|
|
|
7 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Satsakta mı saklasak satmasakta mı turşusunu kursak? |
İyi haftalar,
Pencereden bakıp bakıp geri kaçıyorum. Dışarısı bir garip, sokak lambaları aynı ama ortalık pırıl pırıl. Karın durmaya niyeti yok. Yarın sabahki tüm programlar altüst. Oysa bir haftadır gitmeye alıştığım Zincirlikuyu'ya gitmeliyim yeniden. Bu sefer başka bir amaçla olsada karşıya geçmem gerekiyor. Nasıl olacak bilmiyorum. Deneyip deneyemeyeceğimi bile bilemiyorum şu saatte. Neyse, Allahtan ümit kesilmez, bakarsınız köprüler açık olur biz de yaya kalmayız. Zincirlikuyu deyince aklıma geldi. Geçen hafta hergün o tarafa gidiyorum dedimya, işte o gidişlerde Zincirlikuyu'dan Mecidiyeköy istikametine doğru dönünce 200 metre kadar ileride bir koca dükkanın önünden geçtim hep. Önünde 3-4 tane kocaman tekne, içeride envayi çeşit haciz malı, üzerinde bir tabela "TMSF Satış Mahalli". İçeri girip birkaç fiyat almayı düşünmedim değil ama sonra caydım. Bunlarla pazarlık edilir mi? Satmamak için ellerinden geleni yaparlar mazallah. Baksanıza şu TMSF TV'ye. Hani bilmeseniz Donald Trump işletiyor sanırsınız. Dizinin biri bitiyor biri başlıyor, dur durak yok. Baktım İbo da yeni şova başlamış. Bir de haber; Derya Tuna programa başlayacakmış ama aylık 30bin doları beğenmeyen İbo 50bin vermezseniz çıkamaz demiş, küt vermişler. Yahu devlet baba buna el koyup satmak için müşteri aramıyor muydu? Kimin parasını kime veriyorsun be adam? Sen onu satamadığın sürece zararı ben ödüyorum öyle değil mi? Haaa, satmaya niyetim yok, TRT nin yanına bir tane daha ekledim, oh ne ala ne ala diyorsan, ona diyecek lafım yok, buyur tepe tepe kullan, zaten kullanıyorsun. Yok el koymada bir takım usulsüzlükler var, Uzan-an elimin ahını almaktan korkuyor ve satamıyorsan, onu da çık dobra dobra söyle canımı ye. Ama böyle bir garip oluyor yahu. Bir yandan satacağım deyip diğer yandan hiç satılmayacakmış gibi davranırsan insanın kafası karışıyor. Hoş tepedekinin niyetini daha anlayamadık ki, memurunu anlayalım. Mesela bir kırmızı çizgi durumu var, anlayabilene aşkolsun. O kırmızı çizgi nerede başlar nerede biter meçhul. Hoş bu konu ayrı bir roman, buraya sıkıştırmaya gelmez. Bir fırsatını bulur değiniriz nasılsa. Şimdilik bizim derdimiz bize yeter. Hava muhalefetinde dergi çıkarmaya çalışıyoruz, boru mu?
Son günlerde bir şarkı var, duydukça kıpırdanıp tempo tutasım geliyor, masa üstü parmak solo dahil, yapıyorum da. Manga'nın "Bir kadın çizeceksin" diye diye söylediği şarkı. Güzel sözleri hoş bir melodiyle bezediğinde, türü ne olursa olsun dinlemeye doyum olmuyor. Günün şarkısına koymayı düşündüğümde bir el gelip tam ense köküme bir şamar attı, sarsıldım. Bu şaplak bizim Doğan'ın yapacağımı hissedip uzaydan salladığı bir yumruktan geri kalanlardı. Evet ya, bizim bağrımızda en az Manga kadar güçlü olmaya aday bir grubumuz var. Üstüne üstlük birçok kere davet edilmemize rağmen bir kere icabet edememişiz konserlerine. Onları bırakıp Manga'yla ilgilenmek bize yakışır mı? Bu sene içinde ilk albümlerini çıkarmayı planlayan bu grubu iyi tanıyın. Mara The Band ya da kısaca MARA. Kahve Molası yazarlarından Doğan Sovuksu'nun Bülent Şenyürek'le 1998'te kurduğu grup. Bugün sizlere söz ve müziğini Doğan Sovuksu'nun yaptığı ve seslendirdiği Bekle beni isimli şarkılarını seçtim. Ben çok sevdim sizinde beğeneceğinizden eminim. Bu arada bir hatırlatma yapayım, "Bir kadın çizeceksin" JukeBox'ta!:-)) Hepimize yolları açık bir gün diliyor, sokakta kalan fakir fukarayı, güvercinleri, kedileri unutmayalım diyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Her Pencerede Ayrı Bir Hüzün Var - 5
Yokluk ne ağır şey… Ölenle ölünmüyordu hani! Hani hayat ne olursa olsun devam edecekti. Ölenle ölünüyor işte. Beyazlara sarılmış o narin vücudu toprağın içine bıraktıktan sonra, orada kalacağı kesinleşsin diye üzerine kürek kürek toprak atmadan hemen önce kendinin birazını da bırakıyormuşsun o çukurun içine, yeni öğrendim. Sonra hayat devam etmiyormuş, muhtelif zamanlarda, zamanı durdurup kendini yeniden yaşatıyormuş şimdi bir rüya zannettiğim hatıralar. Ölen sadece kendini götürmüyormuş giderken. Nefes alan ama durmadan nefes almanın anlamsızlığını sorgulayan insan artıkları yani insanın posasını bırakıyormuş sadece ardında, özü ise ölenle birlikte toprağın altında. Zamanın her şeye çare olduğu, her yarayı sardığı da bunlar gibi yalansa bu acıda bitmeyecek demektir.
