|
|
|
24 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Geçmiş Bayramınız Mübarek Olsun!.. |
İyi haftalar,
Sizlerin bayramını daha önce kutlamıştım, yukarıdaki temenni sizlere değil. Bayramı bayramlıktan çıkarıp hiçbir uyarıyı kaale almadan kurban edenlere, kurban olanlara, velhasıl tüm kurbanlıklara bu temenni. Bunun yanında aymazlara, patavatsızlara, sakallı ecinnilere de mübarek olsun. Her türlü inancın sadece inananla Allah arasında olduğuna inananlardanım. Birazdan söyleyeceklerime kimse başka başka anlamlar yüklemesin. Benim için kurban bayramı bitmiştir. Bundan böyle bu bayramı kutlamıyorum. Kutsiyete gölge düşürenler kına yakabilir. Ömrüm oldukça çocuklarımın da bu bayramı böyle kutlamamalarına çalışacağım. Kan gölleri, uyarı ve cezalara rağmen sokak ortasında kesilen hayvanlar, giriş kapısına, basket potasına asılıp derisi yüzülenler, yere yıkmak için arka ayakları kesilen, karnı deşilen danalar değil derdim. Onları yapanlara lanet okumayı çoktan bıraktım. Ama kaçak kestiği koyunların derisini almaya gelen THK görevlilerinin ardından "... çocukları yetim kalsın." diye beddua eden sakallı ticaninin yanında elini açmış bedduaya eşlik edip amin diyen polis memurunu görünce bir tuhaf oldum, korktum, tiksindim. Tayyip Bey, açlık sınırının altında belirlediği asgari ücret için, aylık simit hesabı yaparak vatandaşla kafa bulurken, çevre bakanı seneye çok daha sert önlemler alacağız diye mesnetsiz atarken, devletin hakkını savunmakla yükümlü memur hak yiyenlere amin derken ben bayram falan kutlayamıyorum kusura bakmayın.
Önerim sert önlemler ya da yüksek cezalar değil. Bireylerce kesilecek kurbanın tamamen yasaklanmasından yanayım. Belirlenecek hayır kurumları dışında hiçbir şekilde ve mahiyette kurban kesilmemeli artık bu memlekette. Çünkü biz bu ibadetin altından kalkamıyoruz. Sadece biz değil tüm İslam alemi kalkamıyor artık. Bakın okyanusun bir tarafında çoğu müslüman 300 bin kişi kırılmışken, milyonlarca müslüman, arabın çukurunu kurbanla dolduruyor. Yüzde 99'u müslüman olduğunu iddia eden memleketimin imanlı vatandaşları araplara 1 haftada 300 milyon dolar para bırakırken 300 bin kişinin öldüğü yere yardım için 1 ayda ancak 8 milyon dolar topluyor. Ey İslam Alemi, Ey Müslümanlar bu sene 300 bin tane insan evladı doğaya, yaradanın en büyük eserine, kurban verildi. Bir taneniz de çıkıp "Bu sene kurban kesmeyelim, verilen kurbanlar yeter de artar. Onun yerine bu insanların geride bıraktıklarına yardım edelim." deseydi ya. Ya da Suudilerden biri bu seneki hac gelirini bölgeye yardım için kullanacağını söyleseydi ya. Olabilir mi böyle birşey? Olamaz? O zaman bende bu bayramı kutlamıyorum artık dostum. Oldu mu?
Tatsız tuzsuz bir bayram ertesi yazısı oldu farkındayım, hoşgörün artık. Tatsız bir bayramın ardına bir de 12 yıl önce bugün berbat bir teröre kurban verdiğimiz Uğur Mumcu eklenince benim ağzımın tadı hiç kalmadı işte, pardon. Ben size yıllar öncesinden muhteşem bir enstrümental şarkı çalayım ödeşelim. Kitaro çalıyor İpek Yolu (Silk Road). Güzel bir hafta diliyorum hepimize, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Her Pencerede Ayrı Bir Hüzün Var - 3
Köprü trafiği her ne kadar gerginliğini arttırsa da üzerindeki panik havası nispeten azalmış, biraz da olsa sakinleşmişti. Yol çalışması var diye 2. köprüden giden şoföre kızgınlığı yerini yeniden şimdi ne yapacağı, nasıl davranması gerektiği sorusuna bırakmıştı. Çalan telefonu 'Emel neden geciktin diye arıyor' diye düşünerek aceleyle cebinden çıkarıp ekranda başka bir isim görünce hayal kırıklığı ile aynı anda garip bir rahatlama hissetti.
- Efendim
- Erkan nerdesin?
- Köprüdeyim abi karşıya geçiyorum.
- Nerdesin abi, çıkışı geçtin mi?
- Yok lan nerde, trafik kilit.
- İyi, çıkıştan geri dön, hemen hastaneye gelmen lazım.
- Gelemem oğlum, Emel'le konuştuk, Ömer mömer bir şeyler dedi, anlamadım. Herifin başına bir şey geldi galiba. Emel'e gidiyorum.
