|
|
|
28 Şubat 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kulakların çınlasın Edison Paşa!.. |
İyi haftalar,
Edison ampulü bulmuş bulmasına da onu yakacak enerjinin oynaklığını hesap edememiş. İleride adamın biri gece yarısı gazete çıkarmaya çalışır, elektrik gider ampül biter hiç düşünmemiş. Elektrikle çalışan bilgisayarları tahayyül bile etmemiş tabi. Gelin görün ki İstanbul'un müstesna semtlerinden birinde, adam gazete çıkarmaya çalışırken namert elektrik gidip gidip geliyor, ampül hepten patlayacak diye adamın da içi gidiyor. Son kalan %35 pil ömrüne haiz dizüstü bilgisayarını idareli kullanıp şu gazeteyi selametle gönderme planları yaparken, internete bağlanmasını sağlayan ADSL modemin sadece elektrik yordamıyla yürüdüğünü unutuyor. Sinirden elleri titreyen adam, 10 YTL verip iyiki aldığı USB lambasının titrek ışığında gazeteye son rötuşları yaparken, lambanın pili yiyip bitirdiğini düşünemiyor. Kapanan bilgisayarı bir daha açıldığında saatin 3:00 olduğunu idrak ediyor. Ne mutlu ona. Alelacele bu satırları yazıp canı okuyucularına merhaba demek istiyor. Diyor da! Merhabaaaa... Son bir gayretle tozlu raflardan seçtiği bir naftalinli şarkıyı pikaba koyup, duyduğu namelerde yeniden dirilmeye çalışıyor. Gloria Gaynor söylüyor, I will survive (Herşeye rağmen!?)
Hepinize başarılı bir yeni çalışma haftası diliyorum. Herşey gönlünüze göre olsun. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Olmayan Terapistime Mektup
Sevgili Terapistim,
İyi miyim? Değilim. İyi olduğumda aklıma düşmüyorsunuz nedense. Kırılmayın, sadece her insan kadar bencilim. "Hiçbir şeyiniz yok, sadece şımarıksınız" teşhisini koyduğunuz hastanızı gördüm televizyonda. Hoşuma gitti, zat-ı şahanenize güven tazeledim. Teşhislerinizde isabet kaydetme yüzdeniz konusunda şüphem olmamıştır zaten hiç.
İsterseniz sadede gelelim. Sadedi hep gelinmek istenen mucizevi bir yer olarak düşlüyorum bugünlerde. Hansel ve Gretel masalındaki pasta, çikolata ve şekerlemeden mamul ev gibi. Zaten bugünlerde pek çok şeyi düşlüyorum. Sorun da buradan kaynaklanıyor sanırım. Gece düşleri gündüz düşlerine karışıyor, içinden çıkmak istedikçe daha beter ayaklarıma dolaşıyor, dedim ya iyi değilim.
Sevgili doktorum, şikayetçiyim. "O"ndan. Hayattan. İşin garip tarafı bana pek zalimce davrandığı da söylenemez bu aralar. Aksine hiç olmadığı kadar kollayıcı ve kucaklayıcı. Ama küçük sürprizleri konusunda yine cömert. Açıyor kollarını ve ışığa doğru koşuyorum her seferinde ve tam sarılmak üzereyken, hatta sarılmışken, uzayıveren tırnakları saplanıyorlar sırtıma, ya da çatallı dilinden akan bir damla zehir teklifsizce karışıyor iç sularıma.
Ah hayat! Öyle de şeker ki şekerliğinde, işte tam da bu yüzden kızıyorum ona. Vazgeçilmez kılışına kendini ve her seferinde evet şimdi oldu duygusuyla koşuşuma açtığı kollarına. Deneyimle edindiğim bilgi öyle ağır aksak işliyor ki hissettirdiği coşkunun karşısında, hep canımın yanmasından sonra belirginleşiyor silueti. Ne nafile bir hatırlayış! Bildiğimi bilmesem kendime kızmazdım en azından. Akıl çaresiz seyrediyor, ruh unutuşun ve tekinsizliğin esiri.
İşte böyle doktorcuğum. Başka, başka hayatlar bul kendine demeyin, anlamsız. Öyle doldu ki boşlukta sallanan şeklin içi, öylesine, tarifi imkansız. Diğer seçeneklerin her biri gökyüzüne görünmez boyalarla çizilmiş koskocaman birer sıfır. Bunları sizinle paylaşabildiğim için yine de mutluyum, benim olmayan sevgili terapistim. Birgün kollarını açtığında unutmanın coşkusuyla yine atılacağım kollarına, o zaman üzerime sevgiyle kapanacaklar. Ve diyecek ki bana, artık sürpriz yok! Ölümden sonra başka bir hayat olduğu düşüncesiyle avunmak istemeyen bestekâra inat, sıcak göğsüne yaslanacağım günü bekliyorum ve avunmak istiyorum tam da böyle bir teselli ile. Gülüyorsunuz biliyorum, yapmayın ne olur, sarsmayın inancımı, buna hakkınız yok! Belki de var, belki de bilmeli insan aklına sarılıp, dönüp arkasını gidebilmeyi.
Feryal Tilmaç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Deniz Kokusu : Çağatay Acar Tsunami, küresel ısınma ve piyasalar.. Dünya nereye? |
|
Felaketler çağına giriyoruz. İnsanoğlunun, kendi yaşam kültürünü getirdiği son aşama, artık gezegen ve üstünde yaşayan tüm canlılar için tehdit edici olmaya başladı.
Güneydoğu Asya Depremi'nin yarattığı yıkımın görüntüleri, tam 250.000 insanın bir çırpıda yok oluşu; yaşamla sadece ''kâr''lı ilişki kuranların politikalarında hiçbir değişiklik yaratmayacak gibi. Oysa ki gezegen, üstündeki canlılarla beraber alarm veriyor. Narin canlı türleri hızla tükeniyor, kutuplar eriyor, su rezervleri tükeniyor, çölleşme hızlanıyor, kıyılarda ve kutuplarda yaşayan insanlar binlerce yıllık topraklarını ve alışkanlıklarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Gezegen, bilinen en sıcak dönemine giriyor.
