|
|
|
10 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Aman dikkat!.. |
İyi haftalar,
Yıllardır Rock'n Roll deyince akla gelen ilk ve hatta tek isimdir Elvis. Bir dönem onun şarkılarıyla yattık kalktık. Her hafta bir filmini seyredip taklit etmeye çalıştığımı bile hatırlıyorum. Cumartesi günü Kral Elvis'in 70. doğum günüydü. O gün anamadık ama bugün günün şarkısında ondan harika bir balad dinleyelim istiyorum. Funny How Time Slips Away.
Yandaki resmi görüp nerden çıktı bu demeyesiniz diye "Günün Şarkısını" baştan sunayım istedim. Oysa bugün benim gündemimde çiçeği burnunda çil çil yeni liralarımız var. Çil çil lafın gelişi tabi, yoksa benim daha çın çın bir yeni lira görmüşlüğüm yok. 10 gün geçtiği halde hala görememişsem bunun mesebbibi benden başka herkestir. Nasılsa görürsün acele edip adamın kafasını bozma diyenlerinize anlatacak bir hikayem ve tabi sonunda adet olduğu üzere sitemim var.
Farkındasınızdır, onca tanıtım ve bilgilendirme faaliyetine rağmen halen eskiden yeniye yeniden eskiye çevirme konusuna fransısız. Vatandaş saflar ve cinler olarak ikiye ayrıldığından, ikisi arasında ezelden beridir yaşanan al gülüm ver gülüm hikayesinin yeni konusu bu bizim yeni liralarımız. Yazar kasanın kullanılmadığı mekanlar bu iş için biçilmiş gecelik. Örneğin umumi tuvaletçi derhal uyum sağlamış ve yekten küçük su 50 kuruş olmuş. Yeni lafının kalkmasına 2 sene var ama olsun bizim esnaf onu çoktan kaldırmış bile. Simit 400.000 liradan 50 kuruşa çıkmış. Pazarda domates, patlıcan hep öyle. Neden sorusuna verilen cevap aynı "Üstünü nasıl vericez abi, kuruş mu var piyasa da?" Ulen düzenbaz, eski liralarımıza kıran mı girdi? Yenisi yoksa eskisini versene. Şimdi bu cin soyundan gelen esnaf vatandaşı anlıyorum. Çünkü onun beyin damarlarının aktığı yön belli. Ama peki okumuşu yazmışı ne alemde acaba? Dün bir eczaneye girdim, bir pastil aldım üzerinize afiyet. "Ne kadar?" dememe fırsat kalmadan eczacı hanım kutuya baktı ve "8 milyon lira" dedi. Çıkardım parayı ama şeytan dürttü kutuyu alıp baktım üzerine. İlaç yeni belli çünkü üzerinde çift fiyat var. Üstte 7,90 YTL altta 7.900.000.-TL yazıyor. "Hanımefendi ilacın fiyatı yedi doksan yeni türk lirası" dedim hemen. Eczacı hanım en pişkin tavrıyla "Biliyorum ama üstü yok, onun için veremiyorum" demez mi? "Sizce bunun üstü ne kadar? demişim gayri ihtiyari. "10 kuruş galiba ama daha bize gelmedi." "Peki kasanızda 100 bin eski lira var mı?" "Ha ondan var." "10 kuruşun 100 bin lira ettiğini siz bilmiyorsanız kim bilecek?" deyince kadının yüzünün kızardığını hissettim. Demem o ki, bunun okumuşu da okumamamışı da bir. Kabahat sadece onlarda mı? Haşaa. Kabahatin büyüğü on gündür çil çil lira ve kuruşları tedavüle sokamayanlarda. Yahu ben şu kuş beynimle bu paranın piyasaya çıkabileceği yerleri hesaplayabiliyorum da, koca koca devlet büyüklerimiz ne yapıyor? Hergün köprü geçiyorum, daha tek 1 yeni lira para üstü almadım. Çok mu zor bu türlü parayla oynayan yerlere birer kutuyla madeni para koymak ve gişe memuruna "Eskiyi alıp yerine bunu vereceksin" demek? Ya da koca koca süpermarketlerin kendiliklerinden gelip parayı değiştirmeleri bekleyeceğine bir arabayla onlara bozuk para servisi yapmak çok mu masraflı? İstense herşey olur ama yeter ki istensin. Bunlar isteyene kadar dikkatli olmak bize düşüyor. Mutlaka paranın üstünü isteyin. Yuvarlamalar yüzünden kazık yemeyin. O hesaplayamıyorsa siz hesaplayın. Aman kurda kuşa yem olmayın. Şimdi haberlerde söyledi, 20 YTL'nin sahtesini basmışlar bile, aman dikkat.
