ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 688

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Kulak çekildi, sırada ne var?


Merhabalar,

ABONE OL! Bugün farkettim. Büyük abimizi kızdırmışız. Kuşum Buşum bize kızmış. Bak hele, vallahi benim için durum, suyun dağ dağa küsmüş Cem'in haberi olmamış hali. Sanki tüm Dünya Amerikan bezinden kaftan yapıyor da bir biz b.k bezi olarak kullanıyoruz. Yahu daha ne yapmamız gerek? Bu arsızlığın altında yatanları kurcalamaya gerek yok. Beyin kıvrımlarını silkeleyebilen herkes birkaç neden bulabilir. Ama acı olan ne biliyor musunuz? Buş ve yönetimi Türk kamuoyunda gelişen ABD aleyhtarı havayı yumuşatması konusunda Tayyip Bey başkanlığındaki Türk hükümetine ricada(!?) bulunuyor. Hoş bizim köyde buna aba altından sopa göstermek denir ama baktım Tayyip Bey öyle anlamamış. Ya da anlamış da itiraf edecek yerleri acıyor. Bunun gelip geçici, dönemsel bir yanlış algılama sorunu olduğunu düşünüyor. Haydaa... Ortada bir yanlış algılama varsa o da sayın hükümet başının algılama yanlışıdır. Gelişen ABD aleyhtarı havanın bundan 25 sene önceki kapitalist düzene başkaldırı ile ilgisi yoktur. İnsanidir, o nedenle yaygındır, globaldir. ABD Dünya bekçiliğine soyunduğundan beri ilk kez, yavru Buş'un emsalsiz insanı hiçe sayan politikalarıyla, her kesimden vatandaşın nefret duygularını kaşımıştır. Kendi ekonomisindeki bıçak sırtı halinin hezeyanı ile ona buna tehditler savurmayı delikanlılık olarak benimsemiş ama bu türde delikanlılara karşı aşılı olan Türk milleti yememiştir. Bak bana yavru Buş, benim senin memleketinle bir alıp veremediğim yoktur. Ama seninle ilgili kaygılarım çoktur. Kaygılarım dolarların önlemez baskısı ile değil, tamamen insani duygularla ayyuka çıkmaktadır. O nedenle de sen gitmedikçe, yönetim ağzın değişmedikçe kaygım artacak dolayısıyla tüm Dünyada olduğu gibi canım memleketimde de ABD aleyhtarlığı tavan yapacaktır. Kulağımı çekecek hükümetime itina ile duyurulur.

...

Fincanlarda artırma sürüyor. Haydi bakalım yok mu artıran?
http://www.gittigidiyor.com/php/listele.php?nick=kahvemolasi

Naftalinli şarkılar geçidimiz sürüyor. Ama hoşumuza gidiyor değil mi? Anılarda yaşamak değil ama zaman zaman anılara dönmek hepimize iyi geliyor. İşte o güzel şarkılardan biri daha Leo Sayer söylüyor When I Need You. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Oğuzkan Bölükbaşı

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


  YA ÖYLE DEĞİLSE

Yaşamı içe sindirmekle ilgili yaşadığımız her şey. Dışarıdan pompalanan ümitler kimlere hizmet eder veya kimin işine yarar. Büyüklere anlatılan masallardır ibret hikâyeleri. Bana biri sorsa mutluluğun sırrını veya mutluluğun yol haritasını, yaşamı içe sindirmektir derim. Ben bunu derim demesine de, ne dediğimi kaç kişiye anlatabilmiş olurum onu bilmem. Anlatmak benim görevim mi o konuda da rivayet muhtelif. Ben kendi anladığımla yaşamı içime sindiriyorum, siz de kendi anladığınızla sindirin, sindiremediğinizde zaten arıza çıkıyor.

Kendi kendime uydurduğum varsayımlar var, varsayımların bir çoğu uyduruktur zaten. Bu varsayımların hayattaki geçerliliğini arıyorum. Mesela şöyle bir varsayım yapıyorum,

" bir söz, fikir, bir yargı gerçek ise tekrarlanabilir olmalıdır, tekrarlanabilir değilse gerçek değildir."

" bir söz, bir yargı veya fikrin gerçek olmaması onun doğru olmadığı anlamına gelmez".

Tırnak içinde olması başkasından alıntı anlamına gelmiyor, varsayımlar bana ait, güneş altında söylenmemiş söz olmadığı için bir yerlerde benzerlerini söylemiş olanlar olabilir, ama bu benimkilerin özgünlüğünü bozmaz.
Haydi, çıkın işin içinden, benden bir açıklama beklemeden. Bu varsayımların kuram haline gelmesi için ispatı gerekli. Ayrıca anlaşılması gerekli. Bir de bunlara inanmış belagati kuvvetli birinin anlatması gerekli. Büyük büyük laflar böyle söyleniyor aslında. Sizlere bir film tavsiye edeceğim, kitabı da varmış ben rastlamadım. Filmin adı "Being There" başrolde Peter Sellers oynuyor. Ve söylediklerimin çoğunun mizah ile anlatılmış halini filmde göreceksiniz, DVD si var.

