|
|
|
24 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : O bayrak hepimizin!.. |
Merhabalar,
Bayılıyorum şu pireyi deve yapan beyinlerimize. Ortalık çalkalanıyor, yakılmak üzereyken kurtarılan bayrağımız milleti galeyana getiriyor. Sabrın sonu gelmiş, bu kadarı da fazlaymış. Hainler hakkettikleri cezayı görsünmüş. Elindeki bayrağı yerde sürüyerek kaçan terörist eylemci anarşist vatan haini 13-14 yaşlarında bir çocuk. Askeri sivili çocuğun peşine düşmüş cezasını verecek. Yapmayın beyler yapmayın. Bayrağımıza saygısızlık ilk defa mı oluyor? Yoksa algılama güçlüğü çeken beyinleriniz gelgit mi yaşıyor? Bu memleket Cuma namazlarından çıkıp yeşil bayrağı gözümüze gözümüze sokan pehlivanları ne çabuk unuttu? Tek bir ayyıldızlı bayrağın olmadığı gösterilerde yeşil sancağı sallayanlar gönlü vatan aşkıyla dolu birer sevgi kelebeği miydiler? PKK'nın, ya da her ne haltsa, yeniden palazlanmasına fırsat veren politikaları ya da politikasızlığı destur edinmişlerin bugün yarım ağızla bayrak, sancak, vatan, millet Türkiye demelerine inanmalı mıyım? Sanki bayrağımızın saygınlığı ve ihtişamı iki çapulcu yakmak istedi diye azalmışta vatanı kurtarmak onun dibine her daim kibrit suyu dökmekle meşgul olanlara kalmış. Sıyrılın hamasi milliyetçi söylemlerden. Vatan sevgisini bayrakta aramak yerine, o bayrağı sarıp sarmalayıp sokacağınız yüreğinizde hissedin. Bakın o zaman haftasonları asılması zorunlu olan bayrakların içler acısı durumuna da üzülebilirsiniz. Belki o zaman yakılmak üzere yerlerde sürünen bayrakla direğe çekilmiş ama rengi karaya çalmış, iplik iplik sökülmüş bayrağın arasında hiçbir fark olmadığını anlarsınız. Haa bir de, öbür yandan bakıldığında resmi, izinli bir gösteride Türk bayrağını yakacak kadar aptal bir terörist olduğuna inanmak ne kadar akılcı acaba? Bunun bir ajitasyon harekatı olmadığını kim iddia edebilir? Tarihimiz buna benzer vakalarla dolu değil midir? Amacım olayı küçümsemek hiç değil. Ben bayrağımı yakana değil dil uzatana bile daha fazlasını yaparım. Olay o değil ki, olay birkaç güne kadar tek bir imzayla satacakları o bayrağın peşine düşmüş palavracıların yön saptırma harekatı. Ben bunu bilir bunu söylerim. Doğru mu söylerim yalan mı onu da zamana bırakırım.
Göz kapaklarımı seyretme zamanım geldi de geçiyor, biliyorum bana doyum olmaz ama yatmalıyım. Haydi hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK1YAMA HİKAYELERİ LODOS |
|
4 Mart 2001/ İstanbul - Paris
Yeniden tekrarladı.
- Cem seni seviyor...
İçinden defalarca aynı sözü yineledi; 'Cem beni seviyor'... Sıcak duşun kendisine iyi geleceğini düşünüp, elbiselerini çıkardı. Az sonra tüm gerçekliğiyle çırılçıplaktı... Kendi çıplaklığından ilk kez ürktüğünü fark etti. Doğum ve ölüm anlarının en yalın çıplaklığı çağrıştı düşüncelerine. Ne çok oyalanmıştı Yusuf'la... Oysa ona bu iki çıplaklık arası bir yaşam sunulmamış mıydı? Cem'in sevgisine haksızlık ettiğini fark etti.
Bu düşüncelerle sıcak duşun altında iyice gevşedi. Güzel kokulu şampuanlarla yıkandı. Nerede hata yapmıştı?