- Siktir et oğlum Ömer'i, onun ne bok yediğini cümle alem biliyor.
- Ya bi görüp döneceğim zaten, bir gibi orda olurum.
- Erkan… Annen burada abi, gece trafik kazası geçirmiş, acile getirmişler.
- Ne diyosun oğlum sen!
- Durum bu abi, hemen gelmeye bak sen.
Erkan şoföre geri dönmesini söyleyip hastanenin adresini verdikten sonra telefona döndü.
- Annem nasıl?
- İyi iyi. O kazaya göre hiçbir şeyi yok desem yeri. Çok korkmuş, şokta hala, uyutmuşlar sabaha kadar.
- Oğlum yuvarlak konuşma benimle..
- Abi valla bişey yok, gel konuşuruz. Arabayla mı geliyorsun sen.
- Yok taksideyim.
- İyi, alırım seni kapıdan, hasta yok gibi bu gün.
Taksi daha durmadan kapıda bekleyen Erdinç'i fark etti. Taksiden indiğinde Erdinç yanına kadar gelmişti.
- Geçmiş olsun abi.
- Sağol, nasıl?
- Uyutuyoruz hala.
İki adam koşar adımlarla hastaneye girerken Erkan "acilde mi hala?" diye sordu.
- Bizim orada, gözümün önünde olsun diye yukarı aldırdım. Oğlum verilmiş sadakanız varmış, araba pert, o kazadan sonra hiçbir şeyi yok desem yeridir. Ezikler falan var, görünce tırsma. Filmler falan hepsi bende, kendin gör de için rahat etsin diye çaldım resmen. Özden Teyze'yi de çaldım sayılır ya, neyse.
- Nasıl olmuş kaza?
- Anlatırım, sen bir gör de. Boşa panik yaparsın şimdi.
Bindikleri asansör üzerinde demirden bir ağırlık varmış da beraberinde onu da itmeye çalışıyormuş gibi yavaş ilerliyordu sanki. Koşarak çıksa, asansör iki kat çıkıncaya kadar o onlarca kat çıkabilirmiş gibi geliyordu Erkan'a. Asansörden çıkar çıkmaz Erdinç kolundan tutup "özel 3'de" diyerek başıyla koridoru işaret etti.
Erkan kapıyı açıp annesini o halde görünce bacaklarının onu taşıyamadığını hissetti biran. Erdinç de aynı şeyi hissetmiş olmalı ki, kolundan tutmuş, sakinleşmesi için bir şeyler söylüyordu. O ise söylenenleri anlamıyor, sadece duyuyordu.
Pencereden vuran ışıkta kadının çarşafın dışında kalan kolları ve yüzündeki morluklar olduğundan daha kötü görünüyordu. Alnındaki sargı ve sağ yanağındaki şişlik nedeni ile suratı neredeyse iki kat daha büyük gibiydi. Erkan, serum şişesinden düşen damlaların el yordamıyla yıkılan bir binanın duvarına çarpan balyoz gibi sesler çıkardığı hissine kapıldı. Şimdiye kadar binlerce kez gördüğü bu manzara eskiden ne kadar tanıdıksa, şimdi o kadar yabancı geliyordu. "Allah'ım ne olur bu bir kabus olsun" diye düşünerek kısa bir süre gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp gözlerini açtığında hiç bir şeyin değişmemiş olması onu tekrar ürküttü.
Erdinç seri bir hareketle kapıyı kapatıp arkadaşını yatağın yanındaki iskemleye kadar götürmeyi başarmıştı. Kendisi de yatağın yanına çömelip bir süre onu izlemekle yetindi. Sonunda aradığı cümleyi bulmuş gibi "Abi valla göründüğü kadar kötü değil, sakin ol yaa" diyebildi. Gördüğü manzaraya alışması ve Erdinç'e inanmasıyla sakinleşmeye başlamıştı. "İyi misin?" sorusuna yalnızca başını sallayarak cevap verdi. "Sen biraz kal, ben de gidip veletlerime bakayım. Sonra benim odaya geçeriz" önerisini yine sade bir baş hareketi ile kabul etti.
Yarım saat kadar sonra odadaki tek değişiklik artık güneşin direk yatağa düşmemesiydi. Erkan nadide bir bibloyu kırmaktan korkar gibi bir özenle annesinin elini öpüp yavaşça odadan dışarı çıktı. Erdinç'in kapıda beklediğini görmek onu hiç şaşırtmadı, orada olduğundan neredeyse emindi.
- Sen veletlerine gitmeyecek miydin?
- Beni görünce hepsi vikliyo abi, ben de küstüm buraya geldim.
- Yalancı…
- Çok mu belli oldu?
- Ayna gibi parladı.
- Deme yaa… Geldin mi kendine.
- Geldim geldim.
- Bu açıdan pek öyle görünmüyor ama. Tansiyonuna bakalım mı?
