ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 695

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Daha neyin patlamasını bekliyoruz?


İyi haftalar,

ABONE OL! Son 10 yılda yaşadığımız kriz dönemlerinin literatürümüze kazandırdığı içi boş bir deyimdir "Sosyal Patlama". İçi boştur çünkü gerçek anlamını kimse bilmez. Hangi sosyal yapının ne kadar patlayıp çatlayacağına bir türlü karar veremeyiz. Yaşanan her kötü olay patlamanın müsebbibi olarak gösterildiği halde bunun zaten bir patlama olduğu asla dillendirilmez. Hep bir açık kapı vardır. Hep patlayacakken direkten dönülür, oh çekilir, hayata devam edilir.

Buyrun gelin memleketimize şöyle bir göz atalım. En güncelinden başlayalım, sahte rakılardan. Yıllardır lıkır lıkır içtiğimiz rakının epeycesinin sahte olduğu 30 kişi ölünce ortaya çıktı. Meğerse her köşebaşında bir imalathane, her imalathanenin başında bir müteşebbis Azrail varmış. Hatta kendi kendinin Azraili olabilecek kadar gözü dönmüş habisler. Sosyal patlama yaşanacağı varsayılan dönemlerden sonra patlamayı bertaraf edeceği savıyla iktidara gelen sayın hükümetimiz dolaysız vergi almayı beceremeyince yüklendiği dolaylı vergide ipin ucunu kaçırınca, farkında olmadan yeni bir iş kapısı açmış ve bir nevi istihdam yaratmış. 4 YTL ye malolan bir mamulü 22,5 YTL ye satma olanağı varsa sahtesi de olur, kaçağı da. Bu yakalananlar sadece rakı, ya kaçak giren sigaralar, ya diğer yükte hafif pahada ağır sözde ithal içkiler. Evet bu sayede büyüklerimiz hem 2,5 milyon işsizin bir kısmına iş bulmuş hem de inançları doğrultusunda, içki içen bre kafirlerden kurtulmuşlardır. Allah yardımcıları olsun.

Sonuçları tahmin edilmeden bir inat uğruna yapılan sağlık reformu, geçiş döneminde eğitim zayiatı olarak verilen hastalar, yaşanan kepazelikler, 1 Nisan'da yürürlüğe girecek ceza kanunundaki tutarsızlıkların, eksiklerin bizzat bir baş kanun adamı tarafından itirafı, 3. sayfa haberlerindeki amansız yükseliş, cinnet geçirenler, işine taş koyanı öldürenler, hepsi ve daha birçokları hep o beklenen patlamayı meydana getirecek dinamitler değil mi? Ya da bunların hepsi bizzat birer patlama değil mi? Bilmiyorum, size soruyorum. Daha neyin, nerede, nasıl patlamasını bekliyoruz Allah aşkına? Hepinize dertsiz, tasasız, patlamasız çatlamasız bir güzel hafta diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


ANLAŞILMAY(AN)LAR

'' ...aslolan ifade ettiklerimiz veya etmeye çalıştıklarımız değil edemeyip içimizi yakan kısmı ... sustuğumuz kısım ... onu tarife gerek de yok belki... anlayan da olmayacağı gibi ... suskudur sevilerin en güzeli..''

Suskularımdan sonra...
Ertesi sabahı bekledim.Hep ertesini...
Bir aksam üstü çıkıverdim yola... Münasebetsizce, bütün ahlak kurallarını ihlal ederek, dilimde bin bir küfür,aklımda karşılaşabilme telaşı ile...Günlük güneşlik bir havada vardım, gelmemeye yeminli olduğum kırıntılarla dolu bu şehre... İlk adımımla başladı,aklıma düş'melerin... Sayılı adımlarımla ilerlerken tanıdık caddelerde, yaşam denilen bu oyunda kaç joker kullanma hakkımız var? olsa bile neyi değiştireceğini, düşünüyorum.

Hafif sisli bir akşama denk geldi arkadaşlarla buluşmamız. Kayboluyorum bir an,mutluluk pozları veriyor,hiç gelmemiş numarası çekiyorum.Biraz sohbet geliyor ardından biraz da çocukluk anıları ama bunlar bile yetmiyor seni düşüncelerimden alamaya... Arkalardan gelen sesleri sesine benzetiyorum. Gözlerim kayıyor, simalar yabancı, aradıklarımda sen varmışçasına bakıp duruyorum. Hiçbir gözde seni,her omuz üstü dönüşte kendimi bulamıyorum...

Ertesi sabah,tadımlık bir şeyler aramaya koyuldum.

Hala bir umut var diyorum. Yollarım dikenli tellerle, paralel ve çıkmaz sokaklarla, bazen ışıksız bazen ıssız, kimi asfalt kimi patika,karmakarışık ve bilinmezliklerle dolu... Hadi uzanıversin artık tanıdık bir el omuzlarıma...Her adımda sen çıkacaksın sanki,hadi çık karşıma...! Çürümeye başlıyorum.Herhangi bir cümlede olmayı diliyorum. Bir defter veya kitap arasına sıkıştırılmayı... Sonra bir başka zaman diliminde, ''tesadüfen'' görüldüğünde ''hala'' gülümsetebilmeyi... Bir insanı gülümsetebilmek ama ''içten'' hoş....

Başkalarının sevgilerini kuşanmak isteyen bir adi gibi terk eder beni dünya. Bütün kuşlarımı, bütün kanatlarımı kaçırır. Savaşmak için korkaksam; onun uygun gördüğünce yenilirim. O' ne derse o ' olurum. İyinin ve kötünün hisli solungaçlarından fırlatılmış bir hava solurum...

Son saatler bunlar.. Geldiğimde günlük güneşlik iken şimdi ise yağmur bastırıyor gözlerimin tanık olduğu her tarafı....

Ve şimdi gitme vakti.. Yine bir ümit bulutu sırtına atlayıp geldim... senle yüklü,şu şehre... aynı havayı "sensiz solumanın" ne olduğunu sen bilemezsin... aramayı tüm yüzlerde,gözlerini... yollarından geçmek ihtimal hesapları dahilinde... yollarında hep bir ümit... duymayı çalışmak tüm sesler arasından seni... neşesiz... mutsuz insan siluetlerinde ...dilsiz...
ve gitme vakti geldiğinde sana rağmen... sınırlanmış zamanların mecburiyetinde... bilemezsin... geri dönüş saatlerindeki o telaşı...o çaresizliği... görememenin... dokunamamanın hüznüne karışan... o ümidin son çırpınışlarını... ümitsizliği öncesi ümitlerin... bilemezsin ayakların geri geri gidişinin yorgunluğunu... gülümsemeye çalışırken düşmüş omuzlarının üstünden... seni yolcu edenlere... bilemezsin seni orda bırakıp gitmenin zorluğunu... ve hüznünü... inen iki damla yaşta seni gizlemeye çalışarak...
ve şimdi gitme vakti... içimde sen... ayaklar geri geri... yolun açık olsun ümit...
hoş geldin hüzün...