Bir şiirimi "yanmanın donmak olduğunu sen öğrettin bana" dizesiyle bitirmiştim. Bu sözün o denli güzel yorumlarına rastladım ki, insanlar o denli farklı algılamışlar ki, hiç kimse bana ne demek istediğimi sormadı. Sorsalardı iki sayfa yazı yazacak kadar ne demek istediğimi biliyordum, fakat sorulmayınca, karar verdim, bazı süslü laflarımı hiç yorum yapmadan uzaya serpiştireceğim, bir yaşam yolcusunun gözüne takılır belki.

Buyrun bazı serpiştirmeler, bazı sözlerim.

EQ, IQ su yetersizlerin iç rahatlatmasıdır, gerzeklerin güneş tutulmasıdır.

Bir kadını kandırmak çok kolaydır, inandırmak ise imkânsızdır.

Kaybedilecek şeyler çoğaldıkça şerefsizlik katsayısı artar, şeref katsayısı düşer.

Sosyal bilim diye bir şey yoktur, sosyal olaylar bilim olamaz.

Değişimi algılayamayan, değişik biçimde değişimin içinde yok olur.

Hepimizin bu tür sözleri, yaşam algılamaları vardır. Ama bir başkasının ağzında duyduklarınıza, kaleminden dökülenlere ani tepkiler vermek istersiniz, yok efendim öyle değil demek için iştahınız kabarır. Ya da kişiyi öyle yüceltmişsinizdir ki, ağzından çıkan her söz, kaleminden çıkan her yazı hikmet gibi gelir.
Gelin biraz daha şaşıralım, ben bunları uzaya serpiştirirken içimden diyorum ki "YA SÖYLEDİKLERİM GİBİ DEĞİLSE HİÇ BİR ŞEY". Tabii ki içimden söylediğim dışa çıktı şu anda. Var mı böylesine cesur insanlar, tepki verdikten sonra" ya benim yaptığım yanlışsa" diyebilen.

Doğru ve gerçekle ilgili söylemek istediklerim için bir ipucu verebildim mi acaba? Söylemeler, tartışmalar kadar güzel bir şey yok. Eğer tartışma düşünceye yöneltiyorsa o en güzeli.

YA ÖYLE DEĞİLSE

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              10 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Cemreler Düşerken : Zeycan Irmak


Aşka ve Yaşama Anlatı...

Şimdi beni iyi dinle.. Bu arada da, dinle bakalım biraz içindeki sesleri, sessizliği. Tamam, anlıyorum yabana atılır gibi değildi yaşadıkların. Ama, hani diyorum, biraz da kendine dışarıdan bakmayı denesen; o vakit göreceksin belki sende kendindekileri... fazlalarını, eksiklerini.

Halbuki henüz ne kadar da genç ve güzelsin. Sadece sende var olanı göremeyecek vaziyettesin. Neden "güçsüz ve dayanıksızım" diye durmadan şikayet ediyorsun? Ne kadar güçlü ve azimli olduğunu bilmiyor musun? Ve nasıl asil bir tavırla hayata meydan okuduğunu. Yanında duran insanları nasıl etkin altına aldığını, gerçekten farkında değil misin? Asalet? Evet. Asaletin doğduğumuz yer, büyüdüğümüz çevreyle etkileşimlerini sorgulamak bana her zaman biraz safsata gelmiştir. Kişinin doğum anıyla ve karakteriyle ilgili bir şeydir bu. Mesela, ben. Görmüş, geçirmiş bir ihtiyar olabilirim. Ama çok istememe ve kendime etnik, entellektüel bir çevre edinmeme rağmen asil olmayı ömrüm boyunca beceremedim. Neden? Gençliğimde havai, zıpır, küfürbaz, bağıra çağıra konuşan, aklına eseni estiğinde yapan biriydim. Elbette bunlar asaleti gölgeleyen ve/ya yücelten sebepler olmayabilir, fakat anlatmak istediğim köklerinin soylu bir aileden gelmesi de yetmiyor asalet için. Oysa sen öyle değilsin; naif, kırılgan, nazik, nazenin bir çiçek gibisin. Bu senin zorla içine girmeye çalıştığın bir elbise değil ki. Bu zaten sensin. İstesen de başka türlüsünü beceremezsin. İstesen de hodbin, küfürbaz, gürültücü biri gibi davranmayı beceremezsin. Ah benim gözleri sürmelim, akıttığın gözyaşlarına yazık. Üzüleceksen, göz pınarlarının haline üzül.

Sen ve benzerlerin aslında ne kadar şanslısınız. Asil bir ruhla dünyaya gözlerini açmış olmanın, beraberinde getirdiği bir şanstır bu. Güzelliğine katmerle güzellik katılır. Sen, kolunu az biraz kıpırdatsan yamacındaki insanlar pervanen olur. Hep el üstünde tutulur ve şımartılırsın. Anan baban bile sana -yeri gelmiş de olsa- kızamaz, bağıramaz. Yanlış yapmazsın, yapsan da bilerek yapmamışsındır ve hep affedilir bir yanın mutlaka vardır. Daha küçücük bir kızken, leydi okulunda yetişmiş bir edayla hareket edersin. Yürüdüğünde bütün gözler peşinden seyir eder de, sen bir kez bile şımarmayı ve böbürlenmeyi düşünmezsin.

