ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 683

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Durdurun yahu dünyayı inecek var!..


Merhabalar,

ABONE OL! Allah Allah!.. Trak geldi takıldım kaldım gene. Gözüme de iğneler batmaya başladı. Tuğçe Baran olsam cici babamın kartalından bahseder işi bitirirdim. Ama değilim. Ben onun rasgele analitik bir hayranıyım. Ben az pilav üstü az uyku yemekten gına gelmiş bir garip editörüm. Tüm çalışanlara, öğle yemeği ardından, yarım saatlik siesta izni için pankart kaldıran bir direnişciyim. Bir an evvel şu uyku işine bir çare bulmalıyım. Koşup, kaykıldıkça vücudumun şeklini alan bir uzun oturma koltuğu alacağım ama pahalı lanet. Ben en iyisi ayda 15 YTL taksitle bir 3'lü koltuk alayım, salonun bir kenarına koyayım. 13:30-14:00 arasını da siesta vakti belleyeyim, kulak tıkaçlarımı tıkayayım, devrilip uyuyayım. Tabi saati kurmayı unutmayayım. Mazallah uyur kalırım, arayan bulamaz, dergi siparişi veremez, eline hala geçmediği için şikayet edemez. Ne sorumsuzluğum kalır ne de iş bilmezliğim. O zaman ben şimdi saati kurup yatayım, sabah olsun kalkayım. İşlere bıraktığım yerden başlayayım. Ufff... Durdurun yahu dünyayı inecek var!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Alkım Saygın


Entelektüel Ruhbanlık

Bundan yüzyıllar önce Platon, "bilgili olma" ile "erdemli olma"yı bir tutuyor, bilginin erdem getireceğine inanıyordu. Platon'a göre tüm insanlar erdemli bir biçimde yaşamak için bilgi sahibi olmaya çalışmalı, öğrendikleri bilgileri de tüm yaşamlarını erdemli bir biçimde geçirmede kullanmalıydı. Erdem, öğrenilen bilgilerin bu amaca dönük kullanımı sonucunda tüm insanlara mutluluk sağlayacaktı. Eğer insanlar, mutluluğa giden yolu bu şekilde kat etmek yerine, salt bedensel zevkleri daha fazla tatmin etmek ve öğrendikleri bilgileri de bunu sağlamak amacıyla kullanacak olursa, bu durumda mutsuzluk batağına saplanıp kalacaklardı.

Platon'dan yüzyıllar sonra F. Bacon bilmek ile egemen olmak arasında dolayımsız bir ilişki kurdu: Bacon'a göre bilmek, egemen olmaktı; çünkü bilgi güç demeye geliyordu. Bilgi sayesinde doğanın ve insan ilişkilerinin yasalarına ulaşan bir kimse, bunlara ilişkin bir dizi olumsuzluktan sakınmayı başarabilir, doğa ve insan olaylarını da gerektiğinde kontrolü altına alabilirdi.

Machiavelli ve Hobbes'un siyaset teorilerinde ise, bilgi ile güç arasındaki bu ilişki, bu kez de bilgi ile iktidar arasında aranmaya başlandı; bilgi sahibi olmanın erdem sağlamak yerine iktidar kapısının aralanmasını sağlayacağı düşünüldü. İktidar, gerektiğinde bilgi akışına müdahale etmeli ve kendi iktidarının geleceğini bir tür güvence altına almaya çalışmalı, gerektiğinde bilgilerin içeriğine ilişkin kimi "düzeltmeler" yapmaktan da sakınmamalıydı.

On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde pozitivistler ve sosyalistler ise bilgi ile yasalar arasında dolayımsız bir ilişki olduğu tezini bayrakladı. Pozitivistler doğal ve tarihsel varlık-alanına ilişkin bilgiler ışığında doğa ve insan bilimlerinin yasalarına ulaşmaya çalışırken, sosyalistler ise ekonomi politiğin bilgileri ışığında tarihin yasalarına ulaşmaya çalıştı. Her iki öbekte yer alanlar için de amaç aynı: bilgiler aracılığıyla yasalara ulaşılır, yasalar aracılığıyla da geleceğin insanlara neler getirip onlardan neler götürebileceği önceden kestirilebilir.

