|
|
|
22 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Tandır Şnitzele karşı!.. |
Merhabalar,
Rüyamda duysam inanmazdım yahu. Memleketimin tutuculuktan sabıkalı başbakanı, aslan sosyal demokrat muhalefet liderini kompleksli olmakla suçluyor. "Biz memleketi sizin gibi 2. sınıf olarak görmüyoruz." diyor. Ne güzel, bravo, alkışlardan bir çelenk hepinize. Ya bir de görseydiniz halimiz niceydi demek ki. 17 Aralık eleştirildikçe, eleştirilenlerin Avrupa karşıtı yobazlar olarak algılanmasına hem de bunun memleketin dini bütün partisine mensup kişilerce yapılmasına alışmalıyız sanırım. Hele bir yol titreyin de kendinize gelin. Şu topraklar üzerinde yaşayıp refaha, adalete, hakkın korunmasına, Avrupa ölçeğinde bir ülke olmaya hayır diyecek bir tek canlı kul varmıdır ki, sen kalkıp seni eleştirenleri vatan hainliğiyle suçluyorsun. Ancak sorumlularla yapılan işten yarar sağlayacaklar arasında böylesi bir fark illaki olur. Sorumlular yaptıkları ile övünürken, diğerleri yapılanı değerlendirir gerekirse eleştirir, bu doğaldır. Çünkü olanla yetinmek kuşlara mahsustur. İnsanoğlu kafasını kullanıp neyi nasıl ne kadar alması gerekir onu tartışır. Yoksa deve kuşu gibi başını kuma gömüp dışarıda kalan kıçıyla sağa sola yellenerek sıradağları ben yarattım diye bağırmaz. Biz görevimizi yaptık. Üye ülkelerin hiçbirinde var olmayan derecede AB'ye bağlı olduğumuzu gösterdik ve önümüzdeki on yıllarca göstereceğimizi taahhüt ettik. Daha ne yapalım? Ama onlar, daha ertesi gün Fransa'da Avusturya'da sözde kankimiz İtalya'da bizi almamak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklarını dile getirdiler. Önce Kıbrıs, sonra soykırım derken daha açılmadık türlü dosyanın önümüze geleceği aşikar. Fransa'da bir sokağa Leyla Zana'nın adının verilmesini "Aman ne hoş" diye karşılayacak bir milletvekili olabilir mi o mecliste. Ama sıkıyorsa dile getirin beyler. Demem o ki, ya devlet onurumuzu ayaklar altına alıp her denilene evet deyip, ne pahasına olursa olsun bu birliğe en iyi ihtimalle "Özel Statü" ile gireceğiz, ya da elimizden gelen herşeyi yapmış, onurlu bir şekilde dimdik ayakta durmuş, çağdaş medeniyeti yakalamış ama kapıdan içeri sokulmamış bir ülkenin vatandaşı olacağız. O nedenle sorumlular kafalarını kumdan çıkarıp, sıradan insanı "Artık Avrupa'lıyız" diye uyutmadan, ayakları yere basan B planları üretmeye hemen başlamalılar.
Kandırmacaya, laf ebeliklerine kaçmadan, herşeyi olduğu gibi izah edip sonra da gereğini yapmalıyız. Keşke Gümrük Birliğine imza koyarken, bizi özel statüyle bağrınıza basın, bizi adam edin deseymişiz. Hiç olmazsa şimdiki gibi karpuz bostanında fesleğen olarak kalmazdık, birilerinin makarnasına özel sos olur, geçinir giderdik.
Dün gene gün boyu bizim havaları dinledim durdum. Gelin içlerinden birini hepbirlikte dinleyelim. Alihan Samedov çalıyor Üsküdar'a Gideriken. Yeni gün hepimize güzellikler getirsin. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
BİRDEN GİDERKEN
Birden karar verdim ve biletimi aldım yaptım bunu herşey yolunda gitti. Öyle ucuza maloldu ki uzun zamandır istediğim şeye ulaşmak...hiçbirşeyle ilgili karar almama konusunda kararlıyım, yolculukta yolcu olmak kararının dönüşsüzlüğü, tekliği, gidişin engellenemeyişi beni sindirsin istiyorum...öyle mesudum ki kelimelerle ifade edemiyorum....
Dramatik bir yaklaşım mı? evet kesinlikle öyle...
Son kararlarımı da bileti alırken verdim, birkaç kırıntı işte hayır orası değil cam kenarı olsun, evet otogarda ineceğim gibi...ve artık muavinin ne içersiniz sorusuna kadar hiçbir şey düşünmeden sadece nefes alarak devam edebilirim bir süre ...üç kii bir.