O şehre bir daha gitmemeye karar verdiğimden beri ilk gidişimdi... ve artık bir daha gitmememin sebebi ikileşmişti...

Daha iyi olacak diye bir şey yok... bir şey köyü başlar veya son bulursa kötü biter... iyileşmez veya daha iyisi olmaz... malum murphy kanunları...
umut sadece vakit kaybı ve gerçekten de isyancıların dediği gibi
işkenceyi uzatmaktan gayrı bir işe yaramıyor... ayrıca da sabredenin muradına erdiği de sadece masallara tema teşkil eden bir yalan... tek sorun bunu bildiğimiz halde hala um' mak... (nedense)... kendimizi kandırmaktan öte gitmiyor... insan oğlu tecahül ü arif ustası ... bunu bu kadar iyi becerirken, sadece kabullenmeyi öğren(e)memiz garip değil mi?...

Yaşamımızı tesadüfler ve tuzakların yönlendirdiğini varsaysak...
ve bunlarla her gün bir şekilde veya şekilsiz karsılaşsak...
tesadüflere yakalanmak ve tuzaklardan kaçmak mı,
yoksa tesadüflerden kaçıp tuzaklara düşmek mi daha az acıtır
veya mutlu ederdi bizleri ?...
hiç düşündünüz mü?
tesadüfün kötüsü en az bir tuzak kadar acıtabilir mi insani?
tuzağın iyisi olur mu?
ve bu en az bir mutlu tesadüf tadında yaşanabilir mi?
hangisini yakalamak hangisine düşmek isterdiniz...?

Hadi diyelim ki; Yaşam bir köşe kapmaca
Ama dünya yuvarlak
Var mı bir köşe kapacak?...

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,678,678,678,678,678,678,678,678,67
              6 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Feryal Tilmaç


Sahne Tozlu, Seyirci Yalnız…

Aşk bir kalın kitaptır, rutubetli ve soğuk bir kış gününde yaşanan ilk buluşma. Aşk bir ağıttır yakılmış, cennete, cehenneme ama en çok da arafa. Aşk bir kalın kitaptır, bir İlahi Komedya. Gelip de kuruluverdiğinde hayatın baş köşesine öylece davetsiz, teklifsiz, bilinmeyen dilde yazılmış kitapları okunur, gidilmemiş ülkeleri sevilir, yaşanmamış dokunuşları bilinir kılar. Yanındayken özlersin, olmayınca daha çok. Yaşam iki yüzlüdür artık, iki hissedişten birine savrulur durur. Özlemek ile daha çok özlemek ya da mutsuzluk ile daha çok mutsuzluk. Ritmi yeteneksiz ama hevesli bir turistin elinde biçimsizce sallanan bir marakatınki kadar bozuk. Karlı günler rengini yalanlar ruhunda, güneşliler ondan beter acılıdır, kendini kaybetmeye görsün kalp sonsuz sarmal bir hareketin içinde. Koskoca dünya bir küçücük bedenin içine sıkışır. Onun dışında hiçbir şey yok, her şey onda varolur. Akıl vurup kapıyı çıkmış kırgın bir eski dost. İçten içe özlediğin de hani yine de dönmesini istemediğin henüz. Mevsim birbirine karışan kelimelerin, devrilmiş örtük cümlelerin kışıdır, açık seçik okuyabilmeyi reddettiğin. Tüm şarkılar hüzün kokulu, yaşların tuz tadı yoğun akışla seyrelmiş. Ne için bu harap ediş? "Hayat içinden kayıtsızca geçilip gidilecek bir hiçtir, geçiniz, gidiniz", ne kolay, ne naif bir söyleyiş.

Haddinden fazla insan tanıdık biz ve aslında pek az. Şimdi uğrayıp geçiveren birkaç imge var, sıkı sıkıya sarılmaya çalıştığımız. Aşkın aşındırdığı ruh yarıklarına merhem olur diye beklediğimiz, büyüttüğümüz, hani bilsek yollarına bakacağız, çok ama çok özlediğimiz.

Aşk kalın bir roman mı yaşandığınca organik? Bir adam sessiz, dingin, fırtınaları dışarıya kapalı sevinçleri sonuna kadar açık. İçinde seyircisiz meydan savaşları kopuyor, üstü sıkı sıkıya örtük. Kendi kendi ile unvan maçları yapıyor sık sık, yüzü asık, içi kırık, kalbi sevmek yeteneğini bir gölgenin peşinde kaybetmiş, şimdilerde buzullarla kaplı, buzullardan daha soğuk. Sayısız kadın var sonra uzayıp giden hikayede. Kimisi görece daha fazla oyalanıyor sahnede, hepsi rollerini uzatmaya hevesli, rol çalmaya ötekilerden. Bir repliği daha olsun diye yapabilecekleri sınırsız görünüyor. Yeteneksiz oyuncular gibiler hepsi, en çok oyunu tek başına seyreden bir kadın utanıyor. Görünüp kaybolan her figüranda kendi zayıflıklarını, hissedişlerinin çoğaltılmış nüshalarını, yaptığı hataları görüyor.

Beceriksiz, yeteneksiz bir kumpanya bu, sahne tozlu, salon zifiri karanlık, dekor kırmızılara bürünmüş mutsuz bir yatak odası, her daim duygusuz sevişmeler ile kalabalık. Yalnız seyirci siyah salondaki tek koltukta rahatsızca kıpırdanıyor. Figüranlar sonsuz bir hızla girip çıkıyorlar sahneye, değişmeyen tek şey adam, karmakarışık bir yatak ve alabildiğine mutsuzluk. Aşk kalın bir kitaptır. Kendini yazmaya devam ediyor. Her yerde dokunulmamış bir dolu mum, sabırla yakılacakları günü, geceyi bekliyor. Mum ateş aldığında, ve eğer alırsa, yolun sonuna kadar söndürmek mümkün olmayacaktır, başrol oyuncusu da yalnız seyirci de biliyor. Aşk okunması hep bir sonraki güne ertelenmiş zor, çok zor bir roman. Kalın, çok kalın, dili olmadık ölçüde ağır, kokusu adeta kütleli, dokunuşu hayat damarını zedeliyor insanın. İlk sayfayı çevirdikten sonra artık durmak olmayacak, olamaz. Oturulacak, okunacak dünya durdukça duracak, biri birini sonsuzluğa yolcu edinceye dek sürecek. İkisi de biliyor, hem başrol oyuncusu, hem seyirci kadın. İhtiyaç duyulan tek şey cesarettir artık. Yanmaya var olmak, erimeye, kül olmaya, "mutluğu herkes ister, mutsuzluğa da var olmak".