Dergimizin çıkış serüveni son hızıyla sürüyor. Bugünden itibaren dijital ortamda oluşmaya başlayacak. İlk dijital provayı almamıza 1 hafta var ama stresi ve heyecanı beni şimdiden sardı sarmaladı bile. Bugün ayrı bir heyecanım daha var. Akşama doğru bugüne kadar abone olanların kayıtlarını alacağım. 1 haftadır yaptığımız duyurular ne kadar ses getirmiş, beni ne kadar ciddiye almışsınız öğreneceğim. Biliyorum henüz gözle görülmeyen bir şeye abone olmak sizi zorluyor ama bir de şöyle düşünün; bu adam 3 yıldır birşeyler yapıyor ve yaptıkları hiçte fena değil, şimdi de kalkmış bir dergiden söz ediyor ve abone olmamızı istiyor, ona güvenmememiz için tek bir neden var mı? Var diyeceklere lafım yok ama "Yok" diyeceklere bir çift lafım var "Lütfen derginize vakit geçirmeden tek bir sayı için bile olsa hemen bugün abone olun, pişman olmayacaksınız!". Hepinize çok güzel bir çalışma haftası diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Her Pencerede Ayrı Bir Hüzün Var
Zamansız yağdı yağmur. Hiç sırası değildi şimdi pencere pervazlarından süzülüp odama dolmanın. İçimi yıkayamazken dışımı, pencere pervazını, halılarımı, küçük sehpanın ayaklarını, mutfağımı yıkamanın hiç alemi yoktu. Bunca ıslaklık içinde camın yanına oturup dışarıyı seyretmekten başka bir şey yapabilecek gücüm olmaması da cabası. Bedenim öylesine yorgun ki, 'bir kası dinlendirmenin en iyi yolu ters yöndeki kasları çalıştırmaktır' ilkesinin doğruluğunu denemek zorundayım bu yağmurda. Bedenimi durdurup ruhumu çalıştırmalı. Hiç sırası değildi şimdi…
Kış geliyor. İçi kış olanların dışına da kış gelse ne fark eder ki… İçim kış mı şimdi benim? Ruhum böylesine üşüyorsa kış olmalı içimde de. Eski pencerelerim geliyor aklıma. Gençliğimdeki, dışarıya bakmaya doyamadığım pencereler. Hala aşık olduğum o deniz ülkesindekiler… Yaşlandım mı şimdi ben, ondan mı bu yorgun hal? Yaşlandım desem başta büyüklerim sonra arkadaşlarım hepsi kızar bana, en iyisi içinde saklamalı bu soruyu, sonra yağmur yağdığında, yalnız kaldığında çıkarıp yeniden sormalı kendine.
Nasıl da deli deli yağıyor yağmur. Sanki kazara önüne düşüversem beni bile alıp götürecek gibi. Başkaları da benim kadar üşüyor mu acaba, gecenin bu saatinde, bu karanlıkta soğuk soğuk yağan yağmurda. Evsizlerden bahsetmiyorum. Böyle benim gibi penceresinin kenarına oturmuş, dışarıyı seyredenler, onlar da benim kadar üşüyor mudur? Başkalarının da yanakları ıslanıyor mudur yağmurla yarışarak. Mesela şu uzaktan ışıkları görünen evdekiler, onlar da benim gibi karanlıkta kalmış mıdır içlerinin ışıkları sönünce? Elektrik denen sahte aydınlık neden aydınlatamıyor içimizin karanlığını? Bir de okulunu okuduk, sanki çok işe yararmış gibi, şimdiki aklım olsa… Ya şu karşı pencerede görünüp sonra kaybolan adam, onun da sigarasını yakarken elleri titriyor mudur? Peki ya onun hemen altındaki pencere? Yaşlı (yapyaşlı) bir amca görmüştüm o evin balkonunda. Biri daha var, pencerenin yanına konmuş yatakta yatıyor sürekli. Şimdi yattığı yerden benim gibi yağmuru seyrederken onun da içi acıyor mudur? Böyle sürekli yattığına göre onun da acıklı bir hikayesi olmalı, hatta belki benim ki kadar acıklı bir hikayesi…
...
Yağmurda, pencere önünde
Önce kendimi sordum kendime,
Sonra diğerlerini…
Anladım ki herkesin bir hikayesi var, anlatılası, dinlenesi, ağlanası…
Anladım ki herkesin ayrı bir penceresi var.
Ve anladım ki her pencerede ayrı bir hüzün var…
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Düşündüm de... |
|
Düşündüm de Yaradan Cehennemi Dünyanın son günlerine inşa ettirmiş....
Keşke bahar olsa, kumrular gelse pencereme, komşu bahçede gelincikler kızarsa yine , üzerinde uçussa kelebekler, dile gelse karıncalar söyleseler güzel birşeyler gönlümüzce....
Kuşlarla havadan, balıklarla denizden çiçeklerle topraktan söyleşip dilleşsek biz bize seyretsek alemi yüz yüze ne güzel olur....
Dualar da kesik, kesik iç çekiyor yüreğimde...
Yine çözemediğim yağmur sıkıntısındayım...
Nedenlerim çok bu aralar...
Biten birşeyler var...
Solmuş birşeyler ya da.....
Belki de tükenmeye yüz tutmuş birşeyler
Şimdilik can sıkıntılarında hissedilen..
Eeee İnsanlık hali....
Dünya da sıkıldı bu arta kalan zamanlardan..
Eeee Dünya hali.....
Bakıyorum da hemen , hemen herkesde aynı nakarat aynı bilinmez virüs...
Herkesin sendromu aynı sözlerle başlıyor...
Ne oluyor bizlere ?
İnsanlar iç çöküşlerle nereye gidiyor böyle..
Kader mi ?
Yoksa düzen mi ?
Neyin düzeni ?
Kopuk, kopuk yaşamlar, bir de yetmezmiş gibi kopmaya hazır insanlar...
Her konunun gölgesinde bilinme yen düşmanlar...
Ama sevgi , ama saygı, iş , ahlak ,yaşam nefes almak, yıkmak, dökmek...
Yeni, yeni ağlayacak birilerini dağlayacak yeni insanlar üretmekten başka gayesi olmayan insanlar....
Yolda, izde, önümüzde, arkamızda her an patlamaya hazır deli versiyonlar..
Ha geldi ha gelecek, ha kaptı, ha kapacak metropollerde doğan ölüm dansı....
Yeri ve zamanı nerde nasıl geleceği belli olmayan,
Acılı yoğurtlu kamikaze olaylar....
Ama gözlerin döndüğü, dönünce de kurbanlarının ne halden ne hale geleceği belli olmayan
Meçhul yarasalara eşlik sunulan hayatlar...
Gün ışığı görmemiş sorunlardan...
Yüreklere bakmak kimsenin aklına bile gelmiyor, düşman zamanlardan...
Ha gönül,
Ha memleket ,
Ortası cezaevi..
