|
|
|
11 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Yoksa göle maya mı çalıyoruz? |
Merhabalar,
Dün akşam heyecanla Abonet'ten gelecek listeyi bekledim ama nafile. Abonet posta sunucusunun su koyvereceği tuttu. 3 saat boyunca yollayamadılar, ertesi güne bıraktılar. Anlayacağınız anyayı konyayı henüz göremedik. Kısmetse bugün listeyi alacağız. Ve o zaman takkeyi önümüze koyup düşünme vakti gelecek. Sonuçlar iyiyse daha iyiye ulaşmanın, kötüyse nedenlerini bulup çözmenin yollarını arayacağız. Benim takip edebildiğim kadarıyla sayı umduğumun altında seyrediyor. Bunun nedenlerini benimle paylaşmak isteyen var mı aranızda? Yani dediklerimi okumuş, Kahve Molası'ndan hoşnut olan ama dergimize abone olmamış arkadaşlarımız bunun nedenlerini bizlerle paylaşabilirler mi? Hayır bir yerlerde yanlış yapıyorsak, yol yakınken yanlıştan dönmemize yardımcı olun hiç olmazsa. Bu soruya belki pekçoğunuz "Hele bir ilk sayıyı görelim ondan sonra düşünürüz." diye cevap verecektir. Bir yere kadar haklı olabilirler. Belki biz doğmamış çocuğa don biçmeye çalışıyoruz. Ama bu çocuğun anası da babası da belli değil mi? Çekinmek ne diye? İşin maddi boyutu ise hiç söz konusu bile edilemez. Zira sizden para pul isteyen de yok. Dergi elinize geldiğinde bedelini çıkartıp vereceksiniz. O zaman geriye tek bir neden kalıyor, o da ilgisizlik. İşte bunu sizlere yakıştırmam mümkün değil. Çünkü şu satırları okuyan herkesin Kahve Molası'yla ilgili olduğunu biliyorum. Ama iş dergiye geldiğinde işler farklı bir boyuta mı geçiyor, ilgi mi azalıyor? Bunları gerçekten merak ediyorum. Arkadaşlar Kahve Molası Dergisi şu anda okumakta olduğunuz e-gazetenin bir kopyası değil, farklı yazı ve köşelerden oluşan yepyeni bir çalışma. Ve dergimizde yayınlanan hiçbir yazı e-gazete de en az 1 yıl yayınlanmayacak. Ve en önemlisi dergimiz baskı sayısı itibariyle hiçbir zaman köşebaşındaki gazetecide satılmayacak. Yani günü geldiğinde arasanız da bulmanız mümkün olmayacak. Hatta bu dergi bekleme salonunda sehpa üstüne atılan dergilerin arasında da olmayacak. Haftalardır bu dergi için en cicili bicili elbiseleriyle törene hazırlanır gibi çalışan, üreten, ilk defa görücüye çıkacak gelinlik kızlar gibi heyecanla süzülen yazar arkadaşlarım adına sizlerden rica ediyorum. Lütfen biraz daha ilgi gösterin. Ben sizin yerinizde olsam, beğenmezsem sırf kafama atabilmek için bile alırım bu dergiyi. Yeter amma uzattın diyecek olanlara da bir kaç laf edip çekileyim. Yok hiç uzatmadım, az bile söyledim. Bu dergi bir medya grubunun 10 tane yayınının yanına gelen onbirinci dergi değil. Bar bar bağırabileceğimiz kardeş gazetelerimiz, televizyon kanallarımız da yok. Elimizdeki tek mecra şu an okuduğunuz Kahve Molası. Eee izin verin ben de buradan biraz reklam yapayım. Pekçok arkadaşımı yazmaya teşvik ederek onların bir adım öne çıkmasına vesile oldum, bundan ayrı bir gurur duyuyorum. Ama aramızda okuyacak dostlar olmazsa, yazmanın paylaşmanın ne güzelliği, ne gereği var? Lütfen düşünün ve gereğini yapın. Yapmıyorsanız da gerekçelerini benimle paylaşın. Havanda su mu dövüyoruz, göle maya mı çalıyoruz öğrenelim.
