|
|
|
6 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Yok kardeşim bu iş böyle olmayacak!.. |
İyi haftalar,
Bir daha 20 kilo vermeden televizyona çıkarsam sağ ayak serçe parmağımda nasır çıksın. O neydi öyle yahu? Vallahi billahi kendimden korktum. Maşallah gerdan yanak yerinde. Attila Arcan taklidimi yapıyor sandım biran. Yemin billah, 20 hadi olmadı 15 kilo vermeden bir daha bana televizyona çıkmayacağım. Teklifte bulunmayın rica edeceğim. Allahtan çekim sırasınca göğüsaltı göbek nahiyelerime inilmemiş. Ama bende boş durmamış en hımbıl halimi takınarak iki büklüm katlanmış öyle şakımışım. Oysa çekimden sonra kurum kurum kuruluyordum. Kendime ödül olarak profiterol bile ısmarlamıştım. Ellerin kırılsın emi. Yiyecek yerlerin tıkansın. Karizma iki paralık oldu. Çizildi, tava üstü kestaneye döndü. Sevgili Ayşe Köse'nin çabaları bile işe yaramamış. İkimizi aynı planda gösterdiğinde beni daraltmayı denemiş gene de ekrana sığamamışım. Yuh olsun bana. Artık bana yemek haram. 1 ayda 10, 2. ay da 10 daha verilecek ve bu iş tekrarlanacak. Sanırım Ayşe Hanım bir daha beni istemez ama ben kendi çekimimi kendim yapar eşe ahbaba dosta yollar, çizilen karizmayı onarmaya çalışırım. Yaparım be, yaparım. At oğlum at atmanın kime ne zararı var.
Sus be adam bi sus, hele bir nefes al!.. Yok, nerde? Sevgili Ayşe sorduğuna soracağına pişman olmuştur. Almışım sazı elime 5 dakika durmadan konuşmuşum. Hiç utanmamış kendim sormuş kendim cevap vermişim. Hani fırsat bulsa araya girip birşey söyleyecek ama ne mümkün. Düğünde hasbelkader mikrofonu ele geçiren yeni yetme yıldız adayı gibi bir kapmışım durdurabilene aşkolsun. Ama n'apayım hak verin artık bana. Konu Kahve Molası olunca akan sular duruyor. O kadar konuşmuşum ama daha bir sürü şeyi de söyleyememişim. Bitmez bu Kahve Molası bitmez. Bana 10 dakikalık program hiç yetmez, 3 saatlik Beyaz show ya da sabaha kadar Zaga gecesi belki keser. Neyse bu kadar gevezelikte yeter. Huzurunuzda sevgili Ayşe Köse'ye ve onun adını hatırlamadığım için kendimden utandığım cici yardımcısına, benim temsilciliğimde Kahve Molası'nı güzel programlarına konuk ettikleri için çok teşekkür ederim. Verdiğim rahatsızlıktan dolayı da özür dilerim:-)) Aslında benim görüntüyü çıkarıp miktofonda tiyatro olarak dinlerseniz fena da olmamış hani. Epeyce övünmüş, pekçok güzellikten de bahsetmeyi başarmışım. Bilmiyorum izleyebildiniz mi? Söyleşinin sonunda verdiğim haberi duymuş olduğunuzu umarım. Duymayanlar da yarını beklesinler, kocaman bir açıklama yapmaya çalışacağım.
Bu hafta anılarımızı canlandıralım istiyorum. Altmışlı, yetmişli yıllardan birkaç güzel şarkıyı seçip sizlere dinletmeyi planlıyorum. Bugünkü şarkımız bize Eurovison zevkini ve şevkini aşılayan bir melodi. Sonraki yıllarda ülkemize gelip, "Bir pantolon bir gömlek" diyerek gönüllerimizde taht kuran bir güzel sanatçı Anne Marie David söylüyor, Tu Te Reconnaitras. Hepimize güzel bir hafta diliyor, günlük diyet peksimetlerimi hazırlamak üzere mutfağa gidiyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
ERKAN
"Yine yapamadım... Gördüğün rüyanın gerçek olmadığını, senin zannettiğin adamın aslında başka bir dünya yaşadığını ve sensiz nefes alamadığımı yine söyleyemedim sana. Oysa ne kolaydı, Ömer'i iş gezisi zannettiğin yolculuk için havaalanına bıraktıktan sonra bir yerlerde çay içmeyi önerebilir ya da arabayı sahilde bir yere çekebilir, içimde kopan fırtınaları anlatıp sana benimle gelmeni söyleyebilirdim. Benimle gel ve seni nasıl sevdiğimi gözlerinle gör diyebilirdim. Belki o zaman kocanın birkaç günlük yokluğuna dayanabilesin diye seni teselli ettikten sonra benim 'ince işler'in ne alemde olduğunu o bildik ses tonunla sormaz, aylardır bir kadına açılamadığım için benimle dalga geçmezdin. Verdiğin taktiklerin aslında akla yatkın olduğunu bilmeme rağmen neden onu görünce kelimelerin yok olduğunu anlardın belki. Sırf sen mutlusun diye gerçek sandığın bir senaryoyu yaşamana neden ses çıkaramadığımı anlardın. Anlar mıydın? Hayır zannetmiyorum. Aşkın gözlerini öyle kör etmiş ki, hepsini seni elde etmek için benim uydurduğumu zannedip benden nefret ederdin o zaman. Benim seni sevdiğim kadar sen de onu seviyor musun? Ben bu sancıyla daha ne kadar yaşayabilirim bilmiyorum."
