ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 694

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 4 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Görüşlerinizi bekliyorum!


Merhabalar,

ABONE OL! Yağmur yağınca, nedendir bilinmez, duraklayan trafikte geçen 2 saatin üstüne bir de günün yorgunluğunu koyunca pestilden hallice oluyor insan. Baktım sayı da dopdolu olmuş, o zaman kısa kesip aşağıdaki güzel yazılara yer açabilirsin dedim kendi kendime.

Dergimiz ile ilgili çalışmalarımız tüm hızıyla sürüyor. Bugün gene bir toplantımız var birtakım yetkililerle. Daha çok yerde var olmaya çalışacağız. Genel istek üzerine dergi için birkaç sayfa hazırladım. Örneğin dergiyi görmeyenler için bir "Fincanın İçindekiler" sayfası, inceleyip satın almak isteyenler için bulunduğu yerlerin listesini, görüp okuyanlar için de "YORUM ve GÖRÜŞLER" adında bir yorum köşesi hazırladım. Aslında bu yorum köşesine şikayet ve önerilerini de yazabilirsiniz diye düşündüm. Özellikle Abonet ile yaşadığınız sorunlar, elinize geçen dergi ile ilgili şikayetleriniz ya da şöyle olsaydı daha iyi olurdu gibi önerilerinizi bekliyorum. Emektar pikaba bir güzel soundtrack koyup gidiyorum. Damdaki Kemancı (Fiddler on the Roof - Sunrise Sunset). Hepinize ılık bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

9 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Bunlar hep iyiye işaret

Hiç unutmuyorum rahmetli anneannem hava yağış öncesi birdenbire kararsa ya da sıcaklar dayanılmaz düzeye fırlasa, "Allah sonumuzu hayır etsin, bunlar hayra alamet değil" derdi. Sonraları benzer kuşku dolu sözleri başka yaşlılardan da işitmişimdir.

Günlük hayatımızda ya da ülkede olup bitenlere böyle yakıştırmalarda bulunduğumuz hatta bu tür sözlerin kimi 'uzmanlarca' da dile getirildiği olmuyor mu?

Borçlar azalmıyor, kötüye işaret. İstihdam rakamları düşüyor, döviz dengesi açık verebilir, kötüye işaret.

Kötü, kötü... Yıllar yılı içimiz karardı, karartıldı. Öyle değil mi? Bu memlekette hiç mi iyi bir şey olmaz? Olmaz mı? Yeter ki o gözle bakalım, bardağın dolu yarısını görmeye çalışalım.

Şimdi gelin efendim, benim son bir ayda gazetelerden, televizyon ekranlarından bir araya getirdiğim kimi haberlerden kısa bir ufuk turu yapalım.

Geleceğe umudumuzu tazeleyelim.

'Türkiye genelinde bir önceki yıla oranla kapkaç-yankesicilik suçu, yüzde 31 oranında arttı. 17 bin düzeyindeki kapkaç suçunun yüzde 71'i İstanbul-İzmir ve Diyarbakır'da işleniyor. Kapkaç birçok ilde görülürken, rekor artış ise Kayseri'de yüzde 459 olarak gerçekleşti.'

Şimdi hemencecik bunu kötüye yorumlamak ve telaşlanmak olası. Oysa kapkaçın artması bunun giderek bir geçim kapısı olarak görüldüğünün yani işsizlere bir umut olduğunun da belirtisi değil mi? Bunun farklı şehirlerde ortaya çıkması, hep şikayet edilen bölgeler arası uçurumların bir konuda da olsa ortadan kalkmakta olduğunu göstermiyor mu?

"Sınavla 10 bin yeni polis alınacak."

Bakar mısınız... İşsiz eğitimli gençlerimize devletimizin yeni iş olanakları yarattığına mı sevinesiniz yoksa güvenliğimizin daha etkin sağlanacağına mı, şaşırıyor insan.

"Adalet Bakanı bir soru önergesine verdiği yanıtta son bir yılda farklı tiplerde tam 22 yeni tutukevinin hizmete alındığını belirtti."

Bunu suç ve suçlu sayısındaki artışa bağlamak olası ancak suç işleyenlerin yakalanıp, hızla yargı sürecinin işletilip, fiillerine uyan cezalara çarptırılmış olduklarını da mı düşünemeyeceğiz?

Son bir ayda her seviyede hoşgörünün arttığına yorumladığım iki gelişmeyi anımsatmak isterim lafı gelmişken.

Biri Ankara Bahçelievler'den. "Yol verme için tartışan taksi şoförlerinin sopayla saldırdığı Profesör, şoförlerden birini bıçakla yaraladı."

Ne oluyor? Hemen dudak büküp, 'toplumsal cinnet' gibi yakıştırmalarınızı duyar gibiyim.

Ne alakası var efendim? Siz hiç mi yolda tartışmıyorsunuz? Bu tartışmalarda insanların birbirini silahla vurup öldürdüğü örnekleri ne çabuk unuttunuz? Biri efendice sopasını çekmiş, diğeri bıçağını. Öldürmüşler mi birbirlerini? Yok. Peki öldürebilecekken bundan kaçınmış olmalarını, toplumun değişik katmanlarında hoşgörünün gelişmekte olduğuna yorumlamak çok mu abartılı?

Bence hayır!

Diğer yandan Sayın Başbakanı 'türban konusuna atıfta bulunularak' yanılmıyorsam iplere dolanmış bir kedi olarak çizen karikatürist Musa Kart hakkında Başbakana hakaret edildiği gerekçesiyle tazminat davası açılmış.

Şimdi bunu bir üstteki olayla birbiri peşi sıra okuyup, 'her seviyede hoşgörüsüzlük' teranelerine başlayanlar çıkmıştır, hatta bunlardan aranızda da bulunabileceğinden şüphelenirim.

Efendim ne ilgisi var? Konunun, niyetin detaylarına hakim miyiz? Belki de Sayın Başbakan bu örtünme konusunun ikide bir bu tür çizgi, yazı ya da resimle tartışma malzemesi haline getirilmesinden şikayetçidir, kendisinin bu adımının toplumsal barışın korunması amacıyla küçük bir anımsatma, bir devlet büyüğünün daha büyük husumetlerden kaçınma adına iyi niyetli bir uyarısı olarak görülmesi mümkün değil midir?

Biz büyük bir aile değil miyiz? Başbakanı baba, gazeteciyi oğul, davayı basit bir kulak çekiş olarak görseniz neyiniz eksilir?

Son dönemde ülkemde hoşgörünün geliştiğine, karşılıklı diyalogla sorunların aşılacağına inancımı bütünüyle kuvvetlendiren haber ise futbol alanından geldi.

Yok, ne temelsiz şike savlarından ne de statlardaki ufak tefek itiş kakıştan söz edeceğim. Anımsayınız geçenlerde büyük medya mensubu Reha Muhtar, bir süre önce kurşunlanan eski FİFA Kokartlı Futbol Hakemi yeni futbol yorumcusu Dr. Ahmet Çakar'ın gazetede kendi odasında karşılaştığı dönemin Futbol Fedarasyonu Başkanı Haluk Ulusoy'a "Agbi beni sen mi vurdurttun?" diye sorduğunu açıkladı.

Bu gelişmeden sonra, bir başka büyük medya mensubu Ali Kırca, konunun önemine koşut olarak Dr. Çakar'ı ATV'de (kuşkusuz Ana Haber Bülteninde) konuk edip böyle bir konuşmanın ülkenin futbol hakemiyle fedarasyon başkanı arasında geçip-geçmediğini teyit etmek istedi. Dr. Çakar diyalogu doğrulayarak, Ulusoy'un "Bizde böyle şey yoktur." gibisinden bir yanıt verdiğini ve kendisinin de bu yanıttan tatmin olduğunu söyledi.

Bakar mısınız? Bu iki haberdeki güzelliklerden hangisinden başlamalı? Bir kere kişiler arası diyalogun gelişmekte olduğunu vurgulamalıyız. Birinizin ünlü bir futbol hakemi, diğerinizin futbolun bir numaralı yöneticisi olması ve konunun 'vurulma-vurdurulma' ile ilişkisi hiçbir şeyi değiştirmez. Olabilir efendim, vurdurulmuş olabilirsiniz ancak şüphelendiğiniz kişi ya da kişilere bunu korkmadan sorabiliyor olmanız toplumdaki diyalog ve hoşgörünün artış belirtisi değil midir?

Sorarım değil midir?

Ya karşıdakine, onun sözlerine güven...

"Bizde böyle bir şey yoktur" yanıtını alacaksın ve ikinci bir laf daha etmeden fiilen sarılmasan da daha düne kadar kuşku ile baktığın kişiye beyaz bir sayfa açacaksın. Bu yürek temizliği, insana güven değilse nedir, söyleyin bakalım.