Noktadan sonra boşluk bırakmak? Evet, hatayı burada yapmıştı. Her ne kadar Yusuf'la ilişkileri bittikten aylar sonra Cem'le tanışmış olsalar da, Yusuf'la olan ilişkisine son noktayı henüz koymadan, onu tamamen aklından silmeden bu ilişkiye başlamıştı. Daha yaralıydı o zamanlar. Cem ile geçirdikleri ilk geceyi anımsadı, daha ilk geceden Yusuf onlarla her an birlikte değil miydi? Ve sonra Yusuf'un karanlık gölgesi hep yanlarında olmamış mıydı?
Oysa ki, Yusuf'u tamamen sildikten sonra yeni bir ilişkiye girmeliydi. Yani; noktadan sonra uzun, upuzun bir boşluk bırakmalıydı. Eski cümleyi hazmedecek, yeni cümle için soluklanılacak büyüklükte bir boşluk...
İyice rahatladığını hissetti. Vücuduna dokunarak, aşağıya doğru inen her su zerresiyle Yusuf'un kendinden biraz daha uzaklaştığını fark etti. Başına havlusunu sardı, bir şarkı mırıldanarak aynaya yeniden baktı.
- Cem seni seviyor...
- Sen de Cem'i seviyorsun...
Odasına doğru koşup, hemen cep telefonuna sarıldı. Ona çok haksızlık etmişti. Evet, onu seviyordu. Bir yandan bornozunu çıkarıyor, bir yandan numarayı çeviriyordu. 'Aradığınız kişiye ulaşılamıyor'... Nasıl olur? Az önce ayrılmışlardı. Cem geceleri telefonunu kapatmazdı ki... İlk kez ona ulaşamıyordu. 'Aradığınız kişiye ulaşılamıyor'... Evini aradı, evinde de yoktu. Nereye gitmiş olabilir? İyice meraklanmıştı. Çok geç bir saat olsa da, annesi onu merak edecek olsa da, onu bulmalıydı ve yanıtı söylemeliydi.
Alelacele üzerine bir şeyler geçirdi. Fırladı evden... Bir taksi çağırdı. Gecenin bu yarısı pek tekin olmasa da bu şehir, sevgi beklemezdi. Taksi boğaz köprüsünden geçerken, boğazın sularına yansıyan ışınlara takıldı gözü. Yaşamak ne güzeldi, sevmek en güzeliydi. Hala uyumamış olanların evlerinin pencerelerinden sızan ışıklara baktı, kaç kişi Cem'in ona sunduğu sevgiye benzer bir sevgiye ulaşabilmişti ki. Aylardır kendilerini takip eden Yusuf'un varlığı dahi yıldırmamıştı Cem'i... Yusuf... Bir daha bu ismi ağzına almamaya ant içti.
Taksi Cem'in evinin önünde durdu. Işıkları yanmıyordu. Uyumuş muydu acaba? Zile defalarca bastı, açan olmadı. Defalarca telefonla aradı. Cem yoktu. Aynı taksiyle geri döndü. Boğaz köprüsünden ikinci geçişlerinde artık göz yaşlarına hakim olamıyordu. İçinden şu sözleri tekrarlıyordu. 'Ya hep geç kaldım, ya da hep erken vardım.'
Günlerce Cem'den haber alamadı. Ortak arkadaşlarına ulaştı, kimsenin haberi yoktu. Cem yoktu...
Bir gün, bir mektup bırakıldı evine. Onun el yazısıydı. Cem'dendi mektup... Heyecanla okudu. Soğuk birkaç cümleden ibaretti. O gece ayrıldıktan sonra otobüse binip, Ankara'ya geçtiğini, ailesiyle görüştüğünü, aylardır babasının ısrarla gitmesini istediği yurt dışı master programını sonunda kabul ettiğini, hiç oyalanmadan Paris'e uçtuğunu yazıyordu. Cem gitmişti...
