Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 628

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Solda sıfır muhalefet!..


Merhabalar,

Memleketim adına zor bir dönemden geçiyoruz. Yıllardır tartışılan AB'de dananın kuyruğu ha koptu ha kopacak, girsekte mi saklasak girmesekte mi saklasak tekerlemeleri dillerde. Hükümet büyükleri küçük dağları ben yarattım edasıyla salınırken, demokrasinin garantisi olması gereken muhalefet solda kocaman bir sıfır. Çarpan sıfır olunca kaldırıp Baykal'a da vursan Sarıgül'e de vursan sonuç değişmiyor, kocaman bir sıfır. Seçimler öncesi YTP'den CHP'ye ricat eden Sarıgül'ü eller havada, seçkin, pırıl pırıl, alev topu gibi sıfatlarla bağrına basan Baykal'ın dünyası ne oldu da 6 ayda değişti meraktayım. Seçkinlikten rüşvetçiliğe giden yol bu kadar kısa mıdır acaba? Sanki ilk kez başkan oluyormuş gibi davranmamıza imkan var mı? Şişli İstanbul'un kaymağı, bu kaymak parmaklana parmaklana yağ kestiyse bunun hesabı elbette sorulmalı. Ama birileri de Baykal'a hesap sormalı. Mesela demeli ki; "Sarıgül CHP liderliğine oynamayıp senin yanında yağdanlık misali hayatını sürdürseydi rüşvetin belgesi ortaya çıkacakmıydı?" Vallahi ben onu bilmem, aslan sosyal demokratlar en rezil dönemlerini yaşıyorlar ve ne acı ki bu dönem memleketimin en önemli günleri. Demokrasimizi, memleket yönetimini, daha birkaç yıl evvel "Geleceğiz ama kanlı mı kansız mı buna halk karar verecek." diyenlere bırakan aslan sosyal demokratların yerine utanmakta bizlere düşüyor. Şu anda bozacının şahidi şıracı teketek muhabbet ediyor televizyonda. Durun bakalım şunları bir izleyeyim, izlenimleri daha sonra konuşuruz.

Arkadaşlar ben bu "iddaa" denilen bahis oyununa takmış durumdayım. Durum gittikçe vahimleşiyor. Kuyruklarda çoluk çoluk sıradalar. Tüm medya yaygınlaşması için çalışıyor. Bazı köşe yazarları üstü kapalı da olsa birkaç aleyhte laf ederken gazetenin kendisi 8 sayfalı iddaa eki veriyor. Tekrar söylüyorum bu işin sonu iyi olmayacak. Çocukları iddaa bayilerinden uzak tutmayı beceremezlerse işin b.ku çıkacak, hah tam şuraya yazıyorum. Ben ki hamburgecide dağıtılan hediye kuponlarını bile yazar saklarım, bu dalavereye hiç içim ısınmadı. Oynamamaya niyetliyim ama incelemelerimi ve bayi ziyaretlerimi sürdüreceğim. Bellediğim bir bayi var, çocuklara oynatmayı sürdürürse gerekirse adli mercilere kadar şikayet edeceğim. Lütfen sizlerde bu konuda duyarlı olun. Okullara yakın bayilerin müşterilerine dikkat edin. Kolay değil biliyorum ama gördüğünüzde uyarmayı deneyin.

Bakın ben Allahın sevgili kuluyum inanın. Bütün gün aklıma düştü kız. Nerededir? Napıyor? Kasedi çıkacak mı? Neden bu kadar geç kaldı? Bir magazinciye mi sormalı acaba derken akşam "Bir Yıldız Doğuyor" da karşıma çıkmazmı. Firdevs yahu, şu benim fanatiği olduğum popstar. Kaset çok yakında çıkıyormuş. Çıkar çıkmaz 3 tane almazsam bööle olayım. Ben Barbara Streisand'ımın arkasındayım evelallah.

Dün sunucularımızın bulunduğu bölgede yaşanan elektrik arızası nedeniyle epeyce kesintiye uğradık. Şu sıralarda problem çözülmüş gibi görünüyor. Ama bir nedenle tam biz gönderime başlamışken arıza yinelerse pekçoğunuz bu sayıyı en azından eposta olarak okuyamayacak demektir. Sizden ricam, böylesi bir acil durumda okuyanlar okumayanlara sayıyı iletsinler. Bunu bir amme görevi olarak algılasınlar :-)) Zuhal Olcay resitalinin son günündeyiz. Bugün "El Gibi" diye sesleniyor bizlere. Hepinize karsız, buzsuz, güzel bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ÜNİVERSİTE

Bir yazıda okuduklarımın aynen uygulandığını gördüm. Konuşmacı Fakülteye yeni kayıt olan öğrencilere sunum dosyası şeklinde üniversiteyi ve fakülteyi tanıttıktan sonra, tıpkı yazıda hocanın yaptığı gibi duvara bir resmin görüntüsünü yansıttı.


