|
|
|
9 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : İsteseler bu kadar başarılı olamazlardı!.. |
Merhabalar,
Bu akşam kendimi televizyon karşısına mıhladım. Çok seyretmek isteyip bir türlü gidemediğim "Duvara karşı" yayınlanıyor diye işi gücü bıraktım. Beğendim, hem de çok beğendim. Eksik olmasına, bipli gölgeli görüntülere rağmen güzeldi. Ama beni asıl etkileyen senaryosundan öte kullanılan çekim teknikleri ve dinamik kurgusu oldu. Türk ama Avrupalı bir yönetmenin elinden haklı ödüllere değer görülen bir eser çıkmış. Ancak Avrupalılar bu filme gereken özeni gösterirken, filmi yayınlayan kanalın, her filme yaptığı saygısızlığı bu filme de layık görmesi hiç hoş olmadı. Reklam aralarından sonra bandı 5 dakika geri sarıp filmi uzatan böylece daha çok reklam yayınlama şansı bulan kanal, filmin sonundaki jeneriği göstermeyi zul gördü. Bunu hepsi yapıyor ve her seferinde tarafımdan kulakları çınlatılıyor. Bir eserin sessiz kahramanlarının yıldızların yanında anıldığı böylece onurlandırıldığı o son birkaç dakikalık bölüm nedense arkadaşlara fazla geliyor. 50 kere döndüre döndüre yayınladığınız filmleri anlarım ama böylesi ödüllü ve ilk defa yayınlanan bir filme de aynı davranışı reva görmek anlaşılır değil. Tamam başka derdimiz mi yok ama sanat kültür dendi mi işte böyle ufacık tefecik şeylerden mutsuz olabiliyor insan ya da o birkaç saniye ile işine, sanatına dört elle sarılabiliyor.
Filmin ardından Arena başladı, ben de devam ettim seyire. O da ne? Rakı derken şarapta merdiven altlarına düşmemiş mi? Manzarayı gördükçe zaten kırk yılda bir içtiğim içkiden de soğudum. Muhafazakar demokratik yüce hükümetimiz planlı programlı bir içki yasağı koysaydı inanın bu kadar başarılı olamazdı. Bu eğer ÖTV tavan yaptırılarak uygulanan bir ahlak harekatıysa helal olsun vallahi. Yok değilse buna dört ayak üstüne düşmek denir ki, ona da bunlar başından beri alışıklar. Sizi gidi ballılar sizi!... Haydi şimdilik hoşçakalın, kendinize mukayyet olun, maazallah içki falan içmeyin, Aminnn!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
ELEŞTİRİ
Eleştiri ya da eleştirmek geleneksel olarak, eleştirilenin eksiklerini, yanlışlarını, aksayan yönlerini belirterek hakkında olumsuz bir yargıya varmak olarak tanımlansa da güncel olarak daha çok onu her yönüyle değerlendirmek; çözümleyici bir tutumla, tüm ayrıntılarıyla incelemek olarak görülmektedir. Bir anlamda eleştirileni geniş açılı bir perspektif içerisinde analitik değerlendirmedir. Yansızlık, çıkarsızlık, objektiflik gibi olmazsa olmazlarını yazmanın zamanının çoktan geçtiğini düşünürsek, artık daha çok bir yönelimi ifade etmekte olduğu bile düşünülebilir.
Bir Hint öyküsüyle devam edelim. "Hindistan'da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısalar da; kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarım rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru...
Ama bu defe yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte...Ve yanma insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış...
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru ise; Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konum da onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur... Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma..."
Günümüzde politik, kültür, sanat ve bilim alanlarında, yine gündelik yaşamda yapılan eleştirilerin bu tanımlamalarla yakından uzaktan ilgisi olmadığını üzülerek gözlüyoruz. Belden aşağı vurulan bu belirsizliği boğma, yok etme, tüketme, küçük düşürme, etkisizleştirme vb. olarak daha tanımlamak daha doğru olabilir. Bir iktisatçı biyoloji ve evrim konularında, bir mühendis sosyal konularda, bir ilahiyatçı yer hareketleri konularında, bir sanatçı politik konularda sadece ahkâm kesmemekle kalmamakta, bu tür çalışmaları, çalışanları bile eleştirmektedir. Hem de hiçbir sakınca görmeksizin, hem de kimlerin bu eleştirilerden nasıl etkileneceğini bilmeden, hesap etmeden. Sanki hiç yararlı eleştiri yokmuşçasına, sanki yok etme, hiçe sayma temel alınıyormuşçasına. İnsanlar çok farklı şekillerde güdülenmekte, yönlendirilmektedir.
Aslında bu türden eleştirilerin birikimsizlik, emeksizlik, kültürsüzlükten kaynaklandığı kolaylıkla görülür. Çünkü eleştiri geniş bir kültürü ve bilgiyi gerektirir. Kant eleştiriyi "akılsal bilginin, gücünün ve sınırların bilimi" olarak tanımlamaktadır.
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Komik.
Gecenin bir yarısı kapıma dayanıp "neden" diye soruyorsun?
Sanki dün gece seviştiğin benmişim gibi üstümde hak iddia ediyorsun.
Benim sana ait olduğumdan bahsediyorsun, sevdiğinden... ne zaman ki sana ait olan diğer kadınlardan bahsetmeye başlıyorum ben bu sefer senin bana ait olduğunu söylüyorsun, kendince af diliyorsun.
Ait olmak...
Aşık olmak...
Bu ikisini nasıl aynı kefeye koyabiliyorsun?
Arabam,yeni aldığım koltuk takımım, çok sevdiğim çaydanlığım da bana ait ama bana aşık değil hiçbiri.
Bedelini ödeyip elde ettiğim ve zamanı gelince bir şekilde yitireceğim ve bu nedenle pek de üzülmeyecegim nesneler sadece.
Ait olmak budur bence, şimdi söyle ben sana ait miyim?
Hayata kaybetmek ve kazanmak olarak bakan bir adama ben ne hissettiğimi ,neden gittiğimi nasıl anlatabilirim!
Ve daha da önemlisi ben anlatsam bile anlamasını nasıl sağlayabilirim.
Hayatı boyunca beni bahçesinde boynundan bağlayıp kulübesinde oturttuğunu sanan senin gibi bir adam,her günden bir gün köpeği kaçtığında ;
Kaçtığına mı üzülür,
Yoksa kendi elleriyle yapıp boynuna taktığı tasmanın nasıl olup da koptuğuna mı acaba.
Karşımda duruyorsun ve ben senin beni sevdiğinden mi yoksa benden ve herşeyden önce gelen egondan mı gecenin bu vakti geldiğini anlamlandıramıyorum bile.
Şimdi; madur olan ben miyim yoksa sen mi?