Selin bu sefer eskisi gibi davranmayacaktı. Onu kaybetmek istemiyordu. İnternet üzerinden Paris'teki üniversiteyle ilgili araştırmalar yaptı. Ailesiyle durumu olduğu gibi, açık açık konuştu. Kendisine bir haftalık tatil imkanı vermelerini istedi, onları ikna etti. Bir hafta kalmak için Paris'e uçacaktı. Cem'e mutlaka ulaşmalıydı.
Paris'e ulaştığında akşam olmak üzereydi. 'Herkesin kendi Paris'i ya da 'Herkesin Paris'indeydi işte. Otele gitmek için taksiye bindiğinde anladı ki, Eyfel bu şehirde onu hep takip edecekti. Geceyi otelinde dinlenerek geçirdi.
Sabah Paris'in güneşi uyandırdı onu. Cem, Paris, elinden kaçırdıkları, şu an... Kot pantolonunu üzerine geçirdi, beyaz renkte kolsuz bir bluz giydi. Boynuna açık mavi renkte tül bir şal aldı. Gün boyunca onun yüreğiyle birlikte Paris'in rüzgarında bu tül dans edecekti. Heyecanlıydı...
Cem'in okuluna geldiğinde heyecanı doruktaydı. Master sınıflarını sordu. Merdivenlerden yukarı çıkarken kalbinin duracağını sandı. Büyük bir salonun kapısına geldiğinde, artık Cem'e çok yaklaştığını hissetmişti. Kapı aralıktı, içeriye bakıp, Cem'i görmeye çalıştı. İşte oradaydı. Bir bilgisayarın başında oturuyor, dersin başlamasını bekliyordu. Ona doğru yaklaştı, arkasına geçti, Cem'in gözlerini elleriyle sıkıca kapadı. Cem şaşırmıştı. Selin'in ellerini tuttu, dokundu, dokundu. Parmaklarını aralamaya çalıştı. Ayağa kalktı, Selin'e döndü. Selin gelmişti... Evet, sevgi gelirdi...
Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 14 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Üçüncü Sayfa
Bu sabah İstanbul'un en ketum kıyılarından birine kanatları mühürlü bir martı vurdu. Ayak bileğine bir kol saatinin bağlı olduğu bu martının yüzünde; hazin bir tebessüm, gözlerinde ise şarap damlaları vardı. İpuçlarını değerlendiren yetkililer bunun bir intihar olabileceği yönünde bilgi verdiler. Ölen martının yakınlarının ayrı ayrı ifadeleri alınmış ancak bu ifadelerde herhangi bir çelişkiye rastlanmamıştır. Yetkililere verdikleri ifadede son günlerde iyice yaşlanan martının sık sık ölümden söz ettiğini belirten martı yakınları , gençliğinde oldukça dinç olan ve kimseye muhtaç olmadan yaşayan martının, yaşlılık günlerinde gücünü kaybetmesinin kendisi için son derece onur kırıcı bir durum olduğunu sözlerine eklemişlerdir.
Martının ölümüne şahit olduğu tahmin edilen iki şarapçının ise aldıkları yoğun alkolün tesiri ile şu anda komada oldukları yetkililerden gelen diğer bilgiler arasında... Bu zavallı martının sır dolu ölümü şehirde hala merak konusu! Olayla ilgili soruşturma sürüyor...
Oysa martı son gecesinde mucizeden payını almış ve ölmeden birkaç dakika önce gençlik günlerindeki gücünün tadını bir kez daha yaşamıştır."
*************
- Oğlum Pehlivan şarap yağıyor lan gökten ...
- Ulan seninle kafayı çekende kabahat. İçince sapıtıyorsun iyice.
- Şaka değil lan.Yalasana elini. Eline de damladı...
- Sarhoşsun oğlum sen.
- Tatava yapma bana, yala elini.Bak hala yağıyor.
- YUH!!!.............
- Dedim sana ben.
- İstanbullu kaçalım kıyamet kopuyor.
İki kafadar başlarını kaldırıp gökyüzüne bakarlar...
- Pehlivan! Oğlum Anka Kuşu İstanbul semalarında uçuyor.
- Yok lan bildiğimiz martının irisi...