Öğrencilerin meraklı bakışlarını fark ettikten sonra bu resimde anlatılanlar hakkında neler düşündükleri sordu. İçlerinde resim bölümünü kazanmış öğrencilerde vardı. Öğrencilerin büyük bir kısmı resmi tanımıştı, çünkü yansıda görülen Picasso'nun ünlü bir eseriydi. Tablonun kolayca tanınır olmasına karşın, onda anlatılanlar hakkında yeterli bir şeyler söyleyebilecek ifade taşıyan biri gözükmüyordu. Zaten beklenmiyordu da. Çünkü o anda salonda bulunan birçok hoca (resim bölümü hocaları hariç) gibi bende resimde ilgili olarak pek kayda değer cümleler kuramamıştım. Sağ altta küçük çocuğun çizeceği cinsten bir köpek, onunla oynayan bir çizgi insan; geri planda diğer insanlar sanki bir odanın içinde oturur gibiler. "Resim değil araştırma yapıyorum" yaklaşımını sergileyen büyük ustanın çizgi ve renklere yüklediği anlamı keşfedebilmek ne kadar zordu. Üstelik resim sanatıyla ilgilenmeyen biri için yorumlama ve çözümleme adeta imkânsızdı. Hocamız ünlü eserin görüntüsünü bir iki dakika daha gösterip, diğer görüntüyü yansıttı.


Bu kez yansıyan Velazquez'in ünlü eseri Meninas'ın ölümsüz görüntüleriydi. Öğrenciler dikkatlice resme bakarken, hoca bu kez yansıda görülen ikinci resmin anlattıklarını bulmalarını istedi. Bu kez yansıda görülenler daha anlaşılırdı. Öğrencilerinde ikinci resmi daha anlaşılır buldukları görülüyordu. Çünkü yandaki arkadaşlarıyla fısıldaşıyorlardı. Okuduğum yazıdaki gibi hoca hiç duraksamadan üçüncü adımı attı ve üçüncü olarak iki resmi birlikte yansıttı.

  

Bu kez öğrencilerin yüzüne keşfetmenin tatlı sevinci yayılmaya başladı. İki resim arasındaki benzerliğin keşfi Picasso'nun eserini anlamada ilk adımdı. Öğrenciler anlayabilmenin mutluluğunu yaşarlarken, hoca Yunan tarihinden başlayarak Üniversiteyi anlatmaya başladı. Üniversite kelimesinin etimolojik olarak "birlik, topluluk" anlamına gelen "univertas" kelimesinden geldiğini; anlayış olarak bilgi ve erdemin harmanlandığı yer olarak tanımladı. Kökenlerini, kapısında "Geometri bilmeyen giremez" yazan Academia'dan aldığından başlayarak; Galileo ile başını giyotinle kaybeden Lavosier'in onurlu örnek duruşunu; Türk ve İslam dünyasının bu gelişimdeki önemli basamaklarını teker teker sıraladı. Günümüz üniversitelerinde olması gereken ve ulaşılan "Bilim yuvası; sadece ama sadece bilim geçerlidir" hedefinden bahsetti. Şüphesiz ki ülkemizde üniversitelerden ve bilimden bahsedilence ilk referans noktasının mutlaka büyük önderimiz Atatürk olduğunu, çünkü bizlere hiçbir doğmayı önermediğini, bilimin ve aklın öncülüğünü miras bıraktığını ve yaşamda en gerçek yol göstericinin bilimi işaret ettiğini üzerine basa basa anlattı. Konuşmacının sözlerini tamamladığı son cümleler ise şöyleydi. "Evet sevgili gençler, büyük emekler sarf ederek geldiğiniz üniversitede sizlere bilimin parlak ışığını yansıtacağız. Siz bu ışıkla daha parlak olabilmenin yollarını arayacaksınız. Biz hocalarınız olarak sizlere Meninas'ı ve Anti-Meninası göstereceğiz. Sizler bu iki eseri yorumlayıp, yeni yeni analizlere kanat çırpmanın yollarını arayacaksınız. Biz sizlere bir adım yaklaşacağız siz bilime ve bu güzel ülkenin geleceğine doğru iki adım atacaksınız. İleri sınıflarda yükselen seviyenizle birlikte sadece Picasso'nun Anti-Meninası'nı göstermemiz sizler için yeterli olacaktır. Bu sizlerin analitik düşünebilip, yorumlar ve gelişmeler sağlayabilecek düzeye ulaştığınız anlamına gelecektir. O güne kadar kana kana içtiğiniz bilim pınarı için artık sizler su olacak ve yaşama yararlı olmaya çalışacaksınız. Bu zor, uğraş gerektiren ama sonuçta bilim dünyası ve ülkemiz için, kendiniz için, aileniz için yararlı, sağlıklı, mutlu, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir insan olabilme çabalarınızda şimdiden başarılar diliyor, sizleri bu arayışınız sürecinde her zaman destekleyeceğimizi bilmenizi ister, gözlerinizden öperim…".

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              12 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  YAKARILMAMIŞ DUALARIM VAR BENİM!

Sökükleri dikilmemiş,
Zamanlarım var benim.
Kör kuyuya anahtarı atılmış,
Dilsiz anılarım var benim...

Adresi değişmiş,
Gönderilmemiş mektuplarım var benim.
Son mısrası hala bitmemiş,
Yarım kalmış şiirlerim var benim.

Ağıtları yakılmamış acılarım var benim.
Ardında gözyaşları saklı...
Çığırılmamış türkülerim,
Söylenmemiş şarkılarım var benim.

Uzun, sarı saçlı bir kız için yazılmış,
Okumadığım şiirlerim var benim.
Fotoğrafları bir köşede tozlu,
Çarçur edilmiş yıllarım var benim.

