ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 710

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Söyle bana Watson!..


İyi haftalar,

ABONE OL! Okuduğum tüm polisiye romanlarda ortak olan birşey vardır. Genellikle, suçluyu bulmaya çalışan her kimse, söz konusu suçtan kim fayda sağlayacaksa araştırmaya ondan başlar. Doğrusu da budur mutlaka. Geçen hafta başlayıp dalga dalga yayılan bayrak hadisesini artık bilmeyenimiz kalmadı. Biz bile bu konuda fikir beyanında bulunduk. Kimine uydu, kimine uymadı ama fikrimiz değişmedi. Hala ölçüyü kaçırmakta üstümüze kimse tanımaz haldeyim, itiraf etmeliyim. Her neyse, 2 çocuğun bayrağımıza yaptığı hakaretten sonra gelişen olaylar, alınan ifadeler bir noktada toplandı gibi. Fotoğrafı olduğu iddia edilen karede bir adam çocuklara bayrağımızı vermeye çalışırken görülüyor. Hakikaten öyle. Çocukların ifadesine göre de aynı adam verdiği bayrağı parçalayıp yakmalarını söylüyor. Soru şu; Bu adam kim? Bu soruya ben de yoğunlaşıyor ve en Sherlock Holmes tavrımla yanımdaki sanal Watson'a soruyorum: "Söyle Watson, bu işten en fazla kim yararlanıyor dersin?" Sanal Watson yol boyunca çevresine bakıyor, geçtiğimiz kaldırımları elli metrede bir parsellemiş adamları süzüyor, sonra elini şakaklarına dayayıp "Buldummm" diye bağırıyor. "Buldum, bu işten en fazla kar sağlayanlar bayrak fabrikatörleri, demekki neymiş, o adam bir bayrak imalatçısı ya da onun işbirlikçisiymiş." Eee yani yalan mı? Bayrak hadisesi ardından milli maç derken memlekette kırmızı kumaş stokları erimiş durumda. Şimdi böyle dedim ya, bir bayrakçı bugün bana mesaj atar ve demediğini bırakmaz ama n'apalım bu da editörlüğün şanından. Valla ben sanal Watson'un yalancısıyım. Günahım bundan ibarettir hakim bey. Şaka bir yana, ben bu işten rahatsız oldum biraz. Eğer bir konuya hiç alışık olmadığınız bir üslupla yaklaşır ve bunda ifrazata kaçarsanız, gerçekliğini yitirir, şişip patlayan bir balondan öteye gitmez. Vatandaşın tepkisine diyecek birşey yok ama yöneticilerce düzenlenen kampanyalar riyakarlık seviyesine geldi artık. Bazı değerleri böyle dilde elde gereğinden fazla çalkalarsanız bir zaman sonra ayağa düşmesi kaçınılmazdır. Dikkatli olmalı, bayrakçıların oyununa gelinmemelidir:-))

Cuma günü Türkiye'nin Sesi Radyosu'nda Satır Arası programına katılıp Kahve Molası Dergisini anlatan sevgili Mehtap Yıldız'ın program kaydını Medya sayfamızda bulabilirsiniz.

Haftaya güzel bir şarkının gene çok güzel bir cover versiyonu ile başlıyoruz. Willy Denzey söylüyor, Et si tu n'existais pas. Hepinize bu güzel haftada pırıl pırıl çalışma saatleri diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

10 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK1YAMA HİKAYELERİ


  LODOS

6
Nisan 2001/ Paris


Bir süre, olduğu yerde öylece çakılı kaldı. İyi bir estetisyenin elinden çıkmış gibi kalkık, minik burnuna düşen haylaz bir yağmur damlası onu kendine getirmeye yetti. Hava birden kararmış, yağmur yağmaya başlamıştı. Tek bir şemsiye altında sarmaş dolaş koşuşturan çiftler, havaya aldırmayıp iki adımda bir fotoğraf çeken güler yüzlü çekik gözlüler, istiflerini bozmadan hala kay-kay yapan gençler bu puslu günün sevimli hayaletleri olarak Selin'in beklenmeyen yalnız kalışına dostluk etmekteydiler.

Cem, üzülmüşlüğünü şiddetli bir tepki ile göstermişti. Selin, böyle bir karşılama beklemiyordu. Şaşkındı.

Metro istasyonuna doğru yürümeye başladı. Bir yandan da "Ah Cem, bir anlasan korkularımı... Bir anlasan..." diye kendi kendine mırıldanmaktaydı.

Concorde Meydanı'na giden sarı hatlı RER trenine bindi. Yağmurluğundan şelale gibi akmakta olan su damlaları koltukları ıslatmasın diye, bir köşede ayakta durmayı tercih etti. Durdukları her istasyonda, güruh gibi akan kalabalıklar arasından gözleri Cem'i arıyordu. O kadar yolu onun için gelmiş, ancak istediklerini söyleyemeden reddedilmişti.

Birkaç istasyon sonra, trenden inip metro'ya geçti. Vagonlar, kapıları zor kapanacak kadar çok kalabalıktı. İnsanlar, bu sıkışık ve dar ortamda bile kafalarını bir an için bile kaldırmadan kitap okuyorlar, hangi durakta olduklarını sadece anonslara kulak vererek takip ediyorlardı. Her ırk ve renkten insanlarla doluydu içerisi. Selin, onları izlemeye öylesine kaptırmıştı ki kendini, bir süreliğine Cem'in ani kaçışını bile unutmuştu.

Metro, istasyondan ayrıldıktan hemen sonra, vagonu tatlımsı, baharatlı bir parfüm kokusu sardı. Selin'den başka kimse umursamıyordu. Beline kadar sarı lepiska saçları ile çok şık ve güzel bir kadındı. Bej rengi, pahalı pardösüsünün kemerini, daracık belinin etrafından sıkıca bağlamış, omuzlarına da mavi-yeşil tonlarda ipek bir fular kondurmuştu. Kısa bir süre sonra, herkes gibi o da çantasından bir cep kitabı çıkardı. Son okuduğu sayfayı bulmaya çalışırken dirseği Selin'in göğsüne çarptı. Özür dilemek için tekrar kıpırdadığında ise kitabın arasından bir kağıt parçası yere düştü.

Selin, bir hamlede düşen kağıdı yerden aldı.

Siyah-beyaz eski bir fotoğraftı. Eski tarz saç kesimli, bıyıklı iki adam ve ortalarında güzel sarışın bir genç kız, mutlu bir şekilde birbirlerine sarılmış, çimenlerin üzerinde oturuyorlardı. Selin birden irkildi. Soldaki esmer, dalgalı saçlı olan Yusuf'a o kadar çok benziyordu ki..

Kafası karışmış bir halde fotoğrafı kadına uzattı. Kadın, Selin'e tebessüm edip fotoğrafı tekrar kitabın arasına koydu.

Yusuf, ona, gençliğinde bir dönem, dil kursu için Fransa'ya geldiğinden bahsetmişti. Bu süre içerisinde ise İsveç'ten gelen başka bir talebe ile yakınlaşmış olduklarını anlatmıştı. Demek o talebe ile bu güzel kadın aynı kişiydi ve belli ki Paris'e yerleşmişti. Fotoğrafı hala saklaması ise o günleri unutmadığının bir göstergesiydi.