Ve tüm bilim insanlarının konsensüs sağladığı bu felakete devletler bile kayıtsız kalamazken ABD yönetimi, küçük ama önemli bir çabayı, Kyoto Anlaşmasını imzalamıyor bile. Büyük petrol, kömür, enerji şirketleri ABD yönetimiyle kol kola ateşi körüklemeye devam ediyor. ''Atalarımızdan bize miras kalmayan, çocuklarımızdan ödünç aldığımız dünya'', böyle giderse, kısa zaman sonra o çocuklarla ve tüm canlılara ''felaket'' ve yıkım olarak geri verilecek.
Güney Asya'da yaşanan tsunami felaketinin ardından ortaya çıkan vahim görüntüleri bazıları, ''işte geleceğin fotoğrafı'' şeklinde yorumladı. Öte yandan 1990 ve 2000 arası, iklim değişikliğine bağlı felaketler 400 bin insanın ölümüne, 480 milyar dolarlık zarara neden olmuş. Ve insanlık, özellikle iklim değişikliği kaynaklı bu fotoğraflara ya alışacak ya da bu gidişata ''dur'' demek gerekecek. Gezegeninin verdiği tehlike sinyalleri, küresel ısınmanın geldiği boyutu anlatıyor. Bilim insanları küresel ısınmanın okyanusların taşmasına, su rezervlerinin tükenmesine, canlı türlerinin ortadan kalkmasına ve bir dizi siyasi-sosyal krizlere neden olacağını vurguluyor. Kyoto'yu imzalamayan ABD yönetimi ise küresel ısınmayı inkâr ediyor. Gezegen alarm veriyor, petrolcüler, kömürcüler, enerjiciler kâr etmeye devam ediyor.
Küresel ısınma
Dünyamız için küresel ısınma tehlikesinin eşiği, 25 Ocak 2005 tarihinde yayımlanan bir raporla ilk kez uluslararası bir raporda açıkça ifade edilmiş oldu ve işin kötüsü dünya bu eşiğe neredeyse erişti. İklim değişimine bağlı bir felaketin geri sayımı dünyanın her yerinden uzman politikacılar, ticari liderler ve akademisyenler tarafından dile getirildi; hem de çok kısa ve öz bir biçimde. Raporda küresel ısınmadaki geri dönüşü olmayan noktaya 10 yıl veya çok daha kısa bir süre zarfında erişileceği belirtiliyor.
"İklim Sorunuyla Yüzleşme" (Meeting The Climate Challenge) adlı rapor bütün ülkelerin ulusal liderlerinden başlayarak politika yapımcılarını hedefliyor. Raporun yayımlanması, Tony Blair'in, hem G8 hem de Avrupa Birliği Başkanı olarak, 2005 yılında iklim değişikliği politikalarını geliştirmek için gayret edeceğine söz vermesi ile aynı zamana denk getirildi. Raporda, bu kadar yüksek öneme haiz bir belgede ilk kez olmak üzere küresel ısınma tehlikesiyle, yani dünyayı telafi edilemez bir biçimde felakete sürükleyecek değişikliklere maruz bırakacak sıcaklık artışlarıyla ilgili bir değer telaffuz ediliyor. Bu felaketler arasında, geniş ölçekli tarımsal felaketler, kuraklık ve kıtlıklar, artan hastalıklar, deniz seviyesinin yükselmesi ve ormanların yok olması sayılabilir ve ayrıca "kontrolden çıkan" küresel ısınma yüzünden Grönland buzul örtüsünün erimesi veya Gulf Stream akıntısının kesilmesi gibi felaket sayılabilecek olayların aniden gerçekleşmesi olasılığı da buna dahil edilebilir.
Rapor, bu noktanın, sanayi devriminden önce insan faaliyetlerinin - yani güneşin ısısını atmosferde tutan karbondioksit (CO2) gibi gazların üretiminin- iklimi ilk olarak etkilemeye başladığı 1750'deki ortalama dünya sıcaklığının iki derece üzerinde olduğunu söylüyor. Ancak rapor, dünyanın ortalama sıcaklığının şimdiye dek halihazırda 0,8 derece yükselmiş olduğuna ve artmaya devam ettiğine, yani dünyanın hayati noktayla arasında bir dereceden biraz fazla bir mesafe kaldığında işaret ediyor. Dünyanın, binlerce yıl önceki buzul çağından, ılıman iklime geçişine 2 derecelik sıcaklık artışının yol açtığı düşünüldüğünde, tehlikenin boyutlarını aklımız hayal dahi edemiyor.
Ve 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kyoto protokolü....Küresel ısınmaya yol açan sanayi gazlarının salınımının azaltılması için bağlayıcı ve yasal önlemler alınmasına yönelik uzun mücadeleye yönelik yapı 1997 yılında Kyoto'da oluşturuldu. Rusya'nın onayı sonrası artık Kyoto Protokolü, uluslararası hukukun gücünü de arkasına aldı.
Protokol, sanayileşmiş ülkelerin küresel ısınmaya neden olan sera gazların ( karbondioksit, metan, kloroflorokarbon vs.) yayılmasını 2012 yılına kadar yüzde 5 oranında düşürmesini öngörüyor. Bu küçük ama dev adımı, ekonomisini "baltalamak" amaçlı olduğu gerekçesiyle desteklemeyen ABD, küresel sera gazının % 30-34'ünü tek başına üretmekte. Protokolü imzalamayan dünyadaki diğer iki ülke ise Avustralya ve Türkiye..
Varlık + teknoloji + üretim+bilgi+ kaynak, insanlığa nihai mutluluğu getirmedi gibi görünüyor. Her birimizi robotik bir objeye dönüştüren, 250.000 insanın yok oluşunu dahi 3-4 haftada bizlere unutturan, hayatı yaşatmayan, tv gibi seyrettiren, vicdanların donduğu, "doğal seleksiyon" gereği güçlü olanın yaşam hakkı olduğu, insancıl değerleri ayaklar altına alan bu kar amaçlı, tükettikçe tüketen, acımasızca tüketen, doğayı acımasızca yok eden anlayış neticesinde, insanoğlu kendi kıyametini hazırlamakta..