Yaklaşık bir saattir konuşuyorsun ve bir kez olsun yüzüme bakmadın. Astımım olduğunu bildiğin halde ard arda sigara yakıyorsun ve gittikçe derinleşen nefes darlığımı umrunda bile değil. Canım cicim aylarının geçtiğinden ,bu tür şeyleri abartmaya bir son vermem gerektiğinden,sevginin dile dökülerek harcanmaması gerektiğinden, önemli olanın birbirimize ait olduğumuzu bilmemiz olduğundan ,kısa bir süre sonra evleneceğimizden , karısına ve çocuklarına sadık iyi bir erkek olabilmek için dolu dolu yaşadığından ve bu hızlı hayatına elbette ki bir son vereceğinden bahsediyorsun.
Tanrım ,ben henüz 22 yaşındayım!
Evlenmek istemiyorum ,çocuklarımız olmasını da istemiyorum ve sana binlerce kez söylediğim halde anlamıyorsun ama yine söylüyorum ben çocukları sevmiyorum!
Bana beni sevdiğini söylemeni de istemiyorum .Tek istediğim en azında bu gece beni özlediğine dair küçük bir çaresizlik görebilmek gözlerinde. Bana, tasarladığın gelecek planlarında verdiğin damızlık rolü için değil de, bensiz olamadığın için ihtiyaç duymanı istiyorum!
Belki bu sadistçe ama ben senin soluduğun hava olmak istiyorum!
Paçalarımdan namus aktığı için değil senin dışında bir erkeğe dokunmayı içim kaldırmadığı için seni aldatmıyorum! Sen olmasan da hayatımda aklımda sen olduğun sürece başka biriyle yatamam ben ,oysa sen yanında olduğum halde bana dokunmaktan acizsin bazen.
Ben sana doyamıyorum ,sen bana bakamıyorsun bile.
Sen benden aylar önce geçmişsin aslında ,sadece ben bunu yeni yeni anlıyorum.
Ben sana ait olmadım hiçbir zaman. Ben aşık oldum ve en önemlisi giyeceğim gelinliğin hayaliyle yanıp tutuştuğumdan değil,sensiz yapamayacağımdan korktuğum için bu kadar çok şeyi yuttum!
Neden tek kelime bile etmeden gittiğimi soruyorsun,nedeni bu kadar mı önemli?
Gittim işte,şu an canını yakanın yokluğum olması gerekmez mi sence de.
Nedenini bilsen ne yapacaksın ki?
Ona mı sarılıp yatacaksın geceleri-pardon nasılda unutmuşum, ne zaman ki konu gecelere bulanır,senin her zaman bir B planın vardır.- O mu dinleyecek dertlerini sabah akşam. Söyler misin bıkmadan usanmadan her sabah iteklediğin halde yine yeniden günaydın öpücükleri ile o mu uyandıracak seni!
Neden olduğu yokluğumdan da mı önemli?
Çoktan yitirdiğimiz bir aşktan geri kalanlardan bahsederek zaman öldürüyoruz aslında.
Sen bilmek istiyorsun ,
Ben sevilmek.
Tamam ,en azından senin istediğin olsun o zaman...
Ben hala ,aldatılan bir kadının sessizce gidişinin, geride kalanın içinde bir çığlık olup yüreğinde patlayacağını düşünecek kadar aptalım da ondan işte.
Kim bilir belki bir parçada olsa kalbin kırılır diye küçük bir umut vardı içimde. An olur da "hiç mi sevilmedim" kuşkusu bir bıçak gibi saplanır beynine ve kurtulmak için değişmez zorunda olduğunu anlarsın diye düşünmüştüm.
Benim için susmak
"yak her şeyi ve dön bana geri"demenin en güzel yoluydu belkide .senin içinde bir devrim yaratabileceğine bir an olsun inandım.ama tüm bunları hesaplarken kafamda aslında en önemli noktayı atlamışım;
sende bana sıvanmış hiçbir parça kalmamış.
İkinci ve son sebebime gelince;
Kendime güvenemedim.
Seninle konuşursam sana kanacağımdan korktum yine.
Korkmadım da aslında;
Bana sarıldığın an-ki sarılacaktın ve öpecektin ve benden başkasıyla asla olamayacağını söyleyecektin, herzamanki gibi-yine yeniden herşeyi yutup ,kendimden bir parça daha nefret edeceğimi biliyordum ben..
Oysa artık kendime kızıp yaralayabileceğim bir parça kalmadı içimde. Ben kanımın son damlasına kadar senin için çoktan harcandım .
Artık aynaya bile bakamıyorum,bu kadar aciz ,gurursuz ve midesiz olduğumu görmeyi kaldıramıyorum ve ne yazık ki gün geçtikçe kendime olan nefretimden doğan boşluğu seni severek kapatıyorum.
Ya da daha dogrusu kapatıyordum.
Bu nedenle senin evde olmadığın her gece,
Biliyordum...
Senin evde olmadığın her gece bu yüzden,sana bir kez daha
Aşık oluyordum.
Gitmek zorunda olduğumu bildiğim halde, kendimi o lanet odadan dışarı çıkartmaya yetmiyordu gücüm ,yüzüne vurursam git demenden korkuyordum hatta git desende gitmeyecek oluşumdan belkide... işte bu yüzden,sabah olupta sen eve gelmeden sana olan tüm hırsımı yutup seni özlemeye koyuluyordum.
Beni aldattığın her gecenin sabahı,sana biraz daha sarılmamın sebebi buydu işte,kendimden koparıp sana aşk olarak sunuyordum.
Tabi tüm bunlar geçmişte kaldı .
İstesem de daha dibe düşemem ve bu yüzden. Yeniden ayağa kalkmak için çabalayacağım.
İşe senden vaz geçmekle başlayacağım.
Kendimi yeniden sevebilmek için seni geleceğime peşkeş çekmeye karar verdim.
İyi geceler.
Çıkarken kapıyı kapatmayı unutma lütfen.
Ve şu lanet sigaranı da söndür artık.
Gülsün Erşen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 15 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard Anaaaaneeeeeeeee ... |
|
-Anane, Anaaaaneeeeeeeee ...
Merdivenlerin başından yukarı hiç durmadan sesleniyorum. Ananem beni duymuyor. Birinci katta oturan meraklı Emire teyze sesime dayanamayıp kapı aralığından hemencecik bigudili kafasını dışarı çıkardı.
Ben Emire teyze'nin saçlarını hiç görmedim. Sabahları bigudili olur, sonra hep şapkalıdır. Bazen beni evine çağırır. Bin tane soru sorar. Bazen de şapkalarını giyip, dudaklarımı onun gibi boyamamada müsaade eder.