Tüm bu düşünceler arasında gezinirken, kendine şaştı. Tuhaf ki, Yusuf'u kadından kıskanmamıştı. Aklında sadece Cem vardı. Ama sonunda Cem de onu reddetmişti. Selin, onu çok sevdiğini bir kez daha anladı. Ancak, duygularını açarsa bir süre sonra işler rutine girdiğinde, onu da Yusuf gibi kaybedeceğinden korkuyordu. Cem'i bulmayı başarırsa onu konuşturmadan boynuna atlayacak, avaz avaz sevgisini haykıracaktı. Bunu düşünürken, bir çocuk gibi pırpır ediyordu yüreği. Cesaret gelmişti.

Bu düşüncelere dalmışken, hemen karşısındaki cama yansıyan kendi görüntüsünden, tatlı tatlı gülümsediğini fark etti. Simsiyah gözleri, üzerine taze yağ dökülmüş kahvaltılık zeytinler gibi pırıl pırıl parlamaktaydılar. Kendini her zamankinden daha çok beğendi. Hala kurumamış saçları ve bembeyaz teni üzerinde aşk'tan pembeleşen yanakları ve dudakları ile öyle duru ve güzeldi ki..

Cem'e sevgisini söylemek için Paris'e gelmeyi anlayabiliyordu da, gerçekten sevdiğini anlamak için önce reddedilmek, ardından bir metro vagonunda eski bir fotoğrafta Yusuf'u tekrar görmek ve cama yansıyan esas Selin'e rastlamak doğrusu oldukça enteresandı. Cem haklıydı.

- Cem seni seviyor Selin'ciğim. Ve sen de onu, bir tanem!
- Ihmm.. Galiba evet! , dedi cama yansıyan Selin, muzipçe sırıtarak.
- Acele et! Okulda yakalama şansın hala varken koş ona ve de ki; "gerçek kadın olma şansımı kullanıyor, sadece seni sevdiğimi söylemek istiyorum".
- YESS!

Yaklaşmakta olan istasyonun ışıkları vagonun iç aydınlatmaları ile birleşirken, "Place de la Concorde" ismi camdan hızlıca geçti. Anons ile aynı zamanda tren de durdu. Bu merkezi durakta, kalabalığın çoğunluğu dışarıya akın etti.

Selin, ters yöne gitmek üzere karşı perondaydı artık. Heyecan ve sabırsızlık içinde yeni trenin gelmesini bekliyordu.

Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Beyhan Duffey

 Arap Kahvesi : Beyhan Duffey


  OLMAMIŞ HÜSNÜ BEY SCHUMACHER’E KARŞI

İyi günler efendim. Ben Sabahat Kırık. Hüsnü Bey’in eşiyim. Beni tanıdığınızı biliyorum. Ama Hüsnü Bey beni size o kadar kötü tanıtmış ki sanırsınız kendi melek mübarek. Ne batıl itikat bağımlılığım kalmış, ne dedikoduculuğum, gezmeciliğim... Bir güzel serivermiş kirli çamaşırlarımızı önünüze. Ben bu bizi yazan hanıma sordum. Böyle şeyler normalmiş. Yani okuyucu bizi her yönümüzle tanımalıymış. Ünlü bir kişinin saklısı gizlisi olmazmış. Eh ! ne yapalım ? Biz de kabul ettik bakalım.

Bu hafta Hüsnü Bey’i kandırıp hikayeyi ben anlatmaya karar verdim. Çünkü bugün anlatacaklarım "mükemmel Hüsnü Bey"’in ipliğini pazara çıkarmak için iyi bir fırsat. Aslında şimdi size benim anlatacağım konuyu o anlatacak olsa kimbilir hangi üçkağıtlara başvurup kendini haklı çıkarırdı ya. Ben olayı bütün çıplaklığıyla, taraf tutmadan anlatmaya gayret edeceğim...

Bizim evin hareketi sabah altı dedi mi başlar. Önce gelinimiz Ayşenur uyanır. Ardından ben. Sonra da çocuklar, Hüsnü ve oğlum Ahmet. Bir hazırlık telaşı başlar. Duş alanlar mı istersiniz, saçına cıvık cıvık kokulu bir yapışkan şeyi sürüp de kafasını inek yalamışa çevirenler mi, hırrrr. hır...hır sabahın köründe belediye vidanjörü gibi saç kurutma makinası çalıştıranlar mı, ütülü gömleğin ütüsünü beğenmeyip ütü yapanlar mı, bir elinde televizyon kumandası bir elinde sandviç, ortalığa döke saça dolaşanlar mı?... Ne ararsanız var yani. Saat sekiz dedi mı in çin top oynar evde. El ayak çekilmiştir. O zaman iki başımıza kalıveririz Hüsnü Bey’le. O koltuğuna kurulup bir yandan televizyon izler bir yandan da gazetesini okur. Bana ortalığı toparlayıp yemek pişirmek düşer. Hüsnü Bey’in iddia ettiği gibi öyle kapı kapı da gezmem. İstesem de gezemem onca iş arasında canım. Ama ara sıra bir nefes almak için konu komşuya giderim. Eh isterseniz onu da yapmayalım. Yok artık!

Dedim ya Hüsnü Bey televizyon karşısındaki koltuğuna kurulur, gözünde gözlük elinde gazetesi bir eli işte bir eli oynaşta televizyon mu izler bulmaca mı çözer, kendi de bilmez. Ben onun bu durumuna çok alışık olduğumdan her işimi onun bu düzenine göre ayarlarım, ikimize de kolaylık olur. Gelin görün ki son bir hafta on gündür değişiklik var bizim Hüsnü Bey’in durumunda. Çoluk çocuk evden çıktı mı hemen kendini çocukların odasına kapatıveriyor. Kapıyı da arkasından bir güzel kilitliyor. Bir kaç kez içeri girmeye uğraştım, açmadı. Anahtar deliğinden gözetleyecek oldum, hiç bir şey göremedim. İçeride ne yaptığı konusunda ser veriyor sır vermiyor. Bir iki kez torunları sıkıştırdım. Bilmiyoruz babanne diye yüzüme çemkirdiler. O eşşek sıipaları bilmez mi, biliyorlar da söylemiyorlar. Baktım olacak gibi değil Ayşenur’a söyledim. O da birşey bilmiyor. O da ne biliyor ki zaten. Akşama kadar okulda sabaha kadar evde kağıtların arasında. Nasıl bir işi var anlamadım gitti. Onca okudu sonunda üniversitede hoca oldu, hala sabahlara kadar kağıtlarla uğraşıyor. Neyse son çare Ahmet’e sordum.. O da evden bi haber!