Tsunami ve piyasalar
30 Aralık 2004 tarihinde kapanan Endonezya, Hindistan ve Hong Kong borsaları tavan yaptılar. Yanlış okumadınız, borsalar tavan yaptı! Yani hisse senetleri en yüksek tarihi değerden kapandılar. En çok yükselişi de şimdiye kadar gelen rakamlarla 100.000 insanın öldüğü, yani en fazla kaybın yaşandığı Endonezya borsası yaptı. En çok yükselen hisseler arasında inşaat, enerji ve petrol hisseleri başı çekiyor. "Analistler" bunun nedenini şöyle açıklıyorlar tüm bilgelikleri ile: "Asya'da tsunami felaketinde ölenlerin çoğu günde bir doların altında gelire sahip olan en yoksullardı. Bu yoksulların zaten hayat sigortası, afet sigortası gibi lüksleri yaşarken de yoktu. Rakamlara göre depremde ölenlerin sadece onda biri sigortalı kişiler. Dolayısıyla sigorta şirketlerinin telaş etmesine gerek yok, sigorta sektörünün hisse senetleri değerleniyor."
Şöyle devam ediyor "Analistler": Yaşanan yıkımın büyüklüğü, başta petrol, enerji ve inşaat sektörleri olmak üzere birçok sektörün canlanmasına ve bu alanlarda çalışan küresel şirketlerin karlılıklarının artmasına neden olacaktır. Yoksulluk sınırı düşeceği için şirketler işçi giderleri de azalacaktır. Bu analistlerden, küresel bir şirket olan ABM Amro'nun analisti Eddie Wong şöyle diyor: "Tabii ki bir çok kişinin hayatını kaybetmesi dolayısıyla tüm bu kaybı telafi etmek zaman alacak." Şunu demek istiyor: Günde bir dolara çalışmaya razı, ancak şimdi ölmüş işçilerin yerine yenilerini bulmak tabii ki zor olacak. Devam ediyor Eddie Wong: "Ölüleri gömmek ve kayıpları bulmak zaman alacak. Ancak bu ekonomik ölçüler açısından hiç de önemli sayılabilecek büyük bir olay değildir."
IMF de yaptığı açıklamada felaket sonrasında yaşanacak yeniden inşa faaliyetlerinin büyük bir ekonomik canlılık oluşturacağını açıkladı. Oysa ne beklersiniz, böylesi devasa bir yıkımdan sonra ülke ekonomileri de halkının yıkılışından etkilensin, ölümlerin yarasını sarma çabası tüm ekonomik birimlerin temel gündemi olsun. Yıkımdan, çürümeden, savaştan ve ölümden beslenen bir ekonomik sistem olabilir mi? Ne kadar çok yıkım olursa o kadar çok üretim olur, ne kadar çok ölüm olursa piyasaya o kadar taze para girer!
Ne dersiniz, Dünya Sağlık Örgütü'nün öngörüsü çıkar ve salgın hastalıklar Güney Asya'da milyonlara varan insanın hayatına mal olursa, Özel Sağlık Hizmetleri, Sağlık ve Hayat Sigortası sektörlerinin hisseleri de tavan yapar mı? Neden olmasın, yeter ki piyasanın canı sağ olsun, yeni "tavan puanlar"dan kapansın endeks, biz dünya halkları savaşlarda öldürülmeye, salgın hastalıklarda kırılmaya, işsiz ve mülksüz kalmaya alışığız ne de olsa.
Bizim ülkemiz Türkiye' de genelde "işlerin yolunda gittiği" ve halkın "krizden kurtulduğu" piyasalara bakarak değerlendirilir. Borsa yükseliyor ve tarihi tavan yapıyorsa ekonomi "düze girmekte" ve "ekonomik göstergeler çıkış sinyali vermekte"dir. Öyle ya, şu sıralar IMKB de tarihi kapanış rakamları ile göğsümüzü kabartıyor.
Şimdi Güney Asya piyasalarını görüp ne demeli? Demek milyonlarca kişi açlıktan ölse, salgın hastalıktan kırılsa, cesetleri gömecek toprak bulunamasa da piyasa tanrısı memnun olabiliyor, tavan yapabiliyor. Günde 1 doların altında geliri olan en yoksulların yüz binlerle kitlesel ölümleri borsayı bırakınız etkilemeyi, piyasalara tavan yaptırıyor. "Güney Asya Ekonomik Mucizesi" böyle bir şey işte. Borsanın ve piyasanın diğer "ekonomik göstergeleri"nin ne kadar halkın çıkarını gösterdiği ortada değil mi?
Ekonomist değiliz belki doğru, sesimiz kısık çıkıyor, hayalcilikle, gerçekçi olmamakla suçlanıyoruz, başka bir dünyanın olabileceği düşüncemiz ütopya olarak değerlendiriliyor. Ama Nobel Ekonomi ödülü almış, IMF başkan yardımcılığı görevinde ve Clinton döneminde Beyaz Saray'da Ekonomik Danışmanlar Konsey başkanlığını yapmış Joseph Stiglitz de, neoliberal iktisat politikalarını uzunca bir süredir eleştirince, kulak vermek gerektiğini ister istemez düşünüyor insan.. Stiglitz, 1 ocak 2005'de "Guardian" gazetesindeki makalesinde neoliberal iktisadın açmazlarına, tıkanıklıklarına çok şiddetli eleştiriler getiriyor. Neoliberalizmin kalesi IMF'yi, arkaik bir kurum olmakla suçluyor: "IMF politikalarını yürüten ülkelerin burnu krizden çıkmaz, bunun nedeni de IMF'nin yanlış politikalardır" diye çok şiddetli bir muhalefet yürütüyor. Stiglitz neoliberal finansal düzenin oyun şeklinin yanlışlığına sürekli dikkat çekiyor. Gelişmekte olan ülkelerin, oyunun kuralı böyle devam ettiği müddetçe, yeni krizlere gebe olduklarına işaret ediyor.
