ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 667

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Bir toplayabilsem!..


ABONE OL!Merhabalar,

Kafamı bir toplayabilsem neler söyleyeceğim neler... Ancak beyin faaliyetlerim son 2 gündür yandan çarklı nehir vapuru gibi. Bir aşağı bir yukarı gidip geliyor. Etrafıyla ilgilenmeye fırsat bile bulamıyor. Mesela bugün hiç haber dinlemedim desem inanır mısınız? Vallahi de doğru. Biraz önce gözüme ilişti Hakkari'de deprem olmuş, 2 kişi de ölmüş. Allah rahmet eylesin. Hayır benim bu dergi merakım yüzünden nasibini alması gerekenler huzur içindeler ona yanıyorum. Baykal'ım, Sarıgül'üm didişiyorlar bende tık yok. Allahtan arkadaşlar benim yerimi yazılarıyla yorumlarıyla dolduruyorlar. Allah onlardan razı olsun. Aman ha bunları boş bırakmaya gelmez, şımarıverirler. Şu dergiyi matbaaya teslim edeyim çenem düşer benim gene. Şimdilik idare edin beni.

Dün gittiğim çok camlı binanın asansöründe çalıyordu, tabi sonunu getiremedim ama gelin şimdi hepberaber dinleyelim o güzelim filmin unutulmaz melodisini, Godfather Waltz, nam-ı diğer Baba'nın Valsi. Hepimiz için güzel bir gün olsun. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Turan Bozkurt

 Kahveci : Turan Bozkurt


  ABİ TAMAM!

İzzet abi!
Hadi ya,Ver şunu ya!
Akşamdan daralım zaten,kağıdım bitik, dumanım duman!
Naturalim vardı ya, şöyle sarı kıyım bitlis bazen adıyaman..
Yeteri var stoğumun da, koşuldan eksik, köroğlusuz ayvaz,
Hadi ya,niyaza tutma beni mirim, bu tennefüsüm zaten az !
Üç güne kargom tamam vestandan, ikame et senin tekelden,
Kirpilerdeyim anla ya,
Bi vakit idare et!
Söz abim söz!
Ay başına tamam,
Ya tamam!
Geçeni geç abi, demode kalma ya!
Sen de futural projeksiyon yap abim, bana da beyaz sayfa aç..
Morale iyi gelir, çok denedim,bilirim..
Mesela ben,geçen ay karar verdim:
Yinelemelerimi kökten yenileyeceğim bu sefer,
Bu defa yeniden yinelemeyeceğim yenilemelerimi,
Yeniden deneyeceğim yinelemeleri..
Çok radikal dönüşeceğim esas kendime.. tanıyamayacaksın!
Yok kafa ve nüfustan aynı da, bilinçten değişeceğim.. o hesap..
Ha,
Hesap?
Tamam dedik ya abim, gitmeden söz!
Söz ,öbür aybaşına senetlik ve kasem söz!
Bu aybaşı mı gidecektim..!?
Yine yanlış anlamışsın beni güzel abim ya.. neyse.. kaderim!
Öbür dedimdi sen bu anlıyorsun, mesleğinden abi.. normal, bişey diyemem!
Bu değilse hangisi sorulmaz abim, totolojik kalır içerikten bi düşün,
Hemen öbür yüzü imajla kafanda madalyonun abicim ..kaçarı yok!
Bizde abim, öbürü bu olmayan,bunu saymayacaksın demektir, tecimsel abim!
Bunu öbürüne öbürünü buna tamlayacaksın ki manasız kalmasın döngüler!
Öbürüne erdiğimizde bu olmuyor mu öbürü, değil mi hakkaten?
Neyse..abi ya..sağol,
Bi kısasıyla değiştirsen?
Abi sağol ya
Abi,
İzzet abi!var ya,
Ben,
Bi gideceğim,
Bi gideceğim ki ..peh!
Breh breh breh!
Gidiş o gidiş!
Herkes bilmez gitmeyi abi!
Bi giden bilir,
Bi bildiğini giden,
Bi de ben.. zaten!
Hı?
Okey.. tamam.. seni mi kıracağım!.. aşk olsun!
Tamam abi al!
Al biletimi, biletimi sen al!
Gönül kırmayasın benden uzağa diye hani,
Bi nevi çeşit yaptı onca muhabbetimize demelere bırakmam abimi,
Tamam al!
Ama İzzet abi,
Cam kenarı, 43 numara olsun, Metrodan;
Başka tanımam!
Hem solumdan emniyette olurum hem ardıma yaban oturtmam!
Üstelik, hakim mevki abi, tarassut için, cemi cümleyi toptan kapsamından..
Bi de sor,
Gavurdağlı Kara Memedin oğlu, serviste mi hala : adı Bedirhan!
Geçen zaman bi seferdeydim yine;
Gece geç vakit,
Çok yüksek ünlemişim diye Araban Gazelini,ters gelmişti üstüme..
"Edebinnen ya sus ya da in arabadan" zılgıtına,
Ben de bi sual çekmiştim soluna, derin niyetlenmiştim en ince yer manasına..
"Var mısın yer değişelim, halleri de üstüne!? Dene de, sus demek kolay mı bu mesafede..haa!"
Acısından kıyıma kıvrıldıydı garibim.. Gazelden dildaştık nihayet, sükutta anlaşmıştık..
Mevzumuz aynıydı, halden kaynaşmıştık..
Antep, Urfa, Van, ceylan , ahu, gavur dağı derken, elime davranmıştı:emanetimsin ağam!
Sana yatak yarasır, bu mevkide asla komam!
Babası uzun yol kaptanımdı benim bir Antep seferimde, hiç unutmam:
Yine delleşimdeyim, yine gece, yine 43!
Esmer yaralıyım leylisinden ; yine Araban asılmışım Kazancı Bedi'ye rahmet niyetine..
"hüsnü.. lee...şir u şekeer. miiiuuuaauuuu". son perde ciğer sökülüyorum hasret diyetine..
Servisçi modern, o zaman ki muavin; niza çıkmasın diye söz demeden sustalı göstermişti..
Hem toy hem kültürden hısımım ya Hamidoyla, altbenliğim demire ne başeğmemişti..
Alt dudak ve sol gözümden morarmıştım,
Olsun.. çok rahatlamıştım!
Kaptanım yanına aldırmıştı.. "Elleşmeyin Ferhadıma!" diyip çay da ısmarlamıştı şirketten..
Adımdan başka sual sormadan, ayar verdi sesine, farkı yoktu Kazancı Bedi'den hakkaten.
Baba oğuluz artık manevi nesepten o sefer bu sefer..
Abim!!!
Çok eyleştim yine abim, derse son çeyrekteyiz ya!
Neyse abim ben geçici olaraktan gideyim..
Yok hallederim..
40 dakika değil mi, her dakika hallederim!
Gerçi onlarınki koldan zaman: mekanik.. tik tak,tik tak..
Benimki az psikolojik: yağmursa trak, çok sıcaksa bırak..
Ders anlayışım konsantre geçişlik abim.. özet esastır!
Bu gün ontoloji var mesela; alt bölüm organik hayat:
Al sana tarif, torun boyu sözet:
"Eski adıyladır hayat, anlamdaş, şimdi ki yaşamak,
Bir yaşamak diler her organizma, ertesine kalarak.
Erte kalarak tıpkısından, gaye bir: sonsuz yaşamak..
Çok çeşit var abim, havsalam kaldırmıyor ne de sabrım,
Kolayı bellemişim:tek paranteze al, üstüne de bir etiket.
Bitki,hayvan,insan,virüs,al sana özet: beslenen hareket!
Hakket geç kaldım ya abi!...
Ha,
İzzet abi, unutma ha!
43 numara: Metrodan!
Bi de unutma nolur,
Sor,
Kardeşimi sor,
Adı Bedirhan,
Be-dir-han!

