|
|
|
14 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Sevgi ayağa mı düşüyor? |
İyi Haftalar,
Sizi bilmem bana gına geldi. Nereye baksan, neye kulak kabartsan aynı şey. Bu kadar mı ucuz mu gerçekten? Çarşıda pazarda satılan bir kırmızı kalp midir Allah aşkına sevgi? Tamam yaşımız itibariyle burada konu edilen sevgiyi unutmuş olabiliriz, hatta aşk damarlarımız tıkalı, sevgi pınarlarımış kurumuş olabilir, hatta sırf bu yüzden çekemeyip böyle abuk subuk konuşuyor da olabiliriz. Ama biz de insanız, bizim de canımız arada tuzlu kurabiye, tatlı muhallebi, acı jelibon çekiyor pekala. Bu kadar dile pelesenk edip ruhumuzu titretmeye ne gerek var. 2 tane fazladan kırmızı don satacağız diye icat ettiğiniz bu sevgililer gününden bana gına geldi arkadaş. Hele araba kullanıyor, kullanırken radyo dinliyor, yanınızda yeni yeni yeşillenen bir güzel genç kız sürekli iç geçirirp "Off Offf" diyor, siz radyodan yükselen sevgiliden sevgiliye mesajları dinliyorsanız delirmemeniz mümkün mü? "Sema'cım sana sevgililer gününde Gülben Ergen konserine 2 kişilik davetiye, gecenin tadını çıkar canım, hadi bayy" "Ayyy çok teşekkür ederim, harika oldu bu. Bir planım da yoktu" Yalana bak yalana. Bu tür 2 kişilik davetiye kazananlardan bir akıllı cevap bekliyorum hep. "Pardon davetiyenin yanında eşantiyon bir de sevgili veriyor musunuz?" Henüz duyamadım ama umutluyum elbet birgün duyacağım. Bir de ben evli eşlerin sevgililer günü kutlamasına karşı olanların tarafındayım. Sevgililik mi kalmış, evlenmişin yahu, ne sevgilisi? "Mukaddes Hanım sevgililer gününde kocanıza ne hediye aldınız?" "Ay şekerim ben en güzel hediyeyi o gün yanında olmayarak vereceğim ona, daha ne istiyor, belasını mı?" İşte! İşte ideal eş. Bu Mukaddes'ten her eve lazım yahu. Evet işte bugün o gün yani sevgililerarası paslaşma günü. Bir bütün yıl sevgi sözcüklerinden nasibini alamamış sevgililerin zorunlu hatırlanma, çiçeklere gömülme, velhasıl gönül alma günü. Uyanıklar için de güzel bir fırsat. Bir gün gösterecekleri ihtimamın bir bütün yılı kurtaracağını akıllarının bir kenarında tutsunlar. Yapılacak minik bir jest gerektiğinde yol, su, başa kakma, nankörlükle suçlama gibi imtiyazlarla kendilerine geri dönecektir. Sevgililer gününüz kutlu olsun.
...
Dergimizin dağıtımı sürüyor. Abonet dağıtıma başladı, abone olup bu akşama kadar dergiden haber alamayanlar bana bir ufak mesaj yollarlarsa elimden geleni ardıma koymam. Yarından itibaren abone olmayanlar için dergiye ulaşabilecekleri merkezleri duyurabileceğim sanırım. Ama tek sayı için bile olsa abone olmak yararınıza. Dergi kapınıza kadar geliyor ve ücretini kapıda ödüyorsunuz. Var mı bundan daha kolayı? İstanbul dışında dergimizi dağıtmak için imkanı olanlardan haber beklediğimi yinelemek istiyorum. Ve bugün sizlere günün anlam ve önemine binaen hüzünlü ama unutulmaz aşk hikayesinin müziğini dinletmek istiyorum. Andy Williams söylüyor, Love Story. Hepinize güzel bir hafta diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Her Pencerede Ayrı Bir Hüzün Var - 6
Erkan kapının önüne konmak üzere özel olarak yaptırılmış bir heykel gibi donup kalmıştı. Davetsizce içeri girip ona sarılan kadının sıcaklığı tüm direncini kırdı, başını omzuna yaslayıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Haftalardır belki biraz rahatlarım umudu ile ağlamak için çabalamıştı ama bir türlü becerememişti. Şimdi ise tutmak için tüm gücünü harcadığı halde gözyaşlarına engel olamıyordu. Korkmuş bir çocuk gibi, başını omzuna biraz daha gömüp en azından hıçkırıklarının sesini bastırmaya çalıştı. Emel "canım benim, bu gün öğrendim başın sağ olsun" derken bir yandan sonsuz bir şefkatle saçlarını okşuyordu. Bir süre sonra kapıyı kapatıp Erkan'ı salona götürmeyi akıl edebildi. Az önce uzandığı kanepeye oturmasına yardım ettikten sonra tekrar sarılıp bir zaman daha öylece kaldı. "Sana su getireyim mi?" sorusu minik bir baş hareketi ile onaylanınca "mutfak yanda galiba" dedi. Erkan yine sadece kafasını sallayarak cevapladı.
Bir bardak su ve bir deste peçeteyle geri dönüp eski yerine oturdu. "İyi misin şimdi?" Yine başla onaylama... "Sen bu gece hiç konuşmayacaksın galiba" Yarım bir tebessümle kendine çevrilen yüze dikkatle bakıyordu Emel. Hiçbir detayı kaçırmadan, kelimelerin anlatamadıklarını mimiklerden çözmeye çalışır gibiydi.