Otobüsün merdivenlerini çıktım plastik koku taşıdığı ilk biyolojik şey benmişim gibi yalancı ama kanmıyorum...az önce muavince sıkılmş sprey kokusu bana çocukluğumda annemin sakın otobüste eline kolonya döktürme nasihatinin artık modası geçmiş bir endişeden öteye gidemeyeceğini duyumsatıyor. ...Sayın yolcularımız herşey değişti biz de eksik kalamazdık elbet, firmamız siz sayın misafirlerine herşeyin en tazesini, en az kullanılmışını, en konforlusunu ve en hijyeniğini sunmaktan gurur duyar....
Ben yine de eski modadan vazgeçmiyorum o nasihatin içinde annemin bakışları vardır ne de olsa. Bu insanın rüyasında uçması ya da bir yunusun midesinde dünyayı dolaşması gibidir ve böyle bir rüya bir kere görüldü mü bir gün bunların gerçekleşeceğini bilirsiniz. Nihayetinde tüm bunlardan habersiz hain muavin kör edici kolonyasını tuttuğunda yine hayır denir. Annemin görüşünü asla alamıyacağım bu sprey kokusu içinse yorum yapmamak gerekir evet güzeldir belki ama doğru mudur?
Şimdi beni saplantılı sanacaksınız... aslında özgürlükten sıkılmamak için oynadığım bir oyun bu ...özgür olmamak için, lütfen özgür olmamak için birinin nasihat etmesini beklemek, yani taksimde dolaşırken mikrofon uzatılıp şu yukarıda anlatılanlara katılır mısınız sorusuna hayır asla bu bence kişiliksizliktir ya da aptallıktır, korkaklıktır düpedüz denen şeyi yaşamaya susamış olmak.
Erkenden oturduğum koltuğumdan dışarıyı izliyorum. Ona koltuğum dedim çünkü bu iyelik duygusu insana güven veriyor. Otobüsün kalkmasına15 dakika var dışarda insanlar valizleriyle ve sevgilileriyle çoluk cocuğu arkadaşı akrabası ile bekliyor, sigara içiyor, konuşuyorlar yani ortada üzülecek, gülünecek, sinirlenecek rahatlayacak ya da tedirgin olacak hiçbir konu yok.
Acaba oturmak için çok mu erkendi bir sigara içsemdi ya da naneli şeker alsamdı, ancak durgunluğu tercih ediyorum... hareket edersem yine bir sürü karar almam ihtimalleri değerlendirmem gerekecek. Aslında şimdiye kadar bunları bile düşünmemem gerekirdi, amacımdan uzaklaşıyorum, şöyle bir şey olmalıydı bundan sonrası
........
..........
Yine de düşünüyorum ....... sigara içmek için ....... önce koltuktan yani koltuğumdan kalkmam ve biraz önce kaldırdığım dirsekliği yani dirsekliğimi geri indirmem ve tam da koridorda yürümek üzre ayaklanmışkenn... işte tam bu noktada hiçbir sigorta poliçesinin yarışamayacağı kör talihinizle amacınızın naifliği arasındaki o garip dengeye dikkatinizi çekmek isterim... şoförümüz ki iyi bir insan, çayını içerken muaviniyle şakalaşmaktan başka amacı kalmamış yardımsever biri olması sizi kurtarmaz, apar topar otobüse binip bir başkasına park yeri konusunda yardımcı olmak isteyebilir, sâkin otobüsünüz ve konfor için tasarlanmış tüm ayrıntılar yani girinti ve çıkıntılar, atom itiş kakışmaları, plastik, cam, demir, ip, kumaş ve boya birden acımasız düşmanlara dönüşüverebilirler... Üstelik şoförün bu âni kararıyla enerjisini açığa çıkarmak için fırsat kollayan bir valiz neşe içinde bahtsız tepenize düşerken tüm olumsuzlukları cesaretlendirip, kaburga kemiklerinizi işte o az evvel kolunu dayasa insanı pek rahat ettirir dediğiniz dirseklikle buluşturmaktan başka fonksiyon hesabına geçit vermeyecek noktaya getirebilir sizi...
Artık maalesef geçtir koordinatlarınızı belirlemiş ve tam ordasınızdır ..Bundan sonra başınıza gelenlerse kepçe kulaklarını komik bulabileceğiniz bir mühendisin büyüleyici, parmak uyuşturucu, yeter artık yine mi dedirten ısrarlı kalem oynatışında tek sonuçlu bir matematik ifadesidir..Haklısınız kulakları kepçeydi ama bunun eğlendirici tarafı kalmamıştır artık...çünkü telafisi yoktur..
