|
|
|
22 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Bize birşeyler oluyor!.. |
İyi haftalar,
Bu hafta herkes bize çalıştı neşelenmek hakkımız diye başlayacaktım yazıya ama olmadı olamadı. İnönü stadındaki olay moralimizi bozdu. 16 yaşındaki bir genç hayata, yirmili yaşlarda bir başkası özgürlüğe veda etti. Ne uğruna? Kocaman bir hiç. Bu olayın bir spor arenasında olması durumu bir spor terörü havasına sokuyorsa da bu yanlışlığa düşmemek gerek. Yakalanan ya da değil, herhangibir gencin, hele hele sadece bir sportif mücadeleyi seyredip takım ruhuna katkıda bulunmaya stada gelen bir genç insanın, bir başkasını katletmesi, sporun içinde olan rekabetin hasta ruhlar tarafından dışa vurumu olarak açıklanamaz. Söylemesi bile zor ama bunun adı sosyal bir patlamadır. Büyüklerimiz manzaranın günlük güneşlik olduğunu söyleye dursun, İstanbul Dünyanın suç oranı en yüksek metropolleri arasında başa güreşmeye aday. Kapkaç olaylarındaki artış, bir lanet cep telefonu için trenden atılan çocuklar, 3 kuruş için öldürülen taksiciler, heran patlamaya hazır sinirler, hep o çizilen günlük güneşlik tablonun altında oluyor. Bir yanlışlık var. Bize birşeyler oluyor sayın büyüklerimiz, bize birşeyler oluyor!..
Sayın Baykal Bey Cumartesi gecesini nasıl geçirdi acaba? Gördüğü kabustan uyanırken "Eyvah CHP elden gidiyor, başbakan olmak isteyen biri çıktı, eyvah ki ne eyvah" diye bağırmışmıdır dersiniz. Elleriyle yarattıkları bir kahramana partiyi teslim etmek üzereler. Mersin mitinginin tek anlamı var bana göre; Denizin suyu bitti, bahçeyi sarıgüller bastı. Ne diyelim hayırlısı olsun.
Kahve Molası tanıtımında bir patlama var sanki. Televizyonların teknoloji programları sessiz sedasız ismimizi anmaya başlamış. Sağolsunlar varolsunlar. Emeklerin semeresini görmek çok güzel bir duygu. Ve çok yakında bu duygumuz katlanarak artacak. Ama şimdilik sürpriz olarak kalsın. Gelen soğuk kış günlerinde içimizi ısıtacak sıcak haberlere hazırlıklı olun yeter. Bu hafta bir değişiklik yapıp tüm haftayı bir gerçek sanatçıya ayırmak istiyorum. Tiyatro ve sinemadaki eşsiz oyunculuğunu harika sesiyle bütünleştirmeyi başarmış ender insanlardan biri Zuhal Olcay. Bugün başrolünde oynadığı Hiçbiryerde'nin ana tema müziği ile başlıyoruz. Yarından itibaren Başucu şarkıları ile devam edeceğiz. Plağımızı pikaba koyuyor ve huzurlarınızdan sevgi ile ayrılıyorum. Cengiz Onural'ın bestesi ve yorumu ile Hiçbiryerde. Bugünlük hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
SÜLEYMAN
Deli gibi yağan yağmurun sesi sokaktan durmaksızın geçen arabaların gürültüsünü bile bastırıyordu. Neredeyse bir saaten beri camdan dışarıyı seyreden yaşlı adam cebinden çıkardığı ütülü mendiline gözyaşlarını silip bastonuna dayanarak kapıya yürüdü. Sadece bir üst kata çıkacak olmasına rağmen yılların getirdiği alışkanlıkla otomatı yaktıktan sonra geri dönüp ceketini giydi. Yağmurun ve çakan şimşeklerin sesi merdiven boşluğundan bile ürkütücü çınlamalarla duyuluyordu. Dimdik çıktığı merdivenleri dönünce tüm cesareti kırılmış gibi bir an duraksadı. "Hey gidi Süleyman Efendi, sen bu hallere de mi düşecektin" dedi kendi kendine. Karşısında durduğu kapının hiç açılmamasını ister gibi beklerken sönen otomat ve aynı anda bir top mermisinin düştüğü anda çıkardığı sese benzeyen gürültü ile kendine geldi. İçerden gelen televizyonun sesi Ankara-İstanbul seferi yaparken kaçırılan uçaktaki yolcuların ismini sayıyordu. Nedenini anlayamadığı bir korkuyla aradığı otomatın düğmesi zannederek bastığı zil tuhaf sesler çıkarmaya başladığında korkudan öte tuhaf bir his kapladı içini. Çocukluğunda, ağacın tepesinde, olmamış meyveleri toplarken babasına yakalandığında duyduğu hisle aynıydı bu ama adını ve tarifini bilmiyordu. Televizyonun kısılan sesi, ayak sesleri ve açılan kapı…
- Ooo Süleyman Amca… Yine mi çok açtım ben bunun sesini?