- Sen nasıl geldin buraya?
- Erdinç getirdi.
- Bulduğu bahaneden anlamalıydım bir şeyler çevirdiğini.
- Yok valla, tüm organizasyonu ben yaptım.
- Erdinç'i nerden buldun sen?
- Akşam Beşiktaş'ta karşılaştık. Sana geliyordu, ne oldu ne bitti derken laf lafı açtı, bu saate kaldık. ... Annen nasıl?
- Düzelmeye başladı.
- Allah yardımcınız olsun, dedi Erkan'ın sırtını sıvazlarken. Bakışlarını az önce indirdiği titreyen ellerinden kadının yüzüne kaldırıp zar zor duyulan sesiyle
- İnşallah, dedi Erkan. ... Boşanmışsınız?
- Tek celsede. Şidddetttli geçimsizlik.
- Sen nasılsın, gelebildin mi kendine?
- İyiyim ya, toparladım.
- Eve geçtin mi?
- Yok satıyorum evi, Beşiktaş'a taşındım. Arabayı da satıp parasını psikiyatriste verdim.
- Sen de mi?
- Ben de... Evi sana satayım istersen, misafirliğe gelmem ama.
- Yok almayayım o zaman.
Araya giren sessizlikte Erkan'ın kendi kendine gülümsediğini fark etti.
- N'oldu?
- O gece yağmur yağıyordu hatırlıyor musun?
- Hangi gece?
- Asuman'ın... Asuman'ın öldüğü gece. Ertesi sabah konuşmuştuk seninle. Benim de Ömer'im öldü demiştin...
- Hatırlamaz mıyım... Aysun'lara gidene kadar sırılsıklam olmuşum, hepi topu 100 metre falan arası. Ama onu hatırlamıyorum, deli bir yağmur hatırlıyorum sadece. ... Ömer öldü demiştim ya sana, sanki gerçekten ölmüş gibi geliyor. Şimdi sen Asuman'ın öldüğüne inanamıyorsun ya, çıkıp gelecekmiş gibi geliyordur sana... Bense bunların hiçbirini yaşamamışım da Ömer ölmüş, ondan bu kadar acı çekmişim gibi hissediyorum. ... Ne yağmurmuş ama, ikimizi de ne biçim ıslattı.
- Daha kimlere neler yaptı kim bilir... dedi aynı tuhaf gülümsemeyle.
Yine sessizlik... Söylenecekleri bulamıyor ya da anlatılacaklardan korkuyor gibi kesik kesik devam ediyorlardı konuşmaya. Erkan zor bir sınavdan çıkmış gibiydi, iyi veya kötü geçmiş olmasını önemsemeksizin bitmiş olmasının rahatlığı üzerinde ama bir o kadar da yorgun hissediyordu kendini. Emel'in üzerinde ise ilk kez geldiği bir kentte nereye gideceğini bilemeyen bir yabancı gibi tutukluk ve şaşkınlık vardı.
- Biliyordun değil mi?
- Neyi?
- Ömer'in yediği haltları
- ...
- Niye söylemedin bana.
- ... yapamadım...
- İyi bir neden, dedi kinayeli vurgularla. Neyse, sen hiç olmazsa neden söylemediğini biliyorsun, Erdinç onu da bilmiyor.
- Öğrendiğini fark edince bizden nefret etmenden korktum.
- Yok canım o kadar da değil. İlk zamanlar çok kızdım size, sırf onun karısı olduğum için beni adam yerine koymuşsunuz diye düşündüm. Sonra doktorum bir araba parası yiyince sizi bile sevdirdi bana.
- Vayy o kadar kötü durumdaydık demek.
- Şaka beee, ben kendim de tekrar severdim sizi ama daha uzun zaman alırdı. Açıkçası karşılaşınca ne tepki vereceğimi ben de bilmiyordum. Bir de sen geliyorum deyip gelmedin, sonra ortadan kayboldun falan, ne olduğunu çözemedim anlayacağın. Bu gün Erdinç'le karşılaşınca çözdük olayı.
- Yoldan döndüm, kaza için...
- Biliyorum, anlattı Erdinç, dedi elini Erkan'ın peçeteyle oynayan elinin üzerine koyup. Sonra odanın ve o anın sessizliğine, o zamana kadarki yumuşak ve ürkek konuşmalara yakışmayan anilikte bir hareketle ona dönüp kanepede bağdaş kurdu, "sana bir şey soracağım ama doğru söyle" dedi.
- Sor bakalım.
- Doğru söyleyeceksin ama, üzülürüm falan diye kıvırmak yok.
- Tamam söz.
- Benden güzel mi? ... Biliyorum çok aptalca ama sadece bunu merak ediyorum.
- Sanmam, dedi Erkan gözlerinin ta içine bakıp.
- Nasıl yani, tanımıyor musun?
- Bilmiyorum... Bak bildiğim kadarını anlatayım sana, ilişkisini ilk fark ettiğimde konuştuk, sadece, Antalya'da seminerde karşılaştıklarını söyledi, ben sert çıkınca başka bir şey anlatmadı, ben de sormadım. Erdinç'le birlikte bir kez daha konuşmaya çalıştık ama 'üstümüze vazife olmadığını' söyledi, bir daha da konu açılmadı. Ondan sonra ikimiz de pek muhatap olmadık Ömer'le. Tanıdığımız biri olduğunu tahmin ediyorum, okuldan falan olabilir. Hepsi bu... Hem boş ver, bazen bilmemek daha iyidir.