Feryal Tilmaç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,677,677,677,677,677,677,677,67
              3 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Betül Yegül


MEKTUP

"Kafesinin kapağı açıldığı an kanarya hemen dışarı atar kendini, pencereye uçar.Oysa pencere de açıksa,en doğru kararı verecek,kafesine dönecek,böylelikle ölümden kurtulmuş olacaktır…"


Merhaba.Öncelikle şunu belirtmek isterim; bunu bir mektup sanma.Bu bir konuşmadır, ikimizin arasındadır.Kağıtta gördüklerin benim söylediklerim,seninkiler ; aklımdadır.
Aklımdasın.
Dün gece vardım bu şehre.Şehrin isminin bir önemi var mı? Biliyorsun, biz her nereye gitsek, herkimle olsak, yalnız olan insanlarız. Biz birbirimizle bile olsak,yalnızız. Bunu ilk fark ettiğimizde önce üzülmüş, sonra da sevinmiştik. Biz eninde sonunda dönülecek yeri bilen insanlardık.Sen "kafesini kendinden ören kuşlar" derdin, haklıydın da. Kafesimizi kendimizden yapardık da,en iyi yönü neydi bilirdik; kapısının anahtarı da yalnız bizde olacaktı.Kendimiz açabilecektik içine tıkılıp kaldığımız kafesin kapağını, ya bunun için başkalarına ihtiyaç duysaydık!

Hiçbir şeyin farkında olmadan güzel bir hayat yaşamaktansa, fark ederek acı bir hayat yaşamayı seçenlerdeniz. "Gözün kapalıyken" derdin, "Sana ne desem inanacaksın. Burası, ört bir yanı sularla çevrili, yemyeşil,güzel bir ada.Burası güvenli bir yer" desem sana. "İnsanlar çok iyi,arkalarından konuşmuyorlar birbirlerinin,para için birbirlerini satmıyorlar,cinayet işlemiyorlar,açlık diye bir şey yok…"inanırdın. "İnanırdın bu cehennemin bir cennet olduğuna. Oysa gözlerin açık ve bu cehennemi yaşanılır kılmak da senin elinde…"

Ne var biliyor musun? Kendime bir itirafta bulunuyorum bu ara. Tüm teorilerimize ters düşen bir şeyi düşünüyorum, o yalancı cennettekiler mutluysa ve bir gün onlar da,biz de burayı terk edeceksek… Hemen kızma n'olur. Çabalıyorum. Neredeyim, nerede olmak istiyorum onu görmek istiyorum. Bu şehre bunun için geldim. Sen, seni terk ettim zannettin. Ama burası tarafsız bölge.Bu sınırı bana sen çizdirdin.

İnanmıyorsun bana.
"Kaçtı" diyorsun belki."Savaştan kaçtı"diyorsun.
Ama öğrenmek geliyor içimden, insanlar nasıl yetinebiliyorlar ellerinde mevcut olanla. "Yalan" mı diyorsun."Yalana mı alışmak istiyorsun?"
Belki de haklısın.Belki de ben yalanı seçen biri olmaya çalışıyorum. Gerçek canımı acıtıyorsa ne yapmalıyım?Yüzümüzü gerçeğe dönüyor,gerçekle yaşıyor, gerçekle savaşıyoruz. Peki ne değişiyor?Hala duruyor o olduğu yerde.
Birkaç küçük olumlu sonucumuz var mı diyorsun?Belki başardık kendi hayatımızı kurtarmayı,sorumluluklarımızı layığıyla yerine getirdik.Kafesimizi güvenilir kıldık yani. Çemberimizin içi konforlu. Ya çemberin dışındakiler?
Azla yetinmeyi bilmiyorum değil mi.Ama bunu bana kim öğretti? Ödevlerimi yapmasam diyorum artık, hala sınıfı geçemedim mi sence?
Buradayım.Burada,bu garip şehirde. Garip diyorum çünkü, hiç benzemiyor bizim bildiğimiz yerlere. Burada kafesin dışı da güzel,istediğin gibi dışarı çıkabiliyorsun. Etrafta enkazlar yok,ucundan ısırılmış değerler,parçalanmş lime lime hayaller de yok.Küfür bile etmiyorum burada.İçki,sigara bile kullanmıyorum. Suç işleme olasılığım çok az burada.
Yo,sana bu şehirden bahsetmeyeceğim.Bir gün belki sen de gelmek isteyeceksin buralara. Bu rahat ortamı bir gün sen de isteyeceksin. Belki de birlikte geleceğiz seninle,bu otelde konaklayacağız.
Hala bunun bir mektup olduğu düşüncesiyle mi okuyorsun yazdıklarımı? "İnatçısın,ne hoşsun bu huyunla…"

* Tekrar merhaba. Yolda gelirken sana hitab edebileceğim bir kelime düşündüm. kızdım kendime. Mektup mu bu?
Bu şehir gerçekten çok garip. Hani bir çok farklı yüzü var ya bizim şehrimizin. Bir ucundan tutuğunda bizim şehrimizi,eline kimsesiz sokak çocukları gelir, diğer ucundaysa parıltılı milyar dolarlık sahne kıyafetiyle bir assolist şarkı söylemektedir. Sırf ,hayatı zaten günlük güneşlik olanların hayatlarını biraz daha renklendirebilmek için. Sefahatin de, sefaletin de bir çok alt dalı mevcuttur bizim şehrimizde.
Kendi ağzımla söylüyorum değil mi, bizim değil bulunduğum bu şehir.
Büyük bir işe girişir gibi, kollarımızı sıvayarak bir sorun bulur, çözmeye çalışırdık. Sonra da "ne de güzel göğüs gerdim acılara be!" derdik.Der miydik?
Tek derdimiz kendimize kendimizi ispatlamak değil mi, dünyayı kurtarmak isteyen savaşçı maskesini takıp mutlu addetmiyor muyuz kendimizi?
Bilmem, bana öyle geliyor bu ara.

*

Merhaba.
Bu sonunu bildiğin bir filmi seyretmek gibi. Her sevdanın sonunun mutluk olduğunun bir gerçek olduğunu görmek gibi ve bu yüzden hiçbir sevdanın risk taşımaması gibi. Bu, kimse kafana taş atmayacağı halde, kafanda bir kaskla dolaşmak gibi. Bu,her yüzde standart bir sırıtma görmek gibi.
Bu bana çok ters bir şey.
Bu,kusursuzluk gibi sıkıcı bir şey.
Canımı sıkmaya başladı.
Özgürlüğün tam karşıtı nedir, onu düşünüyorum bugün. Esaret mi? Diyelim ki esaret. Esaretin olasılığı, etrafında her şeyi kemiren bir fare gibi dolaşıp durmuyorsa eğer, özgürlük mümkün mü? O zaman özgürlüğe esir etmiyor musun kendini.
Galiba özgürlüğe esir edildim bu ara. Bu esaret iyi gelmedi bana.Fazla geldi.
Yine başladı o sağımdan solumdan dürtükleyip duran iğne. Yerimden kaldırıyor beni.Sonra nereye gideceğimi bilemeden kalakalıyorum.
Bir yerde bir şeyleri unutmuşum hissine kapılıyorum sürekli. Otelden uzaklaşmışım, yolumu tutmuş gidiyorum biryerlere.Bir ses konuşmaya başlıyor içimde durmadan.Bana bir şeyi unuttuğumu söylüyor. Geri dönüyorum hep, hep iki kez giriyorum aynı kapıdan. Kapıları sevmiyorum. Sınırları sevmiyorum.
Seni nasıl özledim bir bilsen.
Uyumaya çabalayacağım.