Aynı gemide yaşayan 6 milyar insanıyla, yoksul çoğunluk ve zengin azınlığıyla bu küre bir sona doğru gidiyor, gemimiz su alıyor. Hamasi nutuklara, her türlü ayrımcılığa karşı çıkarak, her bireyin önce "dünya vatandaşı" olduğunun bilincine varmasının zamanı gelmiştir. Bir şeyleri değiştirmenin zamanı sizce de gelmedi mi hala? Oysa "insan türünün devamı için" asırlık endüstriyel ve ekonomik anlayışın sadece yoksullar için değil, zenginler için de değişmesi gerek artık... Nasıl mı? Önce, değişim isteğinin vicdanlarda filizlenmesiyle.. Bir şeylerin artık değişmesi gerektiğine inanmadan, değişimin kendisi gerçekleşemez..
Kaynaklar:
1. The Independent, 24.01.05, Michael McCarthy, " Meeting The Climate Challenge"
2 .Guardian, 01.01.05, Joseph Stiglitz
3. Asia shares defy post-quake gloom ( http://news.bbc.co.uk )
4. Tan Morgül, Geleceğin fotoğrafı
5. Greg Palast, "Best democracy money can buy"
Çağatay Acar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat |
YEDİ OKYANUS VE SANIRIM BEN
Umarım iyi vakit geçirirsiniz bu gece.
Umarım eğlenirsiniz.
Sanırım, bu sizin güzelliğiniz aslında.
Ve...
Sanırım ben...
İki parmak bir araya geldiğinde, şaklamaya duran iki uç birbirine değdiğinde, zaman sihirlenir.
Bilirsiniz.
Tipik bir durumdur bu, tipik bir zamana yaslanan.
Birden fazla seçeneği bir olup bir olmayan.
Herkes mutludur aslında.
Hem de herkes özgür.
Üç köşe bir araya geldiğinde, birleşmeye duran üç çizginin altı ucu birbirine değdiğinde, zaman silinir.
En zor kararlar iki yol ayrımında verilir.
Şeytan üçüncü ayrıntıda gizlidir.
Dört mevsim bir araya geldiğinde, kış baharda, bahar yazda erir.
Yaz hazanda, hazan kışta delirir.
Tipik bir durumdur bu, tipik bir zamana yaslanan.
Birden fazla seçeneği bir olup bir olmayan.
Beş her zaman pervasızca geçilir.
Altı his biraraya geldiğinde, altı algının altı altında yaşayan altı insan hangi alt atlatmacanın altındaki tipik bir durumun altı atmalı örgüsüdür?
Ne için bu kadar fark?
Oysa herkes mutlu.
Hem de herkes özgür.
Yedi okyanus birarada görünür.
Yedi okyanusun en az yedi karasında yaşayan en az insanlar tipik bir durum örgüsüdür.
Tipik bir durumdur bu.
Tipik bir zamana yaslanan.
Birden fazla seçeneği bir olup bir olmayan.
İki ucu iki işaret parmağının birbirinin kendinde dibine değdiğinde, zaman durur.
Duran zaman aklın dumurudur.
İki parmak birbirinin içinde içkin güzelliğine işaret biraraya geldiğinde, zaman kurur.
Kuruyan zaman aklın durumudur.
Ne için bu kadar fark?
Oysa herkes mutlu.
Hem de herkes özgür.
Umarım iyi vakit geçirirsiniz bu gece.
Umarım eğlenirsiniz.
Ve...
Sanırım ben...
Bu sizin güzelliğiniz aslında.
Yedi okyanusun ortak kara kararına inat tam ortasında.
İki mükemmel olabilir.
Birsiz iki hiç olmayabilir.
İkisiz bir bir hiçtir.
O halde...
Sanırım ben...
Bu sizin güzelliğiniz aslında.
O halde.
Sanırım ben.
Yedi okyanus dört mevsimden ibaret bir ikidir.
Dinlenen: Dave Matthews/Tim Reynolds, Different situation
ANur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
SAKLIKENT
Sağlam inşa edilmişti acıların saklı kenti, temelinde hüzün, keder, öldüresiye hasret harcı vardı... Sokakları güneş görmez küçük ve kuytu köselerden ibaretti. Bazen kopsa da fırtınalar çökecek sanılırdı.. İçinde sakladıkları gizemli maceralarıyla, bazen sisli puslu, bazen gürültülü, bazen de yeşilimsi mevsimlere gebeydi.
Eski bir kitabın yırtık sayfasındaki değerli cümleleri andırırdı,loş ışıklı evleri. Her evde insan, her evde umut, her evde kendine özgü efkarlar beslerdi.Hele bir ev vardı ki; uzun zamandır penceresinden güneş görmemiş perdeleri, insan sesine hasret duvarları,baharı andıran tabloları, görkemli merdivenleri ile meşhur bir ev...
Gece yeni olmuştu,ay yeni doğmuştu... Baharı tablolarında yaşayan saklı kent de...
Bir adam eski bir sevdanın hayaliyle boğulmuştu...
Ezbere bildiği bir şiir okumuştu...
"Öyle miskin miskin duruyor köşesinde
Duvarlarım gibi sessiz...
Pofidik koltuğum...
sence...
bir koltuk da en az bir yatak kadar
hissedebilir mi yokluğunu?
Peki ya sen hiç kendi kendine konuşan
yatak gördün mü?
Bütün gece seni sorgulayan
uykularını kaçırtan?
ve artık hiçbir askısını kullandırtmayan bir dolap
ve hala sen kokan kazaklar, gömlekler...
düşünebilir misin ki onlar bile küskün...
ya şu radyoma ne oluyor ki...
sanki hep de kolluyor vuracağı zamanı
her daim pusuda...
hele bu halı... var ya bu halı...
ayaklarının hiç basmadığı...
ona ne oluyor ki?
Peki ya bu mor perdelerim
Reddeden açılmayı...ışığa, güneşe, güne uyanışı...
Hepsi el birliği etmiş
Suskun ve küskün
İyi be...Yıkılın bari üstüme duvarlar...
Yıkılın ki...
Tahribatın hakkını verelim...
Bari faili meçhul bir cinayetten gidelim..."
