|
|
|
14 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Yoğun bir günün ardından |
Merhabalar,
Yoğun ve stresli bir günün ardından epeyce geç bir vakitte matbaayı açabildim. Sizinle sohbet etmek için her türlü enerji kaynağımı devreye sokmaya çalışmama rağmen başarılı olamıyorum. Göz kapaklarım beynimle değil yerçekimiyle hareket ediyor. Yarın ise gene yorucu bir gün beni bekliyor. Cumhuriyet Savcılığı ile beyanname takası yapacağız. Ben onlara istedikleri belgeleri vereceğim onlar da bana gereken dergi basma yayımlama izni verecekler. İnşallah herşey bu kadar kolay olur. Amin. En iyisi ben sizleri güzel bir şarkıyla başbaşa bırakıp sıcak yatağıma çekileyim. Alihan Samedov çalıyor, Sızı. Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Tuşlu Sevgi Gösterisi |
|
Benim gibi yedi yıllık, açıp kapama dışında hiçbirşeyine kafası basmayan "cebiyle" çağdışı kalmış birisi elbet bugünün gençlerinin cep telefonu kullanma işlerine akıl sır erdiremez. Bizim üniversiteli çocukların durumu da farksız. Artık teknoloji mi geliştiğinden (titreme, inleme vb.) yoksa harbiden saygılarından mı ders sırasında telefon sesi tarihe karıştı çok şükür. Ancak ders arası ya da başka boşluklarda durum bir alem. Bir kısmıyla samimi olduk, birde birbiri peşi sıra dersim varsa, gördüklerime ya da istemeden işittiklerime anlam veremiyorum doğrusu.
Çoğunun sevgilileri var, biraz da 'hayal mahsulü'! diyelim günlük telefon iletişiminden kesitler şöyle gelişiyor: Trafik sabahın ilk saatlerinde başlıyor.
Sabah 9:45: "Uyandın mı? Gecen nasıl geçti?" Falan filan. Olabilir, yani gece yarısı ilave bir mesaj alış verişi ya da çed bilmem ne karın ağrısı olmadıysa, uykuda da geçirseler son sekiz saattir haberleşmemişler, bir merak söz konusu olan.
Sabah 10:30:"Kahvaltıda ne yedin? Süt mü sıcaktı? Annenler ne zaman çıkıyor? Burada hafif bir yağmur başladı!" Öyle ya yağmur başladı, kara çevirebilir, akşamüstü buluşmasını etkileyebilir, vs.
Sabah:11:15: "Mesajını aldım da dönemedim, ders uzadı. Banyoya mı giremedin, kardeşin Engin mi kapattı kaç saattir?"
Öğle 12:00: "Nerdesin? Dolmuşta mı? Okula mı geçiyorsun? İnince çaldır, merak ederim..."
Bu ara tabii sayısız diğer telefonlaşmalar ve mesajlar. Arkadaşlarla, onla bunla. Modelinden vazgeçtim, telefonlarıyla resmen bütünleşmişler. Geçen gün "mektup" diyecek oldum. Kimi "Hocam, dilbilgisine mi geçtik?" diye gülümsedi, bazıları "Sözlük getirin demediniz ki?" diye takıldı. Hadi biraz daha efendileri "Hocam mail demek istiyorsunuz herhalde" diye dudak büktüler.
Bu ne iştir? Bu ne biçim sevgi halidir? Yirmi dört saat izleme, sevgi adına. Yani 'live' bir iletişim söz konusu olan. Oysa bizim zamanımızda öylemiydi? Hanfendi, ya da beyfendi mektup yazacak, duygularını düşüncelerini ortaya koyacak, postaya verecek, size ulaşacak. Nerden baksan üç-beş gün. Derhal siz yanıta otursanız ve gönderseniz, sizinki de üç gün. Oldu mu haberleşme bir hafta. Yani en ısrarla kovalayan yedi gün sabretmesi gerekecek. Şimdi diyeceksiniz ki, aynı şehir falan filan. Olabilir, ancak öyle kolay mıydı yine haberleşmek? Evleri arayacaksınız, telefona bakan anne babadan sıyrılacaksınız, telefon salonda, kulaklar dikizde. Yani süreklilikten vazgeçtik, mahremiyette güme giderdi!
Ama... Azcık meraklanır, biraz hayal ederdik be! Bu kız, oğlan neden mektubu geciktirdi, neden pazar öğleden sonra annemlerin dışarıda olduğunu bile bile şu ahizeyi kaldırmıyor diye? Satır aralarında gezinirdik, cümlelerden, sözcüklerden anlamlar çıkarırdık. "Seni seviyorum" un kaç türlü tarifi, düşü vardı, allah aşkına! O merak, o hayal, o ümit; sevgiyi, düşü körüklemez miydi? Sürprizlerin güzelliği yok muydu? Bu meraklar, sürprizler aşkları zenginleştirmez miydi, günlük koşuşturmalara bile bir gaz, bir anlam vermez miydi?
Vermez miydi yahu?
Şimdi öyle mi? 'Big lover' seni gözlüyor... Her yerde, her köşede. Hadi kolaysa elini, gözünü onun haberi olmadan kaldır da, görelim bakalım. Sesli de yakalarız, görüntülü de icabında! Sonra da başlıyor, aynı günün içinde tartışmalar...
Saat 13:00: "Yirmi dakikadır, mesajıma cevap alamıyorum, telefona da çıkmıyorsun?"
Saat 14:00: "Meraktan ölüyorum, allah kahretsin basıp gelecem yanına ha!"
Saat 15:00: "Kızım sen beni deli mi edeceksin, şarjın bitti de ne demek? Akşama bunu konuşacağız"
Saat 17:00: "Bilkent Cafe'ye yaklaşıyorum, sen nerdesin? Kontürüm azalıyor. Tam mevkiini bildir!"
Geçenlerde Kare Kitapevi'nin Cumartesi Konuğu yazar Erhan Bener' di. Malumunuz üstadın ağabeyi Vu'sat O. Bener, oğlu Yiğit Bener, kız kardeşi yazar. Öğrendik ki amcası da kırk kitaplı bir felsefe hocasıymış. Dayanamadım sordum "Bu genlerin işi midir, yoksa..?"
