|
|
|
14 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : 700 kere maaşallah!.. |
Merhabalar,
Üçüncü yılı bitirmeye az bir süre kala, 700. sayıya ulaşmışız. Bunun anlamını daha önce bir yazımda anlatmıştım. Şimdi tekrarlamanın anlamı yok. Ama benim için büyük bir gurur kaynağı olduğunu yinelemek isterim. Onca çabanın meyvalarını yavaş yavaşta olsa alıyor olmak ayrı bir mutluluk kaynağı benim için. Olup ağaçtan düşen ilk meyva olan gerçek kağıt ve mürekkepten oluşan dergimize gösterdiğiniz ilgiye de teşekkür etmek isterim. Bir çok eksiğine rağmen beklenenin çok üstünde olduğuna dair yorumlar almak hiç fena değil. İnşallah ikinci üçüncü sayılardan itibaren o da hatalarından arınacak ve hakkettiği yere gelecek. Yarışa kalktığımız parkurda ilerlemenin epeyce zor olduğu bilinciyle, elden gelenin hep bir fazlasını yapmak zorunda olduğumuzu anladık ve tüm çalışmalarımızı bu hedefe yönelik olarak sürdürüyoruz. Şu okuduğunuz e-gazetenin bininci, bindörtyüzüncü ve dergimizin ellinci, yüzüncü sayılarını görmek hepimizin hayallerini süslüyor. İnşallah o hayaller gerçek olacak çünkü ben ve arkadaşlarım öyle istiyoruz.
Nevazil durumlarım nüksettiği ve şu anda tek gözü yaşlı, tek burnu tıkalı vaziyette olduğumdan burayı istesem de fazlaca işgal edemeyeceğim. Ben fazla uzatmadan, bizi izlemeye devam edin, izlemekle kalmayın aramıza katılın diyeyim ve güzel bir hafta dileğiyle huzurlarınızdan ayrılayım. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Cemreler Düşerken : Zeycan Irmak |
Sanırım büyüyorum...
"Bir lodos lazım şimdi bana
bir kürek bir kayık
zulada bir kaç şişe yakut
yer gök kırmızı
söverim gelmişine geçmişine
ayıpsa ayıp
düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı..."
Seviyorum bu şarkıyı. Ama en çok bu kısmını. İstanbul'un büyük aşklarını anlatmayacağım, hayır. Belki başka zaman... İçimden söylüyordum kağıda döküldü... hepsi bu...
Deniz kıyısında oturmuş bu şarkıyı mırıldanırken aklıma gelen şey, ne kadar büyüdüğümdü sadece... Hangi ara ve ne kadar büyümüştüm ben? Nasıl olmuştu da kürekleri elime alabilmiştim? Yaşamın küreklerini... asıl tek başımıza kaldığımızda ve kararlar almaya başladığımızda mı büyümüş sayılıyorduk? Yoksa içindeki çocuğun isyanlarını bastırıp, olgun, erdemli ve toplumda saygın bir yer edinmek midir büyümek? Bana göre hiç de öyle değil...
Ne zaman büyüdüğünü anlıyor insan biliyor musun? Evde odalarda dolaşırken, duvarlarla konuşmaya başladığında fark ediyorsun ilk. Can sıkıntısından telefona sarılıp eşi dostu aramak yerine; onların veya senden küçüklerin sitemli ve birazda kırgın/küskün aramasını beklediğinde... Yalnız kalmamak için kendini sokaklara, caddelere atmak yerine, yalnızlığına sarılıp televizyon karşısında bir kadeh bir şeyle uyukladığında, anla ki büyüme yolculuğun başlamış demektir... Başta kabullenemiyorsun ama. "Yok" diyorsun. "Ben daha annemin kuzusuyum". Sen hep annenin kuzusu ol, itiraz eden kim? Bunun senin büyümenle de pek alakası yok aslında.
İnsan gençken hiçbir şeyin hesabını yapmıyor nedense. Sorumsuzca gününün tadını çıkartıyor. En azından ben öyleydim. Oysa bilmediğimiz bir şey var; yaşam iyi veya kötü bedellerle dikilir bir gün karşımıza. Yaşarken an'ın içinde ayrımsayamazsın da, sonradan ödersin hesabını bir bir. Bakkal ekmeği bedava veriyor mu ki, yaşarken bedava yaşayacaksın (Şaire biraz da serzenişim var burada). Söylemek istediğim, kutsal kitaplarda anlatılan cennette hayatın içindedir, cehennem de. Ve kişi yaptıklarının karşılığını elbet günü gelince görüyor. Kendi cennetini kurmak da, cehenneminde yanmak da senin elinde. Yani, hesap kitap işidir biraz da büyümek...
Ne zaman büyüdüğünü anlarsın bir de biliyor musun? Yaşamla olan bitmez tükenmez sandığın kavganı bitirdiğinde. Onunla savaşmak yerine barış paktına oturduğunda ve aslında istediğin her şeyin yaşamın içinde var olduğunu -biraz da şaşkınlıkla- fark ettiğinde.
Bir sabah uyanırsın; ne güneş vardır gökyüzünde, ne de kuş cıvıltıları. Kim bilir, belki kasvetli bir sonbahar sabahıdır. Fakat sen gözlerini açar, gülümsersin. İlk defa "büyümek"le yüzleştiğin andır işte o an. Daha sakin, kedersiz, daha durgun ve munis... Şaşırırsın! Çünkü bir gece öncesinde sana beklediğin hiçbir şeyi vermediği için küfretmiştin kaderine. Şimdi durduk yere bu mutluluk senfonisi ne ola ki içinde? Aynaya sevinçle bakarsın, en beğendiğin kıyafeti dolabından alır giyersin. Kapıdan çıkarken çöpleri eşeleyen kediyi sever, kaldırım kenarlarını çalı süpürgesiyle tozutan çöpçüye Erkin Koray şarkıları söylersin. Sandığın gibi çocukça davranmaktan vaz geçmek değildir ki büyümek?
Farkındalıktır. Hazdır. Aslında an'ın içinde var olan her ayrıntıyı görebilmek, gördüğünü algılayabilmek ve sana sunulanla yetinebilmektir. Yaşadığın an'ın az sonra akıp gitmesi değil, o giderken senin o anda neler bıraktığındır.
"olmak ya da olmamak..."
Seçim senindir. Ne olmak istiyorsan o'sun şimdi sen.
Elbette büyümekle bitmiyor iş... insan büyüdüğünde anlıyor ki; sorumlusun. Kendinden, çevrenden, sosyal statünden... Kendinin, ailenin, arkadaşlarının mutluluğundan, mutsuzluğundan.
"Dost" diyebileceğin kişiyi de asıl büyüdüğünde seçersin. Dost tektir. Tıpkı "eş" diyebileceğin kişi gibi. İster bu iki kavrama sadece bir kişiyi oturtursun - ki en güzeli budur- ister ikiye bölersin, sana kalmış. Seçicilik hakkına sahip olursun bir de büyüdüğünde. Seçme ve Seçilme Hakkı diye de algılayabilirsin. İstemediğin hiçbir şeyi kimse sana zorla yaptıramaz, istediğin hiçbir şeyden de kolay vaz geçiremez. Çünkü biraz da ne istediğini bilmekten geçer büyümeye giden yol.
