Kahve Yanında Dergi



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 655

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 5 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Oynatmaya az kaldı!..


ABONE OL!Merhabalar,

İzninizle bir müddet memleket sorunları için dükkanı kapatıyorum. Dergi işi aldı başını gidiyorken biraz kıskançlık ediyor. İlla ben üstüme kuma istemem diye tutturuyor. Dolayısıyla bizde önemli konuları bir süreliğine askıya almak zorunda kalıyoruz. Oysa gündem yüklü farkındayız ama biz de hamama girdik ter atmaktayız, n'aber? Şu işleri bir yoluna koyayım size "Dergi çıkarma kılavuzu" yazacağım haberiniz olsun. Memleketimin güzel insanlarına bir hizmet şeyttirelim değilmi ama. Hani gün gelir siz de bir dergi çıkarmaya niyetlenirseniz benim çektiklerimi, utançtan yüz kızarmalarını yaşamazsınız. Gardınızı alır işe girişirsiniz.

Şimdi bir kere öyle her isteyen ben dergi çıkarıyorum arkadaş diyemiyor. Hoş biz Kahve Molası'nı 3 yıldır çıkarıyoruz, bir Allahın kulu da gelip "Napıyorsun hemşehrim?" demedi. Sanalız diye görmezden geliyorlar zahir. Ama iş kağıt üzerinde yer almaya gelince işler farklı. 15 maddeli bir rehber veriyorlar adamın eline, bundan her sorumlu için bir tane olmak üzere birer klasör hazırlayıp geleceksin diyorlar. Sicil, gazete, ikametgah, nüfus kaydı beylik maddeler, zaten hazırlıklıyız ama 2 tane madde var ki adamı titretiyor. Herşeyden önce dergi çıkarma ehliyeti almak için okur yazar olmak yetmiyor. İlla lise dengi bir okul bitirmek yada harvırd mezunu olmak gerekiyor. (İbo neden dergi çıkarmıyor anlaşılmıştır.) Noter tasdikli diploma sureti getirmeden de yüzünüze bakmayız diyorlar.

Maddeyi okuyunca, şöyle gerilere uzandım. 20-22 sene öncelerine gittim. Bir koca üniversiteden mezun olmuştum ama diploma yerine elime teksir kağıdından üzerinde "Hele şükür bitirdiniz" yazılı bir belge vermişlerdi. Ben de o belgeyi bilmem kaç nüsha çoğaltmış, yıllardır okumaktan başka her işe bulaştığımı bilip bir türlü mezun olamayacağıma inanan büyüklerimin gözlerine gözlerine sokmuş zevahiri kurtarmış idim. Dolayısıyla elde avuçta kalmayan çıkış belgesi nedeniyle diplomamı gidip canım okulumdan alacaktım ve başka yolu da yoktu. Dünümü bu işe ayırdım. Hesaplarıma göre sabah saat 9:00 sularında kapıda olsam akşam 17:00 gibi işim biterdi. Tarifsiz acılar içerisinde herzamanki cevvalliğimle 13:30 Maslak'taki kampüse girdim. Aman Allahım o neymiş öyle. Resmen bir şehir var içeride. Diploma dağıttıkları 5 yıldızlı oteli ancak 5 tur attıktan, 8 kişiye tarif ettirdikten sonra buldum. Utana sıkıla en gergin gergef hallerimle önüme çıkan ilk bilgisayarlı çocuğa fısıldadım. "Şey ben 22 sene önce aldığım ama alamadığım diplomamı şeyedecektim" "İyi yere şeyettiniz, bir kimlik verin, ne zaman mezun olmuştunuz?" dedi genç adam. Gururla "82" dedim. Buna kendimi öyle inandırmışım ki, her lafı açıldığında yüzsüzce "Ben 82 de mezun oldum." diyormuşum meğerse. Halbuki, zaten normal koşullarda o tarihte bitirmem gerekiyordu. Oysa ben askerlik fobim nedeniyle sarkıta sarkıta bir hal olmuştum. Bunu biliyorum bilmesine de gel sen bunu benim dilime anlat. O hala sorduklarında "82" deyip geçiyor. Bekleyiş uzun sürmedi, birkaç dakika sonra çıkageldi genç adam. Elinde hafif hafif sararmaya yüz tutmuş bir kartonla üzerinde yazanları burnuma uzatarak gülümseyen bir genç adam. "Cem Bey bakın siz 84'te mezun olmuşsunuz. Hadi diplomayı unuttunuz, ne zaman mezun olduğunu hatırlamaz mı insan, cık cık cık." Bak edepsize yahu. Kızaran suratımı kaldırmadan 2-3 yeri imzalayıp kaptım diplomayı ve kaçtım oradan. İnanın kendimi zamparalık yaparken foyası ortaya çıkan yeteneksiz muhteris libidosu gevşek roman kahramanı gibi hissettim. Yahu bunca yıldır ben milleti yemişim onlar da bunu yutmuş ya da kibarlıklarından yutar gibi yapmışlarr. Özür dilerim arkadaşlar, ben 82 de değil 84'ün soğuk bir kış gününde mezun olmuşum. Artık huzur içinde ölebilirim:-))

Bu ipe sapa gelmez gibi görünen hikayeden de anlaşılacağı üzere dergiyle yatıp dergiyle kalkıyorum. Şimdi sırada 9. madde var, "Sabıka Kaydı" çıkaracağım. Ödüm patlıyor. Ya şimdi unuttuğum bir suçum sabit görülmüş ve gıyabımda mahkum olmuşsam, ya beni tutup Arhavi Ğ Tipi ıslah evine koyarlarsa. Ya orada internet yoksa, ya dizimin üstünde bilgi saymama izin vermezlerse, ya oraya dürümcü Fırat henüz bir şube açmamışsa, ya... ya... yaağ satarım bal satarımmm... Kalk kızım sabah oldu, oynatmaya az kaldı, doktorum nerdeeeee?!...