Turan Bozkurt
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Zaman! Ne Zaman Duracak Efendim?

Rengarenk yaprakların savrulduğu
Bu rüzgarlı günde,
Düşündüğümde.
Bir fırın ateş olur,
Isıtırım..

Dışardaki kuşları, köpekleri...
Dışarısı soğuk,
İçerim buz olsada...

Sevgi Ateştir derler,
Öyle mi efendim?

Yanıp, yanıp
Kül olmak
Savrulmak
Yapraklarla rüzgarda,
Kardeş gibi efendim..

İçim vurdu
Zaman vurdu.

Ne zamana uyabiliyorum.
Ne bu Dünyadan gidebiliyorum.

Zaman dondu,
Buz kesti.
İçim volkan..

Zaman,
Ne zaman duracak efendim?

İçim darlandı,
İçim harlandı....

Bir geçirirsem aşkımı elime....
Bu Dünya'yıda,
Öte Dünya'yıda....
Açık ve saçık evren dilimle....
Dar edeceğim kendime efendim..

Ama görünür
Ama görünmez
Gönül gözümle
Ama iki çif sözümle.

Öldüreceğim onu.
Doğsun diye,
Yeniden..
Benim özümle.

Dünya yalan.
Çünkü;
Her şey,
Aşkımdan arta kalan.....

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
              7 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


ÜSTÜNE ALINMAYAN'A

Her seçim bir kaybediştir hayatta, her tercih bir vazgeçiş...

...Attığımız hiçbir adımın geriye dönüşü yoktur..
... Bu yüzden dudakları dolduruverir'keşkeler'...

Saatler bile zamanımdan çalmaya başladığı vakit.. sevdalarım bazı düş'lere yenik düşer... Bazense düş'lerim sevdaya.. Körü körüne sever yüreğim.. Zıttı zıttın'a gider kimi zaman... Sokaklarından geçmediğim,yağmurunda ıslanmadığım şehirleri özler olurum senin varlığının hatırına...
Serseri adımlarlarımla gölgelerimin saatlik değişken sekil halini ezberleme marifetlerim olur.
Up uzun geçip giden anlara bir soluk mesafesinde dönüp baktığımda siyah beyaz gorürünüverir her şey çıplak gözlere....

Başlangıçta alışkanlıklarımın bağlılığın ardında saklandığını... Kısaca tutku diye nitelendirip elimle ittiğim an biteceği kanaatine varırdım.An gelir ki boş ver gitsin itmeyi,aklımdan geçirmemekle beraber...AN'ın sonrasında sonsuz olmanı, bir parçamın alışkanlıklarımızda kaldığını fark ederim..Yaşanmadan yaşan(an) lara o kadar kaptırışım ki kendimi (sen anla yeter) , Vazgeçme ihtimalimin sıfırında altında olduğunu AN'larım.. Atılan başka bir adımdır nede olsa.. Geriye dönüşü imkansız.. Firar etmem olanaksız.. Saymaya başlasaydım keşke ''keşkeleri''...