Adam kendi utancını saklayabilme çabasıyla karşısında eşofmanları ile dikilmiş delikanlının özür dileyen yüz ifadesini fark etmemişti bile. "Yok evladım onun için gelmedim" diyebildi ama devamını getiremedi. Erkan'ın mahcup gülüşü yerini şaşkınlığa bırakmış, ne olduğunu anlamaya çalışan soru dolu gözlerle bakıyordu. Konuşmak için kelimeleri bulamayınca yaşlı adamı içeri davet etti. Daha önce 'rahatsız etmeyeyim' 'hanım evde yalnız' gibi bahanelerle bu teklifi kabul etmeyen adamın sessizce içeri girmesi Erkan'ın şaşkınlığını daha da arttırdı.
- Kusura bakma Süleyman Amca, epey dağınık ev. Bekar evi işte ne yaparsın.
- Kaza mı olmuş? Diye sordu adam televizyonu göstererek.
- Yok, uçak kaçırmışlar. Ama yakalandılar. Ölü yaralı yok çok şükür.
- Hımm diye bir ses çıkardı sadece adam, annesinin geç geleceğini söylediği zamanki sesine benzer bir sesle. Daha önce olsa memleketin ne hale geldiğinden başlayıp baştakilerin basiretsizliğine kadar uzun bir nutuk çekerdi.
- Çay içiyordum amca, sana da koyayım mı bir bardak.
Konuşurken bir taraftan ıvır zıvır dolu sehpayı toparlamaya çalışan Erkan bu tepkisizlik karşısında donakalmış, elindekilerle salonun ortasında adama bakıyordu. Bir şeyler söylemek için kendini zorlayarak bu kadarını söyleyebilmişti ancak.
- Yok evladım saolasın. Hele sen şöyle bi otur.
Erkan duyacaklarından korkarak adamın gösterdiği yere oturdu. Yaşlı adam konuşurken nefesinin yetmesini garantiye almak ister gibi bir çabayla derin bir nefes aldı önce. Sonra kan çanağı olmuş gözlerini çevirip "bizim hanım" dedi ve tekrar sustu. Aldığı onca nefese rağmen kelimeleri neredeyse teker teker kullanıyordu. "Heyet raporunun süresi dolmuş. Çıkamadım ben, romatizmam tuttu. İlaçları bitince kız para gönderecekti ama eli sıkışık onun da, gönderemedi. Damat desen hayırsızın teki. Diyecektim ki…" yine sessizlik. Adamın nefesi yine yetmemişti. Zaten cümlenin gerisine gerek kalmamıştı. Erkan, bir zamanların beyefendisi, mahallede tanıdık tanımadık herkesin konuşurken ceketini iliklediği Süleyman Amca'nın bu saatinde ziyaret nedenini anlamıştı ama ikisinin de gergin suskunluğunu bozamıyordu bir türlü. Bir zaman sonra bu sessizliğin esaretinden kurtulup sanki akşam ne yemek yediğinden bahseder gibi sıradan bir ses tonuyla üzülmemesini, para dediğinin elinin kiri olduğunu, bunun için canını sıkmanın gereksizliğini anlatarak beceriksizce seçilmiş kelimelerle adamı teselli etmeye çalıştı. Yanında para olmadığını, zaten ertesi gün işe geç gideceği için para çekip bırakacağını, hatta ilaçların adını vermesini, kendisinin ilaçları alıp bırakabileceğini söyleyerek yüzüne bakamayan adamı evine uğurladı.