İki gün önce bir kurnazlık geldi aklıma. Aklımı seveyim! Şimdi bu Hüsnü Bey hani her sabah kendini çocukların odasına kilitliyor da beni de içeri almıyor ya. El mi yaman bey mi yaman gösterdim gününü. Herkesler gidince evden Hüsnü Bey’in çocukların odasına gireceği garantiydi. Onun şu dökmek üzere tuvalete girmesini fırsat bilerek, çocukların odasına girip yataklardan birinin arkasına saklandım. Hüsnü Bey hiçbir şeyden kuşkulanmadan odaya girdi. Kapıyı da ardından kilitledi. Bilgisayarın bir düğmesine basıp, açtı. Sonra da o çocukların ellerinin altında bir sağa bir sola, aşağı yukarı dolaştırıp durdukları küçük şeyi elinin altında bir o yana bir bu yana çevirip durmaya başladı. Amanın öyle de alışık ki eli sanırsınız o aletle doğmuş anasından. Bizim adam elinin altındakini o tarafa bu tarafa döndürüp dururken bilgisayar televizyon ekranı gibi yanıp sönmeye başladı. Önce masmavi oldu. Peşinden yazılar çıktı. Sonra balık resimleri geldi, üstünde de yine yazılar. Hüsnü Bey alttaki aletin bir düğmesine basıp “zziiiizzzzttttt...” diye açılan bir yuvaya elindeki ayna gibi parlak yamyassi yuvarlak tekerleği yerleştirip, aynı düğmeye basıp kapattı. Aman aman aman... Bir anda gözlerimin önünden vızır vızır arabalar geçmeye başladı. Çeşit çeşit, renk renk. Hüsnü Bey daha birsürü bişeyler yaparak kırmızı bir arabayı getirip ekrana oturttu. Sonra da o üstünde harfler ve rakamlar bulunan uzun şeydeki düğmelerin bir birine bir diğerine hızlı hızlı başarak arabayı hareket ettirdi. O canım araba taklalar mı atmadı, ağaçlara mı çıkmadı, duvarlara mı toslamadı. Onu arkası parçalandı, ateşler dumanlar içinde kaldı. Bizim Hüsnü Bey dili dışarda, arabayı sağa çevirdikçe oturduğu yerden sağa kaykıldı sola çevirdikçe sola kaykıldı. Ayol bizim adamın ehliyeti falan yoktur. Ömrünce hiç arabası da olmadı. Ehliyetsiz adam araba kullanırsa olacağı bu elbet!

Bizim torunlar okuldan gelince hemen önlüğü çantayı bir kenara bırakır hemen odalarına dalarlar. Bu makinanın başına da geçip dünyayı unuturlar. Babaları da eve gelinceye kadar ne akıllarına açlık gelir ne susuzluk. Bu alet yüzünden zatı kavgalarıda hiç eksik olmaz. Hüsnü Bey onların bu gidişatını pek beğenmiyordu ama babaları karışmadıkça kendisinin birşey söylemeye hakkı olmadığını düşündüğünden sesini çıkarmıyordu. Onlar oyunun sonunda boğuşmaya başladıklarında odalarına girer onları yatıştırırdı. Hatta onların yaptığı işle, oyunlarıyla yakından ilgilenen dede havalarına bile giriyordu. Meğersem adam havaya girmiyor düpedüz onlardan oyun belliyormuş!.

Hüsnü Bey arabası paramparça olup da yola devam edemez duruma gelip de ana avrat küfür koyvermeye başlayınca, saklandığım yerden çıktım. Aman beni görünce öyle bir çığlık attı ki ödüm koptu. Korkudan ben de çığlıkla karşılık verdim. Bir iş edelim derken az daha adamı kalpten öldürecektik, vesselam. Hüsnü Bey yakalanmış olmanın utancıyle önce ne diyeceğini bilemedi. Eh tabi sonra zeytinyağı gibi şu üstünde duracak ya, ne casusluğum kaldı, ne kötü huyluluğum...

Hüsnü Bey biraz sakinleşince işin aslını öğrendim. Çocuklar adamcağızı müptela yapmışlar ayol. Onlar her kavgaya tutuştuğunda Hüsnü Bey onları ayırmaya geldiğinde “bak dedecim bu mavi araba jet kadar hızlı, bu kırmızı Schumaher’in arabası” falan diye diye sonunda bizim adamı da alıştırmışlar. O garibim de bizden korkusuna çocuklara rüşvet verip susturmuş. Makinayı açıp kapamasını, o tekerleği yuvaya koymasını falan herbirşeyleri bi güzel belletmişler buna. “Harçlıklarımızı kesmezsen biz de kimseye bir şey söylemeyiz” diye de şantaj yapmış eşşek sıpaları.

Hüsnü Bey benden çok korkar. Adım da çıkmış ya dedikoducuya benden saklamış oyun oynadığını. Neymiş, yedi mahalleye yayar mışım. Yayarım tabi. Koskoca adam bilgisayarda araba yarışı mı oynarmış canım? Başkalarının duymasından bu kadar korkuyorsa, oynamasaydı değil mi ama?

- Sabahat o düğmeye değil buna basacaksın. Bak bu ileri götürür. Bu sağ bu da sola dönmek için. Şu ortadaki vites değiştirir... Şu düğmeye hiç basma. Öyle süs olsun diye koymuşlar, bir işe yaramaz. Ne renkte olsun araban ?..

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,829,829,829,829,829,829,829,829,829,82
              11 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Funda Güven


İYİ BİR EV KADINI OLMAK UĞRUNA...

Çalışan bir kadın aynı zamanda iyi bir ev kadını da olamaz diye bir şey söz konusu değil elbette. Bir kadın aynı anda hem işinde başarılı olabilir hem de evinde....Ancaaak bu iş o kadar da kolay olmuyor, en azından benim için !

Şimdi size başımdan geçen bir iki komik olayı anlatmak istiyorum. Aslında aylar oldu bunları yaşayalı ama ben utancımdan yazamadım. Şimdi tecrübelendiğim için bu yaşadıklarıma çok gülüyorum, sizlerle paylaşmak istedim.

Olay birkaç ay önce güneşli bir günün sakin öğleden sonrası gerçekleşti.Tek niyetim yeni evlendiğim kocama lezzetli poğaçalar yapmaktı. Ayrıca ertesi gün eski bir arkadaşım gelecekti, yapacağım bu inanılmaz lezzetli poğaçalardan ikram etmeliydim.

Önce fırının kullanma kılavuzunu okumaya başladım ( Düşünün artık işe nereden başlıyorum! ). Malum o güne kadar fırın, tepsi, tencere, tava vs. gibi mutfak takım taklavatlarıyla hiç alakam olmamış, hep annem ilgilenmiş. Bir ara İzmir Karşıyaka'da yalnız yaşadığım dönemde bile kendi evimde oturup bir kere yemek yapmışlığım yok. Mutfağı sevmiyorum yani.

Fırının kullanma kılavuzuna göre muhatap olmam gereken sadece 2 düğme var, gelin görün ki o iki çıkıntı benim için acayip komplike bir sistem.

Okuyalım öğrenelim kısmından sonra poğaçaları pişirebileceğime karar verdim ve işe koyuldum. Un, su, yoğurt, tuz ne bulduysam karıştırdım, hamur yapıyorum ! Tanrı dili basit olan yemek kitaplarını korusun, neyi nasıl yapacağım harika bir şekilde anlatılmış, gayet sade, garip ölçü birimleri, anlaşılmaz kıvam tarifleri yok.

Poğaçaların bir kısmı peynirli bir kısmı da zeytinli olacak. Dilimlenmiş zeytinler aldım, peyniri doğradım, maydanozla karıştırdım, herşey harika gidiyor. Fırını birkaç dakika önce çalıştırdım, çünkü yemek kitabı öyle diyordu! Tepsiyi yağladım, özenle hazırladığım ama kenarlarının patlamasını engelleyemediğim poğaçalarımı asker gibi dizdim tepsiye, üzerlerine yumurta sarısı sürüp çörekotu serptim. Çok leziz olacak canım belli!