Sabah kahvaltısından sonra gelen sigara gibi takılı veriyorsun aklımın bir ucuna.. Şu an nerede..? Ne yapıyor? Hala çocukların aşık olduğu,pembelerin esmer tenine yakıştığı,'Seviyorum' demek isteyen..Zorunlu ve bilinmemesi gereken nedenlerden 'seviyorum' diyemeyen kadın mı?

Bilinmeyenlerin benim olmasına rağmen, meraklarımın sende kalması...Bilinenlerimin saklı tutulmasına kefaleten,hayallerimi ve düşlerimi bıraktığım anda sesleniyorum sana;

'Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kim olma ihtimalimi öğrenme, 'bilmeden tanımadan beni körü körüne sev..senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatını elinden kaçırma'...

Ordasın biliyorum... Varsın....
(Fosforlu kelebek anahtarlığının,55 sayfalık küçük 1 defter kadar gerçeksin)
Merak edilen artık ben değilim
Sensin.....
Ve hala alışkanlıklarımdan sonra..
Gelemeyeceğin ihtimaline yoraraktan...

Korktuğum anlarım olur.. Hem de öyle havadan sudan korkulardan değil...Ne yapacağımı bilmeksizin bütün vücudumu titreme saracak ki.. bir şarkı tuttura vereyim dilimin ucuyla,kendimi kandırmak,korkularımdan soyunmak adına..
İşte öyle bir şey..

Beklersin seversin...
Beklersin özlersin...
Bekledikçe daha çok sever,
Sevdikçe daha sessiz beklersin...
Gelir...
''GİT'' der..
Gidersin..

9125 gündür sabah güneşini doğuruyorum...
25 sonbahar gördüm ve bir çok insan gömdüm...
Sayısız yalanlarımla sayısız günahlar işledim
...dileğimi soran olursa...
...dünyada olup bitenden habersiz...
...sessiz bir yaşam isterim...
...artık başka dileğim yoktur...
...Sana yakınlaştıkça,uzaklaşman kaçınılmaz...
...bana dokunmayan yılanlar bin yıl daha yaşayabilir...

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,959,959,959,959,959,959,959,959,959,95
              19 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Özge Kaya


Ben de bir zamanlar 7 yaşındaydım ve babama bir sürprizim vardı!

Çocuklara herkesin neden böylesine düşman olduğunu anlayamazdım bir türlü. Çevremdeki herkes biraz olsun susmamı isterdi sürekli. Oysa benim anlatacak öyle çok şeyim, soracak o kadar çok sorum vardı ki. Dahası, büyüklerin zamanla öğreneceğimi düşündükleri bu soruların cevapları için beklemeye tahammülüm de yoktu. Ne kadar bekleyeceğimin, zamanın uzunluğunun farkında da değildim zira. Topu topu 7 yıla sığdırdığım tüm yaşamıma oranla merak ettiklerimin cevaplarının geleceği vakit; bana, büyüklerden daha uzun bir zaman dilimini ifade ediyordu yalnızca. Ancak içimde bir yerlerde oluşan bu -zamana dair -belirsiz sabırsızlık çiçeklerini ne kendi kendime tanımlayabiliyor, ne de yaşamımın yedi yılı boyunca öğrendiğim kelimeler içerisinden birini seçip 'bu çiçeklerin adı budur' diye ortaya koyabiliyordum.

Çocuk olmak büyüklerin sandığı kadar güzel bir şey değildi sadece. Bundan çok emindim. Etrafımdaki büyüklerin de bir zamanlar çocuk oldukları gerçeğinden yola çıkarak bunun farkında olmalarını istiyordum ki onlar geçirdikleri uzun ve zorlu çocukluk yıllarını unutuvermiş olmaları ile çoğunlukla hayal kırıklıkları oluşturuyorlardı benim minik yüreğimde.

Çocuk olmak, terlemesen bile sarıp sarmalanmak demekti. Üşüyüp üşümemek bile kendi özgürlüğü dahiline bırakılamazdı bir çocuğun! Garip kokulu balık yağları benim iyiliğim içindi güya ama bu işkence çekilesi bir şey değildi ki. Her sabah zorla yedirilen yumurtalar, içirilen şuruplar…. Oysa benim istediğim tek şey hayal dünyam dahilinde yarattığım oyunlara dalıp, yetişkinliğime kadar geçecek o zorlu vakitleri anlamadan atlatabilmekti. Dondurma yerine külahın içine doldurulan yoğurdu yalayıp durmak demekti çocuk olmak bazen, bazen, alelade bir "aferin" için bile sırnaşık bir ev kedisiymişçesine büyüklerin katı ruhlarına sürtünüp durmaktı.

Çocuk terbiyesi kolay bir şey değildi etrafımdaki büyükler için. Ciddi bir biçimde ele alınmalıydı. Oysa benim evcilleştirilmek istenen sokak hayvanları gibi, terbiye edilecek neyim vardı ki? Zaten, istese bile hiç kimse hakkında kötü bir şey düşünemiyordu ki yedi yaşındaki minik beynim. Doğruyu, hep doğruyu yapmamı isteyen büyükler, -bunu asla aklımdan çıkarmamam için- bana acı çektirmenin en doğru yöntem olduğunu düşünüyorlardı sanırım. Minik yanaklarımda patlayan tokatların etkisi birkaç dakika içinde yok olsa bile yüreciğimde -hala bile saklıyor olduğumu hayretle gördüğüm- o onarılmaz travmaları yükseltiyordu yalnızca.