- Martının irisi taşır mı oğlum insan evladını? Tel gibi sırtında...
- Yok taşımaz.
- Şarap yağıyor gökten İstanbullu!!!
- Anka kuşu benim memleketin semalarında!!!
- Saat kaç lan?
- Pehlivan saat kaç?
- ...............
- Biri saatimin akreple yelkovanını kopartmış? Çok sarhoşum İstanbullu.
Birbirlerine bakıp önlerinde ki şişeyi sırayla dikerler kafalarına...Bu onlar için gecenin sonudur. Onlarda mucizeden nasiplerini almışlardır. Şarap yağmıştır gökten ama ... Kıymet bilene... Oysa kim bilebilir mucizelere gebe bu şehirde akşamın neler sakladığını...
......
Dün gece bir adam ve ona aşık küçük bir kadın
İstanbul'da el ele yürüdüler.
Dolunaya karşı demlenip ,
Birbirlerini içtiler uzun uzun...
Yudum yudum...
Ayrılık vakti gelmesin, zaman geçmesin diye,
Küçük kadın;
Sevdiği adama gelmeden önce,
Şehirdeki tüm saatlerin akrep ve yelkovanını çalmıştı...
Bu soygunu yaparken
Almayı unuttuğu bir şey daha vardı!
Sevdiği adamın kolundaki saatin içinde
Hızla birbirini kovalayan akrep ve yelkovan...
Adam, küçük kadının masum hırsızlığına göz yumdu,
Küçük kadın adamın kolundaki akrep ve yelkovana baktı.
Kaybetmeyi göze alamazdı.
Küçük kadın adamın yüzündeki en sevdiği çizgiye kaçtı
Ve orada saklandı.
Adam kolundaki saati çıkardı,
Gökyüzüne uzandı.
Yaşlı bir İstanbul martısı yakaladı...
Küçük kadın,
Adamın yüzündeki en sevdiği çizgide
Tatlı bir uykuya daldı.
Adam; martıya anlattı
Küçük kadının, aşkı için neler yaptığını.
Martı geçen yıllarını düşünüp,
Kan ağladı...
Kan şarap oldu
Denize damladı...
Küçük kadın, tatlı uykusunda adamı sayıkladı.
Adam saatini martının ayaklarına bağladı
Sonra,
Nefesi ile mühürledi martının yaşlı kanatlarını.
Yaşlı kanatlar mühürlü,
Ayakları bağlı bir halde
Yaşlı martı denizdeki en sarhoş dalgaya atladı.
Boğazın akıntısı aldı
Martının sırtındaki adamı ve
Adamın yüzündeki çizgide,
Dünyanın en güzel yerinde
Tatlı bir uykuya dalmış küçük kadını...
Küçük kadın, adamın yanağındaki en sevdiği çizgide,
Adam ise yanağındaki çizgiyle
Sonsuza kadar mutluluk içinde yaşadı
Nurgül Eryeşil nurgul@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan Ö Z G E Ç M İ Ş |
|
" Elazığ ve Keşan tek başlarına bir doğru meydana getiriyorlar, dolayısıyla pek bir anlam ifade etmiyorlardı. Olanları tam olarak kavrayabilmem, bir başka nokta ile üçgen meydana getirmeme bağlıydı. Bu nokta ülkenin kuzeydoğusunda bulunan, babamın memleketi Bayburt olabilirdi.
Böyle tesbitlediğim üç nokta ile düzlemi, yükselerek de evreni bulacaktım. Artık düşünce ve kavram açısından üç boyutluydum. İş sadece zamana kalmıştı ki, az çok herkesin sahip olduğu bir olguydu bu. Ve süre uzadıkça derinleşecekti düşüncelerim.
Benim avantajım bu üçgen alanının büyük olması, hem asırların Anadolu'sunu hem de Rumeli'sini içine alabilmesiydi. Büyük şansımın bu olduğunu düşünmüşümdür hep.