Gerçek aşkı, sevgiyi, meçhule yollamışlar...
Düşündüm de Yaradan Cehennemi Dünyanın son günlerine inşa ettirmiş....
Keşke bahar olsa, kumrular gelse pencereme, komşu bahçede gelincikler kızarsa yine , üzerinde uçuşsa kelebekler, dile gelse karıncalar, söyleseler güzel birşeyler gönlümüzce....
Kuşlarla havadan, balıklarla denizden, çiçeklerle topraktan söyleşip dilleşsek..
Biz bize seyretsek alemi yüz yüze sevgiyle ne güzel olur....
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
MARTILAR VAR KALBİMDE....
Sadece dört ay kalacağım sonra yine buradayım abartmana gerek yok, ne olur bu kadar uzatmayalım bu konuyu diyerek sustu kız.Delikanlı hiç konuşmuyordu ,sadece kalbinin sesini dinliyordu .Ağlamak geliyordu içinden ama onun yanında yapamazdı.Onun üzüldüğünü görmek onun da ağladığını görmekle daha da kötü olacaktı.Hem gelince en iyi hastanelerde çalışacağım.Her hemşirenin eline geçmez böyle bir fırsat ne olur artık susmayı bırak bir şeyler söyle.Ben sadece kendim için gitmiyorum uzaklara ikimiz için, düşlediğimiz hayaller için gidiyorum dedi kız. Delikanlı kızın o hüzünlü gözlerine bakıp, git dedi. Sen en iyisini bilirsin mutlu olacaksan git. Senin mutlu olman beni de mutlu eder. Hem ilerde kuracağımız hayat için gidiyorsun değil mi?, o hayat ki bizi birbirimize bağlayan, sadece ikimizin hayatı.Kısa süren hayatlara inat git. Bizim hayatımızın uzun olması için git.....
İki gün olmuştu gideli. Onun özlemi göğsünde hissettiği ağrıdan daha kuvvetliydi. Doktora o gittikten sonra kematoropiye başlama sözü vermişti. Ama iki gün olmuştu hala gitmemişti hastaneye. Tedavisini, çalıştığı hastaneden başka hastanede yaptıracaktı. Kimsenin durumunu görmesini istemiyordu. Hayatında sadece O ve çalıştığı hastanedeki insanlar ve hastalar vardı. Kanser olduğunu öğrendiği gün nişanı vardı. Sanki böyle bir haberi beklermişçesine mutluluğunu bozmadı. Nişanda en mutlu kişi oydu. Sadece O'nun Amerika da burs kazandığını öğrendiği zaman yıkıldı.Çünkü biliyordu gideceğini onu hiçbir kuvvetin ,kanser olduğunu söylemesi dışında, durduramayacağını biliyordu. Onun o günkü mutluluğunu hala hatırlıyordu. Sanki uçacaktı, şimdi bir martı olmak isterdim dedi kız, sana her an uçmak için uzaklardan, beni çağırdığında, seni özlediğimde hemen yanında olmak için, duyduğu an karar vermişti zaten gitmeyi. Martılar o kadar uçamaz yarı yolda kalırlar dedi, ve özlediklerini belki de göremezler , Bir hayal işte hemencecik bozuyorsun beni. Mutluğumu çok görme lütfen ortak ol bana.Nasıl ortak olurdu ,döndüğünde belki de olmayacaktı yanında buna mı ortak olacaktı. Şimdi söylese gitmeyecekti biliyordu ama o mutluluk sihrini nasıl bozabilirdi. Nasıl onun eline verilen oyuncağı alıp onu acılara sürüklerdi. Söylemedi. Sadece git ve çabuk gel dedi. Öylece sarılıp kız kulesinin etrafında uçan martıları seyrettiler .....
Sessiz kalmak ayrılıklarda hep bir tarafı mutlu etmiştir diye düşündü. Şimdi mutlu olan bir kişi vardı ama o hayatta en çok mutlu olmasını istediği tek kişiydi. Bu sefer sessizlik amacına ulaşamayacaktı .Tedaviye başlayalı iki gün olmuştu. O gideli bir hafta. Her gün arıyordu ve her aradığında başka beyaz yalanlarla karşılıyordu onu. Yıllık izni yoktu ama doktor arkadaşı onun için bir şeyler ayarlamış ve iki aylık bir izin koparmıştı başhekimden. Hasta olduğunu sadece o biliyordu.
Saçları dökülmüştü. En çok saçlarıyla oynardı eliyle tarar masaj yapardı. Şimdi birkaç cılız saçtan başka bir şey kalmamıştı kafasında. Çalışırken hastanede hep kematoropi olan hastalar görürdü. Ne hissettiklerini hiç düşünmemişti. Belki duyarsızlıktı ama buna üzülmesine gerek yoktu artık ne hissettiklerini çok iyi biliyordu şimdi. Boktan bir durumdu ne yediğinizin farkındasınız ne içtiğinizin her dakika miğde bulantısı, garip bir duygu. Ölüm sanki ensenizde soluyor.
Martıların sesini yattığı yerden duyabiliyordu. Garipti, deniz kokusunu alamıyor ama denizin ve martıların sesini duyabiliyordu. İlaçlar koku alma duyusunu hafifletmişti. Belki de iyi olmuştu, yediği o garip yemeklerinde kokusunu almıyordu. Şimdi burada olsa onunda kokusunu alamayacaktı. O okyanus kokusuyla karışık gül kokusunu.
Saatlerce uyuyordu, telefonu titreşime almış elinin altına koymuştu kazayla bir kere bakmasın O'nun telefonuna, tedavide aldığı acılardan daha fazlasını yaşardı biliyordu.
