Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 653

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Tencere dibin kara seninki benden kara...


İyi seneler,

Yok ben adam olmayacağım. Geçen sene hasta hasta saat 23:00 sularında uyumuş olarak yeni yılı karşılamıştım, bu sefer maşallah dipdiri olduğum halde gene televizyon karşısında uyuklayarak girdim yeniyıla. Ve itiraf ediyorum tek damla alkol geçmedi boğazımdan. Sakın ola bunun kutladığım alternatif yılbaşı nedeniyle olduğu sanılmasın. Ben ne spor salonunda haremlik selamlık oturup tombalada Umre seyahati kazanmayı bekledim ne de temsili Kabe tavaf ederek girdim yeni yıla. Cuma namazında Diyanet imzalı "Yeniyılı kutlamayın" hutbesini de dinlemedim. Safranbolu'ya gidip yılbaşını ATM'den çekeceğim 600YTL'yi gazetecilere dağıtarak kutlamak gibi bir lüksüm de olamayacağına göre, ben bana uygun olanını yaptım. Evde yan gelip yattım. Benimkisi özgür irademle seçtiğim bir tören biçimiydi. Yoksa herkesten daha sevinçle girdim yeni yıla. Çünkü 2005 için çok güzel planlarım var. Yarısını gerçekleştirsem yeter de artar bana.

Buruk girdik bu yıla. Binlerce kilometre ötede olmasına rağmen teknolojinin nimetleri sayesinde evimizin içinde yaşayıp izlediğimiz bir felaket tüm neşemizi alıp götürdü. Hele bizler gibi olası bir kocaman depremin gölgesinde yaşayanlar için çok daha iç karartıcıydı durum. Resmi rakamlara göre şimdiden 150 bine ulaşan ölü sayısının bir rivayete göre 400 bine ulaşması işten bile değil. Bu korkunç ötesi birşey. Bunu hayal etmek bile imkansız. Hoş böyle birşey hayal edilir mi? Acaba şu felaketlerin nedenini araştırıp bulmak için karakutu yöntemi kullanılabilir mi? Ne bileyim aklıma geldi işte. İlk şoku atlattıktan sonra duyduklarımızı biraraya getirdiğimizde ortaya çıkan manzara en az felaketin kendisi kadar korkunç. Ve bu sefer benim bu gibi durumlarda işi Allaha havale etmekten başka çaresi olmayan güzel memleketimin de bu işle hiç bir ilişkisi yok. Olaydan en fazla etkilenen ülkelerden biri bilgisayar dünyasını elinde tutan Hindistan. İletişim yazılımlarının geliştirildiği, uzay teknolojisinin yazıldığı merkez. Dibinde Japonlar, turizmin beşiği, milyonlarca Dünya vatandaşına ev sahipliği eden Maldivler, Phuket,vs. Ağa babamızın bir koca ada üssü, üssünde binlerce adamı, etrafta koca koca gemileri cabası. Deprem oluyor tamam. Ama deprem denizde oluyor ve direkt depremden etkilenen yerler fazla değil. Oysa asıl felaket depremin ardından en erken 2 saat sonra bağıra bağıra, ben geliyorum ahali diye diye geliyor. Tek bir haber uçurulmamış, uyarılmamış milyonlarca kişi başlarına geleceklerden habersiz işinde gücünde eğlencesinde yakalanıyor. En erken 2 saat sonra! Tam 8 saat sonra dalganın vardığı ve binlerce kişinin öldüğü kıyılar bile var. Yuhhhh. Nerede teknoloji? Hani iletişim? Yok mu bir erken uyarı sistemi? Hadi o yok belediye hoparlörünüzde mi yok? Biz depremi 30 saniye önce haber alırsak kurtulabilir miyiz talimleri yapaduralım, elalem 2 saat sonra bile birşey yapamamanın acizliğini, felaketin soğukluğunu yaşıyor. Yazıklar olsun böyle teknoloji kullanımına. Global Dünya öyle mi? Bir felaket anında bile uyarma görevini yerine getiremeyen glabalizmin içine tükürülmeli ancak. Japonya'nın bu depremi gerçek zamanlı takip edip, masaüstünde simülasyon yapıp, kaç metrelik dalgalarla kaç kişinin öleceğinin hesabını yapmadığını bir Allahın kulu söyleyebilir mi? Ve şimdi ayıplarını örtmek ve belki günah çıkartmak için bölgeye 500 milyon dolar yolluyorlar. Hiç sevmem ama beylik bir lafımız vardır. Üstümüze çok geldiklerinde en milliyetçi tavrımızı takınır, en Cüneyt Türel sesimizle "Türkün Türkten başka dostu yok" deriz. He valla, şimdi Endonezyalı çıkıp "Endonezyalının Endonezyalıdan başka dostu yok" dese haklı değil mi? Globalizm, teknoloji falan hepsi palavra. İşin ucunda para varsa kim takar küreyi silindiri. Şimdi kalkıp ben "Bu herifler müteahhitlerine yeni iş alanları açılsın diye seslerini çıkarmayıp seyretmekle yetindiler" desem kaçınız karşı çıkabilir?