*

Bu son merhabam.Bu dönüş yoluna çıkmadan önceki merhabam. Aklım ve ruhum çoktan çıktı o yola.
Sana hitab edebileceğim bir sözcük buldum. Üstelik mektup da olmuyor kullanılınca. "Sevgili sevdiğim" olmuyor mesela.
Sevdiğim…
En derinimde kokusunu duyduğum, ruhunu sevdiğim.
Huyumuz kurusun değil mi,yalnızız. Yalnızlığımızı seviyoruz.Çünkü o "bizim".
Unuttum sandığım şeyi hatırladım, kimliğim. Sende kalmış olmalı.Kim olduğumu bana hatırlatacakmışsın sen.Öyle söylediler.Bize gelip durma,burada yok dediler.
Bu şehirde her şey var,evet. Maddiyatın sağlayabileceği tüm güzellikler.Ama ben yokum, sen yoksun..
Kendimde seni, sende beni buluyorum. N'olur yalnız olalım. Kafesimizden çıkmayalım.Sorular soralım hep,boyumuzdan çok çok büyük direklere tırmanmaya çalışalım, düşelim, kafamızı yaralım. Ben geliyorum.Ama n'olur yalnız olalım.



Not: Bunların hepsi, gerçek birer mektuptur. Seninle konuştuğumu zannetmeli, kendimi buna inandırmalıydım. Bunsuz yaşayabileceğimi mi zannettin?

Betül Yegül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Alkım Saygın


Amor Fati..

Bugün itibariyle insanlık büyük bir çöküş içinde. Bu çöküş hemen her alanda kendisini hissettiriyor. Bu çöküşün kendisini en açık biçimde gösterdiği yer ise toplumsal kurumlar. Başta aile kurumu olmak üzere hemen her kurum, insanlığın yaşayageldiği çöküş durumundan kendi hissesini almış durumda. Geleneksel dayanışma biçimlerinin zayıflaması, insanların kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmaları, bireylerin atomizasyonunun hat safhaya ulaşmış olması, paranın baş değer olarak görülmesi neticesinde kapitalist ahlâkın giderek yaygınlaşması, para kazanmak için yapılan her şeyin iyi olarak kabul edilmesi ve aksine neden olanların da tukaka ilan edilmesi, öteki'nin varlığını sürdürme hakkının gasp edilmesi, yanlış bilgilendirme ve istikrarı bozma taktikleri sayesinde uluslar arası çıkar bloklarının toplumsal barışın temin edilmesini engellemeleri ve daha pek çok şey, bu çöküşün bir çığ gibi büyümesine yalnızca neden olmakla kalmıyor, hemen her alana sıçramasına neden oluyor. Yalnızca Batıda da değil, Doğuda da aynı şeyler geçerli. Zamanımızda tüm insanlık kendisini dehşet dolu bir dünyanın içine hapsetmiş. Vahşi kapitalizmin ekonomik, siyasi ve kültürel sömürüsü, dünya halklarının artık önüne geçilemeyen yoksullukları, hemen her taşın altından çıkan yolsuzluklar, yeni dünya düzeninin geliştiricileri ve savunucuların dünya kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda idare etme mücadelesine bağlı olarak dünyanın dört bir tarafında yaşanagelen savaşlar, uluslar arası şirketlerin güdümünden kurtulamayan ulusal ekonomiler, zamanımızın kepazeliklerini şirin göstermek için üretilen kavramların ve bunlara dayanılarak yapılıp edilenlerin ortaya çıkarttığı sıkıntılar ve daha pek çok faktör, insanlığı bu çöküş durumundan kurtarmanın olanaklı koşullarının ortadan kalkmasına neden oluyor. İnsanlığın kendini bu çöküş durumundan kurtarabilmesi için öncelikle zamanımızın putlarını yıkmak için mücadele etme kararlılığı göstermek gerekiyor. Bu kararlılığı gösterecek olanların da öncelikle amor fati diyebilmeleri şart:

Efendim öncelikle putlardan başlayalım: benim put derken kastettiğim şey en genel anlamıyla birtakım bilinç ürünleridir. Bu bilinç ürünlerine kimi kavramlar, düşünceler, dünya görüşleri, ideolojiler, değerlilik tasarımları, doktrinler ve dogmalar giriyor. Bunlara "liberal demokrasi", "kapitalizmin tek yol olduğu sayıltısı", "'halk en iyisini bilir'cilik" ve daha pek çok örnek verilebilir.
Zamanımız insanlığı bu putlara tapındığı sürece kendisini çöküş durumundan kurtaramayacaktır. Hatta bu putlar ile çöküş durumu arasında uzun süredir varolan karşılıklı etkileşim neticesinde bizatihi bu putların kendileri bile insanlığı müthiş bir çöküşe sürüklemekte.
Üstelik bu çöküş durumunun henüz tam anlamıyla algıladığını söylemek de güç.

Bu putları üç grupta inceleyebiliriz: kişilerin kendi otosansür mekanizmaları tarafından oluşturulan putlar, toplumsal yaşam içinde karşılıklı ilişkilerle oluşturulan putlar ve çeşitli kültür unsurlarına bağlı olarak üretilen putlar. Bunlara sırasıyla kişisel putlar, toplumsal putlar ve kültürel putlar diyebiliriz. Bunları tek tek incelediğimizde karşımıza şunlar çıkıyor:

