|
|
|
15 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Bugün tembellik günüm!.. |
Merhabalar,
Eve gelişim epeyce gecikti bu akşam. Yanlış anlaşılmasın durumun sevgililer günüyle uzak yakın herhangibir ilişkisi yoktur. Akabinde açılan televizyonda yeniden başlayan "Alacakaranlık"a takılıp kalınca dükkanı açış saati de epeyce ileriye kaydı. Dolayısıyla uyku geldi bedene Allah razı olsun kalkıp gidene hallerindeyim. Yok vallahi "Harbi" çukulata falan yemedim. Laf aramızda, ben bayılıyorum böyle kör gözüm parmağına, yüksek IQ'ya hitap eden reklamlara. Neyse Atıf Hocam demiştir buna birşey nasılsa, bu durumda bize ancak kıl koparmak düşer.
Dergi dağıtımı sürüyor, ancak anladığım kadarıyla gecikmeler oluyor. Şu anda direkt takip edemediğim bir olgu olduğundan yardımcı olabilme katsayım oldukça düşük. Lütfen bu konuda Abonet'le ilişkiye geçip durumu sorgulayınız. Dergimizi yakında pek çok noktada görebileceğinizi söyleyerek sizlere veda edeyim. Bu günü tembellik günüm ilan ediyor hepinize güzel bir gün diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Bir ÇINAR oldum bugün...
"Bir gün bir ağaç olur yaşam.
Yaşam ağaca yaprak döker.
Nefes alamazsa bir gün,
o gün kesik bir dal düşer,
Yeşili sönmüştür yaprağının,
ilk önce yeşili,
sonra elleri kanar, kanar...
Bir balta, bir testere değildir asıl düşman.
O artık bir kesik ÇINARdır...
Kimse O'nun derdine düşmez.
Orada bir yerde odunlukta sıra sıra
Kışa, sobaya yanar yaprakları...
Bir yerlerde birileri ağaç dikmiyorsa eğer,
Yaşam ağaç gibi kök salmaz, tükenir tüketilir.
Birileri hırçınca, amaçsızca vurmuşsa köklerine kinini
Aslında yere düşen kendi yüzümüzdeki nefrettir.
Birazda cahil bir bencillik.
Kesilen, baltalanan bir koca ÇINAR
Gölgesi eksilen bizler oluruz.
Nefessiz,gölgesiz ve köksüz"
Rüzgâr savurdu bugün sabahı. Sabah bugün rüzgârlarla savruldu. Telaşımdı bahçede kuruyacak çamaşırlar. Onlar çiçek kokuları ile savrulurlarken rüzgârda, bir fincan kahvelik zamanıma denk düşürdüm gazeteleri. Aceleyle göz atmalar hep haftanın ilk günlerine rastlar. Hafta sonunun tembelliği çökmüş bedenimi yeni uyanan bir haftaya hazırlarken, kahve kokusu ile kendime gelirim.
Burada rüzgâr giden bir kışın habercisi gibidir. Estikçe masmavi gökyüzünü getirir ve baharı müjdeler...
Sabah bu duygularla göz attığım gazetelerde siyasete, magazine, spora teğet geçip bilindik başlıklardan başımı aşağılara çevirdiğimde bir ÇINAR oldum.
"Bursa'nın Karacabey İlçesi'nde Adliye, Mal Müdürlüğü, Vergi Dairesi, İcra Müdürlüğü, Sulh Hukuk ve Baro binalarının bulunduğu bahçede, kuşların çevreyi kirlettiğini öne süren Kaymakam Mehmet Kurt, ağaçların kesilmesi talimatını verdi.
