ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 713

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Mart 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İkinciyi de kotardık!..


Merhabalar,

ABONE OL! Birrr... İkiii... Ve ikinci sayımız da bitti. İlk sayıyı aşan, hatalardan dersler çıkaran bir çalışma oldu. Kahve Molası'nın dördüncü yılına 2. sayısını çıkarabildiğimiz bir gerçek dergi ile girmek muhteşem birşey. Kısmet olur da birgün karşı karşıya gelirsek, şu derginin hikayesini sorun bana. Deli misin sen? Başka işin yok mu senin? deyin. Deyin ki ben de size anlatayım onun tadını. CD'yi yarın akşam matbaaya yolladığımızda sanırım kuş kadar hafifleyeceğim. 15 gündür çektiğimiz stres yerini hoş bir bekleyişe bırakacak. Doğumhane kapısında bekleyen babalara döneceğim. Reklamdı ilandı beceremedik. Ama pilavdan dönenin hem kaşığı hem de dişi kırılsın. İkinci sayıyı elinize aldığınızda bana hak vereceksiniz. Çok güzel oldu çok. Dopdolu bir dergi hazırladık sizlere. Çok büyük bir aksilik olmazsa önümüzdeki Çarşamba dağıtmaya başlayabileceğiz. Şimdi bana müsaade, büyük bir işim var. İkinci sayının başyazısını yazacağım, neler diyeceğim kimbilir, ben bile merak içindeyim. Hoşçakalın olur mu?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

14 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK1YAMA HİKAYELERİ


  LODOS

9
Nisan 2001/ Paris


Kapı açılır açılmaz Yusuf elinde bir şişe şarapla "Sen gelmeyince ben geleyim dedim. Şarap ziyan olmasın, tek başıma bitiremem" diyerek davet edilmeyi beklemeden içeri girdi. Bir iki adım attıktan sonra arkasını dönünce havluya sarınmış kendine şaşkın şaşkın bakınan Selin'i farketti. Bakışlarını vücudunda gezdirirken

- Hala çok güzelsin, dedi.

Sabahki kendinden emin tavrı yine üzerindeydi. Bu tavrı Selin'i gittikçe daha çok sinirlendiriyordu. Üzerine dikilen gözlere sert bakışlarla karşılık vererek;

- Aslında birini bekliyordum... dedi.

Yusuf'un yüzünden okunan hayal kırıklığı, şaşkınlığının yerini kendine güvene bırakmıştı.

- Peşine takılıp sürüklendiğin adamı bekliyorsun sanırım?
- Evet, dedi sahte bir gülümseme ile. Söylediklerine ve yüzündeki gülümsemeye kendi bile inandığına göre yeterince gerçekçi durmuş olmalıydı.
- Ben sanmıştım ki...
- Düşündüğüm şeyi sanmadın umarım?
- Burada olduğumu öğrenince...
- Burada olduğunu bilmiyordum ki, diye araya girdi.
- Anladım... Ben... gideyim en iyisi.

Bir şey söylemeye çalışıp, söyleyeceklerini bulamazmış gibi olduğu yerde kalmış, bir şeyler sorması için bir Selin'in yüzüne bir etrafına bakınıp duruyordu. Selin kapıyı biraz daha aralayınca artık gitmesi gerektiğinden kendisi de emin olmuştu. Elindeki şişeyi uzatıp;

- Bunu senin için almıştım zaten, dedi. Kısa bir an duraksadıktan sonra yutkunup, Selin, sana bir özür borçluyum, diye ekledi.
- Bana borçlu flan değilsin. Asıl ben kendime özür borçluyum senin bana yaşattıkların yüzünden. Şimdi senin dileyeceğin hiç bir özür kaybettiklerimi geri getirmez Yusuf. En iyisi sen hiç bir şey dileme benim için.

Yusuf'un bakışlarındaki hayal kırıklığı duyduklarının şaşkınlığı ile daha da büyümüştü. Karşısındaki kadının vakur duruşu karşısında ezildiğini hissetti. Gözlerinin dolduğunu gizlemek için hemen arkasını dönüp çıktı kapıdan.

Selin kapıyı kapatıp odasına gittiğinde söylediklerine inanmaya çalıştı bir süre. Uğruna aylarca kendini kendine hapsettiği, yokluğu yüzünden hayata küstüğü adamı böyle kolay ve bu kadar katı reddedebilmesi olacak iş değildi. Az önce konuşan Selin'in kendisi olduğuna inanamıyordu. Bir kaç dakika önce yaşananlara, söylediklerine şahitlik etmesini ister gibi elindeki şarap şişesine bakıyordu. Yatağına uzanıp kendini sakinleştirmeye çalıştı ama boş bir çabaydı bu. Aklından 'keşke şunu da söyleseydim' diye geçen bir düşünce yerini hemen 'yok yok en iyisi onun yaptığı gibi hiçbir şey söylememekti' diyen başka bir düşünceye bırakıyordu. Birden ağlamaya başladı. Ne üzüntü, ne mutluluktu bu gözyaşlarının nedeni. Sebebini kendisi de bilmeden hıçkırıklarla ağlıyordu.

Dışarıdan gelen, çarpma sesine benzer ani bir gürültü ile ağlarken uyuyakaldığı yatağında sıçradı. Elindeki şarap şişesini sıkı sıkı tutuyordu. Komidinin üstünde duran saate baktı, 22:22. Hemen bir dilek tuttu, Cem'den bulaşmıştı bu dilek tutma huyu. Her seferinde 'Selin beni çok sevsin' diye sesli söylerdi dileğini. Cem'inki kabul olduğuna göre kendisininki de kabul olacaktı kuşkusuz. 'Cem beni sevsin, Cem beni çok sevsin' diye bir kaç kez tekrarladı dileğini.