Ya Sayın Muhtar ve Sayın Kırca'nın bu mutlu gelişmeyi kamuoyu ile paylaşma çabaları? Medyaya güven, onun haber seçki ve önceliğindeki özeni bu iki gelişmede görmeyeceğiz de ya nerede arayacağız?

Efendim örnekleri çoğaltmak olası. Ben bu yazıda özellikle huzur ve toplumsal barışla ilgili olanları öne çıkarmaya çalıştım.

Bana güveniniz. Bizi, ülkemizi güzel günler bekliyor.

Bunlar hep hayra alamet. Yani iyiye işaret!

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,449,449,449,449,449,449,449,449,44
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  BEBEK YÜZÜ

Ellerine krem sürüp, ince çorabını dikkatle kıvırdı, çorabının kaçmasını istemiyordu. Ayak tırnaklarındaki ojelerin bozulduğunu fark ederek, çekmeceden aseton, törpü ve ojesini aldı, yatağın üzerine oturdu. Çenesini dizine dayayıp, ayak tırnaklarının bozulan kısımlarını düzeltti. Eski ojelerini temizleyip, yenilerini sürdü. Çabuk kurumaları için üzerlerine birkaç defa üfledi. İpek pürüzsüzlüğündeki tenine çorabını geçirip, aynadan gördüğü yarı çıplak vücuduna çapkın bir bakış fırlattı.

Zil çalmamıştı, bakıcı her zamanki gibi uyarılarına dikkat etmiş, kapıyı birkaç kez tıklatmıştı. Süratle elbisesini üzerine geçirip, parmak uçlarında yürüyerek kapıyı açtı. Tombul bakıcıyı içeriye buyur etti. Saçlarını öne doğru alıp, fermuarını kapatmasına yardımcı olması için bakıcıya sırtını döndü.

-Yine çok güzelsiniz.

-Teşekkür ediyorum. Uyuyor. Bugün biraz huzursuzdu. Uyanırsa ısrarla beni isteyebilir, ancak mümkün olduğu kadar rahatsız edilmek istemiyorum, çok acil bir durum olmadan beni aramayın olur mu? Mutfaktaki kumbaranın içine para koydum, eksiklerinizi marketten getirtirsiniz.

Yatak odasına geri dönüp, son hazırlıklarını yaptı. Mürdüm renginde, baştan çıkarıcı, askılı mini bir elbise giymişti. Bir rüyadan kaçıp, gelmiş gibiydi. Bir düş perisi... Işıltılı taşlardan oluşan kolyesini taktı. Fırçayla saçlarının dalgalarını son kez şekillendirdi. Rujunu sürdü, çiçek kokulu parfümünü boynuna ve bileklerine sıktı. Hazırdı...

Çok güzel bir kadındı; her gittiği yerde tüm gözleri kendisine çevirtecek, hep kendinden bahsettirecek kadar güzel. Aynaya bir kez daha baktı; göz alıcıydı. Üzerine büyükçe bir şal aldı.

Bir yandan yüksek topuklu ayakkabılarını giyiyor, bir yandan bakıcıya alçak sesle talimatlar veriyordu. Tam kapıdan çıkacakken, giydiği pabuçlarını ayağından fırlatıp, geri çıkardı. Kızını öpmeyi unutmuştu. Küçük kızın odasına girdi, saçlarını usulca okşadı, alnına yarım bir öpücük kondurdu. Yorganını düzeltip, kapıya yöneldi. Yeniden geriye dönüp, gece lambasının loş ışığında ona bir kez daha baktı.

İki kat aşağıda, merdiven boşluğunda alkolik komşusuyla karşılaştı. Adamın ağzının suyu akarak verdiği selamı, hafifçe başını eğerek aldı.

Taksi kapıya gelmişti bile. Yol boyunca şoförün bakışlarının fazlasıyla tacizine uğradı. Taksiden indiği anda, adamın onu gözleriyle soyduğunu tüm vücudunda hissetti.

Herkes gelmişti, kimisi ayağa kalkıp onu karşıladı. Arkadaşlarından birinin doğum gününü kutlamak için toplanmışlardı. Çevresine pırıltılı gülücükler dağıttı. İçeri girdiği ilk andan itibaren bakışlar hep ona yönelikti.

Merhabalar, kahkahalar, sohbetler, kahkahalar, danslar, şen kahkahalar, patlayan şampanyalar, kahkahalar, ışıltılı maytaplar, kahkahalar, dedikodular, kahkahalar, çapkın bakışlar, şuh kahkahalar, çok şen kahkahalar, daha da şuh kahkahalar...

Topuklarının tıkırtıları eşliğinde, kendine bakan bir dolu bakışı içeride bırakarak, rujunu tazelemek için lavaboya gitti. Saçını başını düzeltti.

Ardından bir kız arkadaşı içeri geldi.

-Sana ne oldu böyle?

-Karışma bana.

-Seninle çok iyi arkadaştık oysa. Duyduklarıma uzun zaman inanmak istemesem de, artık olanı biteni görüyorum. Hafif, uçarı, zavallı biri olup, çıktın. Şu haline bir bak, ne yapmaya çalışıyorsun? Tüm erkekleri peşinden koşturmakla eline ne geçecek? Evli, bekar ayırmadan herkese mavi boncuk dağıtıyorsun.Hepsinin birbirine girmesini neden oldun.

-Bunlar burada konuşulacak şeyler değil. Dinlemek istemiyorum.

- Eski dostluğumuzun hatırına dinleyeceksin. Kendini öyle ulu orta sergiliyorsun ki; ağzı açık kalmış bir reçel kavanozu gibisin. Tüm sineklerin üzerine üşüşmesine sen müsaade ediyorsun. Hepsi birbirleriyle yarışıyor, birbirlerini hırpalıyorlar. Sense bu durumdan keyif alıyorsun. Şuh kahkahalarını atmaya devam edip, aklınca rekabeti arttırıyorsun. Oysa severdim seni bir zamanlar.

-Yeter artık.

-Eskiden böyle değildin, Tanrı tarafından sana verilen güzellik ışıltındı sadece. Dış görünüşünün ardında iyi yürekli, sevdiğimiz bir kadın vardı.

-Partiye geri dönmek istiyorum.

-Dur... Öyle değiştin ki. Önce bizleri kendinden uzaklaştırdın, evine kimseyi almaz oldun. Sonra ise, karşımıza hiç tanımadığımız bir kadın olarak çıktın. Baştan çıkarıcı, fettan, şuh, zavallı bir kadına dönüştün. Aşık edip, yüzüstü bıraktığın, acı çektirdiğin erkeklere ve kendine yeniden dönüp bakmalısın. Herkesi birer birer kaybediyorsun. Söyleyeceklerim bu kadar. Dileğim kendine çeki düzen vermen. Hoşça kal...

Parti bitti. Tüm eğlence boyunca onda tek bir değişiklik görülmedi. Birinin kollarından, diğerinin kollarına atladı. Hatta daha da abartılıydı davranışları. Bakışlarının derininde ise, çok az kişinin görebileceği bir acı vardı. Şuh kahkahaların ardında, kalın bir perdenin arkasına saklanmış büyük bir acı. Tüm görevlerini tamamlamış, galip birinin edasıyla oradan ayrıldı. Evine bırakmak üzere edilen fısıltılı davetlerin hepsini reddetti.

Evinin önünde taksiden indiğinde rimelleri akmış, fondöteni gözyaşlarından dağılmıştı.

İkişer üçer merdivenlerden yukarı çıktı. Kapıyı yine gürültüsüz açtı. Kapının önünde onu karşılayan bakıcı kadının gözlerinden bakışlarını kaçırarak, kızının odasına attı kendini.

Bebeği hala uyuyordu...

Yanına uzandı. Tenini kokladı. Hıçkırıkları bebeğini uyandırmasın diye, eliyle kendi ağzını sıkıca kapattı. Bebeğini izledi, iki yaşındaki kızını... Saçlarını okşadı.

Mürdüm rengindeki elbisesi kırışmış, makyajı akmış, hıçkırıklar içinde bir kadın, orada öylece oturuyordu. Saçını okşadığı kız çocuğu henüz iki yaşındaydı. Bebeğinin yüzünde hiçbir ameliyatla düzelmeyecek doğuştan bir anomali vardı. Yeryüzünde güzellik kavramını çizen beyinlerin hilkat garibesi olarak nitelendireceği bir bebekti belki.

Oysa o, annesinin dünya güzeliydi...

Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,748,748,748,748,748,748,748,748,74
              35 Kahveci oy vermiş.
43 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


GİDENİ SOKAKLAR YUTAR

Bu kente Nisan sislerle ve rüzgarlarla yağar. Çivi gibi batar rüzgar, diken gibi yırtar yüzünüzü. Takvim ve cemreler bahar söyler, sokaklar ise kışın şarkılarını. Nisan ortasında çıngılar atarak yanan bir soba başı ararsınız. Meşe odunları tutuşmuş, yanakları nar gibi kızarmış bir sıcaklığı... Erikler tomurcuk yüklü dallarıyla çiçek açmadan öylece güneşli ılık günleri, yumuşak geceleri sabırla bekler. Bir tek salkım söğütler acelecidir, duvarların kuytuluğuna saklanarak dal dal yaprak oluverirler. Ne zaman gövermiştir, ne zaman uç vermiştir, fark edemezsiniz...

Üşüyorum, limanda kırmızı bayrakları delicene çırpınan kayıklar oynaşıyor. Müdavimleri sıcak arabalarını hamsi iskelesine çekmiş, yarısı sislerin kucağındaki şehrin manzarasına dalmışlar. Arabesk şarkıları, tuzlu fıstığı, sakız leblebiyi meze yapıp biralarını içiyorlar. Arabaların etrafı oraya, buraya atılmış bira şişeleri, kuru yemiş ambalajları ve “şansınızı yeniden deneyin” yazan şişe kapaklarıyla dolmuş.

Çok değil birkaç gün sonra yağmurlar başlar. Bu sokakları, günlerdir bu kenti teslim almış kurşuni bulutları söküp atar. Ahşap konaklar balkonlarına güneşi konuk eder. Yorgun tahtalar bir kez daha uykulu gözlerle gerinerek denize bakar. Sokaklar günlerce leylak kokar, ardından filbahri kokar, hanımeli ve ıhlamur... Bir aya kalmaz hamsi gırgırı gezinti teknesi olur. Korucuk altı, Karantina Koyu denizde günbatımının ardından gemiye volta olur. Rakı, balık ve sahili inleten şarkılarıyla yolcular bütün kurtlarını oyun pistine dökerler. Peltek bir nakaratı kalır son şarkının, yalpalayarak sokakların kalabalığında kaybolurlar.

Şair; “İnsan yaşadığı yerin toprağına benzer, suyuna, ağacına...” benzer der. Bir kendime bakarım, sokaklara, insanlara, ardından akşamlara ve sana bakarım. Her geçen gün ben bu kente benziyorum. Her geçen gün rüzgarın, denizin taşlarda resim olmuş öfkesine, mertekleri perçinleyen mıhlara, limana gelen balıkçı gemilerinin balık yükünü izlemeye koşan kalabalığa benziyorum. Her geçen gün İnceburun Fenercisi kadar yalnız, Aşıklar’da güneşli akşamlar kadar kalabalığım.

Günlerce sabırla, inatla, yalvar yakar seni yalıya gelmeye razı ediyorum. Ve her buluşmamızın ilk çayımızın bardağı yarılanmadan daha sözlerimin ardındaki lodos patlıyor. Köpük köpük dalgalanıyorsun, öfken “yazıklar olsun sana” diye biten cümlelerde limanlarımı yıkıyor. Sevincim hep başlamadan bitiyor, hevesim hep kursağımda kalıyor. Sen öfkeli adımlarınla beton kaldırımları döverek gidiyorsun. Ben ardından bakarken tershanenin seni yutan dolambaçlı sokaklarına lanet ediyorum. Her gidişin, tokat gibi patlayan öfken aramıza daha uzak mesafeler yerleştiriyor. Her gidişinde seni görmek, seninle konuşmak, sana kendimi anlatmak çoğalarak imkansızlaşıyor.

Ben artık her kavgamızın ardında kalan kötü adam olmak istemiyorum. Biliyorum, aramızda ne zaman sorun olsa hep yaptığın gibi yine ilişkimizi sorgulamaya başlayacaksın. İçinde mantık arayacaksın, geleceğine ilişkin kestirimlerde bulunmaya çalışacaksın. Bütün hatalarımdan, yanlış saydıklarından uzunca bir liste çıkaracaksın. “Bu ilişkinin sonu yok, bizim zaten bir geleceğimiz de yok”, diyeceksin. Aslında bal gibi de tepeden tırnağa haklı olacaksın. “Sen ne istersen yap, ama ben seni ömrüm boyunca seveceğim. Çünkü seni sevmemek elimde değil” dediğini de unutacaksın.

Sokaklarda salya sümük ağlamamak için yine usulca kalkıp evime gideceğim. Belki de yine masadaki resmini ters çevirip kapatacağım. Birkaç gün yüzüne bakmak, sana baktıkça kendimi suçlamak istemeyeceğim.

Artık iyice eminim ki; her geçen gün ben bu kente daha çok benziyorum. Bu kentin sokaklarının hiç dinmeyen rüzgarları, ansızın gelen yağmurları var. Uzun yalnızlıkların, suskunluğun ardından kaçamak güneşleri var. Göz açıp kapayıncaya kadar kaçarcasına giden yazları, uzun ve bitmek bilmez kışları var. Yeşilinin aklı baştan alan büyüsü, mavisinin uykudan yeni uyanmış bir çocuk mahzunluğu var. Her gün gitmek için yola çıkıp, bir türlü gitmeyi göze alamadığınız...

Ben bu kente benziyorum. Ya siz nereye?

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,779,779,779,779,779,779,779,779,779,77
              13 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  PÖÖRT!..

Aaaaaaaaaa ama kızıyorum artık!
Yani öyle böyle de değil!
Suyu çıkalı çok olmuştu ama bu da "el insaf" dedirtti..

Eczanedeyim, elimde de reçetem var.
Son üç aydır gerek babamın sağlık sorunları gerek sigarayı bırakmış olmam gerek ise şu sağlıkta reform paketi yüzünden ciddi ciddi değişen ruhsal rengim kabına sığamadı.
Ne mi oldu? Kabından taşıp yüzüme gözüme sivilce şeklinde tükürdü sıkıntısını.
Ergenleşirken bile güle oynaya şıppadanak hoppalak eren ben, bu OTZİKİ ve OTZÜÇ arasında bir değişimlere filan girdim. Öyle böyle değil. Ben değişim diyeyim, siz metamorfoz anlayınız. Her yerim sivrildi kardeşim. Yok yani sırtımda, yüzümde biten sivilceleri geçtim;
kollarım, boynum..
Ayol çıkış seslerini duyuyorum.. Pört pört ediyorlar çıkarken. Bir de kocamanlar filan.
Allah düşmanımın başına vermesin.
Derken beni gören Cildiye Mütehassısı hekim arkadaşım yan etkileriyle de oldukça ünlü olan Roaccutan isimli ilacı kullanmam gerektiğine karar veriyor. Başlıyor bende bir çile. Her gün ilaç alıyorum. En az da dört beş ay alamam gerekiyor. İlaca bağlı cildim soyuluyor, dudaklarım çatlıyor, gergef gibi geriliyorum!
Bir de eksik olmasın yirmilik dişim de ağzımda otzüçlük oldu derken o da çıkmaya karar vermez mi? Kabus gibi.

Ay, herneyse...
Laf dağıldı...
Ne diyordum ben yahu?

Hah eczanedeyim.
Hastanenin tam karşısına açıldı. Yepyeni bir eczane. Nedir? Acayip iş yapacağı kesin! Tezgahta şöyle genç dinamik ticari zekası yerli yerinde zehir gibi birini bekliyorum. İçerisi de nasıl? Tıklım tıklım. SSK'lı hastalar teker tüker ilaçlarını alıp çıkıyorlar.
Pahalıları hala alamıyorlar ama yani grip, mrip, işte vitamindir, oyalansınlar babında, bir şeyler koyuyorlar garibanların torbasına. Üstümde önlük olduğu için arkada uslu uslu sıra beklememe izin vermiyor birileri. Beyazlamış saçları, inanılmaz yumuşak bakışları ile orta yaşlı bir hanım. Beyhan hanım. Eczanenin sahibi ve tezgahta aktif çalışıyor.

Beni tezgaha doğru buyur ediyor bakışlarıyla. Ay pek mutlu oluyorum çünkü polikliniğe dönmem lazım. Poliklinikten dışarıya adım atmaya gelmiyor. Ama olan bitenleri sizlere anlatmayacağıma yemin ettim kendi kendime. Hani anlatılacak gibi de değildi ya. Neyse son bir haftadır az buçuk toparladık gibi. Ayak tabanlarımızdan başkası anlamaz halimizden. Ben bu yazıyı neden toparlayamıyorum yahu? Sürekli laf lafı açıyor.

Hah...
Ne diyordum yine?
Hala eczanedeyim değil mi?
Neyse efendim ben öne doğru ıkına sıkıla ilerliyorum ve reçetemi uzatıyorum. Beyhan hanım ile tanışıyoruz sonra. Reçeteyi eline alıyor daha sonra da son derece alçak bir ses ile "Doktor hanım yalnız biz sizlere ilaç veremiyoruz" diyor...
Hah! Aynen bu cümle. Yeminle ha... "Doktor hanım biz sizlere ilaç veremiyoruz!"

