|
|
|
29 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Arkadaş bu adam yasaklı değil mi? |
İyi haftalar,
Ortada bir yasak var var olmasına ama duvarların yeri nerede onu görmek zor doğrusu. Dün yapılan mitingi televizyonlarda izlemişsinizdir. Sayın başbakanımızın bir önceki partisi tarafından düzenlenen mitingin konusu Irak'ta yaşanan insanlık dramı, baş misafiri Necmettin Hoca, şu bizim siyasetten menedilen kadayıfçı Erbakan hocamız. Dimdik ayakta, parmaklar aynı, suratındaki hain gülüş bile hiç değişmemiş. Miting bir kepazelik. Irak falan palavra, amaç gövde gösterisi, "biz ölmedik" mesajı vermeye gelmiş din simsarları. Hükümet yanlarında, konu da herkes tarafından lanetlenen bir olay olunca alın size kara çarşaflı, yeşil bayraklı, tekbirli, haremlik selamlıklı tiyatro. Yol kenarında, tam kameraların önünde, çamurun üstünde durulan öğle namazları, tekbirle kesilen İstiklal Marşı (Ne halt etmeye çalarlarsa) ve tüm olup biteni padişah koltuğundan izleyen yasaklı Erbakan. Tek fark artık kadayıf söylevleri yok. Bari bırakın adam onu da yapsın. Yapsın da şu bizim başbakanın güzel hikayelerini ağız tadıyla dinleyebilelim.
Fırsat buldukça burada sevgili yönetimimizin kendi sosyal yaşam anlayışını biz sıradan gariplere nasıl şırınga ettiklerini dillendirmeye çalışıyorum. Ama bazen kendi içlerinden birleri çıkıp öyle potlar kırıyorlar ki, benim gibilerin söyleyeceği yüzlerce lafa bedel oluyor. Yeni duydum, bir kararnamenin peşindeymişler. Cezaevlerindeki kadın mahkumları illa kadın doktorlar muayene etsinmiş. Bu onlar için yeni birşey değil tabi. Bugün yeşil sermaye ile arzı endam eden tüm irili ufaklı hastahanelerde aynı uygulama vardır. Bırakın kadını erkek doktorun muayene etmesini, kadın doktorun erkek hastaya 2 metreden fazla yaklaşması bile cinayet sebebidir. Hoş haremlik ve selamlık durumları öyle bir ayarlanmıştır ki, bu türden bir vukuatın olması imkansızdır. Şimdi kalkmış bunu yasal hale getirip uygulamaya koymanın zevkini yaşamak istiyorlar. Kendini haklı çıkarmaya çalışırken AKP milletvekilinin ettiği şu lafa bakın; "Bir kadının muayenesinden çıkan doktorun, gördüklerini ballandıra ballandıra başkalarına anlattıklarına çok tanık oldum." Bre patavatsız vekil, benim 80 kadar doktor arkadaşım var, biraraya geldiğimizde konuşulan konunun dönüp dolaşıp karşı cinse gelmediği yok gibidir ama herhangi birinden bugüne kadar bir hastası hakkında tek bir laf bile duymadım, olmaz zaten. Bu lafı eden beynin hücrelerinde "Ulen bi jinekolog olup hergün...." lafı yankılanmıyorsa taş olayım taş. Yalnız bir garip durum daha var ortada. Tellak lafı uygunsuz bir biçimde kullanıldı diye ayaklanan hamamcılar odası kadar bile olamadı tabipler odası. Haydi bakalım sayın doktorlar şu lafa bir cevap versenize. İşte sizler, bizler, sayın muhalefetimiz sessiz kalır, iktidarla uğraşmak yerine kendi koltuğumuzun derdine düşersek, cezaevlerindeki kadınların namusunu korumak bu hastalıklı beyinlere, Irak'taki mezalimi protesto etmekte bu soytarılara kalır. Öyleyse yuhh olsun bize!..
Benim yeni şarkıları nasıl tükettiğimden bahsetmiştim sanırım. Beğendiğim bir müziği arka arkaya 10-20 kez dinlemeden doymam. Bugün size çalacağım şarkı da onlardan biri. 1995 ya da 96 da Power Fm tarafından bizlere tanıtılan bir harika gitarist vardı. Şu sıralar n'apıyor bilemiyorum ama onun bu şarkısını bir bütün gün döndüre döndüre dinlediğimi hatırlıyorum. Sizlerinde hatırlayıp, zevkle dinleyeceğinizi sanıyorum. Alex Fox çalıyor, "Fly away" albümünden "To the gypsies". Hepinize ılık bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
SANRILAR
Alkol kan damarlarını genişlettiği için dağda içki içmek doğru değildir. Hani üşüdüğümüz zaman tüylerimiz diken diken olur ya, böylece damarlar daralır, kanın akış hızı azalır ve vücut donma tehlikesine karşı kendini bir nevi korumaya alır. İşte alkol bunun tam tersini yapar (kan damarlarını genişletir) ve dağda donma riskini arttırır. Isınma hissi aldatıcı ve geçicidir. Alkol düşük rakımda da kan damarlarını genişletir ve duyguların (hislerin) donmasına neden olur. Bu nedenle düşük rakımda da yüksek miktarda alkol alımı risk faktörüdür.