Pikaba dinlemekten bıkmadığım bir güzel latin şarkıyı koyuyor ve gidiyorum. Nathalie Cardone söylüyor, Hasta Siempre. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Mavi ayrılığa mı, aşka mı çağrı...
MAli'ye
İçinden mavi geçen hayatlar deniz kokar. Denizin iki yakasında da ayrılık; Buluşamayan sevdalar gizlidir acıklı türkülerde...
Nice gözyaşı tüketmiştir böylesi sevdalar, nice yürek unutmamak için unutmuştur kendini ve nice mektup cevapsız kalmıştır.
Siyah beyaz film repliklerinden kalan tiz bir sestir.
"Biz ayrı dünyaların insanıyız"
Ya da sadece mavinin peşinden gidip biraraya gelir bazı yürekler.
Şiirdir, şarkıdır ilk elele tutuşmalar.
Ve gurbet bir ara istasyon olur, son durağı belli olmayan trenlerinin kalkacağı.
Kadın adamı fark ettiğinde, adam kadını fark etmemişti.
Adam memleketinden ayrı yaşadığı yıllara söylüyordu şarkısını. Belki de geride bıraktığı aşklarına.
Kadın bilmediği dilde şarkı söyleyen adamın sesini hiç unutmayacaktı.
"Fikrimden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Herbir dertten ala yaman ayrılık…" *
İlk kez Ege'nin iki yakasının dostça kucaklaştığı bir etkinlikte tanıştırılmışlardı. İkisi de kendi gurbetinde.
Adam yıllardır gurbette yaşayan ailesinin yanına yeni gelmiş. Babannesi ile geçen çocukluğunu, gençliğini, orada o yanık türkülerine sigara dumanı tüttürdüğü memleketinde bırakmıştı. Ege ovalarında geçen mavi bir çocukluk, sonrası koca bir şehre sığınan yalnız yürek…
Kadın doğduğu yerde gurbetteydi. Ege'nin bir diğer kıyısında bırakılan bir geçmiş ve sadece fotoğraflarından tanıdığı bir babaannesi vardı.
İkisi de mavi Ege'den çok uzak, soğuk bir Avrupa kentinde yaşam mücadelesi içindeydiler. Mavi denizlerde yüzmeyi özleyenler gibi suya hasret,
Tüm uzaktakiler gibi kendi güneşlerine hasret,
Bir kente, bir ülkeye hasrettiler.
Belki bundan elleri çok üşüyordu kadının.
Belki bundan sigarasını hiç bırakmıyordu adam.
İkinci karşılaşmalarında,
Adam kadını fark ettiğinde, kadın başka bir adamın elinde ısıtıyordu ellerini.
Kadın ülkesinin şairinin bir şiirini okumuştu.
"…Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma....". **
Üçüncü kez karşılaşmayı dilemişti adam. Sadece bekleyecekti. Aklında kalan dizelerle hep aynı kente gidiyordu yüreği. Bir gün oralarda olabilmek adına…
"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın... "***
Bu şarkıyı, büyük şairin şiirine ses veren usta yorumcudan defalarca dinlediği gün gelmişti kadın. Kadının sevgilisi ya da sevdiğini sandığı üçüncü şahıs gitmişti.
Üçüncü defa karşılaştılar. Bu sefer ikisi de birbirlerini fark etmişlerdi.
Kadının elleri hala soğuktu, hep özlediği maviliği anlatıyordu.
Adamın sigarası sönmüştü. Son dumanını sevdaya üfledi.
"Ne anlatır Yunan şarkıları
Geceye dair, aşka dair…" ****
diye başlayan bir şiir okurlar beraber. Bildikleri tek ortak dilde. Gurbetin dilinde.
Aynı yemekleri yaptılar farklı isimlerle, aynı melodilere başka sözler yazdılar.