Erhan Bener dedi ki: "Valla geni bilemem, ancak birbirimizi nasıl etkilediğimizi az buz sorgulamadım değil bende. Ancak ilginçtir bu ailenin yazar takımı çokta bir araya gelemedik biz. Ağabeyim benden yedi yaş büyüktür, kendimi bildim bileli kısa dönemler dışında bir arada olamamışızdır. Kız kardeşim ağabeyimden onsekiz, benden onbir yaş küçük. Yiğit'e gelince. Tıp son sınıfta, TİP üyesi, İsviçre'de bir burs bulup gitti. Derken 12 Eylül, on yıl Avrupa'da yaşamak zorunda kaldı, davalar, onu savunmak için ellisinden sonra avukatlığa bile soyundum. Amcamsa bir başka alemdi, İstanbul'da yaşar, azcık eli sıkıydı, yemeğe bile kalsak yüzü asılırdı! Yani gerçekten yan yana gelemedik bizler..."
"... yalnız mektuplar. Muazzam bir mektup trafiği olmuştur aramızda. Benden ağabeyime, ağabeyimden bana, Yiğit'e. Mektup dediysem de, şöyle beş-on sahife en incesi. Yani bir şeyler aktıysa aramızda, bir insan alışverişi, bir edebi alışveriş olduysa, olabildiyse yani, mektuplarla olmuştur."
Dinlenmiş, kafa patlatılmış sözcüklerle, satırlarla... Kağıtlara dökülmüş emeklerlerle, duygularla yani.
Şimdi öyle mi? Tuşa basıyoruz, tak.
Yalnızca sevgilerde, aşklarda da değil, bu genel ufuksuzluğumuzda, duyarsızlığımızda da bu 'live iletişim'in payı var mıdır?
Var mıdır sahi?
Okumayı, hayal kurmayı, meraklanmayı, sürprizleri ıskalamamızın teknolojinin gelişmesiyle bir ilişkisi var mıdır?
Saat 22:00 "Hayrola, beş dakikadır cevap vermiyorsun. Nerdesin gene?"
Saat 22:15 "Aşkolsun, tuvaletteydim, bilmezmisin bu saatte ..."
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel HOROZ ALBAY |
|
Ve evet….
Sabahtan babam yanımdaydı.
Ümit ağabeyim de EKO'da imiş. "Madem baban geliyor getir bir bakalım" demişti.
Götürdüm, elbette. Güle oynaya tetkik tamamlandı. Ümit ağabeyim babama bol bol moral verdi. Hatta EKO sonucu beklediğimizden iyi geldi.
Bir el parmak uçları ile ferah sular serpti göğsüme.
Nabzı da tansiyonu da istenilen gibi. Onca merdiveni de çıktı. Hiç yorulmadı.
Tamam, kafası az karışıktı. Kaybolmaktan korkuyordu. Sayıları şaşırıyor ve dün ne yediğini anımsarken azıcık zorlanıyordu.
Olsun, hastane çok kalabalıktı, dikkati dağıldığı için azıcık artıyor unutkanlığı…
"Allahım, sana şükürler olsun.. Buna da şükür…"
EKO'dan çıkıp Polikliniklere vardığımızda koridorda Nejat ağabey çıkmaz mı karşımıza? Hani şu geçen hafta taburcu olduğumuz hastanede babamın yan yatağında yatan diyabet hastası.
Babamın yattığı oda koğuş tipiydi. Altı yataklı. Biz hiç özel odada kalmayız. Sıkılırız sohbet olmazsa. İlla ki gülecek ve güldürecek birileri olmalı etrafta. Yoksa hastaneden kaçar benimki. Gelemez öyle bir başına özel odalara. Nejat ağabey bir aşçı. Emekli olmuş ama Ödemiş'te tavuklu pilav yapar el arabası ile hafta sonları pazar yerinde satarmış. Hem esnafla sohbet edip vakit geçirmek için hem de üç beş ek gelir gelsin diye. Nasıl da şişman, böbrekleri etkilenmiş şekerden, üç aydır yatıyordu biz yan yatağına çadırımızı serdiğimizde. Pek bir anlaştılar benimki ile. Muhabbet sohbet gırla…
Babamın hastanede geçirdiği on gün Nejat Ağabey sayesinde ferahladı.
Güler yüzlü, neşeli, paylaşabilen, hatırşinas birisi.
Babam hastanede koridorda kahkaha atıyor…
"Vay, börekçi de buradaymış…"
Anasını muayene etmem için bana getirmiş Nejat Ağabey. Şişman mı şişman bir teyzem. Gözleri aynı Nejat Ağabeyin gözleri gibi çakır.
Sabırla anacığının ağır ve hantal bedeninin yanında yürüyor.
Yemenisinin altından çıkan saçlarını düzeltiyor parmak uçları ile…
Onları da kaptığım gibi yemeğe götürüyorum. Nejat ağabeyin insülin zamanı önemli. Mavi masa örtüsünün üzerine cam kaplanmış. Yan masada yapıyor iğnesini kolundan. Yine biraz fazlaca yiyor pilavından. Ses etmiyorum. Etsem babam beni azarlayacak, biliyorum.
Derken yemekler bitiyor. Babamı otobüs durağına yolcu ediyorum.
Hastaneye dönüyorum…
Tahliller, ilaçlar, raporlar…
Derken telefonum çalıyor…
Babam…
"Ömer amcanı kaybetmişiz…" diyor… (Bakınız-ÖMER YAĞLI)
"Geçen hafta da Tevfik ölmüş…"
Şaşkınım…
"Hangi Tevfik amcam baba?"
"… Yumukoğlu."
İbrahim Yumukoğlu Paşa'nın babası.
Benim gözümde tek telefonum ile babamın açık kalp ameliyatından önce otobüsler dolusu kan donörü yollayan duyarlı birinin babası. Babamın gözünde ise başka bir kadim dostu…
Babamı arayıp "Şinasi albay, Ömer Yağlı'yı kaybettik.." diye haber vermişler.