Gördünüz mü iyi değilim. Bir bilene danıştım, ilacı abone sayısında görülecek artışmış. Haydi ne duruyorsunuz, yoksa siz hala abone olmadınız mı?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


MENOPOZA KISA BİR BAKIŞ

Biyoloji, temelini üremenin oluşturduğu bir bilim dalıdır. Bu bilim ya da alt bilim dallarıyla uğraşan çoğu kişi, özellikle canlılığın üreme ile neredeyse özdeşleştiğini gözlemlemiştir. Bir anlamda "üremeyen canlı kabul edilemez"dir bunun diğer bir ifadesi. Bir başka ortak kanı ve gerçekte, kadınların biyolojik işlevsellikleri üreme endeksli olarak daha önemli bulunur. Kadınların önemliliği daha uzun bir yaşamla ödüllendirilmiş gibidir. Çünkü ortaya kesin sayısal veriler koymasam da, kadınların erkeklere nazaran daha fazla yaşadıkları kabul edilir.

Ama ne gariptir ki, yaşanılanlar her ne olursa olsun insanda, üreme kapasitesi kadınlarda erkeklere göre daha erken ve daha hızlı gerileme gösterir. Özellikle, kadınların diğer fizyolojik kapasite değerlerinin çok daha yavaş gerilediği düşünüldüğünde, üreme kapasitesindeki bu erken gerileme, biyolojik alanlarda uğraşanlar için ilginç bir bilmecedir. Kadınlarda, diğer organ ve dokular hala iyi tamir edilebilirken, neden üreme sistemi faaliyetleri 50 yaşlarında durur?

Günümüzde bu konuda yaygın kabul görmüş iki varsayım bulunmaktadır. Varsayımlardan ilki, menapozun modern yaşam tarzımızdan kaynaklanan, uyumsal olmayan yapay bir özellik olduğunu ileri sürmektedir. Diğer varsayım ise, menopozun atasal büyükanalarımızın torunlarının beslenmesine yardımcı olmaları ile ilişkili bir yaşam öyküsü adaptasyonu olduğunu ileri sürmektedir.

Menopozun bir "yanürün" özellik olduğunu ileri süren varsayımın savunucuları, arkeologların eski insanların demografilerinden elde ettikleri verilere göre modern çağ öncesi kültürlerinde erişkinlerin gerçekte 50-55 yaşlarında öldükleri sonucuna varıldığına dikkat çekmektedirler. Eğer avcı-toplayıcı atalarımızda 50-55 yaşlarında ölüm kural idi ise, bu durumda çağımızdaki bireylerin genellikle 80-90 yaşlarına kadar yaşaması bizim gelişim tarihimizde emsalsiz bir olaydır. Menopoz bir adaptasyon olamaz, çünkü bizim avcı-toplayıcı atalarımız menopozu hiç bir zaman yaşamadılar.

Diğer memeliler insanlarca oluşturulmuş ortamlarda tutulduğunda ve modern tıbbi bakım yapıldığında aynı türe ait doğal yaşayan bireylerinden çok daha uzun yaşarlar. Bu evcil, yani tutsak memelilerde (en azından bazı türlerde), dişilerin üreme kapasiteleri ölümden ve erkeklerin üreme kapasitelerinin azalmasından çok daha önce, bir azalma gösterir. Bu nedenle menopozu açıklamak için, bizim modern yaşam tarzımızın atalarımızın yaşadıklarından daha uzun bir ömür sağladığını söylemekten başka bir açıklamaya gerek yoktur.

Yanürün özellik varsayımına karşıt görüş bildirenler, günümüzün avcı-toplayıcı topluluklarında birçok bireyin 60-70 yaşlarına kadar yaşadıklarına işaret ederler. Bu veriler, avcı-toplayıcı atalarımızın demografisinden edinilen arkeolojik bilgilere göre, daha güvenilir işaretler taşıyabilir. Eğer dişi avcı-toplayıcı atalarımızın büyük bir kısmı menopoz geçirecek kadar uzun süre yaşadıysa, bu durumda menopoz gelişimsel bir açıklama gerektirir.
"Büyükana varsayımının" savunucuları, doğumdan sonra da özellikle besin için birkaç yıl süre ile çocukların analarına bağımlı olduklarını belirtirler. Bu durum, özellikle günümüz avcı ve toplayıcı kültürlerde ve özellikle çocukların yapmaları zor olan, fakat erginler için yüksek getirisi olan yiyecekleri analar hasat ettikleri zaman doğrudur. Böylece, bir kadının fazladan çocuğa sahip olma yeteneği, onun büyümüş ancak kendisine halen bağımlı olan çocuklarına bakma zorunluluğu ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca, bir kadın yaşlandıkça birçok ilişkili durumun ortaya çıkması olasıdır: (1) Başka bir çocuğu, doğumdan kendi bağımsızlığını kazanana kadar, bakabilecek uzunlukta yaşama olasılığı azalır. (2) gebelik ve doğum ile ilişkili riskler artar, ve (3) kendisinin kız çocukları, kendi çocuklarına sahip olmaya başlayacaklardır. Büyükana varsayımı, daha yaşlı kadınların üremelerini durdurup, bunun yerine sütten yeni kesilmiş torunlarına bakarak kendi kızlarının daha çok bebek edinmelerini sağlayarak, kendi genlerinden fazladan kopyaları sonraki nesillere aktarabilecekleri bir noktaya ulaşabileceklerini ileri sürer. Diğer bir deyişle, büyükanalar çocuklarına ve torunlarına yatırım yapma arasında bir uzlaşı ile karşı karşıya kalırlar.

