|
|
|
12 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Küçüksu Vergisi geliyor!.. |
Merhabalar,
Hala inatla 20 liralık benzin almaya devam ediyorum. Artık tabancayı depoya sokmasıyla çekmesi arasında geçen süre tek sayılı saniyelere düştü ama ben azimliyim. Hergün bazen günde 2 defa benzin almak için pompaya yanaşmak zorunda kalsam da devam edeceğim. Neden mi? Bir sonra ki küpür olan 50 liraya geçmeye daha hazır değilim de ondan. Son zamdan sonra 8 litrenin de altına düşünce pompacı çocuğa çıkıştım. "Zahmet etmeseydin, tükürseydin" dedim, çocuk güldü. "Abi napalım devlet baba'nın ihtiyacı var." dedi, gülüştük. Avrupanın en pahalı benzinini kullanan biz garipler şimdi de bunca rekabete karşın en pahalı mobil telefon hizmetini almak durumundayız.
Geçenlerde minnacık bir yerde okudum. Cep telefonuna 1 liralık vergi eklenmiş. Aman n'olacak 1 liradan, ha 69 lira ha 70 lira ne farkedecek? Sonra üşünmeyip bir hesap yaptım. Memlekette 40 milyon telefon hattı var, çarp 1 lirayla aylık 40 milyon lira hem de yenisinden yani eski hesap 40 trilyon. Yaklaşık 30 milyon dolar. Her ay cukka. Taş attı da kolumu yoruldu. Problem nerede biliyor musunuz? Cebir, analitik geometri, permütasyon, kombinasyon dan bi haber bütçe açığı kapatıcılarında. Seçmişler aralarından en matematik fakiri milletvekillerini delikleri yamasınlar istiyorlar. Hükümet başı bağırıyor."Alooo, delik çapında genişleme var 350 milyon dolar bulun hemen". Yamacılar bildikleri 4 işlemle hesaba başlıyorlar. "Benzine koysak olmaz daha yeni koduk, yenisi girmez. Telefona koyalım çarpın 40 milyonu 1 lirayla, ne yaptı?" "Pardon başkanım hesap makinasının pili bitmiş" "Çarptık efendim 40 milyon yeni TL ediyor." "Koyun gitsin anlamazlar" Anlamayız tabi, tıpkı finansal kalem oyunlarıyla yüzde dokuzlara fırlayan büyümenin nasıl oluyorda tek bir kişi için bile yeni istihdam yaratamadığını anlayamadığımız gibi. Sayın büyüğüm, benim cebim her ay 1 lira fazlalık veriyor, rica etsem onu da bir yerlere sıkıştırıp alır mısınız? Mesela küçüksu vergisi koyabilirsiniz. Bunu atıksu vergisinden ayırdetmek için siz nasılsa bir yol bulursunuz. Günde 3 defa işemek beleş, dördüncü 1 lira. Nasıl ama?
Dergilerimiz Buybye.com'da.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK2YAMA HİKAYELERİ Tahta Kurdu -7- |
|
7
Öldürdün mü ? Ama nasıl olur ..?
İyice kafam karışmıştı. Sevgilim katil mi olmuştu ? Üstelik benim yüzünden. "Keşke; B'nin teklifine karşı çıksaydım, çıksaydım bunların hiçbiri olmayacaktı" diye düşündüm. İyi de iş işten geçmişti çoktan, düştüğümüz yer ise daha da beterdi sanki moktan ..!
"Sen birer kadeh al, ben duşa dalacağım, B ile yaptıklarının ifadesini ayrıca alacağım..."
diyerek çıktı gitti odadan sevgilim P.. "Çivi, çiviyi söker; içkiden geberen bir kadeh daha kafaya diker" diyerek, bir yandan bardakları dolduruyor bir yandan da kazan gibi olmuş kafamı düşünmeye zorluyordum. B'nin üzerime saldırdığını, benim ise pek aldırmadığımı anımsıyordum. Ama sonrasında hatırladığım tek bir sahne yoktu ne yazık ! Neler yapmıştım acaba ? B geldi aklıma, bomba gibi kadındı doğrusu. O; içkime birşeyler karıştırmış, bende onunla kırıştırmış olabilir miydim ? Hayır, madem kırıştırdım; bari bir bölümünü hatırlayabilseydim ya ..! Tek bir sahne bile yok beynimin köşesinde. Detayları boşverdim, ana fikir bile gelmiyor gözlerimin önüne. Tahtakurdu gibiyim hiç kuşkusuz, pis bir tahtakurdu.. Ne bulursa silip süpüren...