Erkan kapının ziliyle kendine geldi. Ya da kendinden uzaklaştı. Gözlerini pencereye vuran damlalardan zorlukla ayırıp televizyonun uzaktan kumandasını aradı bakışlarıyla. Çalan kapı, dağılan düşünleri ya da şu saatte gelenle mecburen yapılacak iki hoş-beşden ziyade kumandaya uzanmak için ayaklarını ortada duran, üstü ıvır zıvır dolmuş sehpadan indirmek sıktı canını. Sanki aksi olsa hep o şekilde kalacakmış gibi kumandayı sehpanın üzerine bıraktığı için kızdı kendine. Kesin ya alt komşu ya da üst komşu gelmişti. İzlemediği halde sadece evde bir ses olsun diyerek açtığı, bu nedenle sesini bir türlü ayarlayamadığı televizyon için uyaracaklardı. Ya da kapıcıydı gelen, çöpü isteyecekti. Gönülsüz adımlarla kapıya giderken düşüncelerinden kopmamak için en son ne düşündüğünü hatırlamaya çalışıyordu. Belki de uzun zamandır tek bir şey düşündüğünün farkında değildi...
Kapıda ürkek bakışlarla bekleyen adamı içeri davet etmesi, konuştukları, adama verdiği söz ve konuşurken içinde uyanan acıma hissi adam dışarı çıkıp kapı kapanınca bir rüya ya da bir film gibi silikleşmişti belleğinde. Kayıtsız bir ruh hali ile verdiği sözü unutmamak için cep telefonunun ajandasına kaydetti. "Teknoloji böyle güzel bir şey işte, insana acı çekmek için zaman kazandırıyor" dedi kendi kendine yüksek sesle.
Yatak odasına gidip yağmuru görebilmek için annesinin kendi elleriyle diktiği perdeyi açarken onu özlediğini fark etti. Bu düşünce de diğer tüm düşünceler gibi beyninde kendine yer bulamamış, bir anda kayboluvermişti. Baş ucundaki lambayı kapatıp yatağa uzandığında aklını esir alan mağrur kraliçe gelip yerine yerleşti.
"Neden sana aşık oldum diye düşünüyorum bazen. Cevabı bulamıyorum... Nerede ve nasıl başladı, ben ne zaman fark ettim, neden içimde bu kadar büyüdün anlamıyorum. Nedenleri bir bulabilsem, hem kendimi hem nedenleri sallandıracağım darağacında. Ama yapamıyorum. Beni durduran tek şey ölürsem seni bir daha görememek fikri. Öyle ya, kaç kez ziyaret edersin ki mezarımı...
Acaba ben de kocan kadar suçlu muyum? O seni başka bir kadınla aldatırken ben seninle aldatıyorum. O sen bilmeden başka bir kadına sarılıyor, ben sen bilmeden sana sarılıyorum. Bence ikimiz de aynı derecede suçluyuz. Aynı derecede aldatıyoruz seni. Seni üzmek fikri beni bana seni öldürmekle eşanlamlı gibi geliyor. Tüm bunları öğrendiğin zaman benden nefret edecek misin? Peki tüm bunları öğrenecek misin? Seni nasıl ve ne kadar çok sevdiğimi, yazdığım tüm şiirlerin aslında sana ithaf edildiğini, ömrümde ilk kez ve sadece sen yoksun diye ağladığımı bilecek misin? O zaman kuş yürüyüşünle uçar gibi yanıma gelip sarmaşık saçlarını kulaklarının arkasına hapsettikten sonra ince parmaklarınla yüzüme dokunacak mısın? Diğer elindeki ince parmaklarınla elimi tutar mısın? Belki yine ağlarım o zaman, elimi tuttuğunda yani. Ağladığımda bu kadar zayıf olduğum için benden nefret mi edersin, yoksa sarılıp beni teselli eder misin?
