ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 678

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : 60... 70... 80... 90... 100... Yüz babam yüz!..


ABONE OL!Merhabalar,

Dünkü yazımı olası bir türban didişmesine parmak basarak bitirmiştim. Ne büyük eşeklik etmişim, pardon yani. Kabahat bende tabi, sen koskoca adamın böyle boşboğazlık edeceğine inanır, bir alaman gavurunun yazdıklarına binaen laf edersen işte böyle tufaya düşersin bre gafil provakatör editör. Dur bir dinle adamı. Kocaman bayrağın önünde yakası bağrı açık yalanladı işte. "Ben demedim öyle şey" dedi. "Hepsi komplo" dedi. Ve ben bu komple komploya yenik düşüp bir büyük adamın hakkında ileri geri konuştum. Yok şimdi türban yarın 4 karıymış falan dedim. Sus bre gafil editör sus, tut çeneni de daha fazla çamura batma. Sen kim, koskoca başbakan kim? İşte, herşey küçüksu ile büyüksu arasında gidip gelirken feleğini şaşıran Zapsu'nun marifetiymiş. Başbakanımız dememiş ama yanında oturan o ahlak fakiri alaman gazeteci onun bu lafları diyeceğini hayallemiş, bir güzel yazmış sonra büyük bir yüzsüzlükle üşenmeyip Zapsu'ya yollamış. O da o sıkışıklıkta onay verivermiş. Hay o onay veren ellerin kırılaydı emi. İşte vatan haini, işte karizma çizici.

Ah benim fidan boylu saygıdeğer büyüğüm, şu ağızla beyin arasındaki kısa yolu kullanmayı neden hala öğrenemedin? Deyip deyip, demedim demek bir Türk büyüğüne yakışır mı? Biz dervişin fikrini bildiğimizden zikrini hoş karşılıyoruz. Ama o alaman gavuru gazeteci nereden bilsin? Tüh onlara tüh. Haydi bakalım hepberaber... 60... 70... 80... 90... 100... Yüz babam yüz!..

...

Dün gazetelere baktım, sanki bir gün evvel "Bu sefer hazırlıklı yakalandık, kara mağlup olmadık." diyenler başkalarıymış gibi manşeti atmışlar. "Onlarda insan!.. -15 derecede okula gidenler.." Önce belediye ve valiliğe yalakalık ardından popülizm damarlarının çatlaması hali. Koca şehirde okullar nasıl tatil olurmuş. Olur tabi beyler. O öve öve bitiremediğiniz önlemler anayol dedikleri güzergahlarla sınırlı kalırsa ve tüm İstanbul'lular sadece Bağdat, Büyükdere gibi koca caddelerin üstünde oturuyor farzedilirse okul da tatil olur, işyeri de. İstanbul'da servis denen bir olgu var. Valiliğin okulları tatil etmesinin tek nedeni okullar açılınca ortaya çıkacak binlerce servisin yaratacağı kaos. Erzurum'un Dibek köyünde böyle bir sorun yok. Servis ya taban ya da eşek. Ama burada 4 tekerlekli ulaşım araçları kardan buzdan geçilmez hale gelmiş ara sokaklara girmek ve bebeleri teker teker toplamak zorunda. Hal böyleyken o da insan biz de diye nara atmanın samimiyetle bağdaşır bir yanı var mı? Belediyeye övgüler yağdırırken düşünecektiniz bunu. Konu okul ise belediyeler sınıfta kalmıştır. Kar yağışında 1 hafta mektep tatili veriliyorsa bunun müsebbibi kar değil, göstermelik önlem alan belediyelerdir. 2 gün millet korkudan evden çıkamamış ve ortalık sütliman olmuştur. Ama dün insanlar dayanamayıp yola çıkınca anya ve konya anlaşılmıştır. İşte olay budur ilgilisine duyurulur.

Açık artırma ile fincan satışımız sürüyor.
http://www.gittigidiyor.com/php/listele.php?nick=kahvemolasi

Bugün sizlere değişik bir tarz dinleteceğim. Cazın ustalarından, saksafoncu Dave Brubeck'ten Take Five. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

18 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Brezilya'lı Kahveci : Nuri Merzi


Kapadokya'nın Sihiri

Karşılaştığım kelimelerin yanlarında sanki bir başkaları da varmış gibi geliyor bana. Üstelik, bu durum, her sefer başka şekillerde gerçekleşiyor. Yani, bir bakarsınız, "ekmek" kelimesi "okul", "elma" ve "cadde" ile beraber gelirler bana, bir diğer sefere, aynı "ekmek" kelimesi bu kez, "kule", "uçurum" ve "mandalinayla" beraber gelir. Bu kadarla kalsa iyi; bu arkadaş kelimelerin de her biri kendi arkadaşlarını çağırmağa başlıyorlar anında. Siz buna, kabus gibi, diyebilirsiniz. Ama durun, daha bitmedi. Bu durum konuşurken de, okurken de - aman sıkı durun - düşünürken de oluyor. Ben kendimi bildim bileli bu böyle; ha, asla şikayet ettiğimi de hatırlamıyorum. Daha bitmedi demiştim, aslında yeni başlıyorum anlatmaya. Gözümün önüne gelen görüntüler için de öyle. Biraz kötü bir tercüme gibi yazıyorum ama bütün bunları başka bir şekilde anlatmak mümkün değil. Yani şu: ne görsem yanında bir de başka bir şey veya şeyler görüyorum. İskemle görüyorsam, hemen, oralarda bir yerde, bir imambayıldı, bazen, bir de çınar ağacı. Şunu mutlaka eklemem gerekecek: fizik ve estetik gözetilerek ben bu duruma maruz bırakılıyorum, burası çok önemli. Mesela, imambayıldı dediysem, hoş bir kayıktabak içinde, yandaki gerçek masanın üstünde boş ve üstelik uygun bir yerde. Sanırım anlatabiliyorum. Sakın uydurduğumu sanmayın. Bu duyduğum kokular için de aldığım tadlar için de böyle; dokunma duyusu da öyle. Düşünceler için de böyle. Artık kısa kesip sadede gelmek istiyorum ama daha bitmedi. Ama uzatmanın da alemi yok: duygular da böyle.