-Ne oldu çocuğum? Neden bağırıyorsun? Gel bakim buraya.
-Gelemem Emire teyze, çok önemli, Hindistan kazandım.
-Ne kazandın? Ne kazandın?
-Hindistan dedim ya Emire teyzeeeeee...
-AAAAAA deme yaaaa? Ne güzel.O kocaman cevizi sen yalnız başına yiyip bitiremezsin. Çabuk git bir parçada bana getir.
-Anane, annaneeeeee...
Ben Emire teyzeden kurtulmak için merdivenlerden yukarı çıkarken o hala konuşuyor.
-Suyundan da azıcık ayır bana...
-Olur Emire teyze ayırırıımmmm. Suyundan da size veririm.
Anane, anneanne diye diye dördüncü kata varınca beni neden duymadığını hemen anladım. O yukarda yine ud calip, her zamanki şarkısını söylüyor.
BAKINCA GÖZLERİNİN İÇİ GÜLÜYOR, KENDİMİ SENDEN ALAMIYOOORUUUMMMMMMM...
Kapıya hafif bir tekme vurup, içeri girdim. Bu kapıda böyle açılıyor. Dedem hep
"Ananeniz sağ olsun kilitli kapı sevmez. İlle de han kapısı gibi olacak" der.
-Anane ananeeeeciğim ...
Ananem beni görünce akan sular durdu. Udunu hemen yere bıraktı. Kollarını bana açarak,
-Ah, ah, geldin mi kuklam, biriciğim, ne bu telaş, nefes nefese kalmışsın?
-Anane ananeciğim bana Hindistan çıkmış.
-Ne Hindistan'ı kızım, Nerden çıkardın bunu?
-Aşağıda vagonda çalışan Mesut abi var ya, o söyledi. Hindistan'ımı bana vermiyor, seni acele aşağıya çağırıyor.
-Anlamadım evladım sunu doğru dürüst bana başından anlatsana?
-Geçenlerde ama çok çok geçenlerde Mesut abiye uğramıştım. Biz onunla konuşurken, içeri giren insanlar bir kağıda bir şeyler yazıp, köşede duran kutunun içine atıyorlardı.
Bende merak edip ona sordum;
-Mesut abi, bu kutu ne?
-Hımmm... Sen de içine atmak ister misin? Dur sana da bir tane kağıt dolduralım. Ama önce sana üç soru soracağım, dikkat et. Birrrrrr dünyanın en büyük kuşu, ikiiiiiiiiiiii bacakları en uzun kuşu üççççç tüyleri .......
-Deve kuşu Mesut abiiiiiii.
-Aferin sana be ben soruyu bitirmeden bildin!
Mesut abi kağıdı doldurduktan sonra bana ver ama...
-Hadi bakalım, at bir imza şuraya dedi.
Bende, adımı yazdım karaladım ve kağıdı kutuya attım.
Biraz evvel vagonun önünden geçerken beni içeri çağırdı. Sevinçle "sen kazanmışın be yavrucak" diyerek,beni üç defa havaya atıp tuttu.
-Annnaaaane annane kazanmışım, bana Hindistan çıkmış, çabuk aşağıya inip Hindistan'ımı alalım.
-Tövbe, tövbe su Mesut'ta çocukla çocuk oluyor vallahi.
Ananemle hemen aşağıya indik. Vagon'dan içeriye girince Mesut abi gülerek ananeme;
-Bu çocuk çok şanslıymış teyzeciğim. Bizim Seyahat acentesinden iki kişilik Hindistan seyahatini kazandı.
Ananem çok şaşırdı.
-Bacak kadar çocuğa nasıl çıkar oğlum?
-Çekiliş noter huzurunda yapıldı Emine teyze.
-Aaa, Mesut'çum ne isimiz var bizim bu yaştan sonra Hindistan'da Bursa Kaplıca'ları ile değiştiremez misiniz?
Mesut abi ile ananem ayakta uzun uzun konuştular. Sonunda ananem;
-Ben gidemem Mesut'çum, içim kaldırmaz. Kendi memleketimdeki fakir fukaraya yetişemiyorum. Bir de gidip oradakileri görüp asabimi bozamam.
Annesi, babasına söylerim beraber giderler.
Eve dönüp ilk önce anneme telefon edip müjdeyi verdik. Annemin sevinç çığlıkları yüzünden ananem telefonu kulağından uzak tuttu.
-Bak kızım, Mesut bey ile anlaştık ikramiyeyi anne ve baba adına düzenleyecekler. Çocuk farkını da ben ödeyeceğim.
-A.. Katiyen olmaz. Bak anne şayet çocukla seyahat edeceksek hiç gitmeyelim daha iyi, ben çoluk çocukla bir yere gitmem.
Annem ananemi çok kızdırdı. Benim yüzümden telefonda münakaşa etmeye başladılar. En sonunda ananem;
-Bana bak kızım kura bu çocuğa çıkmış. Bu seyahat çocuğun hakkidir. Sen beraber gitmek istemezsen gitme. Ben simdi bizim sürtük Serpil'i ararım alır bu çocuğu bayıla bayıla gider. Ona göre istersen biraz düşün.
Telefonu kapayıp hemen babamı aradı. Babama da müjdeyi verdik.
Babam telefonda ananeme söz vermiş olmalı ki konuşmalarının sonuna doğru ananem sevinçle bana gidiyorsun gibilerden baş parmağını yukarıya doğru kaldırıp zafer işareti yaptı.
Artık bu evde herkes bu konuyu konuşup, tartışıyor. Keşke su Hindistan bana çıkmasaydı. Bazıları anneme hak veriyorlarsa da ananem hiç kimseye söz ettirtmiyor.O ille de benim gitmemi istiyor. Bana devamlı akıl öğretiyor.
-Çocuğum, eve dönünce "bende sizinle geleceğim" diye annenin boynuna sarıl "ne olur beni de al anneciğim" diye yalvar, "hiç yaramazlık yapmayacağım, katiyen kaybolmayacağım, bir dediğinizi iki etmeyeceğim" diye söz ver.
Ben aptal aptal onun suratına bakınca da; "buraya bak hayatta hiç böyle fırsat kaçırılır mı? Hadi bakalım göster kendini, kandır anneni" deyip, gözlerimin içine bakarak;
-Bak çocuğum ne kadar erken gezip görürsen dünyan o kadar zenginleşir. Hem de unutma sen ileride çok gezen ve çok okuyan bir çocuk olmalısın.
Dedem oturduğu yerden;
-Emine hanim gene çocuğun aklini çeliyorsun, yine anlayamayacağı şeyler anlatıyorsun.
-Kadri bey, size de kaç defa kulağında ne kadarı kalırsa kardır, dememiş miydim? Kendi başlarına gitmek istiyorlar. Bu çocuğun günahı ne? Hindistan bu çocuğun şansı. Gidecek onlarla beraber ,bak görürsün gidecek iste.