Yaşam tehlikelerle dolu. Bu tehlikeler kişiler üzerinde çeşitli türden riskten sakınma düşünceleri doğuruyor. Riskin üzerine gitme kararlılığı gösterenler de aç kalma korkusunun ve bireyciliğin etkisiyle kendilerine tuhaf bir otosansür mekanizması aracılığıyla çeşitli putlar yaratıyor. Bu kişisel putların altı kazındığında karşımıza her defasında "başıma ne gelir" korkusu çıkıyor. "Başıma ne gelir" korkusu sanırım zamanımızın en büyük insanlık sorunlarından biri olsa gerek. Sadece bizde değil, Batıda da bu korku zamanımızın en önde gelen korkularından biri gibi görünüyor. Bu korku eşliğinde zamanımız insanı, yaşamını en ince ayrıntısına kadar hesaplayarak sürdürme ihtiyacı hissediyor. Bu hesaplama meselesi yalnızca ekonomik faktörlerle ilgili değil. Örneğin ülkemizde maddi refah düzeyi, göreli olarak son birkaç on yıla oranla oldukça iyi seyrediyor. Sözgelişi yetmişlerde sıkça tanık olunan kuyruklara artık rastlamıyoruz. Buna karşılık hem bizde hem de Batıda yaşamlarını hesap kitap ederek geçirenlerin sayısında müthiş bir enflasyon, geometrik bir artış var. Yazar çizerinden akademisyenine, mankeninden politikacısına, öğrencisinden sanatçısına ve daha pek çok kesimden insana varıncaya kadar bu korku, etrafımızı çepe çevre çevrelemiş durumda görünüyor. Köşe yazarlarımızın önemli bir bölümü, "şöyle söylersem başıma şu gelir, böyle yazarsam sonra bana bunu yaparlar" diye hesap kitap yapıyor. Birçok akademisyen "şöyle bir şey söylersem akademik hiyerarşide yükselemem, böyle söylersem beni şu konuma getirirler" diye düşünerek ince hesaplarla meşgul oluyor. Kimi öğrenciler "şöyle konuşursam hoca bana kızar sonra notumu düşürür, belki de beni çaktırır, böyle konuşursam bana arka çıkar" diye düşünüp bu eksen üzerinde hesap kitap yapıyor. Ve daha birçokları.. İnsanlık tarihi boyunca hesap kitap ederek düşünme işi hep vardı ve öyle görünüyor ki bundan sonra da varolmaya devam edecek. Ancak zamanımızda bu hesap kitap ederek düşünme işi, müthiş bir otosansür mekanizmasının oluşmasına ve gelişmesine neden oluyor ve bu da en çok statükonun işine geliyor ya da bizzat statüko tarafından gerçekleştirilen yönlendirmelerle bu mekanizma oluşturulmak isteniyor ve başarıyla da oluşturuluyor. Hal böyle olunca da kişisel putlar yaratılmış oluyor ve bu putlar insanlığın içinde bulunduğu çöküş durumundan kendini kurtarmaya çalışmasını engelliyor, bunun kişisel koşullarını ortadan kaldırıyor.

Toplumsal putların oluşumu ve etkileri de aslında kişisel putlarla dolayımsız bir ilişki içinde. Kişisel putlar etkilerini salt kişisel yaşam üzerinde göstermekten çıkarak toplumsal yaşamda göstermeye başlayınca, kişisel putlar temelinde bir de toplumsal putlar ortaya çıkıyor. Toplumsal putların dile getirilme biçimleri de genellikle belirli bir değer yargısı biçiminde oluyor. Toplumsal putların üzerinde en çok etkide bulunduğu kimseler de sanırım aydınlar. İnsanlık tarihi boyunca dünyanın gidişatına olumlu yön vermiş olan olgu ve olayların arkasında şu ya da bu şekilde muhakkak aydınların bir katkısı vardı. Ne var ki zamanımızda aydınların önemli bir kesimi, "başıma ne gelir" korkusuna sahip bir durumda ve kafalarını kişisel putlarla doldurmuş. Hal böyle olunca da bu aydınlar, zamanımızda toplumsal ilerleme ve gelişmenin sağlanabilmesinde olumlu bir rol üstlenmek yerine, yaptıkları vasıfsız çalışmalarla belki yaşamlarını güvence altına alabiliyorlar, ama daha fazla kişisel putun oluşmasına imkan veren toplumsal koşulların iyileştirilmesini başarmaya çalışmak bir tarafa, işlerin daha da zorlaşmasına neden olacak koşulların oluşmasında aslan payını üstlenmiş oluyorlar. Bizde özellikle de 1980 askeri müdahalesinden sonra magazinelleşme, bireycileşme, mülkiyetçileşme gibi olguların etki alanı hızla genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Bunların insanlık için ne gibi sakıncalar doğuracağını, doğurmakta olduğunu serimlemesi beklenen aydınların bunu yapmaya çalışmak yerine toplumsal putların ortaya çıkmasına neden olmaları gerçekten de kaygı verici. Bu nedenlerle zamanımızda toplumsal putlar, toplumsal ilişkilerde değer erozyonlarına neden oluyor, hal böyle olunca da toplumsal yaşam içindeki karşılıklı ilişkilerde yeni toplumsal putlar oluşturuluyor. Bu putlar insanların önüne duvarlar örüyor ve diğer putlar gibi insanlığın içinde bulunduğu çöküş durumundan kendini kurtarmaya çalışmasını engelliyor, bunun toplumsal koşullarını ortadan kaldırıyor.

Kültürel putlar ise aslında bu ikisinin sentezine dayanıyor. Ancak bu sentez üzerine bir de kültürel unsurların etkisi binerek kültürel putlar oluşturuluyor. Bu kültürel unsurlara örnek olarak gelenek görenekler, töreler, ibadet biçimleri, alışkanlıklar ve bu gibi unsurlar gösterilebilir. Bu putlar da insanlığın içinde bulunduğu çöküş durumundan kendini kurtarmaya çalışmasını engelliyor, bunun kültürel koşullarını ortadan kaldırıyor.

İşte bu putlarının yıkılmasını sağlamaya çalışmak için amor fati demek ve bunun neticesinde de insanlığın bu çöküş durumundan kendini kurtarmasını sağlamaya çalışmak için yola koyulmak gerek. Benim amor fati derken kastettiğim şey, kişinin kendi kaderine olan sevgisidir. Kişinin eğer dünyaya tekrar gelecek olsa yine aynı yaşamı yaşamayı istemesidir. Ancak kişinin kendi kaderine olan sevgisi, kesinlikle bir tür kadercilik değildir. Hatta onun tam tersidir. Kadercilik, aslına bakarsanız kültürel bir puttur. Özellikle de İslam dünyasında ta Emeviler döneminde kadercilik düşüncesi doğmuş, tek tek kişilerin yaşam yazgılarının önceden tayin ve tespit edildiği, başlarına gelecek olan tüm kötülüklere ses çıkartmadan onları kabullenmeleri gerektiği telkininde bulunulmuştu. Daha sonradan kadercilik, "imanın şartları"ndan biri olarak görülmeye başlandı. Ne var ki aslında Emeviler yapıp ettikleri zulümleri haklı çıkartmaya koyulmak için kalkışmıştı bu putun üretimine. Daha sonra bu düşüncenin bir put olduğu unutuldu ve onun hakikat olduğu zannedildi. İslam dünyasında bu put, temelinde "başıma ne gelir" korkusunun bulunduğu kültürel putların, İslam dünyasının ve hatta tüm insanlığın bulunduğu çöküş ortamından çıkartma çabalarına ne denli büyük bir ket vurmakta olduğunu en açık biçimde gösteriyor.