Bu konu üzerinde araştırma yapanlar son yıllarda Doğu Afrika'da çağdaş avcı-toplayıcı bir toplum olan Hadza'da menopoza girmiş kadınlar üzerinde çalıştılar. Eğer büyükana varsayımı doğru ise, 50, 60, 70'li yaşlarındaki kadınlar besin toplanmak için sıkı bir şekilde çalışmaya devam etmelidirler. Eğer bu varsayım geçersiz ise, yaşlı kadınların (artık kendilerine bağımlı çocukları olmayan) fazla bir iş yapmamalarını bekleyebiliriz. Gerçekte, yaşlı Hadza kadınları yiyecek sağlamak için diğer herhangi bir gruptaki kadınlardan daha fazla çalışırlar. Ayrıca, yılın belirli zamanlarında, en azından bazı ürünlerin hasat edilmesi için, bu yaşlı kadınlar daha becerikli toplayıcılardır. Yaşlı kadınlar fazla miktardaki besinlerini, tıpkı büyükana varsayımının tahmin ettiği şekilde değerlendirirler: çocukların daha iyi beslenmesini sağlamak üzere besinlerini genç akrabaları ile paylaşırlar.
Bu veriler, birçok yönden büyükana varsayımı ile uyuşmaktadır. Ancak, veriler bunu kesin olarak test etmeyi sağlamamaktadır. Buradaki kritik olan konu, bu yardımsever büyükanaların kızlarının, gerçekten daha çok çocuğa sahip olup olamayacakları ve büyükanalarının kendilerinin daha fazla çocuk sahibi olduklarınkine göre daha yüksek bir uyum gücü elde edip edemeyecekleridir. Araştırıcılar bu konuyu Paraguay'ın Ache avcı-toplayıcılarından elde edilen veriler ile açıklamaya çalıştılar. Araştırıcıların verileri, ortalama 50 yaşındaki bir kadının, hayatta kalma bakımından 1,7 oranında erkek ve 1,1 oranında kız çocuklara sahip olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar, çocuklarının üremelerine yardımcı olmak suretiyle, bir Ache büyükanasının ortalama olarak kendilerinin çocuk vermelerine göre fazladan %5'lik bir döl sağlayacak kadar toplam uyum gücü kazancı elde edebilecekleri sonucuna varmışlardır. Bu sonuç büyükana varsayımı için bazı küçük destekler sağlamaktadır. Ancak, hem büyükana varsayımının, hem de yanürün özellik varsayımının değerlendirmesini yapmak için birçok kültür üzerinde daha fazla tamamlayıcı veriye gereksinim bulunmaktadır.

Kaynaklar
Demirsoy, A. Yaşamın Temel Kuralları, Meteksan Yayınları.
Komisyon, E. Analiz. Palme Yayıncılık.


Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,508,508,508,508,508,508,508,50
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Medyatik : Selcan Lafçı


The Best Taxi Driver

İhsan'ın Mersedesi!Trafiğin yoğun olduğu bir Cumartesi günü, hem de geç kalmak üzereyken bir taksi buldum. Nişantaşı'ndan Fulya'ya inip kaçmak varken, Taksim'e gitmek istemeyecek, inmek zorunda kalacağım diyordum ki gayet güler bir yüzle "hoşgeldiniz" diyen şoföre en baştan ısındım.

Taksim yönüne dönmek için girdik ara sokaklara. Şoför trafik her durduğunda vitesi boşa alıp, sol elindeki kitabı direksiyonun üstünde açıp, okuyor.
- Ne okuyorsunuz? diye sordum.
Kapağı gösterdi: Daniella Steel'in Summer End adında bir romanı. İngilizce!
Bu arada kızıyla telefonda konuşuyor. Akşam evde ozel bir yemek var anladığım kadarıyla..
- Nerde öğrendiniz İngilizceyi?
- Sultanahmet"te. Turistleri getirip götürürken öğrendim. Okuduğumun yüzde altmışını anlıyorum. Ama hikayeyi kaçırmıyorum.
- Seviyorsunuz demek okumayı?
- Aaa evet. Hem okumayı. Hem kitap satın almayı. Evimde bir kitaplığım var. Yüze yakın da kitabım. Kitaplarım çok kıymetlidir. Kimseye vermek istemem. Geçen ay bir arkadaşa verdim, bak hala geri getirmedi. Oysa o kitabı bana bir İngiliz aile vermişti. O da bir aşk hikayesiydi. Bu roman da bir aşk hikayesini anlatıyor. İngiltere'de evli bir çift. Kadın resim yapıyor ama kocası beğenmiyor yaptıklarını. Hem beğenmiyor, hem de aşağılıyor kadını, bunlar da resim mi diye. Neyse adam bir iş için altı aylığına Fransa'ya gidiyor. Orada birini buluyor. Kadın da bu arada bir galericiyle görüşmeye başlıyor. Resimlerini sergilemek istiyor ya, ondan. Onların da arasında birşeyler başlıyor. Bakalım neler olacak?
- Çok şey olacağa benziyor. Daha epey okuyacak sayfanız var.
- Evet ama sonunda birbirlerinin kıymetini anlar bunlar.Bu yabancılar hep böyle. Hemen aldatırlar eşlerini. Gerçi ben de Sultanahmet'te biraz fazla zıpladım. Hanım da attı beni evden. Benim bir kızımdan torunum var, bir de sekiz yaşında bir kızım.
- Az önce kızınızla konuştunuz. Aksam hepsini göreceksiniz galiba. İyi, hanım sizi eve alıyor.
- Canım ayrıldık ama kavgalı değiliz. Kızımın doğumgünü bugün. Hanımın yanında kalıyor. Büyük kızım da gelecek. Ben de gideceğim, hep birlikte yemek yiyeceğiz. Zaten hanımın da bir sevgilisi var. Bizim aile "Dallas Movie" gibi. Problem yok.