Bu seyahat konusu nedeniyle artık ananemin bana anlattığı masallarda değişti. Her gece Marko paşa amcanın gezilerini anlatmaya başladı. Dün dedemde bana bir Marko paşa dürbünü aldı. Boynuma astım.Yolumuza devam ederken düşündüm düşündüm;
-Dede, ananemin anlattığı Marko amca masallarında dürbün yoktu ki. Galiba pusula vardı.
Yarı yoldan geri dönüp dürbünü aldığımız oyuncakçıdan dedem bana minicik bir pusula da aldı.
Ertesi sabah erkenden babam pasaportunu getirip dedeme verdi. İlk önce benim vesikalık resmimi çektirdik. Sonra Sefarethaneye gittik. Dedemde orada kağıtlar doldurdu. Ama o imzalayamadı. Babamın imzalaması gerekiyormuş...
Sonrada doktora gittik ,doktor amca olacağım aşıları yazdı. Eczaneden aşıları alıp geri döndük. Doktor ilaç kutularından birini yırtıp içinden kocaman iğneyi çıkarıp ilaca batırdı. Suppppppp diye ilacı tüpe çekti. Ve bana bakıp
"Hangi kolunu bana vereceksin küçük prenses?" deyince hemen anladım.
Doktora seyahate gitmeyeceğimi, annemin zaten beni istemediğini, aşı olursam bana çok kızacağını söylediysem de beni dinlemedi ve koluma iğneyi batırdı. Doğrusu hiç acımadı.
Eve döndüğümüzde. Ananem beni kucaklayıp kanepeye oturttu. Biz bu kanepeye ne zaman otursak onun bana çok önemli söyleyecekleri var demektir...
Bana da kendisinin ki gibi küçük beyaz bir kese dikmiş.
-Bunu boynuna asıp hiç bir zaman çıkarmayacaksın, oralarda kaybolursan
içinde önemli adresler var.
-Ama annene dürbünüm de var.
-Aaa çocuğum keseyi içine dürbününü dışına asacaksın. Her gün gördüklerini akşam babana sen anlat o yazsın. Mesut abine güzel bir hediye getirmeyi de sakın unutma. Bak sen ordayken bana bir şey olurda öteki dünyaya uçarsam sakin üzülmeyesin. Ama beni hiç unutmayasın.
-Ananeciğimmmmmmmmm, ben gitmeyeceğim, seninle kalacağım.
-Olur mu öyle şey? Bu kadar gidesin diye uğraştım. Herkes benimle alay eder sonra. Ayrıca da uçacağım varsa sen buradayken de uçabilirim. Hadi bakalım topla eşyalarını. Neredeyse baban gelip seni alacak 3 gün sonra yolcusunuz çocuğum...
devamı var
Banu Kurtis Chouard
PARİS
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : İlker Özlük Sevgini gizlendiği bahçeden... |
|
Hayat bize mutlu olma şansı vermedi. Biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık. Çünkü dünya'nın öbür ucunda, hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı....
Kedilere ağladık. Kuşların yasını tuttuk.
Yüreğimizin yufkalığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir İnsanın insana yanması Sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım..
Yaşamak ne güzeldir be sevgili. Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın.
Yılmaz Güney’in kaleme aldığı duyguları biraz karışık bir durumu simgeler gibi gözükse de, sevmenin getirdiği yolda bir paylaşımı sunuyor. Sevgi paylaşmaktır. Yaygara kopartmak değil.
Sevgi güzellik ister, güzellik emek. Güzellik sende değil, yürekte ateş ister.
Yakından tanıdığım birinden bir hikaye dinledim bir gün. Hikaye gerçek yaşanmış bir olayı anlatıyordu.
Genç, güzel, yakışıklı ve alımlı iki insanın, 1930 yılları paylaştığı bir Orhangazi zamanında, bir birleriyle tanışıp, (artık nasıl oldu bilemem) birbirlerini beğenmeleri sonucunda evlenmelerine müsaade ediliyor büyükleri tarafından.
Ve iki 1930 yıllarının gençliği, zor koşulların en büyük yaraların sarılmaya başladığı dönemlerde, evleniyorlar.
Arapzade mahallesinde yaşamaya başlayan, bu insanlar, arkalarından gelecek olan nesli tanrının havasıyla tanıştırmaya başladıkça yaşlanmaya ve yaşlandıkça geleceği düşünmeye başlamışlar.
Düşündükçe, birbirlerine olan sevgileri o kadar çok büyümüş ki, tıpkı evlendiklerinde evlerinin bahçelerine diktikleri ağaçlar gibi olmuşlar.
Birbirlerine olan sevgilerinin yarattığı geniş ağın içersinde, bir anlamda birbirlerine olan sevgilerini göstermeseler bile, kilometrelerce uzakta ki akrabaları bile bu durumun farkına varıyorlarmış.
Sevgilerini yücelten bir sevgi daha sürekli büyümüş evin bahçesinde.
Ve gün gelmiş...
Sona doğru yaklaştıklarını anlatan inceden bir yaprak düşmüş toprağa, inceden bir rüzgar pamuk beyaz saçlarına öyle içten dokunmuş ki, yürekleri hafif hafif titremeye başlamış.
Bir Orhangazi sabahında önce ağaçlar kesilmiş bahçeden, kimse ne olduğunu anlamadan, tanrının havasından dışarıya çıkmış sevginin bir tanesi, ve aradan diğer sevgi çıkmış tanrının havasından yedi kat göğün göğsüne... Önce ağaçlar gitmişti hani, işte sonra o ağaçlardan kesilen on sekiz tahta serildi mezarda başlarına, dokuz ve yine dokuz tahta kendi diktikleri ağaçtı aslında, kendi bedenlerinin başında, yalnız bırakmak istemediler belki, belki en başından beri hazırdı bu hatıra.
Bu aşk...
Ölmeyen bir birlikteliğin kilit noktasında yeryüzüne hediye edilmiş bir armağan gibi damlamış sevenlerinin gözlerinden, üzüntülerini belli etmek istemedikleri hazırlıklar yine işe yaramamış anlaşılan, sevgilerinde olduğu gibi.
Evet dün sevgililer günüydü, her zaman yaşayan sevgilerin solmaz çiçeği gibi gezindik sokaklarda.
İş gezmekle bitse neler olmaz ki...
İş sevmekle de bitmiyor aslında...
Körü körüne üstüne gitmekle de olmayacağı kesin. Yaşanan tüm sevgilere, kalın sağlıcakla...
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 14 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Mete Kaynaroğlu |
Bir anarşistin dramatik duruşu...