"Neden ki? Nasıl veremiyorsunuz?"
"Şimdi sizin reçetelerini artık emekli sandığı ya..."
"Eskiden de emekli sandığı değil miydik?"
"Ama hastanenizden alıyordunuz ya ilaçlarınızı..."
"Evet, doğru ama emekli sandığıydık, çalışma bakanlığına bağlı 657'ye tabi memurlardık sonuçta..."
"Haklısınız da yok işte kaydınız."
"Ne kaydı?"
"Bilgisayarda kaydınız yok işte. Bilgisayar veri tabanında çıkmıyorsunuz. Çıkmadığınız için de emekli sandığına bağlı gözükmüyorsunuz."
"O zaman ben de SSK lılar gibi alayım ilaçlarımı. Ne yapalım."
"O da olmaz, siz SSK'lı değilsiniz ki..."
"Haaa.. Doğru... Ben SSK'lı değilim. Alışkanlık işte. Yahu Beyhan hanımcım siz şaka yapmıyorsunuz değil mi?
"Doktor hanım gerçekten şaka yapmıyorum..."
"Eee? Benim bu ilacı düzenli, aksatmadan her gün almam lazım... Ne zaman bilgisayarda çıkarım ki?"
"İnanın ben de bilmiyorum. Keşke cuma günü ilaç alsaydınız. Cuma gelenlere verildi hep. Bugünden itibaren alamıyorsunuz"
"Şaka gibi. Ay güldüğüme bakmayın, bende duygulanım bozukluğu var. Sinir bastıkça gülüyorum son zamanlarda..."
"Haklısınız vallahi..."

"Tamam şimdi paramızla alacağız yani. Ben bugün daha ilaç içmedim. İçmem lazım. Neyse.. Pekiiiiii.... Bilgisayar veri tabanına geçtik diyelim. Bana geriye dönük bu ilaçlarımı öder mi? Yani mecburen paramla alacağım."
"Sanmıyorum. Siz yine de reçetenizi bırakın doktor hanım"
"Peki... Ücretini vereyim bari..."
"... Yüz-otz YTL tutuyor"
"Yüz-otz... YTL olarak! Eeeeeeeee! Öhhoo!... Ikmık, yanımda o kadar para yok ki... Hay Allah... napsam? Ben az sonra gelirim.."
"Aşk olsun doktor hanım siz buyurun ilacınızı. Ne zaman olursa verirsiniz..."

Ben milyarder değilim.
Ben mirasyedi hiç değilim.
Ben bu devlete ve özellikle de millete hizmet etmek için "yemin ederek" okuldan çıkmış biriyim.
... miyim?

Allah rızası için dostlar!
Binlerce tedavülden kalkmış ve çalıştığı hastanesi ele geçirilmiş SSK mensubu 657'lerden bir tanesi olarak...
Ben neyim?
...
... Pört!...

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,228,228,228,228,228,228,228,22
              18 Kahveci oy vermiş.
28 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ebru Kargın

 Aklıma Estiği Gibi : Ebru Kargın


  NÖBET VAKTİ...

Bu bahar güzel olacak mı sahiden ?

Kaç baharlık vakit var bilmiyorum hiç,
Hatta vakit var mı bilmiyorum...
Aldığım solukları saymıyorum artık ve rakamlarla da aram iyi değil eskisi gibi...
0,1,-01,0,1,-1... ( bunun ne demek olduğunu biliyoruz nasılsa )

Kağıtları katlayıp gemi filan da yapmıyorum artık,
Arada çok canım sıkılınca yaptıklarımı da hiçbir yerde yüzdürmüyorum, yapıp yapıp bir kenara atıyorum işte...
Sayısız kağıttan gemi var şuralarda bir yerde...

Sen kağıttan gemi yapmayı hatırlıyorsun değil mi ?
Hatırlamıyorsan da önemli değil,
Bir ara, keyfim yerinde olunca hatırlat yaparız, belki yüzdürürüz de...
Yüzdürür müyüz ? Bilmiyorum...

Şimdilik yüzdürebileceğimiz ihtimaline nöbetteyim diyelim.

Keyfim yerinde olacak değil mi, hı ?
Hasta- lık da geçer,
Geçer ve başka bir şey olur en azından değil mi ?
Hasta !..

Neyse sen bu söylediklerimi unut şimdilik.
Hatta kıyısına bile değme...
Şömine yak, mum yak...
Ateşin üstüne, eriyip sıvılaşan mumdan dök, çıkan alevi seyret,
Sonra karşısında mışıl mışıl uyu ne bileyim.
İklimler değişirken ruh halimize neler oluyor anlat,
Yap bir şeyler işte... Ama kesinlikle yap...

Hem şu gemi yüzdürmek konusunu hallettik diyelim,
Sonrasını ne yapacağız daha bu da var...
Sonra........
Sonrayı bilirsin işte, sonra...
Gemi yaptık, yüzdürdük bitti, sonra.......

Tamam, tamam....
Bunları boş ver ( me ) ama, boş ver...

Ama sakın ola bir şeyi boş verme; gülümsemeyi asla boş verme...
Hep gülümse olur mu ?
Gülmek herkese yakışıyor bu kesin de,
Sana çok bir başka yakışıyor farkındayım, sadece sen farkında değilsin diye söylüyorum...
Unutma olur mu...

Neyse..... Neyse.....
Dedim ya unut bunu, şimdilik unut bunu...
Gemi yapıp yüzdürmek zorunda değilsin...
Hem kimse bunu güzel bulmak zorunda da değil !

Herkesin kendi aşkına karşılık sorumluluk duyması gibi kocaman bir şey bu...
Bahsetmiştim değil mi ?
Aşık olunandan, sırf zahmet edip aşık olundu diye sıralanan talepler, beklentiler...
Gerçek duygudan gittikçe uzaklaşan bir ihtiras çeşidi...
Sırf kendi aşkın ve beklentiler adına iç edilen o büyük şey...
Bahsetmiştim...

Halbuki bir şeyler yanlış anlaşıldı sanki,
Aşık olunan borçlu muydu sahiden aşık olana ?
Bu borcun adı da "vefa" idiydi de, esas olanla bütünleşmiyordu sanki bir türlü....
Bütünleşiyorsa da adı aşk değildi sanki...

Ya da ben hiçbir halt anlamadım diyelim,
İşin zor......
Tüm bunları adamakıllı yeniden anlamam gerekecek...

Tekrar gözden geçirmem gerekecek...

Bir şeyleri yanlış yazdılar, yanlış yazılanı da dilediğimiz gibi okuduk sanki...
Bir şeyleri yanlış anlattılar sanki, bir şeyleri yanlış anladık sanki...
Şarkılar bile yetmez kaldı şimdi... Hiç biri şimdi değildi sanki, şimdiye ait bir şarkı yok gibiydi...

Anlıyorsun değil mi, sesim kısıksa da duyuyorsun değil mi ?
Kulağına yaklaşıp fısıldayayım istiyorum, ama yapmayacağım...

Şarkı diyorum şarkı...
Nerede diyorum?

Bir yandan anlamak lazım diyorum...
Anladığının da ötesinde tartmak lazım diyorum...

Sanırım anlıyorsun ki tüm bunlar, güçlü olmak demek...
Ve yine sanıyorum ki, sen bunu hak etmek zorundasın...

Neyse ne...
Sen biliyorsun işte...

Biliyorsun değil mi ?
Biliyorsun değil mi ?

Biliyorsun değil mi ?

Kabul, benim aklım sarhoş ve az aylak ve az başka bir şey şimdi...
Ateş iyice yükselmiş,
Ve her ateş basana olduğu gibi, ben de sayıklıyorum işte...

Amaaa, ne sayıkladığımı gayet iyi biliyorum ben,
Sadece sen bilmiyorsun...
Ateş hali sanıyorsun...

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,299,299,299,299,299,299,299,299,29
              14 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Cem Tüzün


Sadece O'nu görmeye gidecektim...