Babam… Babam da mı böyle öldü, onu toprağa koyduklarında yetişemediğim için mi parçalarımı koyamamıştım yanına, tek başına canı sıkılmasın diye. Yetişmek için koştuğum, yine de son bir kez yüzünü görmeye, elini tutmaya yetişemediğim, solgun bakışlarını görüp belleğime kazıyamadığım için mi alıştım yokluğuna. Sanki ölmemişte, bizi terk edip gitmiş, başka bir yerde başka bir hayat seçmiş gibime geliyordu. Sanki istese geri dönecekti ve bizim yapmamız gereken sadece sabırla istemesini beklemekti. Ondan belki, sükûnetle kabullenebilmiştim gidişini. Ama Asuman öyle mi? Asuman'ın solgun yüzünü, morarmış dudaklarına mıhlanmış acıtan tebessümünü, buz gibi ellerini gördüm. Ne kadar beklersem bekleyeyim gelmek istemeyecek, istese de gelemeyecek.
Erkan çok sevdiği bir şarkıcının kasetini dinler gibi aynı düşünceleri haftalardır tekrar ediyordu. Beyni öylesine alışmıştı ki bu düşüncelere, artık sözlerini anlamak için dikkat kesilmediği, farkında olmadan, refleks gibi hafif bir mırıltıyla eşlik ettiği şarkılara benziyordu hepsi. Sanki bir kasetçaların kolonlarından sesler çıkıyordu, beyni de otomatik olarak eşlik ediyordu. Arka arkaya, defalarca tekrarlanan kelimelerin bir süre sonra anlamını yitirmesi gibi tüm tümceler anlamını yitirmeye başlamıştı, sadece düşündükçe içinde hissettiği acı tanıdık ve gerçekmiş gibi geliyordu.
Ablasının cenazesi uçakla gönderilmiş, otopsi raporu ve özel eşyaları ise ayrıca imza karşılığı adresinde teslim edilmişti. 'Otopsi sonucu ölüm nedeninin aşırı dozda uyuşturucu alması olduğu tespit edilmiş, günlüğündeki notlar ve odasında yapılan incelemeler sonucu intihar ettiğine karar verildiği için ilgili mahkeme dosyayı kapatmıştır' Eğer ailesi isterse yeni bir soruşturma açılabilecekti, bu durumda soruşturmanın takibi için kendilerine ücretsiz olarak avukat tayin edilebilecekti, falan filan… Raporu tercüme eden Erdinç 'Eğer istersem kardeşimi geri getirebilecekler mi?' sorusunu ne kadar ciddi sorduğunu fark ettiğinde yapacak ya da söyleyecek bir şey bulamayıp Erkan'a sarılmış ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Erkan ise sihirli bir anahtarla kilitlenmiş gibiydi, ağlamayı bir türlü beceremiyordu.
Kendisi için değil de, kızının ölümünü haber aldıktan sonra ağır bir depresyon geçiren annesi için ayakta kalmayı başarıyordu sanki. Sanki annesi olmasa ya da kendini taşıyacak bir omuz olduğuna inansa olduğu yere çökecek gibiydi. Beklemeden, düşünmeden, düşünemeden… Annesi dışında her şey anlamsız ve gereksizmiş gibi geliyordu. Yaptığı kazadan sonra, önce fiziksel, sonra psikolojik tedavi için hastanede kalması gerekmişti. Daha yeni yeni kızının öldüğü gerçeğini kabulleniyordu. Hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu. Erkan'ın evine taşınmayı kabul etmediği için o annesinin yanına taşınmıştı.