Tepsiyi fırına verdim ve televizyonun karşısına geçtim. Sadece 15 dakika geçmişti ama burnuma "sıcak sıcak kokular" gelmeye başladı, bir hışımla mutfağa koştum. Allahım o da ne ? Poğaçalarım çatlamış patlamış ve yanmaya başlamış. Elime bir bez kapıp fırının kapağını açtım ve hemen ardından öğrendim ki eğer elinde tuttuğun bez nemliyse onunla asla sıcak bir şey tutma, hele hele kocaman kızgın bir tepsiyi asla! Çünkü eğer o çatlak patlak ve üstelik yanmış poğaçalarınızı kurtarmak pahasına nemli bir bezle tepsiyi tutarsanız eliniz yanıyor o tepsiyi daha faza tutamayıp düşürüyorsunuz, yerler kalebodur falansa sorun yok da benim gibi özene bezene yeni bir halı sermiş olursanız halı da yanıyor. Nitekim benimki yandı.

Evet, sadece poğaça yapmak istemiştim ama sonuç: Yanık poğaçalar, yanık elim, yanık halı ! Şimdi halımın göbeğinde kalın kalın çizgiler var ki kendisi tepsimin altındaki çizgiler olur. Bu maceramdan evin erkeğine bahsettiğimde bana "canın sağolsun" dedi ama akşam eve geldiğinde anladım ki espri yapıyorum zannetmiş!

Elbette o gün poğaça yiyemedik, yemek kitabından bakarak yaptığım mercimek çorbası ve kabak yemeğini yedik ve yine bir şey öğrendik. Eğer yemek kitabında 3 havuç 4 patates diyorsa sen bunların yarısını kullanacaksın yoksa bir anda 3 hafta yetecek kadar mercimek çorbası yapmış oluyorsun. (Elbette artık tecrübelendim, yemek konusunda hasarsız gidiyorum maşallah)

Ertesi gün gelen arkadaşlara ikramım konusunda ise Bahçeşehir Migros personeline teşekkür ediyorum!

Bir başka gün bir arkadaşımızın düğününe gideceğiz. İyi bir eşim ya ben, hazır izindeyken ev işleriyle, kocamın ütüsüyle söküğüyle ilgileneyim dedim. Hani bir de ev işleri elimden bir gelir bir gelir gelir, on parmağımda on marifet (!!!) Zaten işi İzmir'de evi İstanbul'da biri olarak kocamın yüzünü haftada 2 kere görmenin üzüntüsü içindeyim bari şu marifetlerimi sergileyeyim.

Sevgili kocamın akşam giyeceği kıyafetlerini ütülemeye kalkıştım, kalkışmaz olaydım, bırak her zamanki gibi kendi ütülesin di mi ? Ama yoook ben arandım. Bir kere ben gömlek ütülemekten nefret ederim, pantolon ütülemek ondan beter, kat izi bilmem ne izi derken kendi beynimi ütülüyorum.

Telefonda ne giyeceğini sordum ve işe koyuldum. Telefonda söylediği krem rengi pantolondan dolapta 3 tane olduğunu farkettim, kumaşını söylemişti ama karısının kumaşlardan pek anlamadığından haberi yoktu! Mecburen ütüden nefret eden ben bu 3 pantolonu da ütüledim, hazır alışmışken mavi gömleğini de ütüledim, malum akşam giyecekti ve gömlek çok kırışıktı.

Akşam işi biraz uzadığı için eve yarım saat kadar geç gelecekti ve ben o yarım saat içinde 10 kere makyajımı tazelemiş bon bon şekeri gibi evin içinde dolanıyordum, allandım pullandım topuklu ayakkabılarımla yürüyüş provası yapıyordum. Neyse sevgili sevgilim geldi, ben de göğsümü gere gere ütülediğim eserleri gösterdim ona. Ve şu cümle kulaklarımda çınladı:

"Hayatım bu gömleği neden ütüledin, bu ütülenmez ki, kırışık buruşuk giyilmesi lazım bunun, modeli öyle"

İşte o an o gömleği nasıl ütülediğim geldi aklıma, kırışıklık açılmıyor diye su serpmeler, ütünün buharlı kısmını kullanmalar, çıldırmalar...

Gecenin gerisini anlatmak istemiyorum çünkü düğün yerini bulmakta biraz (!) zorlandığımız için düğünün en güzel kısmını yani gelin ve damadın salona giriş kısmını kaçırmıştık.

Birkaç gün sonra güneş gözüme giriyor diye salondaki perdeyi çekmeye çalışırken tüm perdeyi aşağı indirdim. Konserve kutusunu açamayan ben o koca perdeyi bir çırpıda yığdım yere. Geri takayım derken 3. kattan aşağı uçuyordum. Perde uğruna hayatımdan oluyordum bu genç yaşımda.

Ertesi gün sevgili sevgilim evden çıkarken bugün beni ne maceralar bekliyor diye endişeli endişeli etrafıma bakarken, yine beni onurlandırıcı bir cümle kulaklarıma ulaştı:

"Aşkım bugün bir şey yapma, yemek yapma gelince beraber hallederiz, perdelerle falan uğraşma ve asla trafiğe çıkma"

İyi bir ev kadını olma çabalarım devam ediyor, sert bir eleştiriyle karşılaştığımda bahanem hazır "ama ben çalışıyorum, üstelik şehirlerarası yaşıyorum, iş ve evi bir arada yürütmek zor oluyor, zamanla alışıcam, henüz bu sektörde yeniyim"

Sektör de "aynı anda ev ve iş kadınlığı" oluyor. Evet bu bir sektör benim gözümde. Yahu nasıl oluyor da bir kadın hem çalışabiliyor hem ev işlerini halledebiliyor hem de çocuk doğurup onlara iyi birer anne olmaya çalışıyor. Benim yukarıda bahsettiğim trajikomik hadiselerle çok ilgisi olmamakla birlikte sanırım evlilikte kocanın karısına yardımcı olması kesinlikle şart. (Tanrıya şükür ben bu konuda çok şanslıyım! Evin altını üstüne getirmeme rağmen ses çıkarmayan ve bana gerçekten yardımcı olan bir kocam var)

Annemin evine temizliğe gelen bir gündelikçi kadın var, yanlış hatırlamıyorsam 9 tane çocuğu var, bilmemkaç tanesini evlendirmiş her şeyini de almış çocuklarının. Kadının kocası işsiz ve anladığım kadarıyla iş aramak gibi bir çaba içinde de değil, çünkü gündeliğe giderek iyi para kazanan, çocuklarının ve kendisinin her ihtiyacını karşılayan, evinde yemeğini, temizliğini eksik etmeyen bir karısı var. Kadın aynı ben yani! Kadının adı Emine. Bir gün sordum Emine Abla'ya, "Yahu hiç yorulmuyor musun? Ben senin gibi sabahtan akşama böylesine temizlik yapsam, üzerimden 80 tane kamyon geçmiş gibi 3 gün yatarım valla" dedim. Ben dedim de bu söylediklerim kadına tuhaf geldi, "Yooo" dedi "Ne olacak ki, alıştım ben, evde de yemeğim yok bugün, gidince yaparım iki tencere bişey hemen" Üstelik "hemen" yapıyor. Bu kadına kocası da yardım etmiyor ama eminim ki etseydi kadın için her şey çok daha rahat olacaktı. Belki onun için "alışılmışlığın" dışında olacaktı ama iyi olacaktı.

Emine Abla kaderi açısından en vahim örnek olmakla birlikte çevremde gördüğüm çalışan kadınlar içinde işlerini en iyi yoluna koyabileni. Çok iyi bir eğitim almış ve çok iyi bir işi olan yakın akrabalarımdan birine çalışma hayatının etkisi şöyle oldu: Kocası artık eve nadir uğruyor, kızına annesi bakıyor ve evine girenler orada mağara adamlarının yaşadığını zannediyor!

