Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 627

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Uzakları yakın eder bu teknoloji!..


Merhabalar,

Geçenlerde elime bir adres geçti. Şaşırtıcı olduğu kadar yaratıcı bir zekanın ürünüydü. Giresun'un Sarvan köyü internete taşınmış, hem de pek güzel taşınmış. Epeyce bir köylü gurbete gidince köyün ileri gelenleri bu işe bir çare aramışlar ve sonunda bulmuşlar. Açtıkları internet siteleri o kadar ayrıntılı ki bırakın tanımayı, köyü hiç görmemiş olsanız bile aşina geliyor. En bayat haber 1 haftalık. Yani epeyce güncel. Ama bir bölümü var ki akıllara zarar. Köyün mezarlığını tek tek resmetmiş siteye taşımışlar. İstediğiniz mezarın resmini önünüze çekiyor, duanızı okuyor, isterseniz yandaki imamlara tıklayıp onlardan yardım istiyorsunuz. Bravo, vallahi de billahi de bravo. Bu gençler bu işi ilk düşünenler değil elbet. Orjinali yanlış hatırlamıyorsam japonlara ait bir siteydi. Mezarlık ziyareti yapılıyor ek olarakta bağış yapılabiliyordu. Sarvan'lılar bu iş için fetva aldılar mı bilmem ama ilk başında ilginç gelen bu uygulamaya bir kere onay verdin mi bu yaratıcılığın önünü kesmek mümkün olmaz gibi geliyor bana? Örneğin hac farizesi bu şekilde yerine getirilebilir mi? Sanal ortam da kurban kesimi, türbe ziyareti, telli babaya adak adama, iş başında namaz kılma, vesaire vesaire... teknolojinin müşfik kollarında mümkün olabilir mi? Uzakları yakın, imkansızları imkanlı edebilir mi? Unutmadan adresi vereyim, belki bir gidip ölmüşlerinize rahmet okumak istersiniz; http://www.sarvan.net/mezarmain.htm

Bekleye bekleye döndük muma. Ha başladı ha başlayacak, okullar tatil olacak diye diye geçti saatler, şu saat oldu hala bir belirti yok. Öngörüşlü valiliğimiz de tatil kararını vermedi doğal olarak. Yarın sabah olacak, servisler yollara düşecek, kar başlayacak, okullar tatil olacak, servislere binenler geriye evin yolunu tutacaklar. Belki uzak bir mahallede servisi kaçırdığı için bir minik yavru donacak.
Ben tatilden yana biri değilim. Hiç yapamadığım için kimsenin yapmasını da istemem, böyle de kıskancım. Ama elde veriler olunca illa ilk tanenin düşmesini beklemek neden? Evvelki sene Anadolu tarafından köprüye girdiğimde tepede güneş vardı, köprüden çıkarken yerler 5 santim kar olmuştu. Bu zıkkım yağdı mı yağıyor. Gafil avlandık diyeceğinize, yanlış alarm verdiler boşa 1 gün tatil yaptık dersiniz n'olacak? Zaten tatillerimiz dillere destan. Bir gün fazla olmuş, varsın olsun yahu.

Zuhal Olcay konseri devam ediyor. Sırada başucu şarkılarından "Ölsem de bir kalsam da bir" var. Hepinize az karlı, hiç buzlu, bol neşeli bir gün diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   MEKTUP

Canım Babasıymıştı,

Yazmayalı epey oluyor, biliyorum. Yaban ellere gideli beri olanımı bitenimi sana mektup yoluyla anlatmaya alışmış olan ben, çekip giden sen olunca kaleme kâğıda küsebiliyormuşum meğer.
Nereden başlayıp da anlatmalı ?

Asya, kızım, torunun, aramıza sen gittikten tam bir hafta sonra ve bir ay erken katıldı. Doğum kâğıdına "prematüre" yazan hemşire, bebeğimi evirdi çevirdi, attı tuttu, ben kırılıcakmış gibi itinayla dokunurken o haldır huldur, küldür paldır birşeyler yaptı. Baktı bebek üç kilo üç yüz gram, dedi, "Bu çocuk sizi sömürmüş, biz sizi kuvöze koyalım." İyi ki de erken doğmuş, dokuz ay sabretse kesin dört kilo olurdu bu benim başıma. Gerisini artık sen düşün, şahsen benim hiç düşünesim gelmedi.