Yine hayal kurmaya başlamıştı. Ertesi sabah tekrar Cem'in okuluna gidecek, kendini, kendi içinde saklı gerçek kadını bulduğunu, o kadının Cem'e aşık olduğunu söyleyecek, onu eskisi gibi sarması için gerekirse yalvaracaktı. Hem nasıl da özlemişti Cem'i. Onu kucaklar kucaklamaz Cem de fark edecekti bunu. Yanı başında duran kadının herşeyiyle kendisine ait olduğunu anlayınca bütün kızgınlığı, kırgınlığı geçiverecekti. Üstelik haklıydı kızmakta da kırılmakta da... Nasıl üzmüştü bunca zaman onu...

Kurduğu hayallerle rahatladı, pijamalarını giyip yatağın yanına oturdu. Şarabını açtı. Bir yandan kısık sesle şarkı söylüyor bir yandan da kaçıncı kadehte olduğunu saymadan içiyordu. Haddinden fazla içtiğini farkettiğinde olduğu yerde sızmaya başlamıştı bile, düşünceleri bölük pörçüktü. İyi olan bir Cem'i bir Yusuf'u düşünmüyor, hayallerinde hep Cem'in kollarında buluyordu kendini. 'Bir daha bana uğramaz' dediği aşkın onu tekrar bulduğundan emindi artık.

Öğleye doğru uyandığında güneş odaya düşmüş, komidinin üstündeki abajurun ışığı cılız bir dekor gibi kalmıştı. Önceki akşamdan kalan baş ağrısına aldırmadan üstünü değiştirip dışarı çıktı. Kurulmuş bir oyuncak gibi düşünmeksizin hareket ediyordu. Doğru Cem'in okuluna gitti. Yol boyunca etrafındaki herşeyi kanıksamış yerlilerin üzerindeki umursamazlık bulaşmıştı sanki ona da, ne gördükleriyle ne de duyduklarıyla ilgilenmiyor, sadece bir an önce gideceği yere varmak isteyen aceleciliği ile yerinde kıpırdanıp duruyordu. Okula vardığında Cem'i girişteki merdivenlere oturmuş arkadaşları ile hararetli hararetli konuşurken buldu. Selin'in geldiğini hissetmişcesine başını kaldırınca göz göze geldiler. Hemen yerinden kalkıp yanına geldi. Yüzündeki anlamsız ifadeden hiç bir şey anlamak mümkün değildi. Kızgınlık, kırgınlık, sevinç ya da heyecan adına tek bir iz bile yoktu. O kısa zaman diliminde Selin kendisine doğru gelen adamın düşünceleri ile ilgili hiç bir ip ucu bulamamıştı.

'Kendini buldun ve bana döndün demek' 'Gelmeyeceğinden kormuştum' 'Neden geldin?' 'Kalacak mısın?' 'Veda etmeye mi geldin' 'Ben de seni seviyorum' ... Hepsi olabilirdi, ya da başka binlercesinden biri... Ama ifadesi sanki bu anlamların hiçbirini barındırmıyordu yüzünde. Garip bir korku sardı Selin'in vücudunu. Titremesi heyecanından mıydı yoksa bu garip korkudan mıydı ayırt edemedi. Hemen yanında durup;

- Naber, dedi sadece.

Naber... Hepsi bu kadar mıydı... Sadece sıradan insanlara söylenen sıradan zamanların aslında hiç bir anlamı olmayan kelimesi... Naber... Selin yine de hayal kırıklığını gizlemeye ve içindeki coşkuyu kaybetmemeye çalışıyordu.

- Cem, aynadakinin ne dediğini buldum!
- ...
- Cem, seni seviyorum. Hem de sensiz olmayı düşünemeyecek kadar çok seviyorum...
- N'oldu Selin?
- Ne demek ne oldu?
- Basit bir soru, ne oldu? Neden senden bunu duymak istediğim onca zaman yoktun da şimdi dünyanın bir ucunda pat diye karşıma çıkıp beni sevdiğini söylüyorsun? Ben geçen gün ne demek istediğimi anlatamadım galiba sana, lodos yedim ben Selin... Vurgun yemekten daha beter bu... Şimdi de savrulduğum yerde lodosun dağıttıklarını toplamaya çalışıyorum.

Alacağı cevabı ya da söylediklerinin yarattığı etkiyi görmeyi beklemeden arkasını döndü ve arkadaşlarına doğru yürüdü. Selin derin bir sessizliğin içinde tek başına kalmıştı. Aylarca dinlediği, sonra kurtulmak için onca çaba harcadığı sessizliğin uğultusu yine kulaklarında çınlıyordu. Tam hayatının kaybetmek üzere kurulmuş olduğunu düşünüyordu ki Cem'in oturduğu yerden kitaplarını ve çantasını alıp kendisine doğru geldiğini gördü. Kalbi tekrar heyecanla atmaya başladı. Bitmemişti, gitmemişti, Cem onu bırakmamıştı, kaybetmekten örülü zincirler kırılmıştı nihayet... Sevinçle yerinde zıplarken yanından geçip giden Cem'in arkasından bir kaç saniye önceki yıkık duygularla bakakaldı.

Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
19 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Faik Murat Müftüler


Buğulu Camın Ardındaki

Gelmiş geçmiş ve gelip geçen her sevgilinin sûreti zerrelere bölünüp bir 'sen' çiziyor zihnimde. Siluetini seçebildiğim sen, bilmediğim iklimlerin nemliyle buğulu camlar ardında gibisin. Siliversem buğuları görüleceksin de kıyamıyorum. Kalemsizim; hem de kâğıtsız. Oysa yazmak istiyorum. Parmağımla yazıyorum soğuk cama "Neredesin? Bilmez misin ki özlenmektesin". 'Nerede'nin ardında beliriyor gözlerin, 'Bilmez'in ardında dudakların, 'Özlem'in ardında ellerin; en çok özlediğim. Bir dokunsa yüzüme dediğim küçücük ellerin, geçip şeffaf harflerin içinden, değmez mi dudaklarıma? Bir saç teli takılmış olmaz mı tırnağına? Küçük bir hatıra... Sen gelene kadar avunmam için... Hiçbir yolu yok mudur?

Kim bilir kaç yarın sonra, camlar gibi buğulu gözlerle bakıp "Hoş geldin" diyeceğim sevgiliye, daha bu günden duyduğum hasretin anlamını söyleyin bana. O belki de hiç olmayacak kadına duyduğum aşkın anlamını da... Kim olduğu bilinmeyen Pia gibi gizemli diyarların gizemli güzeline vurgunluğumun anlamını da söylesin biri.

Kopup dökülmüş inci kolyelerin, elde kalan en güzel parçalarıyla dizdiğim bir gerdanlık gibi parmaklarımın arasındadır hüzünle baktığım. Türkân'ın gözleri, Ebru'nun dudakları, Elvan'ın elleri, Seher'in kaşları, Elif'in sesi, Evrim'in zekası, Çiğdem'in ruhu, Emine'nin aşkı... Gerdanlığıma adını verdim. Bilmediğim adını.

Bildiğim bir şey var ki sen hepsinden başka yeni bir şey olacaksın ama ben onun sen olduğunu anlayacağım. Rüyalarımızda, yüzünü göremediğimiz halde kim olduğunu bilebildiğimiz insanlar, ilk kez gördüğümüz halde evim diyebildiğimiz mekânlar gibi.

Bu günlerde gergin görülüyorum. Rutini mevsimlere bölünmüş başaklar değil ki yolunu beklediğim. Bu gün de gelebilirsin, yıllar sonra da. Belki de hiç; ama kahrolası ümit hep senden yana; bana düşman. Hangi pırıltıya uzansam, elimin üzerinde patlayan tokadıyla düşürüyorum parmak uçlarımda tuttuğum sevdaları. "Bekle" diyor. "Gelecek bir gün" diyor. Belki demiyor da ben öyle zannediyorum. Bekliyorum.

Oysa ömür, durmadan ileriye sayan bir saatli bomba gibi... Biliyorum, aşk durduracak onu ama doğru kodu girmeli. Oniki tuşlu standart klavyesinden aklıma gelen tüm kombinasyonları tuşluyorum. LCD ekranında kaçta biteceği bilinmeyen günler ve yıllar ileriye saydıkça daha da telaşla zıplıyor tuşlar üzerinde parmaklarım.

2556841#
1254689#
6684142#
9784698#
3268567#
8657894#

Hadi! Hadi! Olmuyor. Bu gidişle tüm riskleri alıp gözlerimi kısarak, bileğimden geçen mavi kabloyu keseceğim sanırım. Çünkü biliyorum ki son saniyede durdurulabilen bombalar sadece Amerikan filmlerinde olur ve çünkü biliyorum ki aşk, en büyük olduğu anda biterse ancak en büyük aşk olur ve çünkü biliyorum ki o hiç olamayacak sevgili, sadece Tanrı'nın bizlere bir oyunudur ve sadece ve yalnızca O'dur.

Bir bilgisayar programının deneme sürümü gibi kadına beslediğim aşk. En lazım sevinçlerde ve en sevdalı hüzünlerde çaresiz, eksik... Bu yüzdendir belki de en saf, en cahil ama en heyecanlı olduğum çağlarımdaki tutkunluğumun, kısıtlandırılmış arzularına rağmen, iç yakıcı aşkları kodlayıvermesi bedenimin en yanıcı köşelerine. Şimdiyse haykırıyor ardını göremediğim dağlar ardından o hiç olamayacak sevgili ve şöyle diyor:

"Sevdiğine tapma çağını aldım elinden. Taptığını sevmektir tek çaresi. Ben Tanrı; kendime sakladım aşkların en gerçeğini!" .

Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,868,868,868,868,868,868,868,868,86
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Dilek Sökmek