Can yakan kızıllıkları,
İçilmemiş şaraplarım var benim...
Ayartılmamış gecelerim var benim,
Göğüne avuçlarım açılı.

Kalleş hatıralarım var benim.
Düğüm düğüm, yalanlı, dolanlı...
Ağza alınmamış küfürlerim var benim.
Sabrın tükenişine dayalı.

Dürülmemiş defterlerim,
Sorulmamış hesaplarım var benim...
Kahramanları süresiz izinli,
Tamamlanmamış öykülerim var benim.

Hiç el değmemiş,
Bakir duygularım var benim.
Pamuk şeker renginde,
Giyilmemiş eteklerim var benim.

Yalnız geçen senelerim var benim.
Yerine konmamış taşlarım,
Alınmamış kapılarım,
Hep yek gelen zarlarım var benim.

Yaşanmamış aşklarım var benim,
Tek buseye, bir kaç hayat borçlu...
Çalınmış zamanlarım var benim,
Yaşamdan alacaklı!

Verilmemiş sözlerim,
Edilmemiş yeminlerim var benim.

Yakarılmamış dualarım var benim,
Doğru adama saklı!

('VAR BENİM!' başlıklı yazısıyla esin kaynağım Sn. Celal KILIÇ'a teşekkürlerimle...)

Leyla Ayyıldız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
              23 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


BİR MASABAŞI HİKAYESİ

Bu gece burada, işte tam burada otururken, hiç kalkmamak, beş dakika sonrasını, yarınları ve bu ana kadar olanları düşünmemek , düşünememek istedim.

Buraya bir daha gelmeli…

Anlayabilenler, uyum sağlayabilmenin tadına varabilirler…

-Ne arzu edersiniz?

-Bundan, bundan, bundan lutfen.

-Geçen akşam yarım kalan bir konu vardı ya…

-Yooo… Mavinin tonlarıyla renklendirilmiş bu eskitme masada, karşımda şömine böyle yanarken, Grek şarkısı bedenimi ve zihnimi şehrin göbeğinden koparıp, naïf bir balıkçı köyüne atmışken dünü, önceki günü ve günleri konuşamam. Usumda şimdi güzel, fettan bir kadın, sadece bu anı yaşıyor. Hatta ve hatta dansediyor. Belki de kadehini yere fırlatarak, her şeye boşvermek ve hiçliğe dalmak istiyor.

Konuşmak istememek… Korkulacak senaryolardan değil. Hatalarım… Arkasında durulmayacak hatalar hiç değiller. Biliyor musun bunlar geçmişimden ve hatta benden bile çok çok onemli. Sen ise albümlerde kalmış bir resimle meşgul gibisin. Beni anlamak mı istiyorsun? Işte buradayım. Anlaşılmamak için zırhlarımı kuşanmış değilim. Açık kapılarım. Bırak bu anın tadını çıkarayım.

Acaba diyorum! Yaşanılanların bitmişliği ne ile ölçülü? Her şey şu küçük biçimsiz kafalarımızın içinde, birbirinin kuyruğuna dolanıp dururken, bitti dediklerimiz nedir?

Yaşadıklarımdan öğrendiklerim, öğrendiğimi sanıp hayata geçiremediklerim aslında tam olarak öğrenemediklerim mi? Öyleyse, bildiğimi ve anladığımı sandıklarımın, üzerimde yarattığı bu kafakarışıklıkları, bu yorgunluklar neyin nesi, hangi akordu bozuk aletin sesi? Acaba diyorum, tüm bunların sonucunda kafam daha az karışık olsaydı, daha mı çok şey öğrenmış olurdum? Ya da daha az şey öğrenmiş olsaydım, kafam daha mı az karışık olurdu?

Uzun lafın kısası dostum, çıkamıyorum ben bu işin içinden. Gördün mü, bak? Yine kafamda düğün dernek kuruldu. Hemen buna bir son vermeli ve bu ana dönmeli.

Bu gece, burada, mavinin tonlarına boyanmış eskitme ahşap masada, bir Grek şarkısı dinlerken ve rengarenk çiçekler içimdeki renkleri okşarken, kendimi bu bütünün bir parçası olmaya adamışken, bunları hiç düşünmemek istedim. Eskimi eskitmenin tam zamanıdır şimdi. Boğazımda bir şeyler sedef gibi kayarken, ben de sorgusuz sualsiz bir anın kollarında şarap tadında kaymak, en çocuk halimi takınmak ve belki, canım eğer isteyecek olursa en şuh halimle dansetmek istedim. Olamaz mı?

Hatta kendime yeni, güzel bir isim bulmak istedim. Sardinler mideme doğru uzun ince bir yola koyulmuşken, bu düşünceler parçalı bulutlar gibi parça parça olup sonra dağılmaya başladılar. Kimbilir hangi zaman gelip başımda kümelenecek, yaz ya da kış yağmuruna, dolu ya da kara dönecekler?

Gelmeyin, bulut olarak, yağmur olarak ne benim ne de bir başkasının başına düşmeyin… Bir gökkuşağına dönüşmenizi istesem, imkansızı mı istemiş olurum? Yoksa hepimizin bildiği mutlak sona mı gebedir her zaman bulutlar?

Oysa şömine ne güzel yanıyor…

Yanındaki küp, mekanı şehrin en işlek yerinden koparıp naif bir balıkçı köyüne taşırken, hem eskitme çerçeveli, karnı büyük ayna da buna şahitken, bu bütünün bir parçası olmak, buradan hiç kalkmamak istedim.