Seninle ilgili ne kadar az şey biliyorum. Hilal gibi bir gülüşün olduğunu biliyorum mesela. Güldüğün zaman çekik gözlerinle, hatları kalemle çizilmiş gibi belirgin dudaklarının bir elips oluşturduğunu, burnunun bu elipsin içinde hapsolduğunu biliyorum. Sonra önemli bir şey söyleyeceğin zaman önce dudaklarını ıslattığını, sonra derin bir nefes alıp karşındakine ismiyle hitap ettiğini, kısacık durakladıktan sonra tekrar derin bir nefes alıp konuya girdiğini de biliyorum. Bildiğin bir şeyi saklamaya çalıştığında sanki her şey eline tutuşturulmuş kağıt parçasında yazıyormuş gibi ellerini arkanda, belinde birleştirip sakladığını, sigarayı moralin bozukken yere bakarak içtiğini, sinirliyken sol elinde tuttuğunu, küçükken He-Man'e aşık olduğunu, Edi ve Büdü'nün anneleri olmadığı için onları evlat edinmeye karar verdiğini de biliyorum. Ve bunlar gibi gereksiz bir çok ayrıntı daha. Ama en önemlilerini bilmiyorum. Mesela ağlayacak olsam korkmuş bir çocukmuşum gibi başımı alıp göğsüne saklar mıydın? Sadece bu soru bile tüm bildiklerimi azaltıyor..."
Erkan yatakta büzüşüp ellerini karnına çektiği dizlerinin arasına sıkıştırdı. Gözlerinden süzülen damlalar hıçkırıklara dönüşmeye başladığında yağmurun sesi yeniden yükselmeye başlamıştı. "iyi" dedi kendi kendine "ağladığımı kimse duymayacak". Ablasının ölümünü haber veren telefonun çığlığıyla bölünecek olan uykusuna esir düşünceye dek aynı cümleyi tekrarladı içinden, "ağlayacak olsam, korkmuş bir çocukmuşum gibi başımı alıp göğsüne saklar mıydın?"
...
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Sebzeler, Hormonlar ve Sağlık
İlgi duyduğum diğer alanlarda bir şeyler yazarken, kendi çalışma alanımızda yazmamak olmaz diye düşünüyorum. Bir tarımcı olarak bilgimiz dahilinde olan konularda da bir diyeceğimiz olmalıdır. Herkesin, hepsinden önemlisi kendi uzmanlık alanı olmayanların konuştuğu bir konudur tarım. Erman Toroğlu ile tekrar gündeme gelen hıyarların hormonuna değinmemek olmaz değil mi sevgili dostlar.
Girdi maliyetlerin çok, bazen de girdiye göre kazandırdıklarının az olduğu ve sürekli kontrolsüz bir şekilde küçülen bir sektör olan tarım, insan sağlığını yakından ilgilendirmektedir .Öyle ki beslenme kaynaklarımızın hemen hemen tamamına yakını tarımsal ürünlerdir. Sağlık açısından en çok üzerinde durulan konu ise özellikle sebzecilikte hormon kullanımıdır. Biz tarımcıları şaşırtan olay ise bu konuda başka meslek sahiplerinin kendilerine uzatılan mikrofonu kullanarak bir şeyler söyleme gayretinde olmalarıdır.
Hormonlar deyince halkımızın aklına, sağlık düşmanı maddeler gelmektedir. Burada üzerinde durmaya çalışacağım serada sebzelere kullanılan hormonlar olup, bu maddeler gerçekten bir "öcü"mü bakalım. Hormonun önce tanımını yapacak olursak; doğal olarak bitkilerde üretilen, büyüme gibi fizyolojik olayları kontrol eden, bitkide meydana geldikleri yerden diğer bölgelere taşınabilen ve taşındıkları yerlerde de etkili olabilen organik maddelere "hormon" denir. Bu hormonların bir kısmı, bitki büyüme ve gelişimini olumlu yönde etkilediğinden uyarıcılar, diğer bir kısmı da büyüme ve gelişmeyi olumsuz yönde etkilediği için engelleyiciler diye adlandırılır.
Teknolojinin gelişimi ile birlikte zamanla bu doğal hormonların sentetikleri yapılarak, hormon etkisi yapan kimyasal maddelerin sayısı artırılmıştır. Aslında hormon etkisi yapan bu kimyasal maddelere "Bitki büyüme düzenleyicileri" denir. Yani bitkiden elde edilen doğal olanlara hormon, diğerlerine bitki büyüme düzenleyicileri deniyor.
Sebzelerde çoğunlukla kullanılan ve tartışmalara neden olan bu sentetik maddeler 4-CPA (4-Chlorophenoxy Acetic Acid.) ve BNOA (Beta-Naphthoxyacetic Acid)'dır. Bu maddeler seralarda domates, patlıcan, kabak ve kavunlara uygulanmaktadır. Bu maddeler, bahsedilen bitkilerin çiçeklerine uygulanarak bütün çiçeklerin meyve tutması sağlanır. Bu maddelerin uygulanmadığı durumlarda, sera koşullarında sıcaklık ve nem gibi olumsuz koşullarda çiçeklerin çiçek tozları, tozlama ve döllemeyi tam olarak sağlayamamakta, meyve sayısının az olmasından dolayı da verim kaybı olmaktadır.
Tartışmalar neden yapılıyor? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki tartışmalara yapanlar kimler? Televizyon ekranlarını sorumsuzca, ellerini kollarını sallayarak kullanalar diyebilir miyiz? Evet tarım camiasının yetkilileri belki fazla aktif olmadıklarından, belki de kendilerine sorulmadığından bu konularda ilk söz söyleyenler olamıyor.
