|
|
|
31 Ocak 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : O neydi yahu?!.. |
İyi haftalar,
Cumartesi gününü belki pekçoğunuz gibi TV başında kurultay izleyerek geçirdim. Hiç sıkılmadığımı aksine çok eğlendiğimi söyleyebilirim. Gördüğüm tek bir kare, işittiğim tek bir laf bile sürpriz değildi benim için. Cuma günü sizlere gönlüm Livaneli'den yana derken aslında rengimi belli etmiştim. Herzamanki gibi gene beklenen oldu ve bu işte nisbeten daha düzgün 2 isim adaylıktan çekildi. Geriye kalanlar ise, yılların eskitemediği, politikanın her kademesinde boy göstermiş, gelmeyi de gitmeyi de yaşamış, bu memleketin Demirel'den sonra gördüğü en büyük hatip olan Baykal ile solda denemediği parti kalmayan, CHP'yle tanıştıktan daha 2 yıl sonra partinin başına geçmeye heveslendirilen, arkasına aldığı rüzgarla yelkenleri şişmiş, politikacı ile amelenin ayırdına varamamış, okumadığı(?!) için çapsız bir Sarıgül. Gelin bu amele ve okumamak kavramlarını açalım biraz. Sarıgül'ün çalışkanlığını kimse yadsıyamaz. Sabahın köründen gecenin yarısına kadar cephede savaşan bir başkan olarak oldukça başarılı yani gerçek bir amele ama politikacı değil. Eğer politikacı olsaydı, 6 aydır meydanlarda gösterdiği sırıtkan yüz ifadesini bir kenara bırakır, eline geçen fırsatı en iyi şekilde değerlendirerek, kendine verilen sınırsız süreyi sonuna kadar kullanır ve orada memleket sorunları hakkında denmesi gereken herşeyi derdi. Oysa o ne yaptı? 3 saatlik Baykal şovuna, ki muazzamdı, kem küm ebelek gübelek ben de babayım, alnım ak edebiyatıyla ancak 1 saat cevap verebildi. Politikadan, projeden, nasıl başbakan olacağından tek bir kelime yok. Başbakanlığa özenen bir genel başkan adayı eleştirdiği Baykal politikalarına tek bir alternatif öneri sunmadı, sunamadı. Hele hakkındaki rüşvet iddialarına cevap verirken söylediği bir laf vardı ki tam jeneriklik. "Sayın Baykal seçim çalışmaları sırasında paraları harcarken iyiydi, o zaman bu değirmenin suyu nereden geliyor diye sormak aklına gelmedi." dedi. Bu nasıl laf Allah aşkına. Bunu duyunca oturduğum koltuktan düştüm, o sırada kameralar Baykal'ı gösterdiğinde suratındaki ifade görülmeye değerdi. Adam resmen evet aldık ama sana ona buna harcadık diyor, var mı ötesi?
Okumama işine gelirsek, kastım lise mezunu olması falan değil. Ben gerçekten okumamaktan söz ediyorum. Böylesine amele bir başkanın okumaya fırsatı olup olmadığı tartışılabilir ama bir memleketin başbakanlığına kendini layık gören birinin çapını genişletmek için her fırsatta okuması gerekmez mi? Okumamış, okusa söyleyecek lafı olurdu. Tribünden kullandığı kelimeleri, attığı yumrukları, atılacak sloganlar için yanındakilere süfle ettiklerini, yaşanacağını çok iyi bildiği o arbedenin içine karısını sürüklemesini bir kenara bırakıyorum. Benim konum koskoca CHP'nin bu türlü rezil tiyatro oyunlarına malzeme olması, bunu kabul edemiyorum. İşte gördük, aylardır süren o şov bir koca hiç çıktı. Bakmayın siz 460 tane oy aldığına. O oylama bugün bir daha yapılsın, görün bakalım etrafında kaç kişi kalacak. Sakın ola bu söylediklerimden Baykal kazandı diye sevindiğim sonucu çıkmasın ama illa bir sonuç çıkarılacaksa Sarıgül hüsranına sevindiğimi söyleyebilirim. Biz mevcut iktidara alternatif, demokratik bir parti arzusuyla yanarken, eldekilerin ne mal olduğunu görmek içimizi karartmaya yetti de arttı. Sağolsunlar, çok yaşasınlar.
...
Yeni açılan Technology Channel'a geçen hafta bir program için gitmiştim. Çektiklerini apar topar yayına sokmuşlar, iki günde birkaç kere de yayınlanmış ama bana izlemek nasip olmadı. Belki herşey rayına girdiğinde tekrar yayınlarlar ben de size haber veririm. Ama sanırım bir kopyasını alıp medya sayfamıza yerleştireceğim. Technology Channel'da kendimi görmek için çabalarken GittiGidiyor.com ile tanıştım. Evet biraz geç oldu tanışmam ama demek ki ihtiyacım olmamış. Siteye girdim, inceledim, aklıma bir fikir geldi ve hemen uygulamaya karar verdim. Bizim fincanları oradan açık artırmayla alabileceksiniz artık. İkili Fincan Takımı'nı 1 YTLden başlayan fiyatla almak mümkün. İlk denemede tek bir ürün koydum ve 1 Şubat gece yarısına kadar da süre verdim. Haydi bakalım tıklayın aşağıdaki linki ve peyleri sürün. Devamı gelecek merak etmeyin. http://www.gittigidiyor.com/php/urun.php?id=555102
Bugün sevgili Barış Manço'nun ölüm yıldönümü. Bu büyük adamı "Kol Düğmeleri" isimli güzel şarkısıyla tekara analım diyorum. Nur içinde yatsın. Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Her Pencerede Ayrı Bir Hüzün Var - 4
Erdinç odaya çöken kasvetli havadan kaçmak için Erkan'ın başını tekrar arkaya yaslayıp gözlerini kapatmasını fırsat bildi.
- Sen uzan biraz, ben de çıkıp bi dolaşayım.
- Anneme bakarsın dimi arada?
- Saçmalamadığının farkındasın dimi...
- Uyanırsa kaldır beni.
- Tamam be oğlum, uyu sen işte.
Odalardan birinden aldığı battaniyeyi kanepeye kıvrılan Erkan'ın üzerine yavaşça bırakırken sanki kendi kardeşi ya da çocuğuymuş gibi sevgiyle baktı ona. Hastane dar gelmeye başlamıştı. Kafeteryaya inip bir fincan kahve aldı, önlüğünü kucağına toplayıp bahçeye inen merdivenlere oturdu. Ne çok insan vardı. Acil girişi arka tarafta kalmasına rağmen gelen ambulansların sesini duyabiliyordu. Annesi bildiği kadının neredeyse 12 saat önce o ambulanslardan biriyle gelişini hayalinde dramatize etmeye çalıştı. Ambulanstan indirilmesi, sedyeyle içeri taşınması, kimsenin onu tanımadığı koridorlarda, odalarda tek başına kalması... Suçluluğa benzer bir his vardı içinde, imkansızlığını ve bu düşüncenin saçmalığını bile bile "keşke ben de burada olsaydım" diye geçiriyordu içinden. Her gün defalarca duyduğu bu seslere, gördüğü bu koşturmacaya aslında ne kadar yabancı olduğunu fark etti. Hepsini sanki ilk kez görüyormuş gibi bakınıyordu etrafına. Kafeteryada veya bahçede bekleyenlerin bakışlarındaki tedirgin ifadeyi daha önce de görüyor, fark ediyordu ama ilk kez bu kadar tanıdık geliyordu bu ifade. Sanki onlarla aynı şeyi bekliyor, aynı şeyi umut ediyor gibi hissetti kendini. Madalyonun diğer tarafını bu kadar yakından bir kez daha görmüştü ama o zamanlar anlayamayacak kadar küçüktü.