Benim için endişe ediyorsanız sizi rahatlatmak için şunu söyleyeyim: duyuların karnavalı ayrı, düşüncelerin karnavalı ayrı, duyguların karnavalı ayrı cereyan ediyor içimde. Duyular dediysem, her bir duyu etkinliği de kendi içinde yaşanıyor. Öte yandan, herhangi bir duygum hiçbir düşüncemi etkilemiyor. Kısacası şu: deniz kenarında ufukta batan bir güneş bende hiçbir duygu uyandırmıyor. Hiçbir. Neredeyse herkesin ağlayarak çıktığı bir film, bana, bana mısın dedirtmiyor. Herhangi bir kitap, ne olursa olsun, beni etkilemiyor. Benim için endişe etmeyin derken aslında kastettiğim, her an maruz kaldığım, mesela kelimeler saldırısı aynı anda bir de duyguları ve düşünceleri de harekete geçirmiyorlar. Evet, bana hücum eden düşmanların aralarında bir ittifak yok. Onlarla ayrı ayrı savaşıyorum. Bu yıllardır böyle. Hani fena da idare etmiyorum. Savunma yöntemlerimi ve hatta isterseniz ilgili ayrıntıları bir başka münasip zamanda veririm. Benim asıl bahsetmek istediğim husus bu durumun geçenlerde birden düzelmesi. Düzeldi diyorum, çünkü memnunum yeni durumdan; oysa eski duruma alışmıştım. Her neyse. Nasıl mı düzeldi. Neredeyse tesadüf diyebilirim. Başkaları, buna, çok uzun süredir zaten hazırlanmakta olduğumu söyleyecektir.

Kapadokya'ya gittim geçenlerde: Erciyes, Hasan ve Melendiz dağlarının korumasında, bir açıkhava müzesi: tarih, coğrafya, jeoloji, etnografya, mühendislik, mimarlık ve sanat müzesi: bir yanda, özellikle Ürgüp ve Sinasos'un taşevleri, öte yanda Kaymaklı ve Derinkuyu'nun yeraltı şehirleri; bir tarafta Ihlara Vadisi, öbür tarafta Uçhisar'dan Avanos'a alabildiğine bir coğrafya; bir yanda kiliseler, camiler öbür yanda hanlar, hamamlar; nihayet uzatmamak üzere, Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Türkmenler, Ortodokslar, Latinler ve daha neler neler. Evet ilk defa. Aslında, Kapadokya'ya belki elli defa gideyazmıştım. Bir keresinde bir Erciyes dönüşüydü. Öbürü, Sultan Sazlığı'na giderken. Bir diğeri tam hatırlamıyorum ama Sultanhanı'nı görmeye gitmiştim sanırım, bir keresinde Karatepe'den dönerken; velhasıl bir türlü olmamıştı işte. Ha, Aladağlar'dan dönerken de olabilirdi, ama olmadı. Olmayınca olmuyor. Hacıbektaş'a kaç kere gittim, bir keresinde bile denk düşmedi. Her neyse. Kayseri'si, Aksaray'ı, Niğdesi de cabası. Ama bu arada ben hiç boş durmadım. Kapadokya'ya hep çalıştım durdum. Ne kadar bilinçliydi bu çalışmalar, tam çıkaramıyorum. Çalıştım dediysem, elime ne geçtiyse okudum Kapadokya ile ilgili. Çok randımanlı bir çalışma değildi bu, kabul ediyorum ama gerilimden uzaktı. Sınanacağım belki en son alandı Kapadokya; onun için rahattım herhalde. Giderek, bu rahatlık bana, Kapadokya ile ilgilenişim için fazladan bir şevk vermeğe başlamıştı. İlgili kaynakçayı meraklılara iletebilirim. Neyse, demek istediğim şu: Kapadokya benim zihnimde benim rehabilitasyon merkezim olmağa başlamıştı, olmuştu. Bunu tabii çok sonraları farkettim.

Bu kez ne oldu da Kapadokya'ya gittim, tamamen tesadüf demiştim, orası öyle kalsın. Herşeyi bilip de oralarda dolaşıyor olmak insana ne gibi duygular hissettiriyor, bu arada ne gibi düşünceler insanın zihninde dolaşıyor, eğer bunları merak ediyorsanız, benimle gelin. Uçhisar'dan (tepe) Avanos'a (Kızılırmak'ın kıyısı) uzanan, Göreme, Zelve, Çavuşin, Paşabağları ve daha nicelerinin yeraldığı o mütecanis ama hareketli topografyaya baktığınızda bu tür görüntülerin başka coğrafyalarda da olabileceğini düşünebilirsiniz. Ama şeytan dürter, yan vadilerden birine dikkatlice bakarsınız; hareketin, topografyadan değil de dokudan kaynaklandığını farkeder gibi olursunuz. Peribacalarını tabii ki herkes duymuştur ama böyle bir anda, merak, her türlü bilgiyi bir kenara itecektir. Artık ilerlemekten başka yapacak birşey yoktur. Yaklaştıkça, her biri benzer, lakin biraz daha dikkatlice bakınca apayrı ama aynı türden bir mahlukatın arasına düştüğünüzü sanabilirsiniz. İletişimlerini vücut diliyle yapan ama her nedense hareket izlenimi veren ama hareket etmeyen lakin bir şeyler söylemeye çalışan yaratıklardır bunlar. Mevsime, günün saatine, havanın durumuna bağlı olmakla beraber, bakarsınız her birinin kendine özgü bir şekli vardır diğerine göre; biri cılızdır, öbürü tombik, diğeri atletik, bir başkası etli butludur, hemen yanı başındaki bir bıdıktır. Renkleri farklıdır, tonları diyelim; daha doğrusu, bu tonların öyle biraraya gelişlerini, herbirinde ayrı bir şahsiyet yapan, farklı kompozisyonlarıdır. Tabii ki bir de malzeme; uzmanı daha iyi bilecektir ama gelin simya dilini kullanalım çünkü kimya bu işin altında kalkamayacaktır. Erciyes'in indifa etmesi sırasında ta oralardan gelmiş söz konusu malzeme; alt tarafı tüf ama üç ayrı renkte açık pembe, kirli sarı ve bazen de gri. En üstte yine volkanik bir malzeme daha koyu renkte. Simya dedik, o zaman, malzemenin karakterinin, yağmura, sele karşı nasıl davrandığına bağlı olarak ortaya çıktığını belirtelim. Her birinin o eşsiz duruşu sadece üstlerindeki o renk cümbüşü ile ilgili değil, tabii ki şekillerle de ilintili. Uzaktan dahi olsa o hareketliliğin göstergesi olabilen o üçboyutluluk, yakından bakınca, etrafındakilerle olan öyle veya böyle bir ilişkiyi bir resim gibi gözler önüne koyuyor. Gördüğüm o manzaradan, bir bireyi dahi çıkarsam diğerlerinin, hem de her birinin, hayata karşı duruşunun değişeceğini söyleyebilirim.

