Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 630

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Bırakın öyle seyirci gelmesin canım!


Merhabalar,

Bu hafta futbol yorumu yapmadım farkındasınız. Sanırım bizim takım yüzünden biraz burnum büyüdü. Artık o kadar kusur kadı kızında da olur, biz gibilerde ise hayda hayda olur. Ama aslında neden bu değil. Geçtiğimiz hafta yaşanan olaylar ve berbat final, arkasında hafta boyunca alınması için çalışılan polisiye önlemler derken bu hafta seyirci sayısında ki olağanüstü düşüş maçlara olan ilgiyi yerle yeksan etti. Konuşulan konular futboldan çıktı Türk insanının sosyo ekonomik irdelenmesine kadar geldi. Belki en başta yapılması gerekenler şimdi yapılmaya başladı. Bıçak ciğere girip 16 yaşındaki bir genci canından edince aklıselim galip geldi. Seyirci azalmış. Azalsın arkadaş, azalsında iyi seyirci ile kötü seyirci ayırt edilsin. Bedavacılardan, ipsiz sapsızlardan arınmış tribünleri istiyorsak eğer, geçiş döneminde bu türden boşluklara da razı olacağız. Ancak bu sabrı ve ciddiyeti sürdürürsek o gerçek taraftar gene tribünlere döner, o mabedler gene tıklım tıklım dolar hiç korkunuz olmasın. Yeter ki laf ebesi saygın spor medyası bunu içi dolu silaha çevirip oraya buraya rastgele ateş etmesin. Alınan tedbirler haklıdır ve bütünüyle uygulanmalıdır. Futbolun savaş değil sadece oyun olduğunu idrak edemeyen seyirci bırakın gelmesin, kulüplerin buna ihtiyacı mı var Allahaşkına...

Bugün bir ağırlık var üstümde. Hava değişikliği yaramadı sanırım. Gözlerim de patlamış balon gibi olmuş. 3 metre ilerideki televiyonu pötikare halinde ancak seçiyorum. İyisi mi ben gidip yatayım, yarın zinde kalkayım. Tabi giderken sizlere bir güzel şarkı dinletmek görevimiz. Güzel kemancı kızlarımızdan kurulu Bond çalıyor; Victory. Güzel bir gün dileğiyle esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Hayali Hayal Taciri ve Hayalleri Olmayan Çocuklar...

"Kendi mahzenlerimizden çıkamıyorduk. Sözü yazılmamış besteler gibiydi hayallerimiz. Konuşmuyor, konuşturulmuyorduk..."

Umut etmenin tek harfi kaldı bulmacamda, şimdi çözüyorum.
İlkokul matematik defterlerindeki bölme işlemleri gibi sağlamasını yapabilir miyiz hayatın?
Ya da bugün git yarın gel.
Ben bir ev kadınıyım. Üç çocuğum, işsiz bir kocam var. Gün boyu ev işi yapıp, geceyarılarına kadar dantel örerim. Hayatı bir televizyon camında gördüğüm dizilerde arıyorum. Bizim mahalleye hiç uğramayan hayaller peşindeyim.
Ben bir üniversite öğrencisiyim. Yarına ne kadar param kalır cepte diye düşünür uyuyamam geceleri. Uygulaması olmayan derslerde iyi notlar almaya çalışır, cebim nasıl para dolacak diye hayal kurarım.
Ben bir gece bekçisiyim. Uyumam. Uyursam kabuslar basar beni. Evdeki beş nüfusa nasıl bakarım diye geçiririm içimden. At yarışı, loto ne varsa oynarım. Umut fakirin ekmeği diye belledim ya en çok da milli piyango hayali kurarım.
Ben bir emekli telefon memuresiyim. Eşimi geçen sene kaybettim. Çocuklar büyüdü, torunlar oldu. Halim vaktim orta durumda. Kimseye muhtaç değilim. İkindinleri hava güzel olursa şöyle parklarda gezinmeyi severim. Sevinçlerim, hayallerim hep az sesli olur benim. Varsa bir şansım Almanya'ya yerleşen kızımı görmeye gitmeyi isterim. Şu sıralar tek hayalim budur benim.
Ben bir politikacıyım. Çoluk, çocuk, eş, dost hepsini ihmal etmişim. Eğer bu seçimlerden de iyi sonuç alamazsak sıfırı tüketirim.
Şimdilerde il başkanı olmayı hedefliyorum ama ayağımı kaydırmaya çalışanlarla nasıl başederim bilemem.
Ben bir sekreterim. Yeni çıkan cep telefonlarını çok beğeniyorum. Param olur olmaz almayı isterim. Sevgilimle evlensem diye hayaller kuruyorum.
Ben bir iş kadınıyım. Hırslarım var, planlarım, projelerim. Eski kocamla rakibiz. Şu sıralar O'nun da gireceği ihaleyi alsam başka bir şey istemem.
Ben bir garsonum. Kendi lokantam olsun bana yeter. Daha yeni evliyiz. Bir de oğlan bebek isterim.
Ben bir mankenim. Hep aynı kiloda kalıp, televizyona kapağı bir atsam yeter.
Ben bir müzisyenim. Şu sıralar bir albüm çıkartmaya çalışıyorum. Paralı bir yapımcı bulursam işim kolay. Sesime ve bestelerime güveniyorum. Piyasayı bilen bir yardımcı bulmaya ihtiyacım var.
Ben bir temizlikçiyim.
Ben bir bankacı
Ben bir
Ben...