Orada oturup etrafı seyrediyormuş gibi hissettikleri ve düşündükleriyle boğuşmanın onu dinlendirmekten çok kararttığını fark edince yerinden kalkıp tekrar hastaneye girdi. Tanıdık hiç kimseyi görmek istemiyordu, kaza duyulmuş olmalıydı ve karşılaştığı herkese detayları anlatmayı içi kaldırmıyordu. Dersliklerin olduğu bölümden geçip kütüphaneye gitti. Denizi gören pencerelerden birinin önüne bir sandalye çekti, eline aldığı bir kitabı okur gibi yaparak bir süre denizi seyretti. Babasını da arayıp aile dostlarının geçirdiği kazadan haberdar etmesi gerektiğini hatırlayınca fark etti telefonunu odada unuttuğunu. Odasına gitmeden önce kontrol ettiği hemen karşı odada yatan 'misafir'i hala devinimsiz yatıyordu. Odaya girmesiyle Erkan'ın yattığı yerde sıçraması bir oldu.
- Kuş uykusuyla mı uyudun?
- Anneme baktın mı?
- Şimdi baktım, hiçbir değişiklik yok, 1-2 saat sonra gelir kendine.
- Ne kadar uyudum ki ben?
- 1 saat bile olmadı daha
- Hadi canım! Gece uykusundan kalkmış gibi hissediyorum kendimi...
Erkan kendine gelebilmek için odadaki küçük lavaboda yüzünü yıkadıktan sonra iki fincan kahve hazırlayıp birini arkadaşına uzattı. Bu sırada Erdinç ahize kulağında, diğer taraftaki telefonun açılmasını bekliyordu.
- Eyvallah, diyerek aldı fincanı. Alo, baba nerdesin? ... Çok çaldı, evde değilsin sandım. ... Ne ütüsü ya, kadın gelmedi mi? ... Bir yere mi gideceksin? ... Ha, yok işim olduğundan değil, sana bir şey söyleyeceğim ama telaş yapma, Özden Teyze dün gece kaza yapmış buraya getirmişler. ... Sonra anlatırım baba, şimdi işler var. ... Yok ya gelmene gerek yok, Erkan burada, yapacak bir şey yok zaten. Ben akşamüstü duş almaya geleceğim, beraber geliriz. ... Tamam, hadi görüşürüz. ... Selam söyledi, dedi Erkan'a dönüp. Bir süre elindeki fincanla oynayan arkadaşına eşlik ettikten sonra "Emel ne iş abi?" diye sordu.
- Aaaa onu unuttum ben yaaa! Galiba Ömer'i öğrenmiş, tuhaf tuhaf bir şeyler dedi ama anlamadım. Senin telefonu versene, benimkini açmayayım şimdi, bir sürü zart zurt adam arar, uğraşamam.
- Öğrenmiş mi! Sen söylemedin dimi?
- Yok be oğlum salak mısın! diye çıkıştı numarayı bulmaya çalışırken. "Alo? Aynur Hanım? ... Ah pardon Aysun Hanım, Erkan ben, Emel müsait mi? ... Ya evet, acilen hastaneye gelmem gerekti, bu gün uğrayamam sanırım, Emel'e iletebilir misiniz? ... Çok teşekkür ederim. ... Benim telefonum kapalı ama bu numaradan ulaşabilir. ... Tekrar teşekkürler, hoşçakalın. ....
- N'oldu?
- Uyuyormuş.
- Aysun kim?
- Emel'in arkadaşı, gece onda kalmış. Sabah aradığımda konuşmuştuk. Emel "Ömer öldü" gibi bir şeyler söyledi, bu hatun aldı telefonu, tartışmışlar falan dedi ama olay nedir anlamadım.
- Evde kalmadığına göre sağlam kapışmışlar demek ki. Öğrendi diyosun sen?
- Bana öyle gibi geliyor.
- Ee sen ne yapacaksın, konuşacak mısın Emel'le?
- Keşke bilsem... Ne diyeceğim ki? Hem konuşacak olsam bile zamanı değil şimdi... Bilmiyorum abi yaa, kafam çok karışık. Hele bi annem kendine gelsin de, önce onu düşünmem lazım.
- Aa senin ufaklığı da aramak lazım.
- Uff bir de o var dimi... Ufaklık deme şuna! Benden onbir ay büyük.
- Ooo, sinirlenmişiz...
- Sabah aradı ama konuşamadık. Ödemeli aradı salak, bağlayan hatunla anlaşamadık.
- Kızın da içine mi doğdu nedir.
- Yok ya, ne içine doğacak, parası bitmiştir. Güya kendi de çalışıyor ama para yetiştiremiyoruz hatuna. Saat kaç ki orda şimdi.
- Sabahın altısı falan, uyuyordur daha, dedi Erdinç kolundaki saate bakarak küçük bir hesaplama yapıp.
- Odasını arasana şunun, santrale düşerse ben deliririm yine.
- Cebi yok mu onun?
- Yok almamış, buradaki kartını da götürmedi.
- Dur Selçuk'a aratalım onun İngilizce'si daha iyi. Annen uyandıktan sonra ara istersen. Hem konuşmak ister o da.
- Yok yaa, kadını yormayalım. Hem ne durumda olacağı da belli değil.
- Sen bilirsin, derken bir yandan da numarayı çevirdi. Alo, Selçuk müsait misin abi? ... Benim odaya uğrasana.
Birkaç dakika sonra odaya giren adamın yüzü bembeyazdı. Kapıyı kapattıktan sonra birkaç saniye önünde durup durumu anlamak ister gibi ikisinin yüzünde gezdirdi bakışlarını.
- Hayırdır?
- Gel abi, bi telefon işimiz var, İngilizce biliyorsun diye seni çağırdık, diye cevapladı Erdinç.
- Ulan ödüm patladı be! İnsan bir şey söyler dimi, gel deyip telefonu kapatınca bir şey oldu sandım. Aldığı cevapla rahatlamıştı, "geçmiş olsun abi" diyerek Erkan'a sarıldıktan sonra karşısındaki iskemleye oturdu.
- Yok be oğlum, Erkan'ın ufaklığı arayacağız, senin İngilizce daha iyi diye sen ara dedim.
- Ufaklık kim ya?
- Ablam, diyerek araya girdi Erkan.
- Nasıl yani?
- Bunlar böyle oğlum, kim abla kim abi 30 senedir karar veremediler. İkisi de daha çok şımarabilmek için küçük olduğunu iddia ediyor.
- İyi ararız. Kahve varsa versene bana da.
Erdinç kahve hazırlarken Erkan açıp numarayı çevirdiği telefonunu Selçuk'a uzattı. Girizgah olduğunu tahmin ettiği cümlelerin içinden seçebildiği yalnızca Selçuk'un ve kardeşinin ismiydi. Selçuk şaşkın bakışlarla küçük bir kağıt parçasına yeni bir numara yazıp telefonu kapattı.
- Abi siz en son ne zaman görüştünüz?
- Geçen çarşamba, bir de bu sabah aradı ama konuşamadık. N'oldu ki?
- Taşınmış olabilir mi?
- Yok be oğlum, daha 2 ay oluyor yerleşeli. Okul kaydını halledince yurda yerleşti.