- Yok ya, iyiyim. Sen bana su ısmarla yeter.
Odaya girer girmez Erkan kendini küçük kanepeye bıraktı. Erdinç önce bir bardak su, arkasından sarı bir dosya uzattı.
- Sen anlat abi, ben baksam da bir şey anlamam şimdi.
Erdinç dosyayı masanın üzerine bıraktıktan sonra,
- Özet yapayım o zaman, dedi. Sağ ayakta kırık, kaburgada çatlak, bir sürü çürük ve sağlam bir şok. Başka bir şey yok. O arabadan çıkmış ya, başka bir şey isteme Allah'tan. Yalnız bir süre terapi görmesi gerekebilir. Cevdet Abi'yi aradım, akşamüstü uğrayacak.
- Kaza nasıl olmuş?
- Çok hızlı gidiyormuş. Polisler en az 180'le gidiyordur falan demişler.
- Annem!
- Yaaa, annen! Dünkü yağmurda, gecenin o saatinde, 180'le ve Özden Teyze! Gerçi polisler de abartmıştır biraz. Kontrolünü kaybetmiş, önce aydınlatma direğine bindirmiş oradan kamyona. Sizin Volvo olmuş akordeon.
- Hass…
- Bence de. Hatta daha iyisi var, kamyoncu dayı tam yurdum insanı, birayı fazla kaçırınca yolda çiş molası vermesi gerekmiş. Adam kamyonda değilmiş anlıcan. Herif orada durmasaydı Özden Teyze nerede dururdu Allah bilir.
- Abi şaka gibi geliyor bana.
- Oğlum boşa demiyoruz verilmiş sadakanız varmış diye.
- Kaçta getirmişler?
- Gece 2.30 gibi.
- Bizim dangalaklar niye aramamış bu saate kadar?
- Abi sen beni nerenle dinliyorsun? Her şey her yerdeymiş, kimlik, ruhsat hiçbir şey yok ortalıkta. Polis biz plakadan bulur haber veririz demiş ama ses çıkmamış. Bizimkiler de müneccim boku yemedi ya, ne bilsinler annen olduğunu. Levent sabah gelince tanır gibi olmuş ama emin olamamış. Ha, bu arada kendine geldikçe senin ufaklığın adından başka bir şey söylemiyor. Kızının kıymetli olduğunu bilirdim de bu kadarını tahmin etmezdim. Levent beni aradı, ablanın adını sordu, sonra da aşağı çağırdı. Bir inerim Özden Teyze! 2-3 kere aradım seni ama meşguldün. Şudur budur derken ancak arayabildim sonra da.
Erkan başını kanepenin arkasına yaslayıp gözlerini kapattığında kilometrelerce koşmuş gibi yorgun hissediyordu kendini. Sabahtan beri yaşadıkları beyninin içinde dönüp duruyor ama o ne herhangi birinin üzerinde yoğunlaşabiliyor, ne de başka bir şey düşünebiliyordu. Erdinç elinde kalan bardağı almaya çalışırken başını kaldırmadan ona döndü;
- Erdinç, bizim servisi arasana.
- Aradım abi haberleri var. Senin hastaları İsmet alacak. Benim veletleri de Selçuk himayesine aldı, akşama kadar emrinize amadeyim. Senden sonra Özden Teyze'nin sekreteri arayıp ona da haber verdim.
- Biz nasıl ödeyeceğiz senin hakkını?
- Valla teyzemle anlaşmak kolay, benimle anlaşması kolaydır bilirsin. Zeytinyağlı dolma, patatesli börek ve barbunyaya fit olurum. Ama sen sonsuza kadar bana borçlu kalacaksın ve ben sonsuza kadar seni sömüreceğim…
Erkanın yüzündeki sevgi ve minnet dolu ifadeyi ancak lafını bitirirken fark edebilmişti. Titreyen sesiyle "saçmalama abi, Özden Teyze benim de annem sayılır" diyebildi sadece. Tüm bu olanların ağırlığını ilk kez bu kadar derin hissediyordu. Karşı odada yatan kadınla arasında kan bağı olmadığına inanamadı o an. Bir anda çöken sessizlik ağır geldi Erdinç'e. Sessizliği taşımayı bir türlü öğrenememişti zaten.
- Oğlum hiç sormuyorsun koskoca kadını nasıl pediatriye aldırdın diye.
Erkan alacağı cevabı heyecanla beklermiş gibi yerinde doğruldu.
- Harbi yaa, nerden çıktı buraya almak, yer mi yoktu? Gerçi yüksek yerlerdeki tanıdıkların araya girmiştir yine.