Bir ses: BEN BİR HAYAL TACİRİYİM...

Biraz evvel bana umutlarına anlatan tüm yüzler sesin geldiği yere doğru bakmaya başladılar. Saatlerdir onların iç, dış tüm seslerini dinleyip önümdeki beyazlığa yazmaya çalışıyorum. Onlar ise o sesi duyar duymaz bana sırtlarını dönüyorlar.
Tüm hayalleri alt alta yazmak kolaydı. Ya onları gerçekleştirmek?
İşte bu yüzden tüm yüzler hayal tacirinin peşinden gitti. Şimdi önümdeki sayfa bomboş. Sağıma soluma bakıyorum.
Kimse kalmadı benimle konuşacak, kimse kalmadı hayalinden bahsedecek. Kimsenin bahsedecek hayali de kalmadı.
Tuhaf bir rüya sanki. Ya da gazeteler için kötü bir haber. Daha dün bir çocuk bir diğerine bıcakla saldırmış.
Yukarıda bana hayallerini anlatanlara soramam bunu, dedim ya çoktan hayal tacirinin peşinden gitti onlar.
Ya bu çocukların hayallerini kimler, neden çaldılar?
Birileri bana cevap versin...

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Ah!... Muazzez….

Adam müzik sesini ayırt ettiğinde, sandalyesini biraz sağa kaydırarak sesin geldiği yere doğru baktı. Ortada alevler içinden çıkmış bir halde görünen saçlarını sarıya boyatmış Muazzez Ersoy’u fark etti. Masada duran bardağından bir yudum rakı aldı. Bütün güzelliği ortaydı şarkıcının. Her zamanki gibi sesi yine muhteşemdi. Kemanlar müthiş bir organizasyonla şarkıya giriyor, “performansı” yükseltiyordu.

“Bilmiyorum neredesin?
Hangi yaban ellerdesin?
Aylar geçsede,
Yıllar geçsede,
Ölmeyecek bende sevgin…”

Kanun bir anda ortalığı yırtarcasına solo yapmaya başlıyor. Adam da büyük bir haz alıyor bu görsel şölenden. Hatta bazen “Tanrım” diyor… “iyi ki bu güzellikle beni buluşturdun.”

Tabi bu anda kadehini yavaş yavaş kaldırarak ve gülümseyerek Muazzez’e doğru uzatıyor.

Tam o sırada Muazzez’ de gülümsüyor… Ve adama dönmüş söylüyormuş gibi duruyor. Sanki aralarında bir şey varmış gibi… Adamın keyfi yerine gelmiş, neşesi artmıştı. Severdi Muazzez’i… kolay değil senelerdir dinliyordu onu.

“Aylar geçse de
yıllar geçse de
ölmeyecek bende sevgin…”

Adam birden durakladı… belli ki, bu sözler kendisi için söylenmişti. Şimdi göz göze gelmiş birbirlerine bakıyorlardı sanki…

Arkadaki büyük orkestranın sesleri yükseldi. Kemanlar, ritim sazlar, vurmalı çalgılar. Hep birlikte insan ruhunu bir yerden bir yere uçuracakmış şekilde çalıyorlar ve de denizdeki dalgalar gibi bir inip, bir çıkıyorlardı. Peş peşe rakı kadehleri yuvarlanıyordu.

Muazzez gülümsüyordu.

“Dön sevgili dön
dön ne olur
bekliyorum… bekleyeceğim…”

Adam rakı dolu bardağını Muazzez’e bir kez daha uzatarak kaldırdı.

Birden her taraf karanlığa büründü. Elektrikler kesilmişti. Adam söylene söylene yerinden kalktı evin mutfağında bir yerde daha önce almış ve bir yere koymuş olduğu mumu aramaya gitti.