Yani küçüğüm, bir çoklarında eksik kalan meziyetlere sahipsin de farkında değilsin. Sen; kimsenin göremediği bir auranın gerisinden gözlemliyorsun yaşamı ve insanları... seni koruyan, gözeten, sahip çıkan, yanlış yapmanı engelleyen bir üçüncü göz gibi. Çocukluğunun çim kaplı bahçelerinde oynadığın oyuncaklarını, yetişkinliğine taşımayı başaran ve hayatı her daim oyunmuş gibi algılayan o nadide insanlar sınıfındansın işte. Hep akıllı, hep becerikli. Çok çalışman gereken durumlarda bile zekanın yardımıyla bir şeylerin üstesinden kolayca gelebilmenin o tatlı erinciyle pırıl pırıl bakıyorsun etrafına.

Sonra bir gün; içinde sakin, usul yaşadığın o kendi dünyanın penceresi, hiç beklemediğin bir sarsıntıyla aniden açılıverir. Sert ve insanın can evini titreten ürpertiyle irkilirsin. Öyle birdenbire, sebepli/sebepsiz hayatın acımasız yanlarıyla karşı karşıya kalırsın. Şaşkınlığın kocaman olur. Gözlerini felfecir açıp bakarsın; "Yoo, bu kadar gaddar olamazsınız!" Senin o an, o boşluk anında ayrımsayamadığın, yaşamın diğer yüzüdür çocuğum. Güzel ve renkli görünen ne varsa; birden flulaşır, her yer griye keser. Alabildiğine, durmaksızın yağan sağanak, ruhunu alabora eder ve kendini kimsesiz, güçsüz ve yapayalnız hissedersin... Madalyonun öteki yanı neden ağır gelir ve taşımaya zorlanırsın? Oysa ben biliyorum ki; sen istesen, gerçekten istesen bunların üstesinden gelebilecek kadar güçlüsün. O camdan ve kırılgan sandığın kalbin, o ufacık bir esintide tuzla buz olacağını düşündüğün benliğin halbuki çelik kadar sert ve dayanıklı. Beni yanıltacağını bir an bile düşünmedim. Kaldı ki yaşadığın son olayda ikimizde mizacının dayanıklılığına tanıklık ettik. En korkulu rüyan, bucak bucak kaçındığın aşka, apansız tutulmansa tesadüf değildi. Bunu sen istedin. İnsan gerçekten ne istediğini bildiğinde ve yürekten istediğinde onu hayata geçirir bilmez misin? Korkuyordun evet ama, korktuğun kadar merak ediyor ve istiyordun da. Korktuğun oldu. Merak ettiğin. İstediğin. Mutlu değilsin, neden? Neden ayrılığın yakısına takılıp günlerini zehir ediyorsun da, yaşadığın anların eşsizliğini düşünmüyorsun? Yaşarken güzeldi, ayakların yere basmıyordu, yüzündeki gülücük gözlerinde vuku buluyor, çoğalıp taşıyordu. Anları geçmişine an be an nakşederken, bir gün bitebileceğinin hesabını neden yapmadın? Eğer hatırlayacaksan son günü değil neden öncesini anımsamazsın? Hani "gece yattığımda yıldızlara yüzünü resmediyorum" diyordun. Şimdi o resmin üzerini niçin öfkene yenik düşüp karalamaya çalışıyorsun?

Aşk da yaşamın bir başka cilvesi işte çocuğum. Ve nedense çoğu kez yaşamın azameti karşısında hep yenilmiştir. Kazandığı görülmüşse de ben; iki kişi arasında yoğun duyarlıklarla yaşanan ve kazanan aşkın, gerçek aşk olduğuna inanmıyorum. Öyle olsaydı; dünya, mutlu çiftler gezeni olurdu. Aşk zamana yenik düşmez ve kimse, aşkın yolunda birlikte yürüdüğü insandan günü gelip ayrılmaya kalkmazdı. İhanet edilmez, aşk acısı çekilmezdi. Aşkın en güzel yanı; tadının damağımızda kekre kalmasıdır. Aşk maharetini bu noktada sergiler.

Bu senin ilk deneyimin. Şaşkınlığın biraz da bu yüzden. Aşka ve hayata karşı ilk kalkansız duruşun. Üzülecek, ağlayacak, kimseyi görmek istemeyecek, isyan edecek ve sonunda durulacaksın. Durulaşacaksın. Sancılıdır, bilirim. Çok acır, bilirim. Sen üzerini başka başka meşguliyetlerle ört bas etmeye çalışsan da, olmadık yerden, olmadık zamanda patlak verir. İnsan, hep güzel ve iyi şeylere sürgün vermez küçüğüm, bazen bunların arasında gereksiz gibi gözükse de dikene, çamura, pasağa, kire de ihtiyaç vardır. Ki; sağlam temeller üzerine yapabilelim inşamızı. Ki; geçmişimize dönüp baktığımızda neler yaşadığımızı iyi/kötü anımsayabilelim...