Doğum sonrasında vücutta bazı değişikler olurmuş. Bu değişiklikler hormonal değişikliklermiş. Bunları ben demiyorum, hamilelik boyunca elime okuyayım diye tutuşturulan kitaplar diyor. Hani biz anneliği kitaplardan öğrenen nesiliz ya ! Hormonlar gözyaşı bezlerini de etkiler mi bilmiyorum ama benimkiler doğum sonrası aşırı gelişme gösterdiler. Filmlerden türü dram olanları boş verdim, ben komedilerde bile dokunaklı sahnelere şahit oluyor ve hayretler içinde kalıyorum. Televizyondaki haber programlarını radyodan dinler gibi görüntüsüz takip etmeye başladım. Ardından göz yaşı döktüğüm insanların ruhları duyuyorsa eğer "Kim lan bu ?" diyor olma ihtimalleri çok büyük.

Göz yaşlarının sadece acılıyken değil, mutluluktan, heyecandan, kızgınken, müthiş bir müzik dinlerken, olağanüstü güzel bir manzarayı seyderken, bacak kadar bir çocuk sevimli bir laf edince, yada yine aynı bacak kadar çocuk tutup keman çalınca, hem de utanmadan mükemmel çalınca, yoğun duygularla yoğrulunca, kısaca her fırsatta akıtılabilecek bir sıvı oluğunu ve bu şekilde vücudun toksin attığını biliyor muydun?

Bunun dışında bende, başkalarında tanık olup komik ve fuzuli bulduğum huylar da belirdi. Yolda anne durdurup pusetlerini ittirdikleri bebeklerine "agu, bubu, gugu..." ve benzeri anlamsız sesler çıkarıp, bir sırıtış koparana kadar türlü maymunluklar yapmak, yada cüzdanımda, fırsatın uygun olduğu anları kollayıp ışık hızıyla gösterime sunduğum, kızımın resimlerini taşımak gibi.

Öğrendim ki, çocuk sahibi olmak, zamanın gözle görülür bir şekilde akıp gittiğine şahit olmaya yarıyormuş. Sanki dün verdiler bebeğimi kucağıma. Daha geçen gün göğsümde uyuyor, bu uğurda kapladığı bölge karnımdan öteye geçmiyordu. O da büyüdüğünü henüz kavrayamamış olmalı. Hâlâ, iş dönüşü uyku hapım televizyonun karşısındaki koltuğa yayılmış ve hafiften sızmışken, yatak odalarına çıkan merdivenin beşinci basamağından üzerime balıklama atlıyor ve artık iç organlarımın birbirleriyle çarpışıp fena halde söylenmelerine sebep oluyor. Eh olacak o kadar, Asya bu ayın sonunda üç yaşına basıyor...

Öyle sevimli, öyle cilveli, öyle muzur, öyle cin, öyle hareketli... Gece yattığında bir "Ohhh !" dedirtecek kadar enerji dolu. Aman böyle olsun. İstemem ben öyle büyümüş de küçülmüş, uslu, sessiz, sedasız çocuk. Kime çektiyse, inadı inat, aklına koyduğunu yapmadan bırakmıyor, yapmak istemediğini yaptırtabilene de aşkolsun.

Bu nasıl bir aşk, nasıl bir tutku, nasıl bir bağ... kahkahalarla gülüşüne tapınıyor ama, gözyaşları içinde "anne" diye bağrınarak boynuma sarılmasına, kucağıma sığınmasına da bayılıyorum. Söyler misin bu nasıl bir hainliktir ? Nasıl bir sahiplenmedir? Her günümü odasında onu uyurken seyretmeye doyamadığım dakikalarla noktalıyorum. Hayatın en güzel mucizesi gözlerimin önünde uyuyor. Ve bir gün eve, orasında burasında pearcing ve dövme taşıyan uzun saçlı bir münasebetsiz getirip, "Bu benim sevgilim." diyecek, beni deli edecek, biliyorum.

Aklıma gelmişken, hani bebeğimin ismini Asya koyacağımı söylediğimde, "Aileyi coğrafya kitabına çevirdiniz" demiştin ya, Murat da kızının ismini Yaz koydu. Böylece kıtalardan mevsimlere geçiş yapmış olduk

İş vaziyetlerine gelince. İki senedir aynı dekorasyon mağazasında çalışıyorum. Ayılıp bayıldığımı söyliyemem, hatta hiç sevmediğimi bile söyliyebilirim. Yanlış meslek seçtiğimi sanıyorum. Elmas tüccarlarının muhteşem villalarını, tüm direnişlerime rağmen, istekleri üzerine yaldız yıldız dekore edip rezil etmelerine izin verdikten, Avrupa'nın en lüks mutfak mobilyaları markalarından birini fazla para harcamadan sahiplenmek isteyen müşterilere laf anlattıktan sonra, şimdilerde de en alakasız renkleri birbirine karıştırıp evlerine sokmalarına göz yumuyorum. Uzun lafın kısası mesleğim beni tatmin etmiyor.