Babam da "Tevfik'i arayayım, arkadaşlardan duymayan kalmasın" demiş…
Bunun üzerine "Tevfik Yumukoğlu'nu da geçen hafta siz hastanede yatarken kaybettik" demişler…
Sesi bir tuhaf babamın.
Enteresan bir vurdum duymazlık gösterisinde.
Hani genç teğmenler uçakları ile çakıldığında sürekli kahkaha attığı zamanlardaki sesi gibi.
Allah bullak ve başka başka konulardan bahsediyor.
Cami'deyiz…
Nasıl da kalabalık!...
Arkada demirliklere yaslanmış duran Sabri ağabey'i görüyorum. Onun da anası uzunca zamandır bizim hastanede yatıyor. Durumu oldukça kritik. Sabri ağabey iyice yorgun. O tanıdığım konuşkan, esprili, güler yüzlü Sabri ağabeyin bu hali bana hiç uzak değil.
Bire bir o acı içimde.
Derken babam yaşlı bir amcanın yanına sokuluyor.
"Sen O'sun değil mi? Hani Kuşadası'na pikniğe giderken arabayı sen kullanıyordun?"
En az 40 yıl öncesi…
Cuma namazının bitişini bekliyoruz.
Cemaat nasıl kalabalık!…
Babam ve o amca köşede mırıl mırıl…
Yanlarına varıyorum.
Dehşet içinde aynı! konuşmaları dinlemeye başlıyorum.
Ömer amcam da ileride yattığı yerden can! kulağı ile dinliyor, hatta lafa karışmak için can! atıyor, eminim…
Yine aynı hikaye!...
İnanılır gibi değil!...
Nasıl da keyifle, nasıl da yaramaz çocuklar gibi gizli gizli konuşuyorlar.
".. Horoz karısının eteğinin altına saklanmasaydı onu döverek öldürürlerdi ama…"
Erdal ağabeyimin yanına gidiyorum.
Gülümsemeye çalışıyorum.
"Ağabey, şunlara bak" diyorum, "Bu hikayeler bitmez. Hala Horoz'dan bahsediyorlar…"
"Ömer amcam da yattığı yerden kesin lafa giriyordur…"
Gülümsüyoruz…
Yaşamak böyle bir şey olmalı belki de…
Anıları ve insanları biriktirebilmek…
Hiç bitmeyecek Horoz Albay hikayelerinde kendimize birer rol biçebilmek…
Hayatlarını olması gerektiği gibi yaşayabilen bütün birikmiş dostlarıma selamlar olsun.
Sevgim ile ve sağlıklı kalın…
EKO: Ekokardiografi. Ses dalgalarını kullanarak kalbin işleyişini görüp akımlarını da ölçebilen bir tetkik.
Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 14 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen SİS ve PUS |
|
Geçen gece Safranbük'den dönerken Sapanca yakınlarında bir sis bastı ki sormayın. Hem sis hem pis. Bir de kaza varmış İzmit yakınlarında. Sis farlarını yaktım, kesmedi dörtlüleri de yaktım, kamyon hızında gitmeye başladım. Sonra hep birlikte durduk, kaza nedeniyle gidemez olduk. Burası otoban. İster kuru kuru ye, ister suyuna ban. Zincirleme olmuş dediler kaza, haliyle bekledik otobanda. İleride bir kaza daha vardı bu kez karşı şeritte. Bu kez aval aval o tarafa bakan insanlar nedeniyle yeni bir kaza daha oluştu bizim şeritte iyi mi ? Meraklı milletiz ya ! Hani gündüz olsa; inanın sofra bile kurardı bu millet ortaya. İyi ki gündüz değildi. Hareket ettiğimizde ortalık savaş alanına dönmüştü. Otobanın üstü her türlü pislikle dolmuştu, gözlerine inanamıyor insan. Sigara, peçete, kağıt, ne varsa 3 şeritli yolun üzerinde. Burası otoban, ister inan ister utan...
Asıl utancım ise; KM Dergi ve Abone'lik konusunda oldu. Tek kelime etmeyeyim istedim ama olmuyor işte. Ha otobanda sis-pis, ha dergi konusunda sus-pus. Ha otobanda gözlerime inanamamıştım, ha abonelik rakamlarında. KM Fincan'ları zaten duruyor. Neden bu kadar sus-pus olmuşuz ? Binbeşyüz dergi satamıyoruz. Beşyüz fincanı da satamamıştık. Hatırlıyorum da; bir zamanlar bir restaurant macerası yaşamıştım. Güzel ve nezih bir mekan tasarlamıştık. Tek katlı, önü ve arkası bahçe bir evi kendi zevkimize göre düzenlemiştik. Yemekler de leziz idi gerçekten. Gel gör ki; insanlar fast-food için deli oluyorlardı. Güzelim zeytinyağlılar ise bize kalıyordu. İki sene sonunda kapattık, dediler ki; "Lüks ve Pahalı ve/veya Salaş ve Ucuz olamadığın sürece yürümez bu işler". İyi bir fiyata iyi bir yemek yemenin ne kötülüğü var ?
Zeytinyağımız geliyordu Havran'dan üstelik sızma. Yazılarımızın nesi var, gel de kızma ..!
Mizah desen hınzırca, gezi desen dünya çapında. Resimlere mi ağlasam, şiirlere mi ? Hazmedemiyorum... Kendi adıma olmasa bile çok zor geliyor hazmetmek. Restaurant örneği gibi; belki de Lüks ve Pahalı olmalıyız. Belki de insanlar; "Hıhh ! Fiyatı 7.50 YTL imiş" diyorlar. "Yuhh ! Fiyatı 7.5 YTL" diyen var mı acaba ? Koskoca bir yılda nerelere, ne paralar veriyoruz düşünsenize. Ve dergimizden koca bir yılda sadece altı adet olacak ! İyi bir fiyata iyi bir dergi olacak hiç kuşkusuz, ama biz oturuyoruz sus-pus...
Siz siz olun, sus pus olmayın...