Biz hormon etkili bu maddeleri çiçeklere uygulayarak, meyvenin oluşup, büyüyüp olgunlaşmasını bekliyoruz. Belli bir büyüklük ve olgunluğa gelen meyveler de toplanarak tüketicilere sunuluyor. Örneğin domateste meyvelerin toplanma süresi, hormon uygulamasından sonra haftalar sürer.
Dikkat ederseniz yukarıda hormon kullanılır diye yazdığım sebzeler arasında hıyar ve biber bulunmuyor. Bibere ve hıyara hiçbir zaman yetiştiriciliği sırasında hormon ve hormon etkili maddeler kullanılmaz. Ancak etrafımıza baktığımız zaman, insanlarımızın hala bu kadar açıklamadan sonra hıyarları hormonlu olarak bilmeleri, televizyonlarda konuşan ehliyetsiz kişilerin nasıl bir skandala imza atıllarını gösterir. Okumuş kesim olarak değerlendirilen üniversite mezunu arkadaşlarımıza bile hıyarlarda hormon olmadığını anlatmak zor oluyor.
Hıyarların çiçek yapısı itibariyle de bu maddelere ihtiyacı yok. Çünkü serada yetiştirilen hıyarların tamamı "partenokarpik" meyvelidir.
-Nedir bu partenokarpik meyve?
Çiçeklerden tozlanma ve döllenme olmadan oluşan meyvelere partenokarpik meyve denir.
-Pekala hıyarlar neden sabaha kadar büyüyor?
Takdir edersiniz ki onlarda bir canlı. Bu meyvelerdeki büyüme ağırlık artışı şeklinde değil, hücre genişlemesi şeklinde olur ve bu büyüme sınırlıdır. Bir benzetme yapacak olursak; eğer parmağınızı tam olarak keserseniz onu yerine diktirebilmek için belli bir zamana kadar süresi var değil mi? Yani hemen ölmüyor. Hıyarında bir canlı olduğu unutulmamalıdır.
Serada sebze yetiştiriciliğinde asıl önemli olan hormonlardan ziyade ilaç kalıntılarıdır. Çünkü yapılan araştırmalar göstermiştir ki hormon kalıntıları yok denecek kadar az, yani sağlık açısından herhangi bir sakıncası yoktur. Son zamanlarda iyileşmeler olsa da hastalıklara ve zararlılara karşı kontrolsüzce zehirli ilaçlar kullanılmaktadır. Ancak ilaç kalıntıları zaman zaman tehlikeli olabilmektedir. Eğer hatırlayacak olursak ihraç ettiğimiz sebzelerimiz hormon kalıntısından dolayı değil, ilaç kalıntısından dolayı geri gönderilmiştir. Üzerinde konuşulacak bir konu varsa oda ilaçlardır.
-Sebebi anlaşılamaz şekilde neden illa ki hormonlar?
Büyük ilaç firmalarını ürkütmemek yada onlardan çekinildiği için mi bahsedilmiyor? Çünkü o firmalar beşeri, tarım ve hayvan sektörünü kontrol eden dünya devi firmalar. Evet cesareti olan üç beş kuruş kazanmak için zahmetlere katlanan, fakir çiftçi kesimini de ilgilendiren bu tür spekülasyonlardan uzak durmalılar artık. Çünkü tavukta hormon var denilmesi fiyatları % 20 aşağı inmesine sebep olmuş, yani zarar etmişlerdir. Hıyarda hormon var denilmesi ise fiyatları 500 000 den 200 000 liraya indirmiş olup, bir tane hıyar tohumunu çiftçilerin 200 000 lira civarında bir fiyata satın aldıkları da unutulmuştur.
Bunlara ilave olarak aynı televizyon ekranlarından çileklerinde hormonlu oldukları söylenmiştir. Pazarlarda gördüğümüz "nal"(malum benzetme) büyüklüğündeki çileklerin, o büyüklükte olması ve tatlarının da az olması hormondan dolayı değildir. Çileğin çeşit özelliğidir ve çeşit adı da Camorosa'dır.
Televizyonların çok izlenme oranı yada kişilerin gündemde kalması için yayınlar yerine, halkımızı bilinçlendirmek için yayınlar yapılmalıdır. Şimdi soruyorum sizlere, bir pozisyonun ofsayt olduğunu ben söylersem mi inanırsınız, o söylerse mi? Diğer sorum ise şu: Hıyarda hormon yok. Bana mı inanıyorsunuz ona mı?
Sağlıklı yaşam, bilinçlenmeden geçmektedir. Bilinçli insanlarda bildiklerini konuşur. Daha duyarlı bir şekilde kendimizi bilgilendirmek dileklerimle...