En büyük zevkim ve mutluluğum biliyorsun, yazmak.Yazdıklarımı bazı bazı internette bir dergiye yolluyorum, yayınlanıyor. Yok, inan hiç bir iddiam yok, fırsat buldukça yazıyorum işte. Benimkisi bir boşluğu doldurmak. Ama doğrusu ya, bir okuyucu "sizi düzenli olarak okuyorum" deyince, o kadar heyecanlandım ki. Hiç tanımadığın bilmediğin birilerinin seni okuduğu düşüncesi anlatılmaz bir duygu. Yazan insanlarda teşhircilik olduğunu sanıyorum, hem de teşhirciliğin daniskası. Eğer bu ruhunu teşhir etmek değilse ne ola ki ?

Kızımı anlattım, işimi anlattım, ucundan acıcık zevkimi anlattım, tatillerimi es geçmek olur mu ? Hele bütün bir yıl tatili iple çekmekle geçiyorsa. Gelişlerimin dönüşleri her sene biraz daha zorlaşıyor. "Canım !" dediklerimden ayrılışlarımı iyisi mi hiç anlatmaya bile kalkışmayayım. "Okumaya" diye geldim, kalış o kalış, yetti de arttı buralar artık. İstanbul'u nasıl özlüyorum bir bilsen. Gelir gelmez ilk işim geleneksel Kadıköy turumuzu atmak... Ve öyle bir manzara düşün ki, İstanbul gece için en güzel kıyafetine bürünmüş olsun. Sağ tarafında boğaz köprüsü dursun, ışıkları sulara dökülmüş olsun. Önünden yalpalaya yalpalaya küçük bir balıkçı teknesi geçsin, feneri bir an gözlerini kamaştırsın ve bütün bu romantik manzaranın içine etmek istercesine peşi sıra bir basketbol topu çıka gelsin çırpıntıların arasından, karanlıkların içinden. Ve sen bu şehri, işte sırf bu detaylardan dolayı seviyor olasın, gel de şimdi ayrıl ayrılabilirsen.

Tatilim boyunca yolum sürekli yeni ikametgâhının önünden geçtiği halde henüz ziyaretine gelmedim. Sana kızgın, kırgın olduğumu sanıyorlar. Kimin ne düşündüğü bilirsin hiç bir zaman derdim olmadı, hâlâ değil. Yeter ki sen bil, sen anla... Seni ziyarete gelmedim ve gelmeyeceğim. Bunu, seni benden iyice uzaklaştıracağını bildiğim için yapmadım, yapmıyacağım. İçinde bulunduğum arabalar hızla önünden geçerken gözlerim o çirkin giriş kapısına takılıyor. Fayanslar içerisinde devasa bir zevksizlik abidesi. Senin gibi zarif zevkli bir mimara hiç yakıştıramıyorum. Üzerinde kamyon kıçı edebiyatından alıntı mishali "Her canlı ölümü tadacaktır." yazıyor. Gerçi buna da şükür, "Senin de sıran gelecek !" de yazıyor olabilirdi...

Hayat alışmaktan ibaretmiş canım babasıymıştı, ben senin yokluğuna hâlâ alışamadım.

Tüm kalbimle

Kızısıymıştı

Ayşenur Güven
Belçika
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,929,929,929,929,929,929,929,929,929,92
              12 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


ÇOK AFFEDERSİNİZ YANLIŞ YAPMIŞIM

Adamın biri "Yemyeşil Şeriat, Bembeyaz Demokrasi" isimli bir kitap yazmış, önsözünü Hasan Cemal yazmış. Kitapta yazarın nasıl şeriatçı olduğu, bu küfür (!) düzenini yıkmak için neler yapılması konusunda eğitildiği gibi anılar çoook detaylı bir biçimde anlatılmış. Sonra bu arkadaş ne kadar yanlış yolda olduğunu anlayıp bembeyaz demokrasinin faziletlerine kendisini bırakmış. Hasan Cemal kardeşimiz yıllar önce bir kitap yazarak kusura bakmayın ben komünist düzeni Türkiye'ye getirmek için çok çabalamıştım, yanlış yapmışım, özür diliyorum demişti.

Ne güzel yahu, sen aptallık edecen, bunu itiraf edince kahraman ve olgun insan olacan, her gece televizyonlara çıkıp ahkam keseceksin. Peki bu sizlerin yanlış yaptığınıza inandığınız fikirleri kimlere empoze etmiştiniz? Kimler sizi örnek alarak kahramanca (!) o yanlış fikirleriniz uğruna öldü? Pardon demekle vicdanınızı temizleyeceğinizi sanmayın. En baştan doğru düşünenleri salak yerine koymayın. Sanıyor musunuz ki pardon dediğinizde, bizler sizleri takdir ediyoruz? Hayır tabii ki. Hatta ben kendi payıma, günaydıııııın diyorum.

Başbakanımız ve partisinin üst kademesi de pardon diyenler arasında mı ne dersiniz?