Sessizlik bürüdü ortalığı, zifiri karanlığa bıraktı loş ışıklar yerini, bir kadın uzun bacakları ile küçük adımlar atıyordu saklı kente doğru... Adam hüzünlerinden soyunmak için balkonda bir sigara yaktı... Sigarasının alevi bir yıldız kadar parlaktı... Derin bir nefes çekerek titredi bir an. Bir kadın yaklaşmıştı uzaklardan... Adam büyüterek gözbebeklerini,tanımaya çalıştı kadını... Bu küçük adımlar vermişti eski bir sevdanın adını..
Sarı solgun söğüt ağaçları arasından girdi kadın bahçe kapısından içeri... Gitmeye çoktan hazırdı yalnızlığın sesleri...Adam,serseri adımlarla görkemli merdivenlerden iniverdi. Gözleri kadının gözlerine değdi...
Sürgündeki Kadın: Umudumun tükendiği yerden, yüreğimin sesiyle, eski bir sevda bulmak, kendime bir pay çıkarmak, küçük bir masalın küçük bir anısı olmak adına geldim...
Adam baktı gözlerine, gitti yıllar öncesine.. Bu 'O'ydu...Yüreği sanki bir koydu.Yıllar öncesinin titremesi sardı, kalp atışları hızlandı... Tuttu kadının bembeyaz soğuk elinden,sürükledi 'O'n dan sonraki halinin peşinden...
Beyaz duvarlar griye bürünmüştü... Ortada küçük bir halı, eski bir sehpa,birazda mutluluğun kırıntıları... Dağınık gazetelerde sürgün kadının manşetlerdeki resimleri görünmüştü... İkisi de bir an üşümüştü....
Sürgün Kadın : "Uçurumlar gibi gözlerine bakan bendim... Sana,bir takım sebeplerle değil,sana sebepsiz, sana kedersiz,sana ecelsiz geldim...Ver bütün yalnızlığını bana,bu an dursun" diye emretti zamana...
Adam yumruğunu sıktı sustu,kendisini ele veren beklide gururdu...
Upuzun bekleyişin ardından, hiçbir şey olmamış gibi çıka gelen bu sevda,dökülen bir yaprak, kırılan bir dal, çürümüş bir kağıt parçası kadar eskiydi. Değerini kazandıran hüzün ve sessizlikti. Adam anladı ki; Zaman Aşımına Uğramazmış Eski Sevdalar...
Kırılmış bütün kadehlerin, kurumuş bütün çiçeklerin, saklı bir kentin görkemli merdivenlerine sahip olan bir evin,heyecanlı solonun da,sürgün kadın adamın dudaklarını mühürledi... Adam konuşmadı,konuşamadı... Gece karanlığını terk etme mahkumiyetinde ilerlerken... Durup titredi yerli yerinde bir dakika büyülü ev... Bütün büyüsünü kaybediverdi adamın ihanetinden.. Ne bir tavır gösterdi nede kızgınlığını... Zamandan almıştı bütün hıncını..
Sabah ışık hızıyla bütün ışıltılarını döktü kentin üstüne.
Bir çocuk çıktı sokak aralarından, hafif ince sesiyle... Bağırmaya başladı bu "Sonu ne oldu ? " diye... Bir gazete sürüklendi rüzgarın esaretinde... Büyük bir başlık atılmıştı o gün manşetlerde...
"BÜYÜ BOZULDU...!!!"diye
SAKLI KENTİN SAKLI SEVDASI SAKLI KALACAK DEĞİL YA...
Yaprakları Sevdaya sararmış,
Eski defterlerimi kaplarken yüreğimle
Ne hazindir ki;
Önüme koyduğunuz kara kaplı kitabın...
Başlangıcı da, bitişi de aynı hikâyeyle
Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı İNTİKAMIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ! |
|
İhanetin ardından, bir dostun acımasız bir lafından, patronun herkesin ortasında sizi küçük düşürmesinden, okul yıllarında düşük gelen bir dersin öğretmeninden, en sevdiğiniz bebeğinizi kıran mahalle arkadaşınızdan, sevgilinizi elinizden alan sarı saçlı kızdan, hangimiz istemeyiz ki ufakta olsa bir intikam almayı. Onun bizim canımızı yaktığı gibi canını yakmayı, yüzündeki o acı ifadeyi 1 saniyeliğine bile olsa görebilmeyi.
Herkes birşekilde almak ister intikamını. Kimimiz bir sözle, kimimiz en sevilen eteğin üzerine kazara! döktüğü meyve suyu ile, kimimiz en yakın arkadaşı ile. Örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz çünkü intikamın şiddeti çektiğimiz acıya ve üzüntüyle doğru orantılıdır.
İntikam hepimizin doğasında var, acı çeken insan bir şekilde acı çektirmek ister karşısındakine. Kalbini parçalara ayırmak, uykularını kaçırmak, beynine olmayan düşünceler sokmak, canını yakmak ister tüm benliğiyle.
"Yok bana göre deği", "hayatta ben yapamam","amaan Allah'ından bulsun", tarzı söylevler çekenlere de fazla inanmamak lazım. İçin için intikam ateşiyle yansa da bunu hayata geçirebilecek cesareti olmadığından böyle konuşmaktadır.
Ben bayılırım intikam almaya, çünkü, küçük ya da büyük neolursa olsun bana acı çektirenin de acı çektiğini görmek ilaç gibi gelir yarama. Burcumun özelliğinde midir nedir bilmiyorum ama bana yapılana aynı ya da daha sert şekilde cevap verme huyum hep olmuştur.
Mesela ilkokulda burnumu patlatan çocuğa ortaokulda 2 katı şiddetle karşılık vererek ben de onun burnunu patlatmıştım. Zaten bu kin bir devede bir de ben de var. Ama en çok zevk aldığım intikam bundan bir yıl kadar önce vuku bulmuştu.
Çok hoş biriyle tanışmıştım, herşey tesadüflerle gelişti ve çıkmaya başladık, benim rahat tavırlarım onun erkek arkadaşları tarafından fazla hoş karşılanmadığı için de ayrıldık.
Günlerden birgün arkadaşlarından birinin ona benimle ilgili söyledikleri çalındı kulağıma, ama beni esas kızdıran onun hiçbirşey söylememesiydi beni savunmak adına.