Sonu olmadığını biliyordu bu tedavinin daha doğrusu kendisinin sonunun olduğunu biliyordu bu tedavinin. O şimdi uzaklarda hastalara nasıl yardım edeceğini öğreniyor kendisi ise bir hasta nasıl olur bunu görüyordu. Hastanede tanışmışlardı. Ayrılıklarının ve acılarının bir hastane odasında başlamasını istemiyordu. Onu tanıdığı an ve en son gördüğü an ile hatırlamak istiyordu. Sana resimlerimi gönderdim maillerine bakarsın demişti telefonda ama o kafasındaki tüm şifreleri unutmuş sadece onun adını hatırlıyordu." Deniz" Martıların üzerinde dans ettiği balıkların can bulduğu deniz. Elinde olsa denize atılmasını isterdi naaşının, sanki onun içinde kalacakmış gibi. Ama toprakta olacaktı ,geldiğimiz yer değil mi zaten ........
Kimsecikler gelmiyordu ziyaretine ki zaten kimse bilmiyordu burada yattığını ara sıra doktor arkadaşı geliyor yanında bir saat duruyor sonra gidiyordu. Dışarıda da devam edebilirdi tedaviye ama onu bu halde biri görüp gerçeği ona söylerler diye düşünüp hastanede kalmayı tercih etmişti. Tam bir ay olmuştu o gideli ,koca bir ay, şimdiye kadar iki günden fazla ayrı kalmamışlardı. Her iki gün bir ay ederse tam on beş aydır ayrı idiler.
Küçük bir arkadaşı vardı birde hastanede beş yaşında bir kız çocuğu, oda aynı tedaviyi görüyordu. Ara sıra yanına geliyor ona yaptığı resimleri gösteriyordu. Son geldiğinde ona denizin üzerinde uçan martıları yaptığı resmi hediye etmiş altına da "iyileşip senle deniz kenarında gezelim" yazmıştı. Adı onunda Denizdi. Rastlantılara inanmazdı pek ama sanki onun eksikliğini doldurmak için çıkmıştı karşısına bu küçük kız. Ona bakıp gelecekle ilgili hayaller kurmak istiyordu ama göremediği bir geleceği düşlemek içini tuhaf yapıyordu.Bir keresinde yanına gelip abi senin karın varmı? diye sormuş yoksa benimle evlenirmisin? demişti.O da hemencecik kabul etmişti bu garip evlilik teklifini, ertesi gün elinde bir gelin ve damat bulunan resimle gelmiş üstlerine adlarını yazmıştı. Deniz tedaviye iki ay dayanmıştı.Babasının kollarında can vermişti. Uzun yıllar ağlamadığını hatırladı onun öldüğü gün ağladığında.
Her akşam dakikalarca konuşuyorlardı onunla, hiç konuşmadan onu dinliyor neden konuşmuyorsun dediğinde sen anlat burası aynı, bıraktığın gibi değişen bir şey yok haberler sende diyordu.O da hemencecik devam ediyordu, o gün gördüğü yerleri anlatıyor kaldığı evin penceresinden özgürlük anıtının gözüktüğünü söylüyordu.Ama kız kulesini hiçbir şeye değişmem diyordu. Penceresinin özgürlük anıtını gören yerine kız kulesinin resmini yapıştırmış birde altına resimlerini koymuştu sanki İstanbul' daymış gibi. İyi ki İstanbul'da değilsin diye düşündü iyi ki değilsin.
İki gündür hiçbir şey yemiyordu yediği her şeyi çıkarıyordu. Sadece biraz meyve suyu içiyor birazda pirinç lapası yiyordu. Gözünü pencereye dikiyor ara sıra gelen martıları kaçırmak istemiyordu. Baş ucuna asmıştı küçük Deniz'in yaptığı resmi birde O'nun resmini. Daha mı duygusal olmuştu bilmiyordu ama artık ağlıyordu. Özlemine ,acısına artık dayanamıyordu. Onu görmeden gideceğini en başında biliyordu ,alıştırmıştı kendine bunu ama artık olmuyordu. Özlüyordu O'nu lezzetini artık alamadığı su gibi ekmek gibi, Kız Kulesinin üzerinde uçan martılar gibi.
Martılar uzun zamandır gelmiyorlardı penceresine , denizin sesi yoktu artık, telefonun titreşimini de hissetmiyordu. İki gündür telefonunu şarja taktırmayı da unutmuştu.Onun sesini de duymuyordu artık duysa bile cevap veremezdi zaten.
Ertesi gün Küçük Deniz geldi yanına, birde penceresine bir martı . Vakit gelmişti. Küçük Deniz elinden tuttu. Birlikte uçan martıyı takip ettiler mavi denizin üzerinden, kız kulesini selamlayıp İstanbul'a veda ettiler .
İstanbul bir hikayedir.Kahramanı çok yazarı çok.
İstanbul bir bahanedir sevmeye, sevilmeye
İstanbul bir martıdır.Yüreklerde uçan. Değerini bilen yok
SON
Melih Karadağ
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Zehra Sibel (Geyve) Richter |
AFORİZMA
Anlattıklarının büyük bir kısmı doğru olmayabilir. Belki asıl anlatmak istediğim hikayenin ana konusunda uzaklaşmış olabilirim. Gerçi hayatın içinde yalanlar daha bir çoğalmaya başladı. Geçmişin izleri içinde yaşıyordu. Burada olmak bu anı yaşamak yaşanılanlara bakmak.
İstanbul'dan tekrar İzmir'e dönme kararını aldı. Annemle birlikte ve ailemle birlikte olmak çok güzeldi. Tekrar yalnız olmanın o dayanılmaz varoluşu içinde çok mutluydum. İrem'i tanımam kuzenimle kız kardeşi aynı liseye gidiyorlardı. İlk gördüğümde bu kadar güzel bir kızın olabileceğini hayal bile etmemiştim. İrem çok güzel olduğu kadar kalbinin ve kendisinin sıcaklığı ayrı bir güzellik katıyordu İrem'e.