- Abi senin kafa hakkaten çalışmıyor. Bu işler en yukardan değil, en aşağıdan bağlanır. Şöyle oldu, Selçuk henüz gelmediği için benim burada olmam gerekiyordu, e teyzemi de bırakamam. O zaman teyzemle burayı birleştiririz dedim. Aşağıdakilere senin annen olduğunu, yukarı alacağımı söyledim. Kimse de uyanıp yukarı nere diye sormadı. Polis falan sorarsa bana göndermelerini tembihledim. Buraya gelince de hasta bakıcıya eşantiyon, hemşireye öpücük, kimse bir şey görmedi, duymadı, bilmiyor. Tebabet hayatımda ilk defa hasta çaldım, o da başka servisten, var mı böyle bir şey.
- Hastabakıcıya da öpücük verseydin ya, daha ucuza gelirdi.
- Aslında o da aklıma geldi ama Osman Abi vardı, çok kıllı diye vazgeçtim.
- Oğlum amma geyiksin lan
Erdinç kısa bir suskunluktan sonra "Napim be abi, ben hayatı kafaya almazsam o beni kafaya alıyor. Birimiz geyiğe sarmazsak geçinemiyoruz" dedi.
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Alper Kutay Erke Bugün de Yaşıyorsun Ya... |
|
Merhaba penceremden içeriye izinsiz giren sarı dev. Merhaba siyah fonunu maviliklere boyamış gökyüzü ve merhaba çocuklar, merhaba koca şehir...
Her yeni doğan gün bir umuttur insanın yaşamında, her umut yeni bir direniş, her direniş yeni bir direniştir sabahlarında... Bu günde galip çıkmışındır yaşam denilen mücadelende ve ne kadar şanslı olduğunun farkında olmaksızın başlarsın yepyeni, rengarenk ve cıvıl cıvıl bir güne...
Eğer bugün de kapattığın perdelerinin arasından sızan güneşin yüzünü okşamasıyla uyanabildiysen, eğer sana "günaydın" diyebilmek uğruna kendilerini paralayan horozların seslerini duyabildiysen, bir bardak taze çay eşliğinde kahvaltını yaparken bir tarafta ki radyoda sevdiğin şarkı çalıyor ise; bugün de aynaya baktığında kendini görebiliyor ve hangi giysinini giyeceğine karar vermeye çalışıyorsan dünyanın en şanslı insanlarındansındır.
Bilirmisin sen uyurken dünya da kaç insan yitirmiştir bu şansını. Yaşama uğruna verilen mücadelelerde kaç beden daha yenik düşmüştür zamanın acımasızlığına ve kimbilir geçen her dakikada kaç yüz tanesi daha eklenir "horozların günaydın diyemeyeceği" insanların arasına... Haydi durma, gülümse dağıt yüzünde ki anlamsız fırtınaları, bugün de kazananların arasındasın, bugün deyepyeni bir günle kucaklaşıyorsun, bugün de ıslık çalabilecek, sevdiğin şarkıyı mırıldanabilecek, çayına tavla oynayıp, espiriler yapabileceksin... Dostlarınla buluşup kahve falına baktırabilecek, hayallerinle mutlu olabilecek, dedikodu yapıp aşık olabileceksin.Bugün de yapacak çok şeylerin olacak mutluluk adına. Sokakta ellerin çepte özgürce yürüyebilecek, bir sokak kedisinin sırtını okşayabilecek, cep telefonunun melodisini değiştirip, unuttuğunu sandığın bir dostunu hatırlayabileceksin... Okuduğun gazetenin köşe yazıları hakkında yorum yapabilecek, yarıda bıraktığın bir romanı tamamlayabilecek ve deşarj etmek için yüreğini hıçkırıklara boğulup ağlayabileceksin...
Merhaba hey insanlar! Merhaba liseli genç aşıklar, merhaba köşe başı simitcileri, merhaba şirin mahalle kedisi!!!
Bir koca gündür içinde yaşadığın. Eğer hedeflerin varsa vazgeçemeyeceğin, vizyonlarına sıkı sıkıya bağlıysan, hayallerin varsa asla solmayacak, senden mutlusu varmıdır ki yeryüzünde! Dilindeki türkünü, içindeki umudu , yüreğindeki sevgini, düşlediğin yarınını ve tüm bitmeyecek heveslerini yaşayabilmek adına yepyeni bir gündesin...
Bugünde yaşıyorsun! Eki bir sanat musikisinin notalarında, bir hayal aleminin gizemli yolculuğunda, duvarında ki saatin tik tak seslerinde ve bir Nazım Hikmet şiirinin titrek kıtalarında...
"yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı;
mesela yetmişinde bile zeytin dikeceksin...
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde,
ölüme inanmadığın için;
yaşamak yanı ağır bastığından..."
Bizler mutlu olduğumuz için şarkı söylediğimizi sanırız, oysa mutlu olmak için şarkı söylüyoruzdur. Dale Charlie (Psikolog Yazar)
Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı Yanlış zamanda |
|
Yanlış zamanda yanlış yerde olursunuz ve yanlışlıklar zincirinin son halkası yanlış bir ilişki yaşarsınız. Belki aşık olur çok ağlarsınız, belki de canınız yanmaz ama çok can yakarsınız.