Uzamsal olasılıkların hepsinden uzaklaşmak demirleşip, ağırlaşıp, otobüs uzvu haline gelmek, kaosun iradesinden sıyrılmak vs., kabul ediyorum işte bunları istedim. Sakin koltuğumdan, röntgenlediğim ihtimallerin, ihtimalden gerçeğe yani âna sonra geçmişe yani hayâle dönüşlerini izledim... bir kii üç... bir kii üç... Korkak mıyım? evet kesinlikle korkağım...
10 dakika işte tüm bu düşüncelerle, hesaplamalarla, analizlerle geçtikten başka birden içimde bir ilkellik ve hayvanî terketme duygusu belirdi.Çünkü hala düşünüyordum geçmemişti hani yolculuk, yol, tek karar, tek yön. İşe yaramıyor daha iyi bir çözüm istiyorum.
Gitmeliydim madem bu kadar nasihat istiyordum annemden almalıydım .Gitmeyi, kalmayı, korkmayı sprey kokusunu, dışarda bekleyen yolcuları hepsini anlatmalıydım ve sormalıydım ...ne yapmalıyım anne?
Onu 14 senedir görmüyorum yaşlanmıştır herhalde ama elleri mermer gibidir erguvan damarlıdır değiştiklerini sanmam... Beyaz elindeki taba renkli çantayı düşündüm, anne ikonografimin en can alıcı parçalarını yani... hatta hayır düşünmedim gördüm.
Hemen bir taksiye atladım... şaşıracaksınız ama taksim meydanında tam da biraz önce kurguladığım sahne yaşanıyordu gazeteci bir kız büyük burunlu zarif ve belli ki herşeyi bilen bir adamla röportaj yapıyordu...Siz olsanız bu durumu nasıl değerlendirirsiniz ? adam konuyu anlamamış gibi bakıyordu yani dedi röportajı yapan kız diyorum ki özgürlük sizi korkutur muydu? ... benden mi yoksa içinde bulunduğum durumdan mı bahsediyorlar ama rastlantının bu kadarıysa kesin benden bahsediyorlar...henüz uyanmamış ya da yeni uyumuş olabilir miyim....ve adam evet dedi ben çekinik ve korkağımdır... oysa ki cevap bu soruya ait olamazdı...şaşırdım... ama bu da zaten herşeyi bilen biriydi ve şaşırtması gerekirdi. O zaman uykuda değilim henüz.
O' na aşık oldum, dönüşte onu bulmalıyım hijyen için yaşayan diğer çağdaşlarım gibi ajandamı çıkarıp not ediyorum, taksim meydanı saat 13:45 büyük burunlu zarif ve herşeyi bilen adam korkak ve çekinik olduğunu söyledi! konu kayıtlara bu şekilde geçti... ajandayı apar topar kapattım bunu neden böylesine hızla yaptığımı ve yazının sonuna ünlem koyduğumu bilmiyorum oysa ki zamanım vardı!!!...
Döndüğümde adam gitmiş olacak.
Düşünmek istemiyorum istemedikçe daha çok düşünüyorum, öyle ki şimdi düşündüğüm ilk şey "ne'dir"i merak ediyorum ...konuşmayı öğrenmeden önce düşündüğüm o en öğrenilmemiş düşünce neydi... beynim neyi harekete geçmeye layık buldu ilk...Yeter artık tamam bunu da anneme sormalıyım ,öyle heyecanlıyım ki....Hamfendi borcunuz 5 milyon ...
ödedim
14 sene sonra annemin karşısında çıkışım...
İçeri girdim annem ayağa kalktı hoşgeldin dedi seni beklemiyordum... bisküvi ve çay var, dışarda kar yağmıyor ama yine de herşey istediğin gibi...otur... de'di...
Konuşmayı beceremeyecek kadar duygusallaşmıştım seni seviyorum annecim diye boynuna atlasam komik olurdu sanki filmlerde bu kadar çok tekrar edilmiş birşeyi ona layık göremezdim... Merhaba anne...