Tango

Bir ben, bir de bende kalan sen vardın göz yaşlarımla ıslattığım bu ıssız sokaklarda...
İçimdeki isyanı, göz yaşlarını, tutkuyu, uçmak isteyen tutsak kelebeği bırakıyorum sana. Kelebeği özgür bırak ama..
Kahkülleri gözlerime giren siyah peruk, yanaklarımdan göz yaşlarımla süzülen siyah boyalar her yerime bulaşmıştı işte!! Neyse ki başımdaki şapkadan çıkan ve yüzüme gizem katan bu siyah tüller gizliyor hislerimi. Aynı senin hislerini gizlediğin gibi.
Sanki gök yüzü de benle birlikte ağlıyor bu gece. Sırtımda gezinen senin elin mi yoksa rüzgarın dokunuşlarımı bana...
Hangi tango, neredeki milonga derken tanıdık bir müzik geldi Buenos Aires'in aşk dolu sokağından.
Sanki yeni kar yağmış gibi bembeyazdı saçları, elleri titriyordu belki seksenindeydi yaşı..
Bizim şarkımızı çalıyordu. Bandoneonistlerin en yaşlısı olmalıydı. Başını öne eğmiş gözlerini kapamıştı. Belli ki birisini düşünüyordu benim gibi bu şarkıda..
Kayıtsız kalamadım, yoluma devam edemedim. Durdum yolun karşısında ve umurumda değildi beni ıslatan yağmur, yağmura karışan göz yaşı..
Gözlerini açtı, bir ara göz göze geldik. O birkaç saniye içinde neler anlattı bana. Yalnızlığını, sokakları, hayallerini, umutlarını, bir de giden sevgilinin arkasından dökülen göz yaşlarını..
Kafasını kaldırmıştı, belli ki o da ağlamıştı, bakışmalarımız devam ediyordu ve sanki şarkı hiç bitmiyordu. Bakakaldık birbirimize.
Aynı dili konuşmuyorduk. Ne ben İspanyolca biliyordum ne de o Türkçe..Ama her şeyi anlatmıştık birbirimize.
Biliyordum en sevdiği kadının onu terk edip gittiğini ve bir daha gelmeyeceğini. Yanına gitmek istediğini ama bunun için ölmesi gerektiğini.
O da biliyordu seni, anlamıştı. Gözlerime bakması yeterliydi.
Şarkı bittiğinde yanındaki dostu başlamıştı yeni bir aşka.. O çalıyordu şimdi kendi sevdasını. Yaklaştı bana yaşlı bandoneonist...
Kendisi gelmeden kokusu gelmişti bana. Gözlerinden akan yaşların bıraktığı izler hala belliydi yanaklarında. Titreyen ince uzun parmaklarıyla kavradı elimden. 'Hadi dans et benimle' dedi gözleriyle..
Sokaktaydık. İşte o karanlık, senle geçtiğimiz yolun tam ortasındaydık. Bizim şarkımız başladı yine.
Elini belimden usulca kavradı. Sanki siyah beyaz filmin renkli tek karesiydik. Her şey yavaşlamıştı sanki. Dünya mı duruyordu, yoksa kalbim mi?
Maestro dedi orkestra. Ellerimiz birleşti usulca.. Sessizdi dokunuşlar ama haykırıyordu duygularımız..
Bitiyordu şarkı, bitmeliydi tutkular... Gitmeliydim..
Orda kal yine geleceğim..

Nieztche'nin dediği gibi:
''Dans etmeyen Tanrı benden uzak olsun''

Dilek Sökmek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,558,558,558,558,558,558,558,558,55
              11 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Çağatay Acar

 Deniz Kokusu : Çağatay Acar


  Kadın evinin süsüdür..

Kadınlarımıza bir haller oldu dostlar bugünlerde, bilmem farkında mısınız? Demokrasi kültürüyle yoğrulmuş bu topraklarda, her türlü hakkı doğuştan mütevellit, yediği önünde yemediği ardında olan kadınlarımız dış mihrakların maşası durumuna gelmişlerdir. Bu ne gaflet, bu ne dalalettir. Bu sözde vatandaşlarımız, başat görevleri olan ailelerine kol kanat germe görevini bırakarak kendine vazife olmayan işlere kalkışmışlardır. Yok ekonomik özgürlüğümü kazanacağım, yok bir sivil toplum örgütüne üye olacağım, yok ailede reis olmazmış gibi anarşist fikirler gitgide artan bir ivme kazanmaktadır. Ne kadar şanslı bir ülkede yaşadıklarının farkında değildirler, hatta nankördürler. Uluslararası "Equality Now" ( Eşitlik Şimdi ) örgütü dahi 24 Mart tarihinde yaptığı açıklamada, artık Türkiye'yi, "kadın ayrımcılığı yapmayan ülkeler" listesine almışken, bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur.

Kadın bir çiçektir. Doğası gereği erkeğine bakmak ve O'nu her daim memnun etmek, çocuklarının Türk örf ve geleneklerine uygun, ailesinin sözünden çıkmayan, her dersinden 10 alan, çalışkan ve uslu bireyler olarak yetişmesine yardım etmek mecburiyetindedir. Elin gavurlarının, aile planlaması yapın, çok çocuk doğurmayın gibi kandırmacalarına kulak asmamalı, doğurabildiği kadar doğurmalıdır. Böylece nüfusumuz artacak, artan işgücümüz üretime dönüşecek, Türkiye'nin önü tutulamayacaktır.

Dünya Kadınlar Günü kutlaması gibi şeyler safsatadır, bizim necip kültürümüzde böyle bir gün yoktur. Çünkü kültürümüzde her gün kadınların günüdür.Ayrıca kadınlarımızın dolar ve altın günleri de zaten mevcuttur. Bu sözde kadınlar, 8 Mart sözde kadınlar gününü dahi 6 Mart'ta kutlayarak, bu işi dahi yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar, polisimizin de haklı refleksine neden olmuşlardır. Halbuki böyle batı taklitçisi ritüellerle bir yere varmanın mümkünatı yoktur. Meydanlarda "Kadın Hakkı, Kadın Hakkı" diye bağırmaları da abestir, zira Hakkı, erkek ismidir. Bu konuda en güzel cevabı Milli Savunma Bakanımız vermiş ve kendileri bizzat şahsen şöyle buyurmuşlardır: "Dünya Kadınlar Günü kutlaması batıdan geldi. Bizim kadınımızın böyle bir talebi yok. İnsan her zaman kendinde olmayanı ister. Batı kadını da, keşke Türk hanımlarının yerinde olsak diye düşünür. Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir. Batı kadınları maalesef ezilmektedir." ( bkz. Anadolu Ajansı, 27.03.2005)

Kadınımızın yüksek tahsil yapması da bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre negatif sonuçlar doğurmuştur. Çünkü üniversite mezunu kadınların dahi %25-30'u dayak yemektedir. Kadınlarımızın bu şiddete maruz kalmamak için sadece lise mezunu olmaları yeter de artar, zira eğitimle bir sorunun çözüldüğü görülmemiştir. Eğitildikçe milli estetik bakış açılarını da yitiren bu sözde kadınlar, Guernica gibi ucubik resimlere bakarak, Vivaldi gibi gıygıdıları dinleyerek ya da Kafka okuyarak yozlaşmış, dejenere olmuş, bir mantı dahi açamaz duruma gelmişlerdir. Son zamanlarda evlerde televizyon üstünden sarkan dantellere de daha az rastlanmaktadır. Oklavalara da dantel örülmemekte, salonlarda koltuklarımızın dahi misafir gelmediğinde artık üzerleri örtülmemektedir.