Kan çanağı gözlerinle bana bakıp "git evimden" diye bağırdığını hatırlıyordum. Daha öncesi ve daha sonrası kopuk bir filmin sahneleri gibi kayıp. Ne zaman geldin, ben ne zaman uyandım, konuşmaya nereden ve nasıl başladık, bağrışmalar nerede ve nasıl bitti benim için bir muamma. "Git evimden!..." (Ev: İnsanın kendisini ait hissettiği, anne-baba-eş gibi duygu birliği içinde olduğu ya da ev arkadaşı gibi ortak paydada buluştuğu insanlarla birlikte veya tek başına huzur içinde yaşadığı yer) Arkadaşımın evinde (bu gerçek ev) kapı çarptığında sıkışan fularımı ararken buldum birden kendimi. Korku dolu gözlerle bana bakıyorlardı. Bir bardak su içip tekrar yatmışım söylediklerine göre. (Duyguların uyuşmasına iyi bir örnek) Sabah uyandığımda ise fularımı aramam dışında tek hatırladığım o iki kelimeydi. Pek bir önemi yok ama fuları Aysun'la kocası bulmuş kapıda. Ben kapılarına kendimi bilmez bir halde, sırılsıklam gelince korkmuşlar, önce doktor çağırmışlar. Sonra beni komşuya emanet edip eve gelmişler. Seni salonda sızmış görünce her şeyi anlamışlar (anlamak: bir konu veya olayı bütün hatları ile kavramak. Anlamak için detayları bilmek gerek. Oysa onlar detayları bilmiyordu) ve kapıdaki fularımı alıp geri dönmüşler.
Ertesi gün akşamüzeri uyandım. Bir gece önce yaşananlar kafamda yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Bu tür durumlarda ağlamak ve hatta ağlamaktan konuşamamak en doğal tepki iken ben kendimi şaşırtan, diğerlerini ise korkutan bir soğukkanlılıkla anlatıyordum olanları. İçeri girişin, devirdiğin vestiyerin sesiyle uyuyup kaldığım kanepede sıçramam, beni görür görmez bağırmaya başlaman, hayatındaki diğer kadın (diğer kadın: çok kişilik ilişkilerde genel olarak ilişkinin çok kişilik'liğinden haberdar olan, çoğunlukla daha çok sahiplenilen ve birinci öncelikli değilmiş gibi görünse de aslında başrolde olan kadın) mutsuz olduğu için (bir de mutsuz olması önemsenen) benden nefret etmen, beni evinde (daha doğrusu birlikte yuva'ya dönüştürdüğümüzü sandığım, bizimki gibi tartışmaların her evde olduğunu sandığım, bizim sandığım ve mutlu olduğumuzu sandığım evde) görmek istememen sanki başka birinden dinlediğim bir hikaye gibi dökülüveriyordu dudaklarımdan. Öyle olmalıydı çünkü bunları yaşamış olabileceğimi beynim kabul etmiyordu. (insan bedeninin üşüyünce damarları daraltmak gibi kendini korumak için geliştirdiği başka bir tür savunma mekanizması) Çünkü ben sensiz olursam ölürüm sanıyordum. (ölmek:nefes almak eyleminin durması ile başlayan, akabinde tüm vücut fonksiyonlarının durması hali. Kimi durumlarda beyin ölümü gerçekleştikten sonra adını bilmediğim bazı cihazlarla ve bilmediğim bir teknikle kan dolaşımı devam ettiriliyor. Bu sayede ölmemiş gibi oluyorsun. Ama konuşamıyor, duyamıyor, dokunamıyor ve hissedemiyorsun) Ölmedim…(yani kan dolaşımım devam ediyor)
Bu kabusun nedeni neydi? Bunu hak etmek ve yaşamak için ne yapmıştım? Beni sevmek (sevmek: sevmek neydi? Bir teze göre sevgi emekti. Peki o zaman bunca emeğe rağmen neden sevgi yoktu?), sevmesen bile seviyormuş gibi yapmamak bu kadar zor muydu? Oysa nasılda ince bir adamdın. Evlenme (evlenmek: ev kökünden gelir. Bir kadınla bir erkeğin birlikteliklerini ömür boyu sürdürmek için birbirlerine söz vermesi) teklif edeceğin zaman paramız (şimdi fark ediyorum ki paran) olmadığı için diz çöküp verdiğin maydanoz, dere otu ve taze soğandan yapılmış demet hayatımın en güzel hediyesiydi. Yıllar sonra ameliyat olduğumda beni çok mutlu edeceğini bildiğinden, bu sefer paramız (yani paran) olduğu halde aynı demetle gelmiştin hastaneye. İçeriye yiyecek sokmanın yasak olduğundan dem vuran görevliye onların yiyecek değil çiçek olduğunu anlatabilmek için rüşvet vermen gerektiğini herkese anlatıp aynı şeylere nasıl da gülmüştük aylarca. Nerede kopmuştuk birbirimizden ve ben nasıl fark edememiştim yanımdayken yokluğunu…