Tam oyun oynamaya giderken yemeğe çağırılıp hevesi kursağında kalmış çocuk gibi yutkundu.
- Haklısın, dedi, belki de bilmemek daha iyi. Zaten bundan sonra ne fark eder ki...
Az önceki ani hareketini affettirmeye çalışır gibi yavaş hareketlerle döndü, ellerini dizlerine dayayıp avuçlarına sakladı yüzünü. Parmakları aklından geçenleri sıraya sokmaya çalışır gibi kıpırdanıp duruyordu yüzünde. Dudakları kıpırdıyordu ama aralık olmadıkları için ses çıkmıyordu sanki. Duruşunu değiştirmeden, mırıldarcasına konuşmaya başladı tekrar.
- Biliyor musun çok şanslı bir kadın...
- Bırak Allah aşkına, asıl Ömer senin gibi bir kadını kaybettiği için çok şanssız, hatta aptal!
- Ha yok, ondan bahsetmiyorum. Sanki düşündüklerimi biliyormuşsun gibi yarısından başladım cümlenin. Senin hatun, çok şanslı bir kadın.
- Niye ki?
Cevabı arar gibi etrafına bakındı önce, bulduğuna kanaat getirince doğrulup devam etti.
- Ne bileyim, kaç kadının hayatına senin onu sevdiğin gibi seven bir adam girer ki... Seninle konuşurken sizi Ömer'le bize benzetirdim. Sen onu böyle sevebildiğine göre o da seni seviyor demektir. Aşk ancak beslenirse bu kadar büyür. Hani biz çok mutluyduk ya, siz de bizim kadar mutlu olursunuz diye düşünmüşümdür hep... Şimdi fark ediyorum aynı şey olmadığını. Ömer öyle sevmemiş beni. Hatta galiba Ömer hiç sevmemiş beni...
- Böyle söyleme Emel, seni çok üzdü, kırdı, biliyorum. Çok da kızıyorum ona, tamam bir şeyler bitmiş olabilir ama seni kazanmak için ne kadar savaştığını sen de biliyorsun. Sevmese bir zaman sonra pes ederdi...
- Öyle değil işte Erkan, onunki sevgiden değildi, bir savaştım ben onun için. Ömer'i bilirsin, 'hayır' onun için bir cevap değildir. Şu halime bir baksana, tam onun istediği kadınım, saçım onun istediği şekilde, makyajım onun sevdiği tonlarda, onun sevdiği filmlere gidiyorum, kahveyi bile şekerli içiyorum... Bazen oturup Ömer'den önce nasıl biri olduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Beni istedi, kazandı, değiştirdi, zaferinden emin olduktan bir süre sonra da sıkıldı, hepsi bu işte...
- Haksızlık etme kendine, bu kadar uzun süren bir ilişkide insanların birbirine benzemesi doğaldır.
- Aynı şey değil, birbirimize benzemedik biz. Ömer aynı Ömer, bundan 8 sene öncekiyle aynı, sadece ben değiştim, farkında değil misin? Kendini kaybetmiş olmak o kadar acı ki tahmin bile edemezsin. ... Ama senin aşkın çok başka, o olduğu için seviyorsun. Bir ara 'sanırım başkasına aşık' demiştin hani, sonra hayatında kimsenin olmadığını öğrenmiştin. O zaman bile eksilen ya da değişen bir şey olmamıştı sende. Bu yüzden konuşmalısın onunla, kafanda çizdiğin bir resmi sevmediğin için, gerçekten onu sevdiğin için konuşmalısın. Eğer o da seni seviyorsa mükemmel bir ilişkiniz olacak. İnsanın hayatında böyle bir şeyle karşılaşma şansı o kadar az ki, onu kaybetmemelisin.
- Yapamam Emel, hem onun aynı şeyleri hissetmediğinden eminim ben.
- Neden yapamazsın anlamıyorum, hem nasıl emin olabilirsin ki... Kadınlar istediklerinde duygularını çok iyi saklayabilir, yanılıyorsun belki de... Bak bizi tanıştır, ben hemen anlarım diyorum sana, tanıştırmıyorsun, sanki kızı ben tavlayacağım, dedi gülerek.
- Olmaz, konuşamam. ... Erkan halıdaki aptal desenlere diktiği bakışlarının Emel'in yüzüne kaldırıp 'onu tamamen kaybetmekten korkuyorum' dedi.
- Ne alakası var Erkan'cım ya, öyle güzel seviyorsun ki içinde küçücük de olsa bir şey varsa hayır diyemez sana. Aynı şeyleri hissetmiyor olsa bile onu böyle sevdiğini bilmeli bence. Ne kadar şanslı bir kadın olduğunu bilmeye hakkı var.
Bir labirente sıkışmış gibi hissediyordu Erkan. Sanki labirentin yüksek duvarlarından birine tırmanmış ve orada kalmıştı, inemiyordu. Ya her şeyi göze alıp aşağı atlayacaktı ya da kaçmak için uygun bir zaman kollamaya devam edecekti. Nefes almak, düşünmek için zaman kazanmak ve konuşmak için kelimeleri bulmak umuduyla bakışlarını kaçırdı. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra sesi, kelimeleri, düşünceleri onun kontrolünden kurtulmuş da kendi başlarına hareket etmeye karar vermiş gibi cümleler döküverdi odaya;
- O kadar da şanslı değilsin...