Yeni yıl nedeniyle yolladığınız yüzlerce mesaja çok teşekkür ederim. İlk defa tek tek cevap vermekte zorlandım. Umarım bana kızmamışsınızdır. Ben tekrar teşekkür ediyor, benim ve Kahve Molası için dilediklerinizin bin misli sizlerin olsun diyorum. Sağolun varolun. Bugün gene benim favori müzik ustalarımdan birinin bir şarkısını çalmak istiyorum sizlere. Alihan Samedov'dan Aygız. Hepinize yeni yılın bu ilk çalışma gününde en iyi dileklerimi yolluyor, yıl boyunca sağlık, başarı ve huzur diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

7 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Erdinç

Oradan oraya koşturan ayak sesleri, inceden ağlayan bir kadın sesi, anlayamadığı mırıltılı konuşmalar,durmadan açılıp kapanan kapılar ve dışarıda bir şeylerden sinirini çıkarmaya çalışırcasına yağan bir yağmurla uyanmıştı. Böyle gecelerde sanki hiçbirini duymamış gibi küçücük vücudunu yorganın altına saklayıp olduğu yerde kalması gerektiğini çoktan öğrenmişti. Günün ya da gecenin herhangi bir saatinde eve gelen doktorlara ve bu koşuşturmalı gürültülere o kadar alışmıştı ki artık bunu yapması hiç zor olmuyordu. Hatta böyle zamanlarda kendini avutacak hikayeler uydurmayı bile öğrenmişti kendi kendine. Yarın babasıyla fotoğraf çektirmeye gidecekti. Kahverengi pantolonunu ve siyah kazağını giymeliydi. 2B'deki İnci o kazağı giyince çok yakışıklı olduğunu söylemişti. O zaman kazağı annesinin geçen sene ördüğünü, büyük geldiği için giyemediğini ama şimdi büyüdüğü için rahatlıkla giyebildiğini anlatmıştı. Hem fotoğrafı ona da gösterirdi, o zaman belki İnci yine yakışıklı olduğunu söylerdi ona. Annesi de, teyzeleri de hep yakışıklı olduğunu söylüyordu ama İnci'nin söylemesi nedense daha çok hoşuna gidiyordu. Sonra birlikte oyun oynarlardı. Oynayacakları oyunlarla ilgili hayalleri dayısının odaya girmesi ile yarıda kesildi.