4 ay önce göreve başlayan Kaymakam Kurt'un talimatıyla sabah saatlerinde 40 yıllık bir çınar ağacı kökünden kesildi. Ağacın kesildiğini gören çevre sakinlerinin tepkisi üzerine geri adım atan Kurt, 4 fıstık çamının kesilmesini iptal ettirdi. Kurt, dallara konan kuşların, bahçeye pislediğini, kesim işlemini bu yüzden yaptıklarını söyledi. Kurt, kesilen çınarın yerine yeniden ağaç dikileceğini belirtti. "
Hasan BOZBEY/DHA
"Çınar ağacı, birkaç darbeyle devrilmez, bir kere devrildi mi bir daha doğrulmaz" diye bir ata sözünü hatırladım önce. Sonra bir kaç yıl once Fransa'nın Provence Bölgesinde yaptığımız geziyi anlattığım yazılar geldi aklıma. Oralardaki Roma kalıntılarını, korunmuşluklarını ve sunuluşlarını hayranlıkla gezerken büyük küçük tüm Provence şehirlerindeki meydanlarda ve ana yollarda bizi selamlayan doğanın anıtları ÇINARları hatırladım.
ÇINAR altında içilen çayların dumanı geldi gözümün önüne.
"... Bu kadar büyük bir hayatı sonlandırma pervasızlığı... Bunu anlamıyorum ben. Ağaçları kesenlerin zamana saygısızlığını.." Ece Temelkuran, Milliyet 14 Şubat 2005
Sadece beni değil, başkalarını da üzmüş dedim kendi kendime. Kırmızı kalpler ve mutlu çiftlere ayrılan bir günde, kesilen ağaçların acılarını sorgulamış sevdiğim bir yazar diye yalnız hissetmedim kendimi.
Gölgesinde tanrıların çocukları doğarmış;
Zeus ve Europa'nın çınar gölgesindeki birlikteliklerinin meyvesi
Kirid Kralı Minos...
Bu yüzden, o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez dermiş mitolojiye inananlar.
"Çınar ağacı, yapraklarından salgıladığı bir öz su yardımıyla, gövdesinin altındaki toprağı sistemli bir şekilde zehirler, öyle ki bu zehirden sonra, toprağın üstünde küçücük bir ot bile yetişemez. Bu zehirli maddeyi bünyesinde barındırmasına rağmen çınar ağacı kendisi bundan herhangi bir zarar görmez."
diye okumuştum bir yerlerde.
Kendini kötülüklerden koruyabilen bir ağaç,
bir baltayla yıkılıyorsa,
Kötülük bizden, biz insanoğlundan...
"...
Çınarı yıkmak için
baltayı köküne vururlar.
evi yıkmak için
sokarlar kundağı temele.
Kartal uçmaz olur
kanadı kırılınca.
düşünebilir miyiz
başımız vurulunca?
..."
N.Hikmet
Demiş şiirin ulu ÇINARı.
Gölgesinde durur vasiyeti;
"...Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani..."
Burdur Ağlasun'da bin yıllık bir ÇINAR,
Üç metre otuz santim çapında,
Anadolu'nun diğer ulu çınarlarından biraz farklı ve de şanslı;
Çünkü o "Anıt Ağaç" olarak tescil edilmiş.
Dün kesilmiş olanlar, bugün kesilenler, yarın kesilecek olanlar ise kocamayacaklar.
Bunu biliyor ve
nefessiz, gölgesiz ve köksüz kalan biri gibi üşüyorum sadece...
SunA.K. Grasse Fotograf: Serhat Keleşoglu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
MANTIĞI SEVİYORUM
Mantığı seviyorum. Çünkü hayatımı onun yüzünden mahvetmiş olmama rağmen bu gerçekten ancak onu kullanıyormuş gibi yaparak kaçabiliyorum.
A veya B, C'ye eşitse C ancak ve ancak A'nın değili ve B'nin değilidir. Kuşkusuz ve tartışılmaz. Somut mantık ne kadar güzel. Ancak ve ancak diyebiliyor ve yanılmadan sıyrılabiliyorum işin içinden. De Morgan'a hayranlık duyuyorum. Bolean'a da... Ne kadar yaralı olduğumu göremeyen dijital kafalı tüm ruhsuz mantıkçılara beynimin kapısı ardına kadar açık. Kalbimin değil. Allah hepsinin belasını versin .
Sen ve ben çıkmazlara eşitsek çıkmazlar ancak ve ancak ağlamaklı bir boşluk oluyor. Ne bir ne de sıfır. Sadece bir boşluk. Sana "Seni seviyorum" dememdeki mantıksızlığı da seni sevdiğim kadar seviyorum. Çünkü daha söyleyemedim. Çünkü söyleyememiş olmamı aptalca bir mantığa büründürmekte hiç zorlanmıyorum. De Morgan! Bu işlemi çözebilir misin? Hiç sanmıyorum. Dijital kafalı ruhsuz herif . Allah belanı versin.