- Kadın bilgi veremem, bu numarayı arayın dedi, kesin başka yere taşındı.
- Hele ondan para yetiştiremiyoruz...
- Sen uyu ayakta, atı alanı görüyorsun, diye gülerek diğer numarayı çevirdi Selçuk.
Tekrarlanan giriş konuşmasından sonraki kısa sessizlikte Erkan'a dönüp, "bağlıyor" dedi. Giriş konuşmasının üçüncü kez tekrarlanması, Selçuk'un tekrar kendini tanıtması ikisini de işkillendirmişti. Sesi çatallanıp yüzünün rengi değişince iyiden iyiye telaşlandılar. Erkan, konuşulanları anladığını düşünerek soran gözlerle Erdinç'e bakıyordu.
- N'oluyo abi?
- Dur oğlum ben de anlamadım ama bir iş var.
Selçuk "şurdan temiz bi kağıt versene" deyip Erdinç'in uzattığı bloknotu elleri titreyerek aldıktan sonra aynı tutuk, şaşkın konuşmasıyla telefona döndü. Diğerlerinin araya girmeye çalışıp sorduğu soruları yalnızca "bi dakka" anlamına gelen bir el işaretiyle cevaplıyordu. Bir yandan telefona "hı hı" "okey" gibi kısa cevaplar verirken bir yandan da önündeki bloknota bir şeyler karalıyordu. Telefonu kapattıktan sonra bir an odaya çöken sessizlikte üçü de kayboldu sanki. Konuşmak için kelimeleri bulmaya çalışır gibi gözlerini arkadaşlarının yüzünde birkaç kez gezdirdikten sonra kocaman bir şeyi yutmaya çalışırcasına yutkunup,
- Asuman... Golden shut yapmış... dedi.
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Alper Kutay Erke Rüyalara Sual Olmaz |
|
Ütopyalarda yaşamak ve onları yaşamın derinliklerine işleyebilmek! Bazen duygular mantığa baskın çıktığında en metaryalist düşünceler dahi kördüğüm olur. "Neden" ve "Niçin" karmaşalarında boğulur insan, En sorgulanamaz fikirlerin acabalarda sürünür. Acırsın kendine, ne kadar zavallı olduğunu anlarsın, öfkelenirsin, tüm vucudun titrer ve depreminde çöker varsayımların. Elini uzattığında tutabileceğin kadar yakın olan gerçekler bir seraba dönüşür o an, oyun oynar beyin tüm mekanizmayla, karşı gelecek olursun gücün yetmez...
Ya sen küçülüyorsundur ya da içinde bulunduğun alem devleşiyor, ya sen deliriyorsundur ya da delilerin arasında kalmışındır tek başına... Şimdiye dek görmemişindir zıtlıkları bu kadar kardeşcesine. Bocalamalarında batarsın, tüm teoriler basitleşir, felsefeler gülünçleşir, somut olan bir tek yürek kalır ortada; beynin avuçlarının içerisinde sıktığın bir ıslak süngere dönüşür!
Aslında hoşuna gider bir masalsı dünyada tek başına yaşamak; tüm realist zihniyetini "reset"lemek istersin... Belki de o an en "masum" rolünü oynuyorsundur, sıkı sıkıya bağlandığın kurallarına gizli bir isyandasındır. Menfaatlerinin yönettiği çarkların dişlerini tek tek kırmaya başlar, yeni doğmuş bir bebeğin saflığına bürünürsün....
Ve ağırlaşır yavaş yavaş gözkapakların, birazdan yaşam denilen karmaşalığın geride kalmış bir kaç düğümü de çözülecek ve kendinde dahil kimse sual soramayacaktır kuralsızlığına! Uykuya dalmanın zamanıdır şimdi, düşlerinde haykır söylemek istediklerini, ister bir kanat takıp uç kuşlar gibi, ister gökkuşağıyla bulutların arasında saklambaç oyna... Kimse sual soramaz düşlerine, kimse göremez seni oralarda ve korkma hiçbir "gerçek" bulamaz artık seni...
Sevgiyi gör düşünde, sevgi ama en hakikisinden, sevgi ama en safından, en doğalından olsun. Tüm sınırlar kalksın yeryüzünden, Devlet kavramı, toprak tasası, üstünlük çabası, savaş yaygarası, terör belası, rant kavgası olmasın! İnsanlar renklerine, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, coğrafyasına, kültürüne, sosyal yapısına göre ayrılmasınlar! Tüm bölünmüşlükleri yok et bir bir, sil onları ellerinle... Askerler evlerine gitsinler artık; silah kabzası değil, çocukların minik ellerinden tutsunlar. Top, tüfek, silah ve tüm cana tehdit mühimmatlar bir meydanda toplanıp yakılsın, ordular feshedilsin. Bütün özgürlükleri geri iade edilsin insanların, pasaportlar yırtılsın, devlet denilen kavramla parsellenmiş yeryüzü tek parça haline gelsin! İnsanlık tarihi yeni bir çağa kavuşsun, savaşların olduğu, eli silahlı bir yığın insanın sınırları koruma adına eli tetikte beklediği bir vahşi çağ geride kalsın.
Sınırlar olmasın! Duvarlar olmasın! Şiddeti benliğine işlemiş bir özelliği olmaktan çıkarsın insanlar. Tıp labaratuvarlarında içinde aşkın, sevginin hoşgörünün, tüm insancıl duyguların olduğu bir ilaç icat edilsin ve dünyanın tüm diktatörlerine, tüm merhametsizlerine, tüm sevgi yoksunlarına enjekte edilsin.
Herkes aynı dili konuşsun ve insanlar kendilerinin koydukları kuralları olmadan yaşamasını öğrensinler. Kuralsız ama karmaşalıklarda boğulmadan, kuralsız ama saygıyı tek kural haline getirerek, kuralsız ama insan olduğunu unutmadan...
Sınırlar kalksın, duvarlar yıkılsın! "Bir zamanlar savaş denilen barbarca birşey varmış yeryüzünde. Elinde silahları ile bir yığın adam ülkelerini birbirlerinden korurlarmış, sonra kendilerine bir zarar geleceğini anladıklarında birbirlerine saldırırlarmış. Binlerce insan ölürmüş. Toprak yüzünden insanlar birbirleriyle kavga ederlermiş..." diye bir dedenin torununa anlattığı hikaye olsun bu düzen!
Sakın korkma kimse hesap soramaz düşlerinden, ne düşünce suçlusu vardır o tarafta ne de sana ceza verebilecek bir kimse... Ne canın acır, ne de şiddet vardır sokaklarında... Unutma, uyanırken getirebildiğin kadar getir sevgileri bu tarafa, bütün ceplerine koy, avuçlarını doldur, çal birazını düşlerinden; sakın korkma hüküm giymezsin, kimse hesap soramaz düşlerinden!!!
Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz Dışarıda hava soğuk o gece.. |
|
Ne etmeli, ne yapmalı da yetişmeli diğerlerine? Nedeni bir tek bende saklı benim kaderime neyi eksikten söylememeli? Zayıf düşmüş bedenimdeki henüz ince kemiklerim sızım sızım sızlar durur yine -de ben bi çare hissetmemeye çalışırım.
Gece, her gece gibi karanlık. Ortalık ne de gürültülü hep. Anlamıyorum. Geçip gidenlerin kimileri çok yüksek sesle gülüyorlar, kimileri birbirlerine sarılıp ağlıyorlar, kimileri ise itiş kakış küfür sallıyorlar, işte nasıl diyeyim, bizim mahalleden tanıdık laflar..
