalabileceğimiz kadar da kalacağız.

Fransız Konsolosluğundan tecrübeli ve T.C pasaportu taşıyor olmaktan mütevellit kaşarlıyım ya, gardımı alarak gittim Guyan Konsolosluğuna. Her bir evrak için ayrı ayrı gönderemeyecekler beni.

Yarım saat içinde bütün işlemlerim tamamlandı. Üstelik de yanımda getirdiğim “gereksiz evraklara” ihtiyaç duyulmadan. Guyan vizem de T.C pasaportumdaki yerini bir güzel aldı!

Uzun bir yolculuğun ardından sonunda indik Güyan’a. Bu dünyaya ait bir yer değilmiş gibi havaalanında bizi karşılayan ortam. Eski Fransız sömürgesi olmasının etkileri sürüyor hala. Bütün yazıların Fransızca karşılıkları var. Memurlar iki dil konuşuyor. Yaşam standartları oldukça düşük görünüyor. Bu ülkeye dair hiç bir fikrimiz ve bilgimiz yok. Herşeyi yerinde keşfetmek heyecanlı olacak. Biraz da keyif yapacak para olsaydı cebimizde...

Vize onayı sırası bana geldiğinde gülümseyerek ve iyi günler dileyerek pasaportumu görevli memura uzattım. Adamın yüzündeki şaşkınlığı görmemek için kör olmak gerekiyordu. İlk sayfayı açıp, yüzünü buruşturarak önce resme sonra bana baktı. Pasaportu defalarca evirdi çevirdi. Dış kapaklarından tutarak, salladı. İçinden birşey düşmemiş olmamasına şaşti( !). Hangi ülkenin pasaportu bu? Türkiye nerede? Hangi dili konuşuyorsunuz? Hele biraz konuş bakalım. Ne söylesem acaba? Ben kurulmuş saat gibi ıvır zıvır eveleyip gevelerken eliyle susmam için işaret etti. Yan gişedeki görevli polis memurunu kendi kabinine çağırdı. Pasaportumu sayfa sayfa incelediler. Dudaklarını buruşturdular. Biryerlere telefon ettiler. İki görevli daha geldi. Ellerinde pasaportum, anlamadığımız bir dilde ateşli ateşli tartışıyorlar.Arkadaşım kafasını vuracak duvarlar arıyor. Bu sefer de benimle bir daha başka bir ülkeye gitmek için yola çıkmayacağına dair kendi kendine vermiş olduğu sözü tutmadığına kızıyor! Belli ki gerisin geri geri gönderecekler seni( yani beni). Yani doğal olarak ikimizi. Ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Keşke yer yarılsa da yerin dibine girsem. Polis memuru kabininden çıkıp yanımıza geldi.. Kendisine eşlik etmemizi istedi. Diğerleri de ellerinde telsizlerle konuşarak koşar adım uazaklaştılar Küçük, camekanlı bir salona girdik. İçeride korkulu yüzlerle bekleyen bir kaç Asyali tip daha var. Kapıda iki tane nöbetçi. Telsizler sürekli çalışıyor ve anlaşılıyor ki yüksek rütbeli birine ulaşmaya çalışıyorlar. Kırmızı bültenle aranıyorum da benim mi haberim yok, anlayamadım ! Pasaportuma da el koydular. Cebimizde dönüş paramız bile yok. Elveda Guyan sokakları. Sizi göremeden geri döneceğiz. Siz de bizim sefaletimizi...

Az sonra içeriye dev gibi bir adam girdi. Omzundaki apoletlerden ve yakasındaki madalyalardan ve bilumun sallanan diğer renkli kurdeleli metallerden yüksek rütbeli bir asker olduğu anlaşılıyordu. O içeri girer girmez salonda bulunan herkes gayriihtiyarı ayağa kalktık. Adam ellerini arkasında kenetlemiş, yüzünde sert bir ifadeyle tek tek bizi inceliyordu. Kalın bir sesle “içinizdeki Türk kim?” diye sordu. Korkudan dizlerimin bağı çözülmüş ağlamaklı bir hale gelmiştim. Kendimin bile işitemeyeceği bir sesle “ben” dedim. Adam büyük adımlarla yanıma gelip ani bir hareketle elini uzattı. Yere düşmemek için kendimi zor tuttum. Adamın bana uzanmış eli bir süre havada asılı kaldı. Yine ani bir hareketle elimi kavrayip, arkadaşımın şaşkın bakışları arasında, “hoşgeldiniz hanımefendi. Ülkemize ayak basan ilk Türk turist olmanız şerefine, sizi ağırlamamıza izin verin”. !!!..