Bir de şunu unutma; 'zaman yaraları kapatır' derler, inanma... O yara, yara olmaktan nasıl çıkıyor biliyor musun? Ancak zamanı geldiğinde başka ve daha güçlü bir aşkla örselendiğinde... başka ve daha yerinde bir şeyler yaşandığında... Belki ilki kadar sarsıcı olmuyor ya da sen daha tedbirli davranıyorsun. Bazen de ilkine ihanet etmiş sayıyorsun kendini. Ama öyle değil... yaşadıkça anlıyorsun, daha önce yaşanan, yaşadığı anda kaldı. Şimdi başka bir zamandasın. Yaşadıkça anlıyorsun, paylaştıkça çoğalmanın hazzını. Bu gün işte bu sebeplerle kendini onursuz, zayıf ve aciz hissetme. Bu gün bunların olması gerekiyor. Onu aramak mı istiyorsun, sesini duymak, terk edip gidişinin hesabını sormak mı? "Ben bunları hak etmedim?" diye haykırmak mı? Ara öyleyse, ne duruyorsun? Neden kendinden ve ondan kaçıyorsun? Göreceksin ki, her aradığında, ona hazırladığın, bileylenmiş neşterini kendine batıracaksın sonunda. Her seferinde biraz daha derine, biraz daha.. biraz daha... Öyle çok yanacak ki canın, öyle çok yiyip biteceksin ki kendini, kendine kalmadığını sanacaksın. Her aradığında kendine çok kızacak "Neden yaptım bunu? Hiç mi gururum yok?" diyeceksin. Halbuki derinde ağılı bir aşk var, üstelik kan kaybediyor, aşkını görmezden gelemezsin! Onu yok sayamazsın! Sana bu sancıları çektiren, gece uykularından çalan, bir resme sevdalanmanın ötesinde; sana bunca şeyi yaşatan aşk değil mi? Âşık olmasaydın onu bu kadar içselleştirebilir miydin? Ona sıradan bir resim gibi baksaydın, hayatının tali yollarından birinden akıp giderdi ve sende herhangi bir şeye bakar gibi göz atıp geçerdin.

Aslında sadece kendi sızını önemsediğin için yapıyorsun ne yapıyorsan. Aşk; çok bencildir çocuğum biliyor musun? O seni, senin istediğin biçimde sevmeye devam etseydi bugün aynı tazelikte kalmayacaktı hiçbir şey. Aşk; çok nankördür aynı zamanda. Seni, senin istediğin gibi sevmediği için zaten aynı ezayı çekmesini diledin. Böyle yaparak içinde, derinlere iteklediğin sızınla kendine zarar veriyorsun, farkında değilsin. Tam tersini denesen. Hiçbir yara çürümeye bırakılmaz. Bırakılırsa kangren olur, çürüyen uzvu kesip atmak zorunda kalırsın. Kesilen parçanın yerini ise yerine ne koymaya çalışırsan çalış dolduramazsın. Oysa yaranın dibinde biriken hicranı, irini akıtmak gerekir. Doğrusu budur da ondan. Mesela bağır, çağır, ağla. Git deniz kenarına, otur taşlara, ayağının dibine gelen dalgalara kus öfkeni, acını, yalnızlığını, çaresizliğini... Ki sonra, çok sonra göreceksin, hiç çaresiz kalmadığını... aslında yalnızca acıyla kıvrandığını.

Şimdi yaran çok taze, o yüzden ayrılık anını taşıyorsun bir sonraki güne. Ama işte, bir zaman sonra, ne yâr dediğin gelecek aklına ne de şu an yaşadıkların. Gülümseyerek bakacaksın, "ne güzel günlerdi" diyeceksin. "Çabucak geçti, ama çok güzeldi"...

Ruhuna ve bedenine saygılı ol; bu kadar acıyı bedenin hak etmiyor. Onu böylesine yoğun duygularla yormamalısın. Bedenine ne kadar iyi bakarsan, o da sana o kadar iyi davranır. Bak bana; yaşını başını almış bir ihtiyar olabilirim lakin, kendimi hiç de yaşlı hissetmiyorum. Çünkü yaşadığım hiçbir acıyı gereğinden fazla içselleştirmiyorum.

Kendine dışarıdan bakmayı dene evlat; ta uzaktan. Gerekirse tepelere tırman ve şu süklüm püklüm halini aşağıda bırak. Yaşamın ne kadar güzel olduğunu, güneşin parlaklığını, dalgaların şarkısını o zaman hissedecek ve kaçırdıkların adına üzüleceksin.... Sana bir de küçük bir sır vereyim; şayet bu pörsümüş adamın sözlerini biraz dikkate alıyorsan, aç kulağını da iyice dinle; aşk; büyüklerin kendilerini oyalamak adına uydurdukları bir martaval yalnızca çocuğum, hayallerin ardından yorulma....