Soyut mantık en çok zamanla savaştı. Hiçbir kahraman ona karşı gelmeye cesaret edemedi. Bir ve sıfırdan başka birşey bulmak dijital kafalı ruhsuzları ürkütür. Onlar aşkın içinde benim kadar cesur değillerdir. Zamanın içinde de. Alabilecekleri birleri ve sıfırları alıp karşıma dikilirler. Karşı konulmaz gerçekleriyle sinir bozucu haklılıkları nasıl da zavallı konumuna düşürür beni. Oysa tüm güçleri yandaşlarından armağandır ve çünkü soyut mantık yandaş arar. Tüm yasaları ve teoremleri yandaşlardan armağandır. Parayla tutulmamış, ikna edilmeye uğraşılmamış, doğuştan gelen öğretilerle biçimlenmiş gönüllü yandaş ordusu gözleri kapalı, kulakları tıkalı ama ağızları açık, karşımda "YANLIŞ!" diye bağırıyorlar. "Seviyorum çünkü...." diye başladığım sözlerimin ilk kelimesini duyup bağırmaya başlıyorlar. Nedenlerimi ve haklılığımı duymaktan ürküyorlar sanırım?
Soyut mantık en çok zamanla savaştı; çünkü en savunmasız onu buldu. Hep 10 yıl toleransıyla yaşattı bizleri. Olduğumuzdan en fazla 10 yıl küçük olabildik. 10 yıl büyük olmamıza itiraz etmedi nedense. Kendimizden en fazla 10 yaş küçük olan kadını sevmemiz gerektiğini öğütledi. Daha fazlasını zor kabul etti. Herşeyin durulmaya başladığı 35 yaşa 10 kala evlenmemizden yanaydı. Tüm bu yazdıklarıma nasıl da kolayca yandaş bulabildi. Çünkü yandaş arıyordu soyut mantık ve 35 yaşında bir adama yandaşlarından farklı yaşamayı haram kılmıştı.
Yandaşların hepsi kendilerine öğretildiği gibi evli ve çocuk sahibi. Tanrının insanoğlu için hazırladığı paket program kalplerinin ve beyinlerinin içinde çalışarak çocuklarına duydukları sevgiyi besliyor. Bunun ne büyük bir nimet olduğunu anlamak zor değil. Beyaz çiçekleriyle hoş kokulu sarmaşık o bahçeyi sardıkça gülleri, manolyaları, karanfil ve papatyaları öldürmese de, görülmez hale getiriyor. Hayatı anlamlı kılan tüm renkleriyle muhteşem bahar çiçeklerini örten sarmaşığın monoton yeşilliğine bakarken birbirlerine "Bak hayatım! Bahçemiz ne güzel oldu" diye seslenebiliyorlar bahçenin farklı köşelerinden. O yeşilliğin içinde birbirlerini göremiyorlar oysa. Bahçedeki sarmaşığı seviyorlar sadece; dikenleriyle dalanmış, hareketsiz ve yaralı... "Eşini seviyor musun?" sorusuna "Evet" diye cevap verirken aslında, çocuklarını ve aile hayatının akıl çelici monotonluğuyla hissettirdiği güven duygusunu sevdiklerinin farkında bile değiller. Sevilecek diğer tüm güzellikleri göremiyor olmaları ne büyük bir şanstır ve ne acı bir kayıptır.
Elindeki sayısal loto kuponunu yatırmayı unutan bir insanın o haftaki sonuçlara bakmaması gibi birşey bu. Ne kaybettiğini bilmezsen mutlu olmaya devam edersin.