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Aziz Fethi Silahtar |
KARANLIĞIN RENGİ
Yine ben ve her gece olduğu gibi tek başıma ve yalnız. Soğuk bir kış akşamında Anadolu ekspresi sanki bu geceler. Kaçarcasına biletsiz binmiş bir yolcu gibiyim bu trende ve gidiyorum uçsuz bucaksız bilmediğim yerlere. Buğulu camlarından bakıyorum aradığımı bilmeden görmek istediklerimi görürcesine ve sonsuz bir karanlık tek manzara. İnsanın canı yalnızlığını unutmak için haykırmak istiyor sonsuz karanlığa.Garip bir düşünce sarıyor içimi ve ürperiyorum aniden acaba son durakta beni bekleyen biri var mı diye.Nereye gittiğini bile bilmediğim bu trende düşünmek istemiyorum artık kitabımı alarak okumaya başlıyorum ve sigaramın dumanı tek hatıra oluyor sonsuz karanlığa.
Cezmi Ersöz'ün Yine Seninle Geldi Hayat isimli kitabındaki birkaç yazısını sizinle paylaşmak istiyorum.
Tek başıma hiçbir sorunun yanıtını bulamıyorum. Hep yeni hayatlar yaşamayı isterken , kendimi aynı hayatı tekrar tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi... Yanına gidip konuşmak istediğim insanları da işte bu kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını görüyorum. Ama ne onlar bana yaklaşabiliyor , ne ben onlara...Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz...
Anılar birer zorba gibi yükleniyor üzerime. Durmadan hesap soruyorlar benden...Tekrar tekrar aynı görüntüler belleğimi kanatıyor...Ve hep o yüz...Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye dönebiliyorum , ne ileri gidebiliyorum. Öğrendiğim her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka bir şeye yaramıyor.
Bu anıların verdiği acılardan kurtulmak için insanların arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların arkasında değilim , istediğim yere gidebilirim , istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam , nereye gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin tutsağıyım sanki. Ben değil , bu zorba anılar götürüyor beni istediği yere...Sevgi nasıl bulaşıcıysa nefrette öyle bulaşıcı. Nasıl bakıyorsa insan dünyaya , öyle görüyor ne görüyorsa...Kararmışsa gönlü insanın , nereye baksa orada kararmış gönüller görüyor...Dibe vurmuşsa hayatı , kimi görse dibe vurmuş sanıyor...Hem öyle bir geceki bu , gözlerim kapanmayı bilmiyor. Gözlerim nereye baksa varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni...Oysa hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara götürsün isterdim. Ama hayallerimin kanatları beni anılarımdan koparacak kadar güçlü değil. Hayallerim beni , ben anılarımı seyredip duruyorum...İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri , asla anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı seviyorum...Hem korkuyorum onlardan , hem korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine de...
Hiç sevmemiştim o sokakları ben...
Yerlerdeki ıslak tellere basarak yürürdüm. Sokağın sonundaki karanlık daha iyiydi evlerdeki o yoksul ışıklardan; daha iyiydi gökyüzüne doğru açılan kirli arsada ateş yakıp konuşan o karanlık adamlar. Suskun bir çocuktum ben. Çok suskun. Öyle sıkılırdım ki evlerden ve insanlardan ...
Konuştuğum zamansa çoğu kez yalan söylerdim. Yalan benim için kaderimle oynamaktı , kaderimi değiştirmek istemekti...
Oysa burada gerçekler , kabullenmekti her şeyi. Doğup büyüdüğüm ve kaderim olan bu sokakta her şey , susup beklemekti. Oysa öyle bencil , öyle hırslıydım ki , yaşamın sınırlarını sonuna dek zorlamak , parçalayıp geçmek , adımdan söz ettirmek , doğduğum sokağın kaderini değiştirmek isterdim hep...
Cezmi ERSÖZ e saygılarımla...
Sanma ki gözlerin uzaktayken nefes alıyorum!
Ellerin yüreğimde , ellerim çaresiz,
Sessiz bir bekleyiş ortasında ömrün
Düşlerim yorgun , düşlerim sensiz.
Aziz Fethi Silahtar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
HÜZÜN GÖZLÜM
- Gözlerinde hep bir hüzün var, dedim.
Aylar önceydi. Tebessüm etti. Belli ki onu böylesine inceleyip analiz etmem
hoşuna gitmişti. Yüzünün en güzel yeriydi gözleri. Ne yeşil, ne mavi ,ne ela...Koyu kahverengiydi. Sinirlendiğinde, heyecanlandığında en çok da hararetle bir şeyler anlattığında daha da koyulaşırdı gözlerinin rengi. Daha derin, anlamlı...Bazen gözlerimi kaçırmak zorunda kalırdım. Ürpertirdi o derinlik beni. İçine düşeceğim, kaybolacağım sanırdım. Oysa sen yanlış anlar, bende bir iletişim bozukluğu var sanırdın.
" Arkadaşım, bir insanla konuşurken gözlerinin taa içine bakacaksın. Bir insanı en iyi etkileme yoludur. İlk iletişim gözlerle başlar.."
Arkadaşım... Her söyleyişinde içime işlerdi bu kelime. Bana yakıştırdığın, beni tanımladığın sıfat. Desem ki gözlerin ürpertiyor beni, derinliğinden, içine düşmekten, içinde kaybolmaktan korkuyorum... Ben sana böyleyim... Senin derinliğinden kaçıyorum... Anlar mıydı? Bunu şimdi soruyorum kendime. İnsanoğlu geç kalmışlıklar, pişmanlıklar yumağı...