Ona ayrıldığımız saniyeden itibaren ne varsa anlatmaya başladım .... zihnim zamanlar mekanlar insanlar üstüne 5 li 7li 10lu imkansız kanonlar kurdu üst üste alt alta önce hepsi baştan sonra hepsi sondan başa .. sonra bazıları baştan bazıları sondan ortadan ama tüm varyasyonlarıyla üst üste geldiklerinde, çarpıştıklarında, ayrıldıklarında, teğet geçtiklerinde ve hatta telaşlandıklarında, şaşırtıcı ve benden ayrık istemsiz bir uyumla akıp gidiyordu...Çınladım uyum için gerektiğinde tökezledim, .. anlattım anlattığıma sarıldım, didikledim, sevdim olması gerektiği gibi... herşey böylece kayıtlara geçti....
Peki nasıl gidilir ?
Gidilmez... kalışın süresiyle oynanır sadece.
Peki nasıl kalınır?
İsteyerek.
Peki nasıl istenir?
Nazikçe.
Banu Çakaloz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ALIŞKANLIKLARI VARDIR İNSAN'IN
Alışkanlıkları olur her insanın..
Tek kişik ordulara karşı mayın tarlasına dönüşü verir bazen,
Ki; mayınlar en cok hüzzamlı hudutlarda yaşadıklarından; klişeleşmiş sevgi sözcüklerinin, yalnızlığın ve yalnışlığın sınırlarını hakir gördüklerinden, kime denk gelirse ona patlarlar...
Her eve dönüşler de mecburi 'O' birisini düşünmek... İçine kocaman bir parantez acarsın ve içinde saklarsın bütün acılarını. Olmuş olanlar için başkalarının yakasına yapışmak kadar, olmamış olanlar için 'O' yakasına yapışmak saçma olur düşüncesi sarar seni ve bir parantez açmışsındır nede olsa, kimbilir ne zaman kapanacaktır.?
Eski tren garlarında intiharistan'a giden hüzünlerinle ugraşırsın bazen, O'nsuzluğun bile aynı ülkeye ilticasını büyük sütünlarla manşet duyurur gazeteler.
Kimi zaman geceleri açık büfe olur,hesaplar hep felektendir nede olsa, Oysa 'O' tokluğundur. Acıkmazlığındır. Alışkanlıklarından sonra bile olsa... Ölmüşlügünden öncedir. Hep akla durmadan küfredermişcesine 'O'gelir..
Bazende iman gibidir. Kurtuluşun yok..! Yaşadıgın şehrin beş vakit ezan kadar, seninde 'O'na ihtiyacın vardır.
Anlayacagın...
Çoğuldur 'O'
En tutulmaz yenilgilerinde bile,kalabalık kalıverir içinde..
İç cekişlerinde soysuz gel-gitlere gebedir varlığı.
Ötesi de yok zaten...
Varoluşun en güzel tarafı budur işte...
Sürekli bir yerlere çekiştirir seni hayat, ki; varolduğunu zannedesin diyedir yaşanılanlar. Hep varsındır, bazen yok oldugunu zannettigin bile olur. İstedigin an istedegin yere zaman ve mekan ayırmakasızın gidebilirsin, ama zorunda degilsin.
İçin gider sen kalırsın. Sen gidersin için kalır.
Ama 'O' hep oradadır!!!
Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 16 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kendi Olmak..
Kişinin kendi olmayı istemesi fakat bunu nasıl gerçekleştireceğini bilmemesi.. Bunalım.. Bu bunalımın aşılması için, ilk önce "kendi olmak"lığın ne olduğunu bilinmeli..
Kendi olmak, kendi eylemlerinin öznesi olmak demeye gelir. Bu da şunu söyler: bir şeyi yapmaya ya da onu yapmamaya karar verirken kişiye müdahale eden bir öteki'nin askıya alınması.
Öteki'yi askıya almak, hiç de kolay değildir; kişinin, ötekiyi askıya aldığında karşılaşacağı tabloyu kabul edebilir olup olmadığı ise tam bir bilmece. Eylemlerini çevreleyen öteki'yi askıya aldığında kişi, kendi olmayı istememedeki mutsuzluk ve karamsarlıkla karşılaşabilir. Kendi olmayı istememedeki mutsuzluk ve karamsarlık, edebiyatta sanırım en çok Goethe'nin Faust'unda karşımıza çıkıyor. Faust, ruhunu şeytana satan ünlü bir Alman büyücüdür; o, insanın yeryüzündeki alın yazını serimler. Bilgi ve güç elde etmek için günlerden bir gün, ruhunu şeytana satan Dr. Faust'un bu trajik hikayesi, "kendi olmak"lığın nasıl bir şey olduğunu dert edinen pek çok kişiye klavuz olmuştu.