Soyut mantığın istendiğinde pekala delinebilecek gizli bir mutabakattan başka bir şey olmadığını kaç kişiye öğretebilirim ki? Umutsuz çırpınışlarla gerekçelerimi insanlara anlatmaya çalışarak ve mantıksız davrandığımı kabul ederek onu sevmeye devam edeceğim galiba. Dijital kafalı ruhsuzların dünyasında sevgimle kulaklarımı ve gözlerimi kapatmalı, yalnız ölmeliyim. "Merhumu nasıl bilirdiniz?" sorusunu cevaplarken kafalarının içinden ne geçerse geçsin, hayata söyledikleri yalanlar gibi imama da "İyi bilirdik" yalanını uyduracaklar nasılsa.
Göremediğiniz kayıplarınızı, yaralarınızı, geceleri rüyalarınıza giren yalanlarınızı, çatışmalarınızı, kaçışlarınızı, yorganınızı ısırarak bastırmaya çalıştığınız arzularınızı, utanç verici şehvetinizi sevin. Hem sevin hem korkun. Görülmemeleri için yeşil ve arsız sarmaşığınızın altında kalan bahçenizde saklayın hepsini. Arzularını gizlemeyenlere duyduğunuz sahte nefreti ise bahçenizin en görülür yerine kusun ki insanlar sizi güzel ahlakınızdan dolayı takdir edip sizin gibi olmaya çalışsınlar. Hem yandaş hem de hasım olun soyut mantık üretmedeki yarışınızda. Rekabetiniz ahlaki yapımızın temeli olacaktır.
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KÜLLÜ MISIR
Ne zaman camdan kar yağışını izlesem çocukluğumun anne baba kanatları altındaki huzur ve güven veren sıcak kış gecelerini anımsarım. Geçmişe özlem mi bu? Edebi tabirle, nostalji mi, yoksa yitip giden çocukluğum mu? Bilmiyorum... İnsan, her ne kadar, "içimde bir çocuk yaşıyor, ben çocuğum" dese de, her saniye içinde bir şeylerin değiştiğinin büyüdüğünün farkında.. Sadece zihnimin bir köşesinde, anılarımda, itinayla yaşatmaya çalıştığım bir çocukluğum var, diyebiliyorum ancak!.
Her zaman lapa lapa düşen kar yağışını izlemeyi sevmişimdir. Hele gürül gürül yanan bir maşınga ve üzerinde pişen küllü mısır kokusu kaplamışsa odayı! Maşıngayı ısınmak için kullanmanın yanında üzerinde yemeği pişirir, yandaki fırın bölümünde de ekmek ve börekler yapılırdı.
Küçükken okul kapanır kapanmaz soluğu köyde alırdım. Dedem ile anneannemin sınırsız ve sarıp sarmalayan sıcacık sevgileri bir yana, orada yaramazlıklarıma ses çıkarmamaları ve sundukları uçsuz bucaksız özgürlüktü beni köye sürükleyen asıl etken.
Köyde tarlalara yürüyerek gidilirdi. Şimdilerde herkesin motosikleti var. Sadece ürün toplanacaksa dedem, zümrüt ve sarı ineği hazırlar, ben ve anneannem de heybeye yiyeceğimizi, suyumuzu koyar, gözlerimi ovuşturarak kağnıda dedemin yanındaki yerimi alırdım. E tabi bana eğlence çıkmıştır. Hem tarlaya yürümeden gidecek hem de orada onlar mısırları toplarken ben küçük kavun karpuzlara el koyacaktım. Yolda tarlaya gidenlere ve hayvanları otlağa çıkaranlara rastlardık.. Hepsi de neşe içinde benim "küçük yardımcı" olduğumu ve çok çalışacağımı söylerlerdi.
Tarlaya geldiğimizde dayımı bizi bekler bulurduk. O, koyunları otlağa bırakmış, bize yardıma gelmiştir. Bütün günü tarlada geçireceğimiz için ağacın altına konan heybenin içinden taze peyniri ve ekmeği çıkarır, tarladan küçük bir karpuzu da koparır, kaşıkla içini oyarak yemeye başlardım. Karpuzun içini boşalttığımda hemen bıçakla anneannemin yanına koşar, karpuz kabuğundan fener yapması için elindeki işi bırakmasını sağlardım. Çoğu zaman onları meşgul ettiğim için de dayımdan zılgıtı yer, enikonu kavgaya tutuşurduk Yine de benim tüm isteklerim yerine getirilmiş olurdu. Mısırlar sapıyla birlikte toplanıp kağnıya yerleştirilirken ben de bulabildiğim tüm kavun ve karpuzları talan edercesine kağnıya yığardım. Tabi önce büyüklerden birinin koparmama izin vermesini beklemem gerekirdi. Yeşillerini koparmışsam eğer, buna dedem çok kızarmış. Hoş bana kızdığını hiç görmedim, ama anneannem öyle derdi. Tertemiz havasından mı suyundan mı bilmem, köyde çok sık acıkırdım. Hoş hala da köye gittiğimde sürekli yiyecek bir şeyler ararım ya.