Ertesi gün Erkan elinde ilaçlarla Sülayman Amca'nın kapısını çaldığında kapıyı otuzlu yaşlarında görünen, kırlaşmaya başlamış saçlarını ensesinde toplamış kızı açtı. Islak ellerini üzerindeki mutfak önlüğüne kurulamaya çalışırken soran gözlerle Erkan'a bakıyordu. Erkan elindeki poşeti uzatırken işlenmiş bir suçu gizlemeye çalışır gibi bir çabayla;
- Süleyman Amca akşam ilaçları almaya çıkamıyorum diye para bırakmıştı, onları bırakacaktım dedi.
Kadının yüzündeki çizgiler ince bir gülümsemeyle daha da belirginleşti. Bakışlarının mahcubiyet, minnet ve çaresizliği bir arada taşıyabilmesine şaşırdı Erkan.
- Babam anlattı, akşam size uğramış.
'Uğramış'daki anlamı her ikisi de bildiğinden fazla söze gerek yoktu zaten. Erkan çıkardığı ayakkabılarını düzgün bırakmaya çalışırken ilaç poşetini kapıya asıp kaçmayı planladığı halde çay davetini nasıl kabul ettiğini düşünüyordu. Sonra Süleyman Amca'daki mahcubiyetin neden kendisine geçtiğini, neden utandığını sordu kendi kendine ama cevap bulamadı. Biraz sonra Ayşe elinde çay tepsisiyle odaya döndü.
- Daha önce gelmiş miydiniz bize?
- Fırsat olmadı hiç.
- Annemle tanışmadınız o zaman, diyerek hasta yatağında uyuyan kadına çevirdi bakışlarını. Sanki konuşabilmek için hikayeyi bilmeyen birini beklermiş gibi anlatmaya başladı. Babam asker emeklisi. Annemle Ege'de görevdeyken tanışmışlar, Narlıdere'li annem. 2 sene orada yaşamışlar sonra babamın tayini çıkmış. Ağabeyim babam tatbikattayken doğmuş. Ağabeyim doğunca annem müjdeyi verdikten sonra "oğlunun ismini ne koyacaksın" diye sormuş, babam da "kızım olursa onun adını ben koyacağım, bunun adını sen koy, en sevdiğin ismi koyarsın" demiş. Annem babamın ismini vermiş ağabeyime. Ben Kıbrıs çıkartmasının başladığı gün doğmuşum. Doğum haberim iki hafta sonra ancak ulaşmış babama. Annem "kızımın adını ben koyacağım" dedi diye babamdan cevap gelene kadar beklemiş. Bazen takılırdım anneme 'ya babam dönmeseydi ne olacaktı, isimsiz mi kalacaktım" diye. "Dönmeyeceği hiç aklıma gelmedi ki, geleceğim diye söz vermişti bana, ben de bekledim" derdi. Babam görevdeyken annem bize fark ettirmeden babamın yemek yediği saatleri kendince hesaplar, o saatlerde yemek yermiş. Öyle çok seviyorlardı birbirlerini.
Birden duraksadı Ayşe. Bir kitapta okuduğu satırı kaybetmiş gibi aranan gözlerini odada gezdirdi. Bakışları Erkan'ın bardağına takılınca
- Ah kusura bakmayın, fark etmedim çayınızın bittiğini, diyerek fırladı yerinden.
- Teşekkürler almayayım ben.
- Sıkmıyorum ya sizi, çenem düşüyor bazen böyle. İşiniz gücünüz vardır, esir ettim sizi burada.
- Estağfirullah, zaten bu gün öğleden sonra gideceğim işe. Süleyman Amca sizden bahsetmişti ama ağabeyiniz olduğunu bilmiyordum.