Onca eşsiz bireyin şeklinin, yağmura ve sele karşı verdiği mücadele sonunda ortaya çıktığını söylemiştim. Sadece o kadar değil. Konumları da önemli. Şu anda vadinin en alt tarafına doğru konumlanmış olanlar en çok görmüş geçirmiş olanlar oluyor. Yağmurdan etkilenme, hepsi için aynı rastgelelik içinde olurken, selin etkisi, kuralları daha belli bir şekilde onları etkiliyor. Ana yatağa en uzak olanlar, havzanın en kenarında olanlar, en az aşınmış olanlar oluyor. Ama en az aşınmış olanlar, kendini en az gösterenler oluyor. Ama bir de şu: havzanın en alçak yerlerinde olanlar genellikle yok olup gitmek üzereler. Bu arada havzanın en tepe noktalarında yeni bireyler doğuyor. Ama malzemeye ve oluşuma bağlı olarak, istisnalar tabii ki var. Her şey bir kenara, bu peri bacalarının ve bacası düşmüş perilerin kaderlerini bu kadar kolay kabullenmeleri benim çok tuhafıma gitti. İnsan bile, günü geliyor isyan ediyor.

Doğan, yaşayan ve ölen bu mahlukat, yaşamlarını sürdürmek için neyle besleniyorlardı diye çok düşündüm. Yaşadıklarını sadece varsaymıştım, temenni etmiştim. Ta yanıbaşlarından baktım, sağa sola, fazla bir şey çıkaramadım. Okuduğum kitaplar da bu konuda ketumdu. Ertesi gün, balonla, neredeyse tüm bölgeyi gezdim. Benzer doku her yerde vardı. Yalnız bu varolmanın ötesindeydi. Ne söylediklerini tabii ki çıkaramadım, ama acının ve umutsuzluğun gururla haykırıldığı bir yer gibi geldi bana Kapadokya. Başlarına geleni tevekkülle karşılayan ve buna, özgün bir cevap veren bireylerin oluşturduğu bir toplum dedim. Lakin bu cevabın içinde her birinin yeteneklerini göstermesinin ötesinde en ufak bir gayret görmek mümkün değil. Aynı sahnede oldukları için, bu durum, kendiliğinden, bütüne ilişkin bir performans oluşturuyordu. Flamenko desem kabul edebilirim. Evet öyle bir toplum ki tümü sanatçı. Evet gıdaları bu olabilirdi: sanat. Eşsiz bir toplum. Ancak, böyle bir gıda, bu eşsiz bireylerin duyularını, duygularını ve düşüncelerini birbirine dönüştürebilirdi. Balondan indim. Yakınımda bulunan, bacası düşmüş bir peri bacasına yaklaştım: balondaki düşünce ve duygularım iyice pekişmişti. Bana öylece bakıyordu. Sanırım anlamıştım. Bunu anlamak için Kapadokya'ya mı gitmek lazımdı derseniz, tabii ki hayır.

Yolumu kendim bulmuştum; düzelmiştim. Duyularım, duygularım, düşüncelerim arasındaki tıkanmış kanallar artık açılmıştı. Daha uzatmak istemiyorum ama söylemeden yazıyı bitiremeyeceğim. Uzman bir doktor bunun aslında sık raslanan bir durum olduğunu, basit bir operasyonla böyle sorunların artık üstesinden geldiklerini söyledi. Ancak, insanların bu tür tedavilere ilgi göstermediklerini ekledi. Bana birkaç test yaptı, evet düzelmiş olduğumu söyledi. Bunu nasıl başarmış olduğumu sordu. Anlattım, inanmadı, ama yine de bazı sorular sordu, notlar aldı. Hiç merak etmedim. Neyse. Ama o ne. Coşku içinde sokağa çıkmamla beraber, karşılaştığım konuştuğum insanların neredeyse tamamının benim eski halimde olduklarını farkettim. Kafalarındaki anahtar kelimerle duyuyor, duygulanıyor, düşünüyor olduklarını gördüm. Doktorun söylediklerini hatırladım: bu insanların mesela duyuları ilgili kanallardan duygu ve düşünce bölümlerine geçemiyorlarmış ve beklenen dönüşüm sağlanamıyormuş; doktor bana uzun uzun bu mekanizmayı anlattı, nedenlerinden bahsetti, bir kurama göre doğuştan oluyormuş, başka bir kurama göre çevre koşullarına bağlıymış ama şimdi tam olarak çıkaramıyorum. Bu insanlar günlük işlerini yapsalar da özgün birşey üretemiyorlarmış ve çok sıkılıyorlarmış. Kusuru da hep birbirlerinde arıyorlarmış. Vesaire vesaire. Hep aynı hataları yapıyorlarmış. Gündelik hayatı kaldıramıyorlarmış. Yine de ezberlediklerinden hiç şaşmıyorlarmış. Herşeyi bir düğmeye basıp yapmak istiyorlarmış. Veya olur olmaz bir şeyle uğraşıyorlar da uğraşıyorlarmış. Başlarına gelenleri hep başkalarından biliyorlarmış. Dönüp dönüp aynı noktaya geliyorlarmış. Daha neler neler. Tutku onlar için fikrisabitmiş, sevgi nefretmiş, sebat intikammış. Şaşkınlığımdan öyle kala kalmıştım. Eskiden ben normal insanlara nasıl uyum sağlıyorum diye kendi kendime övünürken meğerse kendi kendimi aldatıyormuşum.