Kendi olmayı isteyen, yani kendi eylemlerinin öznesi olmak için öteki'yi askıya almak isteyen kişi, öteki'yi tam anlamıyla askıya alamadığında da yine büyük bir hezimetle karşılaşacaktır. Öteki'nin "az biraz" (?) değil; tam bir biçimde askıya alınması gerekir ki, zaten budur "kendi olma"yı zorlaştıran..
Öteki tam bir biçimde askıya alındığında, kişinin karşılaştığı tablo, kendi özüdür. Bu öz, neyse odur ve kişiyi tam da o kişi yapanları içerir. Kendi olmayı isteyen kişi, işte bu öze göre eyleyen kişidir. Bu özün değişmezliği düşüncesine, başta varoluşçular olmak üzere pek çokları karşı çıkacaktır; karşı çıkmaktadır. Ne var ki, öz hakkında bunları eleştirenlerin savundukları düşünceler nesnesine pek uygun görünmüyor:
Schopenhauer der ki, bu yaz kiraz vermiş bir ağaç diğer yaz armut vermez (İstencin Özgürlüğü Üzerine; s. 69). Çünkü insanın değişmeyen bir yapısı vardır. İnsan, bu değişmeyen yapısını bilmeye çalışmakla sorumlu olsa gerek. "Varoluş özden önce gelir" demek, kişinin özünü değiştirebileceği sayıltısını yaratır ki bu, birtakım handikaplara götürür. Bu handikaplara kapı aralamamak için de kişinin kendini bilmesi gerek.
Thales'e mâl edilen "kendini bil" ilkesi ile kişinin kendi olmayı istemesi, dolayımsız bir ilişki içinde. Kendi olan kişi, istediği (istemediği bir şey söz konusu olduğunda da istememeyi istediği) bir şeyi gerçekten de kendisi istemiştir. Birşeyi yapmaya ya da yapmamaya, gerçekten de kendisi isteyerek karar vermiştir. Öteki'ne göre eyleyen bir kimsenin özgür olduğunu söylemek güç. Demek ki kişi, kendi istemesine göre eylediği oranda özgürlük kapısını aralar. Ancak kişinin her istediğini yapması anlamına gelmez bu.. Kendi olmayı istemekle özgür olmayı istemek, işte bu noktada çakışıyor: ancak kendini bilen bir insan, kendinde değiştiremeyeceği bir yapının olduğunu görüp kendini bu yapının dışına çıkmaya zorlamaması gerektiğini anladığında kendi istemelerini gerçekten de kendi istemiş ve başkasının istemesinin öznesi olmadığı oranla da özgür kişi olmuş olacaktır. Dolayısıyla kişi, kendi olmayı istemekle, aslında özgür olmayı seçmiş olur.
Ne var ki, bu noktada işler hiç de kolay olmuyor. Hangi özelliğinin bu değişmez yapının içinde yer alıp hangisinin yer almadığına karar vermek hiç de kolay değil. Schopenhauer'in örneği, oldukça yerinde görünüyor; ancak bir yaz çürük kiraz vermiş bir ağaç, başka bir yaz güzel kirazlar verebilir; özgürlük, bu ağacın kendini armut vermeye zorlamamasıdır. Ne var ki, hangi nedenle bu ağacın çürük kiraz verdiği doğru bir biçimde saptanmalı ve bu ağacın güzel kirazlar vermesi sağlanmaya çalışılmalı. Aksi taktirde yine kişi kendi olmayı başarmış olmayacak; başkalarının istemesinin öznesi haline gelecek.
Kişi, kendi olmayı istememedeki mutsuzluk riskini göze alabiliyorsa şayet yani ötekini askıya aldığında karşılaşabileceklerine katlanabilecekse buyursun derim. Çünkü öteki, aslında pek çok defa bizim kendimizde görmek istemediklerimizi ve kendi kendimizde bir türlü kabul edemediklerimizi maskeler; bir kılıf uydurur. Belki de, bu riski göze alamayanlar çokluğu nedeniyledir bugün kişilerin birbirlerine bu kadar öykünmesi. İşin kötü tarafı, bu öykünebilme hakkının adına özgürlük diyorlar..
Çok tuhaf..
Çok tuhaf..