- Ağabeyim var mı yok mu ben de bilmiyorum, dedi Ayşe kinayeli bir gülümsemeyle. Ben 2 yaşındayken İstanbul'dan Malatya'ya tayinimiz çıkmış. Ağabeyimle aramızda 1 yaş vardır. Babam Malatya'ya gidip ev işlerini falan hallettikten sonra gelip bizi alacakmış. O gün annem, babam gelecek diye kendini mutfağa adamış. Ağabeyimle beni bahçede oynayıp elinin altında dolaşmamamız için kapının önüne koyuvermiş. Hep oynadığımız bahçe işte, nerden aklına gelsin… Benim ağladığımı duymuş, düştüm zannetmiş. Yemeğin tuzunu ayarlayacağım diye hemen gelmemiş, çocuktur bu düşe-kalka büyür nasılsa. Annem bir geliyor ki ben ağlamaktan bir hal olmuşum, abim ortada yok. Bir daha da haber alamadık… Ben hayal meyal sakallı, kapkara, zayıf bir adam hatırlıyorum. Annem hatırlayamayacağımı, çok küçük olduğumu iddia ediyor ama ağabeyimden bahsedildikçe hep o sakallı yüz geliyor gözümün önüne. Başka bir şey de yok hafızamda. Ama onlar hiç unutmadılar. İkisi de ağabeyimin kayboluşundan kendini sorumlu tuttu hep.Babam emekli olunca belki tesadüfen de olsa buluruz diye İstanbul'a yerleştik. Kaç milyonluk şehirde insanın yıllar önce kaybolan çocuğu ile karşılaşma şansı ne olur ki? Umut dünyası işte… Annem hastalanınca babam bu suçta da yalnız kaldı…
- Teyzenin nesi var?
- Alzeimer… Durumu iyice kötüleşmeye başladı. Babam, hatta ben dahil herkesi abim zannediyor. Boyuna uyutuyor doktor. Başka türlü idare edemiyor babam. Gözü gibi baktığı sultanını böyle görmeyi, imarethane gibi dara düşenin yardımına koşarken böyle kimsesiz kalmayı kaldıramıyor. Ben de… Ben de eşimden dolayı pek ilgilenemiyorum. Evlat vefası görememekmiş zavallıların kaderi, dedi gittikçe kısılan bir sesle.
Erkan hikayenin bittiğini, bundan sonra söylenen her sözün anlamsız ve gülünç tesellilerden öteye gitmeyeceğini fark etmişti. Müsaade isteyip kendi dairesine çıkarken başka bir semte taşındıktan yıllar sonra eski bir komşudan, karısının öldüğü gece Süleyman Amca'nın beylik tabancasıyla intihar ettiğini, kızlarının ikisinin cesedini birden bulduktan sonra aklını kaybedip hastaneye yattığını öğreneceğini ve o günden sonra Süleyman Amca'nın ve kızının hüzün dolu bakışlarının aklından hiç çıkmayacağını bilmiyordu. "Ne zaman isterseniz çekinmeden arayın lütfen" diyerek bir kağıda yazıp Ayşe'ye verdiği numarasının, kocası numarayı bulup Ayşe'yi dövdükten kağıdı yırttığı için hiç aranmadığını ise hiçbir zaman öğrenmeyecekti.
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yalan ve dürüstlük adına….
Hani derlerya "insanoğlu çiğ süt emmiştir" diye. Evet insanoğlu anasından karnını doyurabilmek için süt emer. Ancak hepimiz biliyoruz ki yukarıdaki söz hiç de hoş olmayan bir durumu anlatmak için söylenmiştir. Bu söz insanoğluna güvenilmeyebileceğini anlatmak için kullanılır. Ne acı bir durum…Analarımız bizler çocukken karınlarımız doysun diye emzirirler. Tıbben de kanıtlanmıştır ki çocuklara ana sütü kadar sağlıklı bir gıda yoktur. Her anne çocuğunu emzirebildiği kadar sağlıklı bir evlat yetiştirebilme çabasındadır.
Hepimiz çok iyi bilmekteyiz ki hakkını asla ödeyemeyeceğimiz analarımız için "Cennet anaların ayağının altındadır" denir. Ne kutsal bir varlık analarımız… Ne kutsal bir besin ana sütü… Bizler ise hem kutsal olan süte hem de analarımıza yazımızın başında söylediğimiz sözle ihanet etmekteyiz.
Doğruluktan ve dürüstlükten saparak birbirimiz kandırmaktayız. İhanetler içinde bulunmaktayız. Bazıları para ile ülkeyi satar, bazıları bankaları hortumlar..Bu bazılarını bir zincirin halkaları gibi uzatabiliriz.
Bir kıssadan hisse yapacak olursak: Adamın biri Hz. İsa'ya arkadaş olur, ona "Senin yanında sana yoldaş olabilir miyim" diye teklif eder. Teklifinin kabul edilmesi üzerine yola koyulurlar, bir nehrin kenarına varınca yemek molası için otururlar ve yanlarında üç çörek vardır. İkisini yerler, biri kalır, bu arada Hz. İsa nehre varıp su içmek üzere kalkar, su içip dönünce üçüncü çöreği bulamaz. Adama "Çöreği kim aldı?" diye sorar, adam bilmiyorum diye cevap verir.