Ben mi? Ben, her gece benzer insanların benzer süslü ayakkabılarını görüp sadece ve seslerini duyup işime bakıyorum . Onlara bakmıyorum alışveriş olmadıkça.
Gece uzun olacak yine. Kutumda daha çok mendil var. Anam merakla yolumu gözler ama eli boş dönmemeliyim. Neyse..
Yine bir çift uzun bacak gölgesi defterime düştü. İnat etti, gitmiyor. Kafamı kaldırmak istiyor ama yapamıyorum. Bilmem, içimden gelmiyor galiba. Baksam ne göreceğim ki? Hep aynı meraklı bakışlar. Şu sorunun cevabını doğru yazdım mı acaba? Yazdıklarımı kontrol mu ediyor ne? Boşver koçum, birşey istiyorsa sorar zaten, biz işimize bakalım. Ortaokulun bitmesine kaldı tek bir sene. Sonra? Sonra Lise! Anlayacağın, daha satmam gereken kamyonlarca mendil var sıcak ya da buz gecelerde, bu geçitte ya da kimbilir daha hangi soğuk taş zeminlerde. Çift bacak gitse de aydınlansa defterim yeniden.
İnsanlar sarılıyorlar birbirlerine "of çok soğuk" diye diye.. Ben üşümüyorum, sadece yazım kötüleşmeye başlayınca iki elimi ovuşturup derinden bir sıcak solukluyorum onları.. Sonra birden kalemim daha bir güzel yazıyor, şimdi yazdığım gibi inci inci..
Öğretmenim tatil sonrası bana "aferin oğlum" diyecek, eminim. Şimdiden okulu özledim. Öğrenmek güzel bir şey, öğretmekte herhalde..
- Pardon, 1 paket mendil alabilir miyim?
- Tabii abla!
- Sen öğrenirken, buradan geçenler biliyor musun senden harika birşey öğreniyorlar.
- Ne abla?
- Gerçek azmi güzel çocuk.!Büyük başarılar seninle olsun ve en içten sevgiler her zaman iliklerine kadar senin içini ısıtsın. İyi geceler, mutlu yarınlar çalışkan adam! Hoşçakal!
Gülendam Z.Oğuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Eşeden Köşeden : Gültekin Gök MAVİ MİNİBÜS |
|
İlk defa sevinmemişti Mavi renkli minibüsü ve içindekileri gördüğüne... Oysa gelenler halası ve eniştesinden başkası değildi . Birkaç gündür evde bir fısıltı sezmişti. Daha küçük olmasına rağmen hissedebiliyordu evinden ve sevdiklerinden ayrılacağını...Yaşanılan yerde okul çok uzak ve eğitim yetersizdi, öğretmen yoktu ve dedesinin yanında okula başlamasının daha uygun olacağı söylentileri dolaşıp duruyordu hanede. Sonunda çok sevdiği ama bu defa gelmesini asla istemediği mavi renkli minibüs gelmişti.
Her zamanki gibi sohbetler edildi yemekler yendi, gülüşmeler hat safhadaydı. Yalnızca o gülemiyordu. Sonunda akşam oldu ayrılık saati geldi çattı. İstemeyerek, buruk bir ifadeyle ve dolu dolu gözlerle bindiriverdiler mavi minibüse. İçinde defter kitap ve okul malzemelerinin olduğu sırt çantası unutulmadı. Geride el sallayan babası, annesi ve annesinin kucağında küçük kız kardeşi kalmıştı. Arabanın arkasında hüzün ve gözyaşı ile kaplanmış bir yüz ile uzun uzun baktı, baktı... O an içinden hıçkıra hıçkıra ağlamak geldi ama güçlü görünmeliydi eniştesi ve çok sevdiği halasının yanında. Neticede uzak da olsa gittiği yer dedesinin evi ve gidiş sebebi eğitimden başka bir şey değildi. Tüm bunları düşünse de küçük kalbi ağlamayı sürdürdü. Gitmese olmaz mıydı? Sürekli gelirdi aslında bu mavi minibüs ve içindekiler. Onu daha önce pikniklere ve oyunlara götüren, güzel anlar yaşamasına vesile olup içinde ağız dolusu gülerken, gün gelip de ailesinden uzaklaştıracağı ve içinde hıçkırıklara boğulacağı hiç aklına gelmemişti o minibüsün. Ailesiyle beraberliği ancak beş buçuk yıl sürmüştü. Halbuki çocukluğunun en güzel yılları yeni başlamıyor muydu. 'Haksızlık bu' dedi kendince. Özellikle babası ile geçirdiği güzel günler gözünde canlandı. Birlikte gittikleri av maceraları, balık tutmaları, her avdan sonra çamur içinde eve gelip annesinden tebessümle yediği azarlar aklına geldi. Her seferinde böyle olurdu annesi ava çıkılmadan önce arkasından gülerek el sallar, çamurlar içinde geldiğinde bir daha göndermeyeceğini söyler ama bu söz bir dahaki av ve balık tutma gününde son bulurdu. Belki ilk çocuk olmanın avantajlarıydı bunlar. Hiç ciddi azar işitmemişti anne babasından.
Bir an düşündü neden bulundukları yerde okul yoktu neden okula başlamak için dedesinin yanına gidiyordu. Yaşanacak her şey yaşanmamıştı ki, doyulmamıştı ki sevgiye. Keşke daha küçük olsaydım dedi kendi kendine o zaman okula almazlardı nasıl olsa...
- Okula yedi yaşında başlanıyor ben daha altı bile değilim ki!
Halası gülerek 'Okul açıldığında altı yaşında olacaksın ve sen altı yaşında başlayacaksın' diyerek o ümidini de bitirdi. Kaçış yoktu. Gidecek ve o okula başlayacaktı. Yolculuk bitmişti. Evde dedesi, baba annesi diğer halası ve amcası karşıladı onu. Etrafına baktı kendi yaşında birilerini görme ümidiyle ama kimsecikler yoktu. Akşam da olmuştu zaten. Herkes yemeğini yiyip yatağına girmişti bile. Bir tek, ileride çok iyi anlaşacağını tahmin ettiği ve çok çok sevdiği halası yanıbaşındaydı. 'Üzülme alışacaksın ve seveceksin bizi ve buraları' diyordu. Severdi halasını. Belki yaş itibariyle az da olsa yakındı ona hem de epey bir süre beraber yaşamışlardı. Biraz rahatlamıştı. O rahatlamayla sabah etmişti nihayet.