Aynı denizi özlediler.
Akılları hep aynı mavide.
Yeni bir yılı birlikte karşıladılar.
Adam, sigarasını aramadı ilk defa.
Kadının elleri, adamın yüreğinde.
Artık üşümüyordu.
* Anonim
** Kavafıs'in Erdal Alova-Barış Pirhasan çevirisi "Aynı Kentte" şiirinden
*** Nazım Hikmet'in "Mavi Liman" şiiri, şarkı olarak yorumlayan Cem Karaca
**** Ataol Behramoğlu'nun "Ne Anlatır Yunan Şarkıları" şiirinden
SunA.K. Grasse
Fotoğraf: Serhat Keleşoğlu
2005/Mandelieu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Hariçten Gazel Okuyan Kahveci: Sait Elibol |
Bir utangaç adam…
''Phil'in daha çok sanatsal, Peter'in ise daha çok ticari olmasını istiyorum''der Genesis'in isim babası Jonathan King. Bence çok açık, basit, anlaşılır ve doğru bir yorumdur bu. Çünkü 1963 Eylül'ünde İngiltere'de Godalming, Surrey'de bulunan Charterhouse lisesinde Genesis'in çekirdek kadrosunda bulunan Tony Banks ve Mike Rutherford'la başlayan arkadaşlığından bugüne kadar hiç bir ticari beklentide olmaksızın sanatını icra ettiğini biliyorum. Çok az grup akıntıya karşı acımasızca mücadele edebilmiştir, işte bana göre bunların başında da Genesis gelir. Tabii ki Peter Gabriel sayesinde. 20 Haziran 2004 tarihinde kendisini ve grubunu Parkorman'daki konserde izleme konusunda çok kararsızdım. Zira içimdeki kahramanın yokolacağından, mitin söneceğinden korkuyordum. Acaba onu yakından görünce bütün heyacanım ve sevgim azalacak mıydı? Büyü bozulacak mıydı? Hiç de öyle olmadı. Tam tersine onu daha çok sevdim ve daha çok takdir ettim.
Durup dururken Peter Gabriel'den bahsetmek de nereden çıktı? Bunca konu, bunca sanatçı ve bunca dünya derdi varken, nereden çıktı bu adam? Sahi nereden çıktı?
Benim için temiz bir yürek, çekingen bir ruh,acaip ama sevimli, sahnede fütursuz bir çılgın, doğrularını sadece müzikle değil sözlerle de anlatan bir adam Peter Gabriel. Ötesinde yıllardır etnik müzikleri araştıran ve bu müzikleri becerikli bir şekilde yorumlayabilen etnik sanatçıları da gün yüzüne çıkarmıştır. Ağustos 1975'te yapılan basın açıklamasıyla Genesis'ten ayrıldıktan sonra (son defa Besançon, Fransa'da birlikte çaldılar) kendine özgü çizgisinden hiç şaşmadan, ancak her yeni albümünde ve konserinde kendisini hem görsel hem de müziksel açıdan geliştirmeyi sürdürmüştür.
Çiftçi bir babanın ve müzikle ilgili bir annenin çocuğu olarak 13 Şubat 1950'de Surrey'de dünyaya gelen Peter Gabriel İngiliz orta sınıf gelenekleriyle yetiştirilmiştir. Yedi sterline satın aldığı ilk davulu ile başlayan müzik öyküsü bugün hala aynı gurur, şevk ve tutkuyla devam etmektedir. Kudsi Ergüner (ney) ve Selda Bağcan'la (saz, vokal) da birlikte çalmış olan Gabriel'i İstanbul'da küçük kızı Melanie (28) ile birlikte Growing-Up turunun sondan bir kaç önceki ayağında izleme fırsatı buldum. Aslında son yıllarda tiyatro gösterisini andıran konserlerindeki sınır tanımazlığını sahnenin yeteri kadar büyük olmaması nedeniyle ginger üzerinde gezinti ile ve ışıklı ceketini giyerek sınırlandırsa da onu yakından görmek büyük bir zevkti. Oysa 2002 yılı başında yaklaşık 10 yıl aradan sonra tekrar yollara düşmeğe karar verdiğinde, hala hayranlarının onu bekleyip beklemediğinden emin değildi. Kızı Melanie'yle beraber sahnede tepetaklak şarkı söyleyecek kadar cesur olan Gabriel (ilk denemede çok heyecanlandığını ve gözyaşlarını zor tuttuğunu da söylemektedir) müzik dünyasının ender görülen bir dehası olmaya devam ediyor.