Birlikte İrem'in sevgilisi Özgür'ün çalıştığı Cuman kulübünün havuzuna gittiğimiz gün. Hava çok sıcaktı güneş yakıcı Ağustosun son günleriydi. Havuz oldukça eski ve etkileyici denemeyecek kadar küçüktü. Belki beni hayatım boyunca etkileyecek kişi ile bu garip ortamda tanıştım. Esmer koyu saçları kilolu olmasına rağmen oldukça yapılı elinde gazeteleri bir Pazar gününün rehaveti içinde. Kendimi uzun zamandır yaşadığım güçlükler karşısında yıpranmış hissediyordum. Onunla birlikte konuşmaya başlamak uzun zamandır kaybolan hislerin tekrar içimde yeşermesine neden oldu. Tartışmasız etkileyici ısısı, kokusu bütün vücudum sinirlerimden geçtiğini bir travma şeklinde içimde oluşan saplantıyı hissedebiliyordum.
'Tanıştığımıza sevindim' dedi. 'Bende'
'Ne zamandan beri İzmir'desin'
'Bugünü sayarsak sadece bir haftadır'
'Daha önce neredeydin?'
'İstanbul Beşiktaş'
'İki yıl kadar önce İstanbul'daydım.', dedi Can.
'Ah nerede oturuyordun İstanbul'da?'
'Akatlar '
'Burasını nasıl buluyorsun İzmir'i'
'Fena değil alışılıyor.'dedi
İrem ve Özgür birbirlerine sataşıyor. Elbette yemek içmek kısmına geri dönüldü. En çok garip kısımları burada başlıyor. İrem'e karşı saygısız gibi gözüküyordu. Önyargılı olmamak daha tanımadığım iki insan hakkında sonuçlara varmak istemiyordu Deniz. Hatırlıyorum hava kararmaya başladı. İrem'in eve geç kalmaması ve bir şekilde durumu babasının anlamadığı bir noktaya getirdik. Gizli kapaklı bir akşam yemeği için Can'ın evine doğru yola çıktık. Can'ın alsancakta apartman dubleks evini gördüğümde içerisi tıka basa eşya ile dolu. Evet genç bir kızın böyle bir evden etkilenmesi normal olayların gelişiminde böyle sonuç çıkartmış olabileceğinizi. Kendim içimde karşılaştırmalarımda böyle bir sonucu bende çıkardım aslında kendisinden değil sahip olduğu ve belki de benim hayal ettiğim hayat standartları bu o yüzden çok etkilendim diye düşündüm. Ama sonuç hayır bu yüzden etkilenmedim. Olayları gelişim sırasında bu düşüncenizin değişeceğini biliyorum.
Olmayan yemek
Sanırım biraz küstah ve alaycı bir tavır takındım. Konuşmalarımla dalga geçme aslında etkilenme kısmını ağır olarak yaşadım. Yani bu etkileyici kendine çok güvenen adama karşı bir çizgi oluşturmaya çalışmak ve uzak durmak aslında üzerine atlamak ve parçalamak ve benim olmasını istediğim kısımlarını anlatmak istemiyorum. Bir futbol maçı seyretmek ve bira içmek ve sonuç olarak anlamlandıramadığım konuşmaları dinledim. O gece tek hatırladığım Can'ın bakışları. Sıcaklığı insancıl olan bir şeyler vardı onda önemsediği dikkat ettiği. Ben onu hiçbir zaman yakından tanıma arkadaşlık kısmını oluşturamadığım ve çok direkt yaşamak istedikleri ile dolu olduğum için. Can'ı bu gözlemden ya da perspektiften anlatamıyorum.
Aradan günler ve haftalar geçti. Ben İstanbul'dan dönmenin ve tekrar yeni bir başlangıç içinde olmanın heyecanı evi yerleştiriyorduk. İzmir'in doğma büyüme hisarlısı olarak tekrar hisarda oturmak meydanda üç katlı şirin bir Osmanlı evinin içinde tek başına olmanın verdiği keyif. En üst kat bana ait iki kocaman bomboş oda birine kıyafetlerimi yerleştirdim. Bambudan güzel rafları olan bir dolaba kitaplarımı ayırdım. En önemlisi filtre kahve makinem ve tabi ki çok eski bilgisayarım. Semra teyzemin verdiği eski oymalı çalışma masam. Bu çok değerli önemli eşyalarım bu kocaman odalarda oldukça küçük kaldılar. ulu çınarlara bakan penceremde bu alışılmadık huzurlu manzaradan mevsimlerin geçişini seyretmek çok güzeldi.
En önemli kısmı burada başlıyor. İrem telefon açtı cumartesi öğlen iki gibi. 'Candayız haydi atla gel.' 'Gelemem evde annemlerle beraber evi yerleştiriyorum' dedim. İşte o an bu hayırın altında aslında büyük bir gitme isteğinin olduğunu fark etmeme neden oldu 'hayır' dedim.
O saniyeden itibaren bir şekilde bir daha Can'ı nasıl görebileceğimi düşünmeye başladım. İrem'in özgür ile ilişkisinin bitmesi arada daha kötü bir duruma soktu buluşma noktasını bulamıyordum. Kafamda döndürüp durduğum düşüncelerle nasıl kısmını oluşturamadım. Geçiyordum uğradım yapıp aslında tek amacım Can'ın telefonunu alıp üzerine atlamak olmasına rağmen. Çalıştığı bankaya uğradım. Bu arada dünyanın en sıkıcı mesleğinin bankacılık olduğunu düşünürdüm yani tanımadığınız insanların parasıyla uğraşmak kadar sıkıcı bir iş var mıdır. Bu kısım en korkunç kısmı ama gülmemek elde değil. Ben onun müdür olabileceği kısmını bilmiyordum. Elim ayağıma dolaştı diyebilirim. Heyecandan titriyor ve salak olduğum kısmını çok iyi bilmeme rağmen kafaya koyduğumu yapma isteğime engel olamadım. Aşık olduğum Can'ı yani aslında bu benim hayalimdi ve ben bunu yaşıyordum yani aşık olduğumu düşünen ve bunu hisseden tek kişi bendim. Can'ın bunla bir ilgisi hatta bilgisi bile yoktu. Ben onu ziyaret edene kadar. Aşağılık duygusu bana ayrıca korkunç bir haz verdiğini söyleyebilirim. Kendini küçük ve aşağılık hissetmek.