- Erdinç, uyandın mı oğlum?
Doktorun, anneannesinin ve alt katta oturan teyzesinin günün her saatinde evde olmasına alışkındı ama dayısını görmek şaşırtmıştı onu. Sesle irkilip yatağında doğruldu. "hadi ortak biz aşağı gidip orada uyuyalım" Yorganın altına saklanıp uyuyormuş gibi yapmaya ne kadar alışkınsa gidip teyzesinin evinde uyumak o kadar yabancıydı. Anlayamadığı bir şey korkutmuştu onu. Dayısının kucağında, kapıdan çıkarken kızarmış gözlerle kendisini seyreden babasına ışıktan kamaşan gözlerini kırpıştırarak "baba yarın fotoğraf çektirmeye gidelim mi?" diyecek kadar zamanı olmuştu ancak. Minik yüreği ölüm, kanser ve şimdi hangilerinin söylendiğini hatırlamadığı onca kelimenin ne anlama geldiğini çözememişti, ertesi sabah tek anladığı annesini bir daha göremeyecek olduğuydu. Yine de kahverengi pantolonu ve siyah kazağını giydirip onu fotoğrafçıya götüren babasının ne denli olağan üstü bir şey yaptığını, daha önce hiç kimsede görmediği üzgün bakışlarından o zaman bile anlamıştı. Şimdi ne zaman bu fotoğrafa baksa sanki kendini değil de babasının o günkü bakışlarını görüyordu.

İçine düştüğü bir su birikintisinden zıplayıp kurtulmak ister gibi aniden başını çevirince tıpkı o geceki gibi yağan yağmurla tekrar yüzleşti. Kendine ve o gecenin hayaline biraz yabancılaşmayı başarınca tekrar fotoğrafa döndü. Çocuk aklı anlayamadığı onca şeyin arasından düşünmek için resmi İnci'ye göstermek fikrini seçmiş, bu düşüncenin sevinciyle gülümsemişti resimde. "O zaman da gülünce sağ gözüm şehla bakıyormuş, 25 senedir bir tek bu değişmedi herhalde" diye düşündü.

İnce bir gülümsemeyle tekrar fotoğrafların olduğu kutuya uzandı. Yıllardır ertelediği düzenleme işini tamamlamak için oturmuştu başına ama bu seferde geçmişinin içinde gezinip, toparlama işini yine erteleyeceğinin farkındaydı. Karmakarışık yığının içinden eline lise mezuniyet törenindeki fotoğrafı geldi. O zamanlardaki kız arkadaşına sarılmış, tam kepini fırlatmak üzereyken babası çekmişti bu resmi. En yakın arkadaşları da kadraja girmiş, yan taraftan kahkahalarla bakıyorlardı. Törende de ayrılmamış, basketbol takımı gibi hep beraber dolaşmışlardı. Herkesin ağzı kulaklarında, eğlendikleri ve hatta mutlu oldukları gözlerinden okunan 4 genç adamın sesini duyuyormuş gibi hissetti kendini. O gün yemin etmişlerdi, hepsi doktor olup hastane kuracaklar, paraya para demeyecekler ve her sene aynı gün ortaklıklarını kutlayacaklardı.

Ve bir düğün fotoğrafı… "Gelinle ilk ben dans edeceğim" yarışmasında galibiyeti damada kaptırmış olsa da ikinci olmanın sevinciyle diğer rakiplerinin damarına basmaktan geri kalmamıştı. Hatta ilerde tekrar hava atabilmek için dans ederken özellikle resim çektirmişti. Gelin hanımı ilk dans için ikna edememişti ama ikinci dans için rüşvet olarak hediye ettiği bibloları hala salonun en kıymetli yerinde gördükçe gülümsemekten kendini alamıyordu. Üzerinde damatlıklarla jönleri bile sollayan Ömer liseden arkadaşıydı, karısıyla üniversitede tanışmış, "ben tıpçı sevgili istemem" diyen 'TeVeci' kızı ikna etmek için onları da araya sokup uluslar arası çete oluşturmuştu. Hatta paraya kıyıp "Abi sizin oralılar pek romantik olur, destek verinde tavlayayım şu kızı" diye Fransa'ya telefon bile etmişti. Birbirlerine o kadar aşıklardı ki, atılan iki imzanın 7 senelik bir ilişkiyi 7 ay bile taşıyamamasına inanamıyordu Erdinç. Kendi kendine "Ömer gibi bir adam böyle bir kadını niye aldatır ki?" diye sormadan edemedi. Cevabı bilmiyordu, aslında bilmek de istemiyordu. Ömer'le aynı hastanede çalışmalarına rağmen son zamanlarda ondan çok karısıyla görüşmesi de bundandı.