Kısa sessizlik...

- Benim Amerikalı bir sevgilim vardı. Ankara'da üniversitede edebiyat profoserüydü. Şimdi Amerika'da, kitap yazıyor. Kitabın büyük kısmının malzemesi benim. Ben yabancıları çok gezdirdim, çok arkadaşım var. Türkiye'ye her geldiklerinde beni ararlar, arkadaşlarını bana gönderirler.

Derken bana bir dosya uzatıyor.

- Discovery Channel'in tüm dünyada yayınlanan bir programı vardı. Her şehri bir taksicinin gözüyle geziyorlardı. İstanbul'da ben seçildim. Yani bütün İstanbul'u ben gezdirdim. Türkiye'de de yayınlandı.

Dosyaya bakıyorum. Çeşitli gazete kupürleri. Hepsinde benim şoförümün resimleri. Kupürler düzgünce kesilmiş, hani nüfus cüzdanlarını falan kaplarlar ya öyle kaplanıp, bir dosyaya konmuş. Kimi yabancı gazete/dergilerden kesilmiş. Hızla göz gezdiriyorum. Hürriyet'in ayırdığı yer oldukça büyük. Başlıklarda çılgın, kaçık, Mahir'den sonra ikinci Türk gibi tanımlara rastlıyorum.
Oldukça genç görünümlü, neşeli, konuşkan, temiz pak bir adam var karşımda.

- Ben diyor, the best taxi driver'ım. Ne zaman isterseniz beni çağırabilirsiniz. Artık Sultanahmet'te değilim. Arkadaşlar yüzünden ayrıldım duraktan. Ben her fırsatta kitap okuyordum; durakta, takside... Hepsi dalga geçti. Zaten Türkiye'de böyle değil midir? Diğer insanlardan farklıysan hemen dışlanırsın. Biri olumlu, iyi bir şey yapmaya görsün, destekleyeceklerine dalga geçerler, küçümserler. Neden? Kendileri yapamıyor ya başkaları da yapmasın, ondan.

Bir baktım Taksim'de metro inşaatının yanına gelmişiz.
- Aman dedim, buralarda ineyim.

İnerken bana kartvizitini uzattı.
İhsan Aknur, The Best Taxi Driver
www.besttaxidriver.com

- Web sitemi son zamanlarda güncelleyemedim ama çok yoğunum. Ne zaman isterseniz arayın beni. Yabancı misafirlerinizi gezdirmek falan gerekirse, ben tarihleriyle anlatırım camileri, tarihi yerleri...

Kendisinden izin alarak yazdım bu yazıyı. "Ben reklamı severim, telefonumu da ver." dedi. Belki size de lazım olur diye veriyorum: 0532 271 03 65.

Selcan Lafçı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


Anlamsızlıklar

Hayatın başladığı anda.. ilk solukta.. il ağlayışta başlar ayrılık.. Ananla bağını koparırlar önce, derken ardından sürünürsün.. oda yetmezmiş gibi bol bol ağlarsın ta ki...

İşte O an..

Hayattan nasibini almış ve almamış olanlara sesleniyorum. Nedir bahse konu olan yasamın tadı. Tat derken insan neler alır hayatından verdiklerine karşı.. Mutlu olursun karşılığından zamanından esirgersin.. gün be gün feda edersin..

Ardından bir şeyler almazsın bomboş geçer tüm saatlerin gece yarılarına, göz kapakların ağırlaşıncaya kadar.. karşılığında hiç 1 şey almadığın halde.. Ömründen 1 gün daha verirsin

Derken.. çabalamaların başlar hayata dair.. Ki; hayat sana ne getirecek veya ne götürecek maksadıyla değil Sırf yaşadığını zannedesin diye..Bazen suskular sarar seni bazen ihanetler bazense adını bilmediğin müstehcen fiiller..Sarar sarmalar kaybolursun.. Susarsın durursun,küçücük bir ırmak taşırsın hep içinde onu da götürür denize dökersin sırası geldiğinde..

Bazen de yaşanmamışlıkların olur ve bu en çok koyandır hayatında, kazandığın bişey yok ki, Kaybettiğinde üzüleceğin 1 şey olsun. mesele kazanmakta ve kaybetmekte değil asıl mesele yaşamak ta.. Yaşamak ölmekten daha çok cesaret ister.. Yaşamak anlamsızlıkların başıdır.Sabahı beklerken ne getireceğini düşünmekken uyumak keyfi. Küçük posta paketini nasıl heyecanla telaşla acarmışçasına yaşarsın gününü.Geçmişlerin olur..Ardında bıraktıkların, bırakıldıkların.. Bazen maviye çalar düşlerin bazen de griye,ne yaşarsan yaşa hiçbir şey kalmaz geriye..Hayatın başındasın baharındasın cümleleri çok kez girer bi kulağından hızını kaybetmeksizin çıkı verir diğerinden.. Ne önemi var ki bunların biz gelelim saadete..

Kimi insan yaprak sever yaş kuru ayırmaksızın kimi insan ezmeyi sever hiç şekilde yaşamaksızın.. Sen sen ol.. Hayatı sev.. hem de öyle havadan sudan misali değil Adam gibi benzetmelerine de kulak asma.. Sen sen ol hayatı kendin gibi Sen'ligin gibi Sev.....
Geriye dönüp bakmaksızın.......