Oysa neden yanlış zamandır ve neden yanlış yerdir anlamış değilim hala. Sen varsın o var, ee ortada birşeyler de var ama neymiş, yanlış zaman, yanlış yermiş. Kim belirliyor ki bu yer zaman kişi kavramını? Bunların tümünün birarada yazılı olduğu bir kitapçık mı var da bizim haberimiz yok?
Kitapta şöyle mi yazıyor acaba "25. yaş Ekim ayının 11.günü öğleden sonra saat 17:00'de Beşiktaş çarşısında, siyah gözlüklü uzun boylu esmer erkeği bul !". Hayır yani varsa almak lazım, elimizin altında bulunsun yani.
İşin gırgırını birtarafa bırakırsak eğer, daha öncekilerin doğru olduğu ne malum ya da daha sonrakilerin doğru olacağı ama bu böyledir kardeşim herkesin hayatında mutlaka bir adet yanlış yerde yanlış zamanda yanlış bir adam vardır.
Komplo teorisi gibi mübarek, yoksa aslında yürümeyeceği bilinen bir ilişkiye balıklama dalıp bir sebepten ondan sonra kurtulmak adına biz mi uyduruyoruz bu kavram kargaşasını.
Dialoglar şöyledir genelde:
-Niye çıktın peki onunla?
-Yanlış zamana denk geldi
-Nasıl yani?
-Bunalımdaydım, karşıma o çıktı ben de karşı koyamadım....
-Eee neoldu X'le nasıl gidiyor ?
-Ayrıldık
-Neden hani mutluydun harikaydı!!
-Yanlış yerde tanıştık
-Nasıl yani?
-Yazlık yerde olmuyor aşk falan belki X'de olsaydık farklı olurdu....
ya da
-Ya neden ayrıldınız siz şimdi?
-Başlamamız hataydı zaten
-O neden?
-Ya benim için doğru insan değildi yanlıştı adam ....
-X napıyo?
-Bilmiyorum ayrıldık
-Allah allah ya niye?
-Ya bundan 2 yıl önce olsaydı olurdu da yanlış zamanda çıktı karşıma işte...
Bunun gibi daha birçok diyalog yazabilirim, hepimiz mutlaka bunlardan birkaçının içinde esas kız, esas oğlan ya da konu mankeni olarak bulunmuşuzdur. Bahaneler yaratmakta üstümüze yoktur bizim, hatalı olduğumuzu asla kabul etmeyiz.
Ya zaman yanlıştır ya mekan ya da adam. Ama biz sütten çıkmış ak kaşık misali tertemiz, suçsuz,hatasız. Peki ama, acaba biz de yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış insan olmadık mı çoğu zaman....
Bahaneler bir işe yaramıyor arkadaşlar, gerçekleri kabullenmeyi öğrenmeli ve kendimizle, hatalarımızla yüzleşip başkalarını suçlamaktan vazgeçmeliyiz. Yoksa hayatımızda daha nice yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış adamlar olacak. Uyanın ve kendinize gelin, gerçekler acıtır ama yalanlardan daha az zararlıdır unutmayın.
Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Temmuzda aşk...
Onu gördüğü zaman bir Temmuz sıcağı hakimdi sahil kasabası sahillerine. Sahile dalganın her vuruşunda, ayakları tuzlu sular içinde kalmakta, sahil kumlarına ayaklarını masaj yaptıran, saçları lüle lüle olan kızla bakışmaktaydı. Aynı zamanda başka delikanlılarda aynı düşünce, aynı heves, aynı şevkle sahilde voltalarını atmaktaydılar. Ortak olan amaç kıvırcık saçlı kızın kalbine girebilmekti.
Kız sadece esmer delikanlı ile göz göze gelmekte, utangaç tavırlarla gözlerini kaçırmaktaydı. Utancından kızın gözlerine bakarken titreyen delikanlı bir büyüğünden adeta yardım dilenmekteydi.
Bunları birileri izliyor muydu?
Delikanlı etrafına baktı ki bir büyüğü onları izlemekte, hafiften durumdan haberdar olduğunu belli etmek için gülümsemekteydi. Tam öğle vakti güneşin yakıcı etkisi, her iki genç kumruların burunlarında kendisini göstermiş, kırmızılıklar başlamış, bu etki kendini omuz başlarındaki tatlı acının hissedilmesiyle devam etmişti.
Esmer delikanlının daha önceden tanıdığı, daha sonra da iki kumrunun da dert ortağı olan kişi, güneşin altında yanık derdine son vermek için girişimde bulunmuş, bir şeyleri bahane ederek başlattığı sohbet sorunlarını çözüvermişti. Her iki genç bahaneyle tanışmış, artık göz göze olan sohbetlerine sözleri de katıyorlardı. Sohbetler giderek koyulaşıyor, el ele ince kumlar üzerinde, denizin hafif dalgasının sahile vurduğu yerde dolaşmaya başlamışlardı. Birisi o toprakların çocuğu, diğeri ise o yaz oraya gelmiş Ankara'lı güzel bir kız.