Israrlarımdan kurtulabilmek için işleri yarım bırakıp ağacın altına gider, heybenin içindekileri öğün beklemeksizin yerdik. Eğer fazla ısrarcı davrandıysam dayım bir bahaneyle beni dere kenarına gönderir ya da taneleri yeni yeni dolmaya başlamış bir günebakan kafasını elime tutuştururdu. Ben de çocukluğun verdiği şımarıklıkla hep daha fazlasını isterdim. Dönüş yolculuğu da tam bir curcuna olurdu. Benim topladıklarımın da kağnıya yerleştirilmesinde ısrar ederdim. Elimde karpuz fenerim ve dereden bulduğum birkaç taşla kağnının arkasındaki ana direklerden birinin üzerine otururdum. Pek rahat olmamasına rağmen yarı yürüyerek yarı oturarak yolu tamamlardım. Mısırların harmana dökülmesini beklemeden heybeyi alır, küçük hazinemle asmanın altına yerleşirdim.
Akşam harmana getirilen mısırların kabuğundan ayrılması için köylü kadınların yardıma geleceği meci (imece) yapılacaktı. Bu tür yardımlaşmalar eskisi kadar olmasa da hala devam etmektedir. Meciye geleceklere küllü mısır pişirilirdi.. Harmanda iki büyük kazanın yanacağı ocaklar dedem tarafından hazırlanırdı. Bir yandan kazanların altı yakılırken bir yandan da toplanan mısırların pişecek kadarı kabuklarından ayrılıp koçandan taneleri ayıklanırdı. Aslında tane çıkarmam için beni de çağırırlardı ama yapabileceğim bir iş olduğu halde türlü bahanelerle yine de kaytarırdım. Küllü mısır sanıyorum sadece bizim yöreye (Biga-Çanakkale) özgü bir pişirme türü. Kazanın içine doldurulan su ve odun külünün ardından mısırlar kazanlara dökülürdü. Bundan sonra yapılması gereken, kazanların altındaki ateşin canlı tutulmasıdır. Fokur fokur kaynayan kazanların başında sıcakta durması oldukça zor. Ama ne kadar uzak dur deseler de sanki seni bir şeyler çeker onun başına. Bahane her zaman hazırdır, "kazanın altına odun atayım der" ya da korun üzerine kurumayan mısırlardan birini attırıp közletmek için çırpınır durursun. Mısırlar birkaç saatlik kaynamadan sonra çiçek gibi açılmaya başlamışlardır. Bundan sonra yapılacak işlem bellidir. Mısırın külden arındırılması... Kazanlar ateşten indirilir ve bol suyla temizlenirdi. Bu işlem o kadar çok tekrarlanır ki sen sıkılıp takip etmeyi bırakırsın. Son yıkamada artık külün kalmadığına karar verilirse, mısırlar tekrar temizlenmiş kazanlara dökülür ve ateşin üzerine yerleştirilir. Üzerini kapatacak kadar su koyulur ve tekrar kaynamaya bırakılır. Bu işlemler yapılırken akşam olmuştur. Kazandaki su azaldıkça su ilave edilir, ta ki mısırlar pişene dek. Akşam ezanıyla birlikte önce damdaki hayvanlara bakılır, sonra da akşam yemeği yenirdi. Harmana çekilen seyyar lamba yakıldığında köylü kadınlar birer ikişer gelmeye başlamıştır artık. Her gelen önce kaynayan mısıra bakar, "bereketli olsun" deyip mısır yığınının yanına otururdu. Köyün en yaşlısı bile meciyi kaçırmazdı. Sanırım birkaç yüz görmek ve sohbet etmek, biraz olsun onları rahatlatıyordu. İşte asıl eğlence bundan sonra başlardı.. Kadınlar bir köşeye, köyün genç kızları ise başka bir köşeye toplanırlardı. Tabi kızların olduğu yerde köyün delikanlılarının da olmadığını düşünmek olmaz. Çalıların arkasından atılan küçük taşlar ve kızların ardı ardına söyledikleri şarkılar... Herkes neşe içinde mısır yığınını bitirmeye çalışırdı. Bir yandan anlatılan öyküler, yaşlıların "bizim zamanımızda" diye başlayan hayat hikayeleri...