Amor fati, kişinin "başıma ne gelir" korkusu göstermeden eylemesi, bunu istemesi anlamına geliyor. Amor fati diyen bir kimse için kafası putlarla dolu olanların kendi eylemlerine ve istemelerine gösterebileceği tepkilerin herhangi bir değeri kalmıyor. Bu kimseler, kafaları putlarla dolu kimseler tarafından çeşitli yer ve zamanlarda çeşitli gerekçelerle birçok olumsuzlukla karşı karşıya geleceklerini bilerek, buna katlanarak yaşayan kimselerdir. Bu bakımdan yaşamları aslında acı ve sefaletle doludur. Amor fati diyen kimseler, fiziksel, psişik ya da tinsel bakımdan bu acı ve sefalet dolu yaşamdan korkmayan, bundan sakınmayan kimselerdir. Bu kimseler kendi "kader"lerini kendileri çizer, bu "kader"in putlar tarafından belirlenmesine imkan vermedikleri gibi, kendi zamanlarının putlarını yıkan kimseler de bu kimselerdendir. Ancak insanlık, zaman içinde kendine yeni putlar yaratacaktır şüphesiz. Ne var ki bu durum, amor fati diyenlerde belirli bir bıkkınlık ve yılgınlık hissi uyandırmayacaktır. Bu bakımdan amor fati demek, birtakım kişilerin kendi egolarını tatmin etmek, tarihe "kahraman" sıfatıyla yazılmak ya da başka bir amaçla yapılacak bir iş değil, başka gerekçelerle yapılacak bir iştir: putları yıkmaya çalışmanın insan dünyası için taşıdığı anlam da buradan gelir. Ancak bu durum, amor fati demenin kişinin kendi ben'iyle olan ilişkide kişiye bir şey katmayacağını söylemek anlamına gelmez: amor fati demenin, kişinin kendi ben'iyle olan ilişkisinde kişiye katacağı şey, kişiye kendi olmanın ve dolayısıyla da özgür olmanın olanaklı koşullarını sağlamasıdır. Başka deyişle kişi kendi olmanın getireceği özgürlüğü kullanmak istiyorsa şayet, amor fati demeyi başarmalıdır. Amor fati deyip de öncelikle kendi kişisel putlarını yıkmaya çalışacak olursa bu durumda o kişi kendi olmanın erdemini görecektir. Eğer bu erdem aracılığıyla diğer putların da insan dünyasından kazınmasını sağlamaya çalışacak olursa, bu durumda kendi olmanın erdemini, tüm insanlığın hizmetine sunmuş olacaktır. Bu durumda kendi olmanın erdemi, tüm insanlık için değerli olan şeylerin yaratılmasına, bu tür düşüncelerin oluşturulmasına ve bu türlü daha başka birçok şeye imkan tanıyacaktır. Kendi olmanın erdemini taşıyan ve bunu tüm insanlık için kullanan kimseleri şu ya da bu şekilde aforoz edenlerin, onların canlarına kıyanların, ... ortalıkta "kahraman" sıfatıyla dolaşmaları durumunda bile yine insanlık için ve salt insansal amaçlarla yapılacak bir iştir bu, şu ya da bu amaçla birilerine yaranmaya çalışmak, medyatik olmak, ulusal ya da uluslar arası çevrelerde itibar toplamak ya da bu türlü amaçlarla yapılacak bir iş değildir.

Bu kimselere duyulan ihtiyacın artmasının en güzel örneği, sanırım "mafya dizileri"nde karşımıza çıkıyor: her türlü acıyla ve sefaletle karşılaşmayı göze almış, "hak" ve "adalet" duygusuyla statükoya kafa tutan gözü pek "yiğitler"de kimileri amor fati demenin "erdemini" buluyor (!?). Ancak kişilerin amor fati demeleri, tutup da mafya tetikçisi olmayı istemeleri anlamına gelmez, buradan bunu çıkartamayız. Ben diyorum ki, bu dizilere artan ilgi ve sempati, aslında amor fati diyenlere duyulan özlemin bir göstergesidir. İnsanlık tarihine olumlu yönler vermiş kişilerin hayatlarını hiç okudunuz mu? Ben okudum ve gördüm ki bu kimselerin kafalarında putlar yoktu. Bu kimseler büyük acılar yaşamayı göze almış kimselerdi. Başka deyişle hayata evet diyen kimselerdi bunlar. Zamanımız ise en temelde kişilerin kendilerine koydukları putlardan ve diğerlerinden dolayı kişileri pasivize ediyor. Amor fati diyenlere rastlanılmıyor ya da bu kimselerin yapıp ettikleri duyurulmuyor. Bu kişilerin yani hayata evet diyenlerin, hayatın önlerine diktiği ya da dikeceği tüm sorunlar karşısında içine düştükleri ya da düşecek oldukları tüm durumlardan yüksünmemesi gerekir. Bu kimseler onlarla mücadele etmeyi isteyen, ama gerçekten de bunu her defasında tekrar tekrar isteyen kimselerdir. Bu mücadelenin sonunda ve hatta mücadele sırasında bile yine şu ya da bu biçimde acıyla ve sefaletle karşılaşmayı, onunla yüzleşmeyi göze alan bu kimseler için acı ve sefalet kaçınılmaz bir şeydir. Zamanımızda da birçok çevreler, bu kimselerin yaptığı örnek işleri tukaka ilan edebiliyor ve bu yaptıklarını haklı çıkartmaya çalışmak için putlardan yararlanıyor. Bunlara kanan kişiler de kendi yaşamlarını, sahip oldukları putların hizmetine koşuyor ki bugün itibariyle insanlığın içine düşmüş olduğu çöküş durumu da bunlardan beslendi. Zamanımızın aslında "büyük kahramanlar"a ihtiyacı var değil; bununla da bağlantılı ama öncelikle bu "büyük kahramanlar" olarak görülen kişilerin "büyük"lüklerinin nereden geldiğini görmeye ihtiyacı var. Bu büyüklük onların amor fati demelerinden geliyor. Başka deyişle "büyük kahramanlar" şu yaşlı dünyamıza şu ya da bu biçimde gönderilmiyor, onun içinden çıkıyor ki bunu sağlayan şey de onların amor fati diyebilmeleridir. Zamanımız da amor fati demenin erdemini insan dünyası için kullanacak olanlara ihtiyaç duyuyor..

Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,577,577,577,577,577,577,577,57
              14 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Halil Demir


ABD ve...

Bugünlerde huzurlu bir şekilde yaşamanın haram olduğu dünyada, en çok ismi zikredilen Devlet Amerika Birleşik Devletleridir. Büyüğünden küçüğüne yediden yetmişe herkesin en çok duyduğu ve en çok sözünü ettiği devlet olan ABD neden bu kadar gündemde? Niçin insanlar ABD hayranlığı yada düşmanlığı göstermekte? Amerika gerçekten özgürlükler ülkesi mi? İnsanlık bu kadar çaresiz mi ki ABD'nin yanında olmak zorunda veya onları kayıtsız şartsız severek hizmet etmeyi çok mu istiyor?