Yoldan gelen gürültülerin şiddeti ile uyandı. Oturduğu evin bahçesinin dibinden geçen caddeden korna sesleri ve sloganlar geliyordu. “En büyük asker bizim asker , en büyük asker bizim asker”. Avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Bu bağırmaların arasında zaman zaman kadın seslerini duyuyordu.
Yavaşça yatağında doğruldu, yanındaki gece lambasını yaktı ve saatine baktı. Gece yarısını çoktan geçmişti. Yanında uyumakta olan karısına döndü, bugün onun evde temizlik yapmış olduğunu biliyordu; “Yorulmuştur bu sesleri duymaz artık” diye düşündü. İçinden ona karşı tarif edilmez bir acıma duygusu oluştu. Usulca yanına doğru uzandı ve titreyen elleri ile saçlarından okşadı.
Gözleri karanlığa giderek alışmıştı. Bir bardak su içmek için doğrulmak istedi. Birden dizlerinin ağrısını hissetti. Yaşlanıyordu artık. Sonunda kavgasız gürültüsüz bitirdiği bir iş yerinden de emekli olmuştu işte. Aldığı aylıkla ancak bahçe içindeki bu iki katlı evin alt katında bir oda bir salon ve müştemelattan oluşan yeri bulabilmiş ve ufacık bedenini burada dinlendirmeye başlamıştı.
Bu evin bulunduğu yer, ana caddenin kavşakla kesiştiği ve trafik lambasının olduğu bir yerdi. Bütün araçlar büyük gürültülerle gelir hatta bazıları acı fren yaparak durur ve kendilerine yeşil ışığın yanmasını beklerlerdi. Bir çok kez, hele gecenin bu saatlerinde bile arabalardaki sürücüler birbirlerine korna ile işaret vererek “hadi kalk” gibisinden bir tür bağırırlardı hem de sarı ışık yanmadan. Çünkü onlar için yolun müsait olması yeterdi ve bunu da hep arkadaki araç fark ederdi.
Bir de, hafta sonlarında düğün alaylarının oluşturduğu araç konvoyları vardı ki; onlar tam bir gürültü cümbüşüydü. Üzerlerine gelinlik giydirilmiş ve kaportanın üzerine oturtulmuş oyuncak bebekler, kırmızı beyaz kurdelelerle bir paket gibi bağlanmış ve plaka kısımlarına da “mutluyuz” diye yazılan yazılarla süslenmiş pahalı arabalar, arkasına gençlerin yada davulcuların konduğu kamyonetler, camlardan sarkan kızlı, oğlanlı şamatacılar, ellerinde bayrak gibi sallandırdıkları kırmızı, sarı, yeşil, bordo yada mor tülbentler ve birde aralıksız korna sesleri ile tempo tutmaları ve sadece tek sıra değil sanki inadına yaparmış gibi yolun tamamını kapatacak şekilde ikili sıralarla yan yana dizilerek yol alırlardı.
“Köylü bunlar” dedi içinden... “Köylü... Taşralı küçük burjuva minnacık hempalar...”
Mutfağa geçti, bir bardak su içti. Şimdi de bir kamyonun havalı korna sesini duydu. “Mutlaka” dedi içinden “önündekine hadi demiştir kamyon şoförü” diye düşündü. Hem de havalı kornası ile. Sandalyenin üzerine çöker gibi oturdu. Suyunu yavaş yavaş içti. Seslerden anladığı kadarıyla yine şamata yaparak kalabalık gürültücü bir grup geliyordu. Gecenin bu saatinde kendilerinden başka kimseyi düşünmemeyi nasıl beceriyorlar diye sormak içinden gelmedi. Usulca kalktı, yatak odasına geçti, karısına baktı, gülümsedi ve eğilip yanağına bir öpücük kondurdu.
.................
Tam bu sırada, kavşaktaki trafik lambalarının bulunduğu yerde, araçlar kendilerine engelmiş de birbirlerinden ve oradan kurtulmak ister gibi kırmızıdan sarı ışığa geçildiği sırada, yarışır halde son hamlelerini yaptılar. Hala korna çalmaya devem ediyorlardı. İşte bu anda caddenin hemen yanındaki evin bahçesinden neredeyse bir yılan kıvraklığı ile bir karaltının caddeye doğru yöneldiği ve kavşakta durduğu görüldü.
Kırmızı ışık yandıktan bir müddet sonra araçlar durmaya başladı. Yine sloganları ile bir grup bağırıyor, bayrak mı, flama mı belli olmayan bir şeyleri ellerinde sallayıp kornaları ile tempo tutuyorlardı. Kendilerinden çok emindiler. Caddenin orta yerinde duran adamı fark ettiklerinde ise çok geç olmuştu.
Siyah bir pardösü giyen adam bir elinde tutuğu çakmak ile bir şişenin ucundaki fitili ateşleyip özellikle de durdukları halde hala korna ile tempo tutan arabaların üzerine atması bir oldu. Şişe arabaya çarptığında arabanın üstü ve altı aniden bir alev topuna dönüştü. Siyah pardösülü adam peş peşe birkaç şişeyi daha ateşleyip arabaların üstüne attı ve yine aynı yılan kıvraklığı ile geldiği gibi bahçeden ve ilerideki birkaç evin bahçe duvarlarından atlayarak üçüncü evin bahçesindeki bir erik ağacının dibinde kayboldu.
Arabadakilerin hepsi araçlardan inmiş korkunç bir telaş ve bağırtı içinde bir oraya bir buraya koşuşturuyorlardı. O sırada bir polis otosu belirdi. İçinden polisler bir an bile duraksamaksızın araçlarından çıktılar iki yangın tüpü ile alevlerin yanına doğru yanaşıp yangın tüplerini çalıştırmaya başladılar biri kullanılamıyordu öteki ise bir müddet beyaz bir köpük çıkardı ve durdu. Artık araçlar büyük bir alevle yanmaya başlamışlardı. İçlerinden biri patlamayla sarsılmış diğerlerinde de yangın durdurulamaz hale gelmişti. Polisler itfaiyenin gelmesi için olay bildiriminde bulunup yardım istediler hemen içlerinden biri yaralı olup olmadığını sorgulamaya başladı ve ambulansa gerek kalmadığını aralarındaki amir durumunda olana bildirdi.
Kulakları sağır edecek bir şekildeki haykırışlar ve alevler caddeyi doldurmuştu. Kadının biri kendini yere atmış “gitti arabamız, gitti arabamız” diye dövünüyor. Adamın biri de “ Biz yolumuzda gidiyorduk memur bey” diye polis memurunun kolundan çekmiş içinde bulunduğu şoku anlatmaya çalışıyordu. İtfaiye araçları geldiğinde ise yapacak çok bir şey kalmamıştı ama ortalığın daha çok ana baba gününe dönmesine de katkıda bulunmuşlardı.