Sadece O'nu görmeye gidecektim... Neden böyle oldu, bilemiyorum...
Sabah evden çıkarken dolabımın arkasına sakladığım ben'lerden birini tercih etmek için araladım ki, bu onların hepsinin birden ortaya çıkmasına sebep oldu. O an afalladım ve bir süre sonra "Ortak Bölenlerin En Büyüğü"nü almaya karar verdim. Hak verirsiniz ki O'nu görmeye gidiyordum. Ama diğer bütün "ben"ler kendilerinin tercih edilmesi gerektiğini düşünerek isyan ettiler. Benim bu "ben"leri durdurabilmem mümkün mü? Kavga gittikçe büyüyordu ve ben bunu sadece -insan olduğum için- seyretmeye karar verdim. Zaten insanoğlu yaratıcılıktan uzak kalıp her şeyi uzaktan seyretmeye bayılır... Artık bana bir karar kalmamış, ve hatta bütün karar mekanizmamı bloke eden ben'lere saygı duyarak, "Ortak Kalanların En Küçüğü"nü zorunlu tercih ettim. Bu "Zorunlu Seçmeli" gibi bir şey olsa gerek... Hoş oldum olası buna aklım ermez ya... Bize sanki:

-Tercih sizin ama siz salak olduğunuz için biz sizin yerinize seçtik ve hiç utanmadan, kronik (ya da akademik) arsızlığımızla bunu size açıkça söyledik...

Der gibiler...

Neyse... Ben "zorunlu ben"i aldım. Ya da o beni aldı. Yahu o da benlerden biri değil mi zaten?

Yola koyuldum. Bir vesait kullanmak yerine yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Bu bende az çakal değilmiş hani! Biraz yürüdükten sonra yağmur başladı. Hava bana muhalefet olmak için elinden geleni yapıyordu. Ben solcu oldukça o sağcı, ben "siyah" dedikçe o "beyaz" diyordu. Amacı düşündüğü bir şey savunmaktan ziyade bana "muhalefet" olmaktı.

-İnadım inat kardeşim! Ne yaparsan yap ben bu yoldan O'na gideceğim!

Ben yürüdükçe yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça ben yürüyor, ben yağdıkça yağmur yürüyor... Ben saçmaladıkça hava doğru oluyor, ben doğru oldukça hava saçmalıyordu.
Biraz daha yürüdükten sonra bir çocuk bana arkama bakmamı söyledi. Bir de baktım ki ne göreyim? Diğer ben'ler de beni takip ediyor. Buna bir çözüm bulmak için önerimi sundum:

-Halısaha maçı yapalım. Kazanan onu görmeye gider.

Kabul ettiler ve en yakın sahaya gittik. Kadroları kurma gibi ulvi bir görevi üstlendim.

-Ben tek siz hepiniz.

Demez olaydım! Meğerse herkes "ben"miş ve herkes tek oldu! Bütün "ben"ler kendilerine özgü, tek başına! Böyle maç mı olur kardeşim?... Bunu düzeltmek için kadroları değiştirdim:

-Bizim takım: ben, ben, ben, ben, ben ve ben. Karşı takım: ben, ben, ben, ben, ben ve ben...

Aman Allah'ım! Bu da bir çözüm olmadı ve üstüne üstlük daha kötü bir karışıklık doğurdu. Hepsi birden şaşırdı... Aslında bu da benim işime gelmedi değil. Karışıklıktan istifade edip hemen oradan kaçtım.
Yağmur yağmaya devam ediyor, ben yürümeye... Ben yağmaya devam ediyor, yağmur yürümeye...
Gidebileceğim bütün yerlere gittim ama maalesef O'nu göremedim. Sadece O'nu görmek istiyordum. Neden böyle oldu, bilemiyorum...

Sinirli bir şekilde evin yolunu tuttum. Yağmur artık yağmıyor buna rağmen ben yürüyordum. Çünkü havanın artık bana muhalefet olmasına gerek kalmamıştı. Eve ulaştığımda içeri sinirle girdim:

-Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz?

Hepsi birden kaçıştı. Teker teker onları toplayıp dolabımın arkasına sakladım. Bu ben'leri benden başka kimse görmemeli...
Uzandım... Artık pek fazla yapabileceğim bir şey kalmadığından sadece uyumak istiyordum. Bugün iki bilinmeyenli denklemin bir bilinmeyeni bendim, diğeri ise O...
Bir süre sonra bu dinginlik sonra erdi, ben'lerden biri saklanmış, bana bir şeyler fısıldıyordu:

- Merhaba!
- Merha... Sen de kimsin ya?!
- Ben benim. Yani ben senim. Ya da sen bensin, ya da sen sensin, ya da boş ver... Zamanla anlarsın...
- Anlamak istediğimi kim söyledi?
- Ben. Yani sen!
- Gene anlamadım...
- Boş ver anlamasan da olur. Şimdi söyle bakalım "endoplazmik retikulum" nedir?
- Ne bileyim ben ya?! İşin gücün yok mu senin beni rahatsız ediyorsun?
- Sence?
- Sanırım yok... İyi de beni rahat bıraksana...
- Pekala buna cevap verme... O zaman bana ölüm hakkında ne biliyorsun onu söyle bari...
- Ne bileyim kardeşim hasta mısın nesin... Sanki daha önce öldüm...
- Cevap bu değil.
- Peki nedir cevap?
- Şimdilik cevabı bir kenara koyalım. Ben daha önce birkaç defa öldüm. Dolayısıyla ben öldüğüme göre sende ölmüş oluyorsun.
- Bir dakika! Böyle karışık konuşma çünkü bir şey anlamıyorum.
- Sen de (ben de) amma salakmışsın ha! Sana şöyle açıklayayım: Daha önce bir şey savunduğunu zannederken onun tersini kabul ettin ve daha önceki savunduğun şeyi yok etmen gerekti. Bu durum daha önceki seni öldürmek oldu. Dolayısıyla bir çok kere ben, yani sen, ölmüş oldun. Bu sadece bir tanesi...
- Anlıyorum...
- Hayır anlamıyorsun...
- Haydaaa bu nereden çıktı şimdi?
- Eğer anlasaydın ya karşı çıkar, ya da savunurdun. En azından bir fikir söylerdin.
- Peki bay çokbilmiş! Ben salağım tekiyim... Oldu mu? Şimdi mutlu musun?
- Sen mutlu musun?
- Ne alaka?
- Unutma ben senim ya da sen bensin.
- Of! Gene karmaşık konuşmaya başlama! Cevap neydi en azından onu söyle bari.
- Hayat hakkında bu kadar az bilgiye sahipken, ölüm hakkında ne bilebiliriz ki?
- Doğru ya!
- Hayır salak!
- Çok oluyorsun ama!
- Ben ne kadarsam, sen de o kadarsın!
- Pekala, şimdi git ve beni rahat bırak!

Bir tebessümle odadan uzaklaştı. Benim, yani kendisinin, aman ne bileyim işte salak olduğumu düşünüyordu herhalde...
Peki ya bu ben? Merak etmeyin efendim... Bu ben sadece diğer ben'lerin anlatıcısı... Yani diğerlerinin sadece yansıması...
O'nu görmeye gidecektim ya neden böyle oldu sadece ben biliyorum...

Cem Tüzün
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
17 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülseren Bağlar

 Gül Ağacı : Gülseren Bağlar


  YASAL AY

Bu yazıyı; zayıflara, şişmanlara, ters ve nurbalıklara, arılara, kuşlara, Mart ayına, sevenlere, kavuşamayanlara, okuruna, yazarına, anlayanına, anlamayanına, ona, buna, şuna, yani herkese ithaf etmek istedi canım.
Kabul buyurunuz...
TİTREK ABU

Balkonun ışığını yakmamla, bir çift parlak çekik gözle karşılaşmam bir oldu. Aslında epeydir beklediğim andı bu. Bakıştık bir süre. "Senmiydin iki yıldır beni canımdan bezdiren !'^+!!"//(^'&/?=!!*=" dedim. Kılını kıpırdatmadı, bakıyor öyle pişkin pişkin. Ayağımda ki terliği çıkardım. Tam fırlatacaktım, acıdım. Dur ya dedim, neymiş bunun derdi bir anlayalım önce. Gel dedim, gel Allahın cezası, tabanımın kara yazısı, tabut püskülü mikrop ! Gel de anlat. Niye böyle yapıyorsun bana ? Ben seni tanımam, sen beni tanımazsın. Sinirlerimi zıplatmanın bir alemi var mı? Başka yer yokmu da , benim 1 m2 lik terasıma gelip gelip o kıymetli hazineni bırakıyorsun. Ya benim etim ne, budum ne. Ace, domestos, Ayşe teyzesi gibi bilumum beyazlatıcılara ödemediğim para kalmadı dezenfektan uğruna. Yapma böyle gözün sevem. Kaçma dedim. Kaçma da konuşalım medenice , nedir derdin? Hala dik dik bakıyor. Taaa gözlerimin bebeğine odaklanmış. Baktım niyetli. İhtiyacı var belli ki biriyle konuşmaya, ilgiye, şefkate.
Evet , nedir derdin ?
Ama dur, başlamadan önce sana bir şey ikram edeyim. Üşümüşsündür. Ya da kafaları parlatalım bir güzel deyip ona kırmızı süt, bana kırmızı kırmızı üzüm suyu koydum. Fona da "batsın bu dünya" yı ekledim, resmi tamamlamış oldum. Vakit gece yarısına değmek üzereydi. Gökyüzü pırıl pırıl, ay parlaktı.