Kutuya uzanan elini geri çekerken farkında olmadan "aa ninem" dedi yüksek sesle. Anneannesi ve dedesi yan yana oturmuş, ikisi de ellerini kucaklarında birleştirmiş, birbirine yabancı iki insan gibi bakışları yerde poz vermişler. O fotoğrafı çekebilmek için az dil dökmemişti ninesine. Ayıp olur diyerek dedesiyle poz vermeyi ısrarla reddeden kadıncağızı ikna etmek için bütün kuzenlerinin araya girmesi gerekmişti. Ninesini 6 yıl önce, o hala Fransa'dayken kaybetmişti, dedesi ise geçen yıl gitmişti yanına. Onlara geldiğinde, vakit akşama yaklaşınca 'deden gelir şimdi' diyerek aceleyle yola koyulduğunu anımsayıp "şimdi de beraberler mi acaba" diye geçirdi içinden.

Bir sonraki resimde kolunu en yakın arkadaşının omzuna atmış, önemli bir konu hakkında konuştukları belli. Resmi ne konuştuklarını anlamayan Rus arkadaşları habersiz çekmişti. O saatte Erkan'ın odasında olması şans mı, yoksa şanssızlık mı bir türlü karar verememişti. Resme bakarken gecenin yarısında çalan telefonun sesini tekrar duyar gibi oldu.

- Erdinç?
- Aaa baba hayırdır ya bu saatte? Birden kalbinin daha hızlı atmaya başladığını fark etti. Saat farkını da dikkate alırsa Türkiye'de sabahın üçü falan olmalıydı. Her ne kadar 'hayırdır' dese de bu saatte gelen bir telefonun hayra alamet olmayacağını o da hissetmişti.
- Nerdesiniz oğlum bu saate kadar?
- Ya sana bahsettiğim Fransız bir kız vardı hani, onun doğum günüydü bu gün, 1 saat falan oluyor geleli. N'oldu ki?
- Erkan yanında mı?
- Yok odasında.
- Mustafa Amcan kalp krizi geçirdi, Erkan gelse iyi olur. Hatta sen de gel istersen.

Kötü haberin sahibi kendisiymiş gibi dizleri titredi. Lisenin ikinci sınıfından beri aynı sitede oturuyorlardı. Annesizliğini hissetmesin diye Erkan'ın annesi kadar babası da onu kendi evlatları saymış, oğullarından ayırmamışlardı. Baba yarısı bildiği Mustafa Amca'sını kaybetmek fikri ile bunu arkadaşına nasıl söyleyeceği fikri onu bir boğmak için yarışır gibiydi.
- Daha bu sabah konuştular…
- Akşam üstü olmuş. Beni de eve gelince aradılar.
- Nasıl durumu?
- Pek iyi değil, siz yarın atlayın uçağa gelin. İstersen söyleme Erkan'a.
- Ne diyeceğim peki?
- Ne bileyim, hastaymış falan de.
- Olmaz baba, inanmaz.
- Telefonu aktar, ben konuşayım istersen.
- Yok ben giderim şimdi odasına.
- Paranız var mı?
- Senin gönderdiğin acil durum paraları duruyor, harcamadım onları. Bilet parasına yeter.
- Aferin oğlum, sen gelebilecek misin?
- Gelirim, gelirim.
- Bileti alınca haber ver kaçta geleceğinizi.
- Tamam. Bir gelişme olursa arasın dimi baba?
- Ararım tabi, hadi dikkat edin kendinize.
- Ederiz, ben bileti alınca ararım seni.