Evet ben de yedi yaşında bir çocuk oldum bir zamanlar. Ve bunu diğerleri gibi çabucacık unutmadım. Unutamadım!
Yedi yaşında bir çocuğun ne isteyebileceğini bu gün gibi hatırlıyorum. Travmalarımı, acılarımı, hayal kırıklıklarımı, kalbimin raflarına dizdiğim süslü reçel kavanozlarının içlerinde saklıyorum bu gün bile.

Okumayı öğrendiğim gün bugün gibi daha. Babamın benimle nasıl da gurur duyacağını düşünmüştüm, ilk olarak. Kitap okumanın, saklamanın bu güne nazaran daha yasak olduğu yıllardı sanırım o günler ki; babam, kitaplarını içine tıkıştığımız köy öğretmeni lojmanının yatak odasına hem de yatağının altına saklardı. Ben ise elimdeki ufak el feneri ile kimsenin beni bulamayacağını düşündüğüm bu daracık deliğe girip, çocukluğumla baş başa kalmayı seçerdim, çoğunlukla. Anneannem ısrarla bir kuran kursuna gitmemin vaktinin geldiğini söyler, babam bu düşünceye kaşlarını çatarak ve yumruklarını sıkarak karşı çıkardı. Yaz tatillerimiz de bu tartışmalarla geçip gidiverirdi. Sonra yeniden köy lojmanına döner tıkışırdık küçük evimize, hayatımıza.

O gün; okumayı ve yazmayı söktüğümü düşündüğüm gün yani, babama; ilahi güçlerle yoğrulduğunu düşündüğüm, ulaşılmaz insana, ilk aşkıma, efendime, koruyucuma, bir sürpriz yapmayı düşündü yedi yaşındaki minik yüreciğim.

Çantasında sakladığı ve yalnızca planlarını yapmak için kullandığı kesik uçlu dolma kalemi aşırıp kitaplarını sakladığı yatak altına girdim usulca. Gün benim günümdü. Kendimle öylesine gurur duyuyordum ki içimde kabaran kıvancın göğüs kafesimi parçalayarak dışarı fırlayacağından korkuyordum. Karanlıkta el yordamıyla ve el fenerinin cılız ışığı ile en gösterişli kitaplardan birini seçtim.Evet, planımı hayata geçirmek için en uygunu buydu. Kararımı vermiştim. Kitabın sırtındaki yazıları kırık dökük hecelemem ile okudum önce. -Ya-şar; Yaşar, Ke-mal; Kemal, Yaşar Kemal, Sa-rı; Sarı, Sı-cak; Sıcak, Sarı Sıcak.
Sonra; kitabın adı ile yazarın adı arasında kalan boşluğa kendi adımı yazıverdim çabucak. 'Özge Büyük.' Yamuk yumuk harfler bir araya geldiğinde nasıl da güzel görünüyorlardı tanrım. İşimi bitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla, sürünerek çıktım yatağın altından. Kendimle duyduğum gurur yatışmış, göğüs kafesimi zorlamayı biraz olsun bırakmıştı. Sırada sürprizin en zorlu kısmı vardı. Beklemek. Babamın yaptığım bu güzel(!) şeyi fark ettikten sonra beni kutlamasına kadar geçecek olan zaman nasıl da zorlu bir süreçti, yedi yaşındaki minicik yüreğim için tahmin bile edemezsiniz. Neyse ki mutlu gün sanıldığından da kısa bir sürede geldi. Babam hafta sonları, kitaplarını zulaladığı yerden çıkarır, tek tek sever, hayat kırıklıklarını, yitik düşlerini, pişmanlıkları yüklediği sarı sayfaları elleri ile sıvazlar, sever, tozlarını alırdı.

O hafta sonu içim içime sığmayarak, tek kanallı televizyonun pembe panterini seyrediyormuş gibi yaparak içeride kitaplarını sevmeye başlamış olan babamın o asla unutamayacağı sürprizle karşılaşması için tetikte bekledim adeta. Bir an, dalıp gittiğim bir an hem de içerden gelen babamın sesi ile irkildim. Güçlü, korkutucu, emreden sesiydi bu onun. Pek çok sesi vardı zira. Mutlu eden, seven, acıyan, kışkırtan, retsek veren, cesaretlendiren …. Üzerimde yarattığı korku ve güvensizlikle doğruldum oturduğum yerden. Yedi yaşındaki minik parmaklarım saçlarımın lüleleri arasına gitti, istemsizce. Göz kapaklarım umutsuzlukla kapanıp açıldı birkaç kez ve kulaklarımı dolduran, oradan hafif bir bulantı yaratarak mideme doğru akan sese doğru seyirttim. O an, işte o andı ne zamandır sabırsızlıkla beklediğim.
Babam, gurur vesikamı, elinde tutuyordu.