Bu arada dikkatimi çeken bir şey daha var, İmralı'daki hain de "pardon" demeye başladı. Bölücülük yanlış demeye başladı, yakında önsözü birileri tarafından yazılmış özür kitabını kitapçılarda görürseniz şaşırmayın. Birilerinin de , adam hatasını itiraf ediyor ne olgun davranış diyeceğine emin olun.

Elimde bir başka kitap var. "Erzurum'dan Ankara'ya" isimli. Eski devlet bakanlarımızdan Ekrem Ceyhun 70 yıllık bir hayatı anlatmış. Ülkesine bir şeyler yapma mücadelesini anlatmış. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak başladığı hayattaki kilometre taşlarını yazmış. Mühendis oluşunu, memur oluşunu, siyasete atılışını. Doğruları da var , yanlışları da, ama asıl olan bu ülke için ne yapabilirim diyen bir insan olması. Ne düzeni küfür düzeni diye görmüş, ne de kapitalist amerikan düzeni diye. O nedenle kitabında pardon, affedersiniz diyecek bir durumu yok. Yoksullukla hayata başlamasına rağmen, yoksulluğun sebebi olarak Cumhuriyet düzenini suçlamayan bir insanın öyküsü var kitapta. Bu kitap kimse tarafından okunmayacak.

Yanlışlar da, doğrular da insanlar içindir. Ama bazı yanlışlar vardır ki, canlar alır, ocaklar söndürür. Bu yanlışların hesabı nasıl sorulacak? Yanlışlarından dönenlerin, yanlışlarına inanarak ölenler bir gün onların vicdanını sızlatsın. En büyük dileğim bu.

Ülkesini seven ve ülkesi için bir şeyler yapma çabası gösteren insanlarımızın çoğalması ikinci büyük dileğim.

Ve bir dilek kuyusu ise hayat, dileklerimi hayata atıyorum.
Sevgiyle kalın

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Güller ve Dikenler : Hülya Ateş


ANNE'YDİ İŞTE..CANDI..YÜREKTİ..

'Soğuk gurbet akşamlarına merhaba!.'diyerek düştüm yollara. Yollarım karanlıktı önceleri, zeytin karası bir inde yol alıştı belki,yada arkanda gündüzleri bırakıp,farkında olmadan derin uçurumlara doğru nefes almaktı. Bu ölüm arenasında veyahut yolların sonunda seni neler beklediğini hiç bilmeden,sona doğru biraz daha yaklaşmak için atıyorken adımlarını bu güzergahta ,hangi çukura düşeceğini ve kaç defa daha ayağa kalkacağını bilemeden ,dört bir yandan çıkan dost suretli haramilere yüreğindeki hangi duyguları emanet edip hüsranlara kapılacağını ,ne kadar daha yanacağını kestiremeden ,hasıl-ı kelamdır işte ,seni neyin beklediğini bilemeden ,dibe doğru kulaç almaktı..

Böyle düştüm ben de bu gurbetin patika vari yollarına. Ardımda ışığı bıraktım,en çok sevdiklerimi bıraktım bencilce hayallerim uğruna ve bir karanlık şehrin sahte parıltılarının arasında sönük bir gölgeden başka neydim önceleri! Ama en sönük hakikatler ,en parlak gölgelerden daha parlakmış ve hayat sen planlar yaparken başından geçen tecrübe halkalarından başka bir şey değilmiş,geçte olsa öğrendim bunu ,çok geç olsa da…

Aslında öğrendiğim onca şeyin arasında, bir zincirin halkalarından biri olmaktan başka bir işe yaramadı tecrübelerim ve bırak nasihati bazen musibetler bile engel olamadı aynı hataya tekrar düşmeme ...Hiç yılmadan hiç vazgeçmeden ,taşmışken sabır kadehim acının her türlüsünden,hala neydi biraz daha kanamak için bu inadım!Oysa ifadesizlik diyarında ,fikir okyanusumdan ,kelime çöllerine düştü yine yüreğim..Anlayacağınız kelimelerim de herkes gibi terk ediyor beni ,tutamıyorum.. Tıpkı gidenlerin arkasından yakalayamadığım gibi…

Şimdi bu gurbet kışlasında,üç-beş nöbetlerine düştü yüreğim yazık ki eskisi gibi hayallerim avutamıyor beni ,eskisi gibi maslarda yaşayamıyor yüreğim,yoksa ben de mi inancımı yitirdim beyaz atlının gelişine ,olmayacak mı bir masal ülkem artık ,sarayımın penceresindan ufukları izleyemeyecek miyim prensimle? Biliyorum masallarım da yok ,masallara inancım da..Minik devler hayallerimle birlikte ,beyaz atlımı da ezdi, güneş doğdu ,rüya bitti..Karabasan gecelere kucak açtı varlığım,her sabah gün doğarken korkulu rüyalarla açtım gözlerimi, sensizlik böyle mi olmalıydı prensim, hiç olmayan prensim? Bu şehir duygularımla birlikte efsanelerimi de elimden aldı...