Birkaç polis otosu daha gelmiş olayın sorgulanmasına da geçilmişti. Yanan araçların ön sırasında bulunan bir araç sahibi saldırganın eşgalini tarif etmeye çalışıyor, adamın iki metre boyunda, çok iri yapılı, saçlarının da kabarık ve dik bir vaziyette olduğunu ama yüzünü göremediğini ve onu karşı ışıklardan dolayı ancak bir karaltı şeklinde görebildiğini her şeyin bir anda olup bittiğini bağırarak anlatıyordu.
Polisler bu işe bir anlam veremiyorlardı, bu saldırganın artık çoktan olay mahallini terk etmiş olacaklarına kanaat getirmişlerdi. Yolu açmak için kurtarıcılar aranıyor ilgili raporlar telsizlerden anons edilip yeni talimatlar bekleniyordu.
Kadınsa hala yerde yatmış “gitti arabamız” diye dövünüyor. Diğer adam ise “biz yolumuzda gidiyorduk memur bey” diye yakaladığı her memura neredeyse içini boşaltıyor onlardan bir mucize bekliyordu. O sırada üç ev ilerideki erik ağacın tepesinde akşam rüzgarının esintisiyle aralanan yaprakların arasından bir çakmağın yanan alevini ve sonrada bir anda parlayıp kaybolan nokta gibi küçük ışığı kimse fark etmedi.
Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
destroyerimden - II
_12.11.2004_
upss !..
nerde kalmıştık ?..
kara göründü !..
..de biz geç gördük, lanet olsun..!
spontane karaya oturuşlar , bu gemide sıkça yaptığım bir şey..
hayır , oturuyorsun.. sanki hayat sana tosss'lamışta sen görmemişsin gibi bakma bari etrafına
bön bön..
be adam !..
neyse yaaa..
hem hava da karardı.. bari, ağarana kadar kalayım bu kıyıda..
geceler'i dinlerim şimdi , deniz kabuğumda..
çoğalan sesleri kulağımda..
hatırımda..
ve mementooo !!...
christopher nolan ın mükemmel kurgusu zuhur etti birden zihnimde..!
öylesi bir kurgu ki, 'kısa süreli hafızası gidip gelen bir adam' ın
müthiş hayat hikayesine kaptırdım kendimi.. her on beş dakikada bir tüm yaptıklarını unutabilen bir adam ve onu hayatta tutmaya yarayan notları.. yazdıkları onun her şeyiydi, tutunmaya dair..
ve böylesi hötöröt bir beyinle
y a ş a y a b i l i y o r d u..
kült'tür , ne yapsa yeridir mi diyejem şimdi ben bu hadiseye.. hayır; elbette..
onu ayakta tutan yaşama umudunu yazacağım ben de ,
en ücra köşelere bile..
ve filmin finalinde söylediği iki söz zaten kazılı, derinlerde..
_ nerde kalmıştık..?
evet..nerde kalmıştın şimdi ey hayat, ne getireceksin şimdi gündüzlerde..?
kelimelerim ceplerimde benim..söz şimdi hangimizde..?
sıra sendeyse eğer ,
aydınlık istiyorum seslerinde..
sıra bendeyse eğer ,
sus da bi beni dinle..
yıldızlar gökyüzünde seğirtiyor bir bir.. öykücüler yazıyor arda kalan karanlığı.. o beyaz güneş çoktan kayboldu..
oysa ben kanım çekilsin istiyorum.. düşlediğim her düş adına.. bir yıldız, bir öykü..
ve unutmamak istiyorum.. bir yıldızı, bir öyküyü..
ve bana kendi güz ağaçlarından, kendi yağmurlarından
düşer gibi düşsünler..
_ evet nerde kalmıştık..?
...
_13.11.2004_
ugh !..
nihayet sabah oldu..
oysa
gece ,
güneşe sırt çevirdiğimizden değil,
yıldızlara çok uzak olduğumuzdan dolayı
k a r a n l ı k t ı ...
horuldayanlar , guruldayanlar , ordan oraya koşuşturan insanlar ,
klakson sevenler , egsoz kusturucuları , simit çığırtkanları ,
zırıldayan bebeler, zırıldamadan zırıldayan bebeler , kaçanlar , kaçıranlar ,
ya herro lar , ya merro lar..
radyolar , televizyonlar..
hız sevicileri... vs..vs..
sabah sabah binbir telaş.. ıskarta gürültü..
yıldızlardan çok uzakta..
ve imitation of life..
yirmi saniyelik bir kareyi biteviye ileri geri oynatıp dört dakikaya yayan süper bir ar.i.em parçası ve klipi.. acaba bize tekrarlardan oluşan plastik bir yaşam mı tasvir ederler, bu ağır abiler.. kimbilir..
mesnetsiz sesleri dinlerim şimdi deniz kabuğumda..
diyojen bile gelse, hiç çekemem bu saatte..
dokuzaltı , zeroks müsvettesi yaşamlar.. capon adetidir, koşmalı !?..
daha çocukken öğrenmiştik , capon kaleler yapmayı..
duymayanlara anlatayım.. çocuk oyunudur bu , çift kale maçlara alternatif..
biçimsiz alanlarda , beş altı kişinin çevirdiği bireysel bir oyun..
o alanın yerlisi taşlar kullanılarak , ufak adımlarla ölçülmek suretiyle birbirine eş minyatür kaleler oluşturulur; ve herkes kendi kalesinin komutanı olur.. kaleler haliyle ufak olduğu için, bu oyuna capon kale denmesi uygun görülmüş..caponlar da bu kadar kısa olmasalardı be kardeşim !..
oyun , herkesin birbirine gol atması üzerine kurulu ,
ki bu durum;
değişik oyuncu tiplerinin görülmesine yol açar..
gemisini kurtaran kör kaptanlar,
yanındakinin kuyusunu kazmak için çabalayan mezarcılar,
hiç atraksyon yapmadan küçücük kalesine boylu boyunca uzanan tilkiler,
az ile yetinmeyenler,
çok ile dans etmeyenler,
iyiyi çekemeyenler,
kötüyü seçemeyenler,
kalesini küçültenler , kalesini unutanlar,
şahlar , şahbazlar ,
küçülenler,
büyüyenler...
..
horuldayanlar , guruldayanlar , ordan oraya koşuşturan insanlar ,
klakson sevenler , egsoz kusturucuları ..
..
vs.. vs..
_devam edecek_
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Vestanca : Turan Bozkurt ZİGGURAT |
|
İlluna!.
Venüsün elçisi,
İştarın kutsal kızı,
La luna!