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Sibel Uygun Gökteki bütün yıldızlar BENİM !.. |
|
Bilinmeyen bir adresi aramak gibiydi seni sevmek... Sokağı hiç olmayan, numarası belirsiz bir kapının gizlendiği garip hayali bir evdin sen. Terkedilmiş, tozlar arasında kalmış eşyaların bulunduğu, ışıkları yanmayan karanlığın sardığı köhne odalar... otları dizboyu olmuş bakımsız bahçe... pencerelerinden asla dışarıya bakılamayacak kadar bulanık camlar...
Gecelerin sessizliğine, korkularına kucak açarcasına ürkütücü basamakları bir bir çıkarken aklımda tek düşünce; neden buradayım?..
Neden inatla hala içeriye giymeye çabalıyorum?.. Oysa ne kadar soğuk bir hava esiyor derinlerden. Rüzgarın sesi, git dercesine kulağımda uğulduyor ... Birden kısık bir mum ışığı beliriyor... Ona doğru ilerlesem mi? Yoksa daha basamak başından geri mi dönsem?... Karar bile veremezken karanlıklardan korkularım geliyor aklıma. Derken köhne evin kapısı açılmamak üzere kapanıyor...
Evet, kapılar kapandı. Yollar çoktan daralmış. İlerlemek imkansızlaşırken, ben yolun bir ortasında kalakalmışım. Ne geri dönüş var ne de ilerlemeye yol kalmış. Çıkışı olmayan bu noktada ne yapılır bilemiyorum. Sadece başımı kaldırdığımda bana ışıltılarını sunan yıldızlar var gecemde... Her defasında sığındığım koca boşluk. Bazen düşünüyorum da; gökyüzü olmasaydı kime sığınırdım ben?..
Karanlığın ürpertici soğukluğuna rağmen, sıcacık yüreğimle sardığım gecenin yıldızları olmasaydı ne yapardım?..
Bazen başkaları onların güzelliklerini farkedip elimden alacaklar diye çok korkuyorum.
Her gece bir yıldız seçiyorum kendime. Bütün yaşadıklarımı ona anlatıyorum. Birden ben oluveriyor. Her gece bir yıldız, bir yıldız daha...şimdi, bütün gökyüzü ben oldu...
Kimse farketmeden sepetime doldurdum hepsini,
Şimdi, gökteki bütün yıldızlar BENİM !..
Sibel Uygun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KONTRA MİZANA : Tamer Soysal |
MEDENİYETLER TARİHİNDE BİR BÜYÜK SIR: PİRİ REİS VE HARİTALARI-1
Piri Reis'in Ölümünün 470. Yıldönümü Anısına Saygı ve Dua ile...
İşit şimdi haritanın halini ayan,
Yazmışımdır çok onu, ey nevcivan,
Onun için tafsil ile biz, size,
Anlattık kulak verdinse bize,
Şimdi onda şu isimler ki, var;
Onları da işit gör, gel ne var
Şehir ve kale çizgileri kızıl olur,
Issız yerler kale ile yazılır
Artık bildik haritanın ilmini açık,
Kaldı bir söz, söyleyemem onu artık...
Piri Reis (Kitab-ı Bahriye'den-1513)
2004 yılı Piri Reis'in ölüm tarihi olan 1554 yılının 470. yıldönümü... Piri Reis'in ölümünün 470. yıldönümü çeşitli etkinliklerle devlet nezdinde de anıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı "Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı" tarafından düzenlenen "Uluslararası Piri Reis Sempozyumu" ile Piri Reis'in hayatı ve çizdiği Dünya haritaları tartışıldı. Piri Reis hayatı ve çizdiği haritaları ile sadece Türkiye'de değil tüm Dünya'da ilgi ve araştırmalara konu olan bir bilim adamı..