Konuyu uzatıp, dallandırıp budaklandırıp sıkıcı hale getirmek istemiyorum. Ben bu işlerde acemi ve bir parça (çok iyimserim di mi?) yeteneksizim ama ne olursa olsun hem iş kadını olup hem de ev kadını olmak üstelik bir de çocuk sahibi olmak ve tüm bu sorumlulukları hakkıyla yerine getirmek yardım almadan olacak şeyler değil ya da benim harcım değil. Yine de Allah azim vermiş işte, ben de yapabilirim diye gözümün önüne en iyi örnekleri getirip hepsinin üstesinden gelmeye çalışıyorum. Nevresimi yorgana kocam geçiriyor olabilir ama Allah sizi inandırsın jilet gibi ütülüyorum, e bir mavi gömlek tecrübemiz var ne de olsa !

Funda Güven
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,678,678,678,678,678,678,678,678,67
              12 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU *

Sağlaklarda nameye kan gibi name dizebilmektir arabesk
Solaklarda ezgiye ok gibi ezgi sezebilmektir arabesk
Biz çok babalı otuzbeşbuçuk karşı yakalı geçmişler
Delikanlılığımızın muhabbetiyle tutsak özgeçmişlerimize

Geleceğe elbette var gönülden bir tutacak
Ya balkonlarda en serin esinti kavurucu sıcaklara
Ya verandalarda çıplak buzdağlarına ısınmacalarda
Güneş ne de olsa

Güneş hep batıdan doğacak inatla
Karşı yakalı saçlarımıza
Güneş aya tutsak bu koridorda
Güneşe tutsak ay karşı yakada

Sade kordondan inci gerdanlık armağan
Teselli olsun diye körfez bakışlarımıza

* Dinlenen: Sezen Aksu (Tüm eserleri)
Okunan: Ece Ayhan, Murathan Mungan (Tüm eserleri)
Hatırlanan: İlhami Algör (Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku)


ANur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,188,188,188,188,188,188,188,18
              11 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşe Kardeşoğlu

 Kahveci : Ayşe Kardeşoğlu


   AYFER, SEVİL HANIM VE DİĞERLERİ

Çekirdek çıtlatarak , hiçbirşey düşünmeden sahilde öylesine yürüyen kapıcı Mehmet Efendinin karısı Ayfer.....

Çok erken evlenmiş, ilk gördüğü erkek kocası Mehmet Efendi, öyle tutkulu sevişmeleri hayal etmemiş. Edemez miydi? Tabiki ederdi, kadın heryerde kadın değil mi? Avrupada, İstanbulda, köyde, sahil kasabasında, ya da afrikada bir kabilede....her kadının ruhunda vardı elbet sevdiği erkekle tutkulu sevişme hayali....Ayfer kocasının kazandığı aylığa çok şükür diyen, karnında ikinci çocuğuyla yaşamayı, güzel yaşamayı becerebilen kadın..Acaba farkında mı birşeylerin eksik olduğunu hayatında? Ayfer kitap okumaz, bira içmez, benim gibi barlarda içip içip eve döndüğünde aradığı aşkı bulamadığı için ağlar mı bilemem..... Ne kadar da komik geldi, onun tombul memeleriyle, İstanbul'un epey lüks barlarından birinde elinde kocaman bira bardağını kafasına dikerken, yabancı şarkıların nakarat kısımlarına eşlik ederken, yalpalaya yalpalaya yürürken bir de eve gelip kocasının yanında kendini yatağa atıp:

" Aşk yok be aşk...aşkı bitirmişler...

dediğini duyuyor sonrada o minik kapıcı dairesinde neler olacağını kestirmeye çalışıyorum.. Kocasını geçen gün sahilde kırmızı kamyonetinin içinde başka bir kadınla konuşurken görmüş bir arkadaşım gülerek anlattı. Mehmet efendinin giyinişinde ve tavırlarında bir gariplik vardı son zamanlarda zaten..Çöpleri öyle eskisi gibi ıslık çala çala toplamıyordu hatta iyi akşamlar demesem onu bile demeyecekti. Zorla topluyordu çöpleri Mehmet Efendi biraz utançla, biraz isteksizlikle ...fark etmiştim bunu gözden kaçacak gibi değildi..Herhalde bana gıcık kaptı bugunlerde diye düşündüm.... Bermuda şortlar giyip güneş gözlüğü takıyordu Mehmet Efendi.... Aşık mıydı yoksa? Tutkulu aşkı Ayfer ona veremiyordu, Ayfer'in aradığı tutkuyu Mehmet Efendi veremiyordu belki....

Ayfer bir arayış içinde değildi, olamazdı da onun kurallarına göre. Hayat ona bu kadarını vermişti fazlasını istemek gibi bir lüksü olamazdı..Elindekilerle yetinecek, oğlu Alper'le kahvaltı edecek, ekmek servisine beraber çıkacaklardı. Mehmet Efendi Pazar günü akşamüstü bir paket çekirdek alıp, ellerine tutuşturacak, onları önden gönderip kendisi arkada, geçen Pazar buluştuğu kadının önünden bir iki gidip gelecekti.

Beraberlerdi ya ...başka ne isteyebilirdi Ayfer.. Kocaysa başında karnını doyuran bir erkek, bir de aslan gibi oğlu vardı. Arada bir şöyle iri memelerini mıncıklayarak başlardı kocası sevişmeye ,Ayfer bazen üşenirdi, hava soğuk yapma şimdi, suyun ısınması zaman alır..Ama dinleyen kim..

Kocası horlaya horlaya uyurdu sırtını dönüp..kendimi tavuk sanıyorum bazen diyordu karşı apartmandaki kapıcıyla konuşurken..Horoz debeleniyor ya tavukların tepesinde bu da öyle.

..
Oysa üst kattaki yeni evli Sevil hanımın uzun uzun sevişmelerini bilirdi. Bazen sesleri, inlemeleri Ayfer uyurken kulağının dibine kadar gelirdi. Uykusundan uyanır kulak kabartırdı, hayal etmeye çalışırdı. Adam kadına bu kadar inlemesi için ne yapmış olabilirdi, kendisini düşündü hiç te böyle bir ses çıkarmamıştı. Bir keresinde Sevil Hanıma temizliğe gittiğinde mor renkte bir geceliğini görmüş, işi gücü bırakmış, onu giymiş, saatlerce kendini seyretmişti aynada. Çok utanmıştı bu yaptığından, yanakları al al olmuş, her an biri gelecek korkusuyla elleri ayakları titremişti.


Sonra büyük bir suç işlediğini farkederek titreyen ellerle çekmecelerini açıp Sevil Hanımın rengarenk, küçücük,arkası sadece ip olan çamaşırlarına bakmıştı , dokunmuştu, saten,ipek karışımı bu külotlara....Demek bunları giydiği için böyle tuhaf sesler, iniltiler çıkarıyordu.Salonu toplarken içki dolabındaki içkilere göz attı..Çoğunun yarısı içilmişti. Sarhoş olmak güzel birşeydi belki. Kocası Mehmet efendi bazen düğünlerde rakı içer, eve pek neşeli gelirdi. Oysa Ayfer hiç denememişti.

Telefonun zili çalınca öyle bir korktu ki Ayfer , içki şişesini az kalsın yere düşürüyordu.