Yapılan anketlerin birinde dünyada ABD'yi en sevmeyen milletin % 80 dolaylarında bir oranla Türk Milleti olduğu açıklandı. Aslında doğru ve yerinde sorularla Avrupa Birliği yada ABD hakkındaki ülkemiz insanlarının görüşünün ortaya çıkabileceğini gösteriyor bu anket. Ancak maalesef bizim anketçilerimiz görmek istedikleri sonuca göre insanlara soruları yöneltiyorlar.

Acaba, Amerika'yı sevmediği ortaya çıkan milletimiz bu ülkeyi ne kadar tanıyor? Kuruluşundan itibaren bugüne kadar dünyaya hükmetmeye çalışan devlet başkanları kimler? Amerika neyi temsil ediyor, kime hizmet ediyor? Kendimce bazı bilgilerden de yararlanarak Amerika Birleşik Devletlerini tanıtmaya çalışayım.

Demokrasinin koruyucusu, özgürlüğün beşiği, dünyanın jandarması olarak bilinen ABD'yi resmi mühürlerine bakarak tanımaya başlarsak, bu mühürün taslakları 4 Temmuz 1976'da Benjamin Franklin (mason), John Adams, Thomas Jefferson (mason) tarafından hazırlanmıştır. Komitenin ilk önerisindeki tasarımda Hz. Musa ve Yahudiler Kızıldeniz'i geçtikten sonra onları takip eden firavun ordusu Kızıldeniz'de boğulmaktadır. Yeni dünya denilen yerde bir Hristiyan devlet kuruluyor ve bu devletim simgesi olarak Yahudi simgeleri düşünülüyor. Yapılan çalışmalar sonunda 3. çalışma durumundaki mühür belirleniyor ve bu çalışma 1782-1841 tarihleri arasında kullanımda kalır.

İlk mühürdeki kuş kartala benziyor gibi dursa da değildir. Bu bir "Phoenix", yani "anka kuşudur." Yanarak küllerinden tekrar doğan anka kuşu eski Mısır okültüzminde şeytanı temsil eder. Belli bir zaman sonra "Amerika ile alakası olmayan bu kuş neden bizi temsil ediyor" tartışmalarından sonra yeni düzenlemelerle kuş 1885'te Amerikan kartalına dönüştürülmüştür.
Bu mühürde yer alan kartalın üzerinde 13 adet yıldız bulunmaktadır ve bu yıldız düzenli bir şekilde dizilmiştir.


Eğer bakmak ve görmek arasındaki farkı biliyorsak ve bir yerlerde mutlaka rastlamış olduğumuz bu yıldızların neyi temsil ettiğini de en azından düşünmüş olmalıyız. Bu gördüğümüz simgeye şimdi bazı anlamlar vermeye çalışalım.

Kuşun sağ kanadında A harfinin bulunduğu kesimde buluna 32 tüy masonluğun ana kollarından biri olan İskoçya Rit'indeki 32 mertebeyi temsil etmektedir. Kuşun sol kanadındaki 33 tüy ise masonluktaki en üst derecedir. Kuyruktaki (C) 9 tüy masonluğun diğer bir kolu olan York Rit'indeki 9 mertebeyi gösterir. D'nin bulunduğu yerdeki 24 eşit parça masonluğun ilk derecesinde öğretilen 24 inch cetvelin sembolüdür.

Buradaki renklerden altın sarısı güneşi (eski mısır tanrısı), yıldızların gümüşü simyada eski İbrani alfabesi Gimel'in üçüncü harfi olan ve masonluğun ana sembolündeki G'yi, mavi ise mason locasını yöneten üstadı (mavi loca tabiri vardır) simgeler. E+F harflerinin gösterdiği beşgen yıldız (pentagram) ve bunlardan oluşan hexagram masonlukta çok sık kullanılan okült sembollerdir. Kalkandaki (G) mavi-kırmızı-beyaz renklerin Gametria'ya göre (rabbinik judaizmde sayısal sembolizmi yorumlayan bir görüş) karşılığı 103'tür. Bu 3 rengin tarihsel olarak mason ve Yahudi kültürü etkisi altında kalan 4 (ABD, İgiltere, Fransa, Hollanda) devletin bayraklarının rengi olması sanırım büyük bir tesadüf olarak düşünülebilir (!). H harfinin bulunduğu bölge Latince "E Pluribus Unum"un karşılığı olan çokluktan birliğedir. Yani masonluğun ve diğer gizli cemiyetlerin sonunda ulaşmak istedikleri "Tek Dünya Devleti-Tek Dünya Dini" hedefleridir.

Amerika'nın resmi açıklamasına göre 13 sayısı ilk kuruluşta yer alan kolonileri gösterir. Fakat bu mühür tarihi süreç içinde bazı değişiklikler geçirmiş, bazı düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen bu 13 sayısı hiç değiştirilmemiştir. Bu sembollerle ilgili söylenenler palavradan yada hayalden hasıl değildir. Bu bilgiler üst dereceden bir mason sitesi olan http://www3.tky.3web.ne.jp/~jafarr/favorite.htm adresinden alınmıştır ve daha fazla bilgiye yine bu adresten ulaşabilirsiniz. Anlatmaya çalıştığımız mührün birde arka yüzüne dikkatimizi yoğunlaştırmaya çalışalım.

Resimde görülen göz her şeyi gören göz, eski Mısır tanrısı Horus'a ait olan göz olup, tüm mason localarında yer alan temel bir semboldür. Tamamlanamamış olarak görülen piramit yarım kalan Süleyman tapınağıdır ve ancak yeni dünya düzeni kurulduğunda tamamlanacaktır. http://www.state.gov/r/pa/ei/rls/dos/9087.htm adresinden de teyit edilebileceği gibi ABD'nin resmi açıklamasına göre sembol olarak piramit seçilmesinin nedeni sağlam bir yapı olmasından dolayıdır.

C harfinin gösterdiği piramidin alt kısmındaki tarih (1776) Amerikanın bağımsızlığının ilan edildiği tarih ve aynı zamanda yer yüzünde en güçlü ve en gizli satanist cemiyet İlluminati'nin kuruluş tarihidir. "Annuit Coeptis" (D) doğuşunu ilan ederiz anlamında olup, E'nin göstermiş olduğu "Novus Ordo Seclorum" ise yeni dünya düzeni anlamındadır. Yani "Yeni Dünya Düzenin Doğuşunu İlan Ederiz" denmektedir.

Bu piramit üzerine ters ve düz olarak iki üçgen yerleştirildiği zaman kökeni Babil'e dayanan bir hexagram ortaya çıkmaktadır. Bu hexagram bilerek mi oraya konuldu yoksa bir tesadüf mü? Bu hexagramın Yahudiliğin sembolü olarak kullanılması sadece 17.yüzyıl sonrasındadır.

Şimdi burada yıldızın uçlarındaki harfleri bir araya getirelim ve okuyalım. Hayır hayır tereddüte düşmenize gerek yok doğru okuyorsunuz.