Yemekten sonra arkadaşı ile birlikte yola koyulur. Yolda iki yavrulu bir geyik görürler. Hz. İsa yavrulardan birini çağırır, yavru Hz. İsa'nın daveti üzerine yanına gelince onu keser, etinin bir kısmını kızartarak yerler. Yemekten sonra Hz. İsa geyik yavrusunun kalıntılarına "Allah'ın rızası için canlanıp kalk!" der. Yavru tekrar canlanıp kalkarak oradan uzaklaşıverir. Bu olay üzerine Hz. İsa yoldaşına, "Sana az önceki mucizeyi gösteren Allah için soruyorum, çöreği kim aldı?" Adam yine "Bilmiyorum" diye cevap verir.
Bir müddet sonra bir nehrin yanına varırlar, Hz. İsa adamın elinden tutarak su üstünde yürürler, karşıya geçerler. Nehri aşınca Hz. İsa "Az önceki mucizeyi gösteren Allah hakkı için sana soruyorum, üçüncü çöreği kim aldı?" diye sorar, adam yine "Bilmiyorum!" diye cevap verir.
Bir müddet sonra bir çöle varırlar ve otururlar. Hz. İsa bir yere kum ve toprak yığar, meydana gelen yığına Allah'ın izniyle "Altın ol" der, yığın da altın olur. Hz. İsa yığını üçe bölerek adama "üçte biri benim, üçte biri senin, öbür üçte biri de çöreği alanın" deyince adam "çöreği alan bendim!" diye gerçeği itiraf eder. Bunun üzerine Hz. İsa "Altının hepsi senin olsun" diyerek ondan ayrılır. Adam çölde altının başında dururken yanına iki yolcu gelir. Gelenler kendisini öldürüp altınları almak isterler. Adam "onu aramızda üçe bölüşürüz, önce biriniz şehre varıp yiyecek bir şey alsın" diye teklif eder. Adamın teklifi kabul edilerek gelenlerden biri şehre gönderilir, şehre giden adam yolda "niye altını onlarla paylaşayım, alacağım yiyeceğe zehir katıp onları öldürürüm, böylece de altının hepsi bana kalır" diye düşünür ve dediği gibi yapmak üzere şehirden aldığı yiyeceğe zehir katarak döner. Altının yanın da kalanlar da "Niye ona altının üçte birini verelim, dönünce onu öldürür ve altını ikimiz paylaşırız" diye konuşurlar. Adam dönünce onu öldürürler fakat yiyeceği yiyince de kendileri ölürler. Böylece altın çöl ortasında ve her üçünün ölüsünün yanı başında sahipsiz kalır. Daha sonra Hz. İsa'nın yolu olay yerine yeniden uğrar, durumu görünce yanındakilere "İşte dünya budur, ondan sakının!" der .
Bu dünya böyle de haksızlığa uğrayan, ihanete uğrayan insanlar hep yapanların cezasız kaldığını söyler. Bilmezler yada sabretmezler ki adalet mutlaka tecelli eder. Üniversite mezunu olarak eğitim alındığı sanılmasın ve unutulmasın ki hortumcuların çoğunluğu diplomalıdır. Önemli olan insan ve dolayısı ile insanlık..
Doğruluk ve Dürüstlük Benim Karakterimdir demeye var mısınız….
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci Çırağı : Ceyda Ergül |
Yalnızlık Ömür Boyu...
Hayatımız uzun,karışık yollarla dolu bir serüven adeta. Herşeyin bir sonu olduğu gibi bu serüvenlerle dolu hayatımızın da biraz kasvetli birazda buruk bir sonu oluyor. Ölümden kaçamadığımız gibi bu acı sondan da kaçamıyoruz.