Sadece boğazda yaşasaydım mesela, ne kadar gözlemleyebilir-dim ki olanları. Aynı bağlamla, üçgeni büyük olanlardan da korkarım kendimce. Bilirim haddimi fazlaca bulaşmam onlara. Ezileceğimden değil de...
Halkı, yaşam tarzını ve duygularını anlamak, onlarla birlikte her anı yaşamakla mümkün olabiliyor. O kadar yaşamalı ki şivesi bile dile vurmalı hafiften.
Çok gezen çok bilirden kasıt, lengeri şapka, dizden aşağısı olma-yan pantolon ve teknolojik kameraların hamallığı olmasa gerek. Bu tarz bir bilgelikte televizyon bile yeterli olabilir yeri geldiğinde.
Harput'a binlerce turist uğrar. Sarı yön tabelalarının işareti ile seke seke gezerler. Bakımsızlığına, kültür mirasına, korunmasının gerekliliğine dair ahkamlar dökülür dudaklarından. Bir lokantada yemek yerler tıka basa ve gezi bitmiş olur. Hele yemek lezzetli ise Harput daha bir bahtiyardır, ziyaretçileri için elinden geleni yapmış sayar kendini.
Oysa ben, bu sarı tabelaların altında durup çevreme bakındığımda ciğerlerimin en ulaşılmaz noktasına kadar solurum Harput'u.
Onca detay beni yüzlerce olayın içine çeker. Hafız Nuri ile mesela, kolkola yürürüz dar sokaktan yukarı doğru. Kim bilir İri Güllü'ye rastlarız belki de. Dertlenir şarap içeriz musikinin nağmelerinde. İçerken biz, Roma sütunlarını yerinde görüp burada tatbik eden Mimarla tanışırız. Yapılardan çatı derelerinden, kargalıklardan söz ederiz meşk arasında.
Sohbet koyulaşıp dillerimiz kıvraklığını yitirdiğinde, Hafız aşka ge-lip, uğruna bestelerden deste yaptığı İri Güllüden de söz edebilir. Güllü'nün bedelini peşin aldığı yatakta teni terlemekte,her yeri ellenmektedir.
Soluk soluğa kaldığında ise Güllü, belki biz sızmış oluruz Hınaminin hanında. "
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yazıktır melekten kıyımlara..
Mavi gözlü melekleri bilirim..
kıyılmaz onlara..
ve onlara kıyanlar affedilmez bir daha..
melekleri keseceksen altına yeşil kirden bir hışırtı serecek , petrolden geçireceksin. bu başka .o zaman dost olursun en büyük tarihin kuyruklusuyla..
ama sen o değilsin. bu yüzden sen” diyemediklerini” “ bana” “ ne ona “ hiç yapma..
aslında ham sarılmak istemiyorum kağıda.ne de olsa yazmak yetim bir yetenek bile değil benim için .kim okuyacak bunları bilmem. kime satarım dizilmiş işaretlerin bilenmiş kopyalarını , engelli ayağını kaldırma rahat vuramaz , yolunu değiştirirmez misin sen de eti alevden tüten bir kadını portakal seçerken görsen , iki gözü oyuğuna kurumuş bir amca sana elini uzattığında irkilmez misin bir anda , başını çevirmek -bakmamak - görmemek için ya da gizlenmek istemez mi sesin en iyi olasılıkla gırtlağına . tepkiyle güdümlü acısını duyan bir imhasın. bu yüzden indin buraya. şuraya bak , geriye doğru karaladıklarıma bak , ben ticaret adamı değilim , ben adam bile değilim. bulandırmıyor gerçi bu kez kadınlığım , hissetmiyorum kendilerini...gittim.. .... geldim.. .. gittim ..geldim..gittim.. geldim buraya defalarca.
gözdüm ben.. bakıştım.. tende sıcaktım..insanın kanından akıştım.. kurudum toprağa karıştım ..çiçeğe serpildim.. suladılar beni.. doyurdular evlerinin salonunda..bin kafa bir yaprakta oturduk ..bir hükümdarın başı ile yanyana gübreye durduk..gittim diyorum geldim diyorum ..duyuyor musun ? ve geleceğim bin daha.. bu kadın yerimi bırakacak aynı şehvetle yaşama saldıran başka bir imhaya..o imha da bir gözün ışıldan ferinde bulacak beni seni hiç yitmeyecekmiş gibi bir daha bir daha bir.. bir.. bir daha...iki olmayacak asla..