Zeycan Irmak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,209,209,209,209,209,209,209,209,20
              10 Kahveci oy vermiş.
15 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gültekin Gök

 Eşeden Köşeden : Gültekin Gök


  MAVİ MİNİBÜS - 3 -

Trenin tam olarak durmasını bile beklemeden, çoktan elinde karnesi, kapının önünde ilk sırada yerini almıştı. Acaba babası onu bekliyor muydu? Ya da nöbette miydi... Annesinin evde kardeşiyle ilgileneceğini ve karşılamaya gelemeyeceğini biliyordu. Ama emindi ki annesi camın önünde çoktan yerini almıştı. İşte babası kafasında kırmızı şapkası, elinde kırmızı ışık yanan alet, elli metre ileride, lokomotifin yanıbaşında duruyordu. Babasının bir an evvel kalkış işaretini vermesini, geriye dönmesini ve açılacak sıcak bir kucağı bekledi. Ve o kucağa doğru koşma arzusuyla baka kaldı...

Nihayet yeşil ışığı yakmıştı babası ve tren hareket etmeye başlamıştı. O beklenen an gelmişti işte. Babası heyecan dolu gözlerle baktı küçük oğluna. Kim bilir, o da ne kadar özlemişti. Babası çok duygusal ve sevecen olmasına karşın belki memuriyetin verdiği bir ciddiyetle ve gururla beklenen kucağı açmamıştı. Kendi kendine hayal etmeye başladı. Babası dizlerinin üstüne çökse, elleri havada kucağını açmış bir şekilde beklese ve kendisi koşa koşa gidip o kucağa atlasa, sarılsa, öpse, sevinçten ağlasa... Ama bunu yapmadı babası. Şu an resmi elbise vardı üstünde, o yüzden mi bunları yapmıyordu? Etraf kalabalıktı. Bir an bocaladı, ağlamaklı oldu. Sonra babasını ne kadar özlediğini düşündü. 'Olsun' dedi kendi kendine ve babasına doğru koşa koşa gitti. Belki hayalini kurduğu şeyler olmamıştı ama yine de babasının onu çok sevdiğini ve çok özlediğini biliyordu. Zaten etrafında tanıdığı herkes böyle değil miydi. Kaç tane yaşıtı bunu yaşayabilmişti ki çevresinde. Gözlerinde sevinç ama bunu dışarıya belli edemeyen bir yüz ifadesiyle bekliyordu babası. Hemen elini öptü ve karşılığında iki yanağına etkisi beklenilenden çok daha az birer öpücük kondu. Karnesini uzattı babasına, keşke matematiğim de pekiyi olsaydı diye düşündü. Babası karneyi inceledikten sonra 'artık ikinci dönemde bu matematik düzelir' dedi gülümsemeli bir ifadeyle. 'Tabi ki düzelecek baba' dedi. 'Ne yapayım sevmedim matematiği bir türlü' diyerek ilk beyanını verdi babasına.

Babasının yanında yürürken, annesini kardeşini düşünüyordu. Çok büyümüş müydü kardeşi? Gerçi çok fazla bir zaman geçmemişti ama olsun onun için aylar, yıllar kadar uzun geçmiyor muydu... Babası ile yeteri kadar muhabbet edilmişti kalan muhabbeti amcasıyla halasına bırakıp, rayların üzerinde koşarak lojmana ulaşmıştı bile. Aynen düşündüğü gibi annesi ve kız kardeşi camın önünde bekliyorlardı. Görmesiyle kapıya fırlaması bir oldu annesinin. Aradığı kucağı annesinde bulacağına hiç mi hiç kuşkusu yoktu. Ve beklediği oldu; annesi dolu dolu gözlerle, sımsıcak kucağıyla, mis gibi kokusuyla onu sardı. Gözlerinden yaş akmadı küçüğün, ama içinden derin derin ağladı. Buydu özlediği, buydu beklediği... Karneye bakmadı bile annesi, onun için evladı daha önceydi. Kız kardeşi tökezleye tökezleye geliyordu. Babasından beklediği şeyi kendi yapmalıydı şimdi. Nasıldı hayali? Evet, tam olarak uygulamalıydı. İki dizini de büküp, yere diz çöktü önce. Sonra açtı kucağını, küçük kolları ne kadar açılabildiyse. Küçük kardeşi yanıbaşına geldiğinde o kadar sıcak sarıldı, o kadar öptü kokladı, o kadar bastı ki... Daha iki buçuk yaşındaydı. Saçları buğday gibi sarı, gözleri taze çimen gibi yemyeşildi. Ya o kokusu , ilk bebek kokusunu o an ciğerlerine kadar çekti. Sevimli, tonton bir kız olmuştu küçük kardeşi... O gece babası nöbette olacaktı annesiyle ve kız kardeşiyle belki aynı yatakta yatabilecek onlara sarılabilecek ve kardeşiyle doya doya oynayabilecekti.