Bir de, küçük ama önemli bir ayrımı yapman gerekiyor burada; büyümeyi asla yaşlanmakla kıyaslama ve de karıştırma!
Yüzüne, ellerine, vücuduna hatta bakışlarına yaşamın armağan ettiği çentikler, detaylar değildir yaşlanmak... Kendini sevmenin en birinci şıkkı bedenini sevmekten, onu olduğu gibi kabullenmekten geçer. Unutma; kendini sevmeyen; insanları, hayvanları, doğayı, hiçbir şeyi sevemez. Bırak göz altlarında meydana gelen çizgilerle uğraşmayı, derinin suyunun zamanla azalıp kurumasını. Onlar ihtiyarlığın en güzel madalyalarıdır. İhtiyarlık ve yaşlanmak da aynı şey değildir. İhtiyarlık büyüme evrenin tamamlandığı, tecrübelerin doruk noktasıdır. Ne güzel, ne mutlu o mertebeye ulaşana. Sen asıl yaşlılığa takılma. Kimlere yaşlı denir biliyor musun? Dünya nimetlerine sırtını dönüp, kendi kabuğuna çekilmiş, ruhları çöküntüye uğramışlara denir. Onları da öyle kabul et. Çünkü bu onun seçimisiyse sen geri döndüremezsin.
Sen, sana biçilmiş ömründe, büyümenin ve dolayısıyla yaşamanın tadını çıkartmaya bak.
Ne zaman büyüyorsun biliyor musun? Çocukluğuna geri dönmeyi başarıp, bunu bilinçli yapmayı öğrendiğinde... Gençliğin deli rüzgârını ardına alıp, geleceğe alabildiğine kocaman kahkahalar attığında. Trabzanlardan kaymaya can atıp, düşerim korkusu taşıdığında. Ve geçmişine dönüp baktığında asla hatalarından, yanlışlarından pişmanlık duymamak gerektiğini anladığında... büyüyorsun.
Canımız yandığında, korkunç üzüntülerle kıvrandığımızda, çektiğimiz acının dibine vurmak istercesine soyutlarız kendimizi çevremizden. Kendi içimize gömülürüz. Taa ki, sızımız hafifleyip, yaralarımız kabuk bağlayana dek. Ne zaman ki durulur iç okyanusumuzun suları, diner fırtına, o zaman karışırız kaldığımız yerden yeniden hayata. "Benim bana kastim varsa el ne karışır", deriz. Ne büyük yanılgı, en büyük cezadır bu kendimize.
Oysa çok mutlu olduğumuzda bu mutluluğumuzu herkes duysun, bilsin isteriz öyle değil mi? Bu yüzdendir nikah akitlerinde dağıtılan davetiyelerin çokluğu ve bu sebeptendir boşanırken yanımızda görmek isteyeceklerimizin azlığı.
Halbuki ikisine de birer şahit ve resmi görevli huzurunda imza atan bizdik. Her iki durumda hayatın cilvesi, seçimlerimizin neticesi değil miydi?
Mutluluk topluma, mutsuzluk kişinin kendisine biçilmiş ayrı kalitelerdeki kaftan gibidir. Biri altın kakmalı has ipek, öbürü kaput bezi...
Bilmediğimiz bir şey var; nasıl ki mutluluk paylaştıkça çoğalıyorsa; kanırttığımız acımalarımız da ters orantıyla paylaştıkça azalıyor. Büyümek, anlatabilmemizdir biraz da...
Ben... büyüyorum. Büyüdükçe görüyorum şimdiye dek göremediklerimi. Geçmişimle bu günümün bileşkesi hayatıma, her an yeni renkler ve kokular katmak çabasındayım. Mutluysam mutluluğumu, canım yanıyorsa acımı haykırıyorum. Halit Kıvanç'ın bir röportajında "bilirim, bilirim de bir kendimi iyi bilirim" demesi gibi, kendimi bilmeye çalışıyorum. Birey olarak da, toplum olarak da buna o kadar ihtiyacımız var ki aslında...
Büyüme yolunda güller kadar dikenleriyle de karşılaşır ya insan; önemli olan, parmağımızı kanatan dikenin acısını unutmadan yeniden dokunabilmektir güle ve ardına gülümseyerek devam etmektir yola...
Kendi içseline çıkılan yolculuk, belki de en yorucu, en zorudur... Bu yolda yılmadan ilerleyen her bireye iyi yolculuklar diliyorum...
Zeycan Irmak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yitik Kuşlar
Dün akşam, yemekte ablamlar vardı. Yemekten hemen sonra, yiğenlerim heyecanla yanıma gelip, o gün yaptıklarını anlatmaya başladılar. Bir kaç haftadır, harçlıklarından biriktirdikleri ile, ufak tefek oyuncaklar ve pastel kalemler alıp, anneleri ile birlikte Çocuk Esirgeme Kurumu' na gitmişler. Oradaki yaşıtları ile hediyelerini paylaşıp, hep birlikte güzel vakitler geçirmişler...
Hele bir çocuk ile tanışmışlar ki, henüz iki buçuk, üç yaşındaymış. Anlatırken, gözleri büyüdü büyük yiğenimin. Annesi yüzüne kezzap dökmüş, sonra yuvanın bahçesine atıp, karanlıklara karışmış. Ne yaptılarsa, güldürememişler o yavrucağı. Nasıl gülsün ki ? Nasırlı insanların, nasırlı duygularının o masum oyuncağı...
Bir kaç saatlerini orada geçirmişler. Yiğenlerim, arkadaşlarıyla boya yaparlarken, ablam yüzü yaralı ufaklığa sarılmış. Biraz kucağına alıp, parkı gezdirmiş. Sonra lastik toplar yuvarlamış, onunla oyunlar oynamış. Ayrılık vakti gelince, o ufaklık herkesten çok kırılmış. Ablamın eteğinden tutarak " Anne... Ne olur beni bırakıp gitme!.. " diye ortalığı yıkmış...
Anlatırlarken, bir kez daha üzüldüler. Bense ses etmedim, aylardır oraya uğramadığım için, utancımı içime gömdüm. Onlar bizim, farkında olmadığımız emanetlerimizdi aslında. Büyümemiş güllerdi. Aydınlığı görememiş insan müsvettelerinin artıkları yada zamansız göç edenlerin yavrucaklarıydı. Hepsi kendi içinde bir yara, hepsi yitik ve yuvasız kuşlardı...