Neyse, içimdeki öfkeyi birşekilde ondan çıkartmalıydım, ve çıkarttım da tabii. O çok sevdiği, taptığı arabasını gecenin bir körü çekicimle yeniden şekillendirdim ve bunu yaparken de inanın çok eğlendim.
Birkaç gün sonra ortak arkadaşlarımızdan biriyle birlikte dışardayken onu sordum, arkadaşım da bana arabasının başına gelenleri anlattı üzüntüyle, "ahhh inanmıyorum ama o arabasına çok değer veriyordu, yazıııııkk, dur şuna bi geçmiş olsun diyeyim" dedim ve onu aradım, başına gelenlere çoooook üzüldüğümü falan söyledim. Yanımıza çağırdım olayı anlatırken yüzündeki acıyı görmekti amacım ve gördüm.
İnanın hayatımdaki hiçbirşey beni bukadar eğlendiremezdi, aldığım zevki tahmin bile edemezsiniz.
Yazının sonuna gelmişseniz ve okuduklarınızın ardından benim kişiliğimle ilgili tahliller yapmaya başlamışsanız boşuna yoruluyorsunuz demektir. Çünküü, benim akıl sağlığım yerinde, psikolog ihtiyacım da yok bilesiniz.
İntikam denilen şey, yaşanması gereken en büyük zevklerden biri. Öfkenizi bastırmayın acınızı acıyla dindirin inanın yaranız kısa sürede kabuk bağlıyor.
Size manyak ya da psikopat diyenler çıkabilir aldırmayın sakın, intikam yolunda herşey mübahtır. Acımak yok asla unutmayın.
Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Kapıları Kırmaktansa Bir Kere Olsun Şu Anahtarları Arasanız
Zar zor idame ettirdiğiniz ilişkilere bu hafta birde Satürn gezegeninin sıkıştırmaları eklenince iletişimlerde aksaklıkları yaşayacağınızdan emin olabilirsiniz koçlar. Gururlarınızı şöyle hafiften bastırırsanız hiç olmazsa yüksek tansiyonları ateşlememiş olursunuz. Boş vaadlere ve dingilleri tutmayan ütopik projelere kendinizi kaptırmayın. Herşey yavaş yavaş ilerlese bile sabır kuşanın. Şanslı gününüz salıyı olumlu kullanın.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Enerji Patlamasına Tutulmak Neymiş Şimdi Anlayacaksınız
Kış aylarının son haftalarına bir girişiniz var sevgili boğalar yani maşallah.. Sevdikleriniz, sevgilileriniz, hayranlarınız yani size tapanlar bir dediğinizi iki etmemeye inanın sanki and içmişler. Eh haliyle bu kaymak atmosfer mesleki uğraşlarınızda bile sizleri kanatlandırmakta. Uzun vadeli ve konstantrasyon gerektiren projelere atılmanın tam sırası işte boğalar. İkinci şansları umutla bekleyenlerinize müjdeler olsun. Dilekleriniz gerçekleşmekteler.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Narsisik İkizlerdenseniz Gökgürültülü Haftanıza Dikkat
Sosyal yaşamların vazgeçilemez simaları olmaktan hoşlandığınızı tekrar etmeme gerek varmı bilmiyorum ama bildiğim tek şey şu sıralar sevgililerinizi ihmal ettiğiniz ve sularınızın ısındıkları ikizler.. Profesyonel çalışmalarınızda yenilikler gezegeni Üranüs'ün etkilerini bayağı hissedeceksiniz bu hafta. Dünyaları kucaklayacağım diye sakın enerjileri ve şanslarınızı boşuna heba etmeyin, planlı programlı hareket edin.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Dertleri Zevk Edindim Neş'e Felan İstemem...
İstemeseniz de yine kendinizden kaynaklanan halet- i ruhiyelerinizin sallantılarını bu hafta derinden yaşayacaksınız yengeçler. Huzuru ise aileniz ve dostlarınızla geçireceğiniz anlar da bulacaksınız. O halde bu hafta bulun bakalım sevdiklerinize beklenmedik hoşluklardan bir demet sunmanın yollarını.. İş yerlerinde muhabereler şiddetle devam edecekler, yani hiç olmazsa özel hayatlarınızda günleriniz rengarenk olsunlar.. Haftanızın güzelliklerini siz yaratın bu sefer, ne dersiniz...
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Gücünüzden Çekinmeyin Aksine Bırakın Çoşsun Artık
Amanın ne hareketli haftaymış bu böylesine gönülleri mest eden... Evet sevgili aslanlarım geçen hafta sonundan beri başlayan olumluluklar serisine ot tıkamayın, bırakın kendinizi. Eh biraz da nefes alın derinden, azıcık da kendinizi düşünerek. Şimdiye kadar kullandığınız stratejileri artık değiştirmenin kesinlikle zamanının geldiğini de belirtmeliyim. İç dünyalarınızda derinden oluşan değişimleri kesinlikle pratiğe dökmelisiniz. Unutmayın..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Olası Engellerden Alınacak Dersleriniz Varsayımı İle...