-MASON

Bir dolarlık bir amerikan banknotunun üzerine bakarak bunları görebilirsiniz. Aynı banknotun diğer yüzünde de bir kişinin resmini göreceksiniz. Bu kişi George Washington. 1789-1797 yılları arasında yaşayan Amerika Birleşik devletlerinin kurucusu olan bu kişinin bir mason olduğu söylenmektedir.

-Bugüne kadar 43 başkanı olan ABD'nin başkanlarından kaç tanesi masondur?

http://www.mastermason.com/fairfield/famous.html bu adresten öğrenebileceğimiz gibi sayı 15'tir. Ancak Masonların kimliğini açıklaması kendi tercihleri olduğu için acaba bazıları açıklamamış olabilir mi sorusunun cevabını bağımsız kaynaklardan öğrenebiliriz. http://www.theforbiddenknowledge.com/US_Presidents/US_Presidents01.htm yine aynı şekilde adresinden 43 başkandan W.Bushun'da yer aldığı 25'nin mason olduğu ortaya çıkmaktadır. Eğer kendimize soruyu kaç tane mason/illimunati yönetimlerde kilit rollerde yer almıştır diye sorarsak bu sayının çok çok fazla olduğu görülebilecektir.

İçinde yaşadığımız bugünlerde "Yeni Dünya Düzeni" veya "Büyük Ortadoğu Projesi" sözlerini çok fazla duymaktayız. Dünyanın jandarmalığına soyunmuş ABD'nin gayesinin ne olduğu ortadayken boşu boşuna halimizden şikayetlenip durmak çok gereksizdir. Dünyanın gelişmiş devletleri kendi amaçlarına göre çalışmakta, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmekteler, demokrasi, insan hakları diyerek her şeyi elde etmektedirler.

ABD ve İsrail'in yakınlıklarına bakıldığında, en son ki haberlere göre de İran'ı İsrail'e bırakmış olanların, yukarıda anlatmış olduğumuz süreçle alakalarının olup olmadığı ortaya çıkmaktadır. Kuzey Irak'ta kurulmaya çalışılan Kürt Devleti ne işe yarayacak, yada dünyayı yöneten 8 adet dev zengin ailenin de Yahudi olduğu düşünülürse bu durumda hiç bir şeyin tesadüf olmadığı belli olmaktadır.

Eğer bizlerde başkalarına kul, köle olmamak için kendimize bir önder arıyorsak ve ne yapılması gerektiğini görmek istiyorsak önümüzde Mustafa Kemal Atatürk durmaktadır. Başkalarını eleştirmek yada adam olmayız zihniyetine sığınacağımıza çareyi kendimizde bulmalı, başkalarının oyununu bozmalı, bizim başkalarına değil başkalarının bize bağlı olmasına çalışmalıyız.

Ne kene ol em, ne kuzu ol emdir, ne de eşek ol sırtına bindir. (Türk atasözü)
İnsanın kendisinden yüz çevirmeye, dünyada olup bitenleri görmezlikten gelmeye hakkı yoktur (Dostoyevski)


Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 3,423,423,42
              12 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Hasan Taşkın

 TAŞKINCA : Hasan Taşkın


  DOSTLUK İPİ

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkânı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış… Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini…

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar, "Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp, "Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince, "Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "Ben terziyim" yanıtını alınca "Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş.
Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya: "Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış.
Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."

Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

Hasan Taşkın
www.noktadergisi.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 6,786,786,786,786,786,786,78
              9 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.423 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YÜKSEL'E

Altı aylıktı onu tanıdığımda
Simsiyah saçları ve gözleri vardı
Herkesle dost, herkesle arkadaştı
Onu bir gören bir daha unutamazdı
Unutturmazdı da...
Yedi yaşında, 23 Nisan'dı
Onun doğum günüydü
Nerden bileyim
Onu bu kadar mutlu
Ve ayakta son kez gördüğümü
Törende yürürken...

Hayat dolu, candan bebeğimi
Bir daha gülerken görmek için
Onu mutlu etmek için
Neler yapmazdım ki...
Hastayken yanına gittim
Ne söyleyebilirsinki küçücük çocuğa
Hadi bebeğim iyileşince parka gidelim mi?
O bakışlara nasıl dayandım,
Gözyaşlarımı nasıl tuttum ah bilsem
İki gün sonra gitti Yüksel,
Öyle tatlı uyuyorduki
Boyuda uzamıştı sanki.
Şimdi gelinlik bir kızdı
Çok özlemiş olmalıki
Babasını çağırıyor yanına
Aynı acıları ikinci kez yaşamaya
Kimin yüreği dayanırki!

Yasemin Duman

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yok valla bu ben değilim!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.

Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamında severek takip ettiğim bir web sayfasını tavsiye etmek istiyorum sizlere. Bu web sitesi özellikle flash animasyonlardan hoşlananlar içindir. Yarattığı karakterlerle başarılı bir çalışma ivmesi yakaladığına inandığım cemre Ozkurt’un hazırladığı özel bir web sayfası. Özellikle Karate Kamil, benim en sevdiğim karakter olmuştur. http://www.fistik.com/tr.htm kısa yolunu ısrarla tavsiye ediyorum.

Dünya üzerindeki tüm süper lig futbol takımların maç sonuç bilgileri ile fikstür durumunu takip edebileceğiniz ilginç bir web sayfası. Benim vereceğim kısa yol doğrudan Türkiye liginin bulunduğu sayfayı gösteriyor. http://www.livescore.com/default.dll?page=turkey kısa yolundaki sayfadan diğer ülkelerin kısa yollarını da bulacaksınız. Sadece bu kadar mı? Tabi ki hayır. Ayrıca tenis, Dakar rally ve formula1 gibi farklı spor dallarıyla ilgili bilgilere de ulaşabilmeniz mümkün.

...Karayolları imha ekipleri henüz yollardaki canlı cenazeleri toplamamış iken, pirenin tellallığı tellak çağrışımı ile gümbürtüye gitmiş iken, devenin berber dükkanı boy haddinden tasfiye olmuş iken bir masal daha başında figürasyonunu bile yıldırmış iken... Böyleyken böyle durumuna siz de başeğeceksiniz kadim dostlarım - peki kadim ne demekti?... http://www.edebiyatturk.net/ Sanırım alışkanlık yapacak bir yer olacak.

Oyun, oyun, oyun internet ortamında eğlenmek için bir kısa yol daha http://www.koaka.com/club/oyunlar/games.jsp iyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Picasa2 [3.16 MB] All Windows Free
http://www.picasa.com/download/download_exe.php
Google tarafından üretilip dağıtılan harika bir resim programı. Standart bir kullanıcı için yapmadığı tek bir şey yok. Yani fazlası var eksiği yok. Bilgisayarında resimlerle oynayan herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050307.asp
ISSN: 1303-8923
7 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com