Hani Enkidu'ya çağdaş olduğum o zamanlar vardı ya,
Hani Gılgameşe şiirlerimi okurken çok heyecanlı,
Ve daha acemiyken Uruk sokaklarına gözüm kamaşık,
Sunağa kendimi sunmuştum ya ilk gelişimde dağlı ve yaban,
Sen,
İlk sırrını fısıldamıştın ya bilgelik mağarasına yolu samimiyetime,
Son sabah yitivermiştim ya ziggurat tırmanırken seni aramaktan,
Eksik kaldığımdan itivermiştin ya bu zamana bilgelik namına,
İşte İlluna
Yine yeryüzündeyim ama sen yoksun,
Gılgameş efendim efsane artık!..
Ve Enkidu yarım bir masal kalmış bozkırlık..
Ah İlluna,
Çok canım yanıyor çok,
Zühreyi, Zühali yalnızca bir yıldız sanmaktalar şimdiki kardeşlerim,
Babilse sadece yitik bir uygarlık test sorularına,
Arta kalanlardan bildikleri Hamurrabi ve Asma bahceleri harikalık..
Ah İlluna,
Ziggurat tırmanan yok şimdi kendine giderken,
Her soruya fastfood cevaplar verilmekte,çok aceleleri var!!
Üretip tüketilmekteler anonim hat ve rahatlarda,
Her sanatları yalnızlıklarına mesaj payandalamakta kısa ve net,
Elleriyle,ölümlerini Hadese sunmaktalar uyuşuk ve kavgasız!
Işık sadece floresan bir büroluk demirbaş,soğuk ve prızmasız..
Seni ve o eski masalları,
Marduk ve Ma annemi
Erkeklere Anu tapınaklarını
Allegorik işaret saymaktalar teleskopik kibirlerinden!!
Bir örnek temsilleyeyim sana İlluna istersen bak;
Beş güneş doğuşu öncesinde,
Senin kızlarından birine içlendim perde aralıyarak:
-Betimi benzimi bir aynalar mısın bana çağdaş dilcenle metropol süzgecinden.!
-Barışık değilsin ve çok kompleksin var!.. Diye özetlendim conkret aspirinlik..
-O halde neticeten en iyi Prozak uyar değil mi bana ;tasımsal çıkarımlık..?
-Tabii ki,herkesin bir psikiyatristi var delleşim törpüşümlük,
paran yoksa,hobilerle amaçlan bari hayatını doluya örtüşümlük be abi!!
-Herkes gibi "-sibernetik- tepkisel bir organizmayım"ya nihayet,
Madem "uyum"sorunum da var;soruların ne önemi var,kardeş;
Mühim olan uygarlık, batıdan daha iyisi mi var!. ilelebet bu ilelebet!
....
İşte İlluna,
"Sokrates uyumsuz bir adam,
Diyojen çok uçuk,tam marjinal,
Piramitlerse ölü yatırım..ne gereği var?"
Hikmetlerine vargılanıyor eytişimler natural olarak ..
Ah İlluna,
Karpuz dilimlerime misafir, yalnızca karıncalar var,
Cınsdaşlarım siluet ve canlı cenazeler mekanlarımda, kesişimlik,
En ortak noktamız tütünlere dumanlık muvakkat nefeslenmeler
Sözleri kelimelersiz,ya lakırdı ya takırtı ya da tas,tus,tıs,
Ben kamboçyalı çocuklarımın acılarından Pol-Poth'a milyon cehennem çıldırırken
Onlarsa yanmış dolmalık pişmanlıktalar misafirlerine en kahırlık..
En karanlık harfler çiziyorlar kelebek kızlarıma ilk ergen kanamalarda
Ben bağrıma bastıkça çocuklarımın ümitlerini, verdiğim kitaplardan
Onlarsa Japonlar ne çok balık tüketiyorlar yahu telaşındalar!
Ah İlluna,
Yarım kalmıştım ya tırmanışımda son,
Vakitten buraya itmiştin ya ,
Yeryüzünde karşılaşsaydık bir metropollük ,
Bir sinema yahut kafede,
Bi dokunsam sana yalnızlığımı
Bi parlasam kelimelerimden
Öyle bir irkilirdin ki sorularımdan
Yemin ederim
Kasemler olsun ki İlluna,
Bilincimi silerdin bir silkinişte
Kendini en buz unutuşlara kaçırırdın acılarımdan
Yanmamak için tenimden,
Fırat giyinirdin en coşkun..
Herkes historik izlerinden kem küm ederken seni İlluna,
Ben her mehtapta sana susuyorum,
O kadar tuz basıyor ki kanağıma bu bozkırsız uygarlık
Terlemek için tuzumu,
Her gözdeki pırıltıyı sana yıldızlık işaret sayarak,
Her tenden Euphrates ve Tigris arzuluyorum doymaya..
İlluna,
Tırmanışa sondayım son basamaklık,
Harıtalarım yitik ülkelerimse kayıp,
Yelkenlerim rüzgar özlemiyor nedense koridor yüzünden,
Son duvarındayım labirent bilmecemin
Bileklerime sık parlıyor artık bu jilet yalnızlık
Çok canlara temaslarımda cam kırılmışım teğet teğete
Çok cam kırıklarından acılardayım kıymık temaslık,
Sancılardayım ,
Öfkem takatsiz,
Yetmiyor kabarınca körlüklere radikal duruşluk,
Ah İlluna,
Tekrarına adaklık al,benliğimi al,
Yine tapınağında sunaklık o ilk gecemi ver bana
Senin ve seninle değilse ruhuma ihtiyacım yok İlluna,
Bozkır yok bu uygarlıkta ve zamanda !!..
Kadınlar çocuklarını boş zamanlarına doğuruyor,
Erkekler arta kalanlık seviyorlar kadınlarını,
Çocuklar oyunları eğlence bellemişler büyümemek adına,
Atları hayvan zannediyorlar atlaslarında,
Çölü ölüm,
Ormanı kereste kodlamışlar iştahlarına..
İlluna ah İlluna,
Al beni al
Geri al zamanına,
Kaldığım yerden tırmanmaya izin ver ne olur,
Hem öyle hızlı ittin ki bu zamana
Eksik kaldım duyargalarımdan
Dokundum,gördüm,hissettim ,tattım seni,
Kokundan yol bulmuştum ki fildişi ten sütunundan Trıada"na,
Tam hemhalen ram oluşluk erecekken üreten ve yaratan sırrına
Öyle bir hızlı ittin ki arayış tekrarına kendini İlluna,
Yarım kaldım duyarlığımdan
Çünkü dört kavrasamda boyutlarını,
Artık çıceklerden sana yol bulamam İlluna,
Körlük karanlık ışığa, banaysa yokluk ,
Hayır,hayır sevgili İlluna,
Göz ve gönülce keskin yaratılsamda yeniden,
Bu seferlik kokuya körüm..