Bir şeyi yürekten isteyince Allah yarım ediyor insana. Şiddetli geçimlilikle giden 'biz'liğimiz (biz: aynı amaç, eylem, düşünce vs. nedeni ile bir arada olan insanlar) saçlarımla birlikte bakışlarımı, iç organlarımı ve hatta hislerimi uçuran, rihter ölçeği dahil hiçbir ölçeğin skalasına sığmayan büyüklükte tek gecelik bir fırtına yardımı ve medeni kanunun (medeni kanun: kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen, yani 'siz birbirinizi sevebilirsiniz/sevemezsiniz' diyen kanun) ilgili mahkeme hakimlerine verdiği yetkiyle kısa zamanda 'hiç'liğe dönüştü. Bizi karı-koca ilan eden, medeni kanunun yetki verdiği diğer yetkili duysa ne düşünürdü acaba? Sanırım acıklı bir ses tonuyla 'hadi yaa' der geçerdi. Bir zamanlar birbirimize nasıl baktığımızı görmüştü oysa ki…
Zamanla fırtınanın dağıttığı 'ben'lerimi toplayıp yerlerine yerleştirmeyi başardım. Eskisi gibi olmadı tabi. Kırıkları birleştirmek için yapıştırdığım koli bantları yağmur yedikçe açılıyor. Kimseye fark ettirmeden yenilerini yapıştırıyorum.
Dün sabah ilk kez 'sen' olmayan bu evde sana uyandım. Önce o çok sevdiğin yeşilli sabahlığımı giydim üzerime, sonra aylardır kapısını açmadığım odaya girdim. Gücüm şaşırtıyor beni. Geçici, gerçek olmayan bir güç olmasından, bir iki dakika sonra yere yığılıp kalmaktan korktum önce. Dakikalar sonra fark ettim derin bir sukünetle duvarları seyrettiğimi. Bu kadar kolay olmamalı, bu kadar zaman beklememin bir anlamı olmalı… Belki de sana veda etmek için içimde yaptığım hazırlıklar işe yaramıştır diye düşündüm ama kendim de inanmadım bu tezime. Duvarların rengi bu kadar açık mıydı? Hani sen açık renk istemiştin de ben hem çabuk kirlenir hem de kirini belli eder diye çıngar çıkarmıştım. Ben kazanmıştım ve iki ton koyusuna boyatmıştık duvarları. Yani ben öyle hatırlıyordum. Yanlış hatırlıyormuşum, yine sen kazanmışsın, tam istediğin (sevdiğin) renkmiş duvarlar. İyi ki bu detay çıkıvermiş usumdan, yoksa bu odaya girmek daha uzun zamanımı alırdı.
Krem rengi gömleğin pufun üzerinde kalmış. Tozdan rengi griye çalmaya başlamış. Parfümünün kokusu hala duruyor mu acaba? Koklamaya cesaretim yok… Kahvaltıda üzerine reçel damlattığın için sinirlenip tuvalet masasına fırlattığın (oradan yere düşen) kravatın da olduğu yerde duruyor. Mavi gömleğini çıkarmaya çalışırken akıl edememiştim onu yerden almayı. Toplantıya geç kalıyorum diye nasıl da söylenmiştim sana. Eşyalarını toplarken bunları neden almadın ki? Belki de sana beni hatırlatmalarını istememişsindir…
Medeni kanunun sana başka bir kadını sevme yetkisi verdiği günün akşamında kapıyı kilitleyip anahtarını kimseciklere vermedim. Ben bile girmedim eve. Şimdi sanki daha dün bu odadan çıkmış gibi duruyor her şey. Annem çok yalvardı toplayayım diye. İstemedim, her şey senin bıraktığın gibi kalsın diye. İyi de yapmışım. Şimdi sanki arkamdan odaya girecekmişsin, "hayatım şu odayı böyle bırakma diye kaç kere söyledim sana" diyerek yorganı düzeltmeye çalışacakmışsın gibi geliyor (yine benden sonra kalktığın için yorgan benim tarafıma yığılmış) Ben de her zaman olduğu gibi "ya nası çıktık evden biliyorsun" diye savunacağım kendimi yine.