Harmandaki mısır yığının bitmesine yakın kazandan susaklarla küllü mısır tabaklara dökülürdü. İsteyen eliyle, isteyen kaşıkla yerdi elbette. Buram buram yayılan kokusu yedikçe yedirirdi kendini. İşler bittiğinde kazanların tümünde tek bir mısır tanesi dahi kalmamıştır. Diğeri de soğuk kış geceleri için kurutulup erzak deposunda saklanır. Sonra mı? Sonrası diğer mecilere... Kurutulan mısırlardan bir bölümü de ailenin köy dışındaki fertlerine gönderilirdi. Tabii ki en büyük pay da bana düşerdi. E benim çocuk emeğim daha kıymetli ya!. Her ne kadar sadece onlara ayak bağı olmuş olsam da...
Yasemin Duman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
BİR OYUNCUNUN DÜNLÜĞÜ : Bahadır Benli |
BAZEN
Epeyce kuzeyden ,
Buruk hüzünler içinde, adı konmamış, adı herneyse, işte nitelendiremediğimiz başka ne varsa, bir kente dair aşk. Kentin adı Sinop, aşkın adı da Naz derim..
Bazen, seçilmiş olan yarınlara uzanan kumsallarda, bir masal perisinin Leman Sam vari bir şarkıyla : şşşş bitti herşey geçti, demesini bekledik durduk. Amacımızdaki o yalın sadelik aşklarımıza vurulmuş hazin bir sondu... İnsan kuzeydeyse, yaşam neden batı'dadır portföylü seminerlere, kendi mahalle aramızda, tek kale maçlarla ve rakı soframızda mezesi sokak ve soğuktan ibaret dünyalar kurduk, gecelerce.... Geceler ah o geceler, bir tek geceleri bir savcı edasıyla ama kimseleri sorgulamadan YENİ bir sayfa açıp durduk Yeni Rakı kıvamında. Beyaz yayınlarının beyaz yalanlar adlı kitabı düşüncelerimize meze oldu yada... Adımlarımızı ayaklarımıza yorgan aramadan sormadan sorulmadan ve en önemlisi yorulmadan savurduk durduk... Doğaçlama haritalara yollar çizdik, serde oyunculuk edasıyla ama yılmadık en önemlisi varılmadık... Neler yapıyorsun demek yerine napıyorsun deyip tv dizisi kıvamında konuşmadık hayatla, belki de buydu bizi hayata bağlayan, kısaca beyaz kitabın sayfalarına ataçlayan...
Şimdi özlüyorum...
Çocukluğumun saklambaç ve çitlembik zamanları gelir de aklıma, sanki bir ağacın üstündeyken görünmez dünyaların kralları olurduk , o zaman ne bilgisayar vardı, hoş olsa da bize herhangi bir vitrine yapışarak bakma şansı tanınırdı, nede oyunları mevcuttu.