Kara gözlü, yara yüzlü bir miniğin, kendisine bir saatini ayıran bir kadının eteğine " Anne... " diye sarılması... Belki kalır diye sesinin çıktığı kadar avaz avaz " Gitme!.." bağırması... Kalmayıp ayrılınca, yine boynunu büküp, yine saatlerce ağlaması... İşte tüm bu dinlediklerimizin, olanca ağırlığı, mutlaka ama mutlaka yüreklerimizi acıtmalı... Hatta abartmıyorum, gözpınarlarımızı birazcık bile olsa doldurmalı... Bu tepkileri alamadıysak eğer bedenimizden, kendimizden korkmalı...
Taş duvarlar arasında yaşayan bir toplum olarak, hemen yanıbaşımızdaki pamuk yürekli yavrucakları unutmamalıyız. Sevgiye muhtaç gözlerine, sevgiyle bakabilmeli, imkanlarımız boyutunda onlarla olmalıyız. Onlarla beraber oyun oynayabilmeli, gerektiğinde omuz verip destek olmalı, gerekiyorsa oturup hayıflanmalıyız. Çünkü haftasonları gezmek ve eğlenmek kolay, yuvalara gidip bu yavrucaklara pınar olmak zordur. Oysa hiç aklımızdan çıkarmamalıyız ki, onların başlarını okşamak ve gülümseyen bir öpücük vermek, hepimizin boynunun borcudur...
Sami Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
PES !
Pes ! Yani pes diyebiliyorum sadece.
Geçen akşam evimde kuzu kuzu oturmuş televizyon seyrediyorum, daha doğrusu seyredecek bir şey arıyorum, malum bu aralar gelinlerden kaynanalardan, karı-koca kavgalarından dolayı izlenecek program sayısı azaldı. Neyse, zap zap zap dolaşırken Cnntürk' de Cüneyt Özdemir ve Soner Yalçın'ın hazırladığı 5N1K programını gördüm. O da ne ! Cüneyt Özdemir karşısına bir "emekli hırsız"ı oturtmuş sorular soruyor. İlgimi çekti izlemeye başladım. Adamı dinlerken gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Zaten bu ara hırsızlık, kapkaç vs. gibi olaylardan milletçe paranoyaklaştık, yolda gezerken herkese şüpheyle bakar olduk, septik septik dolaşıyoruz, televizyonda da bizzat bir hırsız bu konuda konuşunca merak edip izlemeye başladım tabi.
Alttaki manşet dikkatimi çekiyor, "Emekli Hırsız". Artık emekli maaşı nereden bağlandı onu bilmiyorum, ayda bir kere maaşını almak için bir iki dükkan mı soyuyor ya da birilerinden zorla ayda bir kere para mı alıyor bilemem!!! Neyse, adam kendi deyimiyle tövbe etmiş bırakmış bu işi, çünkü artık vicdanı el vermiyormuş (bu arada 50 yaşındaymış, bu yaştan sonra insafa gelmiş anlaşılan) ve çocuğuna da hırsızlık yaptırtmayacakmış. Bir gün bankadan bir adamın yüklü bir parayla çıktığını görmüş, nasıl öğrendi bilmiyorum ama o para bankadan çıkan adamın ev parasıymış, takip etmiş bizim emekli hırsız adamı ama parayı çalamamış, Allah ona çaldırmamış ! Ve sonra bırakmış bu işi.
Ben bu programı ne duygularla izlediğimi anlatamam. Programın sunucusu Cüneyt Özdemir' in de hayretle açılan gözlerinden onun da benimle aynı hisleri paylaştığını gördüm, hatta o programı izleyen herkes eminim hayret etmiştir.
Hırsız büyük bir soğukkanlılıkla diyor ki; ben senin üstünde 3-4 milyar para olduğunu bilsem çalarım onu, hatta zarar veririm sana (fiziksel zarardan bahsediyor), gayet rahat anlatıyor bunları, sanki çok sıradan bir şeymiş gibi. Kendisi için öyle aslında, adam bunu iş edinmiş bir de 50 yaşına gelince "tamam artık" deyip bırakmış hırsızlığı. Ancak, hergün bir kapkaça bir hırsızlığa bir kaçırılmaya, tecavüze vs. uğrayabilirim korkusuyla sokağa çıkan vatandaş için bu hiç de rahat rahat bahsedilecek bir konu değil.
Soruyor programın sunucusu: "Peki bu durum nasıl önlenir?"
Cevaba bayılacaksınız: " Vatandaş hava kararmadan evine girecek"
Buyrun ! Hava kararmadan eve girecekmişiz ! Yani akşam bir arkadaş ziyareti, bir sinema-tiyatro, herhangi bir etkinlik, aile ziyareti ya da neyse hepsinden geçtik diyelim kışın akşam işten çıktığımızda evimize nasıl gideceğiz ? Saat 5'de kararıyor hava. Yani bu laf mı şimdi ? Sizin gibi adamlar yüzünden kafayı yememiz bir yana neden evimize tıkılacağız yahu? Yani dinlerken sinirlenmemek mümkün değil.
Sonra daha mantıklı bir öneri getirdi, dedi ki, "Polis sayısı artırılmalı". Düşünün bakın; biz hava karardığından evimizden çıkamayacağız, her yer polis kaynayacak, peki neden ? Çünkü hırsızlar diyor ki "bizimle başka türlü baş edemezsiniiiiiz"
Bir de zengin hırsızlar varmış, çala çırpa zengin olmuşlar ve bunlar birbirlerine nispet yapıyorlarmış, ben bu kadar çaldım sen bu kadar çaldın şeklinde, inanamadım. Bu bir nispet savaşına dönüşmüş, adamlar hırsla çalıyorlar, gasp ediyorlar.
Sonra bir çelişki; bizim emekli hırsıza göre, bu iş genellikle kumar ve uyuşturucu için yapılıyormuş, asıl sebep buymuş, çok azı ihtiyaçtan çalıyormuş. Aradan 5-6 dakika geçiyor bu sefer de "insanlar aç o yüzden çalıyorlar" diyor.
Çok merak ettiğim bir soruyu nihayet soruyor Cüneyt Özdemir, diyor ki, "Sizin eviniz soyulsa, sizin başınıza gelse ne yapardınız"
İşte cevap, "Kötü yaparım"... Kötü yaparmış! Sonra ekliyor, "Beni yakalarlarsa beni de yapsınlar" Ne dersin ki şimdi bu adama ? Yani çalmadan çırpmadan binbir güçlükle üç beş kuruş kazanıp ev geçindiren insanlar geliyor da aklıma iyice sinirleniyorum.
Çocuklara bu suçların nasıl zorla işletildiğini anlatmaya çalışıyor bir de, bazı çocukların babaları tarafından teşvik edildiğini, bazılarının ormana götürülüp kırbaçlandığını vs. söylüyor. Zalimliğe bakın.
Ben bir süredir ağzımın açık kaldığını dilimin damağının kuruduğunu hissedince fark ettim ! İnsanı en etkileyen tarafı da bu lafların bu kadar soğukkanlılıkla anlatılması, dediğim gibi o adam için bu çok normal ama ben dinlerken hayretler içinde kaldım.