Pozitivistlerin ve sosyalistlerin bilgi ile yasalar arasında kurduğu ilişkiler, yirminci yüzyılın henüz başlarından itibaren tarihselciler ile tarihsiciler arasında görüş ayrılıkları yarattı: tarihselcilere göre tarihte yasa aramak mümkün değildir; tarihsel oluş bir defalık ortaya çıkan ve gelişen tekliklerden oluşur. Tarihsicilere göre ise tarihte doğa bilimlerinde kullanılan türden yasalar yoktur; tarihin kendine özgü yasaları vardır ve bu yasaları araştırıp bulmak da mümkündür.

Yirminci yüzyılda ise sonunda bilgi ile güç arasında kurulan ilişkide, bilginin sağlayacağı gücün hemen her alanda üstünlük sağlamak olduğu düşünüldü. İkinci Dünya Savaşı'nın kaderini, bilgisel ilerleme sonucunda hızla üretilen savaş uçakları belirledi. Soğuk Savaş döneminde bilgi, askeri, politik, sanayi, ekonomik vb.. üstünlük sağlamada bir meta haline geldi. SSCB'nin yıkılmasından buyana küreselleşme fenomenini daha fazla duyumsayan yaşlı dünyamızda giderek yaygınlaşmaya başlayan internet, kontrolsüzce gerçekleşen bir bilgi akışına zemin hazırladı. İnternette hemen her konu hakkında ama birbirinden kopuk ve ilişkisiz bir bilgi yığını var. İnternet her ne kadar bilgiye ulaşım konusunda olağan üstü bir devrim yaratmış olsa da bu bilgilerin kopuk ve ilişkisiz bir yığın halinde kullanıma sunuluyor olması, bilgilerin alınıp işlenebilmesinin önünde bir engel olarak duruyor. Çağımız insanının bilgiye olan bu sorumsuz merakı da, bir tür bilgi fetişizmi ortaya çıkarttı; bilgiyi fetiş haline getirerek, onu bir metaya dönüştürdü.

Böylelikle bugün itibariyle gelinen noktada, bilginin erdeme götürmede kullanılmadığına, çeşitli üstünlük sağlama projelerinde insanları, çok büyük felaketlerin eşiğine getirdiğine tanıklık ediyoruz. Hal böyle olunca da şu yaşlı dünyamız, birilerinin çıkıp da Platon'un o felsefi mirasını hatırlatmasına ihtiyaç duyuyor. Ne var ki, bu işi yapması gereken entellektüellerin önemli bir kısmı da "entellektüel ruhbanlık"ın batağına saplanmış durumda..

"Entellektüel ruhbanlık" kavramı aracılığıyla, bazı entellektüel tayfasının yaptıkları işi ruhbanlığa dönüştürmesini ve yaptıkları işlerin halk kitlelerinden kopuk, onlara bir şey katmayan bir noktada düğümlenmesini eleştirmek istiyorum. Entellektüel ruhbanlığın batağına saplanıp kalanlar, binbir zahmetle kazandıkları bilgileri, kendi egolarını tatmin etmek için harcıyor. Hal böyle olunca da insanlık tarihi boyunca kazanımlanagelen bilgiler, şu yaşlı dünyamızı güzelliklerle donatmak yerine onu daha fazla sömürmek isteyenlerin elinde insan türünün geleceğini karartmakta rahatlıkla kullanılıyor; çünkü bu çabalara en geniş çapta karşı çıkışı başarabilecek olanların entellektüel ruhbanlığı onların ekmeğine yağ sürüyor.