Ülkenin tek beş yıldızlı otelinde rüya gibi bir hafta geçirdik Güyan’da. Hem de beleşten. Bak, İngiliz oldun da n’oldu? Beş para etmez pasaportun.

Kocaman bir öpücük kondurdum benim mavi kaplı sevgili T.C pasaportuma.

Sevgiyle kalın...

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


Sarı zeybek...

Ege yöresinde yaşamış, Egelilerin çok sevdikleri Sarı Zeybek lakaplı bir Efe için yakılan türküdür. Ancak Ege’de, zeybek kültürüne olan ilgisi ve zeybek oyunlarına olan düşkünlüğü ; yiğitliği, mertliği, cesareti ve sarışın olması nedeniyle, Mustafa Kemal ATATÜRK’ e de Sarı Zeybek adı verilmiştir.

Zeybeklere olan güvenin, halka arasından gelen sevgi ve saygıdan kaynaklandığını çok iyi bilen M. Kemal ATATÜRK “Ankara, 11 Haziran 1920 tarihinde başarılarından ötürü bakın nasıl bir telgraf göndermiş...

Aydın ve Havalisi Kuvay-i Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe kardeşime:
Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakar evlatları, Bolu ve Düzce havalisinde memleketimizi gavurların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca ve fedakarca bastırdılar.
Vatanımıza büyük hizmetler ifa ettiler. Allah iki cihanda aziz etsin.
Kendilerine ve umum kumandanları olan zat-ı alinize Büyük Millet Meclisi’nin kalbi ve samimi teşekküratını takdim eder, gözlerinizden öperim. Kardeşim efendim...
İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal”

Evet vatanına ve milletine çok büyük hizmetleri olan zeybekler yiğit kişilikleri ve yeminleri ile anılırlar.
Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali efe, Debreli Hasan, Demirci Efe, Hekimoğlu ve daha bir çok yiğit kendi bölgelerinde haksızlığa karşı baş kaldırmış ve fakir köylünün umudu olmuşlardır.
Her zaman ve her yerde taklit edilmeye çalışılan türküleri ve oyunlarıyla da acılı yüreklere taht kurmuşlardır. Kurtarıcı gözüyle bakılan zeybekler kendilerine katılmak isteyen kızanlara yemin ettirirlermiş.
Bu yemin zeybek yemini olarak tarihte yer alması bir yana, ağırlığı ve cesareti de her zaman beraberinde taşımış.
Şimdilerde böyle adam bulmak çok zor, diyenler muhakkak olacaktır.
Etkilenmemek mümkün değil, yaptıkları her şeyin bir bedeli var ve bunu herkes ödüyor.
İnsanlara bir şeyler vermek isteyen kaypakların yerine, böyle iki tane adam olsun yeter gibi bir şey bu.
Kızanlıktan zeybekliğe geçiş özel bir törenle gerçekleşiyormuş. Zeybek kültüründe kutsal sayılan tenhel ağacına (defne) sapladıkları bir yatağan (Büyük bıçak, pala) önünde, yemin edilir. Kızanlar bu yeminin ardından yatağanın altından üç kez geçerek, zeybekliğe ilk adım atarlarmış.
Bu arada ilginç olan, apollon ile peri kızı Defne’nin mitolojik öyküsünü bilirlermiş gibi bu ağacı kutsal saymalarıdır. Halk arasında ölüm ağacı olarak ta bilinen ağacın bulunduğu dağlara ölüm dağı adı verilirmiş.
Bakın kızanlıktan zeybekliğe geçiş nasıl yemin ediyorlarmış.