Ne kadar da bencilsin… Küçükken de böyleydin. Hep birinci olmak, her şeye sahip olmak, her istediği yapılan olmak isterdin. Bütün oyuncaklarımla önce sen oynamalıydın. Bütün kıyafetlerimi önce sen denemeliydin. Bayramlarda annemle babamın elini önce sen öpmeliydin… Ölürken bile vazgeçmedin bencilliğinden. Babamın yanına giderken bari annemi bana bıraksaydın, bari o bana sarılıp saçlarımı okşayıp 'geçti oğlum, ablan sana şaka yapıyor' deseydi. Sonra tıpkı küçükken olduğu gibi ellerimizden tutup barıştırsaydı bizi. Ama sen o kadar bencilsin ki, giderken annemi de yanına almadan edemedin. Şimdi ben bunca acımın içinde bir de annemi geri almak için savaşıyorum.
Bazen sana o kadar kızıyorum ki, bilemezsin. Hani kavga ederken salon kapısının büyük camını kırmıştık da sen suçu benim üstüme atmıştın. Ceza aldım senin yüzünden diye küsmüştüm sana, günlerce konuşmamıştım. Sonra sen kesilen haftalığımın yerine kendininkini bana vermiştin, öyle barışmıştık. İşte o zaman kızdığımdan daha çok kızıyorum sana. Gittin diye, veda etmedin diye, bizi bıraktın diye, artık sana sarılamayacağım diye, artık kavga edemeyeceğiz diye, annemi de götürdün diye… Sana kızmak için o kadar çok nedenim var ki…
Artık dokunamadığı, sarılamadığı, saçlarını dolaştırıp kızdıramadığı kardeşine içinden monologlar yazarken çalan telefonla kendine geldi. Saatine baktı bilinçsize, 02:30… Bu saatte çalan telefon meraklandırmamıştı bile. Artık alacak kötü haberi kalmamış gibi hissediyordu.
"Erkan, arabanı çalmışlar"
"Erkan, evin soyulmuş"
"Erkan, hesabının olduğu banka batmış"
"Erkan, yağmur yağıyor"
"Erkan, artık güneş doğmayacakmış"
….
Hangi kötü haber şimdikinden daha fazla yıkabilirdi onu? İnsan dibe vurduktan sonra daha fazla düşemezdi di mi… Dibe vurmuştu işte, kendi kuyusunun dibindeydi şimdi. Küçüklüğünden, telefonu açmak için kardeşi ile yarıştığı günlerden kalan, en geç ikinci çalışta açma alışkanlığını bırakmıştı. Ağır adımlar ve boş bakışlarla telefona doğru gidip yine aynı ağır hareketlerle ahizeyi kulağına götürdü. Konuşmak mecburen yapılan her iş gibi sıkıcı ve gereksiz geliyordu.
- Efendim…
- Erdinç konuşuyo…
- Naber abi?
- İyi, senden naber?
- İyi desem inanacak mısın?
- …
- Ne iş gecenin bu saatinde?
- Hastanedeyim, aklım sende kaldı bir arayayım dedim.
- Bildiğin gibi işte…
- Özden Teyze nasıl?
- Aynı. Yok, daha iyi galiba, dondurma istedi bu gün.
- Vayyy, iyi haber bu.
- Hııı, bir şeyler istemesini özlemişim.
- Oğlum senin yıllık izin haftaya bitiyor, bi rapor çakalım mı?
- Bunu mu buldun bu saatte söyleyecek?
- Bahane işte ya, alo diyesim geldi.
- Çak çak.
- 1 ay iyi mi?
- Yok yaa, 15 gün al sen sonra bakarız duruma.
- Cevdet Abi'den alacam ama.
- İyi olur, ana-oğul delirdi, aynı doktora gidiyorlar diye malzeme çıksın millete eğlensinler biraz.
- Saçma salak konuşma be, ben yarın ayarlar haber veririm sana.
- Senin nöbet sekizde mi bitiyor?
- Nöbette değilim, işlerim vardı, sonra Selçuk'a takıldım biraz. Bizimkilerin selamı var bu arada.
- Eyvallah, sen de selam söyle. Uğrasana uykun yoksa
- Yatmayacak mısın sen?
- Sabah ederim gibi.
- Tamam bakarız, alt kapının anahtar var bende, yukarıyı tıklarım, annen uyanmasın. Gelemeyecek olursam ararım.
- İlaçlarını içti, uyanmaz artık.
- Olsun, ben tıklarım yine.
- Tamam hadi görüşürüz.