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
              15 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülseren Bağlar

 Gül Ağacı : Gülseren Bağlar


  Anlayana SİPsivriSineK

Bin düşünülmüş, hiç söylenilmemiş ve hatta yan yana konulup cümle haline getirilmemiş sözcüklerim var.

Ya cesaret etmediğim..

Ya gerek görmediğim..

Ya da bir nefeste ağzımdan dökülürse insanları kırmaktan çekindiğim için…

Yoksa konuşma özürlü olduğumdan değildir, boğazımda düğüm düğüm biriktirmelerim…

..

Bu durumlarda kendi kendime bulduğum bir yöntemim vardır. Eğlenceli bir şekilde anlatacağım ki aklınızda bulunsun. Bunu hayata geçirmek içinde bazı malzemelere ihtiyaç var tabii ki..

Bazı malzemeler :

1.makas
2.buzdolabı poşeti
3.derin dondurucu
4.Etiket
5.Kalem

Yapılışı:

Makası elimize alarak ( sağlaklar sağ eline, solaklar sol eline ) kurmaya çalıştığımız cümleleri sözcükler haline getirilecek. Sözcüklerin yanlış ağızlarda dolaşmasını ve ulu orta yerlerde başı boş bırakılmasını engellemek adına derhal harflere bölünecek ve mümkünse sesli-sessiz harfler olarak özenle ayrılacak. Bu harflerin belki ömür boyu birbirlerine yüzleri gösterilmeyecek. Elimize aldığımız buzdolabı poşetine itinayla konulup, havası alınarak iyice preslenecek ve itinayla derin dondurucunun en ücra bir yerine konulacak. Ama bir dakika.. Hemen acele etmeyin. Çıkarın onları ücra köşeden. Bir şeyi unuttuk. Etiketleri yapıştırmamız lazım. Yapıştırıp üzerine sadece “son kullanma tarihi” ni mutlaka ! yazın. Bu tarihler yine kendi yöntemime göre bir kaç türlüdür. Bunlar :

İlk fırsatta
En geç 1 yıl içinde
Sınırsız
Hiç kullanılmayacak…
Yoksa başımızın belaya girmesi kaçınılmaz. Biliyorsunuz ki insanoğlu bir gariptir. Malum bu konuda deyimler bile üretilmiş. Örneklemek gerekirse buna en uygunu “ağzı olan konuşuyooo kardeşim” en uygunudur.

Benim cümlelerim bu türden bir şey olmasa da,ehliyetsiz kişilerin eline geçecek olursa ağzı değil de şeyiyle konuşanların ucuz kahramanlıklarını sergileyen vak’alara neden olabilir. Tabii doğru dürüst kurulmadığı halinde. Aksi durumlarda bayağı ses getirecek cümlelerdir yoksa.. Ucuz ve basit olmayan…

Neyse..

Ben bu yöntemin çok kullanışlı ve faideli olduğunu tecrübeyle sabitleyip sizlerle paylaşmakta bir sakınca görmediğimden yazmaya karar verdim. Daha doğrusu şöyle bir durum oluştu. Hani bir söz vardır: “kötü komşu insanı mal sahibi eder” diye. Ben de görülen lüzum üzerine böyle bir yazı yazarak, sizi okur, kendimi yazar yaptım.

Kötü komşu olayı yani…

Ben masumum…

Kurulmayan cümlelere diğer bir yöntem daha vardır ki bunu herkes bilir ve uygular. Bu sifon çekme olayıdır. Üzerinde yazılmaya,konuşulmaya değer bir durum değildir.

Niye yazdım bunları şimdi.. Ne bileyim..2005 in ilham olayı belki..

Kurulu cümlelerim var benim var mı kaşınan ?

Pardon…

Var mı isteyen ?

Gülseren Bağlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              8 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

İlker Özlük

 Kahveci : İlker Özlük


  VEDA ŞARKISI

Kayalıkta çakılı yelkenli sana bırakıyorum veda şarkımı. Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da kayalar devranının altında değişken köklerle. Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlıı duvarların.

Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. Taşımak istemiştim heybemde yüreğinin gelip geçici tadını, ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu kapalı yalnızlığıyla gezginin, fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü ve bir işaret koydu pusula kaderime. Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin yol yapacağım bir geleceğim olmasa, gelmiş olacağım bakışında canlanmaya kaderimin sırıtan parçası olarak.

Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola, usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten, unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta. Uzaklara gideceğim, hatıra parçalanarak ölünceye yolun taşlarında, ve devam edeceğim, içimde hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş. Bu dönenen bakış ve güç büyülü bir matador mendilinde. Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara, hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.Ve bakmak istemedim seni görürüm diye beni isteksizce davet etmeni mutluluğumun pembe boyalı torerosu Deniz seslenir bana sevecen elleriyle. Çayırım -bir kıta- Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir alacakaranlıkta bir çan gibi. Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir kara bir mikroskopu gösteren bilim. Sanat... sanat diye arzıendam eden şey bir Leica'nın kısır mekaniğidir. Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle olup ta şimdi yiten için ve onun dönüşünde arzu gönlünde), coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.

Üç kuruşa satılan cinsellik -Amerika'da pek ucuz- Boş çarşafların umursanmaz hatırası. Guetamala bıraktın beni bağrımda derin bir yarayla ve de acılarını bana emzirme ya da emme fırsatıyla, kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını. Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de: uyanan insanın haykırışıdır o da.
İşte bugün böyle titrek ellerle belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Ağacın olgunluğunu tüketmeden kasalanmış meyvanın garip tadıyla. Çağırışını farkedemiyorum bazen yaşlı, garip kanatlanmış kulemden, fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum...

Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu bereketli kanatlarla dolduracak beynimi, Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.

Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü halk çocukları benimle omuz omuza verecek, halkın savaştığı amacın kesin zaferini göremezsem eğer fikri en yüksek geleceğe götürmek için mücadele verdiğimdendir, eski kabuğun tüylerini yolarken doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları. - Che Guevara Önce Cuba, sonra Afrika ve Bolivyada Dünya halkları için Mücadale etmiş bir Savaşçı. Dünya o ve onun gibi bir çok insanı da bağrına basarak yaptıkları mücadelenin haklı olduğu yolunda hem fikir davrandı. Cuba'nın şuan ki bağımsızlığında büyük payı olan birisidir. Fidel Castro'nun yakın silah Arkadaşı Arjantin Asıllı Fotoğraf sanatçısı ve Doktor. Arşiv yaptığım bazı yazıları karıştırırken gözümün takılmasıyla bu şiiri yazabileceğim aklıma geldi.

Bugün dünyadaki iyi niyetli bir kaç Lider hakkında düşüncelere dalmışken Afet bölgelerine yapılan yardımlar geldi aklıma. ABD'nin 10 milyon Dolardan 35 milyon dolara çıkarttığı Yardımın Tsunamı zedelere ulaşmasının sevinci gözlerimi yaşarttı. Japonya'nın 50 milyon dolarlık yardım edeceğini açıklaması daha ilginç geldi. sadece işe değer veren insanlar olarak tanıdığımız Japonların İnsan yaşamına verdikleri değer beni duygulandırdı.

ABD tarafından atılan Atom bombasında yaklaşık 250 bin insanını kaybeden Japonya'nın Duyarlı olması ve en fazla yardımı yapması, Bombayı atanlarında daha az yardım yapması tartışılmaz aslında yardım yardımdır a

ma sen gel bunu bana anlat. Doğanın intikamında ölenler kardeşimiz, insanoğlunun öldürdükleri masum siviller Terörist mi?.. Bütün günahları kasıtlı olarak işle sonra Zekat ver durumu kurtarmaya çalış vay başımıza gelenler. Dünyanın Sorunu bu gibi felaketleri tetikleyen nükleer bombaların kullanılması mı? yoksa Biz doğayı koruyup kolluyoruz ama bu gibi olayların önüne geçemiyoruz düşüncesi mi?.. Kimse olup bitenler hakkında en ufak bilgiye sahip değil.

Yeni yıl Hepimize Hayır getirsin... kalın sağlıcakla..

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,807,807,807,807,807,807,807,80
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Özge Kaya


Kadınlarla eşcinsellerin ortak yönü!

Bu sabah erkenden, odamı zehirli ışıkları ile dolduran göz kapaklarıma saldırıya geçen güneş ışınları böldü uykumu. Bardağımın boş tarafı zehirli güneş ışınlarına kızarken, dolu tarafı yeni güne, yeniden güneşle uyanmanın hazzını yaşadı.

Türkiye'nin yeni bir gününü daha paylaşmaya hazırlanırken, Türkiye'nin gerçekleri ile yeniden boğuşmaya ne kadar da hazırlıklı olduğumu duyumsayıverdim bir anda.

Kız çocuklarının insan olduklarının farkına varamadan kadın oldukları, oğlan çocuklarının insan olduklarının farkına varamadan erkek oldukları içinde yaşadığım ve bir parçası olduğum bu topluma, bu sabahki ilk selamımı verdim, penceremden duraklarda bekleşen kalabalığa doğru bakarak.

"Günaydın" dedim; mutsuzlara, haklılara, haksızlara, çocuklara, büyüklere, anarşistlere, İslamcılara, insan hakları savunucularına, kadın ve eşcinsel hakları savunucularına….. kahvemden aldığım ilk yudumu duyumsamaya çalışırken.

Kimse duymadı.

Sözcüklerin esiri olmaya hazırdım işte bir kez daha.

Geçtiğimiz yüzyıllara oranla daha çok haklara sahip olan kadın kimliğim canavarlaşmadan, kocama kahvaltısını hazırlayıp, oğlumu okula göndermeliydim. Sonra tıkış tıkış otobüslere dolan kalabalığa karışarak işime, maddi özgürlüğümün kalesine doğru yola çıkmalıydım. Benlik tartışmalarımın, otoritemin her gün yeni tiyatro oyunları sergilediği kendi sahneme doğru yani… Okuduğum okullar, deneyimlerim, bildiğim diller kahvaltı hazırlama konusundaki becerime yalnızca nitelik açısından katkıda bulunmuştu. Nicelik açısından ise; asla!

Televizyonu açtım, gayri ihtiyari. İnsan hakları tartışmalarını bitirememiş, ama kadın hakları sorununu çözmüş nice hükumetlerin gelip geçtiği ülkemin, başkentinden verilen gündem haberlerine kulak verdim birkaç saniye, başka bir kanalda hava durumu vardı. Hafta sonu oğlanı parka götürüp götüremeyeceğim konusuna yoğunlaşarak daha bir ilgili dinledim onu; hava durumu sunucusunun fırtınayı çağrıştıran gümbür gümbür ses tonu ile dolduğunda oda duvarda asılı saate takıldı gözüm. Oğlanın servisi ha geldi, ha gelecek. Hareketlerim otomatik sabah ivmesine kavuşuverdi bir anda. Kadın haklarını; otobüste, işe giderken düşünmeliydim.

Öyle de yaptım zaten. Evde karısını dövüp dövmediğimden emin olmadığım pek çok maço tipli erkekten biri yerini bana vermek istedi, bir iki dakikalık tereddütten sonra ."Beni yapış yapış centilmenliğinle, gerçeklikten uzak kibarlığınla kandıramazsın sen!"diye haykırmak istediysem de, sızlayan ayaklarım ve o an için had safhaya çıkmış pragmatik yanım atıverdi kendini, benden öncekinin vücut ısısı ile ılınmış koltuğa. Beynimse hala ayakta dikiliyordu.