Nuri Merzi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   TANIK

Bugün;

- Bir, iki, üç, dört….beş, altı, yedi..... Bir, iki, üç, dört…beş, altı, yedi.
- Nasıl?
- Hala aynı Cengiz. Duyuyor musun? Dünden beri böyle sayı sayarak ip atlıyor.
- Elindeki ipi almayı denedin mi?
- Evet… Hatta alıp sakladım. Şimdi bahçede elinde ip olmadan ip atlıyor zaten.
- Doktor Bey kaçta gelecek?
- Bir, iki saate geleceğini söyledi. Çok korkuyorum Cengiz. Onu hiç böyle görmemiştim.
- Korkma. Belki de, biz ayrılıyoruz diye şımarıklık yapıyordur.
- Umarım…?

Uzun zamandır kavga etmekten başka diyalogları olmamıştı. Söz konusu kızları olduğunda uzlaşmak zorunda olduklarının bilincindeydiler. Hatta çok iyi dostlar gibi birlikte çözümler düşünmeye başladılar. Nalan düşünmekten bitkin düştüğünde, başını Cengiz' in göğsüne yasladı.Hala bahçede olduğu yerde zıplayan kızının sesi geliyordu kulaklarına. "Bir, iki, üç, dört….beş, altı, yedi" Nalan çıldırmamak için kulaklarını elleriyle kapadı. Bu yüzden zil çaldığında zorlukla duyabildi. Kapıya ilk giden Cengiz oldu.

- Hoş geldiniz doktor bey.
- Merhabalar… Cengiz Bey, Nalan hanım.

Karşılıklı selamlaşmalarından sonra, hemen kızlarını pencereden Memduh Bey'e gösterdiler. Nalan, bildiği kadar olayı anlatmaya başladı.

- Dün arkadaşlarım ve çocukları ile piknik yapmaya gittik. O zamana kadar gayet iyiydi… Hatta en son onu iyi gördüğümde ip atlıyordu arkadaşlarıyla. Ve hala ip atlıyor. Çok korkuyorum. Gözleri sürekli sabit bir noktaya bakıyor. Ama hiçbir şey görmüyor gibi… Donuk.

- Anladım. Peki piknikte garip bir şeyle karşılaştınız mı? Korkmasına yada şoka girmesine neden olan bir şey oldu mu?

- Hayır olmadı… Yani tam bilmiyorum. Arkadaşları ile oynarken çok mutluydu. Zaten garip halini görür görmez eve döndüm erkenden. Ne olduğunu anlayamıyorum!?!

***

Dün akşam üstü;

- Amirim bir ihbar geldi. Alemdağ ormanında küçük bir kız çocuğu cesedi olduğunu söylediler.
- Kim haber verdi. Ailesi mi?
- Hayır efendim. Piknik yapan bir aile.
- Ekipleri olay yerine hemen gönder.
- Gittiler efendim. Ben size bilgi vermek üzere geldim.
- Aracı hazırlasınlar… Biz de gidelim.

Komiser Kemal olay yerine vardığında, ambulansa bindirilmekte olan üstü örtülü minik bedene yaklaştı. Yaklaşık beş saat önce öldüğünü tahmin ettiği kızın cesedi morarmaya dönmüştü. Yüzündeki acı ifade ile karnına kramp girmesi bir oldu… Doğruldu ve arkasında duran Selim' e yöneldi.

- Ailesi bulundu mu? Bu kız tek başına mı gelmiş.
- Henüz bir bilgi yok efendim. Elimimize ulaşmış bir kayıp ihbarı da.
- Hımm… Peki kızın yanında kim olduğuna dair herhangi bir ipucu var mıydı?
- Yok efendim.

***

Bugün akşam;

Sayın seyirciler; dün öğlen saatlerinde, Alemdağ ormanında Ümraniye sapığı yine iş başındaydı. Şimdi olay mahallinde inceleme yapan ekiplerin başındaki arkadaşıma dönüyoruz. Sayın Erkan,İzlenimlerinizi söyler misiniz?

- Teşekkürler Tuba. Dün öğlen sularında vahşice işlenmiş bir cinayet yaşandı burada. Dokuz yaşlarında bir kız çocuğu, Ümraniye sapığı olarak adlandırılan bir cani tarafından işte tam burada vahşice tecavüz edilip öldürüldü. Yetkililer Ümraniye sapığını henüz yakalayamadılar. Ancak polis, her yeri geniş incelemeye aldı. Özellikle tenha ve orman alanlarına özel korucular yerleştirildi. Olası bir yeni suç öncesi erken davranıp, kısa sürede yakalayacaklarını beyan ettiler. Ölen kızın kim olduğu ve ailesi hala meçhul. Olay yerinden bildireceklerim bu kadar… Tuba.