Dostlar! Eski mutlu, huzurlu, şaşalı, yeri göğü korkumuzla titreten günlerimize dönmek hepimizin yegane arzusudur. Bu yolda omuz omuza vererek birlik olmalı, içimizdeki çatlak sesleri susturarak, bu yozlaşmış, dejenere "sözde" kadınlarımızı, örnek anne Semra Hanım başkanlığında yürütülecek bir rehabilitasyon kursundan geçirerek, necip milletimiz içindeki hak ettiği konuma tekrar yükseltmeliyiz. Bunu reddedenler için de söyleyecek tek sözümüz var: "Ya kadın gibi kadın ol, ya terk et!"

Çağatay Acar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,929,929,929,929,929,929,929,929,929,92
              12 Kahveci oy vermiş.
22 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuğba Çamlıbel

 Saklı Kahve : Tuğba Çamlıbel


  Mari Teyze'min Anısına...

Geçen gün çocukluğumun geçtiği mahallemize düştü yolum. Bundan yaklaşık on beş sene kadar önce çocukluğumu da orada bırakarak taşınmıştık oradan. Oturduğumuz müstakil evin penceresine baktım uzun uzun. Kardeşimle yaptığımız yaramazlıklara ne çok şahitti bu pencereler. Şimdiyse yabancı perdeler süslüyordu camları.

Annem biz çok küçükken çalışmaya başladığı için alışkındık yalnız kalmalara. Sık sık kapı üzerimize kilitlenir ya da kimseye kapıyı açmayacağımıza dair sözler verilirdi anneme. Düşünüyorum da bu kadar kötü değildi ortalık o zamanlar. Kimseye yan gözle baktırmazdı mahallenin gençleri. Biz sokakta oynarken diğer çocuklarla beraber göz kulak olurlardı bize. Bir hırsız yakalandı mı herkes üzerine çullanır, polis linç edilmekten zor kurtarırdı hırsızı. On beş yılda bu kadar bozulacağını kim düşünürdü İstanbul'un. İşte böyle bir mahallede geçti çocukluğum. Annemin evde olduğu günler sokaktan içeri girmez hava kararana kadar hatta bazı akşamlar karardıktan sonra bile bıkmadan usanmadan oynardık. Tabi dirseklerimiz ve dizlerimizde yara eksik olmazdı. Annem de bilirdi ki sokak bizim en masum olduğumuz yerdi. Kardeşimle aramızda bir yaş vardı. Annem evde olmadığı zamanlar sokağa çıkamadığımız için sıkıntıdan canavar kesiliyorduk, türlü şeytanlıklar buluyorduk yapacak. Sokaktan geçenlerin kafasına su döker, alt katımızda dükkanının önünde oturan döşemeci amcanın kafasına evdeki sepeti atar, boşalmış cam şişeleri yoldan geçen arabalara fırlatır, evdeki deterjanların hepsini lavaboya boşaltırdık. Zavallı annem eve her geldiğinde ayrı bir şikayet duyuyordu. Tabi bu arada bizde cezalarımızı fazlasıyla çekiyorduk. Bizi evde yalnız bırakamayacağını anlayan annem çareyi bizi karşı komşumuza bırakmakta buldu. Mari Teyze'ye...

Mari Teyze Ermeni'ydi. Ama bir o kadar da Türk'tü desem abartmış olmam sanırım. "Benim dedem Kurtuluş Savaşı'nda vatanımız için çarpışanlardandı. Bugün savaş çıksa aynı şekilde savaşırım vatanım için" derdi. Bugün bile birçok Türk'ün içinde taşıdığını sandığı vatan sevgisini doruklarda yaşayan bir insandı. "Ben burada doğdum, büyüdüm, hiç rahatsız olmadım, rahatsızlık duymadım bu topraklarda. Burada da öleceğim inşallah" derdi. Hiç evlenmemişti. Tek yakını iki kuzeniydi arada gidip geldiği. İki odalı kutu gibi bir evi vardı. Televizyonu siyah beyazdı. Bir nizam, bir tertip şaşırırdım onun evinde. O yaramaz çocuklara bir şey olurdu o evde. Onu üzmemek,rahatsız etmemek için elimizden geleni yapardık. En üst katta oturuyordu ve evinin camı sokağımızın başına bakıyordu. Annemin işten eve döndüğü sokağın başına...Mari Teyze'm bizimle kağıt, tombala oynar masallar anlatırdı uzun uzun. Öğlen mutlaka uyuturdu birkaç saat. Hiç çocuk büyütmemişti ya biz ona birer hediye gibiydik sanki. Bazen annemden rica eder onda kalmamızı isterdi. O akşamlarda kendi evimizi aramayalım diye bize ne yedireceğini şaşırırdı. Üç kişilik mükellef bir masa ve yatmadan önce birer bardak süt...Bizim onda kaldığımızda klasik akşam yemeğimizdi.