Bunu saymayız, yine bekleriz utangaç adam…
Kaynakça: Genesis/ Janis Schacht
Peter Gabriel, An Authorised Biography/ Spencer Bright
Genesis Archive 1967-75
Sait Elibol elibol@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan BAŞIMDA HUNİM VAR BENİM... |
|
Ben bu ülkede yaşıyor olmaktan vaz geçtim. Umurumda değil savaş ta barış ta. Gayrı safi milli hasılayı da takmıyorum artık. Nasılsa oturup vatandaşa bölüştürmezler. Avrupa birliğinden bana ne. Onu serbest dolaşım hakkı verileceğini umup göç ederek iş bulacağını sananlar düşünsünler.
Elli beş bin mühendis işsizmiş bana ne. Hırsızlık, dolandırıcılık, kap kaç kol geziyormuş. Devlet malı deniz, yemeyen domuzmuş. İnsanlar hastanelerde rehin kalıyorlarmış. Emekliler sapır sapır ölüyorlarmış maaş kuyruklarında. Yıbaşında yetmiş milyonluk nüfusun sadece on milyonu bir lokantaya gidebilmiş. Vergiler artırıl-mış, trafik cezaları el yakacakmış. Söylendiğine göre Bingöl'de insanlar çöplükleri ka-rıştırarak karınlarını doyuruyorlarmış.
Onur satılmadan para kazanılmazmış. İş yapmak için ilk koşul yavşak ol-makmış. Karşının egolarını onların isteklerince gıdıklamakmış. Bakınız Emre Yılmaz "Genç bir iş adamına" . Fahişelik sektör, pezevenklik yan sanayi olmuş. İstanbul'un taşı toprağı tuzak. Üçüncü cinsiyet fışkırmış sokaklarından.
Amerika Jandarma olacakmış. Kuzey Irak'ta kürt devleti kuruluyormuş. Mülteciler basacakmış doğu Anadolu'yu. Kuran şifreleri çözülmüş, göktaşları yakın tarihte yağacakmış. Kimyasal, Biyolojik silahlar kullanılacak buna Jandarma atom bombası ile cevap verecekmiş. Bana ne.
Yüzde üç, yüzde doksan yedinin kazandığını kazanıyormuş. Bana ne kardeşim, ben mi kurdum bu düzeni. Emek ucuzmuş.Ucuz ekmeğin ise önünde kilometrelerce kuyruk varmış. Açlık sınırının altında yaşıyormuşuz. Tutan tuttuğuna kilitliyormuş bu düzende. Olsun ne çıkar. Hayvanlar aleminde de aynı değil mi?... Hangisi itiraz ediyor buna. Bizimki can da onlarınki ne?
İnsanlar, daha bir de öldükten sonra göreceklermiş asıl. O zaman anlaya-caklarmış anyayı Konyayı. Bu dünyada kılmadıkları namazları ateş üzerinde kılarken. Ateşten korkup ateşe tapanlar bile içine sokulacaklarmış kızgın fırınların.
Bir Polliyana bacı karlı çıkacak bu işten. O hep mutlu çünkü yaşadıkların-dan. Kızı fırına sokacaklar, o şöyle düşünecek " Daha da sıcak olabilirdi". Tırnakları çekilirken " Oh.. soldan üçüncüyü unuttular" deyecek. "Hala bir tırnağım var".