Çakkk yaptık.

Ben sustum...

Dinlemedeyim anlat haydi !... Dedim.

Elini omuzuma attı. Hıçkırıklara boğuldu birden bire. "Dertliyim abi" diyerek söze girdi.

Hooppp hooppp! Ben abi değil, abla olurum anca olum diyecek oldum bir ara, sonra boşver dedim. Belli ki gözleri seçmiyor, zaten dertli. Ha , ha abla ne farkeder ?
Anlat koçum...
...

Abi adım Abuzittin. Bu çevrenin çocuğuyum. Burada doğdum, büyüdüm. İyi bir aileden gelmeyim esasında. Babam Ferit, fabrikatör Nejat Bey' in oğlum diye sevip, oğlu yerine koyduğu biri. Annemse bir sokak çocuğu. Bilirsin işte. Zengin erkek, fakir kız aşkı. Aile bu izdivacı uygun görmeyince kavuşamamışlar. Babam kendini kırmızı süte vurmuş. Meczup gibi sokaklara düşmüş. Yıllarca annemi aramış. Kader ağlarını sağlam örmemiş demek ki...Bir gün birbirlerini ilk gördükleri kaldırımda tesadüf etmişler. Anneciğimin zayıf bedeni hırpalanmaktan bitap düşse de eski halinden pek bir şey kaybetmemiş miş. Babam anlatırdı, kaldırım güzeliymiş bir zamanların. Adıyla sanıyla Prenses Sonya derlermiş. Çok canlar yakarmış.

Derhal evlenmişler. Sonra annem bir batında -mucize bu ya- dokuz doğurmuş. Ben en küçükleriyim. Bir süre sonra ciğer-süt parası için zorlanmışlar tabii. Babam; bir ümitle çocuklarını kucaklayıp, fabrikatör Nejat Bey' in kapısını çalmış. Torunlarını görünce taş kalbi belki yumuşar diye... Fakat kapı eskisinden beter yüzüne çarpılmış. Fakirlik bel büktürmüş yakışıklı babama. İşçi diye yazılmış gurbete. Gitmiş Almanya' lara. Çalışacak anamı rahat ettirecek hesabına. Anam bizi bir göz kulübe de büyüte dursun , babam oralarda hem çalışmış hem üremiş. Ardını unutmuş. Anacığım rahat edeceği yerde daha zor günler geçirdi. Çok dirense de kaldırımlara geri dönmek zorunda kaldı. Hep çalıştı, hep çalıştı... Babama hala aşıktı. Onu unutamıyordu. Bir gün çok hasta oldu. Doktor getiremedik. Mahallemizin bilge ninesi onun verem olduğunu söyledi. Hayırseverlerin yardımlarıyla sadece karnımız doyuyordu. Yoksa bende isterdim okuyup doktor olup anama bakmayı.

Olmadı...
Bir gün ... Bir gün.... Annem kan kusa kusa öldü... Perişan olduk. Babam Helga' larla zevk-u safa, pür neşe dolanıp dururken , dokuz çocuğun en küçükleri olan ben abilerimi, ablalarımı okutmak, anamın çektiklerini çektirmemek için kapı kapı iş aramaya koyuldum. Önce babamın yaptığını bilmeden bende gidip fabrikatör Nejat Bey' in kapısını çaldım. O kapı ve diğer tüm kapılar tek tek yüzüme kapandı. Açtık, yoksulduk... Organlarımı bile satmak istedim. Ancak bir kaçı bozuk çıktı. Çok sarsıldım. Onlar da bana ihanet etmişlerdi...
..
Nefesim kesilmiş, içim parçalanmıştı. Daha önce böylesi bir hikaye dinlememiştim ilk ağızdan. Dur koçum beeee ! Dur bir soluklan, dedim...
Hayır, deyip devam etti...
..
Yine bir gün açlık ve yorgunluktan bedenim iflas etmiş bayılmıştım. Yol kenarında öylece yatıyordum. Öldü sandılar beni. Üstümü gazetelerle örtmüşlerdi. Gelen geçen ah vah ediyor, acıyordu bana. Ben son kez can havliyle gözlerimi araladım. Tam o sırada gözümün bebeğine denk gelen o ilanı gördüm. Catstar yarışması varmış. Allah dedim. İşte açlık, sefalet, yokluk, ana acısı, baba hasreti, bacılarımın kaldırımları arşınlaması, hepsi ama hepsi bitecek, hayallerimi gerçekleştirecek, kardeşlerimi arnavut kaldırımlarında yaşatacaktım...

Son bir umut işte... Ölmedim..yılmadım... Gidip başvurdum. Yakışıklıydım ve acılar içindeydim. Ürkek, titrek, bağrım yanıktı. Sesim ondan da yanıktı... "Allahım kör et beniiiiiiiiii " diye bir başladım abi. Ağlattım tüm jüriyi. Elemelerde kazandım. Elimden tuttu halk. Adımı kısaltıp "Titrek Abu" dediler. Hayat hikayem gazetelerde manşet oldu. Medya beni istiyor, halk beni istiyor, dünya beni istiyordu... Rüyalarım gerçek olmuş, hayatımız kurtulmuştu.

Sürekli TV lerdeydim. Bir gün Reha Duktar, bir gün Ali Borca, bir gün Tayfun Galipoğlu... Yurt dışına yayılmıştı ünüm. CNN, RTL, NBC, National Geographic, Discovery Channel, BBC vb gibi kanallar saatlerce bana yer veriyordu. Kıllarım kabarmış, metrocat olmuştum. Almanya' lardan babam, bir düzine anne ve kardeşlerim çıkageldiler. Hiç birini tanımıyordum. Hayat hikayeme hikayeler ekleyen, çocuklarının babası olduğumu iddia eden, beni intihardan kurtaran, bir sürü ama bir sürü tanımadığım tanıdıklarım çıkmış aile ağacım genişlemişti. Neye uğradığımı şaşırdım.

Babamın hayatıyla oynayan fabrikatör Nejat Bey iflas etmiş bahçıvanım olarak işe başlamıştı. Kızı Nebahatı da özel şoförüm yapmıştım. Karısı her gün yemeklerimizi yapıp evimizi temizliyordu. Bunların hiç biri acımı dindirmiyor, annemin yokluğunu unutturmuyordu. İntikam ateşim hala yanıyorken, Anadolu ateşiyle tanıştım. Bu ateşe yanarak turneyi turneye ekledim. Halk yanık sesim ve CV' imden etkilenmeye devam ediyordu.

Bir zamanların sefil sürüngeni Titrek Abu, artık bir imparatordu. Önünden yutkunarak geçtiğimiz marketlerden bir zincir oluşturmuştum. Acılı arnavut ciğercilerim, kırmızı süt mahzenlerim, süper villalarım, yatlarım, atlarım, ton balıklarım, uçaklarım,birkaç karım, sayısız çocuklarım oldu. Kızlar, en pahalı prensesler etrafımda pervaneydi. Gerçi kadınları tırmalayıp hırpaladığım hakkında asparagas haberlerle karalama kampanyaları düzenledi düşmanlarım. Birkaç kez kurşunlandım. Kumar borcuna kurşunlattık diye açıkladılar. Bu yıldızlı semaların vahşetine katlanmak kolay değildi. Ben bitiktim aslında. Vitrine çıkan başka biriydi...

Başını ağrıtmıyorum değil mi güzel abim ?

Ağrıtmıyorsun. Devam et, dedim.

Abi hikayem uzun. Ben niye burdayım şimdi onu merak etmiyormusun?

Ediyorum. Ama dur şu içeceklerimizi tazeliyim, dedim.

Demiştim ya ben buraların çocuğuyum. Buralarda sefilleri oynasakta, mahallemizde ki sadeliği özledim. Sahte dünyaları, şappii şapppii dediğimde sahneye fırlayıp göbek atıp gerdan kıvıranları, kendini jiletle doğrayanları, parayı pulu, hiç ama hiç birinin beni mutlu etmediğini anladım.

İyi de kardeşim mutsuzsun diye niye mütemadiyen balkonuma sıçıyorsun? Hem de 8 kat merdiven çıkarak.

Abi, o zamanlar bir kız severdim. Adı zilli Zarifeydi. Aha burda sizin evin önünde ki çöplükte tanıştık. Mart ayıydı. Sizin üst katta oturan ailenin biricik kınalı kızlarıydı. Üstüne titriyordu herkes. Bu sitenin zengin çocukları onun peşinde koşardı. Hediyelere boğup elde etmeye çalışırken , o beni seçti. Fakir ama gururlu genci... Çöplük karıştıran, eli yüzü kirli ama ruhu temiz genci... Yanına dahi yanaşmam halinde diğer tüm rakiplerim beni paramparça ederlerdi. Bu yüzden geceleri buluşurduk sizin balkonda. Sabaha kadar konuşur, konuşur, konuşurduk... Pembe hayallerimiz, bahçede ki havuz dolusu balık sayısınca umutlarımız vardı. Kızımız olacaktı...