Nihayet amcası ve halası da gelmişlerdi eve. Annesi en sevdiği yemekleri hazırlamıştı. Sofrada ne olursa olsun yumurtanın yeri başkaydı onun için. Ama görememişti aradığı yumurtayı. Oysa elleriyle kümesten topladığı yumurtaları iştahla yemeyi ne kadarda seviyordu. Halasının köyde yumurtadan başka bir şey yemek istemediği konusunda kesin şikayeti vardı işin içinde. Neyse, nasıl olsa sabah kahvaltısında yiyecekti. Oldukça geç olmuştu ama hiç uykusu yoktu. Herkes bir yatakta uyumuş, annesiyle başbaşa kalmışlardı. Annesi yanı başından bir dakika olsun ayrılmamıştı. O sıcaklığı o özlemi hiç eksilmeden devam ediyordu.

'Nasılsa yarın, hatta iki hafta boyunca okul yok, geç saatlere kadar televizyon izlerim' diyerek geçti televizyonun karşısına. Ama uyandığında yine sabah olmuştu. Zaten hep böyle olmaz mıydı? Geç saatlerde izlemeye çalıştığı hiçbir şeyin sonunu getiremiyordu. Her gözünü açtığında sabah oluyordu...

İlk plan babasıyla ya ava yada balık tutmaya gitmek olmalıydı. Çok seviyordu av olayını. Gerçi babası av konusunda uzman olmasına karşılık hiçbir şeyi vurmaya kıyamıyordu. Yalnızca balıkla yetiniyordu ama arada kıyamadığı ve eti yenir kuşlara ısrar karşısında ateş ettiği de oluyordu... Herkes uyanmıştı, babası da nöbeti bitirmiş gelmişti. Nihayet aile tam kadro kahvaltı masasındaydı. Beklediği yumurtalar en orta yerde duruyordu. Yumurta varken kim diğer şeylere bakardı ki. Yine diğer şeylere elini bile sürmeden yumurta mönülü kahvaltısını yaptı ve kalktı sofradan. İlk gün planını babası tahmin etmiş ve tüfeğini almıştı bile omzuna. Dağlardaki kuş sesleri ve kekik kokusunun eşliğinde epey bir yol kat edilmiş ama eli boş dönülmüştü avdan. Akşam üstü mangal yakılmış kümesten en iri horoz seçilerek kesilmiş ve afiyetle yenilmişti. Günlük yumurta , tavuk, horoz, hatta yılbaşı mönüsünün vazgeçilmezi hindi bu kümesten sağlanıyordu. Mangal başında, boyundan büyük bağlaması da eline tutuşturulmuştu. Daha altı yaşında flüt, mandolin ve bağlama çalmaya başlamıştı. Hatta ilk okul birinci sınıfta olmasına karşın her bayram merasiminde orta okul folklor ekibine bağlama çalıyordu. Zaten bu zamana kadar ne misket, ne de çelik çomak oynamıştı. Varsa yoksa müzik ve futbol.

Yarı yıl tatilinin artık son günleri gelmiş çatmıştı. On beş gün ne çabuk akıp geçmişti. Ama doya doya yaşanmıştı. Özlemler geçici bir sürede olsa da unutulmaya yüz tutmuştu. Akşam yine trene binilecek yine köye gidilecek ve yaz tatiline kadar bir daha görüşmek hayal olacaktı. Bu tatil çok iyi gelmişti ona. Bu güçle yazı getirebilirdi. Ama yıllar boyu bu anların sürekli yaşanacağı ve belki de liseyi bitirene kadar ayrılığın devam edebileceği kaygısı beynini kemiriyordu. Akşama kadar orada olmanın sevinci ve gidecek olmanın hüznü beraberce yaşandı. Artık gitme vakti gelmişti. Annesinin hazırladığı çantada neler yoktu ki. Cebine babasının koyduğu paralardan hariç mutfak harçlığından biriktirilen paralar da eklendikten sonra artık gitme zamanı geldi. Bu sefer kendisini oradan koparacak Mavi bir minibüs değil, en çok sevdiği trendi. Bundan başka ne fark vardı ki. Geride el sallayan babası, annesi ve annesinin kucağında minik kardeşi...