Yerine dönüp bu sefer kanepeye uzandı. Önce ne kadar yalnız olduğu hissi, arkasından bu düşüncenin dostlarına haksızlık etmek olacağı fikri beyninin içinde dolaştı bir süre. Cenaze işlemlerinin tamamını Erdinç ve babası halletmişti. Sonra annesinin hastanede yattığı süre boyunca, oraya tamamen yabancı bir refakatçi gibi annesinin başından ayrılmamış, her şeye Erdinç koşturmuştu. Selçuk'un hakkını da yememeliydi, çok da samimi olmamalarına rağmen elinden geleni ardına koymamıştı. Servisteki arkadaşları yıllık iznini kullanabilmesi için neredeyse iki kat çalışmaya razı olmuşlardı… Ne kadar şanssız olursa olsun, bu insanları tanımak da başlı başına bir şans olmalıydı. Tam kısa bir zaman önce aklını esir alan, son zamanlarda ise düşünlerine şöyle bir uğrayıp giden mağrur kraliçesini düşünüyordu ki, kapının tıklandığını duydu. Minik bir kedinin tırmalaması gibi narin ve uzaktan gelen ses düşüncelerini dağıttı, o mağrur kraliçenin usunun ucundan geçtiğini neredeyse fark etmedi bile…
Bir süredir üzerine yapışan ağır hareketlerle kapıya gitti. Kapıyı açar açmaz dizlerinin titrediğini hissetti. Bıraksa nefesiyle beraber kalbi de dışarı kaçacakmış gibi geliyor, bu korkuyla nefesini tutuyordu. Ya deliriyordu ya da tansiyonu düşmüş olmalıydı. Gördüğünün bir rüya olmasından, büyünün bozulmasından korkarak, bir yandan da gerçek olduğu umuduyla bundan emin olmaya çalışarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında yalnızca tek bir kelime söyleyecek kadar gücü kalmış gibi geldi ona;
- Emel !?
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Alper Kutay Erke Salıncaklardan Davet Var! |
|
Sen hiç çocuk olmadın mı, görmedin mi hiç yaşamı bir çocuğun gözleriyle... Erkek olmanın asla ağlamamak olduğunu öğrenmeden önce yaşamadınmı masumluğunu sindirerek içine... Okul yollarında sırtındaki çantanın ağırlığıyla ezilip, geç kaldığın için öğretmeninden korkupda çocukca yalanlar söylemedin mi hiç?
Komşunun bahçesinde ki erik ağacının çekiciliğine karşı koyamadığın oldumu ya da "bir günden birşey çıkmaz" deyip okulu asıp paydos ziline kadar parktaki salıncaklarda sallanıpda yüreğinde yaptığın ihanetin sızısı, aklında salıncaklarda sallanmaktan fırsat bulamadığın dönme dolapla mecburi vedalarla düştünmü eve gidiş yollarına?
Arkadaşlarınla mahallenin boş bir arazisinde bütün yaratıcılığını kullanarak çamurdan heykeller yapıp, üzerini batırdığından azarlayan annenin gönlünü alabilmek için bir öpücüğün yeterli olduğunu öğrendiğinde hergün öpücüklere boğup anneni ve hergün bir öncekinden daha kirli olan gömleklerinle gelmedinmi evine? Babanı ders çalışıyorum diye kandırıp resim defterinin tıpkı sana benzeyen tertemiz ve saf sayfalarında kaybolmadınmı hiç?
Şimdi sorgularmısın sana söylenen yalanları bir bir? Kim söyledi sana "adam" olmak demenin büyümek olduğunu? Kim söyledi dünyayı "büyükadam"ların yönettiğini. Neden bıraktın salıncaklarını? Neden bıraktın masumiyetini, oyuncaklarını, resim defterini? Tebeşir kokulu sıralarında 2873 sayısının karekökünü bulmak mı zor geldi sana, yoksa annene acıyarak kirli gömleklerini artık yıkamasın diye mi büyüdün?
Kolaymı şimdi mücadelelerin içerisinde boğuşmak, kolaymı aşık olmak, kolaymı evlenmek, kolaymı akşama ne yemek pişireceğini düşünmek, kolaymı hergün lavabonun karşısında traş olmak mecburiyetlerinde olmak, kolaymı memleket sorunları hakkında ahkamlar kesip, güzel görünme uğruna yaptığın makyajlarına saatler harcamak?
Hiç değilse bu gün kulak ver içine hapsettiğin o çocuğun sesine. Öldürme onu boğma! Bırak yaşasın zihninin bir köşesinde. Zamanı yaratmak senin ellerinde, tıpkı çocukken okulu astığın gibi askıya al bugün tüm sorumluluklarını. Karış çocukların arasına, kendine bir dondurma ısmarla! Bu gün traş olma, makyajlarla saklamaya çalışma yüzündeki çillerini... Salıncaklar seni bekler, sen onları terkettiğinden beri oradadırlar ve biliyorlar bir gün içinde ki o masum çocuğunonlara döneceğini.