- Gözlerinde neden hep bir hüzün var ?
İkinci soruşumda rahatsız oldun. Tebessüm yerini acıya bıraktı. Gözlerin koyulaştı.
Anlatmak istemiyordun. Acılarını, yaşamışlıklarını gözler önüne serip sızlanmak sana göre değildi. Hep önüne bakıyordun, ileriye...Geçmişle yaşamanın sana bir faydası yoktu bunu biliyordun. Bu yüzden tökezlesen, düşsen bile her ayağa kalkışında, her dengeni sağlayışında daha güçlü sarılıyordun hayata. Bunun için hayrandım sana... Yıllardır okuduğum, kazandığım, duvarımda asılı duran diplomalarım bile kazandıramadı bunu bana. Rahat bir hayat yaşamama rağmen beni hep mutsuz edecek bir şeyler buldum hayatta. Sense avucuna düşen bir kar tanesine bile kahkahalarla gülebiliyordun, hiç utanmadan saatlerce salıncakta sallanıyordun, İstiklal' in ortasında elma şekeri yiyerek ağzın yüzün kıpkırmızı dolaşıyordun cadde boyunca. Ben arkandan seni toparlamaya çalışıyordum. Bu gereksiz çabam daha da azdırıyordu seni. Bir keresinde elimden tutup zorla bir mağazaya sokmuştun beni. Üstüme üç beden büyük bir gömlek aldırtmıştın tüm itirazlarıma rağmen. Ben bunu nerede, nasıl giyeceğim diye düşünürken mağazadan çıkmadan gömleğin bir koluna benim kolumu, diğerini kendi kolunu geçirmiş, tezgahtarın şaşkın bakışları arasında kahkahalarla gülerek atmıştık kendimizi İstiklal sokaklarına. Sırtımızda bir gömlek ve biz bir bütün. Bir gömlek ikimizin sırtında. O gün görenlerin kimi deli sandı bizi, kimi hala çocuk, kimi aşık...Oysa ben senin sadece arkadaşındım. Bunu bir ben biliyordum. Bir benim içim acıyordu yüzüm gülerken...
- Gözlerindeki hüzün...
Bu sefer kestin sözümü.
" Ne var gözlerimde, benim bilmediğim ne var?"
- Hüzün, dedim.
" Nedeni ben değilim, geçmişin bende bıraktığı tek iz"
Sarsılmıştım, ilk defa eskiye dair böyle bir yorum yapıyordun.
" Yedi yaşımda abla oldum, kardeşime anne oldum, annemin derdine ortak oldum 10
yaşımda, 14 yaşımda üçüncü kez abla oldum. Annemin derdi aynı dert, ben kardeşlerime anne, yaz tatilinde konfeksiyonda amele, okul müsameresinde fotoğraflardaki tek delik ayakkabılı köylü kızı, ve çocukluk kahramanının yavaş yavaş pula dönüşmesi içinde. Annemin derdi aynı dert. Ben 18'imde evin reisi...Dostlarımın elinde üniversite kitapları, benim elimde patronların hesabı kitabı...Belki bunların birinden kalmıştır bu hüzün, belki de hepsinden..."
- Peki ne zaman silinecek, ne zaman bitecek bu hüzün gözlerinde?
" Bir gün söylerim inşallah" dedin ve gözlerini kapattın. Konuşma bitmişti. Hiç bu
kadar yaralı olduğunu tahmin etmemiştim. Peki böylesine yaşanmışlıkların yanında nasıl bu kadar ayakta dimdik, dost canlısı, sevgi dolu olabiliyordun.
" Niye ben demedim hiçbir zaman. Hayatta her zaman kendinden daha kötü durumda olanları düşün arkadaşım, inan o zaman kendini mutsuz etmeye fırsat bulamazsın."
İşte felsefen buydu. Ben artık sana daha aşık, daha yanık ama sen bana daha imkansızdın. Gözlerinin anlamı, parıltısı, derinliği, sevgisi artık daha çok acıtıyordu içimi.
Ve bir gün gideceğini söyledin. Hedeflerine yurt dışında devam edecektin. Ama gözlerin bir tuhaftı. O pırıltının yerinde bir buğu vardı. O hayatta gözlerinden bir damla sızdırmayan sen sanki dokunsam ağlayacaktın. Sende kaçırıyordun artık gözlerini. Bense sessizce gidişini seyrediyordum.
Gideceğin son günler görüşmedim seninle. Gözlerine bakıp itiraf etmekten korktum imkansız sevgimi.
" Havaalanına geleceksin değil mi arkadaşım. Seni dünya gözüyle göreyim gitmeden. Gidip de dönmemek dönüp de bulamamak var."
- Saçmalama, dedim sert bir ses tonuyla. Gidince unutacağını bu kadar belli etme
bana.
Bir sürü diller döktün. Beni asla unutmayacağını, nostaljik olsun diye mektup yazacağını, her gün mail atacağını vs...
- Ne önemi var ki bırakıp gidiyorsun ya beni.
" Gelecek misin?" dedin sesin titreyerek.
- Geleceğim...
Havaalanında sana son kez sarıldığımda düşüp öleceğim sandım. Sen ilk kez
ağladın.
- Demek o kadar duygusuz değilmişsin.. O halde bile seni mutlu göndermekti niyetim. Güldün ;
" Oooo bana bu kadar sululuk yeter arkadaşım hadi eyvallah..."