Bu son,ölümden de acı bir son. Bizleri üzen, gün geçtikçe daha da içimizi burkan hüzünlü bir son. Artık ölüme hergün bir adım daha yaklaşılan bu yaşlılık dönemi bizleri ister istemez karamsar yapıyor. Bir anılar kervanı, bir nostalji dönemidir bu. Albümlerimizi elimize alıp hüzünlendiğimiz, tek bir söze muhtaç olduğumuz buruk bir dönemdir bu. Yorgun ve dingin vücudumuzla koltuğumuza oturup,uzun uzun düşünüp kendimizle hesaplaştığımız bu dönem ölümden önceki son duraktır. Aynalara bakmak yerine gençlik fotoğraflarımıza bakarız. Bir kabus gibi gelen bu dönemin yüzünü aynada görmemiz güneşe çıplak gözlerle bakmak kadar zor gelir bize.
Şanssızlık bu ya, bu kasvetli dönemi bir de yalnız geçirmek gibi acı bir gerçek var. Hemen huzurevleri geliyor aklımıza değil mi? Küçük, karanlık odalarla ve içindeki yalnız insanlarla bir bütünlük oluşturan huzurevleri ölümden önceki son durakta dinlenen insanları ağırlıyor.
Huzurevinde tanıştığım emekli öğretmen İsmet Teyze bu sözlerimi doğruluyor adeta. Yalnızlığın son perdesini oynayan bu zümrüt yeşili gözlü, tonton teyze herşeyi çok iyi hatırlayamamasını pek de takmıyor kafasına. Ama bazı şeyler hala aklında...
Artık onun için ne bayramlar önemli ne de geçirdiği günler. Çünkü her gün yalnız uyanmanın ve günü yalnız geçirmenin indirdiği bir perde var gözlerinde.Dış dünya ile kendisinin arasına çekilmiş bir perde. O böyle olsun ister miydi? O da her baharda mutlu olmak isterdi elbet. Ama artık onun için dışarıda açan bahar çiçekleri bile önemli değil. Çünkü içindeki bahar, kara bir kışa döndürülmüş. Birileri hep yalnız bırakmış onu, hep hayallerini çalmış. O bir öğretmen, o bir anne... Dışarıdaki insanlardan tek farkı bir çift söze, bir yüze, bir bakışa çok ama çok ihtiyacı olması...
Şimdi biraz kendimizi düşünelim... Hep bu yaşta kalacakmışız gibi geliyor bizlere değil mi? Etrafımızdakilerin hep yanımızda olacağına inanıyoruz. İsmet Teyzem de inanmış buna. Ama şimdi ona akrabalarını, ahbaplarını sorduğumda ; "Var ama yok..."diyor. "Hayatın bedeli bu mu?" diyorum içimden. Bizler iyi bir meslek sahibi olmak için senelerimizi veriyoruz. Ardından iyi bir aile kurmak için bütün sorumlulukları üstümüze alıyoruz. Ama sonunda kasvetli bir huzurevinin, karanlık bir odasında yalnızlığa da mahkum olabiliyoruz. İşte hayat bu... Güzel sürprizlerin yanında, bizi derinden yaralayan acılarla dolu bir karmaşa. Bir sabah, yıllarımızı geçirdiğimiz eşimizin yanında da açabiliyoruz gözlerimizi, karanlık bir huzurevinin yalnızlık kokan odasında da...
Ceyda Ergül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Üşüyorum çocuk…
Havalar iyiden soğumaya başladı. Daha sıcaklar etkisini yeni yeni yitirmişken bu soğukta ne oluyor şimdi. Geçen yıl bu zamanlara göre değerlendirme yapanlar bilecekler ki bu sene kış biraz light başladı.
Geçen yıl ortalığı kasıp kavuran kar fırtınalarının yerine şimdi ılık pastırma yazıyla geçirdik. Ve Sonbahar hayatın tadını çıkartmak istercesine inatla direndi. Kış’ın önüne geçerek. Sanki aralarında bir husumet varmış gibi iki inatçı çocuğun kavgası sahnelendi uzun bir süre. Bir esti deli gibi kış kazandı derken, bir sıcak ki yaprakları sımsıkı ve inatla tuttu sonbahar, kendi dökmek istercesine. Kargaşa ve yılan hikayesine dönen dünya sorunları arasında mevsimlerde kendi ikliminde terörist gibi yaşamaya başladı.