Kendinizi kabul ettireceksiniz diye duygularınızı, isteklerinizi bastırmanın ne alemi var sevgili başaklar allahaşkına... Özveriler hep sizden gelecek değiller ya bırakınız sizi sevenler de göstersinler aynı incelikleri. Önümüzdeki günlerden itibaren içlerinizden yükselecek heveslerinizi dinlemekle kalmayın onları uygulamaya koyun. Bu hafta engellemeleri kesinlikle aşmalı ve aşmalısınız. Ailevi de olsalar manevi zincirlerinizi mutlaka kırmalısınız..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Ballı Günlere Hazırım Diyorsanız Yıldızlardan Hodri Meydan
Tüm güzelliklerin burçlarınıza misafir olacakları bu yeni haftanız da ilişkilerinizde hasıl olabilecek yanlış anlaşılmalara asla yer vermemelisiniz. Çabuk geçecek bir iki çekip çekiştirmeden sonra haftanızın nimetlerini dolu dolu yaşayın. Profesyonel çalışmalarınızda hassas dengelere azami dikkat gösterin, gerekirse kendinizi bir adım geri çekin. Haziran ayına kadar öncelikle planlarınıza konsantre olun. Kıskançlıklara ve dedikodulara kulak asmadan..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Direksiyonları Sıkı Tutun Akrepler Hız Kazanıyorsunuz
Tüm yıldızlar sizleri kollamaktalar sevgili akrepler. Sorumluluklarınız arttıkça omuzlarınıza yığılmaları muhtemel yorgunlukları bile hissetmiyorsunuz, aksine öylesine rahat bir haliniz var ki.. 2005 yılının son aylarına girerken çok tatlı gelişmelere tanık olacaksınız. Olası problemlere rağmen parıltılı yolunuzda ilerlemeye and için. Uzun vadede zirvelere yıldızların refakatlerinde ulaşacağınızdan kesin emin olun.. Bu hafta ise şanslarınızın bolluklarından şüphe duymayın. Çünkü cidden şanslısınız..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Halihazırda Bir Projeniz Yoksa İvedelikle Canlanın Yaylar
Bu hafta aile fertlerinize ve işyerlerinizde meslektaşlarınıza tahammül etmekte zorlanacağınız günlerle tanışacaksınız yaylar. Haziran ayına kadar sabretmelisiniz, içinizde oluşan değişim rüzgarlarının sürüklemelerine kendinizi kayıtsız şartsız koyuvermeden bilhassa.. Bazı yayların şans yüzdeleri oldukça yüksekler ama gel gelelim şu gereksiz son sözlere sahip olmak hastalığını bir türlü yenemediniz ya pes yani.. Yine de şanslar gezegeni Jüpiter'in burçlarınıza iyice yerleşmesiyle şahlanacaksınız..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Dilinizi Yedi Defa Döndürün- Nefes Alın.. Şimdi Konuşabilirsiniz
Salı günü ağzınızdan çıkacak sözleri iyice tartmadan sakın sarfetmeyin oğlaklar.. Nedeni ise hırslarınıza can veren enerjilere güvenerek astığım astık kestiğim kestik gibilerden davranış hatalarına düşme olasılığınız en önce.. İyisi mi, siz siz olun da haftanızı dostlarınıza sığınarak geçirmeye bakın oğlaklar.. Sevgi ilişkilerinde ise pupa yelken ilerlemektesiniz. Krizlerin sonlarına doğru yaklaşmaktasınız ve bunu da hissetmektesiniz aslında..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Haftanızın Işıldamalarını Gözlerinizle Ruhunuza İşleyin
Kocaman aşklardan, bacaları saran ateşlerden, kalpleri mat eden alevlenmelerden herzaman uzak durmak prensibi ile yaşayan kovalara yıldızlardan müjdeler var !.. Dünyaları fethetmeye öylesine iddialısınız ki.. O halde fetihlere ideallerinizden başlayın. Unutmayın haftanızın rengini siz belirleyeceksiniz. Çarşamba günü azıcık itidallı olun. Gönül şenliklerinizi paraları har vurup harman savurmalarla karartmayın. Mesleki uğraşlarda ve deplasmanlarda gecikmeler hasıl olabilir, konstantrenizi bozmayın..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Hayat Bayram Olsaa... İşte Yeni Yepyeni Parolanız Balıklar
Geldik bizim alabalıklaraa.. Aşklar tanrıçası Venüs balık burcuna misafir bu haftadan itibaren.. Nane molla ortamların şeker kaymak olmasalar da tasasız ve korkusuz
yaşanılabilir hale gelmelerinde büyük rol oynayacak Venüs tanrıçamıza gereken misafirperverlikleri göstermekten kaçınmayacağız demi balıklar... Nasıl mı, davranışlarımızda son derece toleranslı olarak mesela. Sevgileri körletmekten vazgeçerek bilhassa.. Yaşam kalitenizi yükseltmeye yeminlisiniz, haftanızda buna biçilmiş kaftan, inanın..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.391 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
ŞAŞKIN
Katılımsız kaygısız bir zaman aralığında savuruyor gece çocuklarını
Kabuslara ve en pembe rüyalara
En hazırlıksız anında bilinçaltı imparatorluğunda
Egemen alt benliğin hakim olup bitene ve olacaklara
Kontrol yok
Kaçmak yok
Soru yok
Öylece kabul görüyor sanrıların
Tanrıların şarkılarından uzakta
Ama ihtiyaç duyurak bu kutsallığa
İkilemler de boyut kazanıyor bu sanal inancın sahasında
Çalakalem doldurur boşlukları şarap tadında düşüncelerin
Bekledikçe olgunlaşan, tadına varılan ama hala ilk günkü ekşiliğini koruyan
Ve sana maziden birkaç sihirli cümleyi anımsatır
Şalteri indirilmiş hayat
Damarlarında dolaşan küçük elektrik şokları aslında
Zeynep Elgün
Yukarı
|
Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.
Açılış Kokteyli: 18:30,4 Mart 2005 ,
Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA
Kırklar kilisesi -Mardin
Yukarı mezapotamyada (Yani bugünkü Anadolu topraklarında) İsa'dan sonraki ilk yıllarda, çok tanrılı dinlere tapan çeşitli medeniyetlerin ve kavimlerin tek tanrılı Hıristiyanlık dinini ilk kabul eden üyeleri, kendilerini "Süryani" olarak tanımladılar.
Farklı toplumlardan gelmiş olsalar da, bu yeni inanışa ait olmak, onları birleştirerek sonraki 2000 yıl boyunca titizlikle korudukları yeni bir kültürün filizlenmesini sağladı.
Roma kültüründen esinlenerek Hristiyanlığı yorumlayan günümüz Papa'lık müessesesinden farklı olarak Süryaniler, bu genç dini ilk ağızdan aldıkları bilgiler doğrultusunda, tarih boyunca Anadolunun güneyinde Antakya'dan başlayarak güneydoğunun özellikle Mardin bölgesine kurdukları Manastır ve Kiliselerin çatısı altında bugüne kadar orjinaline sadık kalarak korumayı tercih ettiler.