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   Naftalin sinmiş öyküler...

"Anasına bak kızını al" demiş atalar... Haklılar... Dalıp gittiğim çocukluğumun bez bebekli günlerine... Nasıl da otururdum annemin dizinin dibine... Oturur çeyiz sandığımızda hazırladığı el işi göz nuru nakışlara nasıl da bakardık... Üç kız kardeşe paylaştırılmış bohçalar... Özene bezene katlanmış eserler... Denilse daha anlamlı... Yamalı bohçalardan bilmem kaç öykü yazılırdı... Başak da anasının kızı... "Kurt ulusuna çekermiş" doğru değil mi? İlla da elbise dikecek... Kumaş ister... Çekiştirip durur... Açtık sandığı birlikte. Şu benim çeyizim, şu ablamın. Ablası ilgisiz şimdilerde... Dört şıklı seçeneklere sıkışmış yavrucaklar. Boğuşmasa da pek o taraklarda bezi yok. Küçük evciman. Son derece. Hayırlısıyla büyüseler de. Açtık ceviz oyma sandığı. Bakıyoruz bir bir...

Her bohçanın üzerinde bir etiket... "İğne işleri", "mutfak takımı", "oyalı yazmalar", "yatak takımları"... Amannn... Ne sabır işi, ne göz nuru... Rahmetli annem "şunu da ananız öz canı için işlemiş" bakın derdi sağ olsaydı. Okuldan gelip iş güç bittimi el işleriyle uğraşmak marifetti. Yaz tatillerinde gergef başına oturur nakış işlerdik... Nakış, iğne işi, Antep işi. Biraz daha özelliklere inersem. Kartopu, ciğer deldi, çin iğnesi, kuş gözü, dolama, sarma, bebekli. Nasıl güzel isimler böyle. Hepsi de doğadan alınmış bir bir... Doğanın bez üzerine yansıması. İpek kumaşın ipliklerinin çekilerek iğneyle kuyu kazma işi. Göz, el, beyin arası bir çalışma. Büyük bir ustalık, sanat. Zevkli, paha biçilmez değerler. Sırma sabahlık. Sırma bohçalar... Tel işi yastık tepeleri... Rahmetli annemin vasiyeti... "Sırma işlerini naftalinli sandığa koyma!" sözleri kulaklarımda... Unutmuşum da bir şey olmamış naylon poşetlere sarmışım.. Yoksa batıl itikat mı? Bilemiyorum. Kararmamış olduğu gibi. Halep işli namazlıklar antika bir servet. Bilemiyorum kaç yüzyıllık. Ninem rahmetlinin ninesinden. Köşesi sararmış. Anam sağ olsaydı "şeytan götürmüş vah vah" "Ne başıma taş ! " diyerek dövünürdü.. Yıllarca bekletile bekletile insan sararır, değil ki kumaş. Peki kutnu kumaştan diktiğim sabahlığım..! Anadolu folklörünün sembolü.

Başka. Keten üzerine milyarlarca değerinde göz nuru akmış. En son damlayan nurlar benden sandığıma. Kızlarımın göz nurları? Yok onlardan eser. Devir değişmiş. Duvara asmışım karşımda. Bir etek bir bluz askılı. Başak ne kadar düğme, boncuk varsa döşemiş ilik kutusundan. Rengarenk bir gece elbisesi. Giyilmesi olanaksız. Ancak nefis bir dizgi... Babamın sesi kulaklarımda "yeter kaldır dökük saçıklarını ayaklarımıza iğne batacak...." Gözüne yazık uğraşma tavırları.. Oysa şimdi nasıl müşfik babam. Keşke yaşlanmasaydı da söylenseydi eskisi gibi. Tükenmeyen çocukluğum.! Ağzı zor kapanan sandıkla. El gün için yaratılan eserler mi? Yoksa sanat için mi eserler? Nerde o eski gelin bakmalar. Adı değişti bunların. Kermeslere dönüştü! Taş duvarlardan, taş merdivenlere trabzınla inilip takunyalarla, kınalı parmakları görüyorum şimdi sıcak bir dünyanın gerisinden.. Ilıklık bitmiş.. Savaşlar ısıtmış dünyamızı.. Sevinç, hüzün kınaları çekip gitmiş uzak diyarlara. Kınalar... Nelere kına yakardık... Gidip de dönülmeyeceklerimize... Askere, geline, damada, kurbanlık koyuna... Çoğu değerlerden dönüldü maalesef... Döneklik işlemiş içimize...