Beni çok üzdüğün için özür olarak hiç sorun çıkarmadan hibe ettiğin ev (ev, evin ya da evimiz, artık adını bilmiyorum) ve araba pek işe yaramadı. İnsanın içindeki boşlukları kaç metrekare taban üzerine oturtulmuş dört duvar doldurabilir ki? Ya da insanın içindeki acıları saatte kaç kilometre hızla uzaklaştırabilirsin? Ne senin cadde üzeri, güney köşe, çift balkonlu ve ebeveyn banyolu özrün içimde açtığın boşluğu doldurmaya yetti ne de doktordan, hasarsız, gece mavisi özrün içime yığılan acıları uzaklaştırabildi. Bunu anladığımda evi başka bir eve dönüştürmeye karar verdim (herhangi bir ev kitaplığa, sehpalara, pencerelere, duvarlara anılar yerleştirmedikçe dört duvardan öteye geçemiyor). Arabayı ise daha önce hiç tanımadığım bir doktorun yurt dışı tatiline dönüştürmüştüm zaten. Bu da işe yaramadı ama en azından ben'den önceki hiç'i ve ondan da önceki biz'i hatırlatmayacaklar artık bana.
Şimdi nerede olduğunu, ne yaptığını merak ediyorum bazen. Sadece merak ediyorum… Bir ölüyü uğurlamaya benzer bir saygıyla veda ettim sana. Çünkü ben başka birini sevmiştim ve sen bir gecede bambaşka bir adam oluvermiştin. Üstadın dediği gibi artık kalbimde kalbine kinim bile yok, artık sen de herkes gibisin. Sokaktan hafif sendeleyerek, inceden ağlayarak ya da ne bileyim aceleyle koşturarak geçen bir yabancıyı merak ettiğim gibi, tanıdık bir yüzün, bilinen bir ismin ne yaptığına dair bir merak bu.
Bense sensiz ölmedim, yani hala kan dolaşımım devam ediyor.
Neden anlatıyorum ki bunları? Hepsini okuyacakmışsın, anlayacakmışsın ve beni gerçek sandığım bir kabustan uyandıracakmışsın hissi nerden geliyor?Ne kadar aptalca değil mi…
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Adını incir ağacından alan bir köy: İncirağacı köyü…
Antalya'dan yola çıkıp, sıkıcı şehir trafiğinden sonra deniz kıyısından süzülerek, çamlar arasında seyahatinize başlarsınız. Bir yanınızda Akdeniz'in berrak suları, bir yanınızda yamaçlardaki çam ağaçları. Eğer yolculuğunuz yaz aylarına denk geldiyse, ağustos böceklerinin şarkıları arasında hızla ilerlersiniz. Yolculuğun tadını doyasıya güzellikler arasında devam ettirirken, Beldibi, Çamyuva derken Kemere gelirsiniz. Dünyanın tanıdığı Kemer'de isterseniz kısa bir tur yapıp çay molası verebilirsiniz.
Yaşamakla bitmeyen yolculuğunuza, yine çam ağaçları arasında kuş sesleri ve rüzgarın çamların iğne yapraklarında oluşturduğu hışırtılarla devam edersiniz. Tarihi yerlerle dolu olan bu sahillerde binlerce yıl öncesine giderek küçük ufuk turları yaparak denizin ferahlatıcı serinliğine kendinizi bırakırsınız.
Adını incir ağacından alan kasabaya hızla ilerlerken, yol kenarlarında bulunan bir yandan çınar ağaçları, bir yandan incir ağaçları bir yandan da nar ağaçları size eşlik eder. Nihayet bir yere gelirsiniz ki buradan aşağıya baktığınız zaman beyaz bir göl görürsünüz. Kendinize sorarsınız..
-Aralarına yeşilliğin serpiştirildiği bu gölün adı ne acaba?
Ama dikkatle bakmaya devam ederseniz buranın bir sera gölü olduğunu görürsünüz. Soframıza her gün misafir olan, kimilerin çıkıp hormonlu dediği kimilerinin de çıkıp hormonsuz dediği domateslerin, biberlerin, hıyarların yetiştirildiği seraların oluşturduğu göl…
Burayı bölgede yaşayan halk "Şahin Tepesi" olarak isimlendirmektedir. Ulaşım aracımıza binip hafif kıvrımlı yoldan aşağılara doğru inerken bir ilçeye gelirsiniz. Burası "Sera Gölü"nün büyük çoğunluğuna sahip olan seracılığın başkentidir.