EFE: kızanlar, bu dağların sahibi kim?.
Kızanlar: Erimiz!,
Efe: Yiğidi kim?
Kızanlar: Efemiz!,
Efe: Susuz derelerde kavak biter mi?
Kızanlar : Bitmez!.
Efe: Bitkisiz diyarlarda duman tüter mi?
Kızanlar: Tütmez!,
Efe: Yiğit kime derler?
Kızanlar: Sözünde durup Efesiyle ölene!,
Efe: Korkak kime derler ?
Kızanlar: sözünden dönen aman dileyene!,
Efe: İnsan dünyaya niçin gelir?
Kızanlar:Ölmek için!,
Efe: doğup ta ölmekten kuşkulanan bebeler?...
Kızanlar: Dertlenip hortlamaya!...,
Efe: varyemezlere acımak mı yoksa dayak mı haktır?,
Kızanlar: Dayak haktır!,
Efe: Yiğitlerde ne yoktur ?
Kızanlar: Merhamet!.
Efe: korkaklar zeytini nerde döğerler?
Kızanlar: Ağaç dibekte!,
Efe: Yiğitler yağı nerede kavurur?
Kızanlar: Zalim göbeğinde,
Efe: sözünden dönen kahpe bacının öz kızanı olsun mu?
Kızanlar: Olsun!,
Efe: Şu dualı yatağan böğrüne batsın mı?
Kızanlar : Batsın!,
Efe : Doğru söylediğinize Nasuh tövbesi olsun mu?
Kızanlar: olsun!...

Kalın sağlıcakla...

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              2 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Tuğba Çamlıbel


Bugün güzel duygularla uyandım

Bugün güzel duygularla uyandım. İçim öyle ferah, öylesine huzurlu...Sanki bir ödevi başarıyla bitirmişim, sanki içinden çıkılması zor bir durumda bir başarıya imza atmışım... Ama hiçbiri değildi.. Yine de içim kıpır kıpır. Sevdiğine kavuşma sevinci gibi...

Evet bugün mübarek Ramazan ayının ilk günü. Ve bende hayatta ilkleri hep severim. O ilk günün mahmurluğu, unutkanlığı,sabırsızlığı...Sürekli kolundaki saate bakmalar. Yetmedi bilgisayarın saatini kontrol etmeler. İkindi vakti açlığın son sınırları.. Sürekli çay, kahve aramalar.. İlk günün hoşluklarıdır işte...

Ama bunların hiçbiri o iftardaki iç huzuruna anlatamaz. Ailenin bir araya toplanması, hep birlikte göğe açılan eller. Şükürler.Ve yemeğin yenmesi... Eğer yemeği fazla kaçırmışsak sızlanmalar.

Bence Ramazan uzun zamandır görüşmediğin arkadaş ve akrabalarınla görüşme ayı. Kendinden daha zor durumda olanları hatırlama, yardım eli uzatma ayı...

Ve bu koskoca bir aydan ders alıp yediğimiz nimetlere ne kadar şükredebiliyoruz. Bizden zor durumda olan yakınlarımızı, komşumuzu, arkadaşımızı ya da herhangi bir insanı ne kadar hatırlayabiliyoruz? Her günü mübarek Ramazan azizliğinde ne kadar yaşayabiliyoruz.

Ramazan aç kalmak değildir. Nefsine dur diyebilmek, açlığından ders alabilmektir. Yediğin nimetlere şükredebilmektir. Ne mutlu bize iftar vakti karnımızı doyurabiliyoruz.

Ramazan ayı aynı zamanda unuttuğumuz değerleri de hatırlatıyor. Uzun zamandır gidilmeyen eş, dost, arkadaş ziyaretleri bu bir ayda sıklaşıyor. Aslında istesek sevdiklerimize, yakınlarımıza nasıl da vakit ayırabiliyoruz değil mi?

Unuttuğumuz erdemleri hatırlamak hiçte zor değil. Ramazan ayı olsun olmasın keşke tüm bunları Ramazan ayında hatırlamak yerine rutin günlerimizde uygulasak...Ve bu mübarek ay yardımların daha da arttığı, sevdiklerimize daha da çok vakitlerin ayrıldığı bir ay olarak yaşansa ne güzel olurdu değil mi?...

Tuğba Çamlıbel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 KONTRA MİZANA : Tamer Soysal


ABD'DE SEÇİMLERE DOĞRU (5)...