tepkiyle güdümlü acısını duyan imha.
tek hain var aramızda , tek taş katil aslında...doğurgan da..
tümlerin engeli karşı madde umut , öğretimizi dağıtıyor işte aptallığımıza.. kalkmamalı o lastiğin izinden , bırakmamalı gözün yaşını asfalta , o göz sandığımız “ biz” değil ..kalktıkça çarpacak ..vurup kaçacak , nasılsa ?
umudu düşüreceğim karnımdan kanlı bir kürtajla
sen..sen kendini sakın suçlama
ve kıyma diye hiçbir meleğe ..
Fulya Engin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
destroyerimden - III
_14.11.2004_
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
dülüü...dü..
ugh !..
polifonik böğürtüler..
hayır'lı cevaplar verdim cevapsız aramalarıma..
aradığınız şahsa ulaşılamıyor..
du..
da..
bi açasım geldi..
__ efendim !..
__ alo !.. alo !..
__ ee aloo !...
__ kiminle görüşüyorum acaba ?..
__ hanfendi !.. siz kimi aramıştınız ?..
__ ben pörtlekFM i aramıştım..
__ yok daha o kadar pörtleyemedim henüz..
__ anlamadım..??
__ yani hanfendiciim... buradan herhangi bir yayın yapılmıyor..
__ ne çabuk bitti yaa ?!.. daha yeni başlamıştı..
__ ne yeni başlamıştı ..??
__ alaaddin şov !..
__ hanfendi !.. ben sizin yanlış numaranızım..
__ haydaaa.. 3223456 değil mi orası..
__ numara doğru ama..
__ eee !..
__ burası pörtlekFM değil ve bendeniz de şov yapmıyorum..
__ tüh yaaa !.. kırk yılın başı bir parça isteyecektim..
__ neyse.. bir daha denersiniz..
__ nasıl denerim !?.. gene siz çıkarsınız karşıma, numarayı çevirdiğimde..
__ olsun.. deneyin siz..
__ peki !.. ( çattt !... )
__ hönk !!??!!
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
dülüü...dü..
__ efendim !..
__ alo !.. alo !.. pörtlekFM mi orası ..?
__ evet , buyrun..
__ yaşasın !..
__ amin , buyrun..
__ bir istekte bulunacaktım..
__ dileyin benden ne dilerseniz !..
__ ankara'da aşık olmak..
__ derhal hanfendi !..
__ bi saniye yaaa.. alo !.. armağan edeceğim kişileri de söyl...alo !.. alo !..
__ hanfendi.. çatt sesinden sonra parçanızı dinleyebilirsiniz.. hattan ayrılmayın..
dııııııııııııııııııııııııııııııtdıııııııııııııııııııııııııııııııııt
dııııııııııııııııııııııııııııııııtdıııııııııııııııııııııııııııııııt
çoğalan sesleri dinledim bi süre , deniz kabuğumda..
ne istediğini , ne aradığını bilmeyenlerin;
çıkardığı sesleri duymayanların dünyasında..
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
dülülülü...dülülüülülülüü...dülülülülü...
vs..
vs..
_13.11.2004_
ugh !..
kayıtsızım be ahbap !..
varacağım yer , gölgeli şehir..
kümülüslerin altında..
kaydım orda benim..
pupa yelken !..
sesleri ardımda bırakıp açıldım , kıyılardan..
seslerin yetişemeyeceği yerlere uzanmamın,
yağmayışında yağmurunun birikmeni beklememin,
hiçbir şeyi anlatmak istemezken imlamı fütursuzca bozmamın,
ve savrulmamın sebebi
rüzgarındı..
ilk kez gelir gibi geldin..
esinim..
esenim..
bulutluydun, koca bir umman.. estirdin..