Açtık yamalı bohçamızı... İçi yama yapılacak kumaş dolu. Nur içinde yatasın anam. Devir değişti. Nerde yama nerde sen!. Nerde sümerbank basmaları..! Hepsi hayal. Aklım gitti aklım. Geçmişimin salıncak ipleri kırıldı. Başak alabildiği kadar aldı. Bohça boşaldı. Geriye yamalıklı bohça kalan. Sandığın üzerini iyice kapattık kalın bir örtüyle. Baktım ne göreyim yere düşmüş. Bir naylon dosya içinde üç öykü. İlgimi çekti. Unutmuşum neden sakladığımı.. Daldım gittim geçmişimin alacakaranlığına. Kimmiş yazan? Kime yazmış? İkisinin adını okuyamadım. Solmuş, sararmış harfler. Biri seç gel ninemin dediği gibi. Okunaklı yani. Gözüm seçmekte. Silinmemiş yazıları. Mektup yazıyor üzerinde. Onları da bırakayım olduğu yere. Öldüğümde kızlarım açtığında sandığımı demesinler ki "anamız kafayı yemiş. " Değmiş ki saklamış desinler.

Her şeye naftalin sinmiş. Oymalı sandığıma da, hayallerime de umutlarıma da naftalin sinmiş. Sevgili gibi.... Kim silecek göz yaşlarımı? Geçmişimin karanlığını usul usul sildim, silmekteyim. Ancak göz yaşlarımı.!?

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Rana Aslanbay

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


   FALA İNANMA FALSIZ DA KALMA

Sabahları burç falımı okumak gibi bir alışkanlığım var. İnansam da inanmasam da, ille de okurum onu. Bu sabah çok etkiledi beni falım, zira "bugün yaratıcılığınız fışkırıyor, mutlaka yazmalısınız" diyordu. Dikkat edin, resim yapın, beste yapın, film çevirin filan demiyor, yaz diyor.

Siz olsanız etkilenmez misiniz? KM de üç-beş yazınız çıkmış, kendinizi yazar-cık sınıfına sokmuşsunuz ve havalara girmişsiniz... Tabii hemen işi gücü bir kenara bırakıp oturdum klavye başına. Derin bir nefes alıp "hadi kızım yarat bakalım" diye de bir ivme verdim kendime. Çok kararlıyım, döktüreceğim ama ne döktüreceğim bi de onu bilsem...

Bir saat iki saat üç saat ben ekrana ekran bana bakışıp duruyoruz. Olur mu canım böyle deyip hemen KM yi açıp göz gezdirdim. Daha önceden de beğenerek okuduğum yazılardan ilham alırım belki ümidiyle, tek tek yeniden okudum hepsini. Olmadı kendi yazılarımı kurcaladım bir de. Yine olmadı. Yazıcam ama hiç bir konu gel beni yaz demiyor bugün. Güncel yazmak da cazip değil, aç gazetelerin köşe yazılarını hepsi güncel zaten. Beni kim okur ki onların yanında?

İşte şimdi gel de inan bu fallara; hani nerede fışkıran yaratıcılığım? Hıı nerede? Yalan bunlar yalan, sayfa doldurmak için uyduruyorlar işte. Kimi zaman "bugün çok dikkatli olun, yakınlarınızdan biri sizin için kötü düşünüyor" dediğinde fal, bütün günü o kötü yakını arayarak geçirmek mi lazım? Etkilenmemek mümkün değil tabii. Ben fala inanmam filan lafta kalır, herkesten şüphelenip paranoyak bir ruh hali ile, iyi geçmesi muhtemel bir günün canına okumaz mısınız? Ben yaparım bazen.

Ya da, "müjdeli bir haber" bekleye bekleye akşamı ettiğiniz olmaz mı? Benim olur bazen.

"Bugünlerde ailenizi ihmal ediyorsunuz" cümlesinin arkasından eve gidip ailedeki herkesi fazla ilgiden bunalttığınız olur mu? Benim olur bazen.

"İş hayatınızda müthiş bir ilerleme kaydedeceksiniz" cümlesine terfi almış, maaşı ikiye katlanmış gibi sevindiğiniz olmaz mı? Benim olur bazen.

Yalan ne yazık ki, hepsi yalan. Yoksa şimdi şakır şukur yazıyor olacaktım, ne harikalar yaratacaktım. Gel gör ki beynim durdu, elime kramp girdi sanki. Tek bir aklı başında cümle çıkmıyor işte.