Bu demek ki yaşamıyor olmak daha iyi. Hayvan olmak , Polliyana olmak ya da deli. İlk ikisini beceremeyeceğiz galiba gene de en iyisi delilik. Önce türkü söyleyip aynısını bir de amuda kalkarak tekrarlamak.
Eline direksiyon alıp MAN kamyon gibi zorlanan sesler çıkartmak rampalar-da. İniş aşağı zevkten nağaralar atmak . Bu yorgunlukla uyumak sonra, it gibi.
Taş atmak Valinin camına, belediye başkanın arabasının tekerine işemek. Seyyar satıcıları kovalayan zabıtaların peşinden koşup, parmak atıp kaçmak. Değnekten ata binmek sonra kaçarken. Atla gidiyorsun "Nah yakalarlar!.." Kahkahalar atmak zevkle .
Yolda yürüyen ekabirin ensesine şaplatıp savuşmak. Peruğunu çekip sallaya sallaya koşmak caddelerde. Uzun eşek oynamak en büyük meydanın ortalık yerinde kendin gibilerle. Sabaha karşı garda, raylar üzerinde üç beş mahmur iti kovalamak. Ohh be... rahatladım biraz. İşte, şimdi güzel yaşamak.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci: Ayça Çilingiroğlu |
Taksim'deki İnsanlar..
Bu yazının başlığını önce Taksim'deki hayvanlar olarak düşünmüştüm. Sonra aklıma, eşini kaybetmesi halinde ömrünün sonuna kadar bir başkasıyla çiftleşmeyen albatroslar geldi.. Gemilere açık denizlere kadar eşlik eden yunuslar; vapurda etrafımı saran martılar geldi.. Hiçbir hayvanın nedensiz yaratılmadığını biliyordum ve bunu yapanların nefes alma nedenlerini araştırıyordum. Sonunda anladım ki, hiçbir hayvan durup dururken sorun yaratmaz. Bunu yapanlar ancak insan olabilir. Bu güzelim dünyayı bıkılacak bir coğrafyaya dönüştüren, dört bir yana bombalar yağdıran canlıların ancak insan olabilecekleri gibi..
Onlarca insan, kalabalığın ortasında sıkışıp kalan turist kıza, nasıl edindikleri belli olmayan bir iç güdüyle saldırırken gözleriyle kameraları izliyordu. Olay sırasında kameralar insanları, olaydan sonra diğer insanlar hem kameraları hem insanları seyrediyordu. Manzaraları tahmin etmek çok da zor değildi. Yılbaşı gecesi kimseye dışarı çıkmayı önermedim. Zaten kimse de benden böyle bir teklif beklemedi. Olayın ardından kimi medyayı, kimi polisi, kimi de varoşlarda yaşayan hanzolar olarak tabir ettiği kitleyi suçladı. Medya her zamanki gibi bire bin katarak iletti gelişmeleri. İstiklal'de her gün otomatik silahlarla dolaşan polisler, muhtemelen yılbaşı eğlencelerindeydi. Hanzolar her zamanki gibi görev başındaydı ama önemli olan onların varoşlarda yaşayıp yaşamadıkları değildi.
Burada söz konusu olan bir toplumsal çürümedir. Sürekli artan taciz ve tecavüz olayları, yolsuzlukların, hırsızlıkların, kapkaç olaylarının bir başka boyuta yansımasıdır. Bu ülkede kadın olmak zorsa, erkek olmak bin kat daha zor. Hava henüz kararmış olsa bile, kız arkadaşının yüz metre yalnız yürümesini içine sindirememenin; Taksim'deki insanlarla aynı cinsiyeti paylaşıyor olmanın utancıdır ağır olan. Afedersiniz tanışabilir miyiz'le başlayan bir iletişimin, olası bir ilişkiye ait bütün ihtimalleri sıfıra indirdiğini idrak edemeyen bir zihniyettir İstanbul sokaklarında hüküm süren.