Kır bütün tapularını, kimin ne düşüneceği umrunda bile olmasın, çocuklara kural olmaz bilmiyor musun? Küçük bir kaçamak yap, salıncaklardan davet var! Ne içindeki çocuğun kalbini ne deseni bekleyen salıncaklarını kır!
Kocaman bir uçurtma çiz bulabildiğin en temiz kağıdın üzerine, bütün renklerini kullan doğanın, çocukları yapmayı unutma... Bir şiir yaz o çocuk dilinle, kötü olmasından korkmadan! İçinde sen ol, umutların olsun, çocukken hayalini süsleyen bisikletini de koy... Saçlarına kurdele bağla, en çocuksu oyunlarını oyna, bulduğun bir coğrafya defterinin sayfalarını karıştır ve bir kırmızı gül yolla annene... Elinde ki dondurmanın gömleğine damlamasına aldırma, bırak bu gün "büyük olmanın" sırtına yüklediği okul çantandan daha ağır olan yüklerini, unutma içindeki o küçücük masum çocuğu ve salıncaklarını da...
...
Bakımsıza ithafen
Faks makinesi alıp götürüyorsa yazının dörtte birini, karalar bağlıyorsa kelimeler bir bir, yazar acele ile yazmışsa yazısını ve aklı havadaysa dizgicinin bir karış; dizgiciye vur! ama faks makinasını da yargıla...
Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Şahinde Dumduru |
Kahve Molasının sevgili okuyucuları!...
Hepinize bu ilk yazımla; "MERHABA" demek istiyorum.
Bu ilk yazımda kendimi tanıtmak, Kahve Molası'na ait düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Kahve Molası'nı üç aydır takip ediyorum.Yazı, insanların gözlemlerini, iç dünyalarını doğru bir ifade ile kendilerini en iyi
şekilde anlatacağı bir anlatım biçimidir.Ben de, hayallerimi, umutlarımı, gözlemlerimi, sevinçlerimi, hüzünlerimi ifade ettiğim yazı
ve şiirlerimi,"Kahve Molasında" paylaşabilmenin mutluluğunu ve heyecanını yaşamak istedim.
Hepimiz, gelen her yazının okunmasını ya da beğenilmesini bekleyemeyiz elbette! Ancak her yazı bir emektir, duygudur.Tabii ki
benim de yazdığım yazıların herkes tarafından beğenilmesini beklemiyorum.
Ancak yazılarımla size bir nebze de olsa bir şeyler katabilirsem ne mutlu bana!...İnsanları heyecanlandırabilmek çok güzeldir.
Evet Kahve Molası'nın güzel bir paylaşım sitesi olduğuna İnanıyorum. Edebiyatımıza katkıda bulunmak ve paylaşmak dileğiyle...
Yaşadığım sürece içimdeki o öğrenen varlık, o sanatçı ruhum, sevginin sonsuz değerini biliyor ve siz Kahve Molası dostlarıma
esenlik ve sevginin sonsuzluğunu yolluyorum.
...
KARDELEN
Sabahın seherinde cama vuran yağmur tanelerinin sesiyle, daldığım düşüncelerimin girdabından geriye döndüm.
Yine hazan mevsimi gelmişti. Tabiatın renk değişimi belki biraz buruk olacaktı... Düşen altın sarısı yapraklar, kaybettiklerimizi haykırırcasına hatırlatması hüzünlendirmişti beni...
Hazanım, bekle biraz, altın sarısının-kızılın tadını çıkaralım.
Dev dalgaların sahile her vuruşu , gri bulutların arkasından çakan her şimşek yalnızlığımın ürkütücü sesi olacak. Ardından kışlarım gelecek. İçimdeki yalnızlığımı donduracak. Çıplak ağaç dalları beyazla kaplanacak, dallarında kuşlar şarkı söyleyemeyecek. Baharda tekrar filizlenip yeşermek için mecburi bir bekleyişe geçecekler.
İşte kışın müjdesi...
Toros'ların tepelerine ilk kar düştü. Rüzgarla savrulan hazan yapraklarına nispet yaparcasına nadide çiçeklerini yeşertmenin sevincini yaşayacak.
Toros'ların nadide çiçeği: "KARDELEN"!...
İlkbahara doğru toprak ananın sıcacık kucağında, nasıl da nazlı nazlı minicik soğanını büyütmeye uğraşacaksın, elbette birkaç hafta sonra soğanın filiz verecek, yavaş yavaş karları delerek gün yüzüne çıkacaksın.