V . Seçim Öncesi Bush, Kerry ve Ralph Nader

ABD'de her seçimden önce Başkan Adayları birbirleriyle tartışmak için televizyon programlarına konuk olurlar. Ancak bu tartışmalardan önce başkan adaylarının kampanyalarını yürüten kişiler bir araya gelerek seçim propagandaları ve televizyon tartışmaları ile ilgili bir "mutabakat metni" kabul ederler. Bu yıl John Kerry televizyonlarda üç tartışma olmasını istedi ve bunu mutabakat metnine koydurdular. Buna karşılık Bush cephesi ise tartışmalarda daha iyi bir konuşmacı olarak üstün konumda olan Kerry'ye karşı her bir konuşmanın iki dakika ile sınırlandırılmasını ve sürenin dolması ile konuşmacının ışık ile uyarılmasını şart koştular ve mutabakat metnine dahil ettiler. 32 sayfadan oluşan mutabakat metni ile tarafların birbirlerine direkt soru sormaları da yasaklandı. Konuşma sırası yazı-tura ile belirlenecekti. Tartışma sırasında kürsü arkasının dışına çıkmak yasak. Adaylara sadece bir boş kağıt ve kalem verilirken adayların yanlarında konuşma metni vs. getirmeleri yasak. Tartışmanın yapıldığı stüdyonun sıcaklığı ise standart düzeyde olacak. Tartışmalara başkanlık yapacak kişi ise 1934 doğumlu Jim Lehrer. Aynı zamanda ünlü haber programı "60 dakika"nın da sunucusu olan Jim Lehrer bugüne kadar başkan adayları arasındaki dokuz tartışmayı yönetti. Bu yıl yönettiği üç tartışma ile birlikte bu sayı onikiye çıkmış oldu.

Bu tartışmalarda halkın % 52'si Bush galip gelir demesine rağmen üç tartışmanın üçünde de üstün olan, ufak pot kırmalarına rağmen daha rahat tavırlar sergileyen ve konuya hakim olan taraf John Kerry idi. Ancak Kerry'nin bu başarısına rağmen yapılan anketlerde Bush 4-8 puan önde gitmeye devam ediyor.

ABD'de bazı eyaletlerde seçime katılım oranını arttırmak amacıyla oy kullanma işlemleri 2 Kasım'dan önce başladı. Iowa'da haftalar önce başlayan oy kullanma, Florida'da 18 Ekim'de başladı.

Seçimler öncesi başkan adaylarının üzerinde durduğu konulara baktığımız zaman maalesef ki "Dünya'ya yepyeni bir perspektiften bakış" şeklinde sosyal adaletçi, barışçı, gücü değil hakkı savunan, insan hayatına önem veren bir anlayış getirilemediğini görüyoruz. Bunun yerine önsel olarak ABD hegomanyası ve gücünün devamı için her türlü müdahalenin meşru görüldüğü ve eşcinsel hakları, kök hücre ve kürtaj tartışmaları gibi suni gündemin oluşturulduğu bir ortam görüyoruz.

Bu seçimlerde 2000 seçimlerinde olduğu gibi çok konuşulmayan ama yine seçim sonucunu etkileyebilecek bir başka aday var: Ralph Nader

Ralph Nader, Reform Partisi adına seçime katılıyor. 1 2000 seçimlerinde Demokratlar Ralph Nader'i aldığı oylarla seçimi kaybetmelerine yol açtığı için suçlamışlardı. Bu seçimler öncesi de Demokrat Parti, Ralph Nader'in partisi olan Reform Partisi'nin Ulusal düzeyde örgütlenme olmadığını savundu ve seçimlere girmemesi gerektiğini söyledi. Ancak görülen davada Florida Yüksek Mahkemesi Ralph Nader'in seçimlere Reform Partisi adına katılabileceği kararını verdi. Nader 2000 yılında ise "Yeşil Parti" adına seçimlere katılmış ve % 2.7'lik oy oranı ile 97 bin oy almıştı. 2000 seçiminin değerlendirmelerinde Ralph Nader seçimlere katılmasa idi bu oyların Al Gore'a gideceği ve böylece seçimi de Al Gore'un kazanacağı söylenmişti. Ve Demokratların belalası Ralph Nader yine aday.. Ralph Nader'in ünü tüketici hareketlerini dünyada başlatan kişi olmasında yatıyor. Daha 1962'de genç bir avukat iken Kennedy döneminde otomobil firmalarına karşı savaş açmış. Nader otomobiller ile kaza geçiren ve ölen ya da sakat kalanların davalarını ücretsiz olarak görmüş ve otomobillerin üretim hataları olduğunu ispat için büyük gayretler göstermiş. Sonraki süreçte de tüketici hakları için mücadelesini sürdüren Nader böylece tüketici örgütleri nezdinde bir kahraman olmuş. Ralph Nader'in aday olmaması için demokratlar büyük baskılar yapmasına rağmen Nader aday oldu. Onun aday olmaması için açlık grevi başlatan demokratlar dahi oldu. 2000 seçimlerinde Al Gore'un seçimi kaybetmesi için kendisini sorumlu gösterenlere Nader ise sorunun kendisinde değil Demokrat Parti'de olduğunu ve Demokrat Parti'nin kendini gözden geçirmesi gerektiğini söylüyor.