Birden ne olduğumu anlamadan, yanağıma aşkedilen tokatla savruldum. Arkasında babamın korkutan sesi yarım kalan işini bitirmek istercesine kükredi.
-Kitaplar okunmak içindir. Üzerine yazı yazmak için değil!………
Ağlayamadım bile. Hayal kırıklığım, gözyaşlarımı kurutmuştu sanki. Yedi yaşındaki göz yaşlarım, her fırsatta akmaya çalışan o tuzlu damlalar bu kez inatla yerlerinden ayrılmamak için beynimle savaşıyorlardı. Acıyan; yanağım değildi sanırım, yüreğimdi. Bu gün bile yüreğim acır, o anı düşündüğümde.
O günden sonra, beynim kitapların yalnızca okunmak için var olduğunu tekrarladı durdu benliğime. Ama yanına hep bir soru işareti koydu. Başka ne yapılabilir, başka ne yapılabilir kitaplar…? Taa ki bu sorunun cevabını bulana kadar.

Geçtiğimiz yaz, yazlığının bahçesinde kırlaşmış saçlarıyla mangal yaparak torunları ile oynayan babama anlattım o günü. Hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Otuzlu yaşlarımda hala iyileştiremediğim yaranın acısını geçirebilirim belki diye düşündüm sanırım. Yaramı kanatırsam içindeki zehiri de akıtırım sandım. Ama olmadı, babam benim hayatım boyunca unutamadığım bu korkunç anı, yaşamımı şekillendiren anı hatırlamadı bile. Elimde solmuş çiçekler gibi duran çocukluğumla bir kez daha yapayalnız kalıverdim, o çocuk cıvıltılaryla, babamın kokusuyla dolu yazlık evin bahçesinde bir kez daha.

Çoktan hayatımızdan çıkmış bir sürü şey vardı geçen zaman içinde. O içine tıkıştığımız lojman yoktu mesela artık, bir sürü akrabamız çoktan toprak olmuştu, babam o korkutucu sesini farkında olmadan affeden, olgun sesi ile değiştirmişti, saçlarındaki siyah lüleler yerini yer yer grileşmiş daha kalın saç telleri ile değiştirmişti, soy ismim artık 'Büyük' değildi, ve yüreğim kaç yaşında olursa olsun otuzlu yaşlarını yaşayan bir kadındım, bir anneydim ben şimdi,….

O kitap ise, kütüphanemin en nadide parçaları arasında yer alıyor hala. Babamdan kalan tek kitapmışcasına özel bir yer bulup, oturtuyorum, sararmış, yıpranmış cildini. Aslında o bana kendi çocukluğumdan kalan bir kitap biliyorum. Yedi yaşıma dönüp dönüp geri geliyorum onun sayesinde. O'nun sayesinde içimdeki çocuk hala yaşıyor.Onun sayesinde yaralarım kanıyor, zehirlerini içime akıtıyor. Ve onun sayesinde kitapların sadece okunmayacaklarını, yazılabileceklerini (!) de söyleyip duruyorum kendi kendime. Bir gün bu en büyük hayalime ulaşacağımı, böylelikle çocukluk travmalarımı onaracağımı, içimdeki yaranın zehirini içime değil de dışarıya akıtacağımı biliyorum.

Bir gün kendi yazdığım bir kitabı elimde tutacağıma ölesiye inanıyorum. Bu en azından yedi yaşımın yüreği için yapacağımı da çok iyi biliyorum.

Özge Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Faik Murat Müftüler


BEŞ KERE ÖLECEĞİZ

Bir : (Özgürlüğe veda)
Üniversite yıllarının bitmesiyle iş hayatı başladı . İlk olarak "Bu sabah erken kalkmasam da olur" seçeneğimi toprağa verdim . 'Zorunda olmamak'larımı törenle uğurladım son yolculuklarına . Plansız ve sevmekten başka bir şey istemeyen aşklarımı gömdüm . "Sevgilim olur musun ?" sözünü korkusuzca söylemelerim de aynı kabirde uzanmış yatıyor . Ne kıyameti var artık ne de mahşeri onların . Bir daha dirilmeksizin kayboldular zamanın içinde ama sorgu sual her gün baştan yapılıyor . Günahları sevaplarından fazla gençliğimin . Onun için pişmanlıklar cehenneminde yanıyor aklıma geldikçe . Aşkımı hiç duymamış sevgililerin hayali başında birer zebani .

İki : (Aşka veda)
Evlendim . Her gördüğüm çehreye aşık olmalarım tabutunun içinde kefensiz , yalın . "Tanışabilir miyiz ?" demelerimin mezar taşında "Kayıtsız şartsız sadakat" yazıyor ; bir de "Ruhuna Fatiha" . Bu kadın da kim ? Cenaze levazımatçısı mı , mezarlık bekçisi mi ? "Eşin o senin" dedi ukalanın biri . Uyandırdı beni tatlı rüyalarımdan . Biliyorum sersem . Sevdim de evlendim ama cicili bicili aşk paketinin içinden ne de tuhaf bir hediye çıktı . Tekrar paketlemeye çalıştığımda pul kadar ambalajın içine sığmıyor koskoca kadın . Oysa o paketten çıkmamış mıydı ?