Güvenliğimiz için polis sayısı mı artırılacak, yakalanan hırsızlar yakalandıkları günün akşamı salıverilmek yerine caydırıcı ağır cezalara mı çarptırılacak bilmiyorum ancak bu duruma bir an önce çözüm bulunması artık şart oldu. Ne yapılırsa yapılsın hırsız, kapkaççı sayısı her geçen gün artıyor ve biz "yazılmamış olsun" şeklinde hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. E daha ne yapalım? Çantalara yapışır olduk sokaklarda yürürken, evlerimize abuk sabuk sistemler kurmaya başladık; hırsız girerse en yakın polis karakoluna çağrı ulaşsın diye evlerimize sensörler, alet edevatlar taktık, hava kararınca tek başımıza sokağa çıkmamaya çalıştık, arabamıza biner binmez hemen kapıları kilitledik, evimizin kapısına birer tane daha kilit taktık vs. ne gerekiyorsa yaptık, üstüne üstlük bir de paranoyak olduk, e hala hırsızlık sayısı artıyorsa bu işe bizim gücümüz yetmiyor demektir. İşe yarar önlemler alınması için ne kadar can yanacak ne kadar mal gidecek çok çok merak ediyorum.
Funda Güven
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Üç Kişilik Dans
Papağan ve köpeği saymazsak, üç kişiydiler.
Çocuk, yaşantısını kanıksamış, her gün şartlandığı olayları tekrarlayarak büyümeye çalışıyordu.
Adam, biraz sıkıntılı, epeyce sinirli ve genellikle sessizdi. Kendini evine ve çocuğuna adamıştı ama onlara istediği gibi bir yaşam sunamamanın acısını çekiyordu.
Kadının iç yüzünü anlamak zordu; çalışıyor, yoruluyor ve şikayet etmiyordu. Sıkıntılarını belli etmediği gibi, sevgisini de göstermiyordu.
Üçünün bir araya gelebildiği akşam saatleri sessiz, suskun bir-iki saat birlikte paylaşıldıktan sonra kadın televizyona, çocuk derslerine, adam da müzik ve içkiye dalıp gidiyorlardı.
...
... kış günleri yerini ilkbahara çoktan bırakmış, ilkbaharın ılık geceleri yerini yaz sıcağına bırakmaya hazırlanıyordu....
...ve bir akşam çocuk sessizliği bozdu:
"- Biliyorsunuz, bu ay sonunda okul bitiyor, mezuniyet balosuna biz de katılabilecek miyiz?"
Kadın ile adam gözgöze geldiler; bakışlarında biraz hayret, biraz korku, biraz merak vardı. Birbirlerinin ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorlardı. Sonra, gözlerdeki gri bakışlar aydınlandı, yüzlerdeki gergin hatlar yumuşadı..
Suskunca anlaştılar. Demek ki pek de boşa geçmemişti yaşantıları, bir insan yetişiyordu.
Sonraki günler, yaşantılarına gelen bu değişimle renklendi, canlandı. Herkes kendince hazırlıklara girişti.
Çocuk, bir yandan seviniyor, diğer yandan yaşantılarına maddi bir zorluk daha eklendiğini düşünüp üzülüyordu.
Çaresizdi; sınıf arkadaşlarının çoğu, kent alışkanlıklarını yaşıyor, ünlü mağazalardan aldıkları giysileri birbirlerine anlatıyor, kızlar hangi kuaförde nasıl saç yaptıracaklarını, erkekler nasıl giyinip nasıl davranacaklarını konuşuyorlardı. Oysa bazı arkadaşları ise, olabildiğince bu konulardan ve hatta ortamdan kaçıyordu. Bir orta yol bulmalıydı; hem farklı olmalı, hem farkı ile diğer arkadaşlarını üzmemeli hem de ailesini zorlamamalıydı.
Nihayet, kendince farklı ama sade, zarif, ucuz bir giysi edindi. Bedenine göre biraz ayar gerekiyordu, onu da nasıl olsa anne hallederdi.. Kıyafetine uygun bir ayakkabıyı da, bayram harçlıklarından biriktirdikleri ile almıştı. Balo günü saçlarını yıkayıp taradı mı, bu iş tamamdı.
... yarın, önemli bir gündü; yaşantısındaki ilk diplomayı alacak, anne ve babası da bu mutluluğu paylaşacak, sevinç ve gurur duyacaklardı. Erken yatmalı, yarına dinlenmiş başlamalıydı...ki, o an çalan telefonun sesi ile herkes dalgınlığından sıyrıldı.
Telefonu açan çocuk, bir an dinledikten sonra kıpkırmızı oldu, gözlerinden yaşlar fışkırdı ve kısık bir sesle:
"-Biz gelemedik, size iyi eğlenceler dilerim." diyebildi, telefonu kapattı.
Kadın ve adam çocuğa bakıyorlardı.
"-Balo yarın değil, bu akşammış... Yanlış anlamışım. Neden gelmedin diye soruyor arkadaşlar."
Adam, patladı!
Bütün heyecanlar, bütün beklentiler, bütün hazırlıklar boşa gitmişti. Çocuğu böyle bir hatayı nasıl yapardı? Bir yandan bağırıyor, bir yandan giyiniyordu. Kadın, yine olmazı olur yapmış, çocuğunu giydirmiş, elindeki iğne iplikle rötuşları yapıyordu.
Çocuk, ...ağlıyordu.
Beş dakika sonra arabadaydılar ve gecenin karanlığında son hızla kente doğru yol alıyorlardı. Adam direksiyonda sürekli bağırıyor, öfke saçıyordu.
Kadın, koltuğa yapışmış, gözlerini kapamış, ya bir kaza olmasın diye dua, ya da kaderine beddua ediyordu.
Çocuk, arka koltukta sessiz sessiz ağlıyordu...
Ana yola dönmek için zorunlu olarak yavaşladıklarında teypten gelen sesi duydular, Sezen söylüyordu:
"Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün hatalarım..."
Arabanın arka koltuğundan cılız bir ses, şarkıya eşlik etmeye başladı... Adam, sustu, dinledi, ayağını gazdan çekti.
"Övünmem bu yüzden, bu yüzden kendimi özel, önemli zannetmem...
Ne kadar az yol almışım, ne kadar az; yolun başındaymışım meğer,
Elimde yalandan, kocaman, rengarenk, geçici, oyuncak zaferler..."
Kadın, dudaklarını ısırdı, yüzünü cama çevirdi, ağladığını göstermedi her zamanki gibi..
"Küçüğüm, daha çok küçüğüm..."
Çocuk, dikiz aynasından adamı gördü, onun gözlerinden akan yaşları. Sonra, yağmursuz gecede arabanın sileceklerinin çalıştığını farketti.
...
Restauranta ulaştıklarında tüm öğretmenleri ve arkadaşları geceyi bitirmek üzereydiler. Sevgiyle kucakladılar onları, eğlence tekrar başladı. Çocuk, öğretmen ve arkadaşlarıyla bir mutluluk seli içine düşmüştü.
Sonra, herkes yavaş yavaş gitmeye, bahçe boşalmaya başladı. Restaurantın ışıkları kapatılıyor, yerini gökyüzündeki yıldızlara ve denizdeki yakamozlara bırakıyordu...