ABD'de seçim sonucunu belirleyecek eyaletlerin başında 2000'de olduğu gibi öncelikle Florida geliyor. Kararsız seçmenlerin yüksek olduğu Florida'da Ralph Nader'in de önemli bir oy potansiyeli bulunuyor. Florida dışında Ohio, Pennsylavania, Iowa, New Hampsire, New Mexico, Wisconsin ve Nevada'da kararsız seçmenlerin çok olması buraları da seçim sonuçlarını belirleyici konuma getiriyor. Bazı yerlerde ise seçimi kimin kazanacağı belli.. Kaliforniya'da Kerry; Texas'da ise Bush'un kazanması kesin gibi..

VI . S O N U Ç ve D E Ğ E R L E N D İ R M E

Seçimler... Evet, duyulduğu zaman insanı rahatlatan bir kelime çünkü bütün o kompleks dünya ilişkileri içinde yönetilenlerin yönetenlere etki etmesine yarayan bir aygıt olduğu izlenimi yaratıyor. Ancak seçim süreci, seçimlere etki eden faktörler, seçimlere katılım oranı ve seçilecek kişileri belirleme süreci gibi faktörler incelendiği vakit seçimlerin "halkın yönetime katılımı" gibi bir amacı gerçekleştirmekten ne de uzak olduğu görüyoruz. 2 Kasım'daki seçimlere bu açıdan bakabilmeliyiz. Amerikan halkının büyük çoğunluğu "apolitikler" denilen seçimlere ve siyasete uzak insanlardan oluşuyor. Seçimlere katılan, siyasetle ilgilenmeye çalışan kitleler ise maalesef ki seçime katılacak adayları belirleme etkinliğinden uzaklar. Belirli güç odakları ve güçlü lobiler bu adayları kamuoyu önüne getiriyor. Dünya yepyeni bir imparatorluk deneyimine sahne oluyor. Bunu Claude Julien "Amerikan İmparatorluğu" adlı eserinde "Bunlar, tarihin tanıdığı en şaşırtıcı imparatorluğun güçlü baronlarıdır." şeklinde tanımlıyor.