Erdinç gördüğü bir kabusun gerçek olmadığına kendini inandırmaya çalışır gibi birkaç dakika öylece kaldıktan sonra ağır adımlarla diğer odaya giderken bir yandan da ne söyleyeceğini düşünmüştü ama kapıya gelinceye kadar en az acıtacak kelimeleri bulamamıştı. Kolayı yoktu zaten bunun. Odaya girip Andrey'i görünce aklından geçen ilk şey "keşke Türkçe bilseydi" oldu. Ne söylediğini, nasıl söylediğini şimdi hatırlamıyordu. Aklında kalan tek şey onu o halde gören arkadaşının korku dolu bakışlarıydı. Bir sonraki sahne ise başını omzuna gömüp hıçkırıklarla ağlaması… Arası kopmuş bir film gibi kayıptı hala. Andrey fotoğrafı o aralıkta bir yerlerde çekmiş olmalıydı. Büyük ihtimalle konuşmanın başında… Kurban Bayramı arifesi olduğu için hemen ertesi güne bilet bulamamışlar, bir sonraki gün için zar zor alabilmişlerdi. Türkiye'ye geldiklerinde çok geç kaldıklarını havaalanında onları karşılayan babasının bakışlarından anlamıştı. İkinci kez gördüğü, sevgi, acı ve hüznü bir arada taşıyan bakışlardan…

Kutudan çıkarıp elinde biriktirdiği fotoğrafları tekrar kutuya fırlattı. 'Yağmurlu bir gecede yapılacak en iyi şey eski resimlere bakmaktır' tezinin ne kadar kötü bir fikir olabileceği o zaman aklına gelmemişti. Baktığı ilk fotoğrafların ona kaybettiklerini ve acılarını anımsatacağını, her resmin içinde kaybolup tekrar aynı hüzünleri yaşayacağını bilemezdi ki… Beynini uyuşturmak ve kendini kendinden uzaklaştırabilmek için televizyonun karşısındaki kanepeye uzanıp aptal kutusuna gömülmek en iyisi olacaktı şüphesiz. Nasıl olsa tüm kanallar mantık sınırlarını zorlayacak kadar saçma programlar yayınlamakta birbirleriyle yarışıyorlardı.

BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,439,439,439,439,439,439,439,439,43
              7 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  OkYANUS Çiçekleri

Okyanusun koynunda açan..

Deniz çiçekleri..

Sanki balık göreceli.

Ipıslak

Üzerine Gökkuşağının renkleri sızmış..

Hani yağmur sonrası göreceli..

Ben günaydın için topladım...

Sen ömrünü aydınlat..

Göreceli..

Ama..!

Unutma..!

Sevgi bazen kavurur..

Yürekte yangınlarla...

Ama..!

Asla!

Patlamasın volkan gibi..

Düşman gibi bir aşkla...

Islak gönül çiçekleri...

Bu yüzden sürgündür okyanusa...

Bu sabah aff çıktı...

Bir gülücüklü
Bir öpücüklü
Günaydınına..

GÜNAYDIN...

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Şevkat Sıtkıl

 Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı


  GİDEMEDİM

Çakıldım kaldım, kıpırdamıyor ayaklarım, bedenim hareketsiz kalmış gitmeye cesaret edemiyor beynim...

Oysa ne hayallerim vardı benim, eskiden kalma tozlanmış aklımın en uç noktalarında ve fırsatım varken gidemedim, artık gidebilirmiyim onu da bilmiyorum.

Yıllar geçtikçe ve büyüdükçe insan, köklenip biryerlere, başlayınca bir hayat kurmaya öyle ya da böyle unutuyor kurduğu hayalleri ve silinip gidiyor hepsi geçen yıllarla birlikte.

Korku girip yerleşiyor yürekte biryere, kemirip duruyor aklını, gitmek ağır basarken, kalmak daha kolay geliyor belli bir zaman sonra.