Masumiyetin beyazı kardelenim, büyümelisin!...Güneşin sıcaklığını, bulutların mavisini, Toros'ların serin havasını solumalısın.
İşte yaşam sana güzel veya acımasız davranacak.Tesadüfen bir kişi tarafından koparılarak bir vazoda veya bir çiçekçide yaşamın bir
kaç gün içinde son bulacak. Ya da kazara üzerine basılarak o anda yaşamına son verilecek. Halbuki senin de doğadaki tüm çiçekler gibi güzelliğini korumak yerine, nadideliğinin bedelini ödeyeceksin.
Acaba neden sevdiklerimizin değerini kaybettikten sonra anlamaya çalışırız. Oysa, var olduğu zaman kadir-kıymet bilemeyiz!...
Sevgilerimle...
Şahinde Dumduru
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
TAŞKINCA : Hasan Taşkın Türkiye'nin beslediği karga |
|
Terör örgütü PKK/Kongra-Gel'in başındaki kapatılan DEP'li eski milletvekili Zübeyir Aydar, Türkiye'nin Kerkük'te eskisi gibi `At koşturamayacağını' ileri sürmüş…
Örgütün Avrupa'daki yayın organı konumundaki `Özgür Politika' gazetesinde açıklamaları yayınlanan Aydar, Türk yetkililerin son dönemde Kerkük'e ilişkin değerlendirmelerinin son derece rahatsız olduklarını söyledi. Türkiye'nin Kerkük'te `Türkmen Cephesi' ile Kürtlere karşı tutum sergilediğini iddia eden Aydar, "Türkiye'nin ne Kerkük'e ne de Kuzey Irak'a karşı hakkı yoktur, karışamaz. Bölgenin içişlerine karışmaz'' dedi.
Kürtlerin, Kerkük'te Türkmenlere yönelik düşmanca eylem içerisine girmediğini öne süren Aydar, Türkiye'nin ise, Kürt ve Kürtlükle ilgili her şeye düşmanca yaklaştığı iddiasında bulundu.
Türkiye'nin Kürtlerle oturup konuşup sorunları çözmesi gerektiğini söyleyen Aydar, Türkiye'deki Kürt sorunu çözülmedikçe Türkiye'nin Kuzey Irak'taki tutumunun süreceğini ileri sürdü. Zübeyir Aydar, "Türkiye kendi başına bu bölgede istediği gibi at koşturamaz. İstediğini yapamaz, bunu yapmaya kalkıştığında başına çuval geçirirler. Biz, Güney Kürdistan'da hem yerel hem de merkezi idare ile temas halinde olacağız, karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız'' diye konuştu.
Şimdi eğri oturup doğru konuşma zamanı… Yıllarca Türkiye'de terör estiren, çoluk çocuk demeden masum insanları öldüren bir örgüt, bugün Türkiye'yi tehdit ediyor…
Vay be ne günlere kaldık… Eeee. ABD ne derse o… O isterse, Afganistan'ı işgal eder…Sonra gider Irak'ı işgal eder. Sonra peşinden Suriye, İran derken Türkiye'yi işgal etmiş olur zaten…
Ona 'şu bölücü örgüte karşı icraata geç' dendiği zaman ise, bunu duymazdan gelir, ya da zamana bırakır… Ha bugün, ha yarın… Bekle, yarın olmazsa bir gün olur…
Türkiye'nin sabrının da bir sınırı var. Sen tüm dünyaya meydan okuyacaksın. Senin arkana saklanan terör örgütü de Türkiye'ye meydan okuyacak… Sonra çıkıp diyeceksin ki 'Terörü besleyen ülkeleri bombalayacağım' diyeceksin. Kim terörü besliyor acaba…
ABD gittikçe dünyada büyüdüğünü zannediyor. Bence ABD kin ekiyor. Kin eken kan biçer… Bunu kendi toplumuna yapıyor. Bu işte şimdilik başkaları acılar çekiyor. Ama ekilen kin bir gün eken yok edecek…
Dünyanın yapısını Büyük Ortadoğu Projesi ile değiştirmeye kalkışanlar, büyük oynayanlar kazdıkları kuyuya düşeceklerdir. Kendilerini dünyanın birinci sınıf insanları sayanlar. Aslında tüm insanlardan bir farkı olmadıklarını da anlayacaklar. Kendilerini dünyanın en güçlü toplumu sananlar, yine esasen güçlü olmadıklarını anlayacaklar... Türkiye'nin gücünü kimse sinamak istemesin. Denemesin. Çünkü Türkiye'nin gücü hiçbir ülkenin gücüne benzemez…
Türkiye yıllarca Saddam Hüseyin'in zülmünden Kürtleri korudu… Kuzey Irak'ta kendi başlarına bir sistem kurmalarını da sağladı… Ama şimdi Türkiye'ye karşı yine bölücü örgüt öne çekiliyor… Dahası İsrail'in planları bu bölgede uygulanmaya kondu… Devamında da Türkiye var… Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB) lideri Talabani, 2 gün önce Irak devlet başkanlığına ya da başbakanlığa aday olduğunu açıkladıktan sonra "Eğer Türkler, Kerkük üzerinde hak iddia ederse yarın Araplar da Antakya üzerinde ve diğer Kürtler de Diyarbakır üzerinde hak iddia eder" dedi.