Ben heyecandan deli gibi eve gittim. Evet Can'la buluşacağımı biliyordum. Bu korkunç bir mutluluk ve aptal olma hissi ile doluydum. Bu iki duyguyla birlikte Can'ın evine doğru akşam sekiz sularında buluştuk. İşte bu önemli bir kısım tanımadığın bir adamın evine gidip ayrıca hiç tanımadığın bir arkadaşıyla tanıştım. Arkadaşını hatırlamıyorum o an için önemli olan o değildi. Aslında buluşmanın ama özgürün çalıştığı yere gidip eğlenmekti. Biz bu kısmı atladık. Film seyrettik bir şeyler içtik. Doğruca asıl benim için önemli kısım buydu bütün bir sabaha kadar seviştik. Bu inanılmaz güzel bir duyguydu. Bu tek kişilik aşkın içinde yaşanılanların Can için fazla bir önemi olmadığını hissetmem. Ona karşı güvensizlik hissetmem yinede istiyordum. Olumsuzlukların içinde kendimi kendime karşı küçültsem de bununla savaşabilirim kısmı vardı. Tabi bu küçülmekten duyulan haz vardı. Acı çekmek haz verir.
Sonraki aramalarım ve Can'ın bir daha benimle buluşmak istememesi hayal kırıklığı ve kendimi işlerimle uğraşmak kısmı vardı. Elimde sadece iyi dostlarım ve kendime güvenmem gerektiği. Bu arada salak ilişkimi de sanırım üçüncü kez Can'a gidip birlikte olduktan sonra evet aldattım. Bitirmeliydim onu görür görmez ilişkimi ' Salak ilişkim beni gerçekten seven değer veren, iyi bir sanatçı çalışıp çırpınan üniversitede doktora yapmış. Aklı başında adam gibi adam' Sanatçı kimliği içinde o kadar tanrısal yaratma bunalımı içindeydi ki bunaldım, bir kalemde silip atım. Ona duygularımı anlatmanın bunun bir faydası yoktu. Ayrıca Can acı çektirmesi ayrıca zevk veriyordu. Kabusa dönüşen bu hapishanede terk edilmiş. Kendime acımak, küçültmek ve bir an için onu gördüğümde her şeye tekrar başlanacağını hissediyordum. Bunun sonucunu eski bir arkadaşıma anlatmak bu ilişkinin bir erkek gözüyle nasıl değerlendirildiğini bilmek istiyordum.
Ufuk'la tanışmamız eski rockerlar olarak hele benim gibi para karşıtı, zenginlerden nefret eden. Bu Ufuk da her konuda savaşmış çok iyidir yaşlı kadınlardan hoşlanır bu bana en sempatik ilginç gelen yanıdır. Her zaman için zenginlerden uzak durmaya çalışan bir kadın olarak. 'Can'a yuppi diyebilir miyiz?' Hippi bakış açısıyla o dünyada bulunan bir virüs. Zengin insanlardan nefret ettikçe onlar beni buluyordu. Ben uzaklaşmaya çalıştıkça onlar yaklaşıyordu. Özelikle yuppilerden daha çok gıcık olduğum tipleme komünist geçinip. Marksist olup land rover kullanıp villada oturanlar ve konuşurlar konuşurlar hiç durmadan. Ölümcül bir rakı sofrası için iki salak kompleksli eski komünist yeterlidir. Ufuk sağlamdır çok açıktır her şeyi rahatça konuşabildiğiniz sizi yargılamadan eleştirebilen daha iyi bir dost var mıdır. Ufuk hep kilosundan şikayet eder göbeğinden bahseder ve devamlı olarak yer. Ailesinin evlenme baskılarından usanmış evlenmemek için direnen. Ufuk'un annesi ayrıca çok sevdiğim Meliha teyzem ayrıca bir ekol olabilir. Motor kullanan gençliğini gazetecilik yaparak geçirmiş. Ufuk üniversitede evet annesinin arkadaşına aşık oluyor. Üniversite boyunca İstanbul annesinin en yakın dul arkadaşıyla muhteşem bir aşk yaşıyor. Sonunda ayrılık çatıyor üniversiteyi bitirir bitirmez sevgilisi yolun sonuna geldiklerini ve ayrılmak zorunda olduklarını söylüyor çünkü bir gelecekleri olamaz. Acılı hikaye baskıların insanlar üzerinde ne kadar garip izler taşıdığı bir pişmanlıktır Ufuk. Pişmanlığı terk edilişinin dönüşümü olmayan yolu. Londra ve Newyork ama kaçış sonuçsuz kurtulamadığı ayrılık.
Sonunda eve dönüş İstanbul Roche ile denen fakat mason olmama kararı ile İzmir'e dönmesi eski bir rocker olarak tekrar müzik ve iş. Bizim devamlı Foça balık restoranında bütün bir gece benim hikayem ve onun hikayesi içinde dönüp durmamız. Sevgilisinin bu bizim bitmez tükenmez konuşmalarımız içinde acı çekmenin haz veremeyeceğini düşünmesi. Acı çekmek haz verir. Haz en önemlisidir. Haz duymazsanız yaşayan bir ölüden farkınız yoktur.