Başka yerler başka insanlar yeni hayatlar eskiden kurulan uçuk hayaller oluyor sadece ve yavaş yavaş insanı sarıyor şehrin kokusu, hep sıkıldığı, bunaldığı hava çekici geliyor, sokaklar daha güzel, yaşam daha kolay görünüyor biranda gözüne ve gitmek ölmek kadar zor geliyor....

Tozpembe ve sorumsuz yıllar geçip gittikçe sen daha fazla korkuyorsun değişmekten, yeni bir hayata adım atmaktan. Oysa böylemiydin, böylemiydim....

Gidecektim, gidecektik daha iyi bir hayatın peşinden bilinmeyen yerlere, bilinmeyen çekiciydi birzamanlar bizim gözümüzde.

"Buralar beni boğuyor, bana göre değil, ben fazlayım onlar az..." derken bir de bakıyorsun ki az gelen çoğalmış, çok gelen sen, azalmışsın bile....

Zamansız yaşanan aşklar gibi zamansız gelip yakalıyor seni alışkanlıklar, alışkanlıklardan kopacak cesaretin kalmıyor ve sen ne olduğunu anlamadan o seni gelip avcunun içine alıyor.

Çocukluğunun geçtiği mahalle daha sevimli, daha canayakın görünüyor gözüne ve sen daha fazla bağlanıyorsun kaçmak için can attığın topraklara.

Her köşesinde binbir anı saklıyken şehrin sokaklarında, sen bunları unutup da gitmeye, herşeye, herkese, sırtını dönmeye cesaret edemiyorsun, gidemiyorsun artık istesen de. Sen köklerini salmışsın, kopartacak gücünü yitirmişsin savaş verirken gitmek adına.

Heryıl kutladığın doğumgünün sana yapamadıklarını hatırlattıkça, gitmeyi başaramadığını yüzüne vurdukça her yeni yaşın, sen kendinden biraz daha nefret etmeye başlıyorsun.

Bahaneler sıralıyorsun ardı arkasına gitmemek için, ve ertelendikçe erteleniyor gidişlerin belirsiz tarihlere ama sen biliyorsun; nekadar ertelesen de asla gerçekleşmeyecek gidişin, çünkü sen cesaretini hayatının biryerlerinde bırakıp gitmişsin.

Gitmek kolayken kalmak daha da kolay görünür gözüne çünkü sen artık büyümüşsündür. Büyümek insanı farklı, büyümek insanın tüm hayallerini imkansız kılıyor çoğu zaman.

İstesen de istemesen de değişiyorsun, yaptıkların komik asla yapmayacağım dediklerin mantıklı oluveriyor ve sen aynaya baktığın anlarda yabancı gözlerle karşılaşıyorsun....

Bilsen de bilmesen de, itiraf etsen de etmesen de sıradanlaşıyorsun, hep kaçtığın o sürünün daimi elemanı oluyorsun zamanla.

Gitmek, gidebilmek alıp da bir başına uzaklara, ahh keşke diye iç çekmeden yapabilmek zor olsa da köklerini koparıp, hayatını, herşeyini bırakabilip ardında gitmek; hayallerden bile uzakta artık.....


Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Halil Demir


Hayatın denge ile olan dansı

Dünyada mevcut bütün canlı ve cansız varlıklar bir denge halinde bulunurlar. Dünyanın kendisi, belli bir açı ile eğik bir şekilde dengede durmaktadır. Canlılar da bir karşı dengeleyici ile hayatlarını ikâme ettirirler.