- Buyrun efendim.
- Ayfer dolapta Tuğrul'un lacivert takım elbisesi olacak onu temizleyiciye bırakabilir misin?
- Tabii Sevil Hanım tabii.

Bir an birilerinin onu izlediğini düşündü. Evde bir gizli kamera mı vardı acaba? ....

Çocukluğundan beri hiç aç kalmamıştı karnı(annesi böyle söylemeyi öğretmişti.) Babası kazandıklarını barlarda pavyonlarda kadınlarla ,yiyip, eğlenceye gitmemişti hiç. Bilmezdi de, eğlenmek gereklimiydi o kadar insan hayatında..Onunda ilk karısı doğumda ölmüştü, o zaman 17 yaşındaydı, ondan beş yaş büyük bir kadınla evlendirmişlerdi. Birini sevip sevmemesi hiç önemli değildi ki...Karısını toprağa gömerken kucağına da bir kız çocuğu bırakılmıştı. Ruhsuz babası onu mezarlıkta ağlar bulunca
- Hadi oğul, ölenle ölünmez vakit iş güç vaktidir.Tarlalar sürülecek, hayvanlar sağılacak, sana başka birini buluruz.

Dediği andan itibaren eğlenceyi kendine yasaklamıştı. Kadın benim yüzümden mi öldü acaba? Üç gündür kanaması vardı karısının doğumu zor olacağa benziyordu.Ama kayınvalide" doğacak bu çocuk doğacak, doğum böyle zor olur" diye doktora bile götürmemişti.Üçüncü gün kadıncağız bu acılara dayanamadı elini son bir kez- kayınvalidesinin yanında ilk ve son kez- kocasının eline koydu. Veda eden gözlerle baktı.
Gözleri açık öldü.Çocuğunu merak ediyordu göremeden veda etmişti.

Duygularını söyleyecek kimsesi yoktu, hem söylenmezdi de babanın annenin yanında öyle şeyler. Kendisinden oldukça ağır olan karısını mezara götürürken epey zorlanmış , sahip olduğu en güzel şeyde onu bırakmıştı köydeki bitmek tükenmek bilmeyen işlerle....

Sabah gün doğmadan kalkmak zorundaydı, hep karanlıkta dayak yiyerek kalkmıştı sıcacık yatağından. Dayak yemek normaldi onlara göre de, ne kadar az yerse o kadar faydalıydı onun için..Hayvanları otlağa bırakıp eve geliyor, kahvaltısını hızlı hızlı yiyerek bahçedeki otları biçmeğe gidiyordu.Karısı nerdeydi kimbilir kız sık sık ağlıyordu . Bazen babaanne, bazen yengeler bakıyordu ona..Kızını kucağına alıp sevmek istiyor ama anne babasından öyle çekiniyordu ki, onların uyumasını bekliyordu kucağına almak için.Bahçede bir türlü çalışamıyordu. Evin açık penceresinden kızın ağlama sesleri geliyordu.

- Yapayanlız bıraktın bizi beni, kızı..neden gittin neden..çaresiz kaldım bir başıma buralarda

Diye diye ağlıyordu.Babası ağladığını görmemeliydi.

İşini bitirdikten sonra mezarlığa gidiyor sessizce ağlıyordu karısıyla konuşarak.
En kısa zamanda çocuğa bir anne adama da kadın bulunmalıydı. Adam busefer kendi beğendiği bir kızı gösterdi..

- O kızı istiyelim baba

Dedi. Baba da kızı beğendi, genç güzel ve namuslu bir kızdı. Kimseyle gözgöze gelmemişti bile.

Adam kızı istemeye gidince kahve tepsisi kızın heyecanından üstüne dökülecekti neredeyse. Simsiyah gözleri vardı kızın.Diri göğüsleri de elde dikilmiş elbisesinin altından çok belli ediyorlardı kendini. İncecik beli vardı. Bir de hayalleri..İstanbul'a gelin gidecekti, dokuz erkek kardeşin işlerinden kurtulacak, sobayla, ahırla uğraşmayacaktı. Adamın bir kızı vardı ama olsun.Parası vardı arabası vardı İstanbul gibi yere bu zamanda kim gelin giderdi. Babası on bilezik dedi en az..Kızdan aldığı parayı oğullarına yedirecek, kızın çeyiz hazırlığı için bile beş kuruş kalmayacaktı.Anne kızını vermek istemiyordu ama baba evet deyince, bir tek kızını istemeye istemeye uzaklara göndermek zorunda kalacaktı.

- Olsun kızım olsun, rahat edersin kendi yuvan olur, çocukların olur...

Gözleri yaşla doluydu. Bu adamın çok kıskanç olduğuna dair söylentiler vardı köyde..Arkadaşları her ne kadar "kızım çocuklu adama ne gidiyorsun" dedilerse de Ayten kafasına koymuştu ..gidecekti.Sarhoş ve hayırsız kardeşlerinden, onların dedikoducu karılarından bıkmıştı.Evde hergün kavga oluyor, paragöz kardeşleri annesinin üzerine yürüyor para ver diye sıkıştırıp duruyorlardı. Bir keresinde en büyük ağabeyi annesinin parası yok diye kadını yere itip tekmelemişti, Annesinin feryatlarını duyan Ayten heyecanla yukarı çıkmış, onu dayak yerken görünce heyecandan dili tutulmuş , abisinden yediği tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlanmıştı. Bir daha bu ağabeysini görmek istemiyordu. Annesi, zavallı yaşlı kadın bunların elinden çok çekecekti, artık bunlara dayanacak gücü kalmamıştı.Bir süre konuşamamıştı Ayten, annesinin yanından ayrılmadan sürekli ağlıyordu. Dili tutulmuştu . Tam da düğün zamanı gelecekken .....

Annesini nasıl bırakacaktı bu hayırsız ağabeylerinin eline...Kınalı bir kuzu getirmişti kayınpederi kızın evine....Allayıp pullamışlardı kuzuyu...Ayten o zamana kadar farkına varamamıştı bambaşka bir dünyaya gittiğini, hiç tanımadığı bir adamla. Altınlar takıldı biraz sonra ağabeyleri gelip bunları saklayalım bir kenara çalınmasındiye çıkarttılar kızın boynundan. Ayten anlamamıştı ..Bir kere sahip olduğu bu altınalrı ağabeyleri ve babası hemen oracıkta, kız İstanbul'a varmadan paylaşmışlardı. Kocası sorduğunda ağabeylerim saklıyorlardır herhalde dedi...
Oysa altınlar uğruna satılmıştı bu İstanbullu adama..Evlendiği günün ertesi sabahı köyde nasıl yaparsa çarşafları yastık kılıflarını yıkamaya başladı..Elbisesi ıslanmasın diye kollarını sıvadı başaldı hem türkü söyleyip hemişini halletmeye..Birzdan Kocası geldi tüpü yaksana dedi..

- Olur
- Dedi Ayten..
- Bir de ince bir tel bul.

Tam - Olur derken..
- ne olacak tel ?
- Senin o çıplak kollarını ateşte kızdırıp telle yakacağım.Bak karşıda bütün adamlar seni seyrediyor..

Ayten o gün tüm hayallerinin orada bitiverdiğine inandı. Bu adam delilik derecesinde kıskançtı. Karşıda adam falan yoktu. Koskoca bahçenin içinde sık ağaçlarla kaplı yerden kimsenin onu görmesine imkan yoktu.Kaldı ki o köydede böyle japone kollu elbiseler giyerdi. Boynunu büküp içeri girdi. Büyük bir hevesle işlediği dantel örtülü yatağına bıraktı kendini, hayallerini, geleceğini....