Zaman zaman biriyle paylaşayım istedim hüsranlarımı ,geç çözebildim haramilerin sıfatlarını ,sırtımı korkusuzca dayamak için ,derdimi anlatmak için bir kapı aradım aylarca ,beni muratsız seveni anladım geçte olsa; anne'ydi o ,candı.. Avuçlarımda acıyı sunmak için yaklaştım yamacına, o da tüm kalbiyle almak istedi acımı yüreğine ,oysa yapamadım yapamazdım.Çünkü anne'ydi,çünkü candı..Onun benim için göz yaşı dökmesi benim yüreğimin kanlar saçmasıydı.Şimdi çok uzaklarda,her canım yandığında koştuğum kollarını özlüyorum,ağladığımda gözlerimi silen ellerini ,karanlık gecelerin kabuslarında yanıma uzanıp beni bir sabah güneşi aydınlığında uyutan varlığını özlüyorum. Derdimi kimselere anlatamadığım ,çevremde güvenebilecek tek bir insan numunesi bulamadığım bu gurbet kışlasında içimde ki sıkıntıyı gözlerimden okuyup beni anlamasını, bazen Polyanna'yı kıskandıran umudunu ,hep gülümseyen ,gülerken baharları getiren bakışlarını özlüyorum.Aslında bir nehir gibi çağlayan özlemlerimi anlatmak için ,sözcükler kafi gelmezdi bu gece biliyorum.Bilseydi ona böyle muhtacım ,yüreğini söküp ruhunu yollardı bana.Anne'ydi işte,candı, yarıydı, yürekti, herşeydi… Bir kor gibi yüreğe düşerdi gurbet akşamlarında, beklentili aşklardan yorulan yüreğin sığınacağı tek limandı.Sıcacık elleri aranırdı soğuk dost dokunuşlarında,gül yanaklarında ki gülümsemeler hatırlanırdı yalan gülüşlerde, candı. Hiç kimse de bulamadığım muratsız, beklentisiz, sonsuz aşktı. Belki de ilk ve son gerçek limandı..

Bu zaman nasıl zamandı böyle ,akıntıya karşı kürek çekmekten bıktım,akıntıya bıraktım kendimi öylece ,solmuş bir yaprak gibi,nehir nereye götürürse oraya gidiyor yüreğim.. Oysa biliyorum,her yenilgi mağlubiyet değildir, her galibiyetin zafer olmadığı gibi.. Ama sadece kendimi kandırıyorum sanıyorum kimi zaman .Çünkü haramiler benden aldıkları ile gülüp eğlenebiliyorken,ben bir sahranın ortasında yalnızca rüzgarın sesini dinliyorum. Rüzgar nereye git derse oraya savruluyorum. Bu ne zamandır böyle,ben beni bırakalı çok oldu ,kalbimde ki yara kabuk bağladı,akıtacak kan dahi kalmadı,artık masal ülkemi bile özleyemiyorum,çevremde delicesine , sonsuzluğu hesap ederek, sevebilenler yok.Bu umutsuzluk çölünde yüreğim umut vahalarına hasret ömür sürüyor. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar sözüne binaen ölümü yaşıyorum.Yanımda olsan böyle olur muydu onu bile kestiremiyorum artık. ama belki de böyle yıkılmazdım ,ne çukurlardan korkardım ne haramilerden,bir güneş olur korurdun beni karanlık gecelerin kabuslarından.. Kıramazlardı,yaralayamazlardı bu denli.. Bir de yanımda olamayışın sana içimdeki zehirleri anlatamayışım bindi her şeyin üstüne işte bu yüzden böyle isyankarım anne.Bu zehir eritiyor beni anne..

Önceleri böyle sorgulamazdım her şeyi,bir garip büyümedir işte yada sevdiklerimin birer birer terk edişinden midir bilmiyorum beni.Ama hiç unutamıyorum kucağında uyuya kaldığım geceleri.. Şimdiyse şu saatte karanlıkların içinde üç-beş nöbetleri tutuyorum. Sevgiyle, dostlukla tutunduğum tüm dallar çatırdıyor, nereye elimi atsam ellerim kirleniyor ,düşüncelerim kirleniyor..Hiçbir şey değil de bu kirlenmişliklerin arasında yaşamak koyuyor asıl anne.. Bir canavardan kaçar gibi masallarından kaçan bu yüreksizler ,ruhumu daraltıyor.Ama varlığın bahar çiçekleri açtırıyor yüreğimde.