Hayatının belki ilk önemli günüydü bu gün. Okula gidilecek ve kayıt yaptırılacaktı. Okulda kayıttan çok kendi yaşıtlarını görebilme hevesi heyecanlandırdı yüreğini. Yaşadığı küçük yerde çok fazla yaşıtı yoktu. Yıllarca tren istasyonları ve lojmanlar yaşadığı gölgeyi oluşturuyordu. Bu günden sonra kimlerle beraber olacaktı kime sığınacak kimlerle paylaşacaktı hayatının uzun sürecek bu maratonunu... Dedesinin elinden minik elleriyle tutmuş heyecanla okula doğru ilerliyordu. Herkes ellerinde poşetlerle koşturuyordu. Merak etti, hayatında ilk defa bir pazar yeri görmüştü. Dedesi pazara doğru yürümeye başladı ve elinde küçük bir poşetle geri döndü. Poşette mis kokulu kırmızı erik vardı. Nasılda tadını ala ala yedi o eriği. İlerde dedesi ile ilgili aklında kalacak en güzel anının bu olacağını hissedermiş gibi, tadını ala ala o anın... Okulda epey bir yaşıtı vardı, ne de mutlu olmuştu. Geçici bir süre ailesi ve evi aklından çıkıverdi. Ne zamana kadar sürebilirdi ki bu mutluluk. Yine akşam oldu yine yatağa girildi ve derinlerden gelen hıçkırıklar yine baş gösterdi. Ertesi akşam yine, daha ertesi yine, yine, yine... Nasıl alışacaktı bu özleme minik yüreğiyle. Nasıl yenecekti bunu. Kolay mıydı annesinden babasından ve küçücük kardeşinden uzaklarda olmak. Düşündükçe ağladı ağladıkça düşündü ama çözüm yoktu. En az yarı yıl tatiline kadar görmek hayaldi artık.
Nihayet yarı yıl tatili gelmişti. Altı aylık hasret bitecekti. Kavuşacaktı sevdiklerine, nasıl da heyecanlanmıştı. Elinde yalnızca matematiği fazlaca iyi olmayan karnesiyle koşa koşa gitti eve. İlk tebrik eden yine halası oldu. 'Bicik bu matematik ne böyle' dedi tebessümle. Zaten matematiğe olan anti-hayranlığı o günlerde başlamıştı... Çanta hazırlandı. Akşam trenle gidilecekti sevdiklerinin yanına. Ne güzel dedi kendi kendine. Umarım bir daha o mavi minibüse binmem diye düşündü. Trene olan sevgisi bir kez daha katlanmıştı ve mavi minibüsü sevmiyordu artık. Biletler alınıp beklenmeye başlandı yolcu salonunda. Sanki saat durmuştu, sabırsızdı. Tünelden beliren ışık nihayet küçük kalbini heyecanlandırmıştı 'geliyooorrrrr'... diye çığlık attı. Bu nasıl bir özlemdi, şu ana kadar hiçbir şeye bu kadar sevinmemişti. Trene binildi sonunda. Koşarak pencereye fırladı ve camdan dışarıya sarkmaya, ellerini açmaya, rüzgara karşı gülümsemeye başladı. Akşam serinliği ve kış soğuğuna hiç aldırmadı bile, yüzü buz kesmişti ama gittiği yerdeki insanların sevgisi, bir an evvel kavuşma heyecanı, küçük bedenini ve kalbini ısıttı, sıcacıktı. Tren hareket ettiğinde el salladı geriye, geride kalanlara ve mavi minibüse...
Gültekin Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Diplomalı Cahiller!!
Sevgili Kahve Molası dostları, ülkemizin bilgi üretememesinde en büyük payı olan, dolayısıyla diğer alanlarda da etkili olunamamasının temelini oluşturan üniversitelerimiz ile ilgili bu yazıyı baştan sona okuyunuz. Çünkü ülkemizdeki mevcut kısır döngü en aydın olması beklenen bilim yuvalarımızda da mevcuttur. Ülkemizin geri kalmışlığı ile Türkiye'nin geri kalmışlığı paralellik göstermektedir.
Geçtiğimiz günlerde bazı TV kanallarında ve İ.Kürşad Kumbasar isimli bir gazetecinin köşe yazısında üniversiteler ile ilgili bir haber vardı. Bu haberde çağın gereklerine uygun olarak eğitim veren dünyanın ilk 500 üniversitesini belirlemek amacıyla yapılan bir araştırma sonucu veriliyordu. Bu listede Çin'den, Rusya'dan, İran'dan, Hindistan'dan, Singapur'dan, Malezya'dan ve hatta Güney Afrika'dan ilk 500'ün içerisine giren birçok üniversitenin olduğunu, ancak Türkiye'den tek bir üniversitenin bile değerlendirmeye alınmadığını belirtiyor.
Neden Türkiye'den bir üniversite bu listede yer almıyor?
Çünkü, ülkemizdeki üniversiteler değişik problemlerle boğuşmakta, lise gibi ders okutulan kurumlar haline dönüşmekte olduğundan, bilimsel platformda üniversite gibi araştırmalar yapılamamaktadır. Bu satırları gören veya duyan bazı hocalar bunun doğru olmadığını söyleyecekler, yaptıkları bazı çalışmalardan dem vurarak örnekler vereceklerdir. Bizde de araştırmalar yapılıyor, akademik yükseltmelerde kullanılan uluslararası makaleler yazılıyor. Ancak yukarıda belirttiğim araştırma sonuçları içerisinde yer alamadığımıza göre eksiklerimizin olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'de eğitim-öğretime katkı sağlamaya çalışan 53 devlet üniversitesi, 24 tanede çeşitli kuruluş ve vakıflara ait özel üniversite vardır. Bunların yanında yine YÖK'e bağlı olarak hizmet veren KKTC'de 5 adet, Türk Cumhuriyetleri'nde de 2 adet üniversite bulunmaktadır. Anca bunlar dünyanın en kaliteli, en çağdaş eğitimini verebilir hale getirilmiş gibi Sayın Başbakanımız 15 tane daha yeni üniversite kuracaklarını söylüyor. Mevcut olan bu kurumların bütün alt yapı eksiklikleri, akademik ve idari kadro eksikliklerini tam anlamıyla gidermek yerine böyle bir şey yapılmasının düşünülmesi bile tuhaf bir iştir.
Prof. Dr. Mülazim Yıldırım Hoca bu konuda şöyle diyor: "Ülkeyi çağdaş zeminlere taşıyacak sağlam bir üniversite oluşması için kalite ve kapasiteli öğretim üyesi, fizik kapasite ve teknik donanım olmak üzere üç temel öğeye gereksinme vardır. Bu üç temel yapı olmadan üniversite kurulamayacağını herkesin ve özellikle de üniversite kurmak isteyen yöneticilerin bilmesi gereklidir. Üniversiteler şehirlerden önce, beyinlerde kurulmalıdır."
Yeni üniversite kurulması inşaat işleri uğraşacak olan müteahhitleri, bu binaların içlerini doldurmak için ihalelere girecek firmaları sevindirebilir. Üniversitenin kurulacak olduğu şehirlerdeki esnafların öğrencilerden gelir sağlayacağı için belli kazanç beklentileri olabilir. . Üniversitelerin kendi seçim bölgelerinde açılmasını isteyen siyasilerimizde buralardaki halktan tekrar oy istemek için size üniversite açtık deme şansını yakalayacak olabilir. Kendi seçim bölgelerinde yeni üniversite açmayı düşünen ve açıkçası erken seçime hazırlanan hükümet yetkilileri devlete ait üniversitelere bağlı olarak kağıt üzerinde kurulmuş olan birçok fakülte ve yüksekokulun, öğretim elemanı yetersizliği yüzünden hala açılamıyor olmasını unutmamaları gerekiyor. Birçok üniversitemizin fiziki altyapı ve ekipman eksikliği çözüme kavuşturulmuş değildir. Yine birçok üniversitede dersler öğretim üyesi yetersizliğinden, aldığı parayı beğenmeyerek akademisyenliğinden soğuyan hocalardan dolayı ve bilim adamlarımızın bilimsel düşünce eksikliğinden dolayı yüksek lisans öğrencisi yada doktora öğrencisi asistanlar tarafından öğretilmeye çalışılmaktadır. Bu işin doğru olup olmadığını öğrencilerin aldıkları bilgi seviyelerine bakarak tespit edebiliriz. Bazı dersler, kendi uzmanlık alanı olmayan hocalar tarafından, ekonomik katkısı bakımından veya öğretim üyesi eksikliğinden anlatılmaktadır.