Ben onun en çok caddeye bakan penceresini severdim. Orada annemin hem özlemi hem vuslatı vardı. Annemin döneceği saatlere yakın iyice huysuzlanırdık. Canım teyzecim bizi oyalamak için elinden geleni yapardı. Ben o camın önündeki sedire oturur annemin gelişini beklerdim. Sokağa her giren karaltıyı o sanır " Mari Teyze annem geliyooo koşş" diye bağırırdım. Kadıncağız her defasında yerinden kalkar, pencereden bakar " Yok kızım o gelen annen değil ama eli kulağında gelir annen şimdi" derdi. Ve annemin en sonunda sokaktan gelişini gördüğüm an içim bayram ederdi. O sevinç, o neşe, o iç burukluğu, o özlem...Bugün bile hatırımda.

Mahalleden taşındıktan sonra en fazla beş kere gördüm Mari Teyze'mi. Genç kızlığa adım atıyordum farklı meşguliyetlerim vardı aklım sıra. Sonrasında iyice koptuk. O, annemi beklediğim, sokağın başını gören pencereli evden taşındı aynı mahallede başka bir eve. Sonra o evi yıktılar dışı mozaikli başka bir apartman yaptılar.

Bayramlarda olsun elini öptüğümüz Mari Teyze'mi artık o günlerde hatırlamaz olduk. Üç sene önce geldi haberi. Evinde bulaşık yıkarken (öyle tahmin ediyorlar) kalbi durmuş...Bir hafta evden çıkmayınca yan apartmandaki komşusu şüphelenip polise bildirmiş. Mutfakta bulmuşlar ölüsünü. Tabi o günden bugüne benim keşkelerim saymakla bitmiyor. Keşke daha sıkı sarılsaydım boynuna, keşke arayıp sorsaydım, her hafta kapısını çalsaydım, bir kere olsun onu sevdiğimi söyleseydim diye. Keşke...

Yalnız bir kadındı Mari Teyze'm. Doğdu, büyüdü, genç kız oldu, yaşlandı hep yalnızdı. Sevdikleri hep yalnızlığa mahkum etti onu. En azından hayata vatanında veda etmenin huzuru ve mutluluğuyla yatıyordur belki de şimdi ebedi uykusunda. Belki geç olacak ama duyarsın sesimi inşallah. Seni seviyorum Mari Teyze'cim...

Tuğba Çamlıbel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,939,939,939,939,939,939,939,939,939,93
              15 Kahveci oy vermiş.
25 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


   KEK MESLEKLER

Toplumlar gelişip modernleştikçe,insanların yaşamları da, ihtiyaçları da buna paralel olarak gelişip modernleşir. Bu yeni yaşam tarzları oluşturduğu gibi aynı zamanda yepyeni, daha önce yapılması anlamsız olan meslekleri de beraberinde getirir. Bundan on yıl önce "Ben DJ'im" veya "Büyüyünce VJ olma-yı hedefliyorum" deseler, bir elektronik cihazın farklı bir konfigürasyonu mu aca-ba diye düşünürdük. Şimdi ise hayli para kazanan bir gurup oluşturdular ülkede.

Aynı tarihlerde futbol oyuncusunu adamdan mı sayarlardı?.. Transfer ücretleri ne zaman ki telâffuzu zor meblağlara ulaştı, babalar mahalle maçında iyi oynayan oğullarına bile bütün umutlarını bağlar oldular. Tanıdığım bir imam, varını yoğunu bir at'a bağlayıp türlü sıkıntılarla onu besledi. Yarışlara katılacak, onlar da ailece nasipleneceklerdi bu işten. Takdir-i ilahi,atın ömrü vefa etmedi. Çocuk denecek yaşta ayrıldı aramızdan. Ziyarete gelen mahallenin yufka yü-rekli yaşlı kadınları, onların ağlamalarına bakınca kendilerini tutamayıp günlerce yaş döktüler taziye evinde.

Gariptir aynı devirlerde bütün ekranları "Komedi Dans Üçlüleri" sardı. Kurulması basit bir ortaklık gibi görünüyordu. İki işsiz kafa kafaya verip bir işsiz daha bulduklarında, gerisi komiklik yaparak dans etmeye kalıyordu ki, böylesine müteşebbis kafaların altından kalkamayacağı iş değildi doğrusu. Daha sonraları bunlar halka açık oturumlarda Türk mizahı ve tarihçesi konusunda ahkamlar bile kestiler. Bizler de koyun gibi izledik.

Bir oto galerici arkadaşım "Benim oğlanın ağzı iyi laf yapıyor, bakalım işte, bir partiye sokabilirsek yarın il başkanı falan olur, hayatı kurtulur." dediğini anımsıyorum. Eğer muvaffak olamazsa da, baba mesleğini yapar diye düşünüyordu her halde. Tek ayak üzerinde kırk yalanı söyleyebilmek de bir marifet.

Oğlum doktor ol, mühendis ol tavsiyeleri tarihe karışırken, "Beni ne doktorlar ne mühendisler istedi ..." övünüşü de geçersizliğine büründü.

Bir ara insanlar kafeterya işletmeciliğine soyundular. "Ne işle iştigal etmektesiniz?" sorusunun cevabı ise "Cafem var." gibi kısa bir cümleden ibaretti. Daha sonraları baktılar ki kellede yağ yok, Bar işletmeciliği baş sıraya oturdu. Adına bar denilen bu işletmeler ,genelde içkili lokanta anlamında faaliyetlerini sürdürmeyi daha karlı gördüler.

Son zamanların en modası ise internet-cafe'ler. Şimdi bu Cafeler'de partner gereksinimi yok bir kere. Gidiyorsun, sana bir ekran teslim ediyorlar. Sen ve sanal partner karşılıklısınız. İki çay söylüyorsunuz, ikisini de siz içiyorsunuz. Nescafede de olay aynı.