Siz siz olun, sis-pis perdelerini kaldırın...
Siz siz olun... Sizsiz olmaz çünkü...
Siz ses olun... Sessiz de olmaz...
Sesiniz çıksın, abone olun...
Biz mi ..? Bol köpüklü Dergi'mizi içecek yeterli miktar Fincan'ımız var, merak etmeyin...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
DANDİK YAZI
Yazdıklarım, yazmak için seçtiğim konular hakkında sürekli eleştiriliyorum. Fazla yapış yapış, salya sümük yazıyormuşum. Aşk iyi hoşmuş ama, baklava-börek, bal-kaymak olsa bile her gün her gün çekilmezmiş. "Senin gibi delikanlı adama hiç yakışmıyor. Bu ülkede açlık, yoksulluk, konut sorunu, trafik, çevre ve alt yapı sorunları var. Sen diline bir ayrılık bir sevda dolamış yazıp duruyorsun. Başka şeyler anlat kardeşim. Çiçek, böcek, yağmur, sokak anlatılarından sana daha gına gelmedi mi? Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar okuduk.. Bu kadarı bize yeter. El insaf be kardeşim."diyorlar.
Elleştirenlerin hepsinin ağzına, diline sağlık. Neresinden baksam yerden göğe kadar haklılar. Benim gerçekten tutar yerim yok. Cennet vatanımızın sorunlarına benim kadar duyarsız birini bulmak neredeyse imkansızdır.
Bir ara bu yoğun eleştiri rüzgarına kapılıp işimle ilgili makaleler yazmaya başladım. Benim de memleketime faydam dokunsun, bir hizmetim olsun istedim. Çevresinden sorumlu bütün insanlar gibi bazı konuları ele alıp işleyerek toplumsal duyarlıkları cilalamayı amaçladım.
İnsanlara, siz çok haklısınız demekle yetinmeyip eyleme geçtim. Bilirsiniz, her şehirde, her ilçede Halk Eğitim Merkezleri vardır. Bu kurumlar yaşa başa bakmadan bulundukları çevrede yaygın eğitim hizmetleri verirler. Bulundukları mahalde komşu esnaf ve o sokaklarda onlara komşu olarak oturanlar bu merkezlere biçki-dikiş binası derler.
O zamanlar daha bilgisayarım olmadığı için oturup daktilomun başına Allah ne verdiyse yazdım. "Halkın yaygın eğitim ihtiyacını genç kızların ceyiz sandıklarını doldurmak sanan bu kurumlar ülkemizin sosyal dinamiklerinden habersiz derin bir kış uykusuna yatmışlardır. Biz dantel ve nakış bilmediğimiz için değil kalifiye eleman bakımından yetersiz durumda olduğumuz için gelişmiş Avrupa'nın peşinden koşmaktayız. Yaygın eğitim hizmeti vermek istiyorsanız halkın içine karışınız. Önce toplumun ihtiyaçlarını belirleyiniz. Sonra da kapılarınızı Mevlana'nın yüreği kadar geniş açarak halka hizmet ediniz. Yapınız, gidiniz, atınız, tutunuz...."
Hay daktilomun tuşlarına eşek arısı soksaydı da yazmaz olsaydım. Şaryosu raydan çıkıp Pamukova treni gibi devrilseydi de yazacaklarım yarım kalsaydı. Bizim yazı daha bültende bile çıkmadan "Müdür seni çağırıyor." dediler. "Hayırdır. Niye çağırıyor. Siz neden çağırdığını bilirsiniz. Söyleyiverin yanına gitmeden" dedim. Kimse en ufak bir tiyo vermedi. "Vallahi biz de bilmiyoruz." deyip beni müdürün yanına gönderdiler. Müdür, önce halimi hatırımı sordu. Arkasından "Buyurun , lütfen şöyle oturun."dedikten sonra çay söyledi.
- Hocam, yazdığınız makaleyi çok beğendim. Sizim gibi iyi gözlem yapabilen, sorunların çözümü için farklı bakış açıları yakalayabilen insanlara ihtiyacımız var.
- Teveccühünüz efendim. Teşekkür ederim. Gak guk...
Bu övgü cümleleri arkasından bir çapan oğlu çıkacak ama bakalım ne çıkacak diye beklemeye başladım.
- İlimizde bulunan bütün Halk Eğitim Merkezleri hakkında sizden ayrıntılı bir incelme yapmanızı istiyorum. Hizmet üretmeyenleri ve halkın gereksinimlerine yanıt veremeyecek durumda olanların kapanmasını teklif edin.
- Sayın müdürüm, ben bu kurumların hizmet anlayışının halkın gereksinimlerine yönelik olarak yeniden yapılanması gerektiğini, yönetimin bakış açısının değişmesi gerektiğin anlattım. Kapatalım demedim.
- Ne yazdığını gayet iyi anladım. On beş gün zamanınız var. En kısa zamanda görev yazınızı alıp işe başlayın.
- Emredersiniz sayın müdürüm. İyi günler, iyi çalışmalar. deyip odasından çıktım.
Sonradan öğrendiğime göre bu kurumlardan birinin müdürünün değişmesi isteniyormuş.
Benim makale bu yönetici üzerinde baskı yaratmak için bir fırsat olarak düşünülmüş. İnceleme sonucunda o kurumun verimsiz olduğuna ve kapanmasına karar verirsem bu yönetici ile bir pazarlık şansı yaratmakta araç olacakmışım. Hay, sosyal duyarlılığımın ebesini...
On beş gün gece gündüz çalıştım. Kurumların yıllık giderlerinden, personel yapılandırılmasına ve hatta tek bir kursuyerin devlete maliyetini bile hesaplayıp rapor haline getirdim. Verimlilik hakkında da sayfalar dolusu kocaman bir rapor sundum. Rapor bir türlü inceleme kurulundan ve müdürün onayından geçemiyordu. Geri alıp yeniden yazıyorum, ama fayda etmiyordu. Papazı bulmak denilen şey bu olsa gerek.