Tam gidecekken cebinden buruşuk zarfı çıkardın.
" Kusura bakma acele oldu. Nostaljiye bugünden başlamak istedim, bu sana ilk
mektubum. Ama ben uçağa binmeden açma lütfen."
Önce kızdım, anlam veremedim. Senin bana son deliliğin diye düşündüm.
Gittin. Yüreğimi dağlayarak...Beni hıçkırıklara boğarak. Havaalanı görevlileri
kolonya yetiştirdiler. Bir adamın böylesine ağlamasına anlam veremediler. Taksiye bindiğimde açtım buruşuk zarfın içindeki ilk mektubunu.
Niye sevdiğim, niye göremedim gözlerinde o mutluluğu? Neden sevmedin, neden
gözlerimde gördüğün o hüznü söndürmedin. Gitmeme engel olmadın, sevdiğini haykırmadın.
Bir gün, "Ne zaman bitecek gözlerindeki bu hüzün" demiştin.
Beni sevdiğin zaman diyemedim.
Şimdi imkansız sevgim yanımda, gidiyorum alıp başımı uzaklara...
Keşke desende
Hüzün gözlün yok artık yanında...
Ben şimdi ne mi yapıyorum?
Bu satırları yazdıktan sonra ilk uçağa atlayıp sevdiğimin gözlerindeki hüznü yok
etmeye gidiyorum...
Tuğba Çamlıbel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz Beni rahat bırakın. |
|
Küçükmüş, küçücükmüşüm.. Daha etrafımdaki renkleri yeni keşfetmeye başlamış, basamakları aşmayı henüz yeni yeni başarıyormuşken, senin o gür sesin evimizden ayrılmış. Halbuki ilk senin adını heceleyebilmişim.. Derin sıcaklıklardan çıktıktan sonra ilk senin kollarında tatmışım güveni.
Babacığım, ne olur kızma bana! Dünyaya kız ama bana kızma! Ben hala küçüğüm.
Senden, okulumdan, şehrimizden, arkadaşlarımdan ayrıldım ben. Körpecik aklım karıştı -da işin içinden çıkamaz oldum. Anla beni! Ben sadece olup bitenleri ve yeniden olanları anlamaya çalışıyorum. Açık -ki, beceremiyorum, yetişemiyorum. Bazen bir savaş alanındayım da, simsiyah koca tanklar geliyor üstüme .. Korkuyla sağa sola kaçıyorum ve annem yetişip, bana siper oluyor. Onun canı acısın istemiyorum artık. Ben onun önüne geçiyorum. Olmuyor, izin vermiyor. Kurşunlar etrafımızda uçuşuyor bu kez. Seslerini duymamak için ellerimi kulaklarıma bastırıyorum.
Halâ, her gece uykumdan uyanıp annemin yanına gidiyorum. Diyor ki, "büyüdün artık!". Büyüdüm mü? Büyüyorum evet! Vücüdum da hergün yeni bir değişik oluyor, fark ediyor ve sevinçle karışmış bir endişeye kapılıyorum.
Büyümek iyi bir şey mi? Bilmek bir sürü şeyi? Bilmek için, öğrenmek için önce anlamaya çalışmak? Anlamak için ise çok çalışmak? Okulda çalışıyorum, evde çalışıyorum, uykumda, rüyalarımda, hayallerimde hep çalışıyorum zaten. Annemi düşünüyorum en çok. O çok çalışıyor. Yorgun olmalı diye düşünüyorum, canım sıkılıyor.. Bazen zaman çabuk geçse, büyüsem, ben çalışsam, o evde beni beklese, artık geldiğimde kapıyı o bana açsa diye hayaller kuruyorum. Acaba ben annem kadar güçlü olabilecek miyim?
Üzülmüşlüğüne ben daha çok üzüldüm, canım babacığım. Ama suskunluğumun hesabını benden sorma ne olur.. Seni aramadıysam, sen de beni aramamazlık etme! Reddediyorsam birşeyleri, sen beni reddetme! Alınma bana! Küçüğüm diye, hakkım yok mu gücenmeye ?
Senin bile aşamadığın boyundan büyük işler bekleme benden, ne olur?
Kucakla, sar, sarmala! Ara beni ! Hep ara!
Anla!
Sana ihtiyacım var Baba!
Gülendam Z.Oğuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı Sevgiliye Mektup |
|
Ey sevgili,
Bu mektubum sanadır. Islanmıştır gözyaşlarımdan ama sanmaki gözyaşlarımın tümü bukadardır.
Sanıyorsan hiç üzülmedim gittiğine, hiç ağlamadım ardından, dik gözlerini gözlerime...
Kasırgalar koptu minicik yüreğimde "artık bitsin" dediğinde, sessiz çığlıklar attım ardından, biryerimi kesmişcesine kanıyorum hala.
Gittiğin gün bittim ben, senin varlığındı beni yaşatan, damarlarımdaki kanın akmasını sağlayan. Ellerim ellerini arıyor, boşluğu sarıyor artık kollarım, bir kabusa günaydın diyorum hersabah ve gecenin soğuk karanlığını örtüyorum üzerime yorgan niyetine her akşam. İçime çektiğim her nefeste sen varsın, çıktığım yolculuktaki son durağımsın.
Sesini duyuyorum bazen bomboş odada, bana seslenişin dün gibi, hala kulaklarımda. Sonsuz olacaktı sevdamız, bana böyle söz vermiştin, ama sonsuzluğa karışan sen, öksüz kalan ben....