Amerika'da hakkaniyete dayalı yorum yapma kaabiliyetini yitirmeyen entellektüellerden eski Başsavcı Ramsey Clark "Başlangıçtan ta günümüze kadar, bizim asıl amacımız Dünya'ya hakim olmak olmuştur. Bunun için mümkünse şiddet kullanmadan, mümkün değilse şiddet kullanarak diğer milletleri itaate mecbur etmek için yeterli bir gücü inşa etmek ve bunu idame ettirmek gerekmiştir. Bizim hükmedici dış siyasetimizin amacı, Dünya'nın kalan kısmına sirk hayvanları gibi sadece halkalardan atlamasını öğretmek değil, fakat oralardaki kaynak kullanımının kolaylaştırılmasını temin etmektir. Ben sadece askeri hakimiyetten söz etmiyorum. ABD'nin ticari faaliyeti de dünya çapında fakir insanların sömürüsüne dayanır. Vietnam askeri ve ticari vahşetin belirgin bir örneğidir. Vietnam'da suçsuz 3 milyon insan öldürülmüştür. Vietnam'a uygulanan ambargo sonucu kişi başına milli gelir Vietnam'da 80$ lara kadar geriledi. ABD'nin dış siyaseti tamamen maddeciliğe dayalı olup tehdit veya şiddet ve iktisadi tahakküm ile desteklenmektedir." Temel amaç, hangi parti gelirse gelsin değişmiyor: güç ve tahakkümü devam ettirmek.. Böylesi bir yapıyı demokrasi olarak nitelendirebilir miyiz? Cevap Ramsey Clark'dan "Bizi demokrasi olarak nitelemek demokrasi inancına hakaret olur. Biz gerçekte, zenginin yönetimindeki bir 'Plutokrasi' sayılırız." Plutukrasi şeklinde değerlendiriyor Clark. Plutokrasi, aristokrasi benzeri fakat aristokrasiden farklı bir yönetim şeklini ifade ediyor. Sözlükde "zenginerki" olarak geçiyor. Plutokrasi kısaca "paranın hükümranlığı" demek. Yani ülkenin zenginlerin egemenliğinde olması anlamında. Yukarıda çeşitli bölümlerde ifade ettiğimiz dini motifler Amerikan yönetiminde etkili olsa da dünya ölçeğinde bakıldığında ve buna bir de yöneticilerin şirket bağlantılarını eklediğimizde Ramsey Clark'ın "Plutokrasi" değerlendirmesine hak vermemek elde değil..

Seçimler "Oyun içinde Oyun"

Seçimler nasıl sonuçlanacak peki? 1993'de yahudiler "Bush 41" olarak da bilinen Baba Bush aleyhine çalışmışlardı. 2000 seçimlerinde yahudilerin büyük çoğunluğu Al Gore'u desteklemişti. Bu seçimde de yahudilerin büyük çoğunluğu John Kerry'i destekliyorlar. Ermeniler de John Kerry'yi destekliyorlar. Evanjelik Bush'un arkasında ise neoconcu anlayışı savunan savaş yanlısı kesim ile sayıları 50 milyonu aşan evanjelikler var. Yahudilerin bir kısmı da Bush'u destekliyor çünkü Bush ile onların geleceğe dönük inançları ve "mesih beklentileri" ortak. 2000 seçimlerinde belirleyici rol oynayan Ralph Nader yine sonuçlara etki edecek. Ermenilerin kararsızların yoğun olduğu Florida, Ohio ve Pennslylvania'da sayıları yabana atılır cinsten değil. 2000 seçimlerinde belirleyici rol oynayan Florida yine seçim sonuçlarına direkt etki edecektir. Ralph Nader faktörü eğer demokratların oyunu önemli ölçüde azaltmazsa burada 2000 seçimlerinde tartışmalı şekilde kaybeden demokratlar kazanabilir. 2000 seçimlerinde demokratlar tüm oylar içinde 50.992.335 oy almış, cumhuriyetçiler ise 50.455.156 oy yani demokratlardan 500 binin üzerinde az oy almışlardı. Ancak buna rağmen ikinci seçmen sayısı demokratların 266'da kalmış; Cumhuriyetçilerin ise 271 bulmuş böylece seçimleri Cumhuriyetçi Aday Bush kazanmıştı. Bu seçimde Kerry ve Bush kararsızların yoğun olduğu eyaletlere Florida, Ohio, Pennsylvania'ya çok sayıda giderek seçim propagandası yaptılar. Bu eyaletlerde kazanan seçimleri de kazanacaktır. Ancak bu seçimde de sonuçlar ile ilgili olarak bazı bölgelerde tartışmalar yaşanması ve davalar açılması olası görünüyor. Seçim de Kerry Ermeni ve yahudi lobisine güveniyor. George Soros adlı büyük para spekülatörü de Bush aleyhine çalışanlardan.. Bush'un seçimdeki en büyük kozu ise muhafakar kesim. Bush'un kampanya direktörü Karl Rove, 2000 yılında oy kullanmayan 5 milyon muhazakar hristiyan olduğunu ve bu sayının en az 4 milyonu sandığa götürme hedefinde olduğunu söylüyor.
Cumhuriyetçi Parti de seçim çalışmalarında 56.800 evanjelist protestan, 38.543 katolik ve 6.311 ortadoks yahudiyi gönüllü olarak ekip lideri olarak belirlemiş. Bush böylece dini düsturlar hayatlarında önemli rol oynayan kesimleri yanına çekmeye çalışıyor. Ancak bu yetmeyebilir. Her ne kadar kamuoyu yoklamalarında Bush hep önde gözükse de seçimleri John Forbes Kerry'nin kazanmasının hiç de sürpriz olmayacaktır. Ancak seçimleri kimin kazandığının makro düzeyde düzeni değiştirecek düsturlar getirmeyeceği de aşikar...