Dert ortakları olan ağabeyleri onlara dedi ki; "bakın siz iki yabancı, yaban ellerin insanlarısınız. Siz şu an buradasınız ama yarın kim bilir nerede? Yarının ne olacağını biliyor musunuz"
Sanki Barış Manço kulaklarına fısıldıyordu. "Gönül Ferman Dinlemiyor..."
Yaz mevsiminin o güzel günlerinde bir gün deniz kokusu, bir gün eşsiz güzellikteki koylar, bir gün tarihi tiyatrolar derken bunlara turunçgil bahçeleri arasındaki yürüyüşler eklenmekteydi. Yüce Allah'ın insanoğluna bahşettiği güzelliklerin yanında, tatil süresinin sonuna doğru sonra buruk sevinçler kendini göstermeye başlamıştı.
Elbette her başlangıcın bir sonu olduğu gibi tatilinde bir sonu vardı. Gece mehtabın güzelleştirdiği sahil artık geride kalmak üzereydi. Denizden gelen hafif meltemin, akşam saatlerinde yüzlerde bıraktığı hafif serinlik, yüreklerde üzüntülerin yoğunlaşmasına neden olmaktaydı.
"Ben senin yanına gelirim, yok olmaz ben senin yanına gelirim" derken, sözler "ben seni telefonla ararım, olmaz ben seni ararım" şeklinde birbirini takip etmekteydi.
Derken artık koyulaşan karınlığıyla gece uykuyu aratmaktaydı .Gelecek olan gün, ayrılıkla başlayacak, doğan günün şafağında yollar ayrılığa şahit olacaktı. Ayrılığın olduğu gün delikanlı, kamp yerinde boşluk içinde dolanırken dert ortaklarının gözlerindeki, "ben size söylemiştim" nidalarını duyar gibi oluyordu. Çünkü bu gözler, bu sima, gelecek olan ayrılığın birleşmesinin olmayacağını belirtmişti.
Ama gençlik işte…Anlayamamıştı büyük sözü dinlemenin önemini....Artık tövbe etmişti akıl ve mantığa aykırı olan her şeyi yapmaya...Söz vermişti kendi kendine beyin gücünü kullanmaya....
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci Çırağı : Ceyda Ergül |
Bugün Bayram
Yıl 1980...
Bugün bayram.. Sımsıcak güneş her eve ışığını sızdırıyor.. Kız kulesi pırıl pırıl,dışarıda ılık bir ilkbahar havası.. Rengarenk balonlar satan baloncular işe çıkmışlar bile.. Ve o kırmızı horoz şekerleri.. onlar bile bayrama hazır.. Sahil kalabalık değil, sadece birkaç aile güzel havanın tadını çıkarıyor bu bayram sabahında..
Evlerde ise tatlı bir telaş.. Miniklerde bayramlık heyecanı büyüklerde ise bir bayram telaşıdır almış başını gidiyor..Bütün gece bayramlık merakı yüzünden gözüne uyku girmeyen miniklerin gözünden uyku akıyor.. Lakin bayramlasma faslı hepsinin içinde bir sevinç, bir heyecan uyandırıyor.. Kimbilir o mendillerin içinde nasıl şekerler saklı ya da ne kadar harçlık.. Saat 9.. Evin bütün fertleri pırıl pırıl.. Mutfaktan gelen taze kahve kokuları ve çikolata kokuları bütün evi sarmış.. İşte kapıda çalmaya basladı bile..Birer birer gelen misafirler, evin içinde neseyle dolaşan minikler.. Salondan gelen hoş sohbetler ve kırk yıllık hatırı olan kahve kokusu..Zaten hayatın olağan koşuşturmacasında kim kimi doğru dürüst ziyaret edebiliyor ki.. Bir bahane oluyor bu bayram tanıdık yüzlerle bir araya gelmeye.. Sofralar kuruluyor,eski günler yad ediliyor ve gelecek ile güzel dileklerde bulunuluyor.. Birde bu güzel günlerde uzağa düşmüş insanlarda olabiliyor.. Bir telefonla gönülleri alınıyor hepsinin.. Bir telefon yetmese de bugünü paylaşmak adına ,bayramdan sonraki görüşmelerle telafi ediliyor bu ayrılıklar..
İnsanlar birbirlerine gerçekten deger veriyorlar.. İçten bir gülümseyisi, bir güzel dilegi eksik etmiyorlar kalplerinden..
Yıl 2005...
Bugün bayram.. Katran rengi puslu hava İstanbulu boğmus.. Sokaklarda kimseler yok.. Tek tük evlerde bir hareket var sanki ama bazı evler nedense bomboş.. Bir telefon sesi duyuyorum yukarı dairden..
Zırrr.. zırrr..
-Bayram dolayısıyla tatildeyim, lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakın...