Bu şekilde eğitim-öğretim-araştırma yapan üniversitelerimizden dolayı, "'Fiziğin, kimyanın, biyolojinin, tıbbın, bilgisayarın, elektroniğin, hukukun, siyasal bilgilerin'' temellerini dahi kavrayamadan üniversitelerden mezun olan SÖZDE DİPLOMALI UZMANLAR ortalıkta dolaşmaktadır. Buralardan mezun olan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu niteliksizlik, vasıfsızlık yüzünden doğru dürüst iş bulamamakta, bulsa da işini yapabilmesi zaman almaktadır. Hal bu iken yeni üniversite açmak mantıksız bir düşünce olup, eğer bu düşünce gerçekleşirse diplomalı işsizlerimizin sayısına katkı sağlamak için yatırım yapılmış olacaktır.
Üniversiteler ülkeyi geleceğe taşıyan ham bilgileri üretir, bu bilgilerde tarımda, sanayide, sosyal bilim gibi alanlarda üretimde kullanılır. Üniversitelerin durumunu ülkemizin durumu ile bağdaştırırsak; eğer bilgi üretimini, bizim için pratik yeni gelişmeler yapacak araştırmalar yapılacak temel değişiklikler yapılmazsa, bu durumda ülkemiz yine yerinde sayacak, diğer ülkeler hep gelişmiş olduklarından geriye gidişimiz önlenemeyecektir. Dünyanın üzerimizde planladığı BOP, AB gibi projelere anlamadan ne güzel yapıyoruz diye teslim olacağız. Çünkü verilen eğitim hangi alanda olursa olsun beynimizi harekete geçirmiyor, geçiremiyor.
Ülkemizin çağdaş anlamda eğitim veren en iyi üniversitesi 547. sırada yer alabiliyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticileri başta olmak üzere eğitim-öğretim alanında çalışan herkes başlarını ellerinin arasına alıp düşünmeleri gerekir. Düşünme sonucunda da mutlaka bizi şu anki durumdan daha ileriye götürebilecek çözüm üretmeleri gerekir. Aksi takdirde eğitimsizlikten kaynaklanan düşünce uyuşukluğu giderek artacak, bunun sonucunda da her kesimden daha fazla insanımız "gelin kaynana kavgalarına" yada "televole kültürüne" iştirak edecektir. Sonuç olarak da, korkarım ki bazı "sahibinin sesi toplum önderleri" Türk İnsanını BOP'a, AB'ne yada ismi ne olursa olsun bizim olmayan küresel projelere hizmet etmeye yönlendireceklerdir.
Türkiyemizi çağdaş zeminlere taşıyacak bilgilerin merkezi kesinlikle üniversitelerdir ve bunun için üniversiteleri harekete geçirmemiz gerekir. Üniversiteler için fiziksel kouşulları sağlamak zor değildir. Çok güzel modern binalar yada alet ekipmanlar bir şekilde sağlanabilir. Önemli olan buralarda araştırmaları, eğitim ve öğretimi yapacak olan öğretim elemanlarının kaliteli olmasıdır. Kaliteli bir öğretim elemanını hemen bulmak mümkün değildir, en az 10-15 yıl geçmesi gerekir. Doğru dürüst işlemeyen bu sistemin düzeltilmesi için üzerinde sorumluluk hisseden herkesimden insanın olayları gereksiz yere sağa sola çekmeden elinden geleni uzlaşma içinde yapması gerekir.
Mevcut hükümetin, üniversite yasasını değiştirerek, üniversitelerde reform niteliği taşıyabilecek yeni bir yasa çıkartması için yeterli meclis çoğunluğu vardır. Bu fırsat kesinlikle kaçırılmamalıdır. Eğer hala bunu yapamıyorlarsa, kimse laf kalabalığı yapmasın ve derhal bulunduğu görevden ayrılsın. Aksi takdirde olan Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve onun masum vatandaşlarına oluyor.
Geleceği planlara karşısında teslim olmamak için, dünü çok iyi okumak ve kavramak gerekir.
Hulki Cevizoğlu
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
TAŞKINCA : Hasan Taşkın Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta konuştuğu Soros Kim? |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta görüştüğü ve halkın büyük bölümünün kim olduğunu bilmediği George Soros ile ilgili bir bilgi aldım.
Bende bu bilgiyi sizlerle paylaşmak istedim... Çünkü Sorus'u herkesin tanıması gerektiğini düşünüyorum.
George Soros, 1930'da Macaristan'da doğdu. Ailesi aslen Yahudi olsa
da köklerinden o kadar uzaklaşmışlardı ki, rahatça Nazi Almanyası'na
tatile gidebiliyorlardı. Soros Nazi hükmü altında yaşadı,
Komünistlerin zaferi ile 1947'de İngiltere'ye geçti. Burada Soros,
London School of Economics'te Filozof Karl Popper'ın öğrencisi
oldu. Popper aşırı bir antikomünist ideologdu ve onun öğretileri
Soros'un siyasi eğilimlerinin temelini oluşturdu. Soros'un yazdığı
hiçbir kitap ya da makale, yaptığı hiçbir konuşma yoktur ki,
Popper'dan bir etki yansıtmasın.
1965'te Sir olan Popper "Açık Toplum" sloganını icat etti; bu
Soros'un Açık Toplum Vakfı ve Enstitüsü'nde yankısını buldu (Open
Society Foundation and ınstitute). Popper'ın takipçileri onun
sözlerini gerçek imanlılar gibi tekrarladılar. Popperci felsefe
Batılı bireyciliğin şiarı oldu. Soros İngiltere'yi 1956'da terk etti
ve Wall Street'te iş buldu; burada 1960'ta bir menkul değerler
şirketi ("hedge fund") kurdu.
"..Menkul değer şirketleri çok zengin insanlara hizmet eder...
Genellikle gizli fonlar, genellikle de offshore işlerde
kullanılır... astronomik karlar getirir. "Bahis" parasının çapı
genellikle sonucu garantiler: `bir hissenin büyük menkul
şirketlerince satın alındığı dedikodusu diğer yatırımcıları da buna
sevkeder,' sonuçta alınan hisseler değer kazanır."
Soros 1969'da Quantum Fund'ı organize etti ve dövizlerle oynamaya
başladı. 1970'lerde finans faaliyetleri gelişmişti:
"alternatif kısa ve uzun vadeler.... Soros, hem gayrimenkul
fiyatlarının yükselişinden, hem de düşüşünden kazanıyordu! (ünlem
çevirenin). 20 yıllık yönetimi boyunca Quantum yılda şaşırtıcı bir %
34.5 gelir sağladı. Soros en çok döviz spekülasyonu ile bilinir (ve
ondan korkulur)... 1997'de bir devlet başkanı, Malezyalı Mahathir
Muhammed tarafından "haydut" olarak tanımlanma şerefine erişti; bu
ülkenin parasına spekülatif bir saldırı yapmıştı."
Bu tür gizli finans operasyonlarıyla Soros bir Dolar mültimilyarderi
oldu. Şirketlerinin Arjantin, Brezilya ve Meksika'da arazileri,
Venezuela'da bankaları var; dünyanın en karlı döviz ve kambiyo
işlerini yapıyorlar ve genelde kabul edilen o ki, yüksek
makamlardaki dostları onun finans işlerinde yardımcı oluyorlar, hem
siyasi hem de maddi kazanç için.