Ortadoğu'nun mistik atmosferinde yoğrulan Süryanilerin, gösterdikleri uyum, hoşgörülü ve dostane yaklaşımlar 2000 yıl boyunca bölgede hüküm süren farklı inanıştaki tüm uygarlıkların saygısını kazanmalarına neden oldu.
Lozan anlaşması ile tanınan azınlık haklarına "Biz azınlık değiliz, öz be öz Türk'üz" diyerek reddeden Süryaniler, herhangi bir siyasi yaklaşımı kabul etmeyeceklerini açık biçimde gösterdiler.
Özellikle son 20 yıldır bölgede yaşanan terör olayları, her ne kadar tarafsız kalmak isteseler de Süryanileri de etkilemiş ve bölgeden göç etmelerine neden olmuştur.
1932 tarihine kadar Dayrulzafaran Manastırı'nda bulunan Süryani patrikliği bugün Suriye'nin Başkenti Şam'dadır.. Bugün dünyada bunlunan Süryani nüfusunun 5 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının yaklaşık %5'i Türkiye topraklarında yaşamaktadır.
Fotoğraf'ın görevlerinden en önemlisinin "İnsanoğlu'nun yarattığı kültür zenginliklerin yok olmadan belgelenmesi ve genel insanlık kültürüne aktarılması" olduğunun bilinci ile yola çıkan Berrin Cerrahoğlu, bu sergi ile Süryani kilisesinin kapısını aralıyor.
Bu serginin konusunu, Mardin'de bulunan ... Süryani Kilisesinden biri olan KIRKLAR KİLİSESİ(*)'ndeki İsa'nın doğum günü kutlaması için yapılan "Doğuş Bayramı" (25 Aralık 1999) oluşturmaktadır.
(*) Mardin'in merkezinde bulunan Şar mahallesindedir. Kilise 6.yüzyılda inşa edilmiş olup üç giriş kapılı,ince taş işçiliği ile işlenmiş mihrapları,400 yıllık ahşap mihrap kapıları, kök boya ile yapılan 1500 yıllık orijinal baskı perdeleri ,geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yer aldığı divan mevcuttur.1170 yılında kırk şehitlere ait kemikler bu kiliseye getirilmiş ve bu tarihten sonra Kurklar Kilisesi olarak anılmalya başlanmıştır. . Kırklar Kilisesi bugün Mardin Metropolitlik kilisesi olarak da hizmet vermektedir.
Berrin Cerrahoğlu'nun Notu:
Bu çalışma ben AFSAD üyesi iken AFSAD-GAP işbirliği ile yapılan Güneydoğu Anadolu bölgesini fotoğraflama projeleri sırasında çekilen fotoğraflardan derlenmiştir.Katkılarından dolayı GAP idaresine ,sabır ve hoşgörüsünden dolayı Kırklar Kilisesi Papazı Sayın Gabriel Akyüz’e ,bilgi ve paylaşımı ile destek veren Mardin Süryani cemaatinden Florans Orundaş’a ve arkadaşım Mustafa Ertekin’e en içten teşekkürlerimle....
<#><#><#><#><#><#><#>
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Cep telefonu ihtiyaç mıdır yoksa lüks müdür diye düşünüp teknolojilerini hayretle takip ediyorum. Kameralısından bilgisayar gibi kullanılanına kadar pek çok modelini gördük ve görmeye de devam edeceğiz. Kısacası benim cep telefonları için söyleyebileceğim fazla bir şey kalmadı derken http://www.vertu.com/ kısa yolundaki web sayfasına rastladım. Tasarımların arkasındaki isim, 1995 yılından beri Nokia için çalışan Franck Nuovo. Nuovo'nun Vertu serisi için tasarladığı çelik ve platin cep telefonları, sentetik yakutlar oturtulmuş tuşlardan oluşuyor. Yani tamamen lüks telefonlar ve fiyatları yaklaşık 30,000 USD seviyelerinde.
...Derler ki, Ağgül köyün varsıllarından Mürsel ağanın kızıdır. Güzel mi güzel simsiyah saçlar, kestane rengi gözler, salına salına yürüyüşü yürekleri yakarmış. Köy gençlerinin gözü Ağgül’de ama kimse de yan gözle bakamazmış. Nedeni de Mustafa. Herkes sayar severmiş Mustafa 'yı. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mustafa babası öldükten sonra evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş, anasını ele muhtaç bırakmamış. Alnının teriyle geçimini sağlıyor. Bazen zorlansa da yakınmıyor Mustafa. Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak. Gel gör ki, Ağgül'ün babası verimkâr değil. "Mustafa kim oluyor ki bizden kız isteyecek o ilkin karnını doyursun" diyormuş. İyi hoş ama Ağgül öyle demiyor. "Bir lokma bir hırka olsun yeter artığını istemem" diyor diyor ya dinleyen kim... Devamı ve daha fazlası için http://www.turkuler.com
Wallpaper konusunda sürekli arayış içerisinde olanlar için ilginç bir alternatif http://www.evasion2k.com/html/wallpapers.html bence denemeye değer.
Sağır ve dilsizlerin kullandığı alfabe konusunda hepimizin az da olsa fikri vardır. Peki bunun; için kullanılan bir sözlük olabileceğini düşündünüzmü. Böyle bir sözlük olsa mutlaka resimli olmak zorundadır tabi ki. http://www.simplifiedsigns.org/lexicon.htm kısa yolunda ingilizce’den dilsiz alfabesine göre hazırlanmış özel bir sözlük bulacaksınız. Türkçe olanı henüz bulamadığım için şimdilik bu kısa yolu veriyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Thunderbird 1.0 [5.73 MB] All Windows Free
http://download.mozilla.org/?product=thunderbird&os=win&lang=en-US Outlook Express'in yetersizliğinden şikayetçi iseniz ya da MS Outlook'un sadece bir kısmını kullanıyorsanız bu eposta programını mutlaka kullanmalısınız. Mozilla tarafından geliştirilen Thunderbird, tarayıcısı Firefox'la birlikte vazgeçilmez olmaya aday. Alışkanlıklarını değiştirmek ve geliştirmek isteyen her internet kullanıcısına tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|
|
|
|