BİTTİ

Gültekin Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
              14 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Gülsün Erşen


VARAN 2

Issız bir yolda ve kesinlikle evden uzakta yalın ayak ve bir o kadar çırılçıplak, hayatın önüme serdiği tüm sorumluluklardan, zorunluluklardan, kalp ağrılarından, hayal kırıklıklarından, ağlama krizlerinden, umutsuzluktan ,yalandan ,ikiyüzlülükten, sevmekten, sevilmekten, zoraki gülüşmelerden, yüzeyel muhabetlerden, koca bir mayın tarlasındaki parçalanmıs bedenler misali harap kalbimden kaçıp sana geliyorum.
Koru beni.
Evet acizim evet güçsüzüm, ve kesinlikle konuşmak istemiyorum.
Sakla beni gelecek olandan.
Fırtına öncesi sessizlik bu
O eski acı
Radyoda çalan ve dinlemeye mahkum kılındığım bir İlhan İrem parçası bu
Bu felaket
Gelecek olan içimde bir bebek misali büyüttüğüm, koyu kara, yalancı, hırcın, çirkin bir yılan
Ben acıya gebeyim...
Biliyorum.
Koru beni. Yık tüm engellerimi, parçalara ayır ve yeniden bir umut yarat beni .
Yaşamak için çok kırgın yüreğim , gücümü alıyor hırcın yalnızlıklarım. Bilekte biten kan kırmızı kan kokan bir düşünce içimdeki.
Cesaretim yok, yapamıyorum.
Her ne kadar sevmesemde
Cahil bir iç güdüyle koruyorum bedenimi,
Kalbim atıyor, atıyor ki her sabah
gören iki göz,
yürüyen iki bacak
konuşan bir adet dudak olayım.
Yaşamaya çalışıp
Umuda bulanayım , olmuyor iste
Bitsin artık bu koşu,
Bir yürekte kırılıp diğerinde dağılmaktan,
Koştukca yorulmaktan .
yoruldukca yenilmekten ve ısrarla bir nefeslik bile dinlenememekten yoruldum artık.
Bıktım ve istemiyorum.
Artık gözümde değil hiç kimse hiç birsey, yedi dünya bir olsa umurumda değil.
Ben karşıma çıkacağın günü bekliyorum.....

Gülsün Erşen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


  KOMÜNİZM TRENİ

Yetmişli yıllarda insanlar,Türkiyede Komünist ve Faşist olmak üzere iki ana başlık altında telaki edilirlerdi. Solcuların alayı komünist, diğerleri de faşistti. Sokakların genel tansiyonu buydu. Moda işler vardı. Duvarlara yazı yazmak, kuşlama, forum, boykot, barikat, tepki, direniş, afişleme, halk odaları ocaklar,v.s.

Taraflar kendilerince tanınır, uygun zemin bulunduğunda da birbirlerine patır kütür girişirlerdi. Saç kesimi, bıyık modeli, giyim tarzı insanların neredeyse üniforma-larıydı. Hükümetler işlerini yapa dursunlar, sokaklardı aslında gündemi belirleyen. Yaklaşık 30 ölü/gün gibi bir bilanço birimi hasıl olmuştu. Olağanüstü durumlardı ve vahimdi.

Derken milat geldi çöreklendi, 12 Eylül sabahında akıllara durgunluk verecek şekilde bu sayı sıfıra indi. Garip ama gerçekti. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun ihtilaller her zaman kan getirmiş ve günlük ölü sayısını katlamıştır. Ancak bunların aksi Türkiye'de sıfırlandı.

Yabancı basın " Türkiyede Ordu yönetime el koydu, ama askerin postalının altı kadife kaplıydı" yorumunu yaptı. Huzur ve güven ortamı birden bire kapladı ülkeyi. Artık insanlar neredeyse akşamları akraba ziyaretlerine bile gider oldular. Bomba sesi tedirginliği kalkmıştı gecelerden.

Bu gün 12 Eylül'e içki sofralarında atıp tutan entelektüeller o devirde Anayasa oylamasına oynaya oynaya gitmiş ve rekor çoğunlukla kabul etmişlerdi.

Sağlanan istikrardan sonra orta yol siyasetçilerine de gün doğmuştu. Biraz solcu gibi de, aslında orta sol veya, sağcı değil de muhafazakar. Ve dahi liberal.

Sosyal çatışmalar bitmiş ama yaralar henüz küllenmemiştir. Sıkıntılı günler hala hafızalardadır. Bu demektir ki siyaset orta çizgiden uzak olanlara karşı yapıldığında pirim getirecektir. Yamalı bohçalar bulunur, eğilimlerin üçü dördü bir araya getirilerek arabesk ideolojiler oluşturulur.

Anlatırlar liberaller, "Komünist olalım da yaşlı kadınlar sokakları mı süpürsünler Rusya'da olduğu gibi?", "Türk milleti diyip kapıları mı kilitleyelim başkalarına, kendi yağımız kavrulmamıza yetmez, acımızdan mı ölelim?..", "Hristiyan blokuna karşı Allahsız mı olalım?" gibi, aslında cevap olan soruları sorup bizleri de kapitalist düzenle tanıştırırlar.

Çok şükür bunların hiç biri olmaz. Artık Türkiye'de özelleştirme sayesinde sokakları yaşlı kadınlar değil, filiz gibi genç kızlar, hiçbir sosyal güvencesi olmadan üç otuz paraya süpürmekte; Ayrıca böyle muteber bir işe girebilmek için, hamili kartlar taşınmaktadır cüzdanların bir yerinde.

Dünya ile entegre olabilme adına bütün ülkelere kapılarımız sonuna kadar açık olduğu halde onlardan bize sadece neskafe, Levis, Nike, Lacoste gibi pahalı ürünler gelmekte ve onlar çatır çatır para kazanmaktadırlar.