Çocuk, elinde diploması, yanındaki son arkadaşından da ayrıldıktan sonra, kenarda kendisini izleyen kadınla adama yaklaştı;
"-Teşekkür ederim sizlere." dedi..
Bir yumak oldular.
"Biz sana teşekkür ederiz." diyemediler... Yaşantılarındaki boşluğu, ilişkilerindeki kopukluğu, parasızlığı, işsizliği, güçsüzlüğü O'nun varlığının giderdiğini söyleyemediler.. Sadece, sevginin gücünü hissettiler...
... şükrettiler.
Gökyüzündeki yıldızların ışığı altında, dalgaların müziği ile, boş kalan pistte, üçü birbirlerine sımsıkı sarılarak dansettiler...
Müfit Uzman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Ayşe Kardeşoğlu |
BATTANİYE
Dün vitrinlere bakarken, çok güzel angora yünden pembe bir battaniye gördüm, fiyatını sordum, cebimde alabilecek kadar param da vardı.... Ben artık bu battaniyeyi alabilirim biliyormusunuz " deyip çıktım dükkandan ağlayarak, satıcı kız tuhaf tuhaf baktı yüzüme.
Dün gece rüyamda gördüm onu. Bembeyaz bir başörtü vardı kafasında sadece yüzünü gördüm. " Benim için çok ağlıyorsun ama artık yeter ağlama , ben burda çok çok rahatım " dedi. Sabah kalktım içimde büyük bir rahatlama vardı. Son günlerde çok düşünüyordum onu.Artık huzurluydum, iyi olduğunu öğrendim ya...
Bir bilseydim bu kadar erken öleceğini...atlı masallarına doyamadan, saçlarımı okşayan, tarayan , kınalı buruşuk ellerini bu kadar erken yitireceğimi bilseydim...
Oysa büyüyüp çalışmaya başlayınca, ilk maaşımla halis yünden,pembe yumuşacık bir battaniye alacaktım sana. Dokuz çocuk büyüttün, hiç birisi sana bir battaniye alacak cömertliği gösteremedi. Çok pahalı bir şey değildi istediğin, ev rutubetli olduğu için yorganlar nemli oluyor ağırlaşıyor,üstüne örttüğün zaman sarıp sarmalamıyordu seni. Rutubet, romatizmalı bacaklarını iyice ağrıtıyordu. Hiç kimseye birşey belli etmiyordun çok acı çeksende, " yok birşeyim, geçer, dokora ihtiyacım yok benim" diyordun.
Eski püskü boyası kaçmış bir apartmanın bodrum katında oturuyordun, pencerenin önüne oturuyor, dışardaki insanların ayaklarını seyredebiliyordun ancak. Bahçede arnavut isimlerinden oluşan birkaç tavuğun vardı, pencere önünde rengarenk sardunyaların, mangalda kahven, dudağına yapışmış hiç söndürmediğin filtresiz sigaran. Artık yünleri toplayıp renkleri birbirine uydurur capcanlı örtüler örerdin bana. Seni dakikalarca seyrederdim, arnavutça şarkılar öğretirdin bana örgü örerken, arada bir de kulağıma fısıldardın " torunlarımın içinde en çok seni seviyorum" diye. Gururlanırdım. Gösterişsiz bahçeye ektiğin maydanozları ve minicik domatesleri toplayıp salata yapardın bana. Kimi zamanda emekli maaşınla aldığın çikolataları saklardın, rengarenk desenli pazen elbisenin içine , çıkartırdın bana verirdin, Ne çok sevinirdim anneanneciğim , başörtünü yarım örterdin hep, iki yandan kınalı örgülerini çıkarırdın, annemle teyzemlerde kendi aralarında konuşup takılırlardı " hala süslü" diye..(Ben ne zaman renkli bir şey giysem seni hatırlıyorlar,aynı anneannanesi gibi süslü , ona çekmiş diyorlar.)
Sana ait olan o minicik , karanlık, rutubetli odada öyle mutluydum, orası ikimize ait bir saraydı, dizine yatardım, senin anaç kokun vardı elbisenin üstüne sinmiş, saçlarımı tarardın kendininki gibi örerdin, çok istemediğim halde sırf sen seviyorsun diye kına sürmene izin verirdim ellerime. Bazen sana masal kitaplarından masallar okurdum, sen bana örtüler örerken, o zaman kitapların içinde kaybolur, senin kırmızı mavi çiçekli pazen elbisenin içinde masallardaki kulübelere giderdim, zevkle dinlerdin beni, bazen de sorular sorardın masalı dinlediğini belirtmek istercesine. " Anneanne söndür şu sigaranı, çok içtin " dediğimde, " beni bundan ayırırsan ölürüm, bu benim tek arkadaşım" diyordun ....
Upuzun kınalı saçların, kocaman siyah gözlerinle köyün en güzel kızıymışsın.Genç kızlığa yeni adım attığın günlerde çeşme başında toplanıp, güler, şarkı söylermişsiniz. Yıllar sonra hatırlamak istediğin tek şey bu olacaktı.
Senin cesurluğunu, mertliğini konuşurmuş bütün köy halkı. O zamanlar kızlarla konuşurken hayalindeki erkeğin, uzun boylu, esmer, bıyıklı olduğunu söylermişsin. Kalbinin ilk pırpırları başladığında , senden on beş yaş büyük, göbekli, sakalları nerdeyse göbeğine inen köyün hocasıyla evlendirmeye karar vermişler. Sen daha yeni çıkmış memelerinle, aşkın ilk kıvılcımları yüreğinde yatarken , baban yaşındaki bu adamla aynı yatağı paylaşmaya başlamışsın. Anne babaya nasıl hayır denebilirdiki...
Gençliğin, aşkın ne olduğunu anlayamadan güç bir yaşama başlamışsın. Bütün gün ekmek teknelerinin başında ekmek yoğuruyor, teneke kazanlarda çamaşır kaynatıyor, akşam olunca yorgunluktan bitmiş bir şekilde iri yarı, uzun sakallı, başında takke, üstünde uzun gecelikle yatan bu adamın koynuna giriyordun. Bir süre ne olduğunu anlamadın, sanki tonlarca ağırlıkta olan bu adam debelenip duruyordu bacaklarının arasında, canından can koparmışlardı sanki, kanıyordu bacaklarının arası, derin bir sızı kaplamıştı vücudunu, iğrençti, ...Daha sonraki gecelerde canın hep yandı, küçük ve güçsüz bedenin isyan etti . Karnın hiç boş kalmıyordu, ağrılar, acılar kanamalar, çığlıklar. Her sene sayısı artan çocuklar, düşükler, iyice yıprattı seni. Herkes uyuduktan sonra mangal ateşindeki kahvenle, dudağına yapışık sigaranla, bir zamanlar hayallerini , mutluluğunu bıraktığın o küçük tahta evi düşünüyordun.