Doğaya ayak uydurmak yerine, hakim olmaya çalışan bir zihniyetin türemesiyle, bu kargaşa yerini sıcak ilişkiler arasında yaşanan soğuk savaşa bıraktı. Eline taş alan çıktı buz gibi sokakların sıcak kavgasına. Evine bir ekmek götürmek, yerini daha ihtiyaçlı zamanlara bıraktı. Artık insanlar ekmekle doymazlığını ilan etti ve daha çok yiyecek sahibi olmak istedi. Ve lüks gibi görünen normal ihtiyaç aldı başını gitti. Şimdi lüks kavramı yerini güç kavramına bıraktı. Ve artık gücü simgeleyen ihtiyaçlar ön planda tutulmaya başladı.
Nerden başladığını bilmediğimiz bu başlangıç, duyarsızlığı zaaf olarak görünce her duyarsız kaldığımız anlarda virüs gibi çoğaldı. Ve soğuk savaşın yaygınlaşmasına sebep oldu.
Sonbahar. Bu gibi zamanları en iyi yaşayan duygusal insanlar ise mevsim değişikliğini büyük bir çöküşle izlediler. Şairler, yazarlar ve ressamları şaşırtan bir değişişim. Ne yapacaklarını şaşırmış ezberlerinde kaldığı kadarıyla çalışmalarına devam edip sımsıkı sarılmışlar değerlerine.
Bu zamanlar hep böyledir işte. Ve uzak ara gidilen yolların şaşırtıcı mevsim değişikleri bile kalmamış artık. gel gör ki İzmir’in sıcaklığı bile kurtaramamış Çeşme’yi, işin aslı İzmir bile nasibini almış bu değişimden.
Üşüyorum çocuk…
Kendini bilmez sokakların kahverengi boyalı duvar diplerinde. Elimde şizofren bir şişe rakı ve üç beş mütevazi leblebi. Ne iyilikleri belli, nede kötülükleri namussuzların. Şişede durduğu gibi durmuyor işte. Üşüyorum çocuk, aylardan Mart takılmış takvimin baş köşesine hayallerim dona kalmış tüm sevgilerim mahsur. Çaresizliğim sızmış bir köşede. Üşüyorum çocuk sora sora bizimi buldu bu soğuk.
Üşüyorum çocuk, yürü yürü bitmiyorum, sıcaklığım bir an olsun kar etmiyor ve karanlık köpek gibi takip ediyor adamı. Üzerimde gariban bir hırka daha ne kadar dayanır bu acıya. Üşüyorum çocuk, unutulmuş adım, unutulmuş yarınım.
Sanki! Kaybolmuş bir zeybeğin belinde ki hançerim. Her kahpe öldüğünde öfkeli bileklerde. Üşüyorum çocuk, gelecek sıcakta olsa aylardan mart ayı daha.
Üşüyorum çocuk, aklımda bir oyuncak daha yok, bir aşk ve bir hikaye, ucuzda olsa bir kahraman yok. Ama seni ucuz zamanlardan ezbere aldım. Ve sana ezberden bir gelecek yazdım. Elimde bir şiir yaşamaya dair ısıtıyor beni.
Çok üşüdüm çocuk Hadi girelim içeri…
Kalın sağlıcakla...
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahvecilerin ağaçları olsun...
Bir çoğunuz "ne diyorsun kardeşim sen.." diyeceksiniz..
Haklısınız..
Anladığım kadarı ile kahveciler sık sık bir araya gelip tanışma toplantıları,geziler,tertip ediyor..
Çok güzel..
Renkli bir platform fotoğrafı var ortada..Okuyan, araştıran,düşünen,eleştiren,yazan tiryakiler topluluğu...
Dışardan görünümü itibarı ile ben böyle algıladım doğrusu...
Çok da memlun oldum açıkçası...
Şimdi bir önerim var sizlere;
Bu değerli grubun üyeleri önümüzdeki mart da hayata geçirilmek üzere bir ağaç dikme kampanyası düzenleyemez mi?
Gelecek nesillere gölgesinde kahvemolası verebilecekleri bir armağanımız neden olmasın...
Çok zor bir işte değil ayrıca..
Orman bölge müdürlüklerinden temin edilecek fidanlar turla gidilecek olan olan yerde teslim alınacak ve dikilecek..
Editörümüz bu konuda değerlendirme yapacaktır mutlaka..
Hayatın akışı içersinde yazılacak o kadar çok konu var ki neresinden başlanılsa konu konuyu açacak..
Günlük hayatın içinden yazmak en doğrusu..
Trafikte ve toplu taşıma araçlarında insanların birbirlerine karşı olan davranışlarındaki ilkelliği toplumsal psikoloji uzmanları mutlaka araştırmalılar..