Entellektüel ruhbanlığın en önemli temsilcilerine akademilerde ve medyada rastlıyoruz. Bu da tesadüfi değil: bu ruhban sınıfı, bilgilerin yaşamı erdemli bir biçimde kurmaya dönük kullanımını sağlayacak köşe başlarını tutmuş durumda. Entellektüel ruhbanlığın batağına saplanıp kalan bazı akademisyenlerin yaptığı işi nitelendirmek için akademik faşizm deyişi, oldukça yerinde görünüyor. Akademik faşizmin de benim tevsik edebildiğim iki temel boyutu var: bazı akademisyenlerin öğrencilere uyguladığı akademik faşizm ve bazı akademisyenlerin bazı akademisyenlere uyguladığı akademik faşizm. Bunlardan öğrencilere uygulanan akademik faşizm, öğrencilerin sorgulamayan, düşünmeyen, üretmeyen bireyler olup çıkmasına neden oluyor. Zamanında bazı akademisyenlerin kendilerine uyguladığı akademik faşizme boyun eğdikleri için kendilerine kürsü hediye edilen kimi akademisyenler, Nietzsche'nin diliyle söylersek akademik gevezelikten başka bir şey yapmıyor. Bazı akademisyenlerin bazı akademisyenlere uyguladığı akademik faşizmin en somut örneğini de bugün yayın hayatı içinde yer alan birçok hakemli dergide görebiliriz. Bu dergilerin hakem kurullarında yer alan bazı akademisyenlerin, kendi düşüncelerine taban tabana zıt olan yazılara onay vermemeleri "bilimsel" bir eleştiriye değil, salt kişisel egolarını tatmin etmek istemine dayanıyor. Onların içine düştüğü bu entellektüel ruhbanlığın ağır bir darbe almasını, göreli olarak yakın bir geçmişte yayıncılık sektörüne birçok yeni derginin katılmış olmasına borçluyuz. Öyle sanıyorum ki, yakın bir gelecekte internetin giderek daha fazla yaygınlaşmasına bağlı olarak yayıncılık hayatı sanal ortama transfer olacak ve akademik faşizme boyun eğmeyenlerin yazılarının geniş halk kitlelerine ulaşması da göreli olarak daha kolaylaşacak. Böylelikle bu faşistlerin ötekini asimile etme faaliyetleri büyük oranda silinip gidecek.

Buna benzer bir durumu medyada da görmekteyiz. Bugün medya, çeşitli sermaye guruplarının bünyesi altına girmiş durumda ve medya kuruluşlarından her biri, bağlı bulunduğu sermaye gurubunun çıkarlarını zedeleyebilecek türden "yorumlar"a, "değerlendirmeler"e vb.. yer vermemekte ayak diriyor. Kimi gazetelerin köşe yazılarında ne dediği anlaşılmayan "köşe yazarları" abuk subuk laflar ediyor, kimi tartışma programlarında da halkından kopuk entel dantel kesimi laf salatası yapıyor..

Sonuç: bugün itibariyle çok kritik günler yaşamaktayız. Hem dünyada hem de ülkemizde olup bitenler, şu yaşlı dünyamızın geleceği açısından vakit geçirmeden önemli birçok kararı almamızı gerektiriyor. Bunların başında da sanırım entellektüel ruhbanlıkla mücadele etme ve bunun aşılması için de emek verme kararları geliyor..

Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,468,468,468,468,468,468,468,46
              13 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


SİNEMALAR

Sinemalarda Türk filmleri de salon bulup gösterime girmeye başladı. Ardından yoğun bir tartışma, eleştiri bombardımanı ile birlikte. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun bir yazısında "bu filmlere gitmeyin" deyince kıyamet koptu. Ben sözü edilen filmlerin -Hababam sınıfı hariç- hepsini gördüm. Son dönem filmlerinin -Gönül Yarası hariç- hepsi mizah filmi ve hepsinin ortak özelliği belden aşağı esprilerle kolaya kaçması. Bu hastalık veya bu kolaycılık, filmlerin uluslar arası piyasada yer almasını engelliyor. Bununla birlikte nedense tüm yapımcı ve yönetmenler, tümü olmasa da çoğu, şaşkın bir şekilde filmlerimizin niçin Oscar alamadığını soruyor. Yerel esprilerle, tercümesi imkânsız esprilerle ve küçücük bütçelerle nasıl Oscar alınır bilemem. Bununla birlikte Türk filmlerine gitmemek olur mu? Olmaz tabii ki, ben kendim bir Türk filmi düşkünüyümdür. Mesela Şener Şen'in kötü filmi olmayacağına inanacak kadar Şener Şen hayranıyımdır. Usta sanatçı en küçük rolde bile harikalar yaratıyor ve en güzel yanı da onun oynadığı filmler insanlara zorlama mesajlar verme sevdasında olmuyor.

Gora filminde ben hayal kırıklığına uğradım, filmin yarısı küfür. Sinemada seyircilerin kahkahalar attığını da duymadım. Cem Yılmaz çok ucuz para kazanma yolunu seçmiş Gora filminde, bu kadar çok küfür tükenmiş espri sermayesinin sonucu mu, yoksa halkı küçümsemenin sonucu mu ayırt edemedim.