Kumluca…
Sokak aralarında köylülerin alışveriş yaptıklarını görürsünüz. Onlarla yan yana dolaşırsınız ki eğer mevsim yaza yakın baharsa aralarında şöyle konuşmaları duyarsınız:
- Bugün piyasa okundu mu?
- Okundu. Domates 50 000, biber 100 000 …
- Bununla para mı kazanılır? Yine zarardayız..
Kumluca'dan direkt yolunuza devam edecekseniz, hangi yolu takip edeceğinize karar vermelisiniz. Yol seçiminde yön levhalarını takip ederseniz bilin ki bazı güzelliklerden maruz kalacaksınız. Çünkü bu yol boyunca farklı turunçgil türlerinin çiçek kokuları arasında yolculuğunuza devam edeceksiniz. Eğer güneyden yani sahil yolunu takip edecekseniz de bu sefer başka bir güzellik sizi beklemektedir.
Kumluca'nın merkezinden güneye doğru yol aldıkça deniz kokusu burnunuzu şenlendirecektir. Yolunuzdan ilerlerken sol tarafınızda nazlı nazlı dalgalanan Akdeniz'in berrak sularını göreceksiniz. Kumla deniz dalgalarının yapmış olduğu raksı imrenerek uzaktan seyredersiniz. Sonra okaliptüs ağaçları arasında devam eden yolculunuz sırasında sırasıyla Hasyurt, Sahilkent yer bildirim levhalarını görürsünüz.
Deniz boyunca devam eden yolculuğunuza bir de sağ tarafınızda yer alan portakal bahçeleri eşlik eder. Bir tarafınızda yemyeşil bahçeler bir tarafınızda masmavi deniz…Eğer gece yolculuğu yapıyorsanız, gitmiş olduğunuz yolun tam karşısında dağın yamaçlarında ışıl ışıl bir yerin size selam vermekte olduğunu görürsünüz..
Burası Finike…
Adını incir ağacından alan kasabaya gitmek için gözünüz incir ağacı aramakta ise de göremezsiniz. Yolun sağında bulunan belediye binasından sağa dönersiniz ve potakal, limon, mandarina çiçeği kokusu içinde kasaba içine doğru yol alırsınız. Sonra, hem bir köy hem bir kasaba havasında olan İncirağacına varırsınız.
Kasaba içinde ilerlerken mahallelerin hep birbirine benzediğini görürsünüz. Yol kenarlarında meyve ağaçları, çiçekler ve yol kenarında oturan yaşlılar sizi izler. Yaşlı birine yaklaşıp sorduğunuz zaman buranın adının eskiden İncirağacı Köyü olduğunu ancak şimdiki isminin Sahilkent olduğunu söyler. Mahalle aralarında dolaşırken değişik meyvelerin tadına bakmak istersiniz. Bazen bir incir, bazen bir portakal, bazen de bir dut meyvesi… Yol kenarlarında ara ara farklı incir meyvelerinin bulunduğu ağaçları görürsünüz. Kimisi siyah, kimisi mor…
Dağın eteklerinde çam ağaçları size bakar ve dağın yamacına vardığınız zaman tarihle yüzleşirsiniz. Yüzyıllar öncesinden kalan mezarlar, anfi tiyatro. Bunları dolaşırken "Zengeder" denen kaynak suyuyla karşılaşırsınız. Onun suyuyla serinlerken kana kana da içmek istersiniz.
Bu şirin kasabanın güzellikleri tarihle yada meyve bahçeleri ile de kalmaz. Geldiğiniz yere yani sahil şeridine çıktığınız zaman, denizle yüzleşirsiniz. Tertemiz Akdeniz'in sularına ayaklarınızı daldırır, incecik kumların ayaklarınıza yapmış olduğu masajın tadını çıkarırsınız. İster yüzersiniz ister güneşlenir.. Konaklamak için tercihiniz de çoktur. Eğer fazla kalabalık olmayan bir pansiyon isterseniz yeşillikler arasında misafirlerini bekler. Eğer ben lüks bir otelde kalmak isterim derseniz oda mevcuttur. İster havuzlu bir motel ister küçük şirin bir otel yada pansiyon..
Bu bölgenin insanlarının sıcacık ilişkilerinden, ilgilerinden kendinizi ayırmak isterseniz, sizi bekleyen şirin İlçe'ye ulaşıp masmavi koyların komşuluğunu yapan kıvrım kıvrım yollardan giderek, güzelliklerin yaşamaya devam edersiniz…
Buraları yaşamaya ne dersiniz?