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : İlker Özlük Günbatımında… |
|
Çocukluğum geldi aklıma, tam o sırada iki çocuk geldi karşıma, elleri birbirinin omzunda, yalın ayak yürüyorlardı özlemime, yaşları 6-7 gibi, saatte aynıydı galiba, çay bahçesi suskun, elleriyle yağmur topluyordu dışarıda, dışarıda ben, acıyan yanıma bakıyordum aslında. Ne yapsın çocuklar, o kadar sakin duruyorlardı ki birbirinin sırtında, çıtları çıkmıyordu günün batımında. Ne erken, nede geç kalmıştı güneş, öylece batıyordu işte, acıyan yanlarımın üstüne, iki çocuk bir sokak köpeğini seviyordu aslında, o kadar samimi, o kadar içten bir gülüş vardı ya yanaklarında, alıp gittim başımı yine, yine onların yaşında, başka bir mahalleye. Benden daha samimiydi çocuklar, köpeği yatırıp yanlarına, ikiside 6-7 yaşlarında, yani acıyan yanlarımda. Masumluğun en güzel duruşu duruyordu dimdik, sarmaş dolaş, ama yinede kardaş tı yokluğuma, büyümeyin çocuklar, daha 6-7 yaşlarında, yaşınız erken sevmeyin bizim sokağın, sokak köpeğini, köpekler gider siz geç kalırsınız, gün batımından erken…çocukluğuma ramak kala, dönerim, döner yalnızlığım dayanamaz, bende kalırım sizinle,sizinle dolaşırım diyar diyar, yine de dayanamam dönerim sizinle, sizi eve bırakmak için…
Şimdilerde çocukların bazıları, gerçek olan değerler doğrultusunda, kan çektiğinden midir? Nedir, eskisi gibi hareket ediyor. Siz benim eskisi gibi dediğime bakmayın, saf ve temiz bir çocukluktur benim demek istediğim, onun için bir şiir var, aklımda, aslında yanımda, yirmi iki seferberliğini anlatıyor, şiir ilginçtir ki, gerçek dostluk ve vatan sevgisinin altını çiziyor, şiir aslında, Kamil UĞURLU’ya ait fakat, işin gerçeği, ben bu şiiri değer verdiğim insan olan Nevzat ŞENOL’dan dinledim ben şiiri çok beğendiğim için aynen yazmak istiyorum…
ARİF ÇAVUŞ
Anlatır, anlatır bunu anlatırdı.
O, benim yaşımdayken ben yedi yaşımdayken. Anlattığı, Diyarbakır’dı, yanında ben, sağ yanımızda Göksu, o, Göksu’ya Dicle diye bakardı. Bazen gözleri yağmur bulutu, elleri ile şimşek çakardı. Arada birde gülerdi, neden gülerdi bilmem. Yirmi iki seferberliğinde, sene üç yüz otuz sekizde, hepsi bir avuç acemi asker, ayrı ve uzak dünyalardan hepsi bir akran. Necip efendi, emmisinin oğlu çelebi, kısa ve bağdem bıyıklarıyla bütün dergahları gezmiş, Pirlepeli İbrahim, dağdan inme bir azman yüzyıllık çınar gibi, amma can olan, yedikleri, içtikleri ayrı gitmezmiş, bütün bunları derdi. Arada bir de gülerdi, neden gülerdi bilmem. Asker başık bozuk dolaşırmış cumartesiye, bütün caddeler terden, hasretten… Bazen taş atarlarmış Dicle’ye, ardından bakarlarmış sekecek mi? Diye, oda sekermiş… Bazen canları tatlı çekermiş.
Dükkanların camları sini-sini baklava yiyemezlermiş… Bunu böylece derdi.
Arada birde gülerdi. Neden gülerdi bilmem. Diyarbakır şad akar, kimi meler gibi türkü çağırır. Yavruyu çağıran mayalar gibi kiminin türküsü ağlar gibi.
Urfa Mardin’e bakar, Konya’nın dikenleri leylim ley, gül olmuş kokar. Dicle dediğin deli bozuk bir nehir, durmaz akarmış. Akşam olanda, derdi bizim kışla kilitlenir. Kimi mektuba oturur mor menekşeli, kimisi de bitlenir.
Pirlepeli uğrun-uğrun ağlarmış. Bütün bunları derdi, arada birde gülerdi.