Komşumuz ve din kardeşimiz ülkeler, yerle bir olsun diye memleket peşkeş çekilmekte, her yer tayyare meydanına çevrilmektedir.

Gelir dengesi yerle bir olmuş, orta standartta para kazanıp, mütevazı bir yaşam süren kitlenin neredeyse kökü kazınmıştır. Zengin, dünyadaki benzerleri ile sidik yarıştırırken, vatandaş (ki nüfusa oranla neredeyse tamamı) açlık sınırının altında sürünmektedir.

Bir zamanlar ideoloji olan kavramlar artık birer ütopya halini almış ancak, çok şükür ki Komünizm treni kaçmıştır. Geçmiş olsun.

Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,607,607,607,607,607,607,607,60
              15 Kahveci oy vermiş.
21 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Zuhal Tos ( Stockholm )

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.362 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


MEKTUPLARIM VE SEN - 1

Gül YıldızGüneş sadece bizim için doğmaz sevgilim.
Geride bıraktıklarımızın sorgusu hiç bitmez.
Herkese sunulan hayat yaşadıklarını inceliklerle korumasını bilenlere cömert davranır.
Kendini yaşayan hayatlara adadım ben varlığımı
Rüzgârını tanımadığım bir mevsime ait değilsindir.
Ben kendine ait bir kadınım dört mevsim.
Her yerde aynı kokuyu vermez dudaklarımdan dökülen sözler.
Şiirle içine aktığım hayat kadar kimse beni bilmez.
Şiir tutkum yaktı senelerce ruhumun göremediklerini.
Herkesin bir öyküsü ve kahramanları vardır.
Uzağında olan şeylerin yakınlığını hissetmeli insan.
Oysa şimdi sessizliğin içinde bir sesim...
Kaç kere yeniden yarattım acılarına keder eklerken unutamadıklarımı,
Yaldızlı yalanları duymak istemiyor artık yalnızlığım.
Beni terk eden sanrının tatlı rüyası.
Kendimi buldum sandığım her canla kaybettim ben seferinden dönen gemileri,
Yazmaktan aldığım mutluluğu hatırladıkça çoğaldı hayatımın sevinçleri.
Bir yazara gebeydi belleğimde biriktirdiğim hazinem.
Yazdıklarından seni var eden, mektupların dilidir.
Mektuplar ağıt yakar yokluğa.
Ümit etmesi insanın bir var oluş avuntusu.
Gittiğimiz her yerde bizim rengimize batan bir yalnızlık senfonisi çalar.
Yalnızlığıyla algılar insan avucunda tutamadıklarını.
Bizim acılarımızla iyileşemez ölümün kötürümlüğü.
Bahar erik çiçekleriyle seni bana getirdi sevgilim,
Seni seviyorum...

Gül YILDIZ

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Hangisi yer dersiniz?

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Sitede çağımızın vebası diye nitelendirilen insulin direnci yazısı oldukça ilginç. beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmekte fayda olabilir daha sağlıklı bir yaşam için. http://www.beslenme.bulteni.com/ gerçi doktorları kızdırması olasılığı olan yazılar da yok değil sitede, ne yapalım suya sabuna dokunmadan da olmuyor işte...

Sezen Aksu’yu ve tarzını sever misiniz? Ben bayılırım. Yeni albümü de çıktı. http://www.sezen-aksu.com/bahane.html ... Kimsenin kendisine veremiyeceğini bildiği halde bize hediye edilen, Sevgiler, sevgililer, özlemler, ayrılıklar, kavgalar, çelişkilerle dolu, Bize 'Sen ağlama dayanamam' diyen, hele hele bizim onun ağlamasına hiç dayamadığımız 30 yıl...

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

Çocukluğumuzda en azından bir çokumuzun sokaklarda hangi oyunları oynadığımızı hatırladığımızı varsayıyorum. Saklambaç, çelik çomak, dekman, misket, vs... Özellikle misket yöreye göre değişen ismiyle bazen zıpzıp, bazen cillop ve hatta bilye ismini alabiliyor. Hangi isimle anılırsa anılsın hep aynı zevki vermiştir. http://marblealan.com/ kısa yolunda dünya üzerindeki bazı meraklı ve üreticilerin, ürünlerinden ve yorumlarından örnekler görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Thunderbird 1.0 [5.73 MB] All Windows Free
http://download.mozilla.org/?product=thunderbird&os=win&lang=en-US
Outlook Express'in yetersizliğinden şikayetçi iseniz ya da MS Outlook'un sadece bir kısmını kullanıyorsanız bu eposta programını mutlaka kullanmalısınız. Mozilla tarafından geliştirilen Thunderbird, tarayıcısı Firefox'la birlikte vazgeçilmez olmaya aday. Alışkanlıklarını değiştirmek ve geliştirmek isteyen her internet kullanıcısına tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050224.asp
ISSN: 1303-8923
24 Şubat 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com