Yeşilliklerin hoşluğu ile kendimizi bulduğumuz bahar, sıcaklığıyla denizlerde serinleme ihtiyacı duyduğumuz yaz, dökülen, renk değiştiren yaprakları ile görsel bir cümbüş oluşturan sonbahar ve bembeyaz aydınlığı ile kış mevsimi dünyanın belli bir açı ile kendi yörüngesi etrafında dönmesi sonucunda oluşur. Bu dönüşteki hafif bir sapma her şeyi alt üst edebilir. Yaşadığımız bütün güzellikler aniden tersine dönebilir. Bir anda yağacak yağmurun suları, aşırı ısınma durumunda sıcaklıklar, esen aşırı fırtınalar, kasırgalar bütün canlılar için hayatı çekilmez duruma getirir.

Yüzyıllardır belli bir denge ile dönen dünyayı yörüngesinden çıkaracak olan sebep de insanoğludur. Bir de dünyadaki varlıklara bakarak kendilerine örnekler çıkarması gereken insanoğlunu inceleyelim:

Günümüzde "küresel ısınma" olarak söylenen felaket haberi de bir dengesizlik eseridir. Aşırı ısınma sonucunda buz kütleleri eriyip, kara parçalarını üzerindeki her şeyle beraber yutabilecektir. Yaşamları sırasında hiçbir dengeyi gözetmeksizin kullanılan kimyasal maddeler, savaşlar, yangınlar, geçici zevkler için kullanılan güzellik kokuları ozon tabakasının delinmesine sebep olmuş, buda dünyamızın ısınmasına sebep olmaktadır.

Kişisel gelişimin arkasında bulunan esas güçlerden biridir denge. Dengeli bir hayat yaşamak kişiyi heyecanlandırır, yaşam kalitesini artırır. Dengesiz bir yaşam kişisel gelişmeyi olumsuz etkiler. Örneğin para kazanma hırsı insanın yaşam dengesini bozar. Kendini para kazanmaya adayan kimse ailesini ihmal eder, aile içi dengelerin bozulması sonucunda da mutsuzluklar kendini göstermeye başlar. Çocukların yaşantıları, hayata bakışları, gözlerinin parlaklığı söner.

Dünyada nekadar erkek varsa, onu dengeleyecek şekilde o kadarda kadın vardır. Aynı durum hiç şüphesiz ki diğer canlılarda da mevcuttur. İnsanda nekadar çok hastalık varsa, ona dayanacak kadar da güçleri vardır.

Ormanlık bir alanı düşünelim. Orada yüzlerce, binlerce farklı türde canlılar yaşamaktadır. Ormanların yakılması sonucunda yılanlar, böcekler kendilerine yeni yaşama alanları bulmaya çalışacaklar, doğal olarak da başka bir dengeli yaşama müdahale edeceklerdir.

Dengeli insan demek gelişmiş, olgun insan demektir. Gelişmiş, olgun insanları dikkatli bir şekilde seçilmiş, düşünülmüş ve sindirilmiş değerler yönetir. İnsanın denge için hiç bırakmaması gereken özelliği empati yeteneğidir. İnsanlar empati yaparak dengelerini korurlar.

Hiç unutulmamalıdır ki "Ulu Yaratıcı" bize, yaratılmışların en mükemmeli olarak dengeli bir dünya bahşetmiştir. Bunun değerini bilmeli, bildirmeli ve ilelebet yaşatmalıyız. Hayatın denge ile olan dansını bir sözle bitirelim:

Bilgelik dengeden gelir. İşkolikler çok zeki, ilginç, çoğu zamanda nükteli ve çekici insanlardır ama bu bilgelikten mahrumdurlar. Hayatlarından bunalanlar bunun ispatıdır.
Barbara Klinger

Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,177,177,177,177,177,177,17
              6 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Meriç
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.108 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