Kırmızı ışıkta durmamayı prensip edinmiş minibüs şöförleri,yol ortasında durarak trafiği tıkayıp müşteri indirip bindiren belediye halk otobüsleri dikkatinizi çekmiyor mu?
Halleri nerden besleniyor dersiniz?
Denetim yetersizliği mi? Yoksa bunların ihlallerini bedeli karşılığında görmezden gelen zihniyetler mi var ?
Günlük yaşamımızda önemli olan böyle sıradan gibi görünen meselelerin çözümü için mutlaka AB dayatması mı gerekiyor..
"Minibüsçüleri halk otobüslerini denetleyecek disipline edecek yöneticiler aranıyor" diye ilan mı verilmesi lazım.?
Gazetelerin değerli köşe yazarlarıda bu konuda yeterince hassasiyet göstermiyorlar..
Bilindiği gibi Türkiye'de medya dünyasının duayenlerinden Ercan Arıklı'yı bir halk otobüsü karşıdan karşıya geçerken katletti..
Bu beni ilgilendirmiyor diyemeyiz..Şartlarımız ne olursa olsun,talihsizlik piyangosu herkese vurabilir...
Biliyor'musunuz simitlere zam gelmiş..
"Nelerle ilgileniyorsun" diyebilirsiniz..Size hak veriyorum..
Ama mesele öyle göründüğü gibi değil..
Yapılan keyfi bir zam...
Ekmeğin üçte biri kadar simit, ekmekten pahalı satılıyor memlekette..
Ayda yirmi bin dolar kira ödeyen simitçi dükkanı olduğu söyleniyor istanbul'da..
Bunlar enflasyonun aşağı çekilmesinde direnç oluşturan unsurlar değil mi sizce..?
Yüksek siyasete heveslenen yerel yöneticiler işe bir denetimcilikten başlamayı öğrenebilseler..İnanın başarı şansları artacak...
Öyle manzaralar var ki insan şok oluyor;
Geçenlerde Kadıköy Bostancı da belediye zabıta karakolunun karşısındaki baraka lokantanın mutfağını gördüm.
Bu kadar da olmaz ki dedirten bir görüntü..
Zabıta biriminin karşısına çok yakışmıştı...
iyi günler temennisi ile
Aytekin Kömürgöz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.412 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
KATiL
Dün gece bir cinayet işledim kalbimde.
En sevdiğim kişiyi öldürüp,sardım kefene.
Her kötü hasletine bir taş koydum üzerine,
Ayaklanıp yeniden, beni vurmasın diye.
Ruhumdaki gece varır sandım sabaha.
Hani artık yoksun ya güya aklımda,
Sen kalk gel,çözüm yokluğun değil
Ben gizlerim acımı mutlak karanlıkla*
Bilmem ne kadar sürer vicdan azabım
Yalnız bırakacak mı beni kabuslarım
Yokken derdimdin,varken de aynısın canım
Korkarım seni sonsuza dek unutamayacağım
Eymen Gazel
Yukarı
|
Bir dahaki sefere fareyi yutmadan önce dur bir düşün bre gafil!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...Modelcilik uğraşısını tanıtmak, yaygınlaştırmak ve geliştirmek amacıyla, modelciler tarafından hazırlanan bu site, tüm modelcilere açıktır ve herhangi bir şekilde gelir sağlama amacı taşımamaktadır... Eğer siz de model meraklısı iseniz ve gelişmelerden haberdar olmak istiyorsanız http://www.modelci.net/index.php kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?
...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.
Yeni bir cep telefonu almak istediğinizde veya elinizdeki cep telefonunun özelliklerini merak ettiğinizde http://www.cep.gen.tr kısa yolundaki web sayfasına başvurabilirsiniz. Fiyatlara pek bakmayın :)) Ama teknik özellikleri gayet güzel toparlamışlar.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
IrfanView 3.95 [857 KB] 98/2k/XP FREE
http://irfanview.tuwien.ac.at/iview395.exe
Çok güçlü ve kullanışlı bir grafik programı. Bilgisayarında uygun bir tane olmayanlara şiddetle tavsiye edilir. Sadece resimleri değil, video dosyalarını, flash dosyaları da rahatlıkla izleyebilir, düzenleyebilirsiniz. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|