Biz Türk milleti olarak, dört dubleden sonra bıçır bıçır birbirimizi öperiz. Bereket versin bu tarz Cafelerde alkol satılmıyor. Satıldığını varsayalım. Ya da-ha ileri gidip gece yarısından sonra masa üzerinde dansöz isterse canımız?...

Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Fulya Engin


Mıcırdan düşüm..

Şehir kararır tabi şiirlerime, yüreğime.. Beton sarılı bir çocukluk içinde nefes olsun diye anımsamaya çalışıyorum şimdi duvara tırmanan herhangibir sarmaşığı. Bak hatırladım gibi , bu yaşa getirmek üzere görevli o küçük kızın bedenini taşıdığım günlerden birinde, bahçe merdiveninde otururken ayaklarımın dibine bir kanatı kırık kocaman rengarenk bir kelebek inmişti. Komşunun oğlu gelip “ yaralı bu , öldürelim de acı çekmesin ! “ diyip ayağı ile ezivermişti. Sonra merdivenin kumdan dokusuna , kum tanelerinin sıkışmış taşlığına bakıp düşünmüştüm , ağladığımı hatırlıyorum; kelebek hem öldüğü hem de ölürken hala güzel olduğu için , içimden büyük dursunlar diye çocuk cümleler geçirmiştim, komşunun oğlu “ üzülme “ diye başımı okşayıp gittiğinde ise kendimi cümlelerimden küçümsemiştim ..Ayaklarım dizimle , dizim gövdemle iç içe bir miniklikti.Bendeki bu kırlangıçlık hali o gün başlamış olmalı. Kırlara daha yakındı sırtım çocukkken , dönüp hiç uçmadım gerçi. Belki de o kelebekle birlikte bende bir kanadımı kırıp, indim o merdivene , annemi aradım. Annem gitmişti.Öttüm mü bilmem , belki.. Öttüysem de kimse işitmedi. Sabahları uyanışımın anısı da yoktur ben de , bir çocuk bir sabaha olsun uyanmaz mı ?Hiç hatırlamıyorum yataktan kalkıp sevinç içinde kiraz agaçlarının uzandığı balkonumuza koşarken kendimi. Balkon tamam , ağaçlar tamam , kirazlar da öyle ama ben , ben yokum hiç nedense.. Okula giderken erik ağacının uyuyan dallarına tırmanmış ham erikleri yemiştim kokulu bir silgiyi burnuma sürer gibi bir keresinde de. Sonra erik mideme dokunmuştu , öğretmenim ailemi arayıp beni alan biri gelene kadar paltosuna sarıp masasına yatırmıştı. Duvarın oradan gördüğümü hatırlıyorum kendimi.Tüm çocukların , sıraların , ders anlatan öğretmenin arkasından izlemiştim bekleyen bedenimi. Köpeğimi alıp üst mahalledeki bakkala gitmiştim bir keresinde de , gecekondu evlerinin önündeki toprak yolları geçmiştim , tanımadığım mahallenin çocukları bağırmışlardı sopalarını sallayıp , köpeğimde hırlamıştı onlara ama ben korkmuştum gene de..sonra köpeğimin öldüğünü hatırlıyorum , karlı bir kış günü her zaman ki gibi salmıştı babam sokağa “dolaşsın bakalım “ diye , Tony gitmiş bir daha dönmemişti , gitmeden bir kez dönüp baktığını anlattılar hep “ öleceğini bilmiş gibi “ dediler hep , o gidişi hatırlarım , sonra elimden tutup çok üzülmüyeyim diye aralarında Tony ‘ I anlata anlata beni parka götürmüşlerdi, sağırmışım gibi , salıncaklara bindirmişlerdi..zincirlerin gıcırdayarak kopacağını düşünmüştüm , ne çoktu sesleri.. Alper ve Aykut diye iki çocukluk arkadaşım vardı , ailecek her hafta sonu buluşulur piknik için kıra bayıra gidilirdi , onca oynadıkda bir tek anı yok bak gene.Ama bir keresinde aileler evin balkonunda çay içerken , balkonun tam karşısındaki yamaca tırmanmıştık , hepimize dağ gibi gelmişti , çocuk aklı işte , dağ bayır koşup anneye babaya el sallanacak , bak “ben ne yapabiliyorum “ diye, annem bakmıştı ama görememişti , soluklanmak için oturduğumuzda arkamızdan köpek saldıracak diye uzaktan gelen havlamalardan korktuğumu , kaçma hayali kurarken ya yuvarlanırsam diye kalbimimin güm güm attığını anımsıyorum şimdi bak..

Herkesin güzel sevinçli anıları vardır ya çocukluğu ile ilgili , benim yok vallahi ! Çocukluğum siliktir benim. Güzel anılarım ya olmamış ya da yer etmemiştir hafızamda...Güzel diye bulduğum her anının sonuna bir burukluk eklenmiştir her ucundan tutup çıkarttığımda..

Bir tek..
Okulumun ön kapısından ilk girişimde Atatürk büstünün altındaki, mıcırları görür görmez dayanılmaz bir istek ile gizlice cebime doldurduğumu hatırlıyorum , bakıyorum da yalnız o mıcırların ardına tatsız bir anı eklenmemiş ...

Çocukluğumun tek huzurlu anısını o kısacık anda masum bir günahla ,mıcırlardan değil kendi geçmişimden çalmışım şimdi anlıyorum..

Fulya Engin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Özhan Bilgin


destroyerimden - son

_30.11.2004_

ruhumun gemisi !..
ne sessizliğin,
ne de çığlığın
duyulacaktır, deniz kabuğumda..