Çözüm ne Taksim'de sallandırmaktır bunu yapan birkaç kişiyi; ne de eğitim düzeyinin yükselmesidir. Zaten ülkemizde üniversite okumanın bile eğitim almakla aynı anlama gelmediği bilinen bir şeydir. Sorunun çözümü, ancak geniş çapta bir zihniyet değişimiyle mümkün olabilir. Bu zihniyet, her futbol maçından sonra sokaklarda silah atan; yere tüküren; maganda dizilerini soluk soluğa izleyip ertesi sabah yorumlayan; her şeyin en iyisini kendi yaptığına inanan anlayıştan uzaklaşmalıdır. Bütün bu olaylar aslında hep aynı temelde yükseliyor. Kentle köy arasında sıkışıp kalmış bir kimliksizliğin sorunudur asıl olan. Belki de değişmesi hiç istenmeyen, çünkü değiştiği takdirde sosyal, siyasal ve ekonomik sistem dahil içinde bulunduğu her şeyi sorgulamaya başlayacak olan bir potansiyeldir.
Hanzolar varoşlarda da yaşıyor, gökdelenlerde de. Gökdelenlerde yaşayanlar, beş yüz milyonluk tişörtleri ve son model arabalarıyla Bağdat Caddesi'nde boy gösterirken; varoşlarda yaşayanlar Taksim'de turist kızlara saldırıyor. Ve biz, insanlarımızı görgü, ahlak, etik gibi kavramlarla içselleştiremiyoruz. Her geçen gün, kültürümüzü biraz daha kaybediyoruz. Ahlak, bir ülkenin en önemli değeridir. Bir ülkenin kaynakları verimli kullanılamıyor olabilir. Bir ülkenin teknoloji üretememesi, ekonomik açıdan yetersiz durumda bulunması eninde sonunda üstesinden gelinebilecek sorunlardır. Ancak bir ülkede, ahlaki değerler çözülmeye başlamışsa, söz konusu tehlike hiç olmadığı kadar büyük demektir. Bu tip olayların dünyanın her yerinde olması hiçbir şekilde gerekçe gösterilemez. Bugüne kadar ahlaki değerleriyle övünen bir toplumun bu nedenin ardına sığınması mümkün değildir.
Taciz olayından sonra kahvehane sohbetlerinde edinilen genel kanı; bu kişilerin yakalanmaları durumunda hapishanede şişlenecekleri yönündeydi. Adaletin sağlanmasına dair umudunu devlete değil de hapishanedeki mahkumlara bağlayan bir toplumun; sorunların temelini kavrayamamasının nedenleri açıklanabilir. Bu durumda yapılması gereken, Taksim'deki insanlarla aynı millete mensup olduğumuz için utanmak değil, mevcut anlayışın değişmesi yönünde adım atmaktır.
Ayça Çilingiroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
AB'de Son Gelişmeler 2
İlerleme raporunda "Uzun geçiş süreleri, derogasyonlar ve özgün düzenlemeler ile daimi koruma tedbirleri, yani korunma tedbirlerine temel teşkil etmek üzere daimi olarak elde tutulan hükümler, düşünülebilir" denilerek Türkiye'nin bir özel statüye, üstü kapalı da olsa psikolojik olarak hazırlanması gerektiği mesajı veriliyor. Kalıcı kısıtlamalara yönelik bir atıf, Roma Antlaşması'nda zaten bulunuyor. Bu durumun ilerleme raporunda yeniden ele alınıp, tartışma yaratılmasına hiç gerek yoktu. Bunun iki nedeni olabilir: Birincisi, Avrupalı siyasetçilerin, bu maddeyi de iç politika malzemesi olarak kullanmak istemeleri; diğeri ise Türkiye'nin hassas konularda adım atmasını çabuklaştırmaya çalışmalarıdır. "Komisyon bu tedbirleri uygun bir şekilde kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlarda her bir çerçeve için yapacağı önerilere dahil edecektir" gibi nereye çekersen oraya gelen bir diplomasi üslubuyla ifade dilen derogasyonların ihtimali bile ülkemiz için