Geldiği gibi yaşamak bu olsa gerekti.

Düşüncelerime daldım gene. İnsan hakları problemini on yıllardır çözemeyen ülkem politikacıları kadın haklarını çözmüş olmanın verdiği rahatlıkla henüz kahvaltı masalarında oturuyor olmalıydılar şu anda. Öyle ya televizyon kanallarında attıkları hamasi nutuklarıyla halletmişlerdi artık bu sorunları. Ayrıca pek çok kadın hakları savunucusu aydın vardı bu ülkede. Bu bile pek çok şeyin değiştiğinin göstergesiydi. Egemen güçlere hizmet ettiğinin farkında bile olmadan meydanlara çıkıp kadın hakları konusunda nutuklar atan çoğunluğu erkeklerden oluşan kadın hakları savunucuları ise yıllar önce kadına oy hakkı verilmesi ile bu sorunun otomatikman çözülmek zorunda olduğunun farkında bile değillerdi .Kadın haklarını çözdük diyen (potansiyel ve/veya mevcut) hükümetler alacakları oyların peşinde oldukları gerçeğini kendi kendilerine bile itiraf edemediler çoğunlukla. Aydınlar ise bu gerçekten bi-haber bar taburelerinde kadın haklarını savundular. "Kadınsan kadınlığını bil" cümlesi hangi kültürden, hangi yaştan, hangi eğitim düzeyinden olursa olsun tüm kadınların hayatları boyunca en az bir kez duyduklarından habersizce hem de…

Ve insan hakları problemlerini çözemeyen hükümetler, eşcinsellerin de haklarını bir çırpıda masaya yatırıverdiler. Aynı kadınlar gibi sayıları giderek artan ve de (!) oy potansiyelleri giderek gelişen eşcinseller de kendi haklarına kavuşabilmeliydiler ne de olsa.

İnsan hakları kapsamında değerlendirilemeyen(!) kadın ve eşcinsel hakları oy uğruna ne de çabuk çözülüvermişti. Kadın ve eşcinsel "insan" sayılmıyor muydu yoksa? Cevap ne olursa olsun kadınlarla eşcinseller arasında çok geniş bir benzerlik vardı, işte. Ortak yönleri; giderek artmakta olan sayıları ve paralelinde ortaya çıkan oy potansiyelleriydi. Erkek hakları ne olacaktı peki? Erkeler tüm haklarla donanmışlar mıydı da aydınlar erkek haklarını ağızlarına bile almıyorlardı? Erkekler sömürülmüyor muydu? Erkekler ezilmiyor muydu ? Yoksa asıl sorun insan haklarının dahili ve harici totaliter güçlerce gruplandırılıp ayrı ayrı raflarda tasnif edilmesi miydi?

Ayrıca bir de AB dayatmaları vardı pek tabii ki. Hangi hükümet ülkeyi AB'ye sürüklerse(!) vazgeçilmez olacaktı. Tarih yazacaktı! AB, bu; "haklar" konusunda ciddiydi galiba. Bosna Hersek'de , Filistin'de ölen yüz binlerce insanın, Felluce'de katledilen on binlerce çocuğun yaşam hakkını gözden kaçırmıştı ama ! Aman canım, oluversin(di) o kadar!

Fakat insan hakları deyince durup düşünmek gerekti. Bu, oy potansiyelini arttıracak bir politika olmaz, hatta koyun sürüleri yıllarca güdülen toplumun uyanışı ve eleştirel bakışının gelişmesi anlamına gelirdi ki; bu pek de karlı olmayabilirdi!

Ancak kadınlar ve eşcinseller için durum aynı değildi, devlet eli ile kurulmuş pek çok kurum hem bu hakları tehlikeli boyutlara varmayacak biçimde savunabilir hem de kontrolü altında tutabilirdi. Ayrıca bu konularda ortaya konacak sınırlı ve sorumlu esneklik, siyasal bir güç için yatırım anlamını taşıyacaktı. Öyle ya hak ve özgürlükler devlete karşı tehdit oluşturmayacak biçimlerde formüle edilmeliydi. Buradan hareketle, kadın haklarını ve eşcinsel haklarını tanımlayarak(!) kalıba soktu devletler. Tanımlarını kendileri yaparsa, hakların kontrolü kolay olurdu çünkü. Sonra; kendi diplomalı hak savunucularını harekete geçirdiler.

Geçtiğimiz yüzyılda kadının erkek kadar zeki olamayacağını savunan baskıcı güçler, artık oy hakkı olan ve dünya nüfusunun yarıdan fazlasını teşkil eden kadınlara, sayıları giderek artmakta olan eşcinsellere karşı yeni bir hareket planları çizmeliydi.

Değişen; kafalar değildi!
Değişen; faydalardı!

Aynı zihniyet Geçtiğimiz yüzyılda devlet eli ile totaliter diplomalarla taçlandırılmış psikiyatristlere, psikologlara, sosyal hizmet uzmanlarına eşcinsellerin tedaviye muhtaç deliler olduğunu bile söyletmişti oysa!

Türk aydınlarının gözünde popüler olan pek çok hareketin karşısında durmak bir bombanın üstünde oturmaya benziyor, farkındayım. İnsan olduğunun farkında olmadan kadın olan, erkek olan milyonlarca çocuğa sahip bu toplum; AB süreci sayesinde yepyeni haklara kavuşacak bundan sonra. Haklar; oylara, oylar; paraya ve güce dönüşecek. Dünya dönecek.
On yıl sonra Avrupa Birliği olmayacak belki ama bizim çocuklarımız çoktan kadın ve erkek olmuş olacaklar. Hem de insan olduklarının bile farkına varamadan.