Neden gülerdi bilmem. Yirmi iki seferberliğinde on sekizliler, hepsi bir avuç nefer, seferberdi. Çoğu evine dönemedi başını okşamak için sarı oğlanın. Vatanı kurtarmak yetmedi. Ve kimse de şikayet etmedi. Anlatır, anlatır, bunu anlatırdı. O benim yaşımdayken, ben yedi yaşındayken, “ben göçende hatırlarsın derdi”, arada birde gülerdi, neden gülerdi bilmem…
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.013 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
ÇOK UZUN BİR GÜNDÜ AŞKA DÖNÜYORDUM
Çok uzun bir gündü aşka dönüyordum
Çok uzun, yavrum, çok uzun seni sevmekten
İşte diyordum ilk öpüş işte masmavi yarığın
İşte yedisi sabahın ve ıslak ağzının
İşte eski bir otu kasıklarının ve karnının
İşte dilinin getirdikleri işte ormanlarım
İşte döşekte çırılçıplak upuzun uyanışın
İşte kayaya vuran eski gölgen eski sesin
İşte o ağzındaki esmer kuş o yaban ırmak
Kal öyle diyordum böyle anadan doğma iç içe
Kal öyle ilkin orandan öpeceğim diyordum
Aşk ki karadır tek heceli bir sözcüktür
İşte tam böyle, sevdalım, tam böyle diyordum
İlhan BERK
Yukarı
|
Sarı sarışını çekmiş!..
Yukarı
|
ANKARA EKİN TİYATROSU 15 YAŞINDA!
13 Aralık gecesi yapılacak olan Emret Bakanım (Helikopter) adlı oyunumun galası için Ankara'ya gittim...Gerçi söz konusu oyunu geçtiğimiz ay Çorlu turnesinde izlemiştim ancak, Ankara Ekin Tiyatrosu'nun kuruluşunun l5 inci yılına rastlaması nedeniyle tiyatronun kurucusu Sevgili Faruk Güvenç'in ısrarlı çağrısı karşısında gitmemem düşünülemezdi. Çünkü söz konusu kutlamayı çok önemsiyordu Faruk...Nasıl önemsemesin ki? 13 Aralık l989 günü kuruluşunu gerçekleştirdiği Ankara Ekin Tiyatrosu, bütün güçlüklere karşın tam on beş yıl kesintisiz olarak sürdürmeyi başarmıştı sanat yaşamını.. Özel tiyatroların nasıl bir savaşım verdiğini bilen bizim gibi insanlar, bunun ne kadar önemli olduğunun ayırdındayız kuşkusuz...
Ankara Ekin Tiyatrosu bu on beş yıl içinde l8'i Türk yazarlarına ait olmak üzere 24 oyun sergiledi... Hangi koşullarda mı? Her yılın en az 90 gününü turnelerle Anadolu'da geçirerek, toplam l350 eder gün sayısı bu on beş yılda..Bu on beş yıl içinde yaklaşık 4000 kez perde açtı... Yaz-kış, yağmur-çamur demeden, en güç koşullarda Orhan Asena, Erhan Gökgücü, Aziz Nesin, Tuncer Cücenoğlu, Haluk Işık, Dario Fo vb. bir çok yazarın oyunları sahnelendi Ankara'da ve Türkiye'nin en uzak köşelerinde...
* * * *
Başta Sayın Ecevit'ler olmak üzere, eski Kültür Bakanı Istemihan Talay, eğitimci Hüseyin Hüsnü Tekışık, hep hayranlık ve saygı duyduğum Imren Aykut, Uluç Gürkan, Nurettin Sözen, Mustafa Gazalcı, Yekta Güngör Özden, Atila Sav, eğitimci dostumMehmet Açıktan, A.Ü.D.T.C Fakültesi Lehçe Bölümü'nden dostum Doç Dr. Neşe Yüce, bu tiyatroya katkılarını hiç esirgemeyen Devlet Tiyatrosu'ndan dostlarım Mine Acar, Murat Atak, Adnan Başer ve benzeri kişilerin katıldığı görkemli gecede hazin olan durum, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı olmasına rağmen, bütün gücüyle bu tiyatronun yaşaması için çaba gösteren dostlarımdan Sabri Özmener'in sahneye çıkıp, artık tiyatronun kapanacağı gerçeğini açıklaması oldu... Gerekçe mi? Belli değil mi? Ekonomik durum... Tiyatronun, kirasını ödemekte güçlük çekmesi nedeniyle Mahkeme kararıyla bu ay sonunda Merkezden çıkartılacak olması... Yani l Ocak 2005 tarihinde yeni yıla bir eksik tiyatroyla gireceğiz... Ne acıklı bir durum...
İlk ağızda ödenmesi gereken paraya gelince yalnızca l50 milyar lira...
Yani İstanbul'da Beşiktaş'ta bir daire parası...