Besle kargayı oysun gözünü… Ne diyeyim başka… Düşmanlık etmek kimseye fayda getirmez. Etnik çıkar sağlamak için kan dökmeyi göze alanlar, önce kendi kanlarıyla boğulurlar… Bunu unutmasınlar…
Hasan Taşkın www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ARAF : Şahin Gültepe HAKİKATEN DE "AŞK ARTIK BURADA OTURMUYOR" |
|
Zaman ilerledikçe, devir değiştikçe 'bizi biz yapan değerler'den bile taviz verebiliyoruz, kimi zaman bilerek kimi zaman da farkında olmadan.
Her ne kadar, bazıları, "modern, çağdaş, uygar bir Türkiye için Avrupa'dan öğreneceğimiz daha çok şey var" mealinde birşeyler söyleyip, 600 yıl dünyaya hükümran olmuş bir medeniyetin bıraktığı "kötü imaj"ı silmek için olmadık atraksiyonlara giriyorsa da, bunu açıktan açığa dile getiremiyorlar.
(Bir ara, AB'nin mimarlarından sayılan ve ayrıca hukuk doktoru da olan Vikon Etienne Davignon, "Osmanlı imajının para harcayarak silinmesi gerekiyor" diye bir cümle kurmuştu da; gazetelerimiz bu "imaj"ın silinmesi için tanıtımların yapılmasının şart olduğunu yazmışlardı.)
Avrupa standartlarına ya da Amerikan kültürü seviyesine ulaşmak istediğimiz ve nedense işe 'alaturka'lığı da karıştırdığımız alanlardan biri de kadın-erkek ilişkileri... Buna örnek vermeye gerek yok. "Ben özgürüm" sloganının arkasına sığınan şehirli kızların (ve tabii erkeklerin) çok kısa süren "seviyeli", "düzeyli" ilişkilerinde adı sıkça tekrarlanan "aşk" sözcüğünün nasıl içinin boşaltıldığını ve artık bambaşka bir şeyin karşılığı olduğunu öğrenmek için, televole türü magazin programlarına bakmak yeterli.
Ve tabii, en mahrem konuların en bayağı şekilde faş edildiği evlenme ve evlendirme yarışmalarına..
* * *
Bu programlar çevresinde dönen nafile tartışmalar yapıladursun; biz, geçen haftaların birinde Milliyet'in pazar ilavesinde Elif Korap'ın yaptığı bir röportaja bakalım: "Swinger (eş değiştirme) yaşam tarzını sürdüren" 10 yıllık evli Melih (35) ve Merve (32) çiftiyle yapılmıştı röportaj. 2 çocukları da olan bu çift ve Türkiye'de bulunan 1500 kadar "swinger çifti" hakkında bilgiler veren bu röportaj, nedense, üzerinde konuşulup yazılıp çizilmedi.
Oysa, kadın-erkek ilişkilerinin vardığı/varacağı noktalar ve bilinçaltında saklı kalan ergen psikolojisinden kurtulamamış yetişkin kodları hakkında önemli ip uçları veriyordu; karısının, "işe mini etekle, hatta dar pantolonla gitmesine bile katlanamayan" adamın, "evli çiftlerin eşlerini değiştirmesi" diye tanımladığı yaşam tarzı.
* * *
Geçen Aralık ayında ülkemizde de vizyona giren bir film vardı: Aşk Artık Burada Oturmuyor / We Don't Live Here Anymore.
Amerikan banliyölerinden birinde yaşayan orta yaş krizine tutulmuş ve sönmeye yüz tutmuş aşklarını tekrar diriltmenin yollarını arayan iki çiftin öyküsünü anlatıyordu film.
Kapı komşu olan bu mutsuz çiftlerin, mutluluğu "dışarı"da aramaya başlamasıyla birlikte iyice çıkılmaz bir noktaya ulaşan ilişkiler, umarsız hâle dönüşüyor sonunda; o kadar ki, birinin yaptığı sadakatsizliğe karşı, öteki onu aldatmakla cevap veriyor. Üstelik, aynı okulda İngiliz Edebiyatı dersleri veren iki koca da, kapı komşu olarak yaşayan iki kadın da süregiden bu çapraz ilişkiden haberdar...