Mahallenin deniz ablasına, kaç kişi aşık olurdu bilmiyorum ama, biz hep aynı sokakta, onun o aynı sokaktan geçmesini bekler dururduk... Su içmek için eve gidilmez, mahalle çeşmesine kadar koşulur, kana kana , damla damla bir musluğun suyu yağışı avuçların içinde noktalanır ve güne diğer çocuklara anlatılmak üzere serin ve mutlu bir son yazılırdı. Çok mu zordu şimdi o günleri yaşamak yada anmak, neredeydi o tek kanallı günler, neredeydi ömrümüzün o 80'li yıllarında, insanlığın bir apartman bloğunda da olsa hissedilir o son insancıllığı. Nereye bıraktık acaba, komik bir harçlıkla dünyanın en değerli şeyini aldığımız o gazoz şişesini yada... Aslında o hep bir yerdeydi de biz o yere sadık kalamadık, hepsi o, biz az büyüdük onu unuttuk, çocukluğumuzda ... Keşke her şey ilk okul aşklarımızda ki gibi anket defterlerinden ibaret olsaydı, eğer o kız o anketi dolduruyorsa aşk'a davetiye sınırsız ve sonsuza dek o deftere kazınacak edasıyla yazılsaydı...
Şimdi biliyorum ki , eski aşklar rüyalarda yaşar ve eski olan yaşanmış anılar ömrümün bit pazarında açık artırma usulü saman kağıtlara adanmıştır...
Bir oyuncu 1 insan
Not: Parkan Özturan'a ithafen : Hocam feyz almak böyle bir şey olsa gerek, iyi ki varsınız.
Bahadır Benli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
K I R K
Masanın türlü meyve ve çerezlerle donatılmış örtüsüne yapıştırdı ellerini. Soluk alıp vermeler zorlaşmaya, boğazından sesler bir hırıltı gibi çıkmaya başladı. Pastanın üzerini tamamen kaplayan kırk mumun üstüne yaklaştırdı yüzünü. Kırk alev yaladı geçti kaşlarını, kirpiklerini. Acıyla karışık bir haz duydu bu yanışta. Aşk gibi dedi, yaşam gibi... Kaldırdı başını, fotoğraftaki çağla yeşili gözlere dikti. Sevmişti, çok sevmişti. Hayır... hayır, buna sevme denemezdi. Tapmaktı bu... Tapmıştı ona, ilahlaştırmış, en tepeye çıkarmıştı. O kadar yüceltmişti ki onu, artık ulaşılmaz olmuştu o...
Kaç kadın geçmişti kırk yıllık ömründen, kaç koku burnuna takılı kalmış, kaç göz, göz bebeklerine yuvalanmıştı... Çoktu... çok... Onlar, gönül bahçesinin kır çiçekleriydi, mevsimlikti, gelir geçerdi. Ve geldiler... ve geçtiler... Ve, o çıktı karşısına. Gönül bahçesinin bir köşesine ekti onu da... Ancak büyüdü o, yayıldı. Öteki çiçeklerin renklerini, kokularını kendine aldı, soldurdu onları. Onlar soldukça, o renklendi, büyüdü, büyüdü, yüreğini kapladı. Sonra gözlerini ele geçirdi onun; her şeyi onun gözleriyle görmeye başladı... sonra kulakları, yalnızca onun dediklerini duydu... sonra elleri, yalnızca onun ellerini arar oldu. Sonra... sonra. O oldu...
Masaya yaklaştı, kadehinin dibinde kalan iki yudumu götürdü dudaklarına... Yüzünü buruşturdu, zor yuttu... Boğazındaki şişlik artmış, nefes almakta zorlanmaya başlamıştı... Kırk yıl... Dünyaya gelmeyi ben istemedim dedi. Ben planlamadım... Hiçbir şeyin planını yapmadım ki ben... Her şey kendiliğinden oldu. Ya da... o istedi diye... Ancak, şimdi benim istediğim olacak ve ben bu akşam ilk ve son kararımı uygulayacağım.
Kadehi aldı eline, içinde bir şey kalmamıştı. Diliyle yaladı kadehin kenarlarını. Fotoğrafını aldı çağla gözlünün, kadehin içine yerleştirdi güzelce, sonra içkiyi bir bahar yağmuru gibi yağdırdı kadehe, birkaç gül yaprağı kondurdu kadehin kenarına... Billurlaşmış resme baktı son kez... Dikti kafasına kadehi, son yudum kalıncaya dek içti o çağla gözleri ve o ıslak dudakları ve muntazam minik burnu ve kuğu boynu. Onu içine aldı. Artık benimlesin dedi... Hep benimlesin... sonsuza dek...