Teşekkürler Sayın Erkan. Şimdi ana haber bültenimize dönüyoruz……

Nalan dikkat kesilmiş, hipnoz olmuş gibi ekrana yapışmıştı. Esma' nın, dün kafasına taktığı pembe saç bandını olay yerinde gördüğünde gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Bir yandan, bitkin düşüp uyumuş olan Cengiz' i itekliyordu. Şaşkınlıkla uyanan Cengiz, soran gözler ile uyandı. Televizyonda duyduğu haberi ve gördüğü saç bandını anlattı. Nalan, "Olabilir mi Tanrım… Lütfen! Orada yaşananları görmüş olamaz" derken, hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. Uyku sersemliğinden sıyrılmış olan Cengiz dizinde hıçkıra hıçkıra yatan Nalan' ın başını okşarken, bir yandan derin bir düşünceye daldı. Şimdi ne yapacaklardı, nasıl davranacaklardı? Zaman durmuş, saatler susmuştu onlar için.

***

Yarın,

- Amirim. Sonunda kızın ailesine ulaşılabildi. Sultançiftliği mevkiinde bir gecekonduda oturuyorlarmış. Olay yerine yakın sayılır. Az sonra burada olacaklar.
- Peki kızlarından iki gündür haber almadıkları halde, neden sesleri çıkmamış.

Tam o sırada kapı çalındığında, Kemal Bey'in odasına giren zavallı kızın bitap düşmüş annesi oldu. Komiserin karşısına oturdu. Aşağı düşmüş omuzları, bitkin yüzü ızdırabının aynalarıydı. Anlatmaya başladı;

- Ben gündelik işlerine giderim. Evde yokken kızı komşu Hatice'ye bırakmak zorunda kalıyorum. Kız arkadaşlarımla oynamaya çıkıyorum diye evden çıkmış, akşama gelmemiş. Bende eve dönemeyince, haber verememişler. Hepsi benim hatam. Kızımı yalnız bıraktım.

Hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. Başıyla işaret edip, yardımcısı ile zavallı kadını evine gönderdi. Kendi kızlarını ve bu kadının yaşadıklarını yaşamanın ne kadar acı olduğunu düşündü.

***

Yarın,

Memduh Bey'in gözetiminde hastaneye kaldırılan küçük Esma, hala ip atlamaya ve sayı saymaya devam ediyordu. "Bir, iki, üç…. Beş, altı, yedi…". Doktor bey en son mutlu olduğu anın ip atlarken olduğunu ve sırf bu yüzden beyninin duymak ve görmek istemediği diğer tüm görüntülerini sildiğinde, en son mutlu olduğu anda takılı kaldığını söyledi. İyileşmesi güç olacaktı belki, ama iyileşecekti. Nalan, "ya o zavallı kızın annesinin yerinde olsaydım." diye düşündüğünde, en azından kızının hala yaşıyor olması tesellisi olmuştu. Aylarca, hatta yıllarca devam edecek bir tedavi süreciydi katlanmak zorunda oldukları. Hiç pes etmeyecek, daima biricik kızının yanında olacaktı. Eşi Cengiz' de kendisine destek. Bir ay önce ayrılma kararı alan, şiddetli geçimsizlik yaşadıklarını ileri süren bu iki kişiyi, kızlarının rahatsızlığı bir araya getirmiş ve evliliklerine devam kararı verdirmişti. Zamanla birbirlerini yeniden sevmeyi de öğreneceklerdi.

***

Altı yıl sonra;

On beş yaşında olan Esma, evine gideceği için oldukça heyecanlıydı. Annesi yeni aldığı elbisesini giydirirken çok mutluydu. Anne ve babasına defalarca sarıldı. Artık evine gidiyor olması, onun için bir hayalden öteydi. Eşyalarını bagaja dolduran babasının yanaklarından öptükten sonra, arka koltuğa yerleşti. Sürekli yeni öğrendiği şarkıları söylüyordu. Anne ve babası ise, içinden "nihayet bitti" diye Allah' a teşekkür ediyorlardı.

Hep birlikte şarkı söyleyerek, neşe içinde evlerine giderlerken, aniden birine çarptı Cengiz. Birden bire yola atlayan kişinin yüzü ön cama kanlar içinde yapışmış duruyordu. Nalan çığlık attığında, Esma da olan gücüyle bağırmaya başladı;

- Bir, iki, üç, dört….beş, altı, yedi..... Bir, iki, üç, dört… beş, altı, yedi.


Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,119,119,119,119,119,119,119,119,11
              9 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


YAŞAMIN USTALARI

Birey olmak konusunda nerelere geldiğimizi düşündüm. Çevremdeki insan davranışlarına baktığımda, birey olma konusunda henüz yolun çok başlarında olduğumuzu hissediyorum. Birey olmak ile toplumsal sorumluluk arasında ilişkinin çok iyi kurulmadığı görüşündeyim. Dikkat ederseniz aile yaşamında, arkadaşlar arasında, aşk ilişkilerinde "haklar" , "sorumluluklar" ın önüne geçmeye başladı. Bu vahşi bireycilik anlayışının ana ekseni. Hak ve sorumluluk kavramlarını dengeleyemez iseniz, yani sadece "benim hakkım" derseniz sosyal yaşama katkınız pek anlamlı olmaz, yalnızca "sorumluluklarım" derseniz kendiniz olmaktan çıkarsınız kimliğinizi elinizden alırlar. Bugünkü nesil çatışması "haklar"ını savunanlar ile onlara "sorumluluklar"ınnı anımsatanlar arasında oluyor.

İki insan yıllarını birlikte yaşamışlar, evlenmişler, çoluk çocuk sahibi olmuşlar, aniden biri bir başkasına aşık olduğunu sanıyor ve hakkı (!) olan aşkı(!) yaşamak için tüm sorumluluklarını terk ediyor.

İki insan yıllarını birlikte yaşamışlar kavga ve gürültü içinde birbirilerine saygıları yok, çocukları var, onlara karşı sorumlulukları(!) yüzünden bu cehennemde yaşıyorlar.