Meger kaç gün öncesinden bütün aile toplanıp tatile gitmişler.. Bayram ziyaretleri insanlari sıkıyormuş artık.. İki çift laf etmek onları yoruyormuş.. Bayram kelimesinin anlami tatil olmus.. Yıllık izinler, yaz tatilleri yetmemis.. Bayramlar otellerin büyük havuzlarına, ışıklı lobilerine taşınmış..
Evlerin içinde durum bundan farklı değil.. Saat 10 olmuş lakin evdeki herkes hala uyuyor.. Evin küçük çocuğu bayramlıklarını giymiş bile.. Annesinin odasına giriyor ve kolundan çekerek onu uyandırmaya çalışıyor.. Belki de bayramları gerçekten bir tek çocuklar seviyor.. Çünkü bayramlar da onlar gibi saf ve güzel..
Benimse elektronik postamda onlarca bayram tebriği.. Telefonumda elektronik tebrikler.. Hepsi bir makine soğukluğuyla bana bakıyor... Çocukken bir çizgifilm izlemiştim.. İki tane robot birbirlerine elektronik yollardan mesajlar gönderiyorlardı.. O zaman ki çocuk halimle gülmüş, bunun olabilecegine inanmamıştım..
Bir güzel sözün, bir içten gülümseyisin yerini elektronik şeyler nasıl alabilirdi..
Ama çok geç..
Yıl 2005 ve teknoloji insanları esir etmiş..
Maneviyat komada..
Elektronik postamda ve cep telefonumdaki sanal tebriklerle giriyorum bayrama..
Mendiller gül kokmuyor artık.. Şekerler gri..
Ceyda Ergül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bu gece hiç uyuyamadım saçımdaki bigudiler yüzünden
Bu gece hiç uyuyamadım saçımdaki bigudiler yüzünden, e tabi birazda dolaptaki mavi fiyonklu elbise, yatağımın altındaki siyah rugan ayakkabıların heyecanınıda es geçemem doğrusu. Saatte daha 7, okula giderken kalkması külfet bu saatte yüreğim pır pır, küt küt.
Aşağıdan mis gibi kızarmış ekmek kokusu geliyor, annem kuaförden dönmüş kahvaltıyı hazırlamış bile. Bayram geldimi kuaförler tıklım tıkış oluyor, randevuyla gidebiliyorsun, hayatında hiç saçını yaptırmayan teyzeler bile bayram diye muhakkak gidiyorlar.
Zaten bayramları bu yüzden çok seviyorum. Sanki sihirli bir değnek dokunmuşcasına üzüntünün yerini sevinç,mutsuzluğun yerini mutluluk, yokluğun yerini zenginlik, küslüğün yerini barışıklık alıyor bir anda. Bir rüya, bir film, bir tiyatro gibi oluyor yaşananlar. Birkaç gün sürecek bu sevincin içinde yaşamak beni çok mutlu ediyor. Çocuk yüreğim keşke hiç bitmese, çocuk aklım bayramlar kısadır keyfini çıkar diyor.
Anacığım misafir odasının sobasını yakmıştır, kahvaltıdan sonra giyineceğiz, birbirimizi sarılıp öpüp, bayramlaşacağız. Ben onların mis gibi anne baba kokularını içime çekeceğim. Babam birazdan camiden gelir, diğer zamanlarda camiye gitmeyen babam bayramlarda muhakkak gider. Arabamız bile yıkanır parlar bayramlıklarını giymişcesine.
Evimizdeki bayramlaşma bitince dedeme çiçek götürüceğiz kabristana, onu çok özlediğimizi söyleyeceğiz, çokta sevdiğimizi. Sonra anneanneme gideceğiz,dünün bu günün yarının en güzel yaşlısı,lacivert bakışlı anneanneme.Haftanın kaç günü gördüğüm anneanneme özlemle doya doya sarılacağım, pamuk ellerinden öpeceğim. Yardımcısı Fatma ablayıda öpücem, her zaman -çok sevdiğimi bildiği- ızgaralık köfteyi karmış, un helvasını da basmıştır şimdi.
Anneannem açılınca, içinden sevgi, şefkat, hoşgörü ve bereket kokuları çıkan siyah çantasından bayram harçlıklarımızı çıkarıp, torunlarına dağıtacak. Onunla aynı adı taşıdığımız için beni diğer torunlarından daha çok seviyormuş gibi geliyor bana, kimbilir belkide ben onu dünya dolusu sevdiğim içindir böyle hissetmem. Torununu ne zaman yanında kalsa, yaz kış demeden sinemalara götüren,onun görmediği filmleride sabaha kadar mırıl mırıl torununa anlatan kaç anneanne varki dünyada.
Teyzemler dayımlar hepsi gelince ev bayram yeri gibi oluyor, çikolatalar, kahveler, likörler kapanın elinde kalıyor. Biz torunlar bu bayramda gizlice likör içiceğiz, çünkü onu içince hepimiz anne baba oluyor büyüyoruz.