Ve eli masanın türlü meyve ve çerezlerle donatılmış kırk mumlu pasta yere düştü... Ve mumlar söndü.
Kırk fırın ateşi
Kırk mum alevi
Sür, yetiş!
Kırklara karıştı gözlerim
Kırk erenler gibi
Kırk harami aşklara inat
Kırk satırlarda dilim
Kırk hamlede şah ve mat
Esin Ulutaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi (www.sbilgi.com) <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.327 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GELDİM YOKTUN
Dün gece düşüncelerim yine sen kokuyordu
Beynimin her köşesini esir almıştın
Yine içime girmişti yokluğun
Yine kendi kendimle seni konuşmaya başladım
Biliyor musun, sen gittikten sonra hayat bulanık bir hayal
Ev soğuk, çayın tadı yok
Sen gittikten sonra ne uyku var gözümde
Ne de merakla okuduğum kitabın son yedi sayfası
Sarı bir hüzün şimdi firara meyilli aklımın rakibi
Seni daha da ısıtmak için içimde
Gözlerimi kapatıp yüzüne sürüyorum yüzümü
Sözlerin gözlerimde birkaç damla yaş
Dudağında bakire bir gülümseme
Ve tenime işliyor tenin kokusu
Ellerin ateş topu sen dokundukça ben eriyorum
Gözlerimi açsam gideceksin, biliyorum
Dün gece kafatasım dar geldi beynime
Beynim dar geldi düşüncelerime
Bir infilak arifesi terkettim evimi
Yollara düştüm, şuursuzca değil
Dümeni sana kırdım
Rotam geçici vuslat, yalancı bahar, bir kelebeğin hiç göremiyeceği mevsim
Yağmur başlamadı ben yürürken
Hani filmlerdeki gibi
Kuruydu hava, kuruydu yollar, kuruydu gözlerim
Nasıl bir cesaretti dün geceki bilemezsin
Gel yine bir parçam ol, demeye gelmemiştim
Senden aşka dair hiçbir şey istemiyecektim
Geldim çünkü sen herşeyimi bilenimsin
Sen benim kapısı olmayan, duvarı olmayan
Dört bir yanı açık hanemsin
Dün gece bildik bir yüz görmek istedim
En bildik yüz sendin
Aşka mı esirim sana mı bilemedim
Aşk sende mi anlam buluyor dersin ?
İşte dün gece sana bunları anlatmaya geldim
Defalarca çaldım kapını
Kapı aşındı, elim aşındı, yüreğim aşındı
Dün gece sana geldim, çaldım kapını
Açan olmadı...
Funda Güven
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan |
Askerlik konusunda sizler ne düşünürsünüz bilemem ama ben anlımın akıyla ve de sorunsuz olarak askerlik görevimi tamamladım. Web’de dolaşırken ilginç bir site keşfettim ve sizlerle paylaşmak istiyorum. http://www.bedelliaskerlik.org/ Bu arkadaşların görüşleri biraz farklı, diyorlar ki: ...Bizim görüşümüzle ordumuzun mevsimlik isçiye ihtiyacı yoktur, kalıcı ve etkili profesyonellere ihtiyacı vardı. Bu amaçla en uygun insanları seçebilmek, eğitmek ve en iyi ve modern imkanları sağlayabilmek için de ciddi kaynaklara gereksinimi vardır. Ülkemiz bütçesinde hatırı sayılır pay alan Silahlı Kuvvetlerimiz, bu kaynağı sayıca kalabalık ordumuzun yemek, giysi, ve sağlık gibi giderleri ile eskimekte ve çoğunlukla yabancı kaynaklı teçhizatın bakımına sarf etmek zorunda kalmaktadır... Siz ne diyorsunuz?
Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Tclock Light [373 KB] XP Free
http://homepage1.nifty.com/kazubon/tclocklight/tclocklight-040702-3.zip Pek bir işe yaramayan XP Görev çubuğunun sağ köşesindeki saate bir sürü özellik katan minicik bir program. Kullanın çok seveceksiniz. Zip'li dosyayı bir yere açın, içindeki tclock.exe yi çalıştırın. Sürekli çalışsın istiyorsanız başlangıç menüsüne bir kısayol koymayı ihmal etmeyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|