Hayata hep sevgi penceresinden bakmaya devam et anne, çünkü sen baktıkça ,bakışların beni de koruyor.Sen olmadan başaramam,sen olmadan bir masal daha büyütemem kalbimde..Sen olmadan haramilerin suretlerini tanıyamam.. Her şeysiz olur ama bu gurbet gecelerinden sonra döneceğim kucağın olmadan olmaz anne, başaramam anne….

Not:Bir garip yazıdır işte çok özel olduysa affola….

Hülya Ateş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


  Britanya maneviyatı.

Britanya Eğitim Bakanlığı maneviyata ilişkin resmi tanımını şöyle yapmış,
“Hayatın maddi olmayan yönlerine ve kalıcı bir gerçekliğin belirtilerine değer vermek”
Bireyselleşmiş ve rasyonalize olmuş, kartezyen felsefe etkisinde akıl yürütenler genelde yukarıdaki tanımlamadan hoşlanmazlar.
Çünkü akıl kutsaldır.
Böylesi bir durum onun öznesi olan bireyin gururunu okşar.
Aklını kullanarak doğanın efendisi ve sahibi olacağını sanmaktadır.
O günlerde bu salt bir süreç olarak görülüyordu.
Ama yıllar durumun hiçte öyle olmadığını gösterir.
Sadece şu soru bile işleri karıştırmaktadır.
Bilim her şeyi açıklayabilir mi ?
Hiç sanmıyorum çünkü bunun için yetkin ve eksiksiz bir bilim düşünülmesi gerekir.
Tanım gereği, böyle bir bilim ancak böylesi bir insan yaratımında gerçekleşebilir.
İdeal bilim, yalnızca ütopyada varolan ve yeryüzünde olmamasından ötürü de hiçbir zaman erişemeyeceğimiz bir bilimdir.
Aklın yarattığı kaygıyı, aydınlanma filozoflarının ürünü akıl dinleri hiçbir zaman yok edemedi.
Modern çağ yarattığı teknolojileri ve oyunlaştırılan gündelik yaşamı ile kaygıyı sadece unutturmaya çalışıyor.
Ama onun hep derinlerde bir yerlerde nabız gibi atmakta olduğuna inanıyorum.
Her sonbahar serin rüzgarlar yapraklarla oynaşırken,
Birşeyler beni dogmalarıma iter.
Sonsuz bir yaşam düşlerim doğanın sarısında,
maddiyattan uzak ve kalıcı bir gerçeklikte.
Gülümserim bir gün bilineceğini umduğum bilinmezlerime
Sanki mutluymuşçasına ...

Kemal Türkmen

Editör'ün Notu: Sevgili Kemal Türkmen geçirdiği ciddi bir trafik kazası nedeniyle bir süre aramızdan ayrı kaldı. Kendisine Kahve Molası olarak yürekten geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Timuçin Saykan


dreamworks inc.

uyandırıldığımda çok sıcak bir rüyanın içindeydim ve ancak bu kadarını anımsayabiliyorum.

karanlığa gözüm alıştığından kasabadan üç kişinin ürkek gözlerle bana baktığını gördüm. bişeyler anlatmaya çalışanın, kelimeleri yuvarlayıp toparlıyor olmasına karşın ne söylediğini gayet iyi anlayıp fırladım yatağımdan.
suyun kenarına geldiğimde sarı yeşil suyu ve üzerinde salınan köpüklerin arasından yüzümün dalgalı ve endişeli yansımasını fark ettim. üzerimdekileri hatırlamıyorum, kazak mı gömlek mi hatta üzerimde bir şey var mıydı onu bile..

suya atladım. Dibe, derine yüzerken nefesini tutmuş, yoksa tutmamış mı, aşağıdaki yeni bitki dokusunun içinde yatanı fark ettim. gözlerimi yakan suyun tuzu değildi, ona o denli hızlı yüzüyordum ki suyun tam da sadece kendisi gözlerimi acıtıyordu. Kulaklarımdaki uğultu gittikçe artıyor. Ona ulaşmadıkça tedirginliğim korkuya ve o an için en son ihtiyacım olan şeye; paniğe dönüşüyor, bir müzik duymaya başlıyorum. Uğultu bir melodiye, bildik bir şarkıya bir senfoniye dönüşüyor daldıkça; yosunları kenara itiyorum: ziller daha kuvvetli vuruyor, soğuk bir akıntı geçiyor içimden, ben de o soğuğun içinden geçiyorum, davullar ve kontrbas bedenimi sarsan tonda, birden inceden bir arp duyuyorum yalnızca, arpın sesine bayılıyorum, onu çalan ince parmaklı, bacaklarını ayırmış, kalın baldırlarını arpa dayamış, başı sola düşmüş kadını ve onun gül kurusu renkte kıyafetini, eteğindeki uçuşan tülleri, sayneyi ve ışıkları görüyorum, elimi uzatıyorum ona dokunuyorum.