Sonra ben ünlü oldum, onu unuttum.Daha doğrusu unutmak zorundaydım. Geçmişimi taşımak istemiyordum yeni hayatıma. Yıllar sonra duydum ki; babası onu, kumar borcuna karşılık, pamuk tüccarı Vahit denen o yaşlı adama vermiş zorla. Düğün gecesi Zarife'm beyaz giysiler içinde buraya gelmiş. Yine bir Mart ayıymış. Ve.... Atmış kendini bu balkondan. Zarif bedeni kanlar içinde kalmış. Ölmüş.... O gün bu gündür geceleri uyuyamam. Gelirim buraya, konuşurum onunla sabahlara dek...

Vah ,vah... Cidden batsın bu dünya beee!..

Bir gün yine sizin balkonda malum günleri anıp içimden dışıma akan sıcak yolculuğu yaşarken abi..

Eee..??

Sancıdan iki büklüm oldum. Bayılmışım. Acı patlıcanı kırağı çalmaz diye ilgilenmedim. Gün geçtikçe zayıflıyor, eriyor, tir tir titriyordum... Bir Anadolu turnesinde fenalaştım. Avrupa' dan uçaklar dolusu doktor getirttiler. Acı gerçeği hiç biri değiştiremedi. Dermansız dertlere düşmüştüm. Üç aydan az ömrüm kalmış.
Dedim ya güzel abim...
O gün bu gündür gelirim buraya....
Ölümü mü beklerim.
Aynı yerde olsun diye.
Belki ruhlarımız gecenin bir yerinde...
Ne bileyim...
.....

Şimdiiiiii huzurlarınızdaaaaaaa Titrek Abuuuuuuuuuuuuuuu !!!!!
Fiyuuuuuvvviiitttttttttt!!!
Haydi elleerrrrrrr !!
Şappiiiii şapiiiiiii !!!
Gel gıs buraya ! Zilliiiiiii Allaaa cezanı verecekkkkkkkkkkkk !!!!!

Gülseren Bağlar
sbaglar@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,448,448,448,448,448,448,448,44
              18 Kahveci oy vermiş.
23 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Hasan Taşkın

 TAŞKINCA : Hasan Taşkın


  Hukuka hizmet, insana hizmettir...

Bir önceki yazımda Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in yeni TCK ve CMK ile ilgili sözlerini yansıttım. Sayın Çiçek'in hükümet bünyesinde Hukuk Devleti yolunda yaptığı atılımları Türk Milleti unutmayacaktır... Adalet Bakanı Çiçek, bazı polislerin yeni yasalarla ilgili mazeret üretmemeleri gerektiğini de söyledi. İçişleri Bakanı Aksu'da bazı emniyet müdürlerinin arkasında olduğunu göstererek, polislerin en iyi hizmetin arayışı içinde olduklarını belirtti...

Polis, yasaları uygulama ile yükümlüdür. Bir de AB sürecinde insanı öne alan, hukuku üstün kılan yasaların bizim insanımıza da layık görülmesi sevindirici olmalıdır... Yasalar polise de lazım... Yani hukuk hakikaten herkese bir gün lazım olur...

Bakın yeni TCK ve CMK Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nde uygulanmaya başlandı bile. Dün bu yönde Sabah Gazetesi'nde önemli bir haber vardı. Kayseri'de 24 saat savcı, adli tabip ve avukatın nöbet tuttuğu ve Ortak Soruşturma Bürosu'nun faaliyete geçtiği belirtiliyor.

Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, ortak soruşturma bürosunu, Kayseri Valisi ve Cumhuriyet Başsavcısıyla görüştürten sonra oluşturduklarını belirtti...

Birlikten güç doğar... Türk insanına yakışır. Kim vatandaşını mutlu etmek adına bir adım atıyorsa, benim için o kişi, ülkenin kahramanıdır... Yapması gereken görevi savsaklayan ve Türk insanını hor gören, avanta bekleyen kim varsa da o sadece vatandaşına değil, vatanına da zarar verendir...

Daha güçlü bir devlet olmak, daha huzurlu vatandaşların olmasıyla mümkündür. İnsanlar suç işler ve zarar verirse, sapla samanı ayırmak, insanlara haksızlık yapmamak için, önce deliller elde edilmeli. Sonra ise hukuku en iyi bilen Savcı ve hakimi ile hak edene hak ettiği cezalar verilmelidir...

Korkuya dayalı caydırıcılık artık bitti... Kahraman olmak isteyen varsa, insanına daha iyi hizmet vererek bunu yapabilir... Mağdura güler yüz göstererek, işini daha çabuk hallederek. Gönlünü alarak. Güzel hitap şekliyle, devletin şefkatini ve gücünü göstererek. Zanlılara karşı ise, teknik takip ve delillerle yakalayarak ve adaletin önüne, kişisel kin ve düşmanlık etmeden koyarak olmalı...

Dünya değişiyor. İnsanlar sadece suçlandıkları için hapislerde yatmak istemiyor. Yıllarca işlemediği bir suçtan dolayı cezaevinde yatıp daha sonra 'Pardon' denmesini istemiyor. Kurunun yanında yaş da yanmasın. Kimse, kimsenin ömründen çalmasın. Kimse, kimseye boşuna acı çektirmesin...

Hukuk adamları ne diyor biliyor musunuz? Yeni yasalarla ilgili... Hakimler ve savcılar tabiî ki...

''Bizim iş yükümüz artacak ama, bizim de taşın altına elimizi sokmamız gerekiyor. Daha çok özveri ve daha çok çalışarak aşmak durumundayız. Savcıların iş yükü nedeniyle soruşturma biraz uzayacak ama, duruşmalar 5-6 yıl yerine bir ya da iki celsede bitecek. Böylece yargılama sürecinde zaman kazanılacak.'' Hakim ve Savcıları alkışlıyorum...

Buradan bahsetmeden geçemeyeceğim. Konya Emniyet Müdürü Salih Tuzcu'da yeni yasaları uygulamaya koydu. Bu çerçevede, Konya'da 6 ay içinde delilden sanığa yöntemi ile onlarca çete çökertildi. İşadamları Emniyet Müdürüne teşekkür etmek için sıraya girdi. Bir emniyet Müdür Yardımcısı da 'çete' kapsamında tutuklandı. Daha sonra meslekten ihraç edildi.

Yani herkes eteğinin altındaki taşları dökmeli... Vatan sevgisi sadece söylemle olmaz. Daha çok çalışmayla, insanını mutlu etme adına daha iyi hizmet etmeyle olur...

Hasan Taşkın
www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              7 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.391 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SHE

Aldanıyorsun

karanlık harfler eziyor seni

Halbuki akşam güneşi batıyor gözlerinde

yürürken arkandan sokak güvercinleri geliyor

güneşin kapıları ardına kadar açık

gökkuşağı da üzerinde zaten

daha niye bekliyorsun

.........

Zeynep Elgün

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.

Açılış Kokteyli: 18:30,4 Mart 2005 ,
Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA


Kırklar kilisesi -Mardin
Yukarı mezapotamyada (Yani bugünkü Anadolu topraklarında) İsa'dan sonraki ilk yıllarda, çok tanrılı dinlere tapan çeşitli medeniyetlerin ve kavimlerin tek tanrılı Hıristiyanlık dinini ilk kabul eden üyeleri, kendilerini "Süryani" olarak tanımladılar. Farklı toplumlardan gelmiş olsalar da, bu yeni inanışa ait olmak, onları birleştirerek sonraki 2000 yıl boyunca titizlikle korudukları yeni bir kültürün filizlenmesini sağladı.

Roma kültüründen esinlenerek Hristiyanlığı yorumlayan günümüz Papa'lık müessesesinden farklı olarak Süryaniler, bu genç dini ilk ağızdan aldıkları bilgiler doğrultusunda, tarih boyunca Anadolunun güneyinde Antakya'dan başlayarak güneydoğunun özellikle Mardin bölgesine kurdukları Manastır ve Kiliselerin çatısı altında bugüne kadar orjinaline sadık kalarak korumayı tercih ettiler.

Ortadoğu'nun mistik atmosferinde yoğrulan Süryanilerin, gösterdikleri uyum, hoşgörülü ve dostane yaklaşımlar 2000 yıl boyunca bölgede hüküm süren farklı inanıştaki tüm uygarlıkların saygısını kazanmalarına neden oldu.