George Soros 1997'de Tayland ekonomisini çökertmekle suçlandı. Bir
Taylandlı göstericinin ifadesiyle "Biz George Soros'u bir tür
Drakula olarak görüyoruz. O insanların kanını emiyor." Çinliler
ona "timsah" diyor, çünkü onun Çin'deki faaliyetleri o kadar doymak
bilmezce ve Tayland ile Malezya ekonomilerini silip süpürdü.
Soros bir keresinde İngiliz Sterlini üzerine spekülasyonla bir günde
1 milyar Dolar kazandı (spekülasyon sözünü pek sevmez!). "Sterlin
üzerine spekülasyonla İngiliz vergi mükelleflerinin cebini
boşaltmakla" suçlandığında şöyle dedi: "Finans piyasalarında
spekülasyon yaptığınızda normal bir ticareti bağlayan ahlaki
sınırlardan özgürsünüz... Finans piyasalarında benim ahlaki
kaygılarım yoktur."
Soros, George W. Bush'u da petrol şirketi batmak üzereyken kurtardı.
Soros Harken Energy Corp.'un sahibiydi ve Bush'un şirketinin
batmadan önce hızla gerileyen hisselerini aldı. Geleceğin ABD
Başkanı bu işten 1 milyon Dolar nakit ile çıktı. Soros,
gerçi "siyasi güç" satın almadığını söyledi. Yine Soros meşum
Carlyle Group'un da bir ortağıdır. 1987'de kurulan bu "dünyanın en
büyük özel hukuk firması" 12 milyar Dolarlık bir ciroyu
yönetir; "idare eski Cumhuriyetçi liderlerden birinin kayyumluğunda
yürütülür", bu kimi zaman eski CIA'ci Frank Carlucci, kimi zaman
eski CIA başkanı (Baba) George Bush'tur. Carlyle Group karlarının
önemli kısmını da silah ticaretinden kazanır.
Heryerde Soros
1980'de Soros milyonlarca Doları Doğu Avrupa'da sosyalizme karşı
harcamaya başladı. Kendisiyle işbirliği yapan kişilere paralar
aktardı. İlk başarısı Macaristan'daydı. Macar eğitim ve kültür
kurumlarını aldı, bunlarla ülkedeki sosyalist kurumları devre dışı
bıraktı. Böylece doğrudan Macar hükümetine bir kanal açtı. Sonra
Soros Polonya'ya geçti, CIA güdümündeki Dayanışma'yı finanse etti.
Ve aynı yıl Çin'de faaliyete başladı. Sonra SSCB geldi.
Bütün bu ülkelerde CIA faaliyetlerinin de olması tesadüf değildir.
CIA'in de amacı Açık Toplum Vakfı ile aynıdır: Sosyalizmi yıkmak.
Güney Afrika'da CIA antikomünist muhalifler aradı. Macaristan'da,
Polonya'da ve SSCB'de CIA, "National Endowment for Democracy"nin
(Milli Demokrasi Derneği), AFL-CIO'nun (Amerikan Federal İşçi
Sendikaları), USAID'in ve diğer kurumların açık desteğiyle
antikomünistleri organize etti ve destekledi; bunlar Soros'un Açık
Toplum Vakfı'nca da gönüllü listesine yazılmışlardı. CIA bu
kişilere "birikim" (assets) derdi. Soros'un dediği gibi, "her ülkede
bir grup insan farkettim - kimi lider kişiler, diğerleri o kadar
bilinmeyenler; bunlar benim görüşlerimi paylaşıyorlardı.."
Soros'un Açık Toplum Vakfı antikomünist Çekler, Sırplar, Romenler,
Macarlar, Hırvatlar, Boşnaklar ve Kosovalılarla konferanslar
düzenledi. Onun giderek artan etkisi ABD haberalma sisteminin bir
parçası olduğu kuşkularına neden oldu. 1989'da Washington Post
gazetesi, ilk kez 1987'de Çin hükümetinin yaptığı, Soros Vakfı'nın
Çin'de reform ve dışa açılma ile ilgili faaliyetlerinin CIA
bağlantılı olduğu, iddialarına yer verdi.
Hedef Moskova
1990'dan sonra Soros yardımları Rus eğitim sistemini hedef aldı; tüm
ülkeye ders kitapları dağıtıldı. Aslında Soros "Açık Toplum"
propagandasıyla tüm genç Rus kuşağının beyninin yıkanmasını sağladı.
Soros vakıfları Rus finans sisteminin, özelleştirme planlarının ve
bu ülkede yabancı yatırımların kontrolünü almak için stratejiler
yürütmekle suçlandı. Ruslar Soros'un yargı girişimlerine sert cevap
verdi. Soros'un ve diğer Amerikan vakıflarının karşıtları bu
manevraların amacının "Rusya'yı, dünyanın tek süpergücüyle
başedebilecek bir devlet olmaktan çıkarmak" olduğunu söylediler.
Ruslar Soros ve CIA'in bağlantılarından şüphelenmeye başladılar.
Para babası Boris Berezovsky "birkaç yıl önce Soros'un bir CIA ajanı
olduğunu duyduğumda düşüp bayılacaktım," dedi. Berezovsky'ye göre
Soros ve Batı "Rus sermayesinin güçlenmesinden korkuyordu".
Eğer ABD ekonomi ve siyaset eliti Rusya'dan bir ekonomik rekabetten
korkuyorsa, onu kontrol etmek için, Rus medyasını, eğitimini,
araştırma merkezlerini ve bilimini hakimiyet altına almaktan daha
iyi ne yol vardır? 250 milyon Doları "yüksek okul ve üniversite
düzeyinde sosyal ve iktisadi bilimler eğitiminin transformasyonu"
için harcadıktan sonra Soros 100 milyon Dolar ile International
Science Foundation'u (Uluslar arası Bilim Vakfı) kurdu. Rus Federal
Karşı İstihbarat Servisi (FSK) Soros'un Rusya'daki
vakıflarını "casusluk yapmakla" suçladı. Onlara göre Soros tekbaşına
çalışmıyordu; Ford ve Heritage vakıflarından gelen paralar, Harvard,
Duke ve Columbia üniversitelerinden destek ve Pentagon ile ABD
haberalma servislerinden bağlantılardan oluşan bir sistemin
parçasıydı. FSK Soros'un 50.000 Rus bilimadamına para verdiğini
bildirdi; böylece Soros binlerce Rus bilimsel buluşu ve teknolojisi
ile devlet ve ticari sırları üzerinde kontrol sağlayarak çıkarlarını
genişletiyordu.
1995'te Ruslar ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Fred Cuny'nin Çeçen
krizine karışması nedeniyle öfkeye kapıldılar. Cuny'nin görünüşte
görevi felaket yardımı idi ama onun ABD çıkarlarını ilgilendiren
uluslar arası çatışma bölgelerindeki, ve yanısıra FBI ve CIA'deki
geçmişi Amerikan devletine bağlantılarını ortaya koyuyordu.