Çocukluğum ve gençliğimdeki filmleri anımsıyorum, bir Yılmaz Güney furyası vardı ve yıllarca sürdü bu furya. Filmleri de mesajları da kötü bir oyuncu idi Yılmaz Güney fakat nedense hep şişirildi. Onun filmlerinde tüm varsıllar ahlaksızlık, tüm yoksullar ahlak abidesi idi. Kendi ezikliğini topluma dayatmak istedi ve başarılı da oldu, onun ardında İstanbul ve diğer büyük kentleri işgal eden ezik insanlar bu kentleri kentlikten çıkararak bir nevi intikam aldılar. Bu çaba hala sürüyor ve kentin sahipleri tarafından garip bir şekilde alkışlanıyor.

Kabak çekirdeği gibi eğlencelik filmler vardı. Amerikan sinemasından çalıntı, bizim hayatlarımızla örtüşmeyen uşaklı, aşçılı hizmetçili evlerde hizmetçilere aşık olan fakir oğlan veya kız ile zengin oğlan veya kız aşkları. Sizi hayal dünyasına taşıyan kül kedisi masalları da yıllarca beyaz perdeye seyirci topladı ve onların ümitlerini hep canlı tuttu.

Bir vuruşta orduyu dağıtan Obeliks tipi kahramanlarımız, Karaoğlan, Kara Murat, Tarkan filmleri bizleri az eğlendirmedi. Kahpe Bizans filminde bu filmler ile toplu halde gırgır geçilmesi pek hoştu.

Son dönemde Türk Sineması daha bir güzel seyredilir oldu. Bunda teknik olanakların artmasının büyük payı var tabii ki. Filmlerin güzellik ve sanat değerlerinde ise öylesine büyük sıçramalar olmadı. Arabesk, Muhsin Bey, Eşkıya, Vizontele 1, filmleri bu kapsamın dışında filmler, bana göre bu filmler her şeyi ile güzeldiler.

Bir Duvara Karşı filmi var öve öve göklere çıkarılan. Ben bu filmden hiç hoşlanmadım, kendini mesaj vermeye zorlayan bir yönetmen ve senarist, üçüncü nesil Almancı aile çocuklarının bunalımını genelleme yaparak vermiş, alt marjinden insanların müptezel yaşamlarını burnumuza dayamış. Karanlık ortamlarda geçen, seslerin doğru dürüst anlaşılmadığı, sürekli seks yapmak arzusunda olan ve isyanının haklı bir gerekçesi olmayan bir kızın abukluluklarının anlatıldığı bu film niye ödül alır anlamam.
Amerikan sineması ile yarışmak çok zor. Avrupa sineması pes etti, tüm dünya sinemaları amerikan filmleri ile dolu, dünyada bu filmlerle baş etmek gibi bir hedef yerine, kendi filmlerimizi kendi ülkemizde daha çok izlenilir hale getirmek lazım. Bakın ulusal TV kanallarında Türk dizileri yabancı dizileri seyredilmez hale getirdi, dizilerin kalitesi konusunda tartışmaz isek bu sonuç bir başarıdır. Türk filmciliği de sinemalarda bunu başarırsa ikinci adıma geçebilir, yani dünya sinemasında önemli bir yer tutma adımı.

Ben böyle düşünüyorum.

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,428,428,428,428,428,428,428,42
              12 Kahveci oy vermiş.
37 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Cemreler Düşerken : Zeycan Irmak


Kaçıncı Mevsim?...

"bu kaçıncı mevsim?
ben neredeyim?
ömrümün hangi yılı?
bu kaçıncı hazanım?"

"Lütfen parçayı hızlı ve yüksek sesle önce okuyunuz, sonra da oynayınız"
Hı? Kim var orada?! Kim konuşuyor beynimin hava kabarcığı boşluklarında?
....
Camdan dışarı bakıyorum... Kocaman kocaman kar yağıyor... hızlı hızlı.... Radyoda harika bir şarkı çalıyor... eskilerden... çok eskilerden;

"böyle bir kara sevda
ayrılıklarla biter..."

Sonra sen geliyorsun aklıma... Kim bilir neredesin? Sen kaçıncı mevsimindesin yaşamının?... Gözlerini kısarak ve biraz da acıyarak mı bakıyorsun geçmiş günlerine? Bozuk para gibi harcadığını mı düşünüyorsun yıllarını? Boşa geçirdiğin onca zamanı gerekli ıvır zıvırla dolduramadın mı? Haklısın; zamanın ehemmiyetini ve aslında paha biçilmez bir mücevher gibi kıymetli oluşunu, ancak üzerinden mevsimler; takvim yaprakları misali buruşturulup atıldığında fark ediyor insan. Meşguliyetlerinin bile sadece, yüreğindeki boşlukları doldurmak amacıyla gayri ihtiyari hayatına karıştığını ve bunu, senin ayrımsayamadığın reflekslerle yaptığını çok sonra anlıyorsun. Hayat ne kadar kısa ve zaman aslında ne kadar değerli değil mi sevgilim?... mevsimim... son mevsimim...