İstersen sen, tüm bunlar olurken gözlerime bak ve ellerimi tut.

Menü çok güzeldi…

Buraya mutlaka bir daha gelmeli…

Filiz Mercanköşk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Kasım

Kriz geçiriyorum kriz ..!
- Ne krizi ? At gitsin başından, defet yahu..!
Edebilsem.. Üstelik bu kriz yüreğimde derin bir iz bıraktı.
- Nasıl yahu ? Derin iz bırakan kriz öyle pat diye ortaya çıkar mı ? Anlat hele ..!
Anlatacak birşey yok. Aslında bir izanı olmalı, ben de biliyorum ama bulamıyorum.
- Açıklamazsan zan altında kalacaksın ama ..
Devlet sırrı mı yahu ? Neden zan altında kalayım ? Zaten açıklamam an meselesi.
- Düşünüyorum da; ben kriz geçirsem, yüreğimde derin bir iz bıraksa ve bu krize hiçbir izan bulamamışsam, o an açıklarım zan altında kalmamak için.
Sana göre kolay elbette, sende kriz mi var ? Yemin etsen başın da ağrımaz, ant içsen antlaşmayı bozarsın. Ben ne yapayım ?
- Çok düşünme sen de. Biraz olaylara Fransız kalmayı dene, benden farkın yok ki ?
Doğru, en iyisi senin gibi kasım kasım kasılmalı. Nasılsa Aralık'tan aşşa Kasımpaşa...
- Hah şöyle, sen olmasan sıkıntıdan patlarım walla, Fransız'ım Kriz'im...
Kasımpatı'm...
- Krizantem'im...

Bu diyalogtan da anlaşılacağı gibi Kasım ayının sonlarına geldiğimiz şu günlerde; biraz Kasımpatı'ndan ve/veya Fransız'ların deyişiyle Krizantem'den biraz da içinde bulunduğumuz Kasım ayından söz etmek istedim. Pastırma yazının peşinden önce lodosu, ardından da soğukları yaşadık. Kasım yağmurlarını göremeden de bodozlama kışa daldık. Ülkemizde sevilen bir çiçektir bu bileşikgillerden Kasımpatı. Sarı, beyaz, kırmızı ve mor renkleri olduğu söyleniyor. Bir arkadaşım ise; bahçesinde yetiştirdiğini ve daha fazla rengi olduğunu belirtti. Kasım ayı geldi mi, "pat"layıveriyorlar diye bu ismi vermişler. Bence pek de iyi etmişler. En çok hüznü simgelediği, zamansız ya da diğer bir deyişle en beklenmedik ayrılıkları ve yalnızlıkları anlattığı söyleniyor. Oysa; yaşam mücadelesinde hayli inatçıdır Kasımpatı. Dalından koparılmasının üstüne epeyce gün geçmesine rağmen pırıl pırıl ve inadına, üstüne üstlük dimdik ayakta durur. Her işin altından her zaman olduğu gibi çıkan Çin'de ise; uzun ömür ve dayanıklılık simgesi sayılması daha uygun geldi bana bu sebepten. Çiçeklerin ve renklerinin dilinde; burukluğu mor, sessiz isteği kırmızı, karşılıksız sevgiyi sarı temsil ederken, sadakat yine renklerin kirlenmeyenine yani Beyaz Kasımpatı'na kalmış. Minik Serçe ise bakın neler yazmış :

Artık sen, eski sen değilsin
Uzaksın bu çekinen, sakınan sensin

Omuzlarımda dünyanın bütün acıları
Islatıyor beni ağır Kasım yağmurları

Ben ne haldeyim görmüyorsun
Sen acılara değmiyorsun...

Yağmurlarıyla kasım kasım kasılması beklenen Kasım'a, hısım olacağına hasım olmuş bu Kasımpatı. Pat Kasım, çat hasım, kar krizi, hazırlayın antfrizi derken soğuyan havalara rağmen hiç bozulmadan bu tılsım, "eniŞTe" filan dedirterek zaten KM Ailesi ile olmuşum hısım, baştan biraz cıvıtsam bile; fena olmamış değil mi bu son kısım ..?

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  KRAL MİNOS'UN SALYANGOZU -III-

Theseus, Ariadne'den aldığı iplik eline dolanmış, kazandığı zaferin sarhoşluğu içinde gerile gerile labirentten çıkarken, Minos'un keskin gözleri de çoktan Daidalos'u odaklamış, kısılmış ve kanlanmıştı...
Evet, Theseus'un labirente girerken ipliği avucunda saklayıp ilerlediği yol boyunca açarak labirentten çıkış yolunu işaretlemesi kesinlikle Daidalos'un fikriydi. (Hansel ve Gratel için acımasız olmayalım, onlar henüz çocuktular).
Minos en başından beri şu Daidalos'un ipe sapa gelmez icatları ile başının ağrıdığını düşündü. Pasiphae'nin rahmetli Minotauros'u doğurduğu zamandan beri her işine bulaşıp duruyordu. Minos öz kızı Ariadne'nin Atina prensi Theseus ile bu kadar çabuk kırıştırmış olmasını "gençlik ateşine" bağlayabilirdi ama Daidalos gibi görmüş geçirmiş ve aklı selim olması gereken birisinin kalkıp onlara yardım etmiş olmasını da doğrusu sindiremiyordu.