düşündürücüdür. Türkiye, anlaşmalarda belirlenen sosyal, siyasal ve ekonomik bütün yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde bile Avrupa Birliği'ne tam üye olarak alınmama durumuyla karşı karşıya bırakılabilir. "Geçici düzenlemeler veya koruma tedbirleri, rekabete ve iç pazarın işleyişine olan etkileri açısından gözden geçirilmelidir" diyen komisyon raporunda anlatılmak istenen, Türkiye bütün yükümlülüklerini yerine getirdikten; çözülemeyen sınır anlaşmazlıklarını gerektiği takdirde Uluslararası Adalet Divanı'na götürdükten sonra bile, Avrupa Birliği tarafından "sindirilemeyecek" olduğu anlaşılırsa, -ki bu oldukça yüksek bir olasılıktır- ayrıcalıklı bir statüde ele alınabilir olduğudur. Bütün bunların üstüne, bir de referandum şartı eklenmiştir. Son gelişmelerle Fransa'da anayasal bir zorunluluk haline de getirilen referandum faktörü; Türkiye'nin Avrupa Birliği tarafından tam üyelik için öne sürülen bütün şartları yerine getirdikten ve bütün tavizleri verdikten sonra bile sözgelimi Fransa ya da Güney Kıbrıs'ın %51 hayır oyuyla üyeliğe alınmayabileceği anlamına gelmektedir.
Burada karşı karşıya bırakıldığımız durum, yapabileceğimiz her şeyi yaptıktan sonra bile Avrupa Birliği'ne girememe veya tam üyelik dışında ayrıcalıklı bir statüde ele alınma ihtimalimizin ağır bastığı bir durumdur. Bu doğrultuda gireceğimiz bir Avrupa Birliği, diğer ülkelere uygulamakla birlikte, Türkiye için tarım sübvansiyonlarına karşı çıktığı için çiftçilerimizi; serbest dolaşım ilkesini sınırlandırdığı için gençlerimizi ve işçilerimizi; gözle görülür bir ekonomik getirisi olmayacağı için bütün insanlarımızı hayal kırıklığına uğratabilir.
Türkiye'nin üyelik müzakereleri sürecinde yerine getirmesi gerekenler iki kategoride değerlendirilmelidir. Birincisi, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler yönünde atılan, yaşam kalitesinin ve insana verilen değerin artırılmasına yönelik adımlar; ikincisi ise, Türkiye cephesinden pek kimsenin desteklemediği, ancak Avrupa Birliği'ne üye olabilmemiz için yerine getirmek zorunluluğuyla yüz yüze bırakıldığımız "tavizler" olarak nitelendirilen gelişmeler. Birinci gelişmeler ışığında, hallerde balıkların nasıl yıkanacağına ve portakalların hangi büyüklükte toplanacağına kadar varan insana yönelik bir standartlaşma sürecini tamamlayacak olmamız ülkemiz için bir şans olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, dilekçeye cevap hakkı, idamın kaldırılması ve göz altı süresinin kısalması gibi gelişmeleri de önemli ölçüde Avrupa Birliği kriterlerine borçlu olduğumuz unutulmamalıdır. Hemen herkesin hemfikir olduğu üzere bu süreç, Avrupa Birliği müzakerelerine bakılmaksızın hızlandırılarak devam ettirilmelidir. Asıl tartışma, ikinci kategoride değerlendireceğimiz adımlar için yapılmaktadır.
Tam üye olarak birliğe kabul edilen Balkan ülkelerinin içler acısı durumu değerlendirildiği takdirde, Türkiye'ye haksızlık yapıldığı açıkça ortadadır. Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyelik müzakerelerine başlamak için sınır anlaşmazlıklarının çözümü yönünde adım atmasını isterken, söz konusu sınır anlaşmazlıklarının diğer tarafı olan Güney Kıbrıs yönetimini tam üye olarak kabul etmekten çekinmemiştir.