Üç : (Benliğe veda)
Çocuğum oldu . Yetişkin insan olmaktan kaçışımdı arada bir esen deliliklerim ; şimdi biraz daha akıllıca oldular . Sinemalar , barlar , konser salonları , üçüncü sınıf moteller virane artık . Kaçamak tatiller , salaş kıyı lokantalarındaki rakı balık muhabbetleri , kahvaltı zamanını sabah sevişmeleri ile değerlendirmeler , 'Bu akşam iş çıkışı eve gitmeyelim'ler toplu mezarlarında balık istifi yatan katliam kurbanları . O ağladığı için gün doğumuna karşı ayaktayız . Sarhoş değil , uykusuz . Görmek ne mümkün ? Günün doğduğunu kuşlardan duyuyoruz . Bir de Tanrı'nın nimeti o büyük sevgisi olmasa yavrumun ; katlanılır mıydı üçüncü ölümün acısına ?

Dört : (Bedene ilk veda)
Yaşlandım . 50 yaş bir zindan karanlığıyla çöktü üzerime . Eğer bu olmasaydı ilk iki ölümü geri döndürebilirdim . "Yürünür mü o kadar yol ? Bir otobüse falan binelim" . "Çilekler de bozuldu . Hiçbirinin eski tadı yok artık" . "Ağaçlar neden eskisi kadar yeşil değil ?" . "Bana amca demesinler diye herkese adımı mı öğretsem acaba ?" . "Sabah öğle akşam , aç karına . Pembe olanlardan . Hayat yine de güzel . Yoksa hala bu balkon demirini aşabilecek kadar mecalim var" .

Beş : (Bedene son veda)
İşte bu kadar . Dört ölümü bir paketin içine , paketi de musalla taşına koydum . Nasıl da kabulleniliyor ölüm . Belki kaçınılmaz olduğu için ama bence ilk dördü yüzünden . Dört ölüm olmasa bu kadar kolay vazgeçilir miydi hayattan ? Yavaş yavaş , alıştıra alıştıra ölüyoruz . İlk dördünde nasıl ağlamadıysanız şimdi de ağlamayın . Hele şimdi hiç ağlamayın . Çünkü en güzelini yaşıyor bünye . Çünkü beden yok artık . Sıcaktan bunalmak , soğukta üşümek , bel ağrısı , sırt kaşınması , gürültü , pis koku , susuzluk , açlık , bitkinlik , mide bulantısı , nefes darlığı , kulak çınlaması , kötü söz , tıraş olmak , dişçiye gitmek , ağır yük taşımak , beslenmek , yemek yapmak , çamaşır yıkamak , para kazanmak zorunda olmak ve yaşamak zorunda olmak . Hepsi gereksiz birer ayrıntı olarak bedenle birlikte bırakılıyor ıslak ve küf kokulu toprağın altında . En önemlisi beyinle birlikte hafızanın da fosfora ve azota dönüşüyor olması . Ölmekle elde edilen en büyük kâr budur herhalde . Anne , baba , eş , kardeş , evlat , nefret , sevgi , gurur , öfke , aşklar ve hatıralar . İnsana zoraki mutluluklar ve kaçınılmaz acılar veren tüm anılar .
Unut gitsin …

Anlayın artık. Hayat , aile fertlerimizle aynı sofrada dibi çatlak kaselerden çorba içmek gibi bir şey . Sofra kalabalık ama kaşık bir tane . Kaşığı ele geçirebildik mi ne ala … Sıcak ve leziz çorbayı indiriyoruz midemize . Ya kaşığı kaptırınca ? Kasenin dibindeki çatlaktan hayatımızın akıp gittiğini seyrediyoruz ve ölüme yaklaşıyoruz hayata aç bir şekilde . Ölüme yaklaşmak bir kenarda dursun . Ölüm çok kesin bir son . Ya hayatın çok kıymetli dilimlerinin kaybedilmesine ne demeli ? 35 Yaşına geldiğinde ölmemiş bile olsan öncesini doyasıya yaşamadıktan sonra kaşığı eline alıp çorbanın kalan kısmını içmen neye yarar ? Soğumuş , kaymaklanmış , tadı tuzu kalmamış bir 35 yaş sonrası karın doyurmaktan çok mide bulandırıyor ne yazık ki .

Bilinçli bir esarete giriyoruz kişisel inisiyatifimizin kaşığını anne , baba , eş ve en çok da çocuğumuza teslim ederek . Hayat çorbası çatlaktan sızıyor ; soğuyor . Üzerinde bağlayan kaymak gibi kırışıyor tenimiz ve titriyor ellerimiz . Sonra biz dört ölümü fark etmeden ve hatta bazısını çoğu zaman isteyerek yaşarken birileri beşinciye ağlıyor bizim yerimize . Söylesenize neden ağlamadınız ilk dördüne ?

Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  Hüzün anılarda gizli... (1.Bölüm)

-Bu sefer ne alırdınız?

-Aynısından bir kahve daha rica ediyorum. Bol sütlü, bol şekerli...

Garsonun sesiyle irkildim. Saatime baktım... Aman Allah'ım beş saat olmuş... Tam beş saattir bu masada, bu iskemlede, neredeyse hiç kıpırdamadan oturuyorum. Boynum tutulmuş... Kafamı sağa sola çevirip, uyuşukluğun geçmesi için uğraştım. Neydi bunca saat beni burada tutan?

Daha önce hiç görmediğim bu kente, sabah gelmiştim. Deniz kenarında biraz yürümüş, çarşısında çok az dolaşmış, sonra üşümüş, beş on dakika ısınmak için bu kahvehaneye girmiştim. Evet, sadece bir kahve içip, çıkacaktım.