Titriyor hala ellerim, bunları sana yazması bile zor, acıyor içim. Kokunu silip atamadım odamdan,ruhumdan, hayatımdan, silip atamadım yüreğimden adını. Çok uğraştım hatırandan kurtulmak için, ama her seferinde boynum bükük yenik ayrıldım er meydanından.
Saçlarımı kestim önce, her makas darbesiyle yaraladığımı sandım seni, sonra sevmediğin o renge boyadım, nefret ettiğin hızmayı taktırdım. Tüm bunlar senin içimdeki diktatörlüğüne son vermek içindi. Her gece sokaklara vurdum kendimi, alkolle yoğruldu bedenim, unutmaktı tek hedefim. Et parçası misali tabaktan tabağa dolaştım, yatağına girdiğim her erkekle seni biraz daha kanattığımı sandım.
Pırıltılı bir hayat seçtim kendime, yalanlarla, maskelerle bezeli. Kahkahalar attım, güldüm söylenen her boş söze, yüzümde yalandan korkunç bir maskeyle unuttum ve mutluyum dedim herkese hatta kendime. Diktatörlüğünü yıkmaya çalışırken kendi içimde, kendimi kaybettim o parlak dünya içinde. Kurtulmak için kollarımı sana doladım, içimdeki diktatörlüğünü yaşatmak için eve kapandım resimlerine sarıldım. Kurtulmak istediğim adam aslında kurtarıcımdı, çok geç anladım....
Sensiz geçti şu koskoca 2 ay, hiçbirşeyin anlamı yok. Ev bomboş, yüreğim buz gibi, bıraktığın boş yatak kadar. En sevdiğin yemekler pişiyor hala mutfaktaki ocağımda, gömleklerini ütülüyorum büyük bir itinayla. Döneceksin, geri geleceksin hayaliyle yaşıyorum tek başıma bu karanlıkta.
Karanlıkta parlayacaksın biran, kibrit misali de olsa aydınlatacaksın içimi. Biliyorum çok fazla kalmayacaksın yanımda, birkaç kelime çıkacak ağzından,soğuyla üşüyeceğim, acılığıyla titreyeceğim, kanatacak sözleri en sona saklayacaksın, yüzüme çarparken sözcükler tüm şiddetiyle, sen, umarsızca konuşacaksın.
Başım önde ağlarken hıçkıra hıçkıra, sen, sessizce oturup beni seyredeceksin, anlamsız bakışların dolaşacak üzerimde, bomboş gözlerle bakacaksın gözlerimin içine. Tek bir duygu gölgesi dahi olmadan yüzünde, karşımda oturup beni yargılayacaksın haince. Çekip ardından kapıyı giderken yüzündeki gülümsemeyi saklamaya bile çalışmayacaksın benden, gururlu, omuzları dimdik, zafer kazanmış komutan edasıyla çıkıp gideceksin, dönmemecesine.
Ben tekbaşıma kalakalacağım, karanlık çökecek usul usul. Gölgeler derin bir acelecilikle saldıracak,kısacık bir sürede kaplayacaklar odayı, umutlarımı, hayatımı. Sönmüş bir acının külleri uçuşurken havada, sancısı başlayacak yeniden terkedilmişliğin ve sonsuz kederin.Kalkıp kendime bir içki alacağım bir sigara yakıp dumanını odaya salacağım, duman etrafımda dans ederken deli gibi, ben yine, yeniden, ağlayacağım.
İçime sığdıramadığım büyük sevdamı haykıracağım bomboş odaya, sonra pencereyi açıp hayata olan nefretimi akıtacağım. Belki bir çocuğa kusacağım kinimi, belkide aynanın karşısına geçip sadece kendime acıyacağım.
Üç paket sigara içeceğim hergün ve alkole biraz daha yaslanacağım. Acımı içimde büyütüp, ben ,yine sana ağlayacağım.
Günler günleri kovalayacak, akşam karanlıklarında saklanıp gün ışığıyla hayata karışacağım, her geçen gün biraz daha azalacak gözyaşlarım, ben elbette seni unutacağım...
Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Orhan Pamuk diye biri...
Sevgili Necip Türk Milleti, ne günler gördük daha da neler göreceğimiz bugünden aşikar. Hep diyorlar ülkemiz bir geçiş sürecinden geçmektedir diye. Bu süreç nasıl bir süreçse bir türlü bitmek bilmiyor. Bu süreç bir şekilde işlemekte, bizim dışımızdaki güçler tarafından yönlendirilmekte olup, dışımızdakiler derken de kimleri yada hangi güçleri kastettiğimi bilmek için de medyum olmaya gerek yoktu. Asıl zoruma giden ise geçtiğimiz bu sürecin bizim aleyhimize olması için bizden birilerinin de katkıda bulunması.
Değerli aydınlarımızdan, gerçek Atatürkçülerden biri olan Atilla İlhan aşağı yukarı her konuşmasında derki; "Türkleri kötüleyen, hakaret eden, Türkler hakkında aşağılayıcı yazılar yazan, davranışta bulunanların kitapları yabancı dillere çevrilir, ödüller verilir". Bu kişilerden biri de kitaplarının anlamsızlığı ile değerli olan Orhan Pamuk denilen yazardır. Bu yazarın kitapları da yabancı dillere çevrilmiştir. Bunun üzerine Atilla İlhan'ın dediği tabii ki doğru oluyor.