İki insan yıllarını birlikte yaşamışlar, çocukları var, biri başkasına aşık oluyor, sorumlulukları nedeniyle bu aşka sıcak bakamıyor, lakin yaşam çekilmez hale geliyor evde hiç olmayan kavgalar çıkıyor. Sonra bir araya gelip neden böyle olduklarını konuşuyorlar. Durum anlaşılıyor, medeni iki insan gibi, çocukların durumu görüşülüyor, onların nasıl yara almadan bu durumdan haberdar edileceği tartışılıyor. Yeniden denemenin mümkün olup olmadığı araştırılıyor.

İşte üç tane örnek verdim, hangisi gerçek birey olmakla daha ilintili?

Hak ve sorumluluklarla ilgili yaşam biçimlerinin yanına ben "iletişim" denilen insan olmanın temel öğelerinden birini sokmak istiyorum izninizle. İletişim kaygısı taşımayan bir insanın anlatması ve anlaşılması da mümkün değildir bugünkü hız dünyasında. Kentleşme ilginç bir şekilde insanların bireyselleşirken, profesyonelleşmesini de gerektiriyor. Profesyonel ne demek, yaptığı işin uzmanı demek, yani yaşam da bu hız ortamında artık "bir iştir" o halde profesyonellik önemlidir. Eskiye göre daha fazla ihtiyacımız var "yaşamın ustaları"na. Hani biz ders vermeden yol gösteren, hani bize davranışları ile örnek olan, hani bize "hak" ve "sorumluluk" denilen kavramların nasıl dengelendiğini gösteren.

Yaşamın ustalarının kimler olduğunu yaşamınızın üçüncü çeyreği başlarken farkedersiniz. Bazen o arkadaşınızdır, bazen babanız, anneniz veya kardeşinizdir. Birlikte geçirdiğiniz elli yıldan sonra anladığınızda , ne olur dikkat edin onları çok kırmamış olasınız.

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   -sam -sem -sa -se

Örümcek olsam, salgıladığım ağın ucunda kendimi boşluğa bırakıp, hafif hafif esen rüzgârın etkisiyle, usul usul sallansam. Kimse hareketsizliğimi fark etmese, hareket ediyormuşum izlenimini uyandıran tek etkenin benim dışımda bir güç olduğunu anlamasa...

Elimi uzatıp baş ucumdaki lambanın ayağının dibinde uzanan cep telefonumu alsam. Odamın sabaha uyanamamış karanlığında evire çevire, küçücük bedenindeki daha da küçük "aç-kapa" düğmesini arayıp bulsam, işaret parmağımla üzerine basıversem. Işıl ışıl olup şifremi sorsa, karnında tuşladığım cevaptan memnun kalsa, sırıtsa.

Sırt üstü yattığım yerden, fazla güç sarfetmeden, iki parmak darbesiyle, iş yerimi arasam. Telefon çalsa, çalsa, çalsa ve elbette açılsa. "Alo !"nun sahibine, beni tanımış olduğu halde, âdet olduğu üzere kendimi tanıtsam ve desem ki,
"Bu gün işe gelmiyorum !"
"Neden ? Ne oldu ? İyi misin ? Neyin var ?" gibi, esasında ilgisini zerre kadar çekmeyen cevapların sorması gereken sorularını sorsa.
"Yok bir şeyim. Çok iyiyim. Sadece bu gün canım zerre kadar çalışmak istemiyor." desem, sussam. Bir müddet karşımdaki bu, nasıl bir tepki vermesi gerektiğini kestiremeyen, hayretler içinde kalmış insanın, tatlı sessizliğini dinlesem. Sonra daha o ağzını açmaya fırsat bulamadan devam etsem.

"İnan ne sizlerin, ne müşterilerin yüzünü görmek istemiyor canım. Gücüm yok, bütün gün gülümsemeye, dert edindikleri küçüp detaylara çözüm bulmaya çalışmaya, kimi kimsesi olmayanların duvarlara anlatmaktan bıktıkları hayat hikâyelerini dinlemeye, kararsız çiftlerin varlığımı unutup giriştikleri didişmelerin son bulmasını beklemeye, komik olmayan esprilerin komik olmadığını belli etmemeye, kaba olanlardan bile kibarlığı esirgememeye...

Yatağım nasıl sıcacık bir bilsen! Üzerimdeki yorgan tam ısıtması gerektiği kıvamda ısıtıyor. Yastığım tam tamına alması gereken şekli almış, konforun doruk noktasına ulaşmış vaziyette.

Şimdi kalkacaksın, ayaklarını sürüye sürüye banyoya gideceksin, titreye titreye duşa gireceksin, yine titreye titreye giyinirken, beynini vücuduna üşümediğini sanmasına dair emirler yollaması için ikna etmeye çalışacaksın, ...derken, öğle tatilinden önce guruldamaya başlamasın diye, uyanmamış ve hiç bir gıda maddesi arzulamayan midene, evvelsi akşamdan kalma, bayatlamış, zamanla hâlâ içilebilir olduğuna karar verdiğin çay eşliğinde, zorla iki dilim ekmek yollayacaksın, ...ve bütün bunları dışarıdaki hava derecesinin eksilerde bir rakam gösterdiğini, arabanın seni camlarındaki buzlarını kazıman için sabırsızlıkla beklediğini bile bile yapacaksın... Yok, yok..., inan hiç bir güç kaldıramaz beni yattığım huzurun kollarından.

Bu gün uykudan bıkana kadar, yada uyku benden bıkana kadar uyuyacağım. Yatağımın, boyunda, eninde, çaprazında sere serpe yatılmadık bir köşesini bırakmayacağım. Uyanıp uyanıp tekrar uyuyacağım. İki uykunun arasında popomda uçuşan pireleri saymaya çalışırken tekrar derin bir uykuya dalacağım. Rüyalarımı uç uca ekleyip uzun metrajlı bir film yapacağım.