Bir akşam arkadaşı gelecekti kocasının. Yemek yaptı Ayten bütün gün, kocasının arkadaşı ne iyi bir kadınla evlenmişsin diye söyler belki ona.O da sevinirdi gurur duyardı bu köylü kızıyla.... Uzun zamandır evlerine misafir gelmemişti, hatta evlendiğinden beri kocasından başka kimseyi görmemişti. Kocası dış kapıyı kilitliyordu işe giderken akşam geldiğinde de açıyordu .Bu hep böyleydi. Ayten hiç sormadı neden kilitledin diye...Belki şehirde bütün kocalar böyleydi , karılarına birşey olmasın diye böyle koruyorlardı. Akşam yemekler yendi, Ayten çayları büyük bir mutlulukla ikram etti misafire...Adam gece yarısına doğru teşekkür ederek gitti.. Ayten yüzünde bir gülümsemeyle kocasına baktı. Onun da aynı şekilde gülümseyeceğini ümit ederek...Suratına şrakkkk!!!! Diye inen bir tokatla afalladı..

- Aaaaaa ne oldu??
Dedi hiç tanıdık gelmeyen o ses yonuyla kendine...

Adam geldiğinden beri gözlerini ayırmadın, ne zaman baksam gizli gizli gülümsüyordun ...
Ayten böle bir şey yapmış olamazdı değil mi? Kendi kendine soruyordu.Ben ne yaptım bu adama....Evlendiğinin ikinci ayında köydeki kara gözlü , talihsiz anneye haber gitti. Çabuk İstanbul'a gel...
Zor şartlarda vardılar eve...Kızını aradı gözleri hemen, düğün gününden önce saçlarını kınaladığı, iyi kalpli, saf, utangaç kızını..Adam soğukkanlılıkla Kızı gösterdi.

- Canına kıymış dün gece kızınız..

Anneyle baba koşuştular kınalı kızlarının başına..Kara gözleri kapalı, genç ve diri vücudu soğumuş yatıyordu elleriyle işlediği dantel örtülü yatağında...

- Bir kötülük mü yaptın kızıma?
Dedi anne...

- Ne oldu benim yavruma...O kimseyi üzmez, yufka yürekli yavrum niye canına kıysın söyle ne yaptın kızıma?

Adam vücudunu sarsan yumrukları hiç önemsemeden :
- Belkide köyde bir sevdiği vardı .
- Yoktu kızımın sevdiği, o ilk defa seni tanıdı....

Yan apartmandaki Sevil Hanım ve kapıcı Ayfer çığlıklar üzerine koştular yan sokaktaki bahçeli eve...

- Ne oldu dedi Sevil Hanım Ayfere ne bu çığlıklar sabah sabah?

- Yandaki eve yeni bir gelin geldiydi ya geçenlerde, hani bahçede çamaşır asıyordu, canına kıymış Sevil Abla..Vah yazık gencecik kıza...Hep camdan bize bakardı hatırlıyorsun değil mi hani pembe beyaz puanlı elbise giyerdi.

Sevil hanım pek ihtiyatsız baktı Ayfer'e ..Bazen olur olmaz şeylere dikkat ederdi Ayfer...Neden intihar etmişti bu kızcağız acaba? İki katlı bahçeli evdeki bağrışlar, çığlıklar bir süre devam etti. Akşamüstü olduğunda Sevil Hanımın sesini duydu Ayfer, kahkahaları geliyordu üst kattan şarkı söylüyorlardı yabancı bir erkek sesiyle...Kocasının sesi değildi o Ayfer tanırdı Tuğrul Beyi. ..Biraz sonra , hiç de yabancı olmadığı sevişme seslerini duydu Ayfer , Yine çığlıklar atıyordu, Ayfer'in hiç çıkarmadığı o seslerden çıkarıyordu. Biraz sonra kapısı çalındı. Mehmet Efendi geldi.

- Ayfer suyu ısıt hazırlan yat yatağa ben geliyorum...
- Hayır
dedi Ayfer.
- Suyu ısıtmayacağım , bundan böyle sen istediğinde de bu yatağa girmeyeceğim.....

Ayşe Kardeşoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,117,117,117,117,117,117,11
              9 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Yeni haftanız da zihinleriniz epeyce karışık sevgili koçlar. İçinizden yükselen heves ve isteklerinizin getirdikleri tansiyonlarla gelecek günler oldukça hareketli geçmeye adaylar. Özellikle düşüncelerinizin engellenemez sellerine kendinizi kaptırmadan sarfedeceğiniz sözlere dikkat etmelisiniz. İhtiyaç duyduğunuz manevi güce sahip olduğunuzu unutmayın koçlar. Dolunayın etkilerini son defa hissedeceğiniz haftanızın isterseniz tatlı anlarla dolu olabileceğini düşünün bir an.. Ha bire stres yüklemekten vazgeçin, haklı olsanız bile..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Haftanızın ilk günlerinde tüm enerjilerinizi geçmişten ukde kalmış bir emelinizi gerçekleştirebilmek için harcayacaksınız sevgili boğalar. Gizliliklerin haftası içerisinde beklenmedik atılımlara hazır olduğunuzu hissedeceksiniz. Neticeye ulaşabilmeniz için bulunduğunuz rahat ortamları gerilerde bırakmanız da gerekebilecek. Aslında bunlara manen hazırlıklısınız boğalar... Bu arada finansal destekleri umut ediyorsanız az daha bekleyin.. Hedeflerinize yaklaşmaktasınız.

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Yeniden doğuşların haftasına girerken karakterlerinizin esintileri deli doluluklarla vakit kaybetmemeye bakın ikizler.. Yapılacak çok şeyler var. Önce eşlerinize, sevdiklerinize, gönüllerinizden sevgi dolu parseller sunmalı, enstantane mutluluklar tattırmaya yeminli olmalısınız.. Evet bu defa sıra sizde, çevrelerinizde meltem rüzgarları estirmeli ve gönülleri ferahlatmalısınız çünkü bekleyenleriniz var ikizler... Bilmem anlatabildim mi... Anladınız, anladınız. cin gibisiniz ya sizler.. Empülsif harcamalara ise çok dikkat etmelisiniz..

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Yakın zamana kadar aşklarınızı yaşarken duygusal med cezirleri de beraberlerinde hisseder hatta bu halet- i ruhiyeleriniz yüzünden sık sık sevgilerinizi sorgulardınız. Gel gelelim sihirli değnek değmişcesine daha uysal ve alışılmışın dışında epey sabırlı bir görüntünüz var artık.. Değişen ne olaki yengeçler, adım adım yol almaya kararlı bir haliniz var sanki.. Dipsiz kuyularda ışık aramakla ömür tüketmektense sevdiklerinizle omuz omuza vererek amaçlarınıza ulaşmanın hidayetine erdiğinizdendir söz konusu dönüşümünüz ...