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KONTRA MİZANA : Tamer Soysal |
CANAVAR DEVLET !
ABD'nin 7 Kasım'da başlattığı Felluce saldırısı son hızla devam ediyor. Böyle bir ortamda ikinci kez seçilen Bush'un 10 Kasım'da Beyaz Saray'da verdiği iftar yemeği ise ne büyük bir aymazlık içinde bulunduğumuzun göstergesi. Bir yandan müslümanların canını alıyorlar öte yandan da Bush iftar yemeğinde "ülke dışında özgürlük ve adaleti savunurken, kendi evimizde de bu değerleri daima onurlandırmalıyız. Amerika, etnik ve dini fanatizmin her türünü reddediyor. Her nerede doğmuş olursa olsun, her sorumlu vatandaşın değerlerini memnuniyetle karşılıyoruz. Biz daima en basit insani özgürlüğü savunacağız. Korkmadan Tanrı'ya ibadet etme özgürlüğünü" diye hiç utanmadan konuşabiliyor. "Hem suçlu hem güçlü ve hem de utanmaz" evet ortam bu olmuştur. Hem en büyük teröristliği yapıyor hem de insan haklarını kimseye bırakmıyorlar. 1991'de babası Bush da saldırmıştı Irak'a.. Bu 7 aylık işgalde 500 bin ölü vardı. Hem Irak'ı işgal etti, harab etti ve insanları öldürdüler. Ayrıca savaşdan sonra Türkiye dahil devletler Irak'a ambargo koydular ve Irak'da bu ambargo yüzünden binlerce çocuk ilaç bulamamak yüzünden öldü. Bu ilk Irak saldırısında 1991'de, kendilerinin sebep olduğu bu saldırılara rağmen büyük şirketler bu işgalden zararlı çıktıklarını ticari olarak zarara uğradıklarını belirterek Birleşmiş Milletler'e başvurdular. Başvuran sayısı yaklaşık 2.5 milyon. Evet yanlış duymadınız. İki buçuk milyon şirket toplam 350 milyar dolar tazminat istiyor. Sebep 1991'deki 7 aylık Irak işgali ve ambargosundan dolayı zarara uğramaları. Evet ticari açıdan belki bu zararı talep etmekte haklılar ama zararı ödeyecek kim biliyor musunuz? Irak.. Hem toprakların işgal edilecek, insanların öldürülecek ve ambargo uygulanacak hem de bunun sorumlusu olarak siz gösterileceksiniz ve tazminat ödemeye mahkum edileceksiniz. Şimdi Birleşmiş Milletler bu şirketlerin aralarında Mobil, Shell, Pepsi, Philip Morris, Kentucky gibi şirketlerin bulunduğu şirketler bu zararlarını Irak'dan alıyorlar. Şimdiye kadar Irak'dan bu zararlar için 19 milyara yakın para alınmış. Böylesi bir adaletsizlik hangi devirdi görülebilir? Hangi vicdan bu güç oyunu karşısında yara almaz?
ABD'nin Dünya'nın eşkıyası olma savı çoktan kanıtlanmıştı ancak ABD son yıllarda bu işi iyice küstahlaştırdı ve adeta bir 'canavar devlet' haline geldi. Böylesi bir 'canavar devlet' tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Beyinleri uyuşturulmuş, kalpleri köreltilmiş kitleler elbette halen kendilerini gerçeklere kapatacak rolü 'komplo' kelimesine verecekler. Beyinleri ve ruhları satılmış kalemler ise vicdanlarını ve mantıklarını rahatlatmanın yolunu 'reel politik' ve 'gerçekçi bakış açısı' gibi safsatalara sığınarak arayacaklar. Her canlının 'yaşam hakkı' kutsaldır. Yaşama hakkı insan haklarının başlangıçıdır. Bunu insan hakları metinlerine sokmak buna saygı duymak demek değildir. Anlayışlarınızı uygulamalarınız ortaya koyar. Devletler için de böyledir. ABD 200 yıldır nasıl bir 'eşkıya devlet' olduğunu tüm Dünya'ya ilan etmiştir. Artık 'canavar devlet' olma sürecindedir. Kaynaklar adil paylaşılmıyor. Kaynakları olanların bu kaynaklarına el koymak ve sömürmek için ise 'demokrasi kılıfı' ile uygun ortam yaratılıyor. Haber alma araçları da kendi ellerinde olduğu için 'dezenformasyon' yolu ile yanlış veya eksik bilgilendirme ile tepkiler kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Bunu önce teröristler ele geçirilecek yalanı ile yaptılar. Sonra uydurma bir deyim buldular: "Kitle İmha Silahları". En büyük kitle imha silahı : ABD ve İsrail.. Teknik olarak dahi ne idüğü belirsiz Kitle İmha Silahı kavramı ile Irak'a girildi. Ortada ne silah, ne terörist var. Ama ABD önce Afganistan'da kukla bir hükümet kurdu. Şimdi Irak'da kuruyor. Ama direniş devam ediyor. Kurtuluş savaşında 'Kuvayı Milliye Ruhu' ne ise oradaki direnişlerdeki ruh odur. Maraş nasıl Kahraman olduysa, Antep nasıl Gazi unvanını almış ise; orada Felluce'de, Necef'de direnenler de kendi şehirlerinin kahraman ve gazileridir. Ama çoğu şehitleridir. ABD Irak'a girdiğinden beri kendi kaynaklarından açıklanan rakamlarla 100 BİN kişinin canına son vermiştir. Kitle imhası bu değildir, nedir? Onların insan hakkı kavramından algıladıkları, beyaz, protestan insanlardır. Ama bizlerin insan hakları kavramına verdiğimiz anlam dini, dili, ırkı ne olursa olsun herkesin yaşam hakkı ve belirli yaşam standartlarında yaşamasıdır, öyle olmalıdır.