bitti

1 Ralph Nader için bkz. www.votenader.com

Tamer Soysal
tsoysal@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
              7 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Hülya Galitekin

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.377 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Sanal Aşk

Sen onyedi inç ekranda gördüğümsün,
kelimelerle kendimi ifade ettiğim.

Sen işlerden bunaldığımda sığındığım limansın,
mesaj kutumda sıcaklığını bulduğum.

Sen yüz kontüre sığdıramadığımsın,
elimdeki telefon faturamın ayrıntılı ekstresi.

Sen sanaldan gerçeğe uzanışımsın,
ellerini ellerimde hissettiğim.

Sen gün gelip kapımda bittiğimsin,
gözlerimi gözlerinden kaçırdığım.

Sen vurup kendimi denizlere, martılara anlattığımsın,
yalnızlığın keyfine varışım.

Sen iskele kıyısı bir iskemlede oturduğumsun,
balık ekmek yediğim.

Sen internet bağlantısı kesinlince kaybettiğimsin,
boş inboxlara baktığım.

Sen cevapsız mesajlarımın çöpe atılışısın,
ardından şiirler yazdığım.

Sen internet aleminden uzanan sanalımsın,
gerçekliğini benimde büyüttüğüm.

Sen aslında olmayanımsın,
şiirlerle varlığını uydurduğum.

Sen var ya sen, en çokta
benim yalanımsın.

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Hay Allahım, şimdi patlayacak görecek anasının örekesini!

Yukarı

 Kıraathane Panosu



Şeli Benhabib Resim Sergisi

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


İster internet ortamında, ister kendi bilgisayarınıza indirip oynayabileceğiniz en orjinal flash tasarım oyunları bulabileceğiniz en sağlam kaynak. Ayrıca güncel konularla ilgili komik animasyonları da http://www.miniclip.com/Homepage.htm kısayolunda bulabilirsiniz. İyi eğlenceler. ...Zordur gençliği anlamak ve anlatmak. Hayatımızın en hareketli, duygularımızın en yoğun olduğu dönemdir,

hayatımızın baharıdır. Gençler olarak, çoğu zaman bir destek arayışı içinde olduğumuzda bir gerçektir. İşte bu nedenle, bu siteyi hizmetinize sunuyoruz... demiş editör. http://www.bizlergenciz.com/ kısayolundaki web sayfasında.

Aslında uzun uzun anlatmak gereken bir web sayfası ama kısaca söylemek gerekirse http://www.herseynet.com/ kısayolundaki sitede herşey ama herşey var galiba bu yerde...

...Bir gün Smith ve John adında iki zenci New York sokaklarında dolaşırken bir tabela görürler: "Zenciler beyazlaştırılır. Fiyat 100 dolar." Smith'in 101 doları, John'un ise 99 doları vardır. John, Smith'e: "Sende fazla olan 1 doları bana ver birlikte girelim" der. Smith'se: "Önce ben gireyim. Eğer beyazlaşırsam sen de girersin" der ve içeri girer. Az sonra içerden beyaz bir şekilde çıkar Smith. John: "Smith ne kadar beyazlaşmışsın. Şu 1 doları ver de ben de girip beyazlaşayım." Smith cevap verir: "Defol burdan pis zenci!"... Daha fazla fıkra için, http://www.fikralar.com/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


CD to MP3 Freeware 1.1 [935 KB] W98/2k/XP FREE
http://www.eusing.com/Download/cdtomp3freeware.exe
CD'den mp3 hazırlamak için hala bir programı olmayan kahveciler için güzel bir seçenek. Kullanımı son derece basit olan bu program mp3'e meraklı herekese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041101.asp
ISSN: 1303-8923
1 Kasım 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com