Sinirimi senden almışım annem öyle derdi hep .Biraz sinirlendiğimde " Tuttu bizimkinin Arnavut damarı" derdi.
Ben senin kadar güçlü, yürekli olamazdım. Dokuz çocuk doğurup ömrümü onlara harcayamazdım, babam yaşında sakallı, öpüşmeyi bile bilmeyen, gece gündüz namaz kılan, teni hacı yağı kokan bir adama heyecan duyamazdım. Bana dokunmayı beceremeyen bir erkeğin önüne yemek koyup, ona itaat edemezdim. Sabır yoktu bende , oysa sen sabırlıydın. Sana hiçbir söz hakkı tanınmayan bir evliliğe hayır diyemedin. Genç, esmer, sırım gibi delikanlı hayallerini de diğer tüm hayallerin gibi bu yaşlı adamın evine gömdün.
Annem her Pazar günü sana getirirdi bizi. Bodrum katında , küçücük evde dul teyzem ve onun çocukları, en küçük oğlun ve onun karısıyla yaşıyordun. Güneş girmeyen, rutubetli bu odada tığ örmekten, sardunya yetiştirmekten başka bir avuntun yoktu. Benim geleceğim günde meşhur arnavut kurabiyelerinden yapardın bana. Üstüne mum diker, yarım yamalak türkçenle bana doğumgünü şarkıları söylerdin.
" Annenanne her hafta doğumgünü olur mu " dediğimde
" olur olur sen ye hele şu kurabiyeleri" derdin.
Rutubet kokusu, mangalın sıcaklığı, filtresiz sigaran ...bu üçünü öyle özlüyorum ki...
"Saçlarını sakın kestirme" demiştin.Ancak sen öldükten onbeş sene sonra kestirdim. Her telinde senin ellerini kokusunu, şefkatini sindirdiğin bu saçları kestirmek zor oldu, ama atmadım hala saklıyorum, henüz aklar düşmemiş ,senin kınaladığın saçlarım kalın bir örgü halinde duruyor odamda.
Sakallı ihtiyar öleli yıllar olmuştu, çocuklarının çoğu eşlerinden boşanmış, işsiz güçsüz, kavga ve sefalet içinde yaşıyorlardı. Onları gördüğün her gün artık dayanamayacağını biran önce ölmek istediğini söylüyordun. Senin elindeki beş kuruşu almak için birbirlerini yiyorlardı. Tam battaniye için biriktirmiştin üç beş kuruşu onu da şehir dışındaki kızının yanına gittiğinde yatağının altından almışlardı hayırsız evlatların.Odana girdiğim bir gün, dudağında sigaran , elinde bana ördüğün örtülerle ağlar gördüm seni, oda soğuktu, rutubetli ve havasızdı, hepsinden önemlisi bitkindin, çok zayıflamış ve çökmüştün, gözünde hiç bir yaşam belirtisi yoktu.O Pazar kurabiye ve doğumgünü yoktu, soramadım, sıkıca sarıldınbana. Kokladın saçlarımı,ama hiç konuşmadın , kucağında dakikalarca sessiz yattım. Annemler aralarında konuşurlarken duydum en büyük oğlun para istemiş yok deyince seni tekmeleyip yere atmış.Yanlış anlamıştım heralde, sana bunu kimse yapamazdı, anne dövülmezdi değil mi? Biz öyle biliyoruz, bunu yapan vahşi bir adam olmalıydı.Eve giderken arabada hep bunları düşündüm. İki gün sonra annem sabah kalkmış aceleyle hazırlanıyor bir yandan da ağlıyordu, çabuk giyin hadi gidiyoruz.
" Noldu anne nereye gidiyoruz"
" Anneanneye"
" Bugün Pazar değilki"
" soru sorma hadi çabuk"
" niye ağlıyorsun anne"
" yavrum anneannen çok hastaymış""..........
İçtiğin sigaralara ve üzüntülere dayanamamıştı yüreğin, felç geçirmişsin. Annem arabada konuşurken duyduklarım bunlardı.
İki gün önce kucağında uzandığım odana girdim, kalabalıktı, iki kadın kollarından bacaklarından tutmuş sürüklüyorlardı. " ne yapıyorlar anne öyle" dedim.
" tuvaletini yaptırıyorlar sus "
dedi.
Odadan hemen çıktım,onu öyle görmek istemediğini biliyordum.Çok etkilenmiştim, bahçeye çıkıp komik isimli tavukların yanına gittim, yemlerini yiyorlardı, konuştum onlarla , hıçkırıklar içinde..
Anneannemin gözleri kör olmuştu,Artık beni görmeyecekti. " Anne onun yanına gitmek istiyorum ama odadaki herkes gitsin"
Annem anlamıştı, onu ne çok sevdiğimi biliyordu.
Onu başka bir odaya taşıdılar, beni yanına çağırdı. O gün çok duygulu türküler söyledi bana..Ağladı..
" Oy Mehmet'im Mehmet'im
Sana küstüm demedim," Yıllardır kimseye söylemediği aşkının acılarını döküyordu artık, saklayacak ,utanacak bir şeyi kalmamıştı. Anlattı bana, dinledim, artık büyük bir sırrımız vardı.
" Nolur bana bir göz damlası bul da açılsın gözlerim, çok sıkıldım karanlıktan" dedi.
İçimi yaktı sözlerin, bu dünyada ne kadar aciz bir insan olduğumu anladım. Senin için yapabilecek hiçbirşeyim yoktu.
" Tamam anneanneciğim yarın doktorlarla konuşurum, ararım o damlayı" dedim.Olsa gidip getirmezmiydim senin için, nerde olursa olsun.
O hafta yanında kalmak istedim, okullarımız tatildi. Sana masallar okudum kitaplardan. Arada bir yanından hiç ayırmadığın fesleğenin dibini elliyor,
" su koymamışsın bak kurumuş "diye bana kızıyordun.
Çiçeklerine dokunup dokunup kokluyordun , emek veripte karşığını aldığın seni üzmeyen bir tek onlar kalmıştı. "Çiçeklerim sana emanet demiştin"
" Noldu anneanne bir yere mi gideceksin ki"
" bir gün gideceğim nasılsa, hepimizin gideceği yere."
.........
Artık kurabiyeler yoktu, yoğuracak gücün kalmamıştı. Yataktan kalkamıyordun, çorbanı yavaş yavaş içiriyordum sana, bir bebeği besler gibi,bir zamanlar aynı şeyi sen bana yapıyordun, şimdi sıra bende..
O gün yemek yemedin hiç
" Bak yemezsen konuşmayız anneanne, sen bana bebekken yedirdiğinde ben yemediğim zaman sen bana kızardın, şimdiben sana kızıyorum.