Bu fal dedikleri nasıl da lanet bir saplantıdır, bilen vardır mutlaka. Burç murç yetmez bir de yükselen burç için didinirsiniz. Annemi az mı sorguya çektim, doğum saatimi öğrenmek için. Bununla da bitmez, hadi öğrendik diyelim, bu sefer günlük fallarda bir de yükselen burcu okumak lazım, yoksa arkandan ağlar. Bir sürü safsata da o kakalar beyninize. Hadi şimdi kalk bu işlerin aldından. Yok Çin falı, yok numeroloji, yok şu yok bu.....

Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış ya, bu da onun gibi bir şey. Hadi doğru çıktı diyelim, ertesi gün kesinlikle hatırlamazsın. Hadi çıkmadı diyelim ertesi gün onu da hatırlamazsın. Hiç duydunuz mu şunu diyen;
- 22.Ocak'ta falımda sevinçli bir haber alacaksınız diyordu, o gün dayımın kaynanasının abisinden sevinçli haber aldım.
Mümkün değil. Boşa beklemeyin, duyamazsınız. Ama 22.Ocak'ta iken o sevinçli haberi de aklınızın bir köşesi mutlaka beklemiştir.

Bir de kahve falı var tabii, belki de en önemlisi. Fincanlar kapatılır, bakacak bir uzman aranır, hatta sıraya girilip uğruna kavga bile edilir. 15-20 dakika dikkat kesilirsin, yapılan yorumlara hayatından benzerlikler bulmaya çalışırsın, hatta olumlu tahminler hemen çıksın diye, misafirlikteyken bile koşa koşa mutfağa gider fincanını yıkarsın. Eve gidene kadar kafanda kurgularsın bütün lafları....
Ama bir hafta sonra sor bakalım kendine, hangi yorumu hatırlarsın? Hiiiiç...

Çıkmıyor kardeşim bu fallar, boşuna ümitlendirmeyin beni. Hani çok yaratıcıydım bugün? Hani fışkırıyordu içimden? Akşam oldu, tık yok hala.

Yalan diyorum size, inanmayın bunlara......

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Sami Güzel


Cennet Çiçeği

Ahmed, gözlerini açtığında, babası ve annesi hemen yanıbaşında gülümsüyorlardı. Üstelik canıda yanmıyordu. " Babam.. " diye haykırdı. Babası, oğlunu kucağına, eşini koluna aldı ve yeşil bir vadiye doğru gözden kayboldular..

Üç yaşında, esmer tenli bir çocuktu Ahmed. Elma gibi yanakları, siyah ve kıvırcık saçları vardı. Babasının adı anıldığında, yanakları biraz daha kızarır, " babam gelecek, babam bana oyuncak alacak " diye hemen savunmaya geçerdi. Yaklaşık bir ay önce, soğuk bir havada bodruma gizlenmişlerdi. Dışarıdaki şenlik patlamaları yüzünden, sık sık bodruma iniyorlardı. Annesi, Ahmed' i kollarının altına almış, habire saçlarını koklayıp, öpüyordu. Bodrumda, sıkıntıyla köşeler arasında dolaşan babası, kapının delice çarpılmasıyla irkilmiş ve tüylerine kadar ürpermişti. Ardından ailesinin yanına yaklaşmış, Ahmed' in yanağına, annesinin ise alnına bir öpücük kondurmuş ve kapıya bakmaya gitmişti. Giderken, annesinin " Ali.. " diye bağırmasıyla bir an duraklamış, dokunaklı gözlerle ailesine bakmış ve sessiz olmalarını işaret ederek yukarı çıkmıştı. Babası, o günden beri geri dönmemişti. Bir gün mutlaka dönecekti, üzerinde yine kahverengi elbisesi ve elinde Ahmed için aldığı oyuncaklar olacaktı..

O gün, kahverengi elbiseli ve ellerinde oyuncak silahları olan adamları görünce çok heyecanlanmıştı Ahmed. Ufacık ayaklarıyla bahçe duvarının deliğinden onları süzdü. Hayır, babası onların arasında yoktu. Ama mutlaka babasını, tanıyor olmalıydılar. Heyecanla, bahçenin içinde dolaşmaya başladı. Viran olmuş bahçenin köşesinde, eflatun bir çiçek vardı. Koşarak çiçeğe yaklaştı ve diz çökerek oturdu. Ufacık elleriyle çiçeğe sarıldı ve onunla konuşmaya başladı :

- Sevgili çiçek, biliyorum seni kopardığım için çok üzüleceksin ama, seni amcalara hediye edeceğim. Onlarda bana, babamın yerini söyleyecekler. Biliyorsun, seni çok seviyorum, fakat babamı en çok seviyorum.