Sevgili değerli (!) yazarımız en son ki açıklamasında Türkler 30 000 Kürdü, 1 milyon Ermeniyi öldürmüştür diyor. BU açıklamayla bu kişinin nasıl bir istatistikçi (!) ve ne kadar derin bir tarih (!) bilgisine sahip olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Madem bu rakamları telaffuz edilebiliyor, bu durumda bilgilerin doğruluğunun belgelendirilmesi gerekir. Bizlerde derin tarih bilgisinden (!!!!) yararlanmış oluruz.
Hayal ürünü romanlarıyla tanıdığımız sayın Orhan Pamuk "Kar" adlı romanı ile ilgili olarak İsviçre'de Das Magazin adlı yayın organına röportaj verirken, soru soran kişiye "kendimi bir Avrupalı değil de bir Türk gazetecinin karşısında oturuyor hissettim" diyor. Soruyu soran kişi de "Ben Türk'e benziyor muyum diyor? Orhan Pamuk beyde "Hayır ama bu ülkede iki-üç yıl önce yeniden hortlayan milliyetçiler gibi konuşuyorsunuz." diyor. Anlaşılan sayın Pamuk milliyetçileri sevmiyor, ancak zaten biz Türkleri sevmediğini bildiğimiz için bu ülke ile ilgili herhangi bir şeyi sevmesini bekleyemeyiz.
Orhan Pamuk yine aynı mülakatta hala Kıbrıs'la uğraşıldığından bahsetmiş, neden Avrupa'ya yaklaşımdan dolayı sevinilmediğinden dem vurmuştur. AB devletlerinin düşüncelerinin ne olduğunun ispatı, Türkiye'yi kötüleyenlere verdikleri önemde yatmaktadır. Örneğin Leyla Zana. Bu kişinin binlerce insanın katledilmesine sebep olan PKK ile olan bağlantıları ortadayken Avrupa'nın verdiği ödüllerde ortadadır. Eğer birileri bu milletin değerlerine hakaret ederse, başka birileri de bunları yapanlara elbette cevabını verecektir. Biz neden Kıbrıs'la uğraşıldığını bilemezsek ve bunu marifetmiş gibi "hala Kıbrıs'la uğraşıyoruz" diye kendimizi küçük görürsek, demek ki ABD'nin binlerce kilometre uzaktan gelerek bu küçük ada ile ilgilenmesini anlayamıyoruz. Düz bir mantık bile yürütsek bu adanın değeri ortadadır. Biz var olana sahip olamıyorsak ozaman kendimize iyi bir özeleştiri yapmamız gerekir.
Yazılan romanların konusu hayal, romandaki cinayetler, katliamlarda hayal ürünü olabilir. Ancak sosyal olaylara, tarihe, istatistiki bilgilere, bir ülkenin milli refleksleri üzerine hayal ederek yaklaşılamaz. Bu topraklar üzerinde yaşayan hiç kimsenin buna hakkı olamaz. Bana göre, verilen abuk sabuk olan yada hayal ürünü olan bilgiler ispatlamalı ki Yüce Türk Milleti buna göre hak edilen değeri verebilsin. Eğer ispatlanamazsa da verilecek olan değer veya isimde bellidir.
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.302 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
KÜSKÜN I
ben giderken uzaklar bırakacağım sana
uçurum gözlü sevgili
yakınları dolu dolu yaşayabilmen için
sevdim seni
hem de yol üstündeki bir
korkuyu sildim de sevdim
ben giderken yokluğun kıyısında
hırçın bir aydınlık olur zaman
sen bakma
sevdam yine aynı karanfili tüttürür
ki sanırsın eski bir yaşam
değildir hayır değildir
sen öyle sanma ve inan bana
ben giderken gecenin tadı şarapsıdır
bir türlü esrimelerden arınamaz
sen de bunu böyle bil ki
dönüşüm olsun tam bir tufan
Önder SAYAN
Yukarı
|
Garip atın haberi var mı acaba?!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
Askerlik konusunda sizler ne düşünürsünüz bilemem ama ben anlımın akıyla ve de sorunsuz olarak askerlik görevimi tamamladım. Web’de dolaşırken ilginç bir site keşfettim ve sizlerle paylaşmak istiyorum. http://www.bedelliaskerlik.org/ Bu arkadaşların görüşleri biraz farklı, diyorlar ki: ...Bizim görüşümüzle ordumuzun mevsimlik isçiye ihtiyacı yoktur, kalıcı ve etkili profesyonellere ihtiyacı vardı. Bu amaçla en uygun insanları seçebilmek, eğitmek ve en iyi ve modern imkanları sağlayabilmek için de ciddi kaynaklara gereksinimi vardır. Ülkemiz bütçesinde hatırı sayılır pay alan Silahlı Kuvvetlerimiz, bu kaynağı sayıca kalabalık ordumuzun yemek, giysi, ve sağlık gibi giderleri ile eskimekte ve çoğunlukla yabancı kaynaklı teçhizatın bakımına sarf etmek zorunda kalmaktadır... Siz ne diyorsunuz?
Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Tclock Light [373 KB] XP Free
http://homepage1.nifty.com/kazubon/tclocklight/tclocklight-040702-3.zip Pek bir işe yaramayan XP Görev çubuğunun sağ köşesindeki saate bir sürü özellik katan minicik bir program. Kullanın çok seveceksiniz. Zip'li dosyayı bir yere açın, içindeki tclock.exe yi çalıştırın. Sürekli çalışsın istiyorsanız başlangıç menüsüne bir kısayol koymayı ihmal etmeyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|