Daidalos tüm antik çağ söylencesi boyunca simge gibi her köşe başından çıkıp gelir. Hatta Sokrates yarı şaka yarı ciddi kendisinin "Daidalos soyundan gelme" birisi olduğundan bile dem vurmuştur. Daidalos kelime olarak "parlak fikirli" anlamına gelir.. Şimdi aklınıza şu soru takılmış olmalı. Madem Diadalos ismi bu kadar sık geçen birisi, neden hep Girit'te? Hemen cevaplayalım; Daidalos o dönemin ve Atina'nın en parlak "ressam, heykeltraş, mucit ve mimarı" olmak gibi pek çok onuru tekeline almıştı. Hatta çizdiği resimler o kadar canlı o kadar gerçekçi olurmuş ki sergilendikleri yerde nüfusun kalabalık gözüktüğünden ve bir takım politikacıların bu göz aldanmasını kullanmak için konuşma yapacakları meydanlara konulması için Diadalos'a resim siparişi verdiklerinden dahi bahsedilir!... Yaptığı heykellerin canlı olduğu hatasına düşüp onlarla konuşmaya çalışan bir tanrısal kişiden bile bahsedilir!.. Biraz da Daidalos'un aile yaşantısına göz atalım. Daidalos en başında söylediğimiz gibi hareketlerinin ve yarattıklarının sonuçları ile ilgili hiçbir ön yargı taşımadan, kişi-sorun ayırt etmeden "iş bitirmeye" kendini adamış biriydi. Karşı evde oturan kızkardeşinin oğlu olan Perdiks'i bebekliğinden beri kucağında atölyesine taşır ve büyüdüğünde kendisi kadar zeki olacağını belli eden bu sevimli yeğeni ile bolca zaman geçirirdi. Bildiği her şeyi yeğeni Perdiks'e öğretmeye başlamıştı ve Perdiks'te inanılmaz bir hız ve başarı ile öğrenmeye devam ediyordu. Perdiks büyüdükçe Daidalos'un aklı karışmaya başladı. Kafasını karıştıranlar şöyle olaylardı; Kumsalda yürüyüş yapıp dayısının yanına dönen Perdiks şöyle demişti;

- Dayıcığım, kumsalda etleri kuşlar tarafından yenmiş birkaç tane ölü balık gördüm. Balıkların kılçıklarına baktım da, eğer o kılçıklar metal olsaydı onlarla tahta kesmek ne kadar kolay olurdu!...

Bu Perdiks'in ilk icadıdır, yani testere!..
Perdiks daha sonra pergeli, ondan sonra da çömlekçi tezgahını icat edip Daidalos'un yeğen aşkı ile dolu kalbine kıskançlığın fesat tohumlarını ekmişti...

Daidalos bir sabah yeğenini çağırdı ve onu küçük bir sınava tabi tutacağını söyledi. Zeki ama oldukça saf olan Perdiks çömlek tezgahının üstüne testeresini ve pergelini bırakıp dayısını uçurumun başladığı kayalıklara dek takip etti. Daidalos ona sordu;

- Burada, kayalıkların üzerinde duran seni aşağıya doğru ittirsem, aşağıda düşeceğin yer neresi olacaktır sence?
- Dünya yuvarlak olduğu ve sürekli döndüğü için şu an buradan aşağıya ait perspektifimize etki edecek pek çok detayı hesaba katmalıyız. Benim ağırlığım, senin beni aşağı atarkenki itme hızın ve hatta esen rüzgar...
- Peki, burada kayalıkların üzerinde duran sen ile uzaklardaki ufuk arasındaki denizin orta noktası nerede olabilir sence?
- Dünya yuvarlak olduğu için ve bakış açımız da bu eğime uyum sağlayan bir teğet olduğu için perspektif kısaltmayı da hesaba katarsak bu uzun mesafede yarılanma çizgisinin gözümüze neredeyse ufukta görüleceğinden bahsedebiliriz dayıcığım!...

İşte bu cevaplara daha fazla tahammül edemeyen Daidalos yeğeni Perdiks'in poposuna tekmeyi o an vurdu!. Acropolis'ten aşağıya düşen Perdiks'e çok fazla dikkat etmeyen Daidalos oradan uzaklaştı. Kısa zaman içinde yakalandı ve mahkemeye çıktı. Bir Atina'lıya verilecek en büyük cezaya mahkum edildi. Girit adasındaki vahşilerin yanına sürgün gönderildi. Girit adasına giderken oğlu İkarus'u da yanına alan Daidalos mecburen krallıktan gelen taleplere cevaplar vermeye başladı. Pasiphae için tahta inek, Minos için dev bir labirent yaptı. Ariadne'ye de yün yumağı fikrini verdi.

Perdiks mi? Çok şükür ki Perdiks'in gökyüzünde bir hamisi vardı. Tanrıça Pallas Athena (zeka tanrıçası elbette) bu zeki ve çalışkan delikanlıyı çok sevdiği için henüz kayalıklardan yere çarpmadan Perdiks'i bir "kekliğe" dönüştürüverdi. Fazla uçmayan ve yuvasını yüksek yerlere yapmayan bu kuşun, hala Acropolis'ten aşağıya düşüşünün korkusunu üstünden atamayan Perdiks ile bire bir örtüştüğü de göz önüne alındığında "keklik" çok uygun bir aday...