çok açıklarda,
görünmeyen,
hatrı ve selamı yakınlardan daha zengin,
yazgısı tüm uzaklardan daha uzak,
özgürlüğü daha mavi,
yanıltmayan,
kaybolmayan ve titreyen
seslerinde,
ait olduğum yerde,
ismimi üfledin..
ismim,
doğum tarihim,
doğduğum yer..
vs..vs..
nasıl da değişmemişsin !..
.
.
.
.
.
ama kalamam ..
_devam edecek_
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
SEYİR..
Uçan bir kilim olsa da götürse bizi buralardan değil mi? Hiç el etmeden gelip önümüze seriliversin, adab-ı muaşereti adabıyla yaşamak üzere biri diğerine yer vermek durumunda hiç olmadan, herkes bir hamlede atlayıversin üzerine. Hızı tahayyül edebileceğimiz sınırlarda kalsa, durağı, sonu olmasa... Hayal mahsülü değil de bizzat insan yapımı olsa böyle büyülü olmayacak; en iyisi bu beyin kıvrımlarında yol alan bir vasıta olarak kalsın. İnsanoğlu oyuncak yapar sonra onu bizzat kendisi kırar. Bir parça kırık düşle kalakalınca da ne olduğuna anlam veremez. Evet, bu kesinlikle hayal gücümüzle yol almalı, tıngır-mıngır derler ya öyle ilerlesin, bazen çok sıkıldığımızda başlasın yolculuk, saatlerce dönüp dolaşıp aynı noktaya vardığımız yolculuklardan; ayakları yorgun, ruhu dingin bırakan apayrı bir seyire dönüşsün tüm sıkıntılarımız. Aslında her sıkıntının da bir yolculuğu vardır üzerimizde. Yük, en son kaldırılabileceği yere kadar biner insana; uzak, en yakına gelseniz bile uzaktır, yarın hep yarındır... Bu, bize benzesin, kendine münhasır kalsın, bir göz kırpışı kadar yakın olsun, içimizdeki en biz olsun...
Pek çok ölçek var, küçültülen pek çok yer seyir edilen haritalarda. İki parmağımız arasına sığacak kadar mesafelere günler yetmiyor. Sınırlar keyiften yapılmış gibi. Bir cetvel eşliğinde kalem darbesiyle kolayca çizilivermiş dünyada insanların geleceği.
Sınırlar insanları ayırabiliyor mu gerçekten? Memleketimin bir ucunda bizden bihaber teller, diğer insanlardan ayırabiliyor, peki yanı başımızdakilerden biz ayıran ne? Sınırlar var ki, içimiz kadar uzak...
Bir yere varmak istenildiğinde önce içte başlamalı yolculuk. Yol; en yolsuz haliyle, tüm yordamsızlığıyla yaşandığında yol... Dümdüz uzanan ne varsa tekdüze kılar nesneyi. Öyleyse yolu da başına buyruk bırakmalı ki kıvrımlarında kendini bulsun. Gelinecek yer elbet bilinen ama varılmayan yer, içimizde en biz olan yer...
" Yollarda tanı kendini " derdi dedem. İnsan niye tanır kendini. Başkasına nasıl anlatacağını kurduğunda beyninde, yan yana dizilen kelimeler yetmez elbet insanı anlatmaya. Öyleyse daha derine inmeli, tanıyacaksa belki başkalarını tanıdıkça kendine varmalı. En uzun yolculuk da bu; nihayetinde nihai son var, en biz olan en son.
Yola çıkarken tüm sözcükleri yanına alır insan; yol, yol-cu, yol-luk, yol-lar,yol-larda... Öylesine uzanır inatla benliğimize, bize, ki ' bu yollarda yola çıkmış sanki ,, deriz. Bizden hevesli başka bir yolcu daha. Seyir halindeyken bizi seyir eden başka bir seyir-ci. En gidilesi başka yerlerde, en girilesi başka hallerde... "Seyir var seyir içinde..."
Kapat gözlerini, seyir başlasın...