I. Piri Reis'in hayatı ve "Kitab-ı Bahriye" adlı Büyük Eseri
Asıl adı Muhiddin Piri olan Piri Reis'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1465 ile 1470 yılları arasında doğduğu bilinmektedir. Piri Reis Gelibolu'da doğmuş ve yaşamıştır. Babası Karamanlı Hacı Mehmet'dir. Amcası Kemal Reis de ünlü bir Osmanlı Denizcisidir. Piri Reis amcası tarafından yetiştirilmiş ve Gelibolu'da devrin önemli bilginlerinden dersler alarak yetiştirilmiştir. Piri Reis daha 15 yaşlarından itibaren amcası Kemal Reis ile birlikte denizleri dolaşmaya başladı. 1487'de amcası ile birlikte İspanya'dan yardım isteyen Granada müslümanlarına yardım ettiler. 1493 yılında Sicilya, Sardunya Korsika adaları ve Fransa'nın güney kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Bu tarihlerde Akdeniz bir Türk gölü haline gelmişti ve Piri Reis denizcilikte ileri olunan bu dönemlerde bol miktarda seferlere katıldı. Piri Reis 1499 ile 1502 yılları arasında yapılan Venedik savaşında kaptanlık yaptı. Amcası Kemal Reis'in 1511 yılında Rodos'da Sen-Jan Şövalyelerine karşı girişilen savaşta şehit olması üzerine Piri Reis büyük üzüntü duydu ve Gelibolu'da yalnız bir hayat yaşamaya başladı. Ve bir yıl sonra 1513 yılında "Kitab-ı Bahriye isimli" denizcilik ve coğrafya konularında önemli bilgiler veren eserini yazdı. Piri Reis bu eserinde edindiği tecrübeleri, gezdiği yerleri döneme uzanmış diğer eserlerden de yararlanarak yazmıştır. Kitab-ı Bahriye önce "Başlangıç Bölümü" ile başlıyor ve denizcilikle ilgili genel açıklamalar yer alıyor. Daha sonra ise "Haritalar" bölümü geliyor ve bu bölümde açıklamalı olarak haritalar yer alıyor. Piri Reis bu eserini Gelibolu'da yazmıştır. Bunu Piri Reis Kitab-ı Bahriye'nin 6. sayfasında açıklamaktadır: "Bütün şekil ve açıklamalarımı Gelibolu'da bir araya topladım. Böylece bu kitap meydana geldi. Tertip ettiğim sırada Gelibolu yakınında Sultaniye ve Kilitbahir denen kalelerde idim... Kademe kademe menzil denizleri gezip dolaştıktan sonra, sonunda gelip bu kalelerde tamamladım. "
Piri Reis 1554 tarihinde vefat etmiştir. Vefatının ardındaki sır halen tam olarak bilinmemektedir. Bir görüşe göre 1522 yılında çıkılan seferde askerlerini ve gemilerinin bir kısmını Basra'da bırakarak kaçması sebebi ile Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsları yüzünden yanlış malumatlar ile Kanuni Sultan Süleyman tarafından idamına karar verilmiş ve 1554 yılında Kahire'de idam edilerek öldürülmüştür.
Devam edecek...
Tamer Soysal tsoysal@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kızıltepe
Uğur ve babası, 21 Kasım Pazar günü Mardin Kızıltepe’de güvenlik güçleri tarafından öldürüldüler. Bazı gazeteler olayı önce iki terörist ölü olarak ele geçirildi şeklinde verdi. İşin ciddiyeti sonradan anlaşıldı ve kimsenin yazamadığını yazdığını iddia eden gazetecilerimiz tarafından gündemin ilk sırasına taşındı. Sonrasında ortalarda konuyu ele almayan köşe yazarlarının listesi bile dolaşmaya başladı. Güvenlik güçleri hedef tahtasındaydı. Yargısız infazlar sürüyor, derin devlet eylemleri son sürat devam ediyordu.
ABD’nin Adana Konsolos Yardımcısı Allicia Allison, Felluce’ye bombalar yağarken insan hakları ihlalleri için incelemelerde bulunmak üzere Kızıltepe’ye hareket etti. AP heyeti, programını değiştirerek Kızıltepe’de araştırma yaptı, rapor hazırlayarak AB’nin ilgili birimlerine sunacağını belirtti. Aynı heyet daha önce Diyarbakır’dan Kürdistan olarak söz etmişti. Dış destekli sivil toplum kuruluşlarımızın raporlarında her zaman olduğu gibi ismini açıklamak istemeyen vatandaşların ağzından olay öncesi bölgede polislerin gizli araştırma yaparak gizli kamera çekimi gerçekleştirdikleri yazıldı.
Bu olayın hiçbir şekilde kabul edilmesi, hoş görülmesi mümkün değil. Ancak, henüz hiçbir şey belli olmamışken cani polis, derin devlet nidalarıyla ortalığı ayağa kaldırmanın da bir anlamı yok. Eylem hazırlığındaki teröristlerin gizlendiği yönünde bir istihbarat sonucu, ev cumhuriyet savcısının bilgisi dahilinde izlemeye alınıyor. Operasyona katılan ekip Mardin’den Kızıltepe’ye hareket ediyor. Hava kararıyor. Caddeyi aydınlatan hiçbir şey yok. Olay yeri Merkez Jandarma Komutanlığı’na yaklaşık 800 metre mesafede. Aynı yoldan her gün bu saatte bir askeri servis aracı geçiyor. Evden iki kişi çıkıyor. Caddeye doğru ilerliyorlar. Sonra Uğur ve babası öldürülüyor. Dur ihtarına uydular mı, yanlarında silah var mıydı yoksa gerçekten sonradan mı konuldu ben bilemem. Ama bu olayı devlete karşı bir silah olarak kullanarak bölgede son zamanlarda güç bela yerleştirilen huzur ortamını bozmaya çalışanlar da bilemez. Kaç metre mesafeden ateş edildiğini ben bilemem. Ama ortada henüz otopsi raporları bile yokken yarım metreden ateş edildiğini iddia eden, ve bu olayı beklenildiği gibi bir gövde gösterisine dönüştüren, terör örgütüyle devlete eşit mesafedeki siyasi parti DEHAP genel başkan yardımcısı da bilemez.