ABD Deniz Piyadeleri Komutanı Felluce saldırısını 1945'de II. Dünya Savaşında Japonya'ya yapılan ABD saldırısı olan "İo Cima" saldırısına benzetiyor. 1945'de 25 bin Japon bu savaşda hayatını kaybetmişti. Şimdi ise 15 bin ABD askeri Felluce'ye saldırıyor. ABD'nin Felluce saldırısı elbette direnişi kırmak açısından çok mühim ancak bu saldırı ABD'nin bir diğer amacına da hizmet ediyor: Bölgedeki etnik ve mezhepsel ayrışmaları körüklemek. Evet bu saldırıda Irak ordusu diye tanımlanan ve Felluce'ye saldıran ABD ordusunda Şii arap ve sünni kürt grubuna bağlı kişiler de var. ABD'nin bu amacı için Necef ve Felluce kilit bölgeler.
Sistemi kontrol edici aygıtları çok iyi şekilde analiz edip en iyi şekilde kendi amaçları için kullanıyorlar. Dünya bir büyük geçiş sürecini yaşıyor. Yüzyıllardır kendi düzenlerini Dünya'ya hakim kılmak için türlü oyunlara başvuran çevreler artık bu oyunlarını 'kısmi alenileştirme' ile birlikte yürütüyorlar. Artık hedefler, oynanan oyunlar saklanmıyor. Ama bu bir strateji değişikliğini, hedeflerinin sonlarına yaklaşmakta olduklarının ve artık bu aşamanın ancak bu düzeyde gizlilik ile yapılabilmesi şeklinde yorumlamak gerekir.Yıllarca oryantalizmle zihinler uyuşturulduğu ve algılama ve anlamlandırmada oluşan hata payları ile dünya uyutulduğu için Dünya olmadık bir çehre ile sunuldu insanlara.. Şu haberlerin veriliş tarzına bir bakın, canavarlığın kana, kar hırsına ve güce susamışlığın adı sadece 'savaş' oluyor. Zulme, baskıya, sömürüye karşı gelme, vatanını savunma ise sadece 'direnme' ile ifade ediliyor gazete ve televizyonlarda. Psikolojik enstrümanlar bu büyük oyunda her zaman çok kullanılmıştır. Yine kullanılıyor. Örneğin bu büyük saldırılara birer isim veriliyor ve "operasyon" olarak takdim ediliyor. Felluce'deki saldırı "Hayalet Öfke Operasyonu" olarak takdim edildi ama bizim basınımız bu haberi bu şekilde sunmak zorunda mı?
Şimdilerde bu alenileştirmeler sonucu insanlar daha çok sormaya başladı: "İyi de onlar güçlü nasıl karşı koyacağız, çare ne?" Evet, çareye doğru gidebilmek için önce bu kavramların arkasından çıkıp anlamlandırmaya yol almamız gerekiyor. Bu hem zihinsel hem kalbi bir süreçtir. Oryantalizmin kalıbından, medya ve sinemanın etkileşiminden çıkabilmeli ve doğruyu ve yanlışı ayırt edebilecek 'farkındalık' özelliğini kazanabilmeliyiz. Önce bu şart. Bu olmadan hiçbir şey olmaz. Amaç ise adil, barışçı ve huzurlu bir dünya kurmaktır.
MIH!!!