Özge Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              4 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


KAÇIP SAKLANMAK İÇGÜDÜNÜN SESİ, DİNLEMEMEK İSE ÖZGÜRLÜKTÜ.

Yarı yolda yağmura yakalandım. Beni götüren iki yuvarlaktı. Üzerinde olduğum diğer yuvarlak ise benden habersiz, etrafında dönülen ise çok çok uzaktı. Ufuk bir an parladı ve söndü. Arkasından duyulan bütün sesleri örttü. Kaçıp saklanmak içgüdünün sesi, dinlememek ise özgürlüktü.

Yağmur durmadı yanına rüzgarı da aldı. Şimdi ikiydiler. Daha güçlüydüler. Önce dallardaki zayıf yapraklara saldırdılar. Kopardılar ve savurdular. Uzağa düşen yapraklar daha bir sarardılar. Sonra meşe ağacının pelitlerini kopardılar. Yapraklardan daha ağırdı pelitler yakınlara düştüler. Biri bana dokundu sertçe. Canımı acıttı, canı acıdı. Ben gittim o ise şimdi farklı yerde kaldı.

Kirpiklerim ağırlaştı. Yağmur damlaları herzamankinden daha ağırdı. Gözlerim görmez oldu yolları çünkü gökyüzünde ve yüzümde çok fazla damla vardı. Ben gitmeyi, yağmur yağmayı, rüzgar esmeyi seçmişti.

İnsanlar saklanmışlardı saçaklar ve beton korunaklar altına. Bazıları biraz ıslanmıştı. Diğerleri ise kuruydu. Yağmur onlara dokunamamıştı. İşte onlar gururluydu. Hekes göğe bakıyor dinmesini bekliyordu. Yağmurdan korunuyor ama rüzgara yenik düşüyordu. İşte onlar bu yüzden yaralıydı.

Kulağımda bir ege türküsü yağmurun sesine meydan okuyan, gerçekte ise sadece ona eşlik eden.

Heryer ıslandı. Su birikintileri oluştu. Küçük göllerdi bunlar. Yaşamları kelebekler gibiydi. Üzerime kondular. Yağmur heryerdeydi. Yağmur saçımda, yağmur gözümde, bacağımda, göğsümde idi. Yağmur şimdi içimdeydi. Ben yağmurun içindeydim. İçindeyken ulaşamayacağı yer yok idi.

Durmadı devam etti. Rüzgar yanında idi. Ufuk gene aydınlandı ve söndü, sesi herşeyi örttü. Benim ise yolum bitti. Yağmurun içinden çıktım, içimde onunla. Her yanım ona bulanık, gözlerim hala görmez.

Kelebek misali yaşayan küçük gölleri, ağır pelitleri, uzağa düşünce sararan yaprakları, ege türküsünü, gururlu ve yaralı insanları bırakmadım dışarıda. Onlar da şimdi benimle burada.

Tuğba Ölmez

<#><#><#><#><#><#><#>



Meriç
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.108 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ŞURADAKİ ÇİMENLER

Ne olurdu şu çimenlikler ıslak olmasaydı?
Şimdi yatardım yeşil battaniyelere,
Hayallerini kurardım,
Yağmurun çiselediği andaki,
Tramvaylarında sevgililerinin bacaklarını sıktığı,
Orhan Veli'nin Beyoğlu'sunun.
Ardından bir şairin acı çığlığını atardım.
Çimenler bakıp bakıp halime ağlarlardı.
Gözleri ışıl ışıl bir bebek gibi alırlardı beni kucaklarına,
Ben de o bebek gibi hayattan bihaber,
Aşktan bihaber,
Dertten bihaber kahkahalar atardım.
Dost olurdum hepsiyle tane tane,tel tel.
Kanka muhabbeti yapar,
Başka bir gün görüşürüz diyerek,
Kendimi evimin yollarına vururdum.

Burak Tanış

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin



Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.beyinrehberi.com
Beynin bölümlerini anlatan, online kısa depresyon testi bulunan bir site.

http://www.astromistik.com
Yücel Sügen'in hazırladığı , hem batı astrolojisi hem de hint astrolojisine yer veren bir site.

http://www.maharishi.org.tr/maharishi/www/index.asp
Transandantal meditasyonu anlatan çok güzel bir site.

http://www.ayurveda.com.tr/turkce/index.asp
Ayurveda sitesi.

http://www.ruyalar.com/sizinsec.asp?baslik=1
Rüya tabirleri.

http://www.buddybearsinistanbul.com/default.asp
Bir dostumun hatırlatmasıyla İstanbul'daki güzel bir etkinliği atladığımı farkettim. Oysa gözlerimle görüp, ellerimle de ellemiştim. Evet belki birçoğunuz gördü ama görmeyenlerin mutlaka gitmesi gereken bir festival var İstanbul Tepebaşı'nda. "HOŞGÖRÜ FESTİVALİ" Birbirinden güzel ayıcıkları görmek aralarında yapılan etkinliklere katılmak için tutun çocuklarınızın elinden ve gidin mutlaka. Ayıcıkları önceden incelemek isterseniz buyrun size adresi.


http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Wink 1.5 [1,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://files.webattack.com/localdl834/wink15.zip
Çok iyi bir program ama biraz bilgi istiyor. Ekran üzerinden demonstrasyon yapanlar için güzel bir alternatif. Ekranın herhangibir yerini yakalayıp flash dosyası olarak saklayabiliyorsunuz. Son derece kaliteli bir görüntüyle harika anlatımlar yapmak mümkün. Ancak başta da dediğim gibi biraz bilgi ve bu tür programlara aşinalık gerekiyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050105.asp
ISSN: 1303-8923
5 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com