Kimileri, Kıbrıs başta olmak üzere hassas konularda tam üyelik garanti olsa bile taviz verilmemesi gerektiğini savunurken; kimileri de içinde bulunduğumuz süreç içinde bile bütün adımların gözü kapalı atılmasını uygun görmektedir. Bu durumda geliştirilebilecek en akılcı çözüm, politikalara getiri götürü analizi yaparak yön vermektir.
Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.108 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Bazen
Bende hiç tükenmez umutlar vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi,
Kalbim yalnız sevgiye çarpardı,
Göğsümün içinde bir ateş var gibi.
Aşkın bir ömürlük öykülerdi,
Hayatım tükenmeyen bir macera,
İçimde sana akan hisler vardı,
Eli kalem tutan bir şair.
Bir sevgili gibi.
Bazen nurlar içinde,
Bazen sisteydim,
Bazen beni seven bir gönülde,
Bazen el üstünde,
Bazen hapislerdeydim.
Gülcan Talay
Yukarı
|
Yarı fiyatına kelepir!..
Yukarı
|
ASYA'YA BAĞIŞ
GELİN UMUT TARLALARINI BİRLİKTE YEŞERTELİM!
GÜNEY ASYA DEPREMİ ŞARTLI BAĞIŞ HESAPLARI BANKALAR ŞUBELER HESAP NO. PARA CİNSİ ŞUBE TELEFONLARI
T. C. ZİRAAT BANKASI ETİMESGUT ŞUBE (312) 244 09 52 40437140-5001 TL 40437140-5002 USD 40437140-5003 EURO KOÇBANK BAŞKENT ŞUBE (312) 418 18 04 11100111 TL 22200222 USD 33300333 EURO GARANTİ BANKASI ANKARA ŞUBESİ (312) 410 41 30 6297000 TL 9096000 USD 9095000 EURO YAPI KREDİ BANKASI SİTELER ŞUBESİ (312) 349 42 40 1071532-6 TL 3017248-6 USD 3017249-4 EURO FİNANSBANK ANKARA ŞUBESİ (312) 468 45 63 12282683 TL 12282676 USD 12282679 EURO DENİZBANK ELMADAĞ ŞUBESİ (212)230 52 33 9050-2868-351 YTL
9050-2868-352 USD
9050-2868-353 EURO
AYRICA AVEA KULLANICILARI 5533’E BOŞ MESAJ ATARAK KAMPANYAYA KATKIDA BULUNABİLİRLER
(1 SMS BEDELİ (10.000.000TL) 10YTL)
YALNIZ DEĞİLDİK, YALNIZ BIRAKMIYORUZ! DESTEK OLAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER…
BİLGİ VE SORULARINIZ İÇİN:
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 0 312 245 45 11 245 45 12 245 45 13 245 45 14
E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr
FAX: 0 312 245 45 50
BANKALARA ULAŞAMAZSANIZ LÜTFEN BİZİMLE İRTİBATA GEÇİN.
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
http://www.klubbrekyl.com/malibu/malibu.swf 3 penguenle olay kolay.. ya sonrasi?:-)
http://www.sufizmveinsan.com/index.html Özellikle fizik bölümündeki yazıları benim çok hoşuma gitti.
http://www.kuantumdusunce.com/ İzmir ,İstanbul ve Ankara'da kuantum düşünce tekniği ,nlp eğitimleri de var.
http://www.jinekolog.info/ Bayanlar için faydalı olacağını düşündüğüm bir site. Doktorla online görüşme servisi de var.
http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Wink 1.5 [1,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://files.webattack.com/localdl834/wink15.zip Çok iyi bir program ama biraz bilgi istiyor. Ekran üzerinden demonstrasyon yapanlar için güzel bir alternatif. Ekranın herhangibir yerini yakalayıp flash dosyası olarak saklayabiliyorsunuz. Son derece kaliteli bir görüntüyle harika anlatımlar yapmak mümkün. Ancak başta da dediğim gibi biraz bilgi ve bu tür programlara aşinalık gerekiyor.
Yukarı
|
|
|
|
|
|