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Geçmişte yaşadığınız ama değerini zamanın da doyasıya tadamadığınız özel anları şimdilerde dağlana dağlana ve ince nostaljilerle içlerinize çekmektesiniz aslanlar.. Olabilir dostlar, her insanın er veya geç yaşayabileceği bu halleri sizler yeni haftanızda yaşamaktasınız. Hayır canım deseniz bile.. Dinleyin bakalım ruhunuzdan yayılan sesleri.. Duymakla yetinmeyin sakın.. İşte haftanız yaşamın kıymetini hatırlatmaya geliyor.. Derin dondurucularda saklanan heyecanlara yeniden sarılmaktan çekinmeyin. Hayat hızla devam ediyor..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Birşeyler artık eskisi gibi olmayacaklar sevgili başaklar.. Bu haftadan itibaren resmen kopuyorsunuz.. Birşeylerden ama belkide kopmanız gereken herşeyden.. İşten, görevden, mesuliyetlerden, tozlanmış ilişkilerden, yani nerede incelmiş ilim ilim olmuş bağ varsa oralardan.. Tavırlarınız ve inançlarınız hatta prensipleriniz bile devrimlerdeler gelecek günlerden itibaren. İki dere arasında kalabilme olasılıklarına ve bundan doğacak rahatsızlıklara mahal vermeden bir an evvel son derece kararlı, dinamik ve cesur olmalısınız. Kopun başaklar..

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Şimdiye kadar süregelen ilişkilerinize çeki düzen vermeye öylesine bir kararlılığınız var ki teraziler gümbür gümbür gelmektesiniz sanki.. Oyalanmaya artık hiç ama hiç tahammülünüz kalmadı, bu bir.. Bundan böyle çok yakında silkeleyeceğiniz sevgililerin sizleri izlemeleri kendi çıkarlarına, bu iki.. Girişeceğiniz ilkbahar operasyonu sonucu halen ayak sürtecek olanlar var ise şimdiden valizlerini hazırlasınlar, oldu mu üç... Kısacası terazilerin bam damarlarına basılınca işte böyle oluyor.. Ortaklaşa yaşamlara evet veya hayır haftasındasınız..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Ortamların müthiş oynak ve izlenilen yolların umulmadık kadar kaygan olmalarına karşın şu anda hedeflerden şaşmanın sırası değil sevgili akrepler.. Duygusal doyumları ve heyecanları mesleklerinizi icra ederken yaşamaktasınız değilmi... O halde engellerin yollarınıza serpilmelerine bakmayın siz, motivasyonları sağlam tutun yeter.. Bu arada yine hastalık hastası sendromlarında iseniz tavsiyem cendereleri gevşetin akrepler, sizin tek derdiniz o bitmez tükenmez kusursuzluk fobiniz... Keşke her hasta(..) sizler gibi olsa!!...

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Sizin neye ihtiyacınız var biliyormusunuz sevgili yaylar., içinizi, zihninizi ama mutlaka kurtlarınızı dökmeye muazzam gereksiniminiz var dostlar. Bir yerlere olan hınçlarınızı yöntem ne şekilde olursa olsun başka yerlerden çıkartmalısınız.. Spor yapın, boks olabilir bu, yahut da koşu, ne bileyim bir şekilde zıplayın ama ne olur mıh gibi ortalarda kalmayın yoksa stresli hallerinizin faturaları yine sizlere kesilecekler.. Hedef ve inanç insanlarısınız yaylar kısır döngülerin müdavimleri olmayın zoraki.. Sözlerinizin iz bıraktıklarını ise unutmayın..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Bu hafta öncelikleriniz on tane değil bir tane sevgili oğlaklar.. Ama ne tane !.. Evleriniz, mekanlarınız, yeni yatırımlarınız, yenilenen yuvalarınız derken aslında perde arkasında oynanan sevdalara, umutlara yeni soluklar katma çabalarınız.. Gerisi ince ayarlardan ibaret.. Öte yandan karar aşamalarında göstereceğiniz dakiklikleri ilgili mercilerden aynı şekilde beklemeyin dersem abartmış olmayacağımdan eminim. Haziran ayına kadar böyle devam etme ihtimalini bir köşeye yazın. Yuvalarınıza odaklanın oğlaklar....

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Haftanızın sizlere getirmekte olduğu müthiş pozitif enerjilerin sayesinde yükseklerden uçmaktasınız sanki sevgili kovalar.. Çoktandır yarınlara ipoteklediğiniz kararlarınıza sahip çıkarak uygulamalara geçmenin tam sırası, emin olun bundan. Hareketlenin, ayaklarınıza kadar gelen şansları olumlu kullanabilmek için gerekiyorsa seyahatları göze alın.. Evet doğru zamanlamalar ve bilhassa doğru insanlarla karşı karşıyasınız, kıymetlerini bilin ve size söylenecekleri sükùnetle dinleyin.. Geleceklerinizin anahtarları ellerinizdeler.. Şaka değil bu..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
İlişkilerinizin buram buram sevgi kokacakları bu güzelim haftanıza bir teşekkürü unutmayın sevgili balıklar. Pozitif düşüncelerin ıslah olmaz(..) insanlarısınız ve bu hafta yine motivasyon aşılıyorsunuz sevdiklerinize. Çünkü hakkediyorlar. Zamanın da verdikleri sıcacık duygular için en azından.. Ayrıca karizmalarınızın doruklarda olacakları bu hafta içinde bazı iletişim kopukluklarına karşın mesajlarınız gerekli yerlere varacaklar bundan emin olun. Kısmetlerinize maşallah yani.. Haydin kıpırdaşın paluklar..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
22 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.516 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Kızıma,

Korkma!
O gördüğün ateşler
Namlulardan gelmiyor
Ateşböcekleri
Sevişiyor
Ağlama artık
Yağmur yeter
Bize.

Ömer Faruk Naiboğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Bu kadar düzen de fazla!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

http://www.derki.com/sayfalar8/topik.html
Kültürlerin kaynaşması bence "topik", sadece Ermeni mutfağına ait diyemeyiz, hele bu yazıyı okuduktan sonra. Ertan Yurderi gözlerinizi yaşartacak zaman zaman hazır olun. Hem topik için hem de daha önce en ki'li bu dergiyi ziyaret etmemişler için bulunmaz fırsat.

...-houston, sanırım koaksiyel ateşleme sisteminin duplikasyon bölümünde yakıt sıkışmasından kaynaklanan bir hata var. -gemi gidiyor mu genç? -onaylandı houston. -devam et o zaman devaaam... http://haydi.net/yazikazani/turkler.asp Türkler uzaya çıkarsa sizce ne olur?

...Sen kocaman göllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir hastalik hem de sağlik gibisin. Özdemir Asaf. Daha nice güzel şiirler igin http://www.dosthane.de kısayolunu tavsiye ediyorum.

Çok hoş bir web sayfası keşfettim http://www.gezgin.com Ben bu sayfada yeniyim ama sağolsun editörler çok iyi çalışmışlar hiç yabancılık gekmedim. Özellikle rehber bölümünü ısrarla tavsiye ediyorum.

Ekmek teknesi isimli bir dizi var. Meraklıları bilir, gerçekten çok keyifle izlediğim ender dizilerden bir tanesi. http://www.ekmekteknesi.com kısayolunda bu dizi ile ilgili her türlü bilgiyi bulabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


MP3 CD Maker 2.0 [1,18 MB] Win95,Win98,WinME,WinNT 4.x,Windows2000,WinXP Deneme
http://www.zy2000.com/download/mp3cd200.exe
Cd yazıcınızla bilgisayarınızdaki mp3 dosyalarını kullanıp harika müzik CD leri yapmak için hazırlanmış güzel bir program. Sizin yapmanız gereken mp3 leri seçmek gerisini o bir çırpıda yapıyor. İlgililere tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050328.asp
ISSN: 1303-8923
28 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com