Ev aramasında şifreli bir bond çanta bulunuyor. İçinden PKK rozetleri ve Ahmet Kaymaz’la eşinin ellerinde silahlarla kırsal kesimde çekilmiş oldukları fotoğraflar çıkıyor. O fotoğrafları da derin devlet çekmediğine göre, iddiaların içi tamamen boş değil. Uğur’un öğretmeni ve komşusu Ahmet Tekin, öldürülen kişinin kendi öğrencisi bir çocuk olduğunu söylediğinde polislerin şok geçirdiğini ve tekrar tekrar emin olup olmadığını sorduklarını belirtiyor. Hiçbir zaman aklım karım ve çocuklarımdayken bir çatışmaya katılmadım. Hiçbir arkadaşım kollarımda can vermedi. Yine de, operasyon sırasında güvenlik güçlerinin ne derece sağlıklı düşünebileceklerini tahmin edebiliyorum. Bu olayda kabul edilemez bir yanlışlık yapılmıştır. Elbetteki sorumlular cezalandırılacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir güvenlik gücü mensubunun, 12 yaşındaki bir çocuğa yarım metre mesafeden ateş etmiş olabileceğine inanmıyorum.
Güneydoğuda uzun yıllar çok yanlış işler yapıldı. Bugün meydana gelen münferit bir hata, bütün bir geçmişin sabıkasıyla değerlendiriliyor. Emperyalist çevrelerin ve bunlar tarafından desteklenen bazı iç odakların, hızla toparlanan güçlü bir Türkiye istememeleri oldukça doğal. Mevcut kurumlarımız sorumlular hakkında yasaların gerektirdiği doğrultuda hareket edecek; ailenin sosyal ve ekonomik güvencesi sağlanacak ve devletimiz vatandaşının can güvenliğini sağlayamamış olmanın bedelini ödeyecektir.
Cehennemde her millet için ayrı bölüm yapılmış. Bir ziyaretçi bakmış, bütün milletlerin cehennemlerinde insanları ateşe atan zebaniler var, Türk cehenneminde yok. Nedendir diye sormuş, Türkler zaten birbirlerini ateşe atıyorlar demişler. Sorumlu davranmalı, zaten bin bir dertle uğraşırken yeni sorunlar yaratmamalıyız. Birbirimizi ateşe atmamalıyız.
Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
OLIVER ve ALEXANDER
Hollywood'un kana susamış filmlerinden 'Alexander the Great' ile de tanıştık en sonunda. Eğer Troy ve özellikle de King Arthur filmlerinin hemen peşinden gelmeseydi belki de daha büyük bir sükse yapacaktı. Bu filmi büyük bir heyecanla bekleyenler arasında epik-severler ve 'Oliver Stone'cular çoğunluktaydı. Ben King Arthur' dan hayal kırıklığı ile ayrılmış biri olarak fazla bel bağlamıyordum bu filme; özellikle de Büyük İskender'i Colin Farrell gibi sarışın olmayan ve Büyük İskender'in tarihi taslaklarına hiç benzetemediğim birinin oynayacağını öğrenmek beni üzmüştü. Ümit etmemin tek nedeni yönetmenin Oliver Stone oluşuydu.
Bir Stone fanatiği değilim, fakat kendisinin, sinemanın görselliğini kendine has bir biçimde kullanması, söze gelmeyecek birtakım duyguları ve durumları sadece görüntülerle, üstelik hakkını da vererek göz önüne getirmesi, onu eşsiz kılan bir özelliği. Bu filmin ikinci yarısındaki son büyük savaşta, yani İskender'in ölüme yakınlaştığı savaştaki o inanılmaz etkileyicilikteki sahneler bu düşüncemin bir örneği. O bölümdeki karelerin her birinin öylesine çekilmediği ve dışavurmaya çalıştığı birşeyler olduğu belli. Bu bağlamda bu savaş sahnelerini eleştirip "bunlar çok kanlı sahneler ve gençlerin ilgisini çekmek için yapılmış tipik Hollywood tuzakları" diyenlere hiç katılmıyorum. O yüzden de bu yazıya yukarıdaki gibi bir gönderme ile başladım.
Filmin tabii ki de ticari yanları var; tipik sevişme sahneleri, tipik epik film müzikleri gibi. Ama çok önemli bir tema var ki, o da İskender'in biseksüelliği. Ben Stone'dan bile bu cesareti beklemiyordum, ama Stone, cinsellik kısmına girmeden de olsa duygu bazında bir hemcins yakınlaşmasını açık açık göstermiş ve tarihi doğruları çarpıtmamış bu anlamda. Stone' u sevişme sahnesi vermemiş diye eleştirenler yanında, bir de olur mu böyle şey diye eleştirenler var, ama ikinci eleştiriye cevap vermenin bir anlamı yok herhalde. Birincisine gelince benim vereceğim yanıt şu olurdu: 'hiç yoktan iyidir'.