Biz nerede kalmıştık?
Ah, evet, Theseus Labirent'ten zaferle çıktıktan sonra yanına Minos'un kızı Ariadne'yi de alıp Girit'ten ayrıldı.

Minos iyice delirdi.
Daidalos ve oğlunu Minotaurus için yaptıkları Labirent'in tam ortasına oturttu.
"Çık bakalım, çıkabileceksen!.."
Daidalos'un bunca parlaklığına karşılık tek bir kusuru vardı. O da hafızasıydı.
Labirentin planlarına dahi en ufak bir şey anımsamıyordu.
Şimdi oğlu İkarus ile beraber kendi elleriyle yaptığı bu Labirent'in tam göbeğinde oturuyor, üstünden uçarak geçen kuşlara bakıp Labirent'in planlarını anımsamaya çalışıyordu...
Bu Labirent'ten bir çıkış yolu bulmak zorundaydı!...

Devam edecek...

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,859,859,859,859,859,859,859,859,859,85
              13 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Sen Hep Öyle Kal

Sevme güzel kız, sakla heveslerini içerinde, gözlerini uzak tut gözlerimden, tenini nüfus ettirmeden tenime bir an önce uzaklaş sana ulaşamayacağım kadar uzaklara...

Hepsi platoniktiler benim aşklarımın, hepsi ulaşılmaz, hepsi sadece kaçamak bakışlardan öteye ulaşmayan... Coğrafya defterlerimin çizgisiz sayfalarına yazardım aşk mektuplarımı sonra bütün yazdıklarımın üzerine koca bir çarpı atıp, bir müddet sonra da buruşturup yırtardım. Yazarken de bilirdim zaten o mektupların hiçbir zaman alıcılarına ulaşmayacaklarını, isterdim ki hep öyle kalsınlar, isterdim ki hep platonik olsunlar, ben alışmıştım o küflü peynir tadındaki sevdalara ve kaçamak aşklarımı bencilliğime hapsetmenin tiryakisiydim artık.

Şimdi katıl sende o kervanın içerisine, sadece varlığını bileyim, şehrin atmosferine karışan nefesini hissedeyim ve ara sıra beni anımsadığında gülümseyen birinin yaşadığını hayal edeyim...

Sen hiç farkında olma seni sevdiğimin ve bir an bile aklından geçirme beni sevmeyi. Şiirler yazayım yine gözlerine, sen bilme ne öyle şiirlerin olduğunu ne de sana yazıldıklarını, mektuplar karalayıp müspette defterlerime sonra buruşturup atayım bir kenarlara, sen görme...

Ah bir elimde olsaydı hiç aşık olmamak ve tüm sevgileri bir turşu fıçısının içerisine bastırıp saklamak. Ne gereği kalırdı o zaman bu platonik saçmalıkların ve böylesine yasaklarla çevreleyip kendimi bir kafese kapatmanın!

Bilmez misin her aşkın sonu hüsrandır, her aşk en güzel yerinde kördüğüm olur ve terkedilmek her aptal aşığın alnına yazılmış en belirgin yazıdır. Cayır cayır yandığını hissedersin benliğinin, küçülürsün bir kibrit kutusunun içerisine sığarcasına, her gece bir cadı kazanına atılır, sabahları kan ter içerisinde uyanırsın. Şanssızlığına küfredersin, "neden ben?" sorularına boğarsın kendini, duvarlara kırmızımsı bir iz bırakır yumrukların ve tüm pembeliklerin terkeder onunla beraber seni...

İşte o yüzden zincirledim kendimi karşılıksız sevdalara, seveceksin de ne olacak beni, çekip gitmeyecek misin sonunda? Yaşatmayacak mısın bunları bana, en güzel yerinde uyanmayacak mıyız düşlerimizden ve nefretle harmanlanmayacak mı o sevgiler?

Denedim,
Hem de çok denedim güzel kız, böylesi sınırlama sevdalar daha az acı veriyor bana, hiç düşünmüyorsun nerede biteceğini, anılarla ağrıtmıyor başını, titreme nöbetleriyle uykusuz sabahlara ulaşmıyorsun. Hiç nefret etmiyorsun kendinden, ondan; sorgulamıyorsun mahkemeler kurup kendini ve oyuncak olmuyorsun yenilmişliğinin kabul edemediğin gerçekliğinin elinde...
Sakın sevme beni! Meyletme kendine öylesine hislere ve daha başındayken vazgeç bu sevdalardan...
Dün sabah farkettim seninde bana karşı boş olmadığını. Gözlerinden anlamıştım, beni gördüğünde ki parıltılarından ve her ayrılışımızda ki zamanlarda dudaklarının büründüğü şekillerden...
Belki de Türkçe'nin en güzel cümlelerine bekliyordun benden, korkusuzca, hiç çekinmeden "seni sevdiğimi" söylememi...
Yeniden bırakamam kendimi yaşanma yüzdeleri yüksek acıların kucağına, sen hep böyle kal, bir hayal ol ulaşılması en zor olan ve katıl platonik sevdalarımın aralarına, her dakika yaşanan hiç yaşanmamışlardan ol...

Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşen Şahin Aksakal

 Çiğdem Çekirdek : Ayşen Şahin Aksakal


   KIŞ BİR ACAYİP..