* * *
Biz, filmleri, senaryoları bir tarafa bırakıp gerçek hayata dönelim yeniden. Milliyet'e röportaj veren "erkek"in şu sözlerine bakalım: "Bir erkek için eş değiştirdiğini itiraf etmek daha zor. Çünkü doğuştan erkeğe sahiplenmek öğretilmiş. 'Karımı paylaşıyorum' diyebilmek zor..."
Evet, haklısınız Melih Bey: zor.. hem de çok zor!..
Bir 'itiraf' ta Merve Hanım'dan: "Bu ortamda duygusallık körelmiş olacak (...) Sadece o olay yatakta olup bitecek. Bu ilişkinin normal yaşantına yansımaması gerek. Çocuklarınız, belli bir sosyal statünüz var."
Evet, Siz de haklısınız Merve Hanım: Kör duygularla hareket edilecek..
Sizin de dediğiniz gibi, "Yer konusu çok önemli. Ev ortamı olmuyor. Çünkü aile ortamındasın. Çocuklar var"
Ama 'aşk' yok...
Çünkü, aşk artık burada oturmuyor...
Şahin Gültepe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.287 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
BEKLE BENİ
Bir an bile sabredemezsin biliyorum
İstersin ki yansın tüm ışıklar
Bastırmalıyım kaygılarımı
Yakışmaz sana sendeleyen bir adam
Saklıyorum kendimi son ana kadar
Yine de tutamıyorum seni
Bekle beni...Bekle beni...Bekle beni....
Bir numaram daha var....
Bir sürü şiir ve şarkıda
Anlatılır aşklar, ayrılıklar
Değiştirmez hayatını yazanın
Sevdiğine yazdığı ağıtlar
Saklıyorum kendimi son ana kadar
Yine de tutamıyorum seni
Bekle beni...Bekle beni...Bekle beni....
Bir numaram daha var....
......Saklıyorum kendimi.....
Doğan SOVUKSU
Müzik: Doğan Sovuksu (Günün Şarkısı)
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
…Otomobilin yolla temasını sağlayan tek unsur olan lastiklerin önemi göz ardı edilmeyecek kadar büyüktür. Bu nedenledir ki sürüş güvenliği açısından lastikler hayati önem taşır. Yanlış basınç uygulanmış bir lastik kötü yol tutuşa ve fren mesafesinin uzamasına neden olacağı gibi, balans bozukluğu bulunan bir lastik de yolla teması azaltıp hayati tehlikeye neden olabilir… devamını merak edenler için kaynak : http://www.e-kolay.net/arabam/lastik/lastik.asp
…İdeolojik olarak iyi bir eğitim almış, belirli bir güven vermiş ve yeterli olgunluğa kavuşmuş örgüt mensupları, silâhlı mücadelenin bir gereği olarak, bu yönden temel eğirime tabi tutulmaktadırlar. Temel eğitim içerisinde, örgütün elde edebileceği her türlü silâhın kullanımı, nasıl eylem ve suikast düzenleneceği, fiziki kondisyon ve zor şartlara mukavemet sağlamaya yönelik eğitimlerin yanı sıra, bomba yapımı, bombalı eylemin nasıl düzenleneceği gibi daha teknik ve ileri seviyede eğitim de verilmektedir… Tarzında bir yazı okuduğunuzda, bu da nereden çıktı demeyin. http://www.teror.gen.tr kısayolunu tıkladığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Terörsüz ve mutlu günler dilerim.
…I will not say, Dear Members, it was -- for us the İzbuls and our neighbours -- just one of those crazy weekends... No, it was not! It was the craziest ever!! The sort of thing one would hope and pray never to happen in a lifetime... Türkler için pratik İngilizce eğitimi için eğlenceli bir web sayfası http://www.oursworld.net/ingilizce-ders/pratik-ingilizce.htm Yalçın bey’e teşekkürler.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Universal Document Converter V3.01 [3,18 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme
http://www.print-driver.com/download/udc.zip?event1=download_en Güzel bir yardımcı program. Kullandığınız herhangibir programdan resim elde etmek mümkün. Örneğin woed dökümanını açıyor ve UDC'ye print ediyorsunuz, alın size dökümanınızın jpeg veya tiff resmi. Yada bir web sayfasını resim halinde bilgisayarınızda saklayın. Hepsi mümkün. Tam sürümü 44.95$. Arşivleme yapan herkese tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|
|
|
|