Sonra, günün ilerleyen saatlerinden birinde, gerine gerine kalkarım. Ağır aheste hazırlanıp evden çıkarım. Çıkarım çünkü tembelliğin tadına kalabalık yerlerde varılır. En kalabalık olduğunu bildiğim bir alışveriş merkezine gidip, önünden geleni geçeni bol olan café'lerinden birinde, insan manzarası en yoğun bir masaya yerleşirim. Çok uyumaktan sersemlemiş beynime bir doz kafein ikram ederim. Kafein kalbimin daha hızlı atmasına sebep olur ama zihnim yine de puslar içinde kalır. İkinci fincanımdaki kahveyi tadını çıkararak, hakkını vererek yudumlarken, hareketsizliğimin verdiği keyifle hareket edenleri seyrederim. Merak ederim, nereden nereye gittiklerini, neden bu kadar telaşlı olduklarını, kaçanın ne olduğunu ve ne diye onu kovaladıklarını. Salına salına gezenlere, boş boş etraflarına bakınanlara kızarım, tembelliğimi çalmaya çalıştıkları için, tembelliğin aşk gibi sadece özel insanlarla paylaşıldığını bilmedikleri için." desem ve artık sussam.

Telefondaki her kimse, duyduklarına inanamayan şaşkın sesine otoritesini katmaya çalışarak "Peki yarın? Yarını düşündün mü?" diyebilse.
"Tembelliğin programı yarını kapsar mı hiç ?" diye sorsam, hemen ardından eklesem "Hadi size iyi işler, görüşmek üzere..." ve kapatsam telefonu... Ne olur sanki?

Sahi ne olur sanki ? Bir kerecik olsun, çalar saatin sevimsiz ezgisinden saatlerce önce uyanıp, asla çalmayacağını umarak, eksik kalmış uykumun kırıntılarını, yastığımın bir köşesinde çaresizlik içinde aramasam, bu defa doya doya, deliksiz uyusam...

Ayşenur Güven
Belçika
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,779,779,779,779,779,779,779,779,779,77
              13 Kahveci oy vermiş.
15 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sedef Özkan

 40 Hatırlı Kahve : Sedef Özkan


  TÜM DEPARTMANI İŞTEN ÇIKARDILAR

"Tüm departmanı işten çıkardılar, top olduk abi!"... Tüm departmanı işten çıkardılar, top olduk ( İngilizce okuyunuz lütfen! ) abi!...

Yukardaki enfes cümleyi sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim.. yoksa, yoksa bilmiyorum galiba hırsımdan, yalnızlığımdan, bi şeylerimden, içime gerçekten fenalık basacak! Hiç olmazsa birilerine yazmam lazım.. konuşmam lazım.. gerçekten nereye gidiyoruz biz? Gerçekten yaşamalı mıyız bu yüzyılı? Neyin peşindeyiz? Abi kim top oldu?! Sen kimsin güzel abim?

İçimde sıkıntı... bitmeyen bir sıkıntı... işten ev yolu uzadıkça uzuyor, bitmiyor... sokağıma geldiğimde bir umut, bir heyecan... bugün de evime kavuştum sonunda... saat kaç olursa olsun mabedime kavuştum derken bir cümle çınlıyor sokağın başında: "Tüm departmanı işten çıkardılar, top olduk abi!"... Ona bakıyorum, o bana bakmıyor.. dalmış gidiyor.. öyle hararetli anlatıyor ki, cep telefonuyla bütünleşmiş sanki, alet uvzu olmuş... gözünün kimseyi görmesi mümkün değil zaten.. bunun ki de başka bir hırs işte.. benimkinden azıcık farklı!

Günlerdir kafamda bu cümle... çıkarıp atamıyorum, lanet olsun, bu da bi zırvalık işte deyip geçiştiremiyorum...

Bu nasıl bir döngü? Kurtulmamız mümkün mü?

Ne kadar izole ederseniz edin, ne kadar "ben kendi dünyamı kurdum, bakın siz de yapabilirisiniz"lerle kandırın kendinizi, BURADASINIZ, başka bir yerde değil!

Şimdi bu şık, çok kaliteli(!), yetenekli(!) ve terfiyi çoookkkktaaannnnnn haketmiş zat-ı muhterem için ne yapılabilir? Şu yapılır: Terfi ettirilir, maaşına zam yapılır: Çok daha kaliteli, çok daha yetenekli ve çok daha şık bir imaj çizilir; o artık TOP olmuştur.

Bu güzel adamın, karısı, sevgilisi, çocuğu, anası, komşusu, dostu, hayatında ne kadar yer tutabilir ki? O zaten çok güzeldir ve tüm bu sözcükler sadece hedefinin kenar süsüdür. Görünüşte her şey karısı ve çocuğu içindir. Ki aslında onlar bile günümüzün asil dünyasının kapısını açan 'yüce sözcüğün' hizmetkarlarıdır sadece: KARİYER

Kariyer hedefiniz nedir?

Öteki adam eve et götüremiyor, içtiği sigarayı sayıyor, çocuğuna ilaç alamıyor. Sen top oluyorsun! İşte bizim memleketimizin hazin kariyeri...

35 yaşını aşmamış bayanlar ve baylar... Önünüzde uzun, çok uzun iş yaşamı var.. Kariyer planlarınızı iyi yapın, hedeflerinizi saptayın, vakit çok geç olmadan!!! Hâlâ genç, enerjik, canlı, capcanlı iken 'top' olmaya bakın. Sonra bir gün '35 yaşını aşmamış' ilanlarıyla karşılaştığınızda şaşırmayın! Bu yüzden arayan ve atılan değil, aranan ve atan olun! Kim tutar sizi! Sonra tüm departmanı işten çıkarmışlar...

Sonra bir departmanı daha..

Sonra bi tane daha..

Sonra sadece siz kalın.. boşluğa hükmedin... sonra boşluktaki aksinize...