"Tekrar gözlerimi açtığımda, paralarımızı koyduğumuz çantanın yerinde yeller esiyordu" diye anlatmaya başladı, duştan çıktığı gibi sevgilim P. "Onca emeğimizin boşa gitmesinin hırsı pahalıya patladı" diye ekledi. Topallaya topallaya yanıma gelip kadehine uzandı, sıkı bir yudum alıp anlatmaya devam etti. Kapıya kadar sürüne sürüne yürümüş ve tam kapı eşiğinde devrilmiş. Sesi duyan otelin kat görevlisi hemen yedek anahtarla kapıyı açmış ve ona yardım etmiş. Çabuk ayılabilmesinin nedeni benden çok daha az içmiş olmasına bağlıydı. Zaten benim kadar sevmezdi içkiyi. Dakikalarca odada düşünmüş ama aklına pek fazla fikir gelmemiş. Daha fazla beklemekten sıkılıp hemen yukarı katta B'nin odasına koşmuş. Banyodan şarkılarla birlikte su sesleri gelirken usulca içeri girmeyi başarmış. Yatak odasından B'nin çılgın seslerini duyunca, zirzop herifle seviştiğini düşünmüş önce. Ama banyodan gelen su sesi ve şarkıların bana ait olmadığını anlaması da güç olmamış ( Kazara bir kez banyoda şarkı söylemeye kalkışmıştım yanında, o da sesim hakkında notunu vermişti ). Bu durum onu daha fazla meraklandırıp, heyecanlandırmış. Usulca yatak odasına yönelmiş ve açık duran kapının eşiğinde gördüğü sahne ile zıvanadan çıkmış. Altta kalanın canı çıksın derler ya bende tam o pozisyondaymışım.
"Üstte B, altta sen, çıldırmaz mıyım ben ?" diyerek gülümseyince;
"Tatlım keşke boşversen.." diye ağzımı açacak iken yüzüme doğru gelen yastıktan kaçacak bir pozisyon bulamazdım elbette elimdeki kadehle..
"Bir de tokat atsaydın" demeye kalmadı, sille tekme girişti aksayan ayağına rağmen. "Şıllık seni !" diye saldırmış B'ye ve hemen başucunda bulduğu kül tablasını vurmuş kafasına eline ilk geçen nesne olarak. Aldığı darbe ile yatakta devrilince de çullanmış üzerine ve bu kez var gücüyle basmış yastığı yüzüne. Sesi kesilivermiş B'nin. Dönüp B'nin altında kalan bana bakmış ki; ben sızmış biçimde uyuyorum ve hatta hiç mi hiç kabahatim yok; hemen çevreyi incelemiş. Ama bizim paracıkların olduğu çantadan eser yok. "Belki zirzop herif onu banyoda tutuyordur. Ona gücüm yetmez, bunun da ayılacağı yok !" diye düşünüp, süratle beni giydirip oradan kaçırmaya karar vermiş. Ve masanın üzerinde B'nin arabasının anahtarını görünce de, paracıkların intikamını bir nebze olsun alayım bari diye, kaptığı gibi odayı terketmiş. Tam beni sürükleye sürükleye kapı eşiğine zar zor getirmiş iken; meraktan kendisini takip eden kat görevlisine rastlayıverince ondan yardım istemiş.
"Seni Allah gönderdi, çok içmiş bizimkisi. Bir omuz versen ?"
Kat görevlisinin yardımıyla, önce asansöre, sonra da B'nin arabasına beni güzelce yerleştirmişler. Sonra da hesabımızı kredi kartı ile ödediği gibi basmış arabanın gazına.
"Artık, bir leşim var" dedi gözleri ağlamaklı. "Ne yapacağız şimdi ?"
"Gel buraya ..!" dedim gülümseyerek, "B ile yaptıklarımı hatırlayamıyorum ama şu an yapacaklarımı hatırlayacağımdan emin olabilirsin"...