Uzun zaman oldu görüşmeyeli, nasılsın? Gün olup kesişir mi yolumuz? Hangi güzergâha doğru yol almaktasın? Merak ediyorum... aç mısın, susuz musun? Var mısın iki gözüm, yok musun? Tamam, istersen sen gelme yorulursun... ben geliverem, sen uzağımdayken üşüyorum çok, yoksun, yoksunluğumsun....

(gelmeyenlerin ardından gitmek yok artık kadın! hala akıllanmadın!)

Yarım kalmış satır araları... uzun suskunluklar... Pencereden izlediğim kar, ölüm melekleri gibi önce havalanıp sonra düşüyor yere... sessizce... Upuzun bir yalnızlık akşamı yaşatacağım bu gece kendime... şimdiden hazırlan kadın; bu akşam senin akşamın...

Bütün mumlarımı yakacağım... içimi ısıtsınlar diye... Bir panayır kuracağım odanın orta yerine... Kırmızı giyeceğim, en can alıcısından... Siyah sürme çekeceğim gözlerime ve dudaklarım ateş kırmızı... Bir şişe şarap arkadaşım... Tiz ve müstehzi bir kahkaha boğazımdan acı acı sızacak, kadeh kalkacak... "rakkase... dans et! akşam senin akşamın..."

"gül, şal ve gül...
bu bahçede raksın bütün hızı..."

Tek kişilik bir tango yaşayacağım... elimde şarap sunağı....
Bu gece... bütün yalnızlık akşamlarıma, kimsesizliğime içeceğim... Bütün mumlarımı yakacağım, içimdeki koyu karanlığı aydınlatsın diye... Bütün geçmiş mevsimlerime kadeh kaldıracağım... ve kendi yazdığım şiiri okuyacağım, kendi şerefime;

"mum, şarap ve kadın..."

Ve kendi yazdığım yazgımın tragedyasını oynayacağım... seyircim yalnızlığım.... ;

"-Güçlüyü oynamak mıdır zor olan? Yoksa gerçekten güçlü olmak mı? Başım dönüyor, bu yalnızlık illeti beni fena çarptı..

'Hayalini kurduğun gecen başladı kadın, peki neden şimdi bu bıkkınlığın? Odanın her köşesi şenlik yeri, müzik senin için çalıyor ve kendin için dans ediyorsun. İnsanlardan uzak münzevi gecene kimseyi davet etmeme fikri de senin. Mevsimlerin hepsi senindi, onları birer birer sen yok ettin!'

-Gece benim doğru... Gelin görün ki, kendime verdiğim armağanlardan sıkıldım... güçlü olmaktan da...

'Sen, sana verilenle yetinmeyi bilmedin kadın!'

-Yook! Beni yanlış anladınız sayın yargıç! Ben aslında pek de mutsuz sayılmam... Geçi mutlu olduğumu da üzülerek söyleyemiyciiim... Ne deseniz haklısınız... Ama, inanın onları ben öldürmedim!....

'İtirafların bilançosunu tutmaya kalksan; altında ezilirsin... ne çok yalan... ne çok dolan... kendine gel, be hey cahil kadın!'

-Reca ederim, ithamlarınızı başkalarına yöneltiniz. Bu şekilde sıkıştırmayınız beni sayın yargıç. Lakin, sizin tanımadığınız mizacımın baskıya ve yaptırımlara allerjisi vardır! Biraz daha üzerime gelmeye devam ederseniz, billahi kurdeşen dökmem işten değildir...

'Her şeyi biliyoruz kadın! Boşuna kaçmaya kalkışma. Buradaki mevzu bahis; seri cinayetlerin faili olan sizsiniz. Topladığımız deliller ve takiplerimiz neticesi gösteriyor ki....