Loş ışıklı, sevimli bir yerdi bu kahve. Yabancılar hemen fark edilir gittikleri yaban ellerde. Bakışlarındaki şaşkınlık mıdır onları ele veren, ürkeklik mi, yoksa tenlerinin renk farklılıkları mı bilemiyorum, ama hemen fark edilirler. Garson da hemen anlamıştı bu kente ilk kez geldiğimi. Ön masalardan birine oturttu beni. Mantomu çıkarıp, yan iskemlenin üzerine yerleştirirken, 'Sanırım, yeni geldiniz şehrimize' diyordu.

'Bunlar, bunlar unutulmuş sanırım' dedim, iskemlenin üzerindeki bir kitap, kalem ve not defterini göstererek...

'Ahh, sizden önceki bey unutmuş olmalı. Az sonra fark edip, geri gelecektir.'

O sırada kendisine seslenen bir başka müşterisine yönelip, unutulan eşyaları masanın üzerinde bırakarak, yanımdan ayrıldı.

Her şey yabancıydı... Yabancı bir kentte, yabancı bir kahvehanede, yabancı bir masada oturuyordum. Masanın üzerinde ise yabancı bir kitap duruyordu...

Kitabın üzerinde bir kadın figürü vardı. Eğilerek oturan bir kadın figürü... Ellerinin birini diz kapakları üzerinde tutup, diğer eliyle ağız ve burun kısmını kapatan bir kadın. Kitabın ismini okudum; 'Hüzün Anılarımda Saklı'... Gözlerimi kısarak başlığı yeniden okudum; 'Hüzün Anılarımda Saklı'... Anlamını düşünmeye çalıştım... Yutkundum... Resmin altındaki imzaya baktım; Müfit Semih Baylan... Selin Yayınları...

Bakışlarım dışarıya yöneldi. Sisli havanın ardından denizi fark edip, uzaklara, derin düşüncelere daldım. Az sonra garson gelip, siparişimi aldı. İçerisi kalabalıktı, garson telaştaydı, kitabı ve not defterini tamamen unutmuştu. Ben de yeniden hatırlatmadım. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse, hatırlatmak işime gelmedi... Kitabın üzerindeki kadın figürü, elinin ardından bana bakıyordu. Bense uzaklara...

Çevirsem mi sayfasını? Yok... Hayır... Yanlış olur... Bana ait olmayan eşyalar bunlar, dokunmamalıyım... Not defterine dokunmayacağım ki, evet o özeldir. Ancak bu bir kitap, basılmış, yayınlanmış bir kitap, büyük bir ihtimalle bir çok kitapçıda satılan bir kitap, bakmanın neresi yanlış... Bu duyguları suç ortağım yapıp, ilk sayfasını çevirdim... İlk satırlarını okumaya başladım. Az sonra çantamdan kağıtlar çıkartmış, notlar alırken buldum kendimi. Ve kitabın içerisinde kayboldum...

.....

'Say ki ilk dünya savaşı öncesi Buenos Aires'in aşağı evlerindeyiz, bandoneon yaralı bir hayvan gibi kesik, kesik çığlıklar atıyor, kaba sakallı, tütün çiğneyen ağzı burnu yara izleri, dikişler içinde, anasının ipini pazarda satmış yetmiş iki milletin denizcisi, çevreleri bir kızıl dudak, fistolu etek, ucuz şarap ve kirli yatak cümbüşü, ileri geri sallanıyor.'

Bu cümleyi okuduktan sonra kafamı kitaptan kaldırdım. Pera'da tango dersi aldığım yetmişlik Arjantinli Eduardo geçti gözümün önünden... Kahvehane karardı, epeydir dolapta duran iki renkli, uzun topuklu, bilekten saran ince bantlı ayakkabılarımdan birini ayağıma geçirmiş, izleyene 'Evet, çok güzel bir dans. Ama niçin ayakta?' dedirten, dans edeni içinde eritip, kaybettiren dansı, yani tangoyu yaparken hissettim kendimi. Tango için yazdığım, ezberimde olan 'Kırmızı Dans' başlıklı yazımdaki, şu satırları tekrarlarken buldum kendimi;

'Carlos Gardel söylüyor hala, şeytanın enstrümanı bandoneon ezgileri eşliğinde; 'Mi Noche Triste', 'Üzgün Gecem'... Hani şu terk edilen ve kendini içkiye veren sevgilinin üzüntüsünü anlatan tango şarkısı... 'Mi Noche Triste'...
Yerde cam kırıkları.
Tango...
Öyle bir dans ki yaptığımız; zaman durmuş, soluk tutulmuş, ne öncesi varmış, ne sonrası. Sonsuzluğun dansına eriyip karışmış notalar. Notalara tutunmuş bedenlerimiz, alevlere karışmış hiçliğimiz. Biz bile yokuz orada. Kayboluşumuz aşkın koynunda. Kayboluşumuz aşkın avuçlarında. Dansımız aşkın ateşinden adımlarla.
'......Orto......Orto......Cross......'


Arkası Yarın

Leyla Ayyıldız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              15 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Hasan Taşkın


CHP'de kim kazanacak, kim kaybedecek?

Meclis'te tek muhalefet partisi durumunda olan CHP için kritik son haftaya girdik. Şimdi parti içi çekişmeler had safhaya ulaştı… CHP Genel Başkanı Baykal, kendinden gayet emin.. Sarıgül ise açıkça belli etmese bile sürpriz sonuç bekliyor… Yani sürpriz sonuçla CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturmak istiyor.