Colin Farrell' a gelince, yapmamam gereken birşey yapıp filme önyargı ile gitmeme rağmen, kendisinin inanılmaz oynadığını düşünüyorum. Onun yerinde yine sevdiğim bir aktör olan, daha doğrusu aktörlüğünü sevdiğim biri olan Brad Pitt olsaydı, büyük bir ihtimalle Oliver Stone'un ondan bekleyeceği delirme raddesine gelme anlarını, bakışlarında arayacağı o gerçekçi tekinsizliği veremeyecekti. (ayrıca İskender'i Brad Pitt oynasaydı, film boyunca Troy filmindeki Aşil rolüne gönderme yapacaktı ve bu da oldukça ilginç bir durum oluşturacaktı) Filmi izlemeden önce Alexander rolü Johnny Depp'e yakışır diye düşünmüştüm, ama Farrell onu aratmadı ve film boyunca o kişi artık sarıya boyalı saçları ile rol kesen bir aktör değil, İskender'in ta kendisiydi. Angelina Jolie ve Anthony Hopkins'in de rollerine oturdukları ve iyi oynadıkları düşünülürse, Alexander the Great bize King Arthur' un veremediğini verdi.
Sonuç olarak büyük bir beklentiyle gitmediğim bir filmden fazlasıyla zevk alarak çıktım. Aslında her filme fazla birşey beklemeden gitmek daha iyi olabilir gibi geliyor bana.
YANKI ENKİ
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.511 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Bir elinde sonbahar yeli
Bir elinde sonbahar yeli...
Ve şimdi sen de mi,
Yağmura terk edip beni,
Gidiyorsun,
Bir elinde sonbahar yeli...
Bir damla yağmur varsa,
Pencerende,
Yağmur oldum,
Parça parça,
Canım yandığınca...
Uzandım boylu boyunca,
Yüzen yapraklar üzerine,
Saçlarımda sonbahar yeli,
Esiyor yalnızlığımca,
Kayıp sevdalar üzerine...
Gözlerin ne kadar maviyse,
Ve bir o kadar yeşil,
Biliyorum öyle değil,
Ama bir elinde sonbahar yeli,
Ve şimdi terk edip beni,
Sen de mi gidiyorsun uzaklara,
Sen de mi?
Fehmi Can Sağlam
Yukarı
|
Kaplama değil halis mukavva kutu!..
Yukarı
|
KAHVECİLER ANKARA'DA BULUŞUYOR...
Tarih: 18 Aralık 2004 Cumartesi Saat 20:00
Yer: Neyzen (Atatürk Bulvarı 211/6 Kavaklıdere (Eski Akün Sinemasından Kızılay yönüne doğru 200 m ileride, NTV Binasının altı.) Menü:
10 çeşit serpme meze;
Ara sıcak; (hamsi tava ve hamsi köz (karışık)
Ana yemek; (Günün balığı; levrek, çupra, palamut, çinekop; o gün hangi balık gelirse ya da tavuk)
Meyve
Limitsiz içki
Fiyat: 35.000.000 TL. Nakit Ödeme. (Kredi kartı geçerli değil)
Müzik: Ney, klarnet, tumba eşliğinde yemek müziği ve TSM, Napoliten, Türkçe Pop, Grek
Neyzen'in sahibi ve şiir yorumcusu Tanju Bey şiirleriyle gecemize renk katmaya çalışacak.
Neyzen hakkında bilgi edinmek için http://www.hangibar.com/bars/barinfo.asp?barid=B355255620030708
adresinden yararlanabilirsiniz.
Katılım: Yemeğe katılma bilgisi için 16 Aralık 2004 Perşembe saat 20:00'ye kadar vaktiniz var. Bu saatten sonra ne yazık ki masa düzenlenmesi gereği başvuru kabul edilemeyecek.
Katılımcı arkadaşlar kişi sayısı belirterek, raskat380@yahoo.com ve serpil.yildiz@tubitak.gov.tr adreslerine mail yoluyla bilgi iletebilirler.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
http://www.hastayakini.com
Bir hastanız var ve ne yapacağınız konusunda kararsızsınız. Bu siteye girmeyi sakın ihmal etmeyin. Son derece ciddi hazırlanmış harika bir kaynak site. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Tabi ki işin başı sağlık. Aman ha dikkat edin bu tür aramalara ihtiyacınız olmasın.
http://www.taksim.com/
İstanbul'un gözbebeği Taksim ve çevresi ile yoğun bilgiye ulaşabileceğiniz güzel bir çalışma. Kültür sanat etkinliklerinden, sinemalara, dükkanlara kadar her konuda bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Üye olmak gerekiyor.
Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?
...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Copernic Desktop Search 1.1 [2414 KB] 98/2k/XP FREE
http://download3.copernic.com/copernicdesktopsearch.exe Bilgisayarınız için gerçek bir arama motoru istiyorsanız buyrun size en alası. Kaybettiğiniz epostaları, resimleri, yazıları veya aklınıza gelebilecek hethangibir şeyi arayıp bulmanıza yarayan çok hızlı çalışan bir program. Özellikle kalabalık bilgisayarlar için biçilmiş kaftan. Herkese tavsiye olunur. İnternette arama yapmıyor, sadece sizin bilgisayarınızı arıyor dikkatinizi çekerim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|