Özgür Cengiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.474 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Şehvet
Şehvetin ayakları altında ezilen
Bir kadın
Kadnının dudaklarındaki bekareti çalan
Bir adam
Kadının dizginleyemediği benliğini sattığı
Şeytan
Boş bir evde oturuyorlar şu an.
Adam şehveti doğurdu
Şeytan büyüttü
Kadın;
Adamın ve şeytanın çocuğuyla savaşıyor.
Adam kadına dokunuyor
Şeytan kadını iteliyor adamdan yana
Kadın kendini geri çekiyor,
Zar zor...
Şehvet harp meydanında kaybolmuş bebek misali bağırıyor.
Adam vazgeçmiyor,
Şeytan şehveti kucaklayıp kadının aklına sokuyor.
Kadın;
Anı ve mekanı unutuyor sonunda
Adam kadına dokunuyor,
Kadın adama.
Adamın eli kadının bacağında
Kadın yakınıyor,aciz ve cılız bir tonda;
"yapma"
an ,mekan ,şehvet ve adam
kadını esir aldı en sonunda.
Bu kadar yalnışsa
Nasıl bu kadar karşı konulmaz?
Bu kadar karşı konulmazsa
Neden hata?
Düşünmüyor kadın artık
Engel olamıyor nasıl olsa ...
Şeytan;
Hala odada.
Adamla kadını izliyor.
Kadının kendinden geçtiği an
Şeytanla adam gülüşüyorlar,
Pis ,adi ve usulsüz gözleri parlıyor ayın odaya sızan ışığında...
Gün doğuyor.
Adam yok
Kadın yok
Şşehvet ,hala kadının yanında.
Herşeyi konuşup bitirecekti oysa
Yalnıçtı,hataydı.
Adam sevmiyordu kadını
Ne de
Kadın adamı
Öyle bir anda;
Adam adam ,kadınsa kadın olduğu için
Vardı.
Konuşacaktı son kez.
O nedenle oradaydı.
Pişman olmaktan korktuğu için adamdan kaçacaktı.
Ama
An, mekan, adam ve şeytan
Konuşmak için geldiği evde,
Korktuğu ne varsa yazdı geçmişine
Kadın üzgün, kadın pişman,
Giyindi ve çıktı odadan.
Pişman da olsa, üzgün de olsa
Biliyordu;
Yine olsa yine yapardı o an.
Gülsün Erşen
Yukarı
|
Kesin duvarı sonradan örmüşler!..
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
http://www.gerd-turkey.org Şu reflü denilen medyatik hastalık başımın derdi. Bu konuda yazılar bile yazdım. İşte o yazılardan biri sayesinde bu siteye ulaştım. Reflü hakkında bilmeniz gereken herşey var. Siz de benimle aynı dertten muzdaripseniz, vakit geçirmeden tıklayın derim. Teşekkürler Dr.Serhat Bor.
https://secure.dobgm.gov.tr/dobgm.asp Devlet Opera ve Balesi'nin tüm gösterilerine direkt kendilerinden yer ayırtıp bilet alabildiğinizi biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum yeni öğrendim. Özellikle bale de "West Side Story" var. Kaçırılmaması gerekir. Ayrıntılı tanıtımlar için tıklayın.
http://www.bbc.co.uk/science/humanbody/sleep/sheep/ İşte size kendinizi sınayabileceğiniz ilginç bir test. Birden fırlayan koyunlara ok atıp reflekslerinizi ölçüyorsunuz. Herkesin denemesinde yarar var. Üşenmeyin tıklayın.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Aurora MPEG To DVD Burner 4.4.3 [9,97 MB] WindowsXP Deneme
http://www.mediatox.com/download.htm DVD yazıcınız varsa, işte onu kullanabilmek için alternatif bir yazıcı program. Bilgisayarınızdaki mpeg filmleri menüleriyle birlikte DVD olarak hazırlayıp yazdırmanız mümkün. Aynı sitede daha birkaç tane daha bu tür dönüştürücüye ulaşmak mümkün. İlgililere tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|