-Yeter! Susunuz! Sözleriniz kat'i sûrette ızdırap vericidir. Pekâla, itiraf ediyorum sayın yargıç! Eğer duymak istediğiniz buysa; ben öldürdüm! Mevsimlerin katil zanlısı benim! Bütün mevsimlerimi sırası gelmeden öldürüyorum. Hah hahh hahahh!... Çok afedersiniz sayın yargıç gülmem geldi, tutamadım... velhasıl, asap bozukluğu. Ne diyordum? Ha, bütün mevsimlerimi öldürüyorum... vücutlarında darp izleri bulamazsınız. Çünkü onlara kimyası henüz bulunmamış bir zehiri yavaş yavaş zerk ediyorum ki, acı çekmenin tadına varsınlar.... Biri hariç... o benim son mevsimimdi... kıyamadım... son anda elimden kaçmasına izin verdim... yaralı bir aslan gibi kükreyerek gitti... kim bilir nerde şimdi?

'Oturduğun yerde ileri geri sallanıp durma kadın! Nasıl böylesine küstah ve acımasız olabiliyorsun? Yazık değil mi onca mevsimin çektiği naçâr sancıya? Burnun Kaf Dağında, sen kendini ne sanıyorsun?!'

-Bana bu uslûpla hitap etmeniz hiç hoş değil sayın yargıç. Bilâkis, mevsimlerin her biriyle olan münasebetimde aciz olan bendim efendim. Bana yaşattıkları kırgınlıkları tahayyül dahi edemezsiniz. Her sabrın bir ödülü, her kötülüğün de cezası vardır... Onlar, hak ettikleri cezaya çarptırıldılar ama ben hala ödüllendirilmedim?! Bu nasıl bir adalet, hak ve hukuktur sayın yargıç! Sorarım size? İstediğim tek şey.... bilirsiniz... bilmelisiniz...
Her mevsimde ben... yeniden dirildim. Bazen kardelenler gibi zamansızdı dirilişim; yine de ayaza ve tipiye karşı durabildim. Bazen de geç... Bilemedi hiçbir mevsim; kadın topraktan, havadan ve sudan ne bekler? Her mevsim ben yenilendim fakat onlar benim için bir kuru dalı yeşertemediler... Ve sonucu görüyorsunuz, tek başımayım işte, hak etmediğim biçimde... Öyleyse şimdi izin verin de bu son gecemde; çigan müziğinin buğulu ezgileri eşliğinde, son dansımı rükû edeyim.... kimseye değil... yalnızca kendime... madem siz de mevsimlerin cezasına çarpacaksınız beni, izin verin hiç değilse ben ödüllendireyim kendimi..."

.....
kan, ateş ve kadın....

ve mevsimleri...

kendi yalazlarında yandılar...

müzik sustu, raks son buldu, kadın bir elinde şarap kadehi, diğerinde kırmızı bir gül... bileklerinden sızan ince kanla mum aydınlığı puslu bir sabahta; küçük bir odanın dört duvara hakim manzarası arasında, ateş kırmızı dudaklarında hoş bir gülümseme, yerde ölü bulundu....

Zeycan Irmak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gültekin Gök

 Eşeden Köşeden : Gültekin Gök


  MAVİ MİNİBÜS - 2 -

Sevdikleri çok çok uzakta değildi aslında, ama sonbaharda başlayan soğuk ve onun hemen ardından gelen kış pek müsaade etmiyordu görüşmelerine. Hem kim götürecekti ki oralara. Dedesi ve babaannesi zaten yaşlı, amcası lise son sınıfta haylaz mı haylaz okulda terör estiriyor, halası daha küçük. Babası ve annesi evde küçük kız kardeşiyle meşgul. Zaten dedesiyle ilgili söylentiler de çoğalmıştı. Belli etmemeye çalışılıyordu hastalığı ama hissedebiliyordu dedesinin hasta olduğunu. Her geçen gün zayıfladığı gözden kaçmıyordu, sürekli hastanelere gidiliyordu şehrin merkezlerine ve başka şehirlere. Çok seviyordu dedesi onu, o dedesini. Hatta ismini bile dedesi koymuştu. Daha küçük yaşlarda dedesi sürekli geliyordu yanlarına .Güzel günler yaşanıyordu. Ama yaşlıydı artık ve kansere yakalanmıştı yaşlı bedeni. Evdeki fısıltılardan duymuştu ilk defa kanser hastalığını ve yapılabilecek bir şeyin kalmadığını bundan sonrası herkes için çok zordu. Yalnızca bekleniyordu... Bu durumda eve gidebilmek için tek şans yarı yıl tatiliydi.

'Ne kadar uzunmuş bu yol' dedi. 'Bitmek tükenmek bilmiyor.'