Aylar sonra çektiğim bin bir sıkıntının ardından rapor nihayet kabul edildi. Yazılanlara yada tavsiyelere ilişkin hiçbir şey yapılmadı. Her şey unutuldu gitti. Ben çektiğim sıkıntı ve eşekliğimle baş başa kaldım. Bu olaydan sonra içinde sosyal veya sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, siyasal, vatan, millet, Sakarya kelimeleri geçen tek bir yazı bile yazmamaya karar verdim. Toplumsal duyarlılıklardan ağzı yanan aşkı üfleyerek içermiş. Artık iyice anladım.
İhtimal ki şimdi de kolay pes etmekle, kolaycılığa teslim olmakla eleştirileceğim. Hakkınız var. Çünkü eleştirmen her zaman haklıdır. Ve yazma hevesi bulunan biz zavallı faniler her zaman onların dümen suyundan gitmeliyiz. Üvendireyi elinizden atıp bizi dürtmekten vaz geçerseniz biz zaten yoldan çıkarız.
Seyfullah Çalışkan seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
GECE/BEN/USTAM
Bir sonbahar,meraktayız;dersimiz hüzün, ustama sordum,
Hüzün hangi vakit , bilsek ki ,yerince öğrensek diyordum.
Bilge bakışlarıyla,el havada,duraksız;dedi--Gece!
-Ad konsa da kolayından,izahı zor ,hepsi iki hece..
-Kısılır ya ışıklar., gölgelerin dansına meyl ederiz,
-Muma pervane,hasrete hicran tamlayarak, leyl ederiz.
- Deniz kocaman sudur gün çocuklarına ,ufuk ve nefes,
- Yakamozlardan atlastır geceleri,bin hayal ve heves..
-Gümüş gümüş dökülür ya mehtap, herkese ayrı kısmet,
-Yordamı incedir toplamanın;bir med, bir cezir devam et!
-Şiir dokur,şarkı yapar ondan bir ilhamlık pay tutturan ,
- İşte serazad biri daha: soyadı Bozkurt, adı Turan.
-Günden kalanları topluyor ;temas,sohbet,bakış, resim,söz;
-Kafiye çekiciyle kelime yontuyor;yaz,boz,topla, çöz!
-Zordur bilirsin ;teması silinmez hoyrat kabalıkların
-Alnı terli,rüzgarından savruk;poyraz kalabalıkların..
-Kalbi var mevsimlerin;renk giyer manzara takışır;
-Yaza haz.,bahara neşe,kışa gam,hazana hüzn yakışır..
-Gün dört adımlık koşudur,kalbimiz ahvalleri dolaşır,
-Sabah öf!,öğlen diri,akşam telaş; gece hüzne bulaşır.
-Gündüz, hamur karmaya , dağılır yeryüzüne kalabalık,
- Gece; kandil döşenir gökyüzüne: zühre,çoban ve balık
-Günü pişirmek için, eleğine vur gecenin inceden,
- Fikirden maya kat,biraz muhasebe,sabır bol kepçeden.
-Vakitsiz hüzünler,hüsran ve kederdir;vakitlisine titiz dur,
-Vakitli, şiir diker bahçene!Öteki , beniz soldurur!
-Mor pembeden,sevda ilgiden,melal de hüzünden koyudur,
-Hor örseler gün , sızıya dönüşür izlerinden:Gece budur!
-Şuram böl- pörçük ya ustam!;kağıt kalem avucumda,
-Kelime sestir gündüz;geceleri ışık ve perim,başucumda..
-On kapı yok'lar,bir ara'lar, kırk kapanırım kem bakışa,
-Gülüş'e şiir,sus'a roman,destan döşenirim yakarış'a...
-Kadınlar yundum sarı,kızıl ,esmer ;tenime ırmaktılar,
-"Okşanınca, sevda taşarlardı ki;hüzüne ıraktılar!
-Fırtınalardaydım önceden,şimdi; meltem beklemekteyim;
-İkindisi ömrümün,açmaz;Rock yok,Müren dinlemekteyim.
Buldum valla ustam !Sürgünü ormanlar koşacak bir filiz!
Elele!..Hüzünsüz!..Çağlayanız neşeyle!!.Ahenkle deniz!
Sözler kestik niyet adadık ,fallarda çıksın muradımız!
Sarmaşıkça dolaşık, şiirlerde sembolleşsin adımız!
Dersimi tuttum ustam, hangi demde hüzün gelirse gelsin;
Şiir dermedeyim,sultan bahçemde;.sonum dilerse gelsin!
Turan Bozkurt
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
EVLİLİĞİN NERESİ ESKİ ???
Dünyanın bir sürü ülkesinde cam kırıkları gökyüzüne yükselip yere inerken TV camının diğer tarafında milyonlarca çerez huzurla mideye indiriliyor. Görüntüler o kadar uzak ve soğuk ki evde yürürken ayağımıza hiçbir şey batmıyor. Sokaklarda birbirini öldüren insanlar, tecavüzler, depremler, dünyayla dalga geçercesine inatla sürdürülen zorba savaşlar, dünyanın geleceği için üretilen karamsar komplo teorileri canımızı pek sıkmıyor. Yiyoruz, içiyoruz, sevişiyoruz ve unutuyoruz. Bir Pazar meydanında yığılmış yüzlerce ceset görüntüsünü midemiz bulanmadan rahatça izliyoruz. Üst üste bindirilmiş çıplak tutuklularla dalga geçen beyinsiz askerleri nefretle izliyoruz ama biliyoruz ki bu ilk değil ve çerez yemekten başka bir şey yapmak çooook zor. Batırırken çaya bisküvileri, konsantrasyonumuz bozuluyor ve o arada parmağımız kanalı çoktan değiştirmiş oluyor. Hüzün zehirli bir gaz gibi dünyanın her yerini kısa aralıklarla yokluyor ve iki gün üst üste mutlu olacak fırsatı bırakmıyor bize. Mutsuzluğa alıştık artık. Her yerden dumanlar yükseliyor ve insanlar farkında olmasa da değişiyor, evrim devam ederken. Böyle bir ruh halinde evleri ve ormanları incelerken Frankfurt'a indi uçak. Kalbim taş gibi dolmuştu. Önümde bir uçak düşse ve kafamın üstünden onlarca kişi uçarak çevreye saçılsa hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam edip kahve makinasından bir kahve alacaktım. İstanbul'da yaşayan biri olarak duygusallığa yer yoktu hayatımda ama ne olduysa değişmeye başladım 1-2 günde. Ablamın düğünü için ordaydım ve vardığım andan dönüşüme kadar, bana ve İstanbul'daki herkese sokaklarda akıtılan tüm şiddet, nefret ve hayal kırıklığı Almanya'da tek tek üzerimden akıp yağmur suyuna karışmaya başladı. Bunu neyin sağladığını anlatıp "Türkler mi daha sıcak Almanlar mı"…vs tarzında bir polemik yaratmayacağım. Sadece düğünde Alman eniştemizin babasının, mikrofonu eline alıp yaptığı konuşmayı sizinle paylaşmak istedim. Konuşmayı banda kaydetmeden nasıl aynen yazdığımı merak etmeyin diye bir not düşeyim, Türkçe çevirileri masalara konuşmadan 1 dk. önce dağıtıldı. Vıcık vıcık aşk konulu mailler, kadın dergilerindeki öğütler, duygusuz aşk şiirleri, romantizm adına gevelenmiş tüm hikayeler ne kadar soğuksa bana, bu konuşma o kadar sıcak geldi….