Hızlı bir hareketle çiçeği kopardı ve kapıya doğru koştu. Bu arada yine şenlikler başlamış olmalıydı, dışarıdan gürültüler ve patlama sesleri geliyordu. Bir an durakladı. Annesine de haber etmeli miydi ? Fakat haber ederse, gürültüleri duyan annesi, onu yine bodruma götürürdü. Daha fazla düşünmedi ve kapıyı açarak dışarı çıktı.

Kahverengi giysili amcalar, bir kaç metre ilerde kendilerine gelen taşlardan ve şişelerden sakınmaya çalışıyorlardı. Kısa pantolonu ve minik fanilası ile taş ve mermi kavgasının ortasına doğru koşan bir çocuk görülünce, taşlar kesildi. Ahmed, onlara yaklaşınca konuşmaya başladı :

- Amca, babamı gördünüz mü ?

Adamlar, garip gözlerle çocuğa bakınca, ufaklık arkasından çıkardığı çiçeği uzattı :

- Amca, çiçek ister misiniz, hemde rengi çok güzel ?

Kahverengi giysili adamların birinin oyuncağından çıkan kurşun, Ahmed' i yere yıktı. Ufak çocuğun, canı o kadar yanmıştı ki, yere düştüğünü bile anlamadı. Bacağından gelen kırmızı sıvıları görünce, topal arkadaşları geldi aklına. Hayır, bütün ömrünü öyle geçirmek istemiyordu. Koşmak, top oynamak istiyordu. Bacağından gelen acıya dayanamadı ve haykırmaya başladı " Anne... Anne... Anne...."

Az önce Ahmed' in çıktığı kapıdan, uzun boylu ve zayıf bir kadın fırladı. Ahmed' i, yerde kanlar içinde yatarken görünce aklı başından gitmişti. Deli gibi haykırarak, ufaklığa doğru koştu : " Yavrum.. "

Fakat, Ahmed' e ulaşamadan yaylım ateşine tutulmuştu. Bir eli yavrusuna uzanmış şekilde, yüzüstü yere kapaklandı. Birşeyler anlatmak ister gibi başını kaldırmak istedi. Yavrusunu son bir kez görmek istiyordu. Fakat acımasız kurşunların devamı vücuduna aktı ve başı ufak kan göletine gömüldü. Namlular, kadının üzerinden ayrılarak minik çocuğa yöneldi ve silahlar acımasızca bağırmaya başladılar. Ahmed' in fanilası kıpkırmızı olmuş, omuzları birbirinden ayrılmıştı. Az önceki elma yanaklı çocuktan eser kalmamıştı. Yanakları solmuş, gözleri kapanmış, vücudundan etler kopmuş, toprağa ve kana bulanmıştı. Hafif bir rüzgar esti ve Ahmed' in elindeki çiçek, masum kanların üzerine düştü..

Sami Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,608,608,608,608,608,608,608,608,60
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Belgin Eryavuz


Tutkuların İçinde Saklı Gecenin Yegane Rengi!

Bir renk düşünüyorum duygularımızı anlatacak, hislerimizi açıklamamıza yardım ederken sırrını, gizemini içimde saklayacak. Öyle bir renk olmalı ki bu, her duruma, her koşula, üzüntü, sevinç, keder ya da mutluluk tüm duygulara eşlik edecek. Öyle bir renk olmalı ki, hemen her yerde bulunacak. Her bir bakışta tonlarını konuşturacak. Bazen bir beyazla birleşip en açık halini alırken, bazen en koyusu olup, gizemi ile ağırlaşacak. Baktıkça bakası gelecek insanın; baktıkça yeni pencereler, yeni dünyalar açılacak içimde sessizce, derinden...

Baktıkça insana huzur ve dinginlik verecek, ferahlatacak içini. Arzulanacak delicesine, hep istenecek, biraz deli, biraz çılgın olacak ama masumiyetini her daim koruyacak. Uyumlu olacak, sevgiyle bakan gözlerdeki ışıltıyı heyecan damlaları ile gerisin geri verecek. Paylaşmaya açık olacak, diğer renklerle hoş alternatifler yaratacak. Gün ışığındaki tadına doyulmaz güzelliğini, gece ay ışığındaki büyüsünde hissettirecek. Öylesine alımlı bir renk olacak. Diğer renkler alınmasınlar ne olur. Ama bu duygulara en çok yakışan renktir MAVİ. Mavi hayallerin rengidir. Mavi rüyalardadır. Mavi hayallerin gerçekleşeceği tek renktir.