Denizin güzel kokusunu ciğerlerime almak için balkona çıktım. Ters tarafta kaldığından güneşin batışını göremeyecektim ama akşamüstü serinliğini hissediyordum. Sadece ciğerlerimin değil beynimin de temiz havaya ihtiyacı vardı. P ile az önce yaşadıklarımızın keyfiyle bir sigara aldım, o ise biraz uyuklayacağını söylemişti. Şimdi kaldığımız yer bir pansiyondu. Balkonumuzun önünde genişçe bir bahçesi vardı. Sonra arada sahil yolu ve onun da önünde deniz. Balkonumuzun önünde ise birkaç ağaç. Sevimliydi doğrusu. Ama bu göçebe hayatı nasıl sürdürecektik ? Üstüne üstlük bir de cinayet davası. Yine de ciğerlerime iyi geldi şu balkona gelen deniz havası. Kalkıp bir içki daha aldım. Mışıl mışıl uyuyordu sevgilim. Altı rakamı biçiminde, büzüşmüştü yatağın içinde. Üzerine ince pikeyi örttüm usulca. İnsanlar uyuyunca ne kadar masum oluyorlar diye düşünmeden edemedim. Bahçe kapısından bir çocuk girdi içeri, 10-11 yaşlarında. Yorgunluğu bu denli uzak mesafeden bile kolaylıkla anlaşılıyordu.
"Çok yoruldum anne, yiyecek birşeyler var mı ?"
- Var elbette, epeyce satmış gibisin, öyle mi oğlum ?
"Sadece 2 tane kaldı anne, al bunlarda parası.."
- Aferim evlat, sıcacık börek ve taze ayran getiriyorum hemen şimdi, az dur hele..!
Beni gördü balkonun ucunda, hafifçe gülümsedim, o da gülümsedi. Yanıma doğru gelmeye başladı, ne soracağını tahmin ettiğimden; "Yeni geldik, dün gece geç vakitte" diye yavaş sesle konuşmaya başladım P'yi uyandırmamak için. Önce; parmağımı dudaklarıma "yavaş ol !" biçiminde götürdüm, ardından da içeride birinin uyuduğunu sessiz film oynar gibi tarif ettim. O da başını "anladım" biçiminde salladı. Kısık sesle sordum :
"Ne satıyorsun sen bakiiim ?"
- Gazete... Bizim gazete.. Sadece burada satılıyor amca..
deyince; "Öyleyse ver bakalım bir tane" dedim ve sevinçle koşa koşa gidip bir çırpıda geldi. Parasını uzattım, üstünü vermeye kalkınca elimle "gerek yok, tamamdır" işaretini de ihmal etmedim. Mesajı aldı ve sevinçle yerine doğru koştu. Yerel bir gazete olduğu her halinden belliydi. Güneş batmadan bakınayım diye elime aldım. Ön sayfada yöresel turizm haberleri, arka sayfada kocaman bir reklam. İç sayfalardan birini açtım rastgele... Hiiii ..!
"Sevgilisi tarafından bıçaklandı" başlığının yanındaki resmi görünce haykırmışım :
"Haydaaaaa, B değil mi yahu bu kadın ? Bıçaklandı mı, nasıl yani ..?"
Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz Annem'e dair hikayeler -I- |
|
1970'li yıllar olmalı.. Neyir markası o zamanlar oldukça gözde idi, ben de hatırlıyorum. Annem ve arkadaşları, çoğunlukla Osmanbey'deki o mağazadan giyim kuşamlarını hallederlerdi. Hatta sonra, mağazanın en dipte kalan köşesine bir de çocuk giyim bölümü açmışlardı. Nedense o bölümü, hep loş olarak hatırlarım. O dönemler, çok sık elektrik kesintileri olurdu. Belki de, bizim gittiğimiz zamanlar kesintilerle çakışıyordu. Kimbilir?..
Günlerden bir gün, annem, benden bir yaş küçük olan kızkardeşim ile beni kapı komşusuna satıp Neyir'e gitmiş. Ortalık tam anlamıyla ana-baba günüymüş. Çünkü, eski deyimi ile "Tenzilat", yeni versiyonu ile "indirimli" günlerdenmiş. Ulu orta, bluz üzerine bluz deneyen kadınlar mı dersiniz ?.. Yoksa, çeşitli eşeleme teknikleri uygulayarak sepettekilerin en altında gizli kalmış hayallerini arayanlar mı?.. Anlayacağınız, içerisi bir savaş alanını andırıyormuş. Tipik! Şimdilerde de durum hep aynıdır.
Epeyi bir uğraş sonucu, annem de koltuğunun altına bazı giysiler alarak, denemek üzere kabin sırasına girmiş. Sıra ona gelip kabine girdiğinde ise, büyük bir zafer narası