örtülüdür izlerin, derin sularında..
öyle ki, bir sakin seslerindir vuran, gün ışığına..
bir de maskara yüzlerin..

eskiye dair bir celp sığınağında,
anımsar gibi yakalayan resimlerin arasında,
ve bir telin ucunda,
balıkçıl duyguların..

belki çığlık daha uzun ya da gür,
belki daha giz ya da birikmiş..
sinmiş etimize kadar ruhumuzdan..
ya mızraklar ya ırmaklar coşmuş,
şarkımızdan..
gördüm ki büyümüşüm..

yüzüyorum sesler çoğalsa da..
yüzüyorum;
boş lakırdılar, kör cihazlar
şuh sesler çıkarsa da..

bir sonrayı tekrardan soluyorum..
ölü bir zamanı yeniden yaşıyorum..

yetmez ki salt söylemekle.
bürünüyorum uyarsız bir şekle.
eş tutuyorum biraz gövdemi,
ruhumun gemisinde..
hem eller hem sahipler
buluşurken..

sesler her daimdir,
geriye doğru ruhumun gemisinde..
enfiyesiz yolculuklar,
örselenmiş bir ömre
dair..

bundandır;
bir sonrayı tekrardan solumam,
ölü bir zamanı yeniden yaşamam,
ve
dalga dalga
nefes almayı sevmem,
bundandır..

[ son ]

Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.516 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


CAMBAZ

Pervasız Asyalı,
çırpınan su balıkları gibi,
avucunda koca bir okyanus
kalakalmışsın tuz zerrecikleriyle...
secd ile eğildiğin hayat
bak nasıl da parçalatmış köpeklerine etini,
söndür bir mum gibi yaktığın cılız alevini...
karşında ufuk çizgisi
usta bir cambaz gibi yürümeye çalıştığın,
yine de sen sağlam bas aşık değilsen,
_aşıksan zaten yoktur hiçbir ölümlünün sana diyeceği....
aldırma,
gideceğin yer üç gün önce _erkenden_cehennemin değil midirki....
Yorgun bir bilgelik daha ...

sus,dinle bak,sorular çengel gibi aklına takılır,
hanginiz bensiniz
hangileriniz...

Bu deniz kenarında kabuğu kırık kaplumbağa,
ölümüne (i)s(t)erik
çince konuşan,anlaşılmayan.....
şu caddelerde ezilen küçük kadın,
duvarda bakışları
aşk isteyen,terliksi böcek....

Ya
Bu cenin
Bu beyaz.......

Hanginiz,
Çiğneyen karanlığı salyalı köpek,
Uluyan ve kokan leş yiyicisi,
Ve yeşil dolar kokusu,neonlu fahişe yatakları.....

Ve sen
Sevgili,
Hangimizi sevmektesin,
İçinde beş kadını saklayan hileli resimde.....
Sağ omzumda hüzünlü yanım, ağır buz kütlesi taşıyor,meşgul
Dilinde sakızdan bir hızma
Kan fışkırıyor sözünden....

Sıkıldım bu dünya halinden,
Alsan koynuna beni,
sırf sevişmek için
iki günahkar,iki haydut.....
bildiğimiz tüm müstehcen fıkraları anlatsak kırmızı....
birbirinden kopuk tüm edepsiz sırlarımızı.....
Ve sonra
tenin yanık salınışı,
"aşkla sevişmek" bu oyunun tek galip anı....

Bunlar hayal,gerçek;

Dört kez çaldı kapı,
Kim o diyemedim,
Dışarıda ben,
__________içeride ben ,
Konuşamadık birbirimizle
Korktuk....
Sustuk....

Nihan Akçalı

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Bayrağa saygı mı? O bizden sorulur arkadaş!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

http://www.derki.com/sayfalar8/topik.html
Kültürlerin kaynaşması bence "topik", sadece Ermeni mutfağına ait diyemeyiz, hele bu yazıyı okuduktan sonra. Ertan Yurderi gözlerinizi yaşartacak zaman zaman hazır olun. Hem topik için hem de daha önce en ki'li bu dergiyi ziyaret etmemişler için bulunmaz fırsat.

...-houston, sanırım koaksiyel ateşleme sisteminin duplikasyon bölümünde yakıt sıkışmasından kaynaklanan bir hata var. -gemi gidiyor mu genç? -onaylandı houston. -devam et o zaman devaaam... http://haydi.net/yazikazani/turkler.asp Türkler uzaya çıkarsa sizce ne olur?

...Sen kocaman göllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir hastalik hem de sağlik gibisin. Özdemir Asaf. Daha nice güzel şiirler igin http://www.dosthane.de kısayolunu tavsiye ediyorum.

Çok hoş bir web sayfası keşfettim http://www.gezgin.com Ben bu sayfada yeniyim ama sağolsun editörler çok iyi çalışmışlar hiç yabancılık gekmedim. Özellikle rehber bölümünü ısrarla tavsiye ediyorum.

Ekmek teknesi isimli bir dizi var. Meraklıları bilir, gerçekten çok keyifle izlediğim ender dizilerden bir tanesi. http://www.ekmekteknesi.com kısayolunda bu dizi ile ilgili her türlü bilgiyi bulabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


MP3 CD Maker 2.0 [1,18 MB] Win95,Win98,WinME,WinNT 4.x,Windows2000,WinXP Deneme
http://www.zy2000.com/download/mp3cd200.exe
Cd yazıcınızla bilgisayarınızdaki mp3 dosyalarını kullanıp harika müzik CD leri yapmak için hazırlanmış güzel bir program. Sizin yapmanız gereken mp3 leri seçmek gerisini o bir çırpıda yapıyor. İlgililere tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050331.asp
ISSN: 1303-8923
31 Mart 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com