Diğer yandan Genel Başkanlığa aday gösterilmek için kulis faaliyetleri yürüten İstanbul Milletvekili Zülfü Livaneli var… Ama görünen o ki, esas yarış Baykal ve Sarıgül arasında olacak…

CHP'li saygın bir Milletvekili dostuma telefon ettim bayram sonrası konuşmak için… İnanın bir dokundum bin ah işittim… Diyor ki, 'bu kurultayda kazanan biri olacak, ama kaybeden CHP olacak…Tam da Avrupa Birliği sürecinde var olması zorunlu olan ve Atatürk'ün kurduğu bir parti parçalanma noktasına gidiyor… Bu artık kaçınılmazdır…'

Genel Başkan Baykal'ın çok yanlışlar yaptığını da anlatıyor ve ekliyor 'Sayın Baykal ve yandaşları küçük olsun bizim olsun mantığı içindeler. Sayın Baykal'ın kazanması büyük olası. Ama bu seferde büyük kıyımlar olacak… Çünkü artık gözleri karardı. Benim seninle konuştuğumu duysalar beni de dışlarlar, iş o hale geldi' Bende bu nedenle çok değerli Milletvekili'nin adını yazmıyorum…

Sohbetimizde, 'taraf mısınız?' Diye bir soru yöneltince, 'Ben tarafsızım' diyor ve devam ediyor Sayın Milletvekili…CHP gibi bir partinin bu duruma düşürülmesinin çok acı olduğunu belirtiyor. Dahası artık dönüşün olmadığını ve gelişen süreçte partinin nereye gideceğini kimsenin dahi tahmin edemediğini ifade ediyor. Emek verdiği partisi adına endişe duyuyor haklı olarak.

29 Ocak'ta yapılacak CHP Kurultayı'ndan sonra kaybedenlerin kopacağını ve yeni bir parti girişimlerinin olacağını da söyleyen Vekil, kurulabilirse kurulacak bu partinin de İsmail Cem'in kurduğu partinin sonu gibi olacağını kaydetti….

Avrupa Birliği yolunda önemli adımlar atan Türkiye'de, Tek başına bir iktidarın olduğu ortamda, bazen iktidarda olanlar yaptıkları yanlışları göremezler. Çünkü, etrafta dolaşan menfaat grupları bunları engeller… Dolayısıyla şovcu değil, halkın derdine, dermanına ortak olacak. Sorunları yerinde belirleyecek… Tv. Lere çıkmak için TBMM'den şov yapmak yerine, halkın içinde sorunları ilgili yere taşıyacak bir muhalefet özlemi içindeyim…

Şimdi CHP bu görevi yapmak yerine, kendi kendisini yolsuzlukla suçlayan parti durumuna düştü. Bu bakımdan çok üzücü…

Ne zaman kişisel menfaatler Ülke menfaatlerinin arkasında kalacak… Bu herkes için geçerli… Merak ediyorum…

Hasan Taşkın
www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


hayat

hangi düşmüş yaprak kök salar tekrar
kök arar
          - bir umut

savrulur, savrulur
inanır bir de; ah inanç!
bundandır 'tutanamayan'
bundandır 'yalnızlık'
bundandır 'kayıp'

öksüzüz
bir öksüzden doğmuş

bilemeyiz ki
kesildiği anda bağımız anamızdan
ölür kök

hayat; bağımsızlık değil başıboşluk
                                              -savruk

savrulur, savrulur
savrulursunuz...

her doğum sonbahar.

Sedef Özkan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Ulen taşta olsak farketmiyor!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

ASYA AĞLIYOR

Yüzyılın felaketine yardım elini uzat!


HENÜZ GEÇ DEĞİL!



TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI
ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 
0 312 245 45 11   
245 45 12
245 45 13  
245 45 14

E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.comp.pucpcaldas.br/~al550050184/flashgames/sapo.swf
Biraz uğraşın bakalım. Soldaki kurbağalar sağa, sağdaki kurbağalar sola gidebiliyor. Geri dönüşleri yok ve ancak bir kurbağanın üzerinden atlayabiliyorlar.

http://www-ang.kfunigraz.ac.at/~katzer/engl/index.html
Baharatlar hakkında yapılmış ayrıntılı bir çalışma. İlginizi çekiyorsa işinize yarayacak birşeyler mutlaka bulursunuz.

http://www.dunun.com/
Flash tekniği kullanılarak geliştirilmiş bir site. Ben dahil pekçok insanı kıskandıracak bir yetenek ve yaratıcılık sunuyor.

http://www.karlaweb.tk/
Bu da o muazzam flash sitelerden bir. Yaratıcılığın ve yeteneğin sınırlarını zorlayan bu siteyi mutlaka ziyaret edin. Evet biraz zaman alıyor ama karşılaştıklarınız herşeye değiyor.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


DDD Pool (Bilardo) V1.01 [11,9 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme
http://www.paprikari.com/games/ddd_pool/download.html
Muhteşem bir bilardo simülasyonu. Saatlerce bıkmadan bilardonun hemen her çeşidi 3 değişik salonda oynayabilirsiniz. Tam sürümü için 19.95$ istiyorlar. Bilardo severlere şiddetle tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050126.asp
ISSN: 1303-8923
26 Ocak 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com