Ufuk 'sevdiğin biri tarafından istenmemek kadar kötü bir deneyimi yaşamak' dedi. 'Evet, istenmemek oldukça yıpratıcı kendimi olabildiğince kötü hissediyorum.'dedim. 'Peki şu an onunla birlikte olsan ya da senin istediğin gibi olsa bir ilişkiniz olsa .'dedi biraz meraklı cevabı veremiyordum. Bir hayal kuramıyordum olmayan bir ilişkiyi nasıl cevaplayabilirdim. 'Peki biz birlikte olmaya başlıyoruz, beraber geziyoruz dostlarımız var yiyoruz içiyoruz geziyoruz. Çok mutluyuz birlikteliğimiz herkesin imrendiği bir ilişki haline geliyor. Can çok mutlu, çok mutluyum sonuç ne olur çok sıkıcı oldu. Steril ve çok iyi bir ilişkide haz olabilir mi?' dedim. 'Benim sorum şu "eğer bir kadın ve erkek sadece tinsel birliktelik yaşıyorsa bu ilişki midir?' dedim. Ufuk gülen bir ifadeyle yine sadece tinsel bir uyum başka konuşma yok. Hayatları tanımak yok. Birbirini tanımadan sadece tinsel olarak yaşamak. 'Siz böyle bir durumumu paylaşıyorsunuz?' diye sordu. 'Hayır, bana soru sorma sadece sorumu cevapla.' Dedim. 'Deniz, kendini neden bu kadar yıpratıcı ilişkilere sürüklüyorsun? Ben seni on altı yaşından beri tanıyorum. Neden kendini bu kadar yoruyorsun? Dışarıda seninle olmak için çırpınan birlikte olmak isteyen benim arkadaşlarım dahilinde bir sürü insan var. Sorunun cevabına gelince evet bu bir ilişkidir. Bu tamamen tinsel bir durum yani sadece bunu yaşamak bütüne bakamamana neden olabilir. Belli bir parçayı görebiliyorsun sadece aslında onu tanımıyorsun.' Dedi Ufuk. Doğru söylüyor kısım olarak bunun heyecanlı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Yaz geliyordu aradan neredeyse bir yıl kadar bir süre geçecek yaz geldiğinde. Konumumuz farklılaşıyor.
Yılbaşı bu kısmı atlamışım bana en acı veren kısmıdır.
Yılbaşı gecesi aradığımda başka bir kız arkadaşıyla beraber olması. Mesajında dalga geçer bir ifade kullanması Can'ın gözündeki değerimi daha iyi yansıtabileceğini düşünüyorum. Kısaca değersiz bir insan olma hissinin ana öğesi olma durumu korkunç bir histi. O akşam bir şey oldu. Bu konumu ve durumu ben seçmiştim. Böyle olmasını isteyen bendim. Bunu değiştirmeliydim. Beni tanımayan bir insanın beni küçültmesi de mümkün olmadığını fark ettim.
Her akşam yürüyüş yapmaya başladım. Yeni açılan bir bara gidip her akşam bir çay içip. Her gün altı ya da yedi fıkra anlatıp hepsini gülmekten yere yatırıyordum. İnsanları çekim alanıma almaya başladım. Herkesle çok açık konuşmaya, her gün kaç erkeği etkileme kapasitem olduğuna bakmaya başladım. Gerçekten hepsini etkileyebildiğimi görmek çok eğlenceliydi. Kız arkadaşlarıma gelince hepsine karşı çok acımasızca konuşuyordum. Fikrimi almaları iyi fikir değildi. Acımasız ve gerçekçi konuşan kadın olmam onlara çok daha haz verdiği kesin. İlk defa istenmemiş olmak acı çekmeme rağmen Can'ı kimse bilmiyordu. Kimseyle ne birlikte olmak ne de hayatıma sokmak gibi bir kaygım yoktu. Bunu istenmeme duysuyla bağdaştıramayız. Etkileyici olmak beni yeterince tatmin ediyordu. Farkında olmadan bana benzeyen insanları çekim alanıma almaya başladım. Zengin tiplerden kurtuluyordum. Akıllı insanlarla birlikteydim. Tatmin noktası daha bir artmıştı.
Ufuk ve sevgilisi bana çok kızıyordu. Snop barına gidip ne yapmak istiyordum. Tatlı insanlar olduğunu anlatmaya çalıştım. Ufuk her zaman olduğu gibi farklıydı. Biz her zaman balık restoranına gidip rakı içip sohbet edip garsonlarla keyifli balıkçılarla küçük kasabaların güzel insanlarıyla yedik içtik. Ufuk yabancı ülkelerden gelen arkadaşları. Yabancılardan hiç hoşlanmama rağmen güzel sohbet edilebiliyordu. Ufuk Can'ı bilen tek insan olarak görüşüp görüşmediğimi sordu. 'Görüştünüz mü hiç?' işte bu yanlış bir soru oldu. O anda ne kadar çok Can'ı görmek istediğimi fark ettim. Aklımın ucundan arada bir geçen Can yine canlanmıştı. 'Hayır' dedim. En son mesajı anlatmadım. Anlatmak istiyordum fakat çok utanıyordum.