Trenin hiçbir istasyonda durmasını bile istemiyordu aslında. Sonra düşündü; durmazsa kimse binemez ve ulaşamaz ki sevdiklerine... Trenin durduğu her istasyonda, bekleyenler arasında kendi gibilerini aramaya başladı gözleri. Her gördüğü yolcuya kafasında yorumlar yaptı durdu.

Herkes kompartımanda uyumuştu bile, akşam saati ve trene binebilmek için yürünülen üç kilometre yol, soğuk da cabası. Babasının görev yaptığı yer geldi aklına. Orası da aynen burası gibiydi. İstasyonla kasaba merkezi epey uzaktı birbirine. Ve artık anlayabiliyordu babasının neden okula başlaması için köye gönderdiğini. Bu anlamda ona hak verse de dayanmak zordu bu hasrete. Hak verse de, engel olamıyordu işte gözlerinden akan yaşlara. İşte yine başlamıştı. Ne oluyordu yine. Gidiyordu ya onların yanına... Evet, yine okullar açıldığında geri dönecekti ama. Ama... E canım her gün gidilip gelinemez ki bu kadar uzun yol. Hadi biraz daha, biraz daha...

Acaba bundan sonraki istasyon neresiydi. Epey olmuştu trene bineli çünkü. Ama soracak biri de yoktu ki, herkes uyuyordu. Uyandırsa kızarlar mıydı acaba...

O ara karşıdan şapkalı bir adam belirdi, koridordan sert adımlarla sanki birilerini uyandırma çabasıyla yürüyordu. Elinde metal bir alet, kompartımanın camlarına vura vura geliyordu. 'Ne yapıyor bu adam be!' dedi içinden. 'Bizim kompartımana gelmeden önlemeliyim bu adamı yoksa uyandıracak herkesi' dedi yine içinden. Son duyduğu cümle rahatlattı, 'bilet kontrol' diye bağırıyordu şapkalı adam.
Babasının giydiği elbise geldi aklına . Aaaa bu babamın işiyle aynı işi yapıyor olmalı evet evet bu adam kondüktör amca olmalı dedi. Ama yinede emin olmalıydı. Babası trenci olduğu için aslında biliyordu bazı şeyleri. Nasıl soracaktı ki adamın ne iş yaptığını, kondoktor, kundoktor, köndöktör... üfff ne zor iş yapıyordu bu adam. Ağzında geveleyip dururken kelimeyi, adam başucunda belirmişti bile.

- Kon.... amcasın sen di mi?

Adam şapkası burnunun üstünde kafasını hafif yukarı kaldırıp gülümseyerek;

- Evet küçük, ben kondüktör amcayım, dedi.

Nasıl rahatlamıştı, tanımadığı ama kendini kafasındaki çok zor sorudan kurtaracak adamı bulmuştu:

- Şeyy amca Karasar istasyonuna kaç saat var? Çok mu sürer oraya varmamız?

Adam tereddütsüz ve bilirkişi edasıyla, düşünmeye bile gerek duymadan:

- Az sonra bir tünele gireceğiz ufaklık. O tünelden sonra görünecek ışıklar ve duracağımız istasyon Karasar istasyonu, dedi.
- Oleyyyyy gelmişizzzzzzz.

Bu öylesine büyük bir mutluluktu ki onun için. Yıllar gibi süren hasret ve özlem nihayet bitecekti. Hemen uyandırmalıydı amcasını ve halasını, son defa kafasını uzattı camdan. Gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde içinden geçecekleri tüneli arıyordu.

- Amca, hala uyanın geliyormuşuz Karasar'a, acele edinnnn, diye bağırdı.

Diğer uyuyanlar da uyanmıştı bu çığlığa ve suratlarından düşen bin parçaydı. Utandı bir an. Sonra, olsun diye düşündü. 'Sanki onlar annesinden babasından ayrı mı, kocaman adamlar baksana, amannn uyurlar nasıl olsa' diye geçirdi içinden. Onun için tek bir şey vardı önemli olan, o da bir an evvel kavuşmak, sarılmak, koklamak, doya doya öpmek, minik kardeşini kucaklayıp abilik duygusunu yaşamak...
Başka ne vardı ki önemli olan. İçi içine sığmıyordu.

Ve bir ses :

- Karasar yolcusu kalmasın !