BİR YENİ YIL MASALI

Bak bir varmış bir yokmuşla değil
bak ne varmış ne yokmuş gelecek yıllarda
diyerek başlayalım masalımıza
devenin sonu dinozorlara benzemiş
pire radyasyona uğramışken
annem tüp bebek merkezinde beni bekler
babam çevreyi kurtarmak için seferber olurken
insanlar düşlerini siparişle görürken
günümüzün moda deyimiyle
savaş, terör : OUT
sevgi, barış : İN
olmuş
paylaşılan kan davası değil
gönüller dolusu bir gülümsemeymiş
gözlerini bir açmışsın ki
bu bir düş değil gerçekmiş
tüm insanlar elele kardeşmiş.
gökten üç atom bombası düşmemiş
sevgi, barış, kardeşlik gelmiş
tüm evreni kuşatmış
onlar ermiş muradına
biz başlayalım bu düşü gerçekleştirmeye...
unutmayalım !
her masalda bir gerçeklik payı vardır
gelin yeni yılda koskocaman
taa yüreğimizden gelen
bir gülümseme armağan edelim dünyaya
öylesine bir gülümseyelim ki
sarıversin tüm evreni
gerçekleştirsin tüm güzel dilekleri
Sevgi’ yle...

Sevgi Koşaner

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin



Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.buddybearsinistanbul.com/default.asp
Bir dostumun hatırlatmasıyla İstanbul'daki güzel bir etkinliği atladığımı farkettim. Oysa gözlerimle görüp, ellerimle de ellemiştim. Evet belki birçoğunuz gördü ama görmeyenlerin mutlaka gitmesi gereken bir festival var İstanbul Tepebaşı'nda. "HOŞGÖRÜ FESTİVALİ" Birbirinden güzel ayıcıkları görmek aralarında yapılan etkinliklere katılmak için tutun çocuklarınızın elinden ve gidin mutlaka. Ayıcıkları önceden incelemek isterseniz buyrun size adresi.


http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

...24soru, binlerce kişinin aynı anda oynayabildiği bir online bilgi yarışmasıdır. Bilgisayarınıza yüklediğiniz ufacık bir program, size saatte bir tane olmak üzere gün boyunca yirmi dört adet soru sorar. Sorunun saatin hangi dakikasında geleceği önceden bilinmez. Amaç, yarışma dönemi boyunca mümkün olan en fazla soruya doğru yanıt vererek sıralamalarda yükselmektir... devamı için http://www.24soru.com/ . İyi eğlenceler.

Günlük falınız'ı merak ediyormusunuz? ...Bir süredir içinizde bir şeylerin eksik olduğu duygusuyla yaşıyorsunuz. Nedenini, bir süre önce yaşadığınız bir ayrılığa bağlamanız anlaşılır bir şey. Bu duyguya kendinizi alıştırabilir, üzüntünüzün yerini tatlı bir özlemle değiştirebilirsiniz... http://fal.tnn.net

Bilgisayarınızdaki gizlemeyi düşündüğünüz klasörler için güvenli ve tamamen ücretsiz bir program istermisiniz? İşte size Türkçe açıklamalı bir program, hem de bedava. http://www.barbar.programlari.com/ kısayolunda yapacağınız kısa bir incelemenin bilgisayarlara bakışınızı biraz olsun değiştireceğine eminim.

http://www.incikutusu.com/
Sevgili kahvecilerden Zuhal'in özenle yıllardır hazırladığı ekartları ve özel sayfaları yeni yılı bahane ederek sevdiklerinize yollamak istemez misiniz? Haydi o zaman doğru İnci Kutusu'na.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PicSizer 2.0 [3316 KB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://www.axiomx.com/downloads/PicSizer.zip
Her eve lazım bir program. Dijital makinalardan aldığınız veya taradığınız fotoğrafları email ile yollamaya kalktığınızda başınıza gelen felaketleri önlemeye yarıyor. Yaptığı pek çok işin yanında kocaman fotoları gereğince küçültebiliyor, değerleriyle oynayabiliyor ve rahatlıkla email ile yollayabiliyorsunuz. Ve en güzeli eğer dilerseniz bu işi tek tek değil, tek komutla tüm fotolarınız için yapabiliyorsunuz. Dijital fotograf makinası olanlara tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050103.asp
ISSN: 1303-8923
3 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com