Kış bir acayip geliyor artık memlekete. Belki de ben büyüyorumdur.
Alıştığım soba sıcaklığı ve aksine mutfak soğukluğu yerine bir ılıklık hakim eve.
Mandalin soyuyorum akşamları ama kabuklarını koyacak bir sobam yok. Evi mandalin mandalin kokutmak için oda spreyleri gerekli. Ha keza kestaneyi de fırına atmalıyım ya da seyyar satıcılardan almalıyım on dakika içinde soğuyacağını bilerek.

Artık örgü kazaklar giymiyorum. Çünkü ne benim vaktim var örecek ne de annem yamacımda artık kol ölçümü alacak. Krepler yapıyorum habire, oysa ne güzeldir kış sebzelerinden pırasa.
Geceleri internetteyim artık, patlamış mısır Şaban filmi başlamadan yetişebilecek mi heyecanları yok. Isınmak için kaynattığımız sütün içine türk kahvesi karıştırmalar da geride kaldı nescafe diye bir şey çıktı çıkalı.

Eve geldiğimde buz gibi olurdu ev, katalitik karşısında eşofmanlarımızı giyerdik.
Babam eve gelir gelmez kovayı kömürle doldururdu. Evi saran o gaz ve çıra kokusu ısınacağımızın işaretiydi, huzurun kokusuydu. Sonra yere sofra bezi serilirdi. Mutfakta soba yakmak abes olurdu çünkü ve bulaşıklardan süzülen suların buz tuttuğu bir mutfakta çocuk doyurmak hiçbir anne vicdanına sığmazdı.
Kocaman Afyon işi bir sini gelirdi sofraya. Yemekler, sıraları gelene kadar soba üzerinde için için ısınmaya devam ederdi.

Sürekli de bir güğüm kaynardı sobada. O da yemek üzeri çaya dem olmayı beklerdi.
Çay bittiğinde TRT' de yerli film yazardı. Günlerden cumaysa eğer biz onun Şaban filmi olduğunu bilirdik. Anne tam da o vakit kaybolurdu ortadan, biz bağırırdık -anne kooş güldürü başlıyor!-

Demek ki annelik, o soğukta mısırlar patlayana kadar mutfakta ayakta beklemek sabrıydı.

Elektrikli battaniye henüz sadece Almanya' dan geri gelenlerde vardı. O sebeple tuğla ısıtılırdı ya da su torbalarına sıcak su konurdu. Yataklarımız bunlarla ısınmış olurdu biz babamın sıcak ensesine gömdüğümüz uykulu başımızla kucakta koridoru geçerken.

Anneannede geçen kışlar daha da dolu olurdu. Çünkü anneanne bütün gün evde bütün gün bizimleydi.
Kuzine diye bir şey vardı gerçekten o zaman. Onun üzerinde altı küllü tepsilerde dünyanın en güzel kekleri pişerdi.
Anneanne kahvaltıları yaz kış dinlemez muhakkak akıtmalı, gözlemeli, dızmana börekli olurdu.
Sabah namazı ile beraber yanardı soba. Anneanne bunu kimseyi uyandırmadan yapardı.
Gözlerimi açmama sebep muhakkak kahvaltı kokuları olurdu. TRT sabahları çocuk filmleri oynatırdı. Eğer film güzelse yumurta da yerdim farkında olmadan. Sarısı yumuşak beyazı sert yumurtanın içine peynir atardı anneanne.

Bütün gün oturma odasında kucak kucağa kitap okumakla, Fatma bebeğe yeni elbise ve kırkyama yorgan dikmekle geçerdi. Öğlen de olsa akşam da anneanne uyku saatinde muhakkak masal anlatırdı. Adile Teyze' yi dinlerken uyumazdım ama anneanne anlatırken düşerdi yelkenler.

Bazı geceler kına yakardık. Bir gece önce kına gecesine gitmişsek eğer kesin yakardık. Kına tasımız vardı bizim. İçinde kına karardık. Çarşaflara bulaşmasın diye çaput sarardık. Ben masalımı dinler uyurdum. Sabah bakardım anneannemde de kına. Ben ona meleklerin kına yaktığına inandım 12 yaşıma kadar ve tüm okul arkadaşlarıma anlattım.

Kışın geçtiği bahçedeki erik ağacından belli olurdu. Martla beraber dallarına dikerdik gözlerimizi. İlk tomurcuk bahar umudu olurdu. Çünkü bahçemiz bizi özlerdi. Biberleri suladığımız günleri özlerdik. Hanımelleri çiçeğinin dibindeki şerbeti özlerdim. Hortumla asmanın altını ıslatıp kahvaltı masasını oraya taşımayı, anneanne sofra taşırken kedileri kovmayı özlerdim. Gezgin cambazların artık gelmesini isterdim, cambaz izlerken korukları tuza banmak..

Kışa hevesim biterdi, her mevsimi ayrı severdim.

Şimdi kışlar bir başka geliyor memlekete, ya da büyüdüm. Her karda sokaktakilerde artık aklım, kartopu oynamak bir burukluk içimde. Donanların sayısını veriyor artık haberler, işe gidemeyen insanların, yoldan çıkan arabaların. Okullar tatil oluyor diye yine de bir sevinç kaplasa da içimi, okulum olmasa dahi, karnesi elinde donan çocuğun haberi ile anlamını yitiriyor tüm tatil kavramları.