Kaybolmadan önce Cuny Soros Vakfı için çalışıyordu. Çeçenistan'daki
şiddet dalgasının genelde Washington'un sıcak baktığı, ve belki de
güdümündeki bir politik destabilizasyon kampanyasının sonucu olduğu
pek bilinmez. Yazar Tom Clancy için bu değerlendirmeler yeterli
olacak ki, bunları birer gerçek olarak "The Sum of All Fears" (Tüm
Korkuların Toplamı) adlı çok satan kitabında sundu. Ruslar Cuny'yi
bir CIA görevlisi olmak ve bir Çeçen başkaldırısını desteklemekle
suçladı. Soros'un Açık Toplum Vakfı ve diğer Soros kuruluşları hala
Çeçenistan'da faaldir.
Rusya, Soros'un cebini şişirecek en azından bir operasyona sahne
olmuş; olaya Clinton yönetiminden diplomatik görevliler karışmıştır.
1999'da Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 500 milyon Dolarlık bir
ABD Exim Bank kredisinin Rus şirketi Tyumen Oil'a verilmesini
engelledi; gerekçe bunun ABD milli çıkarlarına aykırı oluşuydu.
Tyumen Amerikan malı petrol ekipmanı ve hizmetlerini Dick Cheney'in
Halliburton Şirketi'nden ve, Bloomfield New Jersey'deki ABB Lummus
Global'dan almak istiyordu. George Soros ise Tyumen'in almak
istediği bir şirketin ortağı idi. Soros ve BP Amoco bu işlemi
durdurmak için lobi yaptı ve Albright araya girmek zorunda kaldı.
Hasan Taşkın www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.253 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Her Pazar Başka Ölürüm
doğduğum şehirden mektup getiriyor yaz söylenceleri
çocukluğum yine kendini öldürmüş ..üzülüyorum
yatılı okul koridorlarını anımsatıyor sokak lambaları
ütüsüz mintanlar içinde yalnızlıkların büyütüyor çocuklar
siz onları hiç bu halde görmediniz
tren garlarında bir aşina yüz uğruna
bildikleri tüm oyunları unutuyorlar
pazar günleri en çok anneleri geliyor akıllarına
pazar günlerinden nefret ediyorlar
suları çekiliyor antik marmaranın
Bizanssın şiirlerine saldırıyor martılar
kırmızı gözlerinde parlayan açlık
zamansız bir savaş oluyor sur diplerinde
milyonlarca sevgilinin tırnaklarını unutarak kazıdıkları kalpler
anlamsız harfler yumağına dönüşüyor kendiliğinden
Erosu mitoloji kitaplarına gömerken
gece yarısı cumhuriyetleri kuruyoruz köşe başlarında
"kral öldü yaşasın kraliçe "çığlıklarıyla
en zavallı pezevengimize
kız kulesinin bakire sularını teslim ediyoruz
ve biz kimseyi sevemiyoruz artık
oysa yıllar önce iki kadını üst üste sevmiştim
kuyruklarında bileylenmiş jiletler olan
iki uçurtmaydı sanki onlar..
ve uçurtma bayramının ilk rüzgarlarında
birbirlerinin mezüre iplerini kopardılar
ilki sevemezdi bunu biliyordum
elimi kanatıyordu tutmak istedikçe
ne kadar serpiştirsem suretini
gölgemde gelincik öbekleri filizleniyordu
dilekler tütün basıyordu yarama
tek yıldız kımıldamıyordu yerinden
düğünler dernekler kurulurken şehir mezarlıklarında
hiçbir intihar fantezisini beğenmiyordum
ikincisi biraz daha yakındı hüzne ve şiire
güldü mü göçmen kuşlar birikiyordu su başlarında
gamzelerinde küskün sahralar
uzun geniş alnında yoksul üç beş saç
ayaklarını sürüyerek geçiyordu sokaklarımdan
şehrin kapılarını kapatırken gece bekçileri
o hep dışarıda kalıyordu..
sevgili değildik,
bir şiirin hüznünü yazdık meyhaneler ve minareler arasına
imkansızı sorguladık
kırlangıç yuvaları da bozuldu ardından
su yılanları,ahtapotlar,deniz anaları
mercanlar ve deniz kızlarının yasak ülkesinde
birbiri ardından süregelen a
müzmin yalnızlığında soluklanırken
tutunabilmek üzere denizlere açılıyordum
terkedilmiş düşler arasından fışkıran
acı yüklü kent akşamlarına
ve mutlaka herkesin bir dizesinden haberdar olduğu
dramatize edilmiş bu şiire yaşantım diyordum
duyduğumu sandığım acıyı herkesin duyması olası değildi
-duyması da gerekmiyordu zaten-
ama deşifre ederek kendimi
kendim olmayan sahte benler yaratıyordum..
imgesizliğimin yarattığı çelişkiler dönemecinde
tüm şiirlerimi sorgulayarak
yıllar yılı içimde çöreklenen duygusuzluğun intikamını
aynı tende yüzlerce ter kokusu ve aşağılık pazarlıklarla
sevgili suretinde görünen fahişelerin koynunda
her pazar akşamı kendimi eskitiyordum
şimdi uzak denizlerden bile nefret ediyor çocuklar
en çok med cezirlerde aşınmış künyeleri
onlar her pazar sehpaya çıkıp öldürürken kendilerini
sakın ola ki sevmekten bahsetmeyin onlara
doğduğum şehirden mektup getiriyor yaz söylenceleri
uçurtma bayramlarını çok severmişim önceden..
Türker Ayyıldız
Yukarı
|
Temizlik imandan gelir!..
Yukarı
|
ASYA AĞLIYOR
Yüzyılın felaketine yardım elini uzat!
HENÜZ GEÇ DEĞİL!
TÜRK KIZILAYI GÜNEY ASYA’YA BAĞIŞ KAMPANYASI ULUSAL KOORDİNASYON MERKEZİ (AFOM)
İRTİBAT NUMARALARI: 0 312 245 45 11 245 45 12 245 45 13 245 45 14
E-POSTA: afetkampanya@kizilay.org.tr
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
http://www.gittigidiyor.com/php/urun.php?id=555102 Meşhur müzayede sitesi e-bay in Türkiye'deki son derece başarılı uygulaması. Denemek için bizim fincanların ikisini biraraya getirdim ve 2'li Kahve Molası Fincan Seti yaptım. 1 milyon liradan başlayan fiyatı 10ar kuruş artırarak artırmaya katılabilirsiniz. İlk set için artırma Salı gecesi 24:00 de bitiyor. Haydi açık artırmaya bakalım.
http://www.kedigen.com Sadece kediler için değil tüm sokak hayvanları için canla başla çalışan gerçek gönüllülerin profesyonelce hazırlanmış sitesi. Eğer bir hayvanseverseniz mutlaka ziyaret etmelisiniz.
http://www.dunun.com/
Flash tekniği kullanılarak geliştirilmiş bir site. Ben dahil pekçok insanı kıskandıracak bir yetenek ve yaratıcılık sunuyor.
http://www.karlaweb.tk/
Bu da o muazzam flash sitelerden bir. Yaratıcılığın ve yeteneğin sınırlarını zorlayan bu siteyi mutlaka ziyaret edin. Evet biraz zaman alıyor ama karşılaştıklarınız herşeye değiyor.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Universal Document Converter V3.01 [3,18 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme
http://www.print-driver.com/download/udc.zip?event1=download_en Güzel bir yardımcı program. Kullandığınız herhangibir programdan resim elde etmek mümkün. Örneğin woed dökümanını açıyor ve UDC'ye print ediyorsunuz, alın size dökümanınızın jpeg veya tiff resmi. Yada bir web sayfasını resim halinde bilgisayarınızda saklayın. Hepsi mümkün. Tam sürümü 44.95$. Arşivleme yapan herkese tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|
|
|
|