Konuşacak halin yoktu senin o gün, yatakta hiç kımıldamadan yattın.Üzgündüm. Bir an önce iyileşmeni bekliyordum ben..Çorbanı içemedin. Doktorlar geldi, durumunun kötüleştiğini öğrendim. O akşam eve gitmem gerekiyordu. Aklıma çocukken beni salladığın battaniye geldi,belki ayaklarına sarardın iyi gelirdi o.Anneme söyledim, aradık evde, pembe ayıcıklı battaniyemi bulduk. Çok sevindim Sabah sana getirmek üzere yatağımın kenarına koydum. O gece korkunç rüyalar gördüm, annemin yanına gittim, sarıldım beraber uyuduk. Sabah çok erken saatlerdi, telefonun sesiyle uyandım.Büyük teyzemdi arayan, anneannemin kötüleştiğini çabuk gelmemizi söyledi. Apar topar battaniyeyi alıp çıktık.
Teyzemlerin evin önü ve içerisi kalabalıktı, battaniyeyi aldığım gibi odasına doğru koştum, beni tuttular.
"Girme yavrum anneanne çok hasta"
" Bırakın beni battaniyeyi vericem" diye ağlamaya çırpınmaya başladım. Annem ağlıyordu bana sarılarak
" yavrum anneanneni kaybettik"
" hayır anne olamaz, beni bekliyordu o . Battaniyeyi alıp odaya zorla girdim...
Gördüğüm ilk ölü vücudu seninkiydi.Üzerine beyaz bir örtü örtmüşlerdi, Kınalı saçların iki örgü halinde göğüslerinin üstüne konmuştu.Yüzün pırıl pırıldı, gülümsüyordun bana.Kimsenin sana bakmasını istemiyordum. Bu ölüm sadece ikimizin bilmesi gereken bir sırdı. Yere uzanıp sarıldım sana, önce korkacağımı sanıyordum ama korkmadım. Ölürken yanında olamadığım için çok üzgündüm.Annemler zor ayırdılar seni benden, bahçeye çıktım tavuklara yem verdim. Odandaki sardunyalar rengarenkti, fesleğen kokuyordu odan. Gözyaşlarımla beraber suladım onları.
Biraz daha bekleseydin anneanne, doktor olup gözlerini ameliyat edecektim. Seni bu sıkıntılardan kurtaracaktım.
Bitmişti artık herşey, ne sıkıntıların, ne karanlık, seni üzecek hiçbirşey yoktu. Mangal hala yanıyordu, filtresiz sigaran kenarda duruyordu. Ev rutubet kokuyordu, ve artık kurabiye pişmiyordu
Ayşe Kardeşoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Kendi Kendinizi Bir Sorgulasanız
Sevgili koçlar bu hafta fırtınalı günler sizleri beklemekteler. Ailevi ilişkileriniz ve profesyonel çalışmalarınızda her an çıkabilecek kıvılcımlara kendinizi kaptırmamalısınız.. Bu hassas haftanız da ani parlamalara fırsat vermeyin. Can sıkıcı hallerinizin nedenleri üzerine kendinizi yoğunlaştırsanız nereler de hatalı davrandıklarınızı bulabilmeniz işten bile olmayacak. Hayatınızın mimarı sizlersiniz, kendi kendinize doğru soruları sormak cesaretinde bulunmalısınız. İşte yeni haftanız biçilmiş kaftan bunun için...
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) İkinci Şansların Haftasına Hoşgeldiniz
Yeni haftanızın getireceği şansları kullanmakta ustalıklarınızı gösterin sevgili boğalar. Fırsattan istifade geçmişte ertelediğiniz bazı kararları yeniden gözden geçirmelisiniz. Bu sıra da kesinlikle gerçekçi olmayı unutmayın. Uzun zamandır haberlerini alamadığınız dostlarınız ummadığınız bir an da karşınıza çıkabilecekler.. Duygularınızı yaşarken kendinizi kaptırarak gönüllerinizin kapılarını sonuna kadar açarsanız cuma günü hayal kırıklıklarına gark olmanız muhtemel boğalar.. Ölçülü olsunlar duygusal tepkileriniz de..
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Herşey Gerçekten Ne İstediğinize Bağlı İnanın
Yeni haftanız bir gününün diğerine benzemeyeceği kadar karışık geçmeye aday sevgili ikizler.. Haftanızın ilk günleri sakin başlasalar da yerlerini perşembe ve cuma dan itibaren fırtınalı günlere bırakacaklar. Sevgililerinizle çıkacak anlaşmazlıkların beklenmedik boyutlara ulaşmalarını engellemelisiniz. Ama niyetleriniz bazı aşk hikayelerini sona erdirmek ise haftanız ideal!.. Bu ara da şanslarınızın varlıklarını çarşamba günü iyice hissedeceksiniz. Sosyal ilişkileriniz oldukça hareketli, projelere ve ekip çalışmalarına ağırlık vermektesiniz.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sevilip Sayıldığınızın Bilincinde Olmalısınız
Bu hafta ilişkilerinize çok dikkat etmelisiniz sevgili yengeçler. İşyerlerinizde ortak çalışmalara gereken ihtimamı göstermelisiniz. Çevrenizden ihtilaflı olduğunuz bir yakınınızın sizlere bu hafta ihtiyacı olacağını söylemeliyim. Yardımsever ve olgun kişiliklerinize uygun davranışlar ile gereken jesti yerine getireceksiniz. Hafta sonuna doğru yolculuk planlamaları yapabilir, ilk fırsatta can ciğer dostlarınızla stres dolu ortamlardan kaçmanın yollarını arayabilirsiniz.. Özellikle cuma gününden itibaren.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Kısır Döngülere Saplanmanın Sırası Değil Ve Değil
Sevgili aslanlar bu hafta güzelim günlerinizi sakın gereksiz takıntılara kurban etmeyin.. Kafalarınızı kurcalayan meselelere ve karşılaşacağınız tavırlara kilitleneceğinize kendinizi düşünün azıcık olsun... Maddi konulara yoğunlaşmalısınız çünkü haftanız ihtiyacını duyacağınız enerjilerle dolu dolu.. Yeter ki siz kararlı olun. Evet sinirli hallerinizi dizginleyebilirseniz hafta içinde ortaklaşa çalışma teklifleri bile alabileceksiniz. Beklenmedik hoşlukların haftasına pozitif bakın aslanlar, kazanacaksınız..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Kuru Gürültülere Pabuç Bırakmayın
Bayağı karışık bir hafta sizleri beklemekte sevgili başaklar. Bütün bunlara rağmen alacağınız kararların gerçekleşebilmeleri için tüm enerjilerinizi kullanacaksınız. Bu ara da sürünceme de kalmış bir konuyu gurur meselesi yaparak kesinlikle çözümlemek isteyeceksiniz... Finanslar ile ilgili çalışmalarınız başarı ile sonuçlanacaklar. Tek probleminiz çekememezlik ve provokasyonlara maruz kalmanız olacaktır. Özgüvenlerinizin zirvelerde oluşları ise en büyük avantajınız unutmayın başaklar..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Vitesleri Yükseltmek İçin Gerekiyorsa Riskleri Göze Almalısınız