Öğle yemeğinden sonra dedem ve babaannemle bayramlaşmak için Urla'ya gideriz. Orası çok ciddi evdir,dedem çocuk gürültüsünü çok sevmez, bizde onun yanında uslu çocuk oluruz.Babam bile çok uslu çocuk olur,sigarasını onun yanında değil,salona çıkar içir,dedem görmeden. Urla'nın daracık sokakları bayramlarda kapı kapı dolaşıp şeker ve para toplayan çocukların sesleriyle dolar,yerler hep ıslaktır,herhalde bayramlarda sokaklarda temiz olsun diye yıkıyorlar. Dedemlerin evinin kapısı hiç kapanmaz,sanki Urla'nın en yaşlısı oymuş gibi gibi herkes dedemin elini öpmeye gelir ve harçığını şekerini alır gider. Geçen bayram nedenini hala anlayamadım,çok sevinçliydi,annemle yengeme bile bayram parası verdi, kimbilir bu bayram yine sürprizler yapabilir. Babaannem yine kıkırdaklı un kurabiyesi(ne kötü isim)
Yapmıştır. Isırınca kurban kokusu geliyor,midem bulanıyor. Zaten hayvancıkların kesilmesine dayanamıyorum, evlere sinen kokudan nefret ediyorum, büyünce hiç kurban kestirmeyeceğim işte sözüm söz.
Akşama doğru babamın akraba ziyaretleri bitince İzmir'e doğru yola çıkarız. Arabanın arkasında bol yemekli, çok hareketli bir günün yorgunluğuyla uyuklarım yine.
Babam da döndü işte camiden, annem kahvaltıya çağırıyor, radyoyu da açtı. Hacivatla Karagözün hiç bitmeyen kavgalarını dinlemek çok komik ama, Uğurlugiller ailesini dinlemek daha güzel, hele bacı kalfaya bayılıyorum. Onları dinlerken gözlerimi kapatıyorum, doğruca radyonun içine girip yanlarına gidiyorum, bende o evde yaşıyorum. Onları bu kadar sevmemin nedeni, her ailenin bir parça Uğurlugiller olması olabilir mi acaba?
BİZ ÇOCUKLARIN, SİZ BÜYÜKLERİN YAŞANACAK TÜM BAYRAMLARI KUTLU OLSUN....
Şükriye Ayder
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
UĞUR'A AĞIT DEĞİL ÖVGÜ
Günümüzde insan olmanın
Çok ağır bedeli var
Ya parçası olacaksın alçaklığın
Ya seni parçalarlar
Oysa insan olmak
Çoğalabilmektir başkalarıyla
İnsansın, birinin canı yanarken
Seninde canın yanıyorsa
Bir bombayla canına kıyılan
Çoğalmasını bilen biriydi
Daha az Uğur Mumcu'yduk dün
Daha çok Uğur Mumcu'yuz şimdi
ATAOL BEHRAMOĞLU
Yukarı
|
Dalga geçiyor galiba!..
Yukarı
|
ASYA AĞLIYOR
Yüzyılın felaketine yardım elini uzat!
HENÜZ GEÇ DEĞİL!
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 0 312 245 45 11 245 45 12 245 45 13 245 45 14
E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
http://www.dunun.com/
Flash tekniği kullanılarak geliştirilmiş bir site. Ben dahil pekçok insanı kıskandıracak bir yetenek ve yaratıcılık sunuyor.
http://www.karlaweb.tk/
Bu da o muazzam flash sitelerden bir. Yaratıcılığın ve yeteneğin sınırlarını zorlayan bu siteyi mutlaka ziyaret edin. Evet biraz zaman alıyor ama karşılaştıklarınız herşeye değiyor.
http://www.pipapipa.com/v3/pipapipa/Scripts/default.asp Artık çocuklarınıza farklı bir hediye verebilirsiniz!..
http://www.spacewander.com Gidin arkanıza yaslanın ve seyredin.
http://www.odtumd.org.tr/etkinlik/40yil/sevgidamlalari/info.htm
Sevgili Ahmet Kemal Üner'in önderliğinde hazırlanan bir değerli CD çalışmasına gidiyor bu link. ODTÜ Mezunlar Derneği'nin burs çalışmalarına katkıda bulunmak üzere hazırlanan bu CD için bakın ne diyorlar; "Derneğimizin 40. yıl projelerinden biri de, 1965'lerden günümüze, üniversite yıllarımızda popüler olmuş, hepimizin sevdiği, mırıldandığı "sevgi" temalı şarkılardan oluşan CD projesidir. CD projemize yapacağınız katkıyla da gerçekleştirmek istediğimiz hedefe erişmemizi ve burs fonumuzun yaygın tanıtımını sağlayacaksınız." Nostaljik şarkılardan oluşmuş bu CD'yi hayırlı bir iş için edinmek isteyeceksiniz umarım.
Yukarı |
|
|
|
|
|