Sevgili Rana,Sevgili Thorsten,
Değerli Konuklar!
Rana ile Thorsten' ın yaşamlarını birleştirmeye karar vermiş olmaları, ana-baba olarak bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir. Şimdi onlara baktığımızda, gerçekten seven iki gencin birbirini bulmuş olduğunu görüyoruz.
Her şeyin nasıl başladığını şimdiki gibi hatırlıyoruz: Thorsten Rana'yla tanıştığını anlattığında, gözlerinde o ana kadar hiç görmediğimiz bir pırıltı vardı. Rana'yı şahsen tanıyana kadar, Thorsten, dört ay boyunca bize bu gizemli kadından heyecan ve hayranlıkla söz etti durdu. Oğlumuzu neredeyse tanıyamıyorduk. O çılgın bekar çocuk gitmiş, yerine saygılı ve olgun bir kişi gelmişti. İşte o zaman Rana'nın, Thorsten için çok özel bir insan olduğunu anladık.
Birçok çift evliliği eskimiş, modası geçmiş bir kurum olarak görebilirler. Soruyorum, hayat arkadaşlarını bulduklarından emin olan iki insanın, bütün dünyanın gözü önünde birbirini kabul edip tanımasının, yaşamlarının geri kalan bölümünü birlikte geçirmek istediklerini arkadaş ve akrabalarına ilan etmelerinin neresi eski allahaşkına?
Elbette evlilik her zaman ilk günlerdeki kadar mutluluk dolu olmayacak, insanın içinin kıpır kıpırlığı gittikçe zayıflayacaktır. İlişki doğaldır ki zamanla değişecek, uzun süren geceler -en azından ilk bebek doğana kadar- zamanla azalacaktır. Ama insan, işte bu evlilik yoluyla, sevinç ve üzüntülerini paylaşan, sorun çıktığında hemen çekip gitmeyen ve zor dönemlerinde de kendisini destekleyen bir eş kazanacaktır; bir de deneyimler yoluyla sürekli büyüyen ve gelişen bir sevgi…
İşte bu nedenle Sevgili Rana ve Sevgili Thorsten, ortak bir geleceğe doğru cesurca attığınız bu adım bizleri ziyadesiyle mutlu kılmıştır. Sizin birbirinize ait olduğunuzdan ve yaşamınızı birlikte sürdürmek istediğinizden emin olduğunuza tüm kalbimizle inanıyoruz.
Sınır ve farklı kültür tanımayan sevgi, inanıyoruz ki, sizi de birleştirecektir. Bu anlamda, dünyaca bilinen ve bütün insanlar tarafından aynı şekilde anlaşılan bir "Aşk Şarkısı"yla sizi selamlıyor ve dünyanın bütün mutluluk ve şansları sizin olsun diyoruz.
Christa ve Klaus S.
Frankfurt,30.12.2004
Bu konuşmanın sıcaklığını ve içeriğini bir kenara bırakırsak neden yazıldığı konusu benim ilgimi çekiyor. Anne babanın stres içinde, oğlunun düğünündeki konuşmayı hazırlamaya çalışırken hallerini düşündükçe içimdeki tüm buzlar eriyor. O kadar eriyor ki hayatta yapmayacağım bir şeyi yapıp bu yazıyı sizinle paylaştım. O insanlarla sizin de tanışmanızı isterdim. Sınır ve farklı kültür tanımayan sevgi sözlerini herkes eder, ama bu yapmacıklıktan uzaklaşamaz. Bu sefer öyle olmadı. En azından benim için öyle olmadı. Ergenliğe yeni girmiş bir genç bile babanın bu konuşmayı yaparken ki halini görseydi duygulanabilirdi. İçimdeki tüm cam kırıklarını süpürüp dışarı atan bu yazıya içten bir teşekkür yazısı yazmak istedim….Tamam, bu yazıyı okurken dünya zehirlenmeye devam ediyor ve her saniye boşu boşuna insanlar öldürülüyor ama bir yerlerde de ince insanlar yaşıyor ve bu şiddeti reddediyor. Rahatlarının bozulmaması için değil erdemli oldukları için…
Doğan Sovuksu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 15 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Bugün sizlerle ilk olarak Osmanlı'da Klasik Batı Müziği'ni bizlere sunan Emre Aracı'nın "Boğaziçi Mehtapları"nda Sultan Portreleri"ni ardından Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden, François Ozon'dan "Beş Kere İki"yi ve son olarak Çiğdem Maner'in çocuklar için hazırladığı "Hititler"i paylaşacağım.