ona ilk dokunduğumda güçlü bir pile dokunmuşum gibi, çok kısa ve sarsıcı çarpılıyorum. Sol koluydu dokunduğum ilk, teninin değil ama etinin yumuşaklığını duydum hemen. Gözkapakları yarı aralı, gözlerini göremedim, hemen paniğe kapılıyorum. Onu bir bin yıldır tanıyordum, onun için onsuz olamayacağımı biliyorum, yattığı yer kum, onu o kumdan yatağından yavaşça, özenle kaldırıp kucaklıyorum. Başı geriye düşüp uzun kumral saçları tuzun içinde yosunlar gibi dalgalanınca dudaklarına eğilip fısıldar gibi öpmekten zor alıyorum kendimi. Ellerimde bedeni, ruhu nerede, gözleri yok, üzerinde gül kurusu renkte tülden bir elbise, eteklerinde tüller saçları gibi dalga dalga, başımı kaldırıp çıktığım suyu göremiyorum, gözlerimi ondan ayıramıyorum;
yukarı çıkarken ona binlerce kez aşık oluyorum.

Timuçin Saykan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen


Bizans’ın Çocukları

Fransa Cumhurbaşkanı’nın kendi kamuoyunu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde belki de biraz THY’nin yeni satın aldığı Airbuslar’ın etkisiyle ikna etmek için yaptığı “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” açıklaması başta Türkiye, tüm Avrupa’da geniş yankılar uyandırdı. Chirac’ın sonuçlarını düşünmeden bu derece iddialı bir çıkış yaptığını iddia etmek oldukça güç. Dolayısıyla, Fransız devlet adamının Avrupa uluslarının kökenine dair yeni bir tartışma başlatmak istemiş olduğu söylenebilir. İşin garibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Bizans’ın devamı olduğu doğrultusundaki benzer bir açıklama, uzun yıllar önce, yurtseverliğinden ve milliyetçiliğinden kimsenin şüphe duyamayacağı İsmet İnönü tarafından da dile getirilmiştir. Aslında söz konusu iddialar, tarih çevrelerince yıllardır tartışılmakta olan temel argümanları da kapsıyor. Bu bağlamda açıklamaları en başından reddetmek mümkün değil.

Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, bugünkü Yunanlıların ne MÖ.300’lerdeki mitolojik Yunanistan’ın ne de Bizans İmparatorluğu’nun devamı olduğudur. Bu doğrultudaki Yunan yaklaşımı tamamen kabul etme ve sahip çıkma bağlamında ele alınabilir. Bu konuda bilimsel anlamda bir ikilik olmamasına rağmen, Yunanistan kendi kültürünü bu değerler üzerinde inşa etme çabasındadır. Araştırmalara göre bakır kültürünü MÖ.3000’de Yunanistan’a götürenler, sonrasında yerli halkla karışacak olan Anadolu halklarıdır. Bugünkü Yunan kavramının Aka, Dor, Slav ve Türk Avar kavimleriyle karışık bir etnisite temelinde yükseldiği unutulmamalıdır. Bizans İmparatorluğu bünyesinde de Hıristiyanlaşmış Türk unsurların bulunduğu bilinmektedir.

Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra, papadan kendisine taç giydirmesini isteyecek kadar imparatorluk kültürünü benimsemiş, Ayasofya hariç hiçbir kiliseyi camiye çevirmeyerek ve Bizans halkının şehri terk etmemesi için kolaylıklar sağlayarak bir anlamda Bizans mirasını devralmıştır. Chirac’ın değerlendirmeleri bu bağlamda ele alınırsa geçerlilik kazanabilir. Yoksa, Türk ulusunun Bizans soyundan geldiğini iddia etmek, sokaktaki çocukların güleceği bir anlayıştır. Aynı şekilde, bugünkü Batı Avrupa uluslarının da Batı Roma’nın devamı oldukları yaklaşımı da tartışmalıdır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecindeki Bizans etkisi, Chirac’ın açıklamalarını destekleyici nitelikte değerlendirilebilir. Gibbons'ın tarih çevrelerince pek de kabul görmeyen yaklaşımına göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş aşamasında Bizans devlet ve toplum modeli esas alınmış, imparatorluk Bizans asıllı yöneticilerin etkisiyle kurumsal yapısını oturtabilmiştir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklu’dan devraldığı yönetim anlayışı üzerine kurduğu yapısıyla kendi yöntemlerini geliştiren bir Türk devletidir. Özellikle kuruluş aşamasındaki devletler çevre kültürlerden çok fazla etkilenebilirler. Ancak bu hiçbir zaman o devletlerin birbirlerinin soyundan geldiğini göstermez. Osmanlı devlet yönetimindeki üst düzey kişilerin ve padişah annelerinin Hıristiyan orijinli olmaları da bu gerçeği değiştirmez. Aksi halde, Çinlileri Türk, Almanları da Rus kabul etmemiz gerekir.