Tanışmamızdan Ağustos 1 yıl sonra
Çalışma günlerim sürüp gidiyordu. Can'ı aradım. Kötü bir rock barda buluştuk. Saat yanlış hatırlamıyorsam sekiz civarı. Hava geç kararıyordu. Güzel bir yaz akşamıydı. O sıralar saçlarımı boyatmaya üşendiğim için saçlarımı İrlandalı kadınların saçları gibi burgular yapıyordum.Açık sarı ve bal rengi saçlarımı algılayamıyorlardı böylece. Üzerimde anneme tasarımını yaptığım Çin tarzı bir bluz mavi eteğim. Birlikte bira içtik sohbet ettik. Can'ı tekrar görmek ne kadar güzeldi. Dokusunu ve yakınlığını hissetmek. Halbuki resim kursum tam onun oturduğu apartmanın yanındaki apartmanın birinci katındaydı. Haftada iki gün kursa gidiyordum. Can bunu bilmiyordu. Bilmesini istemiyordum. İşini değiştiriyordu ve daha fazla İzmir olmayacaktı onun için. Sanırım bir kız arkadaşı vardı ve mutluydu. Aslında bilmiyordum. Hiçbir noktayı bilmiyordum onun hakkında. Hangi yemeği , rengi, sporu, fıkrayı,kitabı, arkadaşını en çok sever? Bilmiyordum. Sormakta aklıma gelmiyordu. Sadece varolma mutluluğunu yaşamak daha önemliydi. Çok fazla içmedik. İlk defa dışarıda buluştuk. Başka insanlarla etkileşimde bulunduk. Nasıl olsa kimse anlayamazdı.
Balkon
Eve doğru yola çıktık. 'Eve gelmek ister misin?' sordu. 'Evet' apartmanın çatısına arabayı park etti. Bu bana çok garip geldi. Neden apartmanın çatı katı. İkinci katta oturan biri için ama evini dokuzuncu kata taşımıştı. Evin bir odasına bir dağ şeklinde eşya vardı. Bana çok sanatsal göründü. Eşyalardan oluşmuş bir heykel. Heykelin içinde yalnızlık boşluk ve ben.
Kırmızı Kutu
Girdabın mıdır bizi sürükleyen,
Nereye gidiyoruz?
Senle gelen sevgi ,
Seninle biten beni arıyor.
Ben senin içindeysem,
Sen benim içindeysen,
Gel benimle aşka doğru.
Işıklarınla aydınlat girdabını
Uçurumlarından beraber kanatlanıp akalım,
Derin gizli sırlarınla okyanuslara.
Unutmadan gel hatırlayarak.
Hatıraların izi ilelebet...
Sibel Richter
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.108 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Bazen
Bazen bıkarsın ya hayattan,
Sana sunulan tüm güzellikleri görmez olur gözlerin
Yaşamın kıyısında sallanır durursun öylece.
Hayat;
Öyle bir bakar ki gözlerine anlayamazsın tüm bu karmaşayı.
Bazen, alıp başını gitmek istersin,
Sevebileceğin her şey uzak kalır sana.
Bir bar da en sığ köşeyi seçer,
Geçmişinle hesaplaşıp durursun umarsızca.
Sahildeki kurna sesleri çınlar kulağında,
Ellerin ceplerinde,
Giden bir geminin ardından öylece baka kalırsın.
Bazen, yağmur sonrası bulutlara takılır gözlerin.
Üzerine yağan yağmurdan,
Beynine çakan şimşeklerden,
Gökkuşağının rengini bile göremezsin.
Bazen,
Bıkıyorum hayattan ve tüm ışıklarım sönüyor.
Etrafımda kalan anlık teselliler oluyor, gülüp geçiyorum
ve seçme sansı vermiyor hayat,
bize sunduğu kadarını yaşatıyor kaderimizin....
İbrahim Ural
Yukarı
|
Elleri işte gözleri oynaşta!..
Yukarı
|
ASYA'YA BAĞIŞ
GELİN UMUT TARLALARINI BİRLİKTE YEŞERTELİM!
GÜNEY ASYA DEPREMİ ŞARTLI BAĞIŞ HESAPLARI BANKALAR ŞUBELER HESAP NO. PARA CİNSİ ŞUBE TELEFONLARI
T. C. ZİRAAT BANKASI ETİMESGUT ŞUBE (312) 244 09 52 40437140-5001 TL 40437140-5002 USD 40437140-5003 EURO KOÇBANK BAŞKENT ŞUBE (312) 418 18 04 11100111 TL 22200222 USD 33300333 EURO GARANTİ BANKASI ANKARA ŞUBESİ (312) 410 41 30 6297000 TL 9096000 USD 9095000 EURO YAPI KREDİ BANKASI SİTELER ŞUBESİ (312) 349 42 40 1071532-6 TL 3017248-6 USD 3017249-4 EURO FİNANSBANK ANKARA ŞUBESİ (312) 468 45 63 12282683 TL 12282676 USD 12282679 EURO DENİZBANK ELMADAĞ ŞUBESİ (212)230 52 33 9050-2868-351 YTL
9050-2868-352 USD
9050-2868-353 EURO
AYRICA AVEA KULLANICILARI 5533’E BOŞ MESAJ ATARAK KAMPANYAYA KATKIDA BULUNABİLİRLER
(1 SMS BEDELİ (10.000.000TL) 10YTL)
YALNIZ DEĞİLDİK, YALNIZ BIRAKMIYORUZ! DESTEK OLAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER…
BİLGİ VE SORULARINIZ İÇİN:
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 0 312 245 45 11 245 45 12 245 45 13 245 45 14
E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr
FAX: 0 312 245 45 50
BANKALARA ULAŞAMAZSANIZ LÜTFEN BİZİMLE İRTİBATA GEÇİN.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Wink 1.5 [1,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://files.webattack.com/localdl834/wink15.zip Çok iyi bir program ama biraz bilgi istiyor. Ekran üzerinden demonstrasyon yapanlar için güzel bir alternatif. Ekranın herhangibir yerini yakalayıp flash dosyası olarak saklayabiliyorsunuz. Son derece kaliteli bir görüntüyle harika anlatımlar yapmak mümkün. Ancak başta da dediğim gibi biraz bilgi ve bu tür programlara aşinalık gerekiyor.
Yukarı
|
|
|
|
|
|