Oysa bir mezbelelikten bir Kültür Merkezi yapmayı başarmıştır Faruk dostumuz... Gene bir şıklık yaparak her koltuğa tiyatroya emeği geçen tiyatrocuların adlarını da vermiştir... Parası olsaydı aksatır mıydı kirasını? Üstelik Faruk o kadar titizdir ki para işlerinde, kendi örneğimi vererek bu savımı açıklamakta yarar var galiba...
Oyunumu ilk kez geçen sezon oynamaya başladılar...Oyun sahnelenmeye başlandığında kendisine : "Özel tiyatroların sıkıntılarını biliyorum Faruk... Telif için kendini zorlama... Borçlarını bitirdikten sonra yollarsın..Gönderemesen de canın sağ olsun.. Önemli olan tiyatronun yaşamasıdır...." dememe karşın titizlikle her hafta sonunda göndermiştir telifimi... Işte böyle yazarına, telif hakkına saygılı bir arkadaştır Faruk Güvenç...
* * * *
Bu tiyatro yaşamalıdır....
Çünkü Parlamentoların sustuğu anlarda bile tiyatrolar muhalefet görevlerini yapıp susmazlar. Onlar da susmak zorunda kalırlarsa, daha mı eksiksiz olacaktır bu ülkede her şey...
Çözümü de kolay görünüyor bu işin bana...
Salonun koltuk sayısı sanırım 300 ...
Öncelikle yazarların özel tiyatrolara sahip çıkması gerektiğinin bilinciyle ben bu koltuklardan bir tanesini 2 milyar Türk lirası verip satın alıyorum bu satırları yazdığım sırada... Ve Faruk'un hesabına, bu parayı gönderiyorum hemen şimdi.
Zaten o gece başta Hüseyin Hüsnü Tekışık, eşi ve kendisi için 5 milyar Türk lirası verip iki koltuğu satın alarak başlatmıştı kampanyayı... Birkaç milletvekili de aynı şeyi yaptı o gece...
CHP ve DSP yetkilileri ise gereğini yapacaklarını müjdelediler gene o gece...
* * * *
Ciddi kuruluşları, siyasileri, sivil toplum örgütlerini ve halkımızı Ekin Kültür Merkezi'nden ay sonuna kadar, gecikmeden birer koltuk almaya çağırıyorum...
Yok mu 70 milyonluk bir ülkede önemli bir özel tiyatronun yaşaması için birer koltuk alacak 250-300 kişi?
Benim inancım, halkımızın tiyatrosuna sahip çıkacağı yönündedir...
Bakalım hep birlikte göreceğiz bunu...
Tuncer CÜCENOĞLU
tcucenoglu@yahoo.com
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
http://european-convention.eu.int/docs/Treaty/850TR.pdf AB'ye ömrümüz vefa ederde girersek uymak zorunda kalacağımız bir Anayasası var. 253 sayfalık bu anayasanın yetkililerce Türkçeye çevrilmiş halini bu adreste bulabilirsinzi. Fırsat buldukça karıştırmakta yarar var.
İnternet üzerinden şahsi eşyalarınızı satmak veya 2. el ürün almak için http://www.sahibinden.com web sayfasını kullanmanızı tavsiye edebilirim. Herhangibir ücret ödemeden üye olup her türlü ilan ve alışveriş için gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Ama ne olursa olsun iyi bir tüketici olarak temkinli davranmayı sakın ihmal etmeyin.
Flash animasyonlar konusunda http://www.animaturk.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Web sayfalarının tamamen tanıdık ve Tükçe olması sizler için bir avantaj. Eğlencelik oyunlar, filmler ve e-kart'lar için bu kısayolu tıklayabilirsiniz.
Orda bir Erciş var uzakta http://www.ercis.net ...Bu sitedeki amaç, Erciş'in ve Ercişli’nin tanıtımına katkıda bulunmak. Anadolu kentlerinin içinde bir çok tarihi ve kültürü zengin kentler mevcut. O kentler zaten biliniyor ve ziyaretçi çekiyordur. Erciş bu kentler arasinda hakikaten kendisini ortaya çıkartamamış, bazi nedenlerden dolayı ihmal edilmiş bir kent...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
cam2pc - Freeware 4.5.0 [3924 KB] 98/2k/XP FREE
ftp://ftp2.nabocorp.com/nabocorp/cam2pc-free.exe Dijital kameranız için olmazsa olmaz programlardan biri daha. Makinadaki fotoları otomatik klasörler açarak içine yerleştiren, görerek çalışabileceğiniz çok hoş ve kolay bir program. Makinaların içinde gelen orjinal programlara harika bir alternatif.
Yukarı
|
|
|
|
|
|