Chirac’ın Avrupa Birliği ülkeleri arasında sevimli bir Türk imajı yaratmaya çalışmış olabileceği ihtimali ağırlık kazanıyor. Yüzyıllar boyunca “Türkler geliyor” diye uyutulan bebeklerin, böyle açıklamalara ihtiyaç duymaları kabul edilebilir. Ancak, devlet politikalarında iyimserlik değil, gerçekçilik önemlidir. Avrupa Birliği içinde yer alacak olan insanlar Diyojen’in değil, Atilla’nın çocuklarıdır. Ülkelerin geçmişte birbirleriyle savaşmış olmaları, gelecekte dost olmalarına engel değildir. Öyle olsaydı, ABD’nin İngiltere’yle, Hollanda’nın İspanya’yla, Almanya’nınsa bütün Avrupa’yla kanlı bıçaklı olması gerekirdi. Avrupa Birliği, Türkiye bardağına yarısı boş ya da yarısı dolu olarak değil, yarısının boş, yarısının da dolu olduğunu gören, bilen ve kabul eden gerçekçi gözlerle bakmalıdır.

Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
              8 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.432 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ANLADIM

Bir bozlaktır yalnızlık, ovalarımda
Hasret, bir Keremlik menzilim,
Geçitsiz dağ olmuş pişmanlıklarım
İnat ki, yol kesen eşkiyam ,
Döner dururum..: yok mudur kendime bir yol?
Yok mudur dağlarıma hükmü geçen bir şehrazad,?
Dili ferman duvarlarıma…

Bu hafakan bulutları neden benimle?
NiçinBulutlar hüzün ağar toprağıma ?
Çiçeklerim burçu burçu melal..niçin ?

Diye,

Penceresiz, yürürken ovalarımla, dağlarımla
bir Kerkük türküsüyle adımlarken kaldırımları
hecelerken yeni bir günü tutuk,umarsız
Yolumu kesen bir sokak başında

Sengeldin, dalgınlığıma çarptın

Yıkıldı duvarım, açıldı pencerem
Ovalarım dağlarım mevsim mevsim güneş,

Senden bir temas gibi bürüdü beni rüzgar..
İpil ipil ıslandım sonbahar gözlerinden

Saçın sıyırınca yüzümü bir an,
Dur.,Gitme..!!!
Dağlarıma salma yalnız beni!..
Ver elini tenimi bahar bürüsün…
Salma beni çıkmaz yollarıma!..
Ver sesini dilimi türkü bürüsün..

Diyesiydim .., ısırmasam dilimi..

Usulca kayıverdin sokağın köşesinden
Acaba sorgusuyla ince bir tebessüm ,
Bakakaldım ardından; sesim çözüldü saçlarında,
Omuzlarından bir ırmağın, dökülüşünü gördüm..

Ellerim cebimde, vurgun artığı kafam,
Topladım duvarımı, kırık penceremi ..
Gözümde göz izi , tenimde yaz;
-Dilimde bir zeki müren şarkısı-
Sapıverdim yollarıma inceden..
...

Niçin yazılırmış şiir; ANLADIM

Turan Bozkurt

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Olmaz ki böyle de yatılmaz ki!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


...Modelcilik uğraşısını tanıtmak, yaygınlaştırmak ve geliştirmek amacıyla, modelciler tarafından hazırlanan bu site, tüm modelcilere açıktır ve herhangi bir şekilde gelir sağlama amacı taşımamaktadır... Eğer siz de model meraklısı iseniz ve gelişmelerden haberdar olmak istiyorsanız http://www.modelci.net/index.php kısayolunu tıklayabilirsiniz.

Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?

...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.

Yeni bir cep telefonu almak istediğinizde veya elinizdeki cep telefonunun özelliklerini merak ettiğinizde http://www.cep.gen.tr kısa yolundaki web sayfasına başvurabilirsiniz. Fiyatlara pek bakmayın :)) Ama teknik özellikleri gayet güzel toparlamışlar.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


IrfanView 3.95 [857 KB] 98/2k/XP FREE
http://irfanview.tuwien.ac.at/iview395.exe
Çok güçlü ve kullanışlı bir grafik programı. Bilgisayarında uygun bir tane olmayanlara şiddetle tavsiye edilir. Sadece resimleri değil, video dosyalarını, flash dosyaları da rahatlıkla izleyebilir, düzenleyebilirsiniz. Herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041125.asp
ISSN: 1303-8923
25 Kasım 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com