Belki de daha bir kapalıydı köy yolları o senelerde, daha bir şehre iniyordu kurtlar, belki de okula bile gidemiyordu yaşıtlarım. Ama ben görmüyordum, duymuyordum. Sadece yanan kömürün çıtırtısını duyuyordum, sadece Kemalettin Tuğcu okurken ağlıyordum bir de bisikletten düşünce.

Ya kışlar değişti ya ben büyüdüm, kulaklarımı ve gözlerimi kapayamayacak kadar büyüdüm;
özlemlerime yenilerini ekleyerek.

Ayşen Şahin AKSAKAL
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              12 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Düşler Sokağı : Kadir Çaça


SEN GİDERKEN...

Her giden gibi sen de gidiyorsun işte...
Senin için hayatı temize çekmişken, öylece çekip gidiyorsun umarsızca...
Ağlama ardımdan diyorsun, söyle nasıl katlanırım ben buna?
Yüzüne ağlamasam bile, gittiğin bu yola gözlerimi dikip, sevdamı ve göz pınarlarımı çoşturuyorum...

Nereye böyle ey yar?
Neden bu kadar çok eşya aldın yanına?
Çok mu kalacaksın yoksa?..

Ben sensiz bir saat bile duramazken, başını alıp nereye gidiyorsun böyle asırlarca kalacakmış gibi… Keşke ben senden önce gitseydim de gidişini görmeseydim!.. Ama ben seni bırakıp gidemezdim ki!.. Tamam hadi git!.. Ben gözlerimi kapatırım sen gidince, gidişini izleyemem
Ve biliyormusun?.. Ben küçükken kesilen kurbanlara da bakamazdım...
Şimdi o kurban benim, gittiğin yollara serpiştiriyorum kanlarımı; sadece sana kara bela gelmesin diye...

Hadi git!.. Yolun açık olsun!..
Çıktığın bu yolun kurbanı da kesildi artık...
Ardına bakma sakın!.. Sen nereye eseceğini bilmeyen bir hırçın rüzgar, bense keskin bıçak altına yatıp teslim olan ismail´in tüketilmiş hali…

Biliyorum ey yar!.. Sana ne kadar sitem etsem de… Bana seslenişini duyar gibiyim. Haklıydın aslında, sen en baştan haklıydın.
Bana sunduğun sevgiyi hiç anlayamamıştım… Senin mavilere savurduğun aşkın farkına da varamamıştım… Senin gidişine bunca sitem savururken ben aslında sanahiç gelememiştim ki…

Kadir Çaça
Meltem Radyo İst. 97.9
Cuma-Cumartesi-Pazar 21:00 - 23:00
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.432 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İstanbul Özlemi…

Bir şehir uyandı yalnızlığında,
Bir dev gözlerini ufka devirdi,
Gözü kara gecenin sabahlarında,
Ben sensizlik örtümü yatağımda bıraktım.

Posta Kartı olarak yollayabilirsiniz.Siren sesleri yükseldi vapurlarında,
Halatlar atıldı açılmak için limanlarında,
Martılar el salladı bir yakadan bir yakaya,
Ben ellerimi özlemlerime kapadım.

Korna sesleri yükseldi sokaklarında,
Araçların birbirine girdi yollarında,
Acı acı ambulans uğultularında,
Ben ellerimi kulaklarıma kapadım.

Oltalar atıldı denizlerinde,
Misinalar sarıldı uçuşan balıklarında,
Çırpınış dolu kovalarında,
Ben çırpınışlarına yüzümü kapadım.

Bir özlem uyandı sabahımda,
Bir hasret yandı bağrımda,
Sana erişen uzak yollarında,
Ben gözlerimi uykuya kapadım.

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Kapkaçtan gına gelmiş kızcağıza!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


...Modelcilik uğraşısını tanıtmak, yaygınlaştırmak ve geliştirmek amacıyla, modelciler tarafından hazırlanan bu site, tüm modelcilere açıktır ve herhangi bir şekilde gelir sağlama amacı taşımamaktadır... Eğer siz de model meraklısı iseniz ve gelişmelerden haberdar olmak istiyorsanız http://www.modelci.net/index.php kısayolunu tıklayabilirsiniz.

Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?

...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.

Yeni bir cep telefonu almak istediğinizde veya elinizdeki cep telefonunun özelliklerini merak ettiğinizde http://www.cep.gen.tr kısa yolundaki web sayfasına başvurabilirsiniz. Fiyatlara pek bakmayın :)) Ama teknik özellikleri gayet güzel toparlamışlar.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Tux Paint 0.9.14 [3280 KB] 98/2k/XP FREE
ftp://ftp.sonic.net/pub/users/nbs/unix/x/tuxpaint/builds/windows/installer/tuxpaint-0.9.14-win32-installer-1.exe
Okul öncesi çocuklarınızı bilgisayar başında nasıl oyalarım diye kafa yoruyorsanız, buyrun size çözüm. Çocuklar için hazırlanmış çok güzel bir çizim ve boyama programı. İşletim sisteminizin diline göre kendini kuruyor. Yani türkçe de kullanabiliyorsunuz. Çizdiklerinizi saklayabiliyor veya bastırabiliyorsunuz. Çocuğu olanlar mutlaka denemeli.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041126.asp
ISSN: 1303-8923
26 Kasım 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com