- Başbakanın otomobil fuarında Japonların ünlü robotu Asimo ile birlikte yürümesi ve bir ara eğilip robota bir şey söylemeye teşebbüs edip sonradan vazgeçmesi ilginçti. Ama daha ilginç olan bir şey vardı: Asimo, kendinden biriymiş gibi bakıyordu ona…
- İnönü stadına biletsiz girmeyi başaran üç suçtan sabıkalı birinin cinayeti işlediği bıcağı bir arkadaşı ona hediye etmiş. Üzerinde 'kartal arması' bulunan 27 santimlik bıçağı kim niye hediye etmiş acaba? Hediyeleşme anlayışımız ilginç… Bu kişinin cinayetten sonra maçı izlemesi ise toplumsal afazinin en büyük kanıtı. Bunda dizilerinde rolü olsa gerek…
- Şirketlerine el konulan Cem Uzan Pamukovadaki çiftliğinde her yere kamera yerleştirmiş ve uydudan da çiftliğin her yerini dakika dakika izleyebiliyormuş. Üstelik gizli bir bölmede yıllardır çiftliğe gelen herkesin kayıtlı olduğu sekiz defter bulunmuş. Zaten bu 'herşeye hakim olma' kaygısı ve paronayası değil midir, Dünya'da ki felaketlerin ana sebebi…
- Ermeniler tazminat ister, Kıbrıslı Rumlar tazminat ister, teröristler tazminat ister. Hem de olmadık oyunlarla.. Kıbrıs Rum Kesiminde eski EOKA militanı Andreas Dimitriu Türklere tecavüz ettiklerini ve yüzlercesini öldürdüklerini itiraf etmiş. Bir de biz tazmit ettirebilsek bunları…
- Almanya 2. liginde Köln lider. Essen düşmemeye oynuyor. Fransa 2. liginde Creteril sonuncu sırada. İngiltere 2. liginde Wigan, Ipsich, Sunderland ve Reading şampiyonluk mücadelesi veriyor. Emek vermeden para kazanma hırsının vardığı son nokta "İddaa" sayesinde bu bilgileri öğrenebiliyoruz şimdi. Ne… "Ya "Felluce spor mu?" Burada öyle bir takıma yer yok. Ama ABD ve İngiltere ağırlıklı karma takımın deplasmanda işgal faaliyetleri ve adam eksiltmeleri son hızla devam ediyor…
- Yeni olan Türk Lirası Ocak 1'de piyasada.. Diğerini eskittik. Şimdi sıra bunda.. Bakalım bunun ömrü kaç sene olacak?..
Tamer Soysal tsoysal@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.432 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GECE DÜŞLERİ
Düşlerimde,
Hep bilinmez bir kumsaldayım
Denizin
Kayalıklarda yankılanan ve
Hiç susmayan sesini
Ninni gibi dinler gibi
Bedenim dinlemekte.
Beyaz bir at,
Kanatsız ama dörtnala geliyor karanlık ufuktan,
Nefesi dalgalardan daha büyük,
Yelelerinden ışıklar saçıyor,
Sırtına alıyor beni.
Uykumu bölüyor tanımsızlıklar
Atımı sürüyorum geceye,
Bitiyor zaman,
Ama geçmiyor zaman
Değişiyor bir şeyler,
Hayra yormalı gördüklerimi,
Evet diyor içimdeki melek,
Bastırmaya çalışıyorum şeytanı,
Gece lambasından renkler fışkırıyor,
Yaratmalı sevgi dolu bir yarını şimdi.
Umutlu olmalı aşk,
Umutsuz olmamalı şu genç yürek,
Evet, hayra yormalı,
At murat derdi annem,
Ama saatin tik takları acımasız
Hayallerimi genlerime gizliyorum
Renklere bulaşmış kaleme
Özlemlerimi,
Yummalıyım artık
Kan çanağı gözlerimi.
Zeki Yıldırım
Yukarı
|
Allah bu kadının kocasına güç versin!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...Modelcilik uğraşısını tanıtmak, yaygınlaştırmak ve geliştirmek amacıyla, modelciler tarafından hazırlanan bu site, tüm modelcilere açıktır ve herhangi bir şekilde gelir sağlama amacı taşımamaktadır... Eğer siz de model meraklısı iseniz ve gelişmelerden haberdar olmak istiyorsanız http://www.modelci.net/index.php kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?
...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.
Yeni bir cep telefonu almak istediğinizde veya elinizdeki cep telefonunun özelliklerini merak ettiğinizde http://www.cep.gen.tr kısa yolundaki web sayfasına başvurabilirsiniz. Fiyatlara pek bakmayın :)) Ama teknik özellikleri gayet güzel toparlamışlar.
Yukarı |
|
|
|
|
|