Başınızı kaldırıp gökyüzüne bakın bir bahar sabahı. Öyle bir mavi ile karşılaşır ki gözleriniz, tüm bedeninizi sarıp sarmalar aniden. Yüreğinizi kıpır kıpır ettiren duygularınız alevlenir, sizde evreni kucaklamak istersiniz kollarınızla evreni ve sevdiklerinizi. Bir yaz günü sahilde, minik çakıl taşları ile oynaşan denizin rengine ne demeli peki? Her bir noktada, her bir uzaklıkta değişen renk ahengi ile size kademe kademe hislerinizi konuşturmak için ön ayak olmuştur adeta. Tutkularınızın sıcaklığı tüm bedeninizi sarıp dayanamaz hale geldiğinde ise serin bir mavilik sizi yeniden doğmuş gibi yapacaktır. Yeniden doğuşun güzelliği içinizdeyken dalarsanız derinliklere daha da koyu ama bir o kadar da serin maviler karşılayacaktır sizi. Yer yer içiniz ürperse de hoşunuza gidecektir bu durum. Biraz sarhoş, biraz tutuk ama mutlu bir yorgunluktur bedeninizdeki.

Gecenin kopkoyu karanlığında yalnız bir başınıza kalırken duygularınızla, yine mavi en dayanılmaz rengi ile size eşlik edecektir masumca. İşte mavi o anda size yıldızların parıltıları ve ayın büyülü ışığı ile aslında yalnız olmadığınızı haykıracaktır sessizce. Gözleriniz yıldızlardayken, diliniz konuşmasa da konuşan yüreğinizdir o anda. Öyle gizemli bir büyü ile yollar ki mesajlarınızı sevdiğinize, aşkınıza ya da özel dostunuza. Geri dönüşlerini kalbinizde hissedersiniz yürek çarpıntılarınızla birlikte yine son derece masumca. Mavi öyle bir renktir işte. Size huzur ve dinginlik verirken, hislerinizin en güzel tercümanı olur. Gözlerinizin ışıltısı, yüreğinizin çarpıntısına eklenirken; bir avuç su uzatsa sevdiğiniz size.. Sevilen kişinin avcundan içilen bir yudum su gibi içiniz hep aydınlık kalır bu renkle. Nasıl doyamazsanız o bir avuç suya ve en güzel tatlılardan bile daha tatlı gelirse o suyu içmek; işte renklerden mavi de öyledir. Baktıkça bakasınız, daldıkça dalasınız gelir... derinlere çok daha derinlere... Taa ki hayal dünyanızın bile hayal edemediği o gerçeği yakalayana değin.

Maviliklerde huzur ve dinginliği yakalayanlar ve hayal kuranlar için...hayallerine bir gün kavuşmaları dileği ile...

Belgin Eryavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Düşülke : Celal Hikmet


"Seviyorum" Deyince Bitmişti Oyun

Bak yağmur yağıyor yine geceye... Yine insanlar sığınıyor saçak altlarına telaşla... Arabalar son sürat gidiyorlar gidecekleri yere...
Ağaçların yaprakları hışırdıyor rüzgârdan... Ve bak yağmur yağıyor geceye yine...

Ben mi?.. Beni boş ver şimdi... Sen?.. Sen ne yapıyorsun yağmur deli gibi yağarken geceye?.. Evindesindir muhtemelen, sıcacık şöminenin yanında... Elinde bir bardak viski vardır herhalde... Hani şu seyretmeye bıktığımız türk filmlerinde öyle olmuyor mu hep?.. Sevgilisini terk etmiş kız, elinde bir bardak viskiyle şöminenin başında oturup terk ettiği sevgilisini düşünmüyor mu?.. Benim seyrettiğim bütün âşk filmlerinde böyledir bu... Ama şundan eminim ki, sen o filmlerdeki pişman kızlar kadar bile beni düşünmüyorsundur... Benim ne yapıp yapmadığım ya da yaşayıp yaşamadığım bile önemli değildir senin için...

Neden önemli olsun ki?..Sen benden ayrı, benden uzakta mutluyken neden önemli olayım ki senin için?..

Önemli olmayı ben de istemem aslında... Seni mutsuz edecekse, senin huzurunu kaçıracaksa beni düşünmek, beni önemsemeni, beni düşünmeni kabul edemem... Kalbime acılarımı, âşkımı ve umudumu gömüp giderim... Arkamda bütün hayatımı adadığım seni bırakıp giderim... Ruhum geliklerini hayatla yamayıp giderim... Sen mutlu olacaksan, sen seveceksen sevmeyi, senin ruhun yaşayacaksa hayatı eskisi gibi, arkama bakmadan ve kanamadan giderim...
Umurumda bile olmaz seni sevmem ya da geceleri boş yatağa yatıp tavandaki bir noktada çakılı kalan gözlerimden süzülen yaşlar... Seninleyken yaşadığım günlerin, anıların yok olması umrumda olmaz... Kendim bile umrumda olmaz ben gittiğimde mutlu olacaksan...