Babaannemde yok artık İlluna,
Masalları bir tek doğmamış çocuklar biliyor
Gelince de unutuyorlar steril jet-lag tokatlardan..
Çok istemiyorum ki İlluna,
Bir nehir kenarı macchıne değmemiş,,
Erkekler at kardeşlerimle bozkır koşarken,
Kadınlar her nefes ve temasımıza ekmek su,
Çocuklarını aşklarına doğururken derin gülsünler;
Kelimeler ışık ve peri olsun dudaklarımızda birbirimize sunduğumuz,
Mert Düşmanlarımı geri istiyorum öldüğümüzde yasımızı tutan,
Ağaç ve sinek kardeşlerimin
Geyik ve kaplan kuzenlerimin
Yıllar boyunca huylarına ayarlasam mevsimlerimi,
Yalnız acıkınca yediğim,
Sadece yorulunca uyuduğum
Akşamları ateş dansına yürek
Sabahları güneşe yüz dönerek
Kutsadığım
Gün ve gecelerimi,
Yeni doğanlara şölen
Ölenlere yuğ törenlerimi istemekteyim yalnızca İlluna..
Buradan ne sana ne kendime yol yok
Bana dişlilerin sesinden rahat nefes yok
Bir gökdelendeyim şimdi en yüksek, İlluna,
En tepesindeyim; ötesi Şamaşın ülkesi mavi gök
Kollarımı kanat açarak en geniş,
Diz bükerek gerili
Dikiliyorum son sınırında duvarın
Yaylanıp süzüleceğim az sonra
Evler,ışıklar ağaçlar ve dumanlardan
Ve insanlardan çok ötelere
Ve kaldığım yerden tırmanışa
Senin pırıltılarından yollarıma
Ziggurat konacağım ..
Toprak giysilerimi burada bırakaçağım İlluna,
Çoğu kızıl su, az demir ve çok protein hem zaten..
Bozkır kardeşlerim Apaçilerin dediği gibi;
"Özgür ölen her savaşçı kartal doğar ötelerde"
Dağların efendisi şimdi Chın-Gaq-Ku..İşte bak!
O artık özgür bir kişi ve sadece Işıktan ruh!
Bana da diyeyecekler bana da İlluna!
Güneş günü terkeder etmez
Venüs göz kırpar kırmaz
Süzüleceğim İlluna,
İşte bak!
...
Merhaba Ziggurat! Merhaba La luna!
Ben Babilli Cın-Gaqq-Ku,ötelerden !..
Selam sana hayat,selam özgürlük !
Bak yine geldim merhaba ,İlluna!
Turan Bozkurt vestana1bozkurt@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.423 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GURURLU SEVDA
Her ne olursa olsun,
Anlamsızlaştığı yerde durur hayat
Anlam kazanmaya başladığı anda,
Herkesler kendi tufanın da...
Biraz ileriden biraz geriden,
Akıp gider zaten hayat kendiliğinden...
Bir kadın varmış bir zamanlar,
Bir adamı severmiş uzak olduğu anlar...
Sözler geride kalır yazılar havada uçar,
İlk derken,son derken toz pembe bir hayal başlar.
Kadın sıkıldığı anlardan pişman,
Yada sever gibi göründüğünden...
Belki de bir hatadır belki de tesadüfen...
Adam kadından uzak,kadın adamdan,
İkisi de hiç umulmadık mekanlardan,
Sabırları taşlamışlar,şeytanı taslar gibi...
Bir an gelir hayata yeniden başlar gibi...
Adam bakmış ki bir adı yok 'bitirelim demiş'
Bu eşlekliğinden aynı gün ansızın vazgeçmiş...
O gün bugün derken an gelmiş çatmış,
Kadının gururu erkeğin sevdasından önce söze başlamış...
Kadın: ''Sözüm bitti her şey buraya kadar! ''demişti,
Adam: Her şeye ''peki '' deyip geçiştirmişti...
Kadın gurur diye sözü almış yeniden,
Bir aşka daha son verilmiş kendiliğinden...
Sebepsiz yere kırılmışlar durmadan,
Umursamamışlar hiç zamanı takmadan...
Birbirilerinden çok uzaklarmış çok...
Aynı gökyüzünü paylaştıkça uzak diye bir yer yok,
Gün gelir devran döner,
Kadın tutulur başka bir aşka,
Kucağında çocuğuyla, selam verir eski bir aşka...
Adam kadına bakar, kadın geçmişe...
Adam umursamaz kadında bir endişe...
İkisi de pişmanlıklarına yanar,
İkisini de buruk bir hava sarar,
Aynı eski bir yara kanar,
Erkekte önemsememe telaşı,
Oysa çoktan geçmiştir her iki sininde yaşı...
Geçmemeli gurur sevdadan öteye,
Son söz bile olsa söylenmemeli diye...
Bozuk çalar bazen sevi'nin tadı,
İşte bu yüzden ''gururlu sevdadır'' adı...
Mehmet Güneş
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.
Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Linux kullanıcıları için hazırlanmış mutlu penguen oyun arşiv sitesi. http://happypenguin.org/ Linux kullanan veya kullanmaya niyetli olanlara duyurulur.
Michelangelo severmisiniz? Pardon, bu soru sanki bir yemeği sevip sevmediğinizi sorar gibi oldu. Michelangelo'nun yaptğı sanatsal çalışmaları beğenirmisiniz? Off buda garip oldu ama neyse, siz sanat'a meraklıysanız http://www.christusrex.org/www1/sistine/1-Genesis.html kısayoluna tıklayabilirsiniz.
Elektronik konusunda çin'in ucuzluğunu bilmeyen yoktur sanırım. Çin pazarında hangi ürünler var merak edenler http://www.newelectronic.com/Main.asp kısayoluna tıklayabilirler.
Size vereceğim bu kısayol gerçekten çok ilginç bir bölgeyi anlatıyor. Yorum yazmak yerine, tamamen sizin yorumlarınıza bırakmayı tercih ediyorum. http://www.tropicalisland.de/travel_south_africa_garden_route.html ...Heavily promoted and heavily scented, the Garden Route runs along a beautiful bit of coastline in southern Western Cape, from Still Bay in the west to just beyond Plettenberg Bay in the east. The narrow coastal plain is well forested and is mostly bordered by extensive lagoons which run behind a barrier of sand dunes and superb white beaches...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Picasa2 [3.16 MB] All Windows Free
http://www.picasa.com/download/download_exe.php Google tarafından üretilip dağıtılan harika bir resim programı. Standart bir kullanıcı için yapmadığı tek bir şey yok. Yani fazlası var eksiği yok. Bilgisayarında resimlerle oynayan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|