BOĞAZİÇİ MEHTAPLARI'NDA SULTAN PORTRELERİ :
Osmanlı ile Avrupa, Türkiye ile İngiltere, Doğu ile Batı arasında, tıpkı soyadı gibi "aracı"lık yapan Emre Aracı'nın son albümü "Boğaziçi Mehtapları'nda Sultan Portreleri" Kalan Müzik'ten çıktı.
Prof. Talat Halman'ın "genç bir Osmanlı beyefendisi, bir İngiliz aristokratı ve modern bir Türk" olarak tanımladığı müzikolog ve besteci Emre Aracı, ilk iki albümünde, "Osmanlı Sarayı'ndan Avrupa Müziği" ve "Savaş ve Barış: Kırım 1853-56"da olduğu gibi son albümünde de bizleri Osmanlı dönemindeki klasik batı müziği ile tanıştırmaya devam ediyor.
"Boğaziçi Mehtapları'nda Sultan Portreleri"nin, diğer albümlerden önemli bir farkı var. İlk iki albüm Londra'da kayıt edilmesine karşın Aracı'nın son albümünün dünyaca ünlü Rudolfinum'da Prag Senfoni Orkestrası'nın yaylıları tarafından kaydedilmiş olması.
Emre Aracı'nın Abdülhak Şinasi Hisar'ın edebiyatından yola çıkarak bestelediği, "Boğaziçi Mehtapları" adını taşıyan ve Cihat Aşkın'ın 31. İstanbul Festivali'nde seslendirdiği keman konçertosu ile Callisto Guatelli Paşa'nın Osmanlı hanedan üyelerinin adlarına bestelediği kısa müzik portreleri albümün içeriğini oluşturuyor.
Cihat Aşkın'ın solist olarak yer aldığı "Boğaziçi Mehtapları'nda Sultan Portreleri"nde, orkestrayı albümdeki eserleri de aranje eden Emre Aracı idare ediyor.
Fehime Sultan ve Burhaneddin Efendi'nin canlı marşları ile İtalyan Bartolomeo Pisani'nin Sultan Abdülmecid için bestelediği senfonik ve dramatik "Cenaze Marşı" albümün öne çıkan parçaları.
Kapağında İtalyan Carlo Bossoli'nin mehtapta Kızkulesi betimlemesini içeren albüm Aracı'nın bir yıl boyunca üzerinde çalıştığı, Çarmıklı Ailesi'nin desteği ile ortaya çıkan önemli bir eser.
BEŞ KERE İKİ (CİNQ FOİS DEUX) :
İnsanların ömürleri boyunca verdikleri en zor seçimlerden biridir evlilik. Doğru kişi, doğru zamanlama, doğru yer ve aşk. Hepsinin bir arada olması gerektiği düşünülür. Ancak her ne kadar mutlu evliliğin formülünü çözdüğümüze inansak da günümüz insanının evliliği çoğunlukla ömür boyu süremiyor. Peki bu ilişkileri tüketen, bitiren ne? Neden eski ilişkiler uzun yıllar sürerken günümüz kuşağınınkiler darmadağın oluyor?
"Beş Kere İki" birbirine aşık, evli bir çiftin portresini sunuyor bize. Ömür boyu süren saadetli evliliklerinden biri değil onlarınki. Beş yıl içinde tükenmiş, küllenmiş bir ilişki. Çiftin 5 senede yaşadığı 5 ayrı dönemin hikayesi. Her biri kendi içinde bir bulmaca adeta. Çözümü olmayan. Aşk ile başlayan bir ilişkiyi bitiren bu sorunların nedeni neydi peki?
Biri ile beraberken başkalarını düşünen, doğum sırasında eşini terk eden, cinsel kimliğini sorgulamaya başlayan bir erkek ile düğün gecesi ihanet eden, arayıştaki bir kadın... Birbirinden çok farklı ama birbirine aşık olmuş bir çift. Marion ve Gilles birbirleriyle ve kendileriyle yüzleşiyorlar evlilikleri boyunca. Beş yılda bu iki kişi aşkı ve bu aşktan doğan bir evliliği nasıl tükettiler?
Evlilikleri bitiren gerçekten de rutinleşen hayatlar mı? Gerçek sebepleri bulmak bu kadar kolay, bu kadar yüzeysel mi? Ya da çok daha derinde mi bunlar? Fark etmediğimiz kopuş noktaları ve içine girdiğimiz sonu gelmez kaoslar mı? "Beş Kere İki" bütün bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışıyor ve bizlerle paylaşıyor.
"Havuz" gibi başarılı filmlerinmden tanıdığımız François Ozon "Beş Kere İki"yi baştan sona doğru anlatmayı değil, sondan başa doğru anlatmayı tercih etmiş. Bu da filmin bir başka etkileyici özelliği. Çünkü izleyenler bu sayede öncelikle bu evliliğin bitişini görüyorlar ardından bu noktaya nasıl gelindiğini anlamaya başlıyorlar.
Fransız sinema geleneğinde oluğu gibi psikolojik bir dramadan sosyoljik bir olaya geçen "Beş Kere İki" sinemaseverler için izlenmesi gereken bir film.
HİTİTLER / ÇİĞDEM MANER :
Binlerce yıl öncesinin, Tunç Çağı'nın efendileri onlar. Uzun yıllar, yaşadığımız topraklara hükmettiler, Eski Dünya'nın söz sahibiydiler. Ancak biz sadece yarım sayfa tanımla andık onları. Ardından örnek bir yönetmenin, Tolga Örnek'in belgeseliyle tekrar hatırladık. O halk, Hititler. Varoldukları döneme hakim olan ve sınır komşuları Mısırlılar ile savaşıp ilk yazılı antlaşmayı imzalayan taraflardan biri olan uygarlık onlar.
Günümüz medeniyetinden pekçok uygulamalarıyla daha ileriydiler. Hoşgörüleri ile başkalarının dinine saygı gösterdiler ve "1000 Tanrılı Halk" olarak anıldılar. . Oldukça gelişmiş bir hukuk sistemi kurdular. Belki arkalarında büyük ve görkemli piramitler, tapınkalar bırakamadılar Mısırlılar gibi. Hitit yapıları Mısırlılarınki gibi taş ya da mermerden değil kerpiçten yapılmaydı. Ancak arkalarında büyük bir kültürel miras olarak arşivlerini bıraktılar. Kilden yaptıkları tabletler onların yıllıklarını ve eserlerini içeriyordu. Bilinen en eski Hint - Avrupa diline sahiptiler. Bu nedenle günümüz Avrupa halklarının atası, varoldukları topraklar nedeniyle de bizim atalarımızlar.