Benimleyken de mutluydun aslında... Mutluyduk... Her şey tam istediğimiz gibiydi... Elimizden geleni yapıyorduk birbirimizi kırmamak ve sevmek için... Yapmacık mutluluklar yaratıyor ve bunları ustaca oyunuyorduk... Bunu yapsam kırılır mı, bunu yapmasam üzülür mü, bugün onu yanağından öpüp de uyandırsam sevinir mi diye düşünüyor ve palavradan sevgiler, mutluluklar ve alttan alışlar yaratıyorduk...

Çocuklar gibi eğleniyorduk yarattığımız yapay dünyada... İkimiz de yapmacıklığın farkında olmamıza rağmen bunu sıradan bir olaymış gibi görüp aldırış etmiyorduk...

Ve sanıyorduk ki bu sonsuza kadar böyle gidecek... Sonsuza kadar birbirimizi kandırarak ve yapmacık düşler uydurarak birbirimize, hiçbir gereksinimiz olmadan, birbirimize bağlı yaşayabileceğiz...

Ama olmadı... Sen gözümün içine baka baka "Seni seviyorum" deyince, bütün mutluluklar hüzüne, bütün sevinçler kine ve bütün yapaylıklar gerçeğe döndü...

Çünkü biliyordum bunun da o yapaylığın bir parçası olduğunu...
Biliyordum senin bunu da çocuk sevinçlerimiz ve palavradan gülüşlerimiz için yaptığını...

Ama kendi kurduğun yapay düşleri yeni kendin yıkmış ve beni de hiç acımadan, hiç umursamadan yıkıntıların altında bırakmıştın... "Seviyorum" deyince bitmişti oyun... Çünkü ben de seni seviyordum deliler gibi... Ama o yapaylıklara kurban etmek istemiyordum bunu...

Şimdi git artık... Umrumda olmaz seni sevmem... Ben yamayıp yaralarımı gerçeklerle ve kanamadan yaşarım...

Çünkü "seni seviyorum"... Gerçekten...

Celal Hikmet
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 5,885,885,885,885,885,88
              8 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.456 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


AF ÇIKAR ARTIK

Balkılanır bir ses,
Yüreğimin dehlizlerinde.
Gözlerim kaldı,
Şehrimi terkettiğin,
Ayak izlerinde.
Çarmıhta kaldım,
Yanan bir kandil isinde.
Bulurum seni bazen,
Bir cezayir menekşesinde.
Bir ömür bile beklerim,
Sana yelken açacak,
O geminin iskelesinde.
Bayram geçti,
Senden çıkmadı af,
Ne olur,
Ben de günyüzü göreyim,
Ömrümün şu son arefesinde...

Mustafa GÜRBIYIK

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Kaza geliyorum demez!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.yazamayanyazar.com
Genç arkadaşların açıp işlettiği bir edebiyat sitesi. Sıradan bir arayüz olmasına rağmen ilginç yazılarla karşılaşmak mümkün. Genç arkadaşlarımıza destek vermek boynumuzun borcu. Bana yazdıkları mesajda KM'ye benzer bir iş yapmaya çalıştıklarını ama öğrenci oldukları için seslerini pek duyuramadıklarını söylüyorlar. Bakalım Kahve Molası onlara şans getirecek mi?

http://www.sehirtiyatrolari.com/
En son ne zaman tiyatroya gittiniz? Hangi oyun, hangi sahnede, hangi tarih ve saatte gösterimde olacak bilmek istermisiniz? Ya oyunlar, oyuncular ve hatta bilet paraları hakkında bilgi almak? Perdeler açılıyor ve sizleri bekliyor. Tiyatroları yakından takip etmek için bu sayfaları inceleyebilirsiniz.

Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?

...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.0.2 [1539 KB] 98/2k/XP FREE
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Tek kelime ile harika bir resim editörü. Amatör hatta profesyonel kullanıcıya bile hitap eden oldukça özelliği bünyesinde barındıran bir program. İnsan programı kullanmaya başlayınca böyle bir programın nasıl bedava olarak dağıtıldığına akıl sır erdiremiyor. İstisnasız herkesin bilgisayarında olması gereken bir program.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041130.asp
ISSN: 1303-8923
30 Kasım 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com