Gültekin Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,929,929,929,929,929,929,929,929,929,92
              13 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Gülsün Erşen


VARAN 1

Neye sahipsen osun matalitesi, ya da kırık bir küvetin hikayesi...
Şehir büyük olunca mı yoksa insanlar yabancılaşınca mı birbirine ya da aslında şehir insanları birbirine uzak, herkesi herkese tuzak yapınca mı demeli, zaman hızlı akıyor ve yalnız kalıyor insan ...
20 yıllık bomboş bir ömrün çürümesi...
Bir tuvalet kenarında ağlaya ağlaya özlem duyduğu herkese herşeye adam akıllı yaşanmamış geçmişe hatta bazen o kadar yalnız ve aciz kalıp delicesine annesine seslenmesi....
ve cevap verenin olmaması ...
sorun sesinin duyulmaması da degil ,duyulsa da umursanmaması,zaman zaman ya da aslında herzaman oldugu gibi...
ihanete uğrayıp ihanet etmesi,şsevmesi ve yenilmesi.
Aşık olup, burnunda gelmesi...
Canının acıması, kanının kaynaması
İçindeki günlerdir bastıramadığı çığlığın ses tellerini yırtması...
Kimsenin sevgisine kalbini açacak kadar güvenememesi ama bir okadar da deli sevmesi.
Ve evet;
yine aşık olması ama onun bile canını dostu kadar yakamaması...
Aşık olupta aşk acısı çekememesi...
Bir nevi aşkın burnundan gelmesi...
Güvenmemesi, güvenine değmeyisi ya da belki kendi paranoyaları ya da hepsi ...
Ne yapması gerektigini ya da ne düsünmesi gerektigini bilmeyişinin içinde açtığı derin boşluğu göz yaşlarıyla kapatma çabası...
Ve zaman zaman her kuru kötü yalnızlıkların ardına gelen ben deli miyim endişesi...
Sonra haneye bi çentik yine sevmekten gelişi, başına gelen herşeyin ve akıllanmaması yüreğinin ...
Ve yine aşık olupta ask acısı cekememesi...
Bir nevi aşkın burnundan gelmesi...
Zaman gectikce tecrübeyle sabit direnmesi...
Korkması belki de gelen herkesin bir gün gidecek oluşunun ağzında bıraktığı ekşi ve eski tadın yüzünü buruşturması
Karşındakinin anlamaması ...
Ve içinden geçirdiği bir o kadar imrendiği ....ne kadar şanslısın!!!...cümlesi...
Hayatı yaşamaktaki beceriksizliği, beyninin kara kutularına hapis olup soluksuz boğulması ...
İçindekileri kusmak icin 20 sene harcayıp yine de arınamaması...
Sonra ve en baştan yalnızlıgı...
Yüzeleyel sohbetleri, neşeli kahkahaları, edepsiz espirileri, alkole ve tütüne düşkünlügü... ve gözyaşları...
Yine o ince sınırda dolanmanın yarattığı düş kırıklıgı...
Ben delimiyim...

Gülsün Erşen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,508,508,508,508,508,508,508,50
              6 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.327 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SHE

Aldanıyorsun

karanlık harfler eziyor seni

Halbuki akşam güneşi batıyor gözlerinde

yürürken arkandan sokak güvercinleri geliyor

güneşin kapıları ardına kadar açık

gökkuşağı da üzerinde zaten

daha niye bekliyorsun

............

Zeynep Elgün

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Arkadaşım Eşşekk

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Sitede çağımızın vebası diye nitelendirilen insulin direnci yazısı oldukça ilginç. beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmekte fayda olabilir daha sağlıklı bir yaşam için. http://www.beslenme.bulteni.com/ gerçi doktorları kızdırması olasılığı olan yazılar da yok değil sitede, ne yapalım suya sabuna dokunmadan da olmuyor işte...

Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Avant Browser 10.0 Build 126 [1.32 MB] All Windows Free
http://www.download.com/Avant-Browser/3000-2356-10150342.html?part=dl-avantbrowser&subj=dl&tag=button
Bizzat kullandığım IE tabanlı bir tarayıcı. Daha önce tanıtmıştım ancak bu yeni versiyonuna çok güzel bir özellik eklenmiş. Dolaştığınız sayfayı inceleyip, ona benzer sayfaları yukarıda en geniş şekliyle menüye ekliyor. Otomatik olarak kullandığınız dilde yükleniyor ve dilediğiniz anda dilini değiştirmek mümkün. IE kullanıcılarına şiddetle tavsiye ederim. Çok memnun kalacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050217.asp
ISSN: 1303-8923
17 Şubat 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com