Haftalardan beri bitmek tükenmek bilmeyen türbülanslardan geçen bazı terazilere müjdem var, evet sıkıntılı anları artık geride bırakacağınız günlerdesiniz. Bunun olumlu neticelerini kısa zaman da göreceksiniz. Çok yakın da ummadığınız bir iş teklifi ile karşılaşacak ve her zaman ki gibi karar aşamasında takılıp kalacaksınız.. Ama bu sefer kesinlikle ve vakit kaybetmeden evet demelisiniz teraziler. Hakikaten değecek göreceksiniz bazı riskleri almanıza..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Elele Verilerek Varılacak Noktalara Kilitlenmenin Sırası Şimdi
Haftanız komplimanlar ve sizlere verilecek sevgilerle şenlenecek. Bu ara da almanız gereken kararlar varsa mümkün mertebe sakin ortamları tercih etmelisiniz. Profesyonel çalışmalarınız da yakın çevrenizin motivasyonlarını sağlam tutmalı ve onlarla el ele vermelisiniz. Ancak bu şekilde kanalize edilecek enerjiler sayesinde isteklerinize kavuşabileceksiniz. Yeni fikirler üretmekten daha da öte de onları cesaretle gerçekleştirmelisiniz. Böbreklerinize dikkat edin..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Yangınlara Körüklerle Gitmemelisiniz
Haftanızın getireceği sarsıntıları en çok ailevi ortamlarda hissedeceksiniz yaylar. Çıkması muhtemel tartışmalar da sarfedeceğiniz sözlerin tansiyonları gereksiz yere yükselteceklerinden emin olabilirsiniz. En iyisi kendinizi geriye çekerek uygun zamanları beklemeniz. Mesleki uğraşlarınız da ortaya çıkabilecek fırsatlardan yararlanmasını bilirseniz falınıza başlarken bahsedilen duygusal iniş çıkışlarınızın etkilerinden hayli de uzaklaşmış olacaksınız..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Her Kelimenin Dikkatle Sarfedilmesi Gerektiği Haftanıza Dikkat
Almış olduğunuz ve özellikleri sizlere saklı kararlarınızın sonuna kadar gideceğinizden şüphe yok sevgili oğlaklar. Bilmeniz gereken tek nokta bileğinizin gücü ile hedeflerinize varabileceğinize inandığınız anda sizleri kimse tutamaz.... Çalışma tempolarınızın yüksekliği ileride sizleri hedeflediğiniz başarılara mutlaka taşıyacaktır. Çekemeyenleriniz ve iki yüzlü tanıdıklarınızın varlıklarına rağmen... Şimdilik başınızın ağrımasını istemiyorsanız ağzınızdan çıkacak kelimelere azami dikkat göstermelisiniz..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Acele Etmeden Ve Metodik Çalışmalarla İlerlerseniz Başarılar Sizlerle
Üstlenmiş olduğunuz bir yazı düzenlemesi veya bir belgesel hazırlanması görevini büyük bir şevk ve sabırsızlıkla yerine getirmektesiniz sevgili kovalar.. Kaş yapayım derken göz çıkarmanın da bir anlamı yok elbette, işinize dört elle sarılın ama çoşkularınızın sellerine yenilmeden.. Sonra vakitsizlikten aceleye getirilecek çalışmalar olmasın bunlar. Bunun dışında bulunduğunuz ortamlardan gayet memnunsunuz. Takdir ediliyorsunuz ve bu da kendinize olan güveninizi yükseklerde tutmanıza önayak olmakta.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Yaşamakta Olduğunuz Anların Zenginlikleri Kutsal Şansınız Haftanın ortasında ve beklenmedik bir anda başınıza talih kuşunun konacağını yıldızlardan müjdeliyorum sevgili balıklarım.
Geçen hafta söylediğim hoşlukların bu hafta içinde de devam edeceklerinden emin olabilirsiniz sevgili balıklar. Ama bir farkla, sizlere, yaşam stillerinize uygun düşmeyen sevgilerin esirleri olmamalısınız.. Yine aynı hatalara düşmemelisiniz.. Kontrollü yaşanacak ilişkilere devam etmeli ve kendinize yakışacak yaşamları bilhassa tercih ederek yolunuza devam etmelisiniz. Duygularınızı aklın süzgeçlerinden bıkmadan usanmadan geçirmeli önce kendinizi hem de uzun vade de düşünmelisiniz.. Bıkmadan, usanmadan, gardınızı düşürmeden...
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.423 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Yoksulluğun Küçük Prensi
Ben bilmiyorum
gözleri neden gülüyor
sefaleti bir tablo gibi taşırken
Bir makas gibi ayrılan kadere
tınmayışı minicik gövdesiyle nedendir
Çocuk elleri feryat
çocuk elleri figan
Kabulüm, açlığı küçük kıyametim
Kimsesiz sokağın kimsesiz yumurcağı
Sekiz kardeşin bilmem kaçıncısı
Yoksulluğun küçük prensi
Sanki yüzyıllardan beni tanıyor
Öylece gözlerime bakıyor gözleri çakılı
gülümser bir acı tebessüme aşikar
Ağlasam yeridir
Ağlasam bilmiyorum oyun oynar mı
Sokağın ortasında durmaz mı öyle
bir başyapıt gibi dikildiği yere
O nurlu gölgeye gövdemi sersem
Açlığını bana ver diyerek tokluğumu versem
Bir gülse 'baba! ' diye
Ahmet Öztürk
Yukarı
|
Sarhoşken garaj senin neyine? Koysana yol kenarına yavrum!..
Yukarı
|
Berrin Cerrahoğlu
"Kırklar Kilisesi/MARDİN"
Fotoğraf sergisinin açılışını
onurlandırmanızı diler.
Sergi: 4 Mart-17 Mart ,
Yer: Fotograf Sanatı Kurumu,
Fevzi Çakmak Sk.No:22/2 KIZILAY/ANKARA
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Hafta sonu gazete eki bulmacalarında rastladığımız türden bir bulmaca.
Bir çeşit kelime avı bulmacası, denemek için
http://www.fisheries.nsw.gov.au/kids/fun/fun-games-shark-word.htm
kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Mp3 konusunda yeni farkettiğim bir siteyi tavsiye edeceğim http://www.mp3int.com/tur/ Arşivleri hiç fena değil. İncelemenizde
fayda var. Hatta tavsiye ettikleri bazı web sayfaları da gerçekten görülmeye değer.
Flash animasyonlar ve flash oyunlar konusunda kendine özgü tarzıyla başarılı bir web sayfası http://www.miniclip.com/Homepage.htm Hatta
bilgisayarınıza indirebileceğiniz özel formatı bile mevcut. İyi eğlenceler.
...Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in gocukları da tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dap başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldörördö. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mabet yapmıştı... Bu tarz hikayelerden hoşlananlar için http://www.masal.sehri.com/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Picasa2 [3.16 MB] All Windows Free
http://www.picasa.com/download/download_exe.php Google tarafından üretilip dağıtılan harika bir resim programı. Standart bir kullanıcı için yapmadığı tek bir şey yok. Yani fazlası var eksiği yok. Bilgisayarında resimlerle oynayan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|