Lozan anlaşması ile tanınan azınlık haklarına "Biz azınlık değiliz, öz be öz Türk'üz" diyerek reddeden Süryaniler, herhangi bir siyasi yaklaşımı kabul etmeyeceklerini açık biçimde gösterdiler.

Özellikle son 20 yıldır bölgede yaşanan terör olayları, her ne kadar tarafsız kalmak isteseler de Süryanileri de etkilemiş ve bölgeden göç etmelerine neden olmuştur.
1932 tarihine kadar Dayrulzafaran Manastırı'nda bulunan Süryani patrikliği bugün Suriye'nin Başkenti Şam'dadır.. Bugün dünyada bunlunan Süryani nüfusunun 5 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının yaklaşık %5'i Türkiye topraklarında yaşamaktadır.

Fotoğraf'ın görevlerinden en önemlisinin "İnsanoğlu'nun yarattığı kültür zenginliklerin yok olmadan belgelenmesi ve genel insanlık kültürüne aktarılması" olduğunun bilinci ile yola çıkan Berrin Cerrahoğlu, bu sergi ile Süryani kilisesinin kapısını aralıyor.

Bu serginin konusunu, Mardin'de bulunan ... Süryani Kilisesinden biri olan KIRKLAR KİLİSESİ(*)'ndeki İsa'nın doğum günü kutlaması için yapılan "Doğuş Bayramı" (25 Aralık 1999) oluşturmaktadır.

(*) Mardin'in merkezinde bulunan Şar mahallesindedir. Kilise 6.yüzyılda inşa edilmiş olup üç giriş kapılı,ince taş işçiliği ile işlenmiş mihrapları,400 yıllık ahşap mihrap kapıları, kök boya ile yapılan 1500 yıllık orijinal baskı perdeleri ,geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yer aldığı divan mevcuttur.1170 yılında kırk şehitlere ait kemikler bu kiliseye getirilmiş ve bu tarihten sonra Kurklar Kilisesi olarak anılmalya başlanmıştır. . Kırklar Kilisesi bugün Mardin Metropolitlik kilisesi olarak da hizmet vermektedir.

Berrin Cerrahoğlu'nun Notu: Bu çalışma ben AFSAD üyesi iken AFSAD-GAP işbirliği ile yapılan Güneydoğu Anadolu bölgesini fotoğraflama projeleri sırasında çekilen fotoğraflardan derlenmiştir.Katkılarından dolayı GAP idaresine ,sabır ve hoşgörüsünden dolayı Kırklar Kilisesi Papazı Sayın Gabriel Akyüz’e ,bilgi ve paylaşımı ile destek veren Mardin Süryani cemaatinden Florans Orundaş’a ve arkadaşım Mustafa Ertekin’e en içten teşekkürlerimle....


<#><#><#><#><#><#><#>

www.ozetkitap.com

Araştırmalar Türkiye'de 40 Milyon insanın hiç kitap okumadığını belirtiyor. Japonya'da yılda 25 kitap okunurken, 6 Türk'e 1 kitap düşüyor.Türkiye'de insanlar TV izlemeyi, okumaya, tiyatroya, baleye, operaya, klasik müzik konserine gitmeye, diğer sanat etkinliklerini izlemeye tercih ediyor. AB ülkelerinde yaşayan TV seyircilerinin % 88.9' u haber ve haber proğramlarını izlerken Türkiye' deki TV seyircilerinin en çok yerli dizileri % 70 izliyormuş. Türkiye'de son 20 yılda günlük gazete satışları ancak % 100 oranında artabilmiş...

Bildiğiniz gibi yine araştırmalar Türkiye'nin bu okuyamama ya da daha doğru bir tanımla 'okumama alışkanlığının' kendisine empoze edilen,şınlanan kültürden, dış politik yönlendirmelerden kaynaklandığını da ortaya koyuyor.

Neyse, diyalektiğin kuralı işliyor ve her şey süreç içinde bir taraftan zıttını da yaratıyor. Bu gün bir arkadaşım bana www.ozetkitap.com sitesinin varlığını öğretti. İzmir'de, kitap okumayı seven ve yabancı dili iyi olan bir avuç kişi sistemli bir çaba ile okudukları kitapları, adeta ' yönetici özeti ' gibi 25-30 sayfa içinde özetleyerek, "pdf" formatında kurdukları sitelerinde yayınlıyorlar. Eğer isterseniz okuduğunuz özeti bilgisayarınıza indirip kaydedebiliyorsunuz. Artık herşeyin parasalaştırıldığı maddi unsurların temel değerler haline dönüştürüldüğü günümüzde bu bir avuç sıradışı insan bu çalışmayı hiç bir kar amacı taşımaksızın, toplumsal bir katkı bazında, amatörce yürütüyor. İsteyenler siteye kayıt yaptırdıklarında da her yeni kitap özeti e-posta ile gönderiliyor.

Bol kitap özetli güzel günler diliyorum :)

Özetlenen kitaplar
The Grand Chessboard - Zbigniew K. Brzezinski
Gray Dawn - Peter G. Peterson
Visions - Michio Kaku
The Lexus And The Olive Tree - Thomas L. Friedman
C'âetait de Gaulle - Alain Peyrefitte
Hot Money And The Politics Of Debt - R. T. Naylor
Hedef Türkiye - Oktay Sinanoğlu
Preparing For The Twenty-First Century - Paul Kennedy
Head To Head - Lester Thurow
Le Nouveau Moyen Age - Alain Minc
Bankruptcy 1995 - Harry E. Figgie - Gerald J. Swanson
Global Paradox - John Naisbitt
The Geostrategic Triad - Zbigniew K. Brzezinski
The Future Of Capitalism - Lester C. Thurow
Globalization And It’s Discontents - Joseph E. Stiglitz
Europe(s) - Jacques Attali
Breaking Boundaries - Joseph E. Pattison
Plowing The Sea - Michael Fairbanks - Stace Lindsay
Reinventing Government - David Osborne - Ted Gaebler
Armenia - Samuel A. Weems
Demokrasi ve Kalkınma - Süleyman Demirel
Cluster Development and Policy - Philip Raines
The Choice - Zbigniew K. Brzezinski
Against All Enemies - Richard A. Clarke

Raporlar
Teknoloji Raporu
8 yıllık kesintisiz eğitim
Yaşam Kalitesi
Zamanı kullanmak
2023 Türkiye Vizyonu
Yeni kapitalizm

Unsal Aysun

İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamında severek takip ettiğim bir web sayfasını tavsiye etmek istiyorum sizlere. Bu web sitesi özellikle flash animasyonlardan hoşlananlar içindir. Yarattığı karakterlerle başarılı bir çalışma ivmesi yakaladığına inandığım cemre Ozkurt’un hazırladığı özel bir web sayfası. Özellikle Karate Kamil, benim en sevdiğim karakter olmuştur. http://www.fistik.com/tr.htm kısa yolunu ısrarla tavsiye ediyorum.

Dünya üzerindeki tüm süper lig futbol takımların maç sonuç bilgileri ile fikstür durumunu takip edebileceğiniz ilginç bir web sayfası. Benim vereceğim kısa yol doğrudan Türkiye liginin bulunduğu sayfayı gösteriyor. http://www.livescore.com/default.dll?page=turkey kısa yolundaki sayfadan diğer ülkelerin kısa yollarını da bulacaksınız. Sadece bu kadar mı? Tabi ki hayır. Ayrıca tenis, Dakar rally ve formula1 gibi farklı spor dallarıyla ilgili bilgilere de ulaşabilmeniz mümkün.

...Karayolları imha ekipleri henüz yollardaki canlı cenazeleri toplamamış iken, pirenin tellallığı tellak çağrışımı ile gümbürtüye gitmiş iken, devenin berber dükkanı boy haddinden tasfiye olmuş iken bir masal daha başında figürasyonunu bile yıldırmış iken... Böyleyken böyle durumuna siz de başeğeceksiniz kadim dostlarım - peki kadim ne demekti?... http://www.edebiyatturk.net/ Sanırım alışkanlık yapacak bir yer olacak.

Oyun, oyun, oyun internet ortamında eğlenmek için bir kısa yol daha http://www.koaka.com/club/oyunlar/games.jsp iyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Thunderbird 1.0 [5.73 MB] All Windows Free
http://download.mozilla.org/?product=thunderbird&os=win&lang=en-US
Outlook Express'in yetersizliğinden şikayetçi iseniz ya da MS Outlook'un sadece bir kısmını kullanıyorsanız bu eposta programını mutlaka kullanmalısınız. Mozilla tarafından geliştirilen Thunderbird, tarayıcısı Firefox'la birlikte vazgeçilmez olmaya aday. Alışkanlıklarını değiştirmek ve geliştirmek isteyen her internet kullanıcısına tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050304.asp
ISSN: 1303-8923
4 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com