Sedef Özkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Müfit Uzman


SET

Tsunami değildi,
kesin
savuran beni bu semte
kim ne derse desin.

...çok uzun yoldu;
öyle ki
yol,
kumral saçlarımı da yoldu.

Özlemlerimi preslemiştim;
çıkarttığımda ütü istemesin,
t-box misali
buruşuk da olsalar
kullanılabilsin.

Yollar karanlıktı, yürüdüm
mum ışığına sırt verip
gölgemi büyüttüm.
Korkularım gölgemden kaçsın,
vardığımda, varlığınla
ne korku, ne mum
ne gölge kalsın.

Maviliğinle aydınlanmak,
ipeğine dokunmak,
şen
şakrak
türkünü duymak,
kıvrak
bedenine sarılıp, yorulmak
seninle uyumak
sesinle uyanmak…

Hıh!

Umduğum yerde
bulduğum, ummadığım
bir boş sokak
- ki korktuğum.

...sis, pus, çamur, lodos,
kepengi aşağı çekilmiş nöbetçi eczane,
boynu bükük, parfümünü içine saklamış hanımeli,
sıkıca örtük perdeler,
sanki yeni gitmiş bir cenaze.
Ve
eve alınmayı bekleyen bir kedi,
köşeye atılmış poşetler,
kırık bir ayna, üç-beş parça,
çok ötelerden bir köpek sesi…

Birden,
göz kamaştıran bir ışık
aydınlattı bir evi.
Karanlıklar içinden çıkan bir çift,
sessizliğe inat
şarkılarını her duvara çarptırarak
geldiler kapı önüne, adamın eli, kadının beli
öne çıktı, göze battı
kedinin dili.

"KES!"

"Baştan alıyoruz."

"Motor!"

Vayy!

Anladım ki, burası da
yola çıktığım yer gibi;

bir film seti.

Müfit Uzman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,099,099,099,099,099,099,099,099,09
              11 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.287 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


AĞITI YARALI KUŞLAR KONAR ALNIMA

Bülent Özcan Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Beni bir sağucu mu sanırlar
Tünedikleri ömrün kâhinidir onlar
Dökerler kanatlarını rehin bir nehrin avlusuna
Gelir bana konuk olurlar

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Sesini sebil etmiş çeşmeler durulanır
Güvercin uykulardan bir menekşe uyanır
Zamanın aynasında salınır salkım söğüt
Göğün kırlangıcını şu ağaç tanrı sanır

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Baharı firar etmiş bahçelerin imlası dökülür
Bir serçenin düşünü hayra yorar bir bilge
Dalında yaprak çürür
Evren küçülür

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Tanrının üvey çocuğu mudur onlar
Bu yüzden mi şairlere dokunurlar
Göğün yorgun yüzünde sessiz uyurlar

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Hüznüme usul usul yağar kar...

Bülent Özcan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yok yok korkmayın, burası İstanbul değil!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


http://www.bitkisel-tedavi.com/faydalibilgiler.htm Alternatif tedavi yöntemlerine konu olan bitkilerle ilgili pekçok bilgiye ulaşmanız mümkün. Issız bir adaya düşerseniz lazım olur, kesin saklayın.

...Otomobilin yolla temasını sağlayan tek unsur olan lastiklerin önemi göz ardı edilmeyecek kadar büyüktür. Bu nedenledir ki sürüş güvenliği açısından lastikler hayati önem taşır. Yanlış basınç uygulanmış bir lastik kötü yol tutuşa ve fren mesafesinin uzamasına neden olacağı gibi, balans bozukluğu bulunan bir lastik de yolla teması azaltıp hayati tehlikeye neden olabilir... devamını merak edenler için kaynak :
http://www.e-kolay.net/arabam/lastik/lastik.asp

...İdeolojik olarak iyi bir eğitim almış, belirli bir güven vermiş ve yeterli olgunluğa kavuşmuş örgüt mensupları, silâhlı mücadelenin bir gereği olarak, bu yönden temel eğirime tabi tutulmaktadırlar. Temel eğitim içerisinde, örgütün elde edebileceği her türlü silâhın kullanımı, nasıl eylem ve suikast düzenleneceği, fiziki kondisyon ve zor şartlara mukavemet sağlamaya yönelik eğitimlerin yanı sıra, bomba yapımı, bombalı eylemin nasıl düzenleneceği gibi daha teknik ve ileri seviyede eğitim de verilmektedir... Tarzında bir yazı okuduğunuzda, bu da nereden çıktı demeyin. http://www.teror.gen.tr kısayolunu tıkladığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Terörsüz ve mutlu günler dilerim.

...I will not say, Dear Members, it was -- for us the İzbuls and our neighbours -- just one of those crazy weekends... No, it was not! It was the craziest ever!! The sort of thing one would hope and pray never to happen in a lifetime... Türkler için pratik İngilizce eğitimi için eğlenceli bir web sayfası http://www.oursworld.net/ingilizce-ders/pratik-ingilizce.htm Yalçın bey’e teşekkürler.

http://www.gittigidiyor.com/php/listele.php?nick=kahvemolasi
Meşhur müzayede sitesi e-bay in Türkiye'deki son derece başarılı uygulaması. Kahve Molası Fincanları için de güzel bir şans. Fincanlarımıza çok ucuza sahip olmak mümkün. Tıklayın peyinizi sürün.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Tclock Light [373 KB] XP Free
http://homepage1.nifty.com/kazubon/tclocklight/tclocklight-040702-3.zip
Pek bir işe yaramayan XP Görev çubuğunun sağ köşesindeki saate bir sürü özellik katan minicik bir program. Kullanın çok seveceksiniz. Zip'li dosyayı bir yere açın, içindeki tclock.exe yi çalıştırın. Sürekli çalışsın istiyorsanız başlangıç menüsüne bir kısayol koymayı ihmal etmeyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050210.asp
ISSN: 1303-8923
10 Şubat 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com