Kafkasya'dan gelen bu halk hakkında hepimiz gereğinden çok daha azını biliyoruz. Epsilon yayınevi de bu eksikliği gördü ve çocuklar için bir Hititler kitabını yayınladı. Çiğdem Maner tarafından hazırlanan Ceren Aykut tarafından resimlenen kitap, eğitici olduğu kadar eğlenceli de.
Sizler de çocuklarınızın Anadolu'nun bu büyük uygarlığından mahrum kalmasını istemiyorsunuz, "Hititler" kitabını mutlaka almalısınız.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.160 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
YAĞMUR
Yağmur yağıyor...
Evlerin ışıklarını kapalı belki
Ancak her camı hüzünlü bir nefes
Buğulandırmakta.
Yağmur yağıyor...
Geri kalanlar derin bir uykuda ve
Sanarlar ki sadece ıssız sokaklar
Islanmakta.
Yağmur yağıyor...
Evlerin ışıklarını kapalı belki
Ancak her camı hüzünlü bir nefes
Buğulandırmakta.
Yağmur yağıyor...
Geri kalanlar derin bir uykuda ve
Sanarlar ki sadece ıssız sokaklar
Islanmakta.
Yağmur yağıyor...
Çinkolu evlerden yükselir hep
Bu sahipsiz yağmurda
Şiirin sözcükleri.
Yağmur yağıyor...
Sesleri hiçbir zaman çıkmadı ama
Nasıl ısınır merak ederim
Mahalle bekçisinin köpekleri.
Yağmur yağıyor...
plakta garip bir şarkı
Aklını alıp götürmeye yetiyor yinede
Bu süzülen yağmurda.
Yağmur yağıyor...
Gök gürlüyor,fırtına,kıyamet;
Mart ta değil işin tuhafı fakat
Görünen o ki
Fahişe bir kedi doğurmakta.
Yağmur yağıyor...
Fahişe kediye aldırmadan.
Yağmur yağıyor...
Şehrin tozu kalkıyor
Tertemiz oluyor karşı cadde ve
Toprak kokusu yayılıyor dört bir yana
Mis gibi.
Yağmur yağıyor...
Anladılar ki duayla olmuyor bu işler.
Geri kalanında hayatın;
Oturup,meteoroloji izlediler.
Yağmur yağdı.
Gök gürledi,fırtına dindi.
Sokaklar yine boş,
Camdaki buğular uykuda,
Kedi doğurdu nihayet,
Bekçi kuruluyor köpeğini.
Yağmur yağdı bu kente ve
Toprak kokusu kaldı
Bu zamansız yağmurdan
Geriye.
Nihat ÇAPAR
Yukarı
|
ASYA'YA BAĞIŞ
GELİN UMUT TARLALARINI BİRLİKTE YEŞERTELİM!
GÜNEY ASYA DEPREMİ ŞARTLI BAĞIŞ HESAPLARI BANKALAR ŞUBELER HESAP NO. PARA CİNSİ ŞUBE TELEFONLARI
T. C. ZİRAAT BANKASI ETİMESGUT ŞUBE (312) 244 09 52 40437140-5001 TL 40437140-5002 USD 40437140-5003 EURO KOÇBANK BAŞKENT ŞUBE (312) 418 18 04 11100111 TL 22200222 USD 33300333 EURO GARANTİ BANKASI ANKARA ŞUBESİ (312) 410 41 30 6297000 TL 9096000 USD 9095000 EURO YAPI KREDİ BANKASI SİTELER ŞUBESİ (312) 349 42 40 1071532-6 TL 3017248-6 USD 3017249-4 EURO FİNANSBANK ANKARA ŞUBESİ (312) 468 45 63 12282683 TL 12282676 USD 12282679 EURO DENİZBANK ELMADAĞ ŞUBESİ (212)230 52 33 9050-2868-351 YTL
9050-2868-352 USD
9050-2868-353 EURO
AYRICA AVEA KULLANICILARI 5533’E BOŞ MESAJ ATARAK KAMPANYAYA KATKIDA BULUNABİLİRLER
(1 SMS BEDELİ (10.000.000TL) 10YTL)
YALNIZ DEĞİLDİK, YALNIZ BIRAKMIYORUZ! DESTEK OLAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER…
BİLGİ VE SORULARINIZ İÇİN:
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 0 312 245 45 11 245 45 12 245 45 13 245 45 14
E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr
FAX: 0 312 245 45 50
BANKALARA ULAŞAMAZSANIZ LÜTFEN BİZİMLE İRTİBATA GEÇİN.
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
http://www.klubbrekyl.com/malibu/malibu.swf 3 penguenle olay kolay.. ya sonrasi?:-)
http://www.sufizmveinsan.com/index.html Özellikle fizik bölümündeki yazıları benim çok hoşuma gitti.
http://www.kuantumdusunce.com/ İzmir ,İstanbul ve Ankara'da kuantum düşünce tekniği ,nlp eğitimleri de var.
http://www.jinekolog.info/ Bayanlar için faydalı olacağını düşündüğüm bir site. Doktorla online görüşme servisi de var.
http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Audio Record Wizard 3.98 [2,74 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme
http://www.nowsmart.com/arw3.exe Çok iyi bir kayıt programı. Bilgisayarınızın ses kartını kullanan her kaynaktan direkt mp3 veya ogg kayıt yapabiliyor. Otomatik sessizlik algılayıcısı sayesinde kaydı otomatik kesiyor. Kayıt kalitesini ayarlayabiliyorsunuz. Deneme sürümünde kayıt süresi 3 dakika ile sınırlı. Tam sürümü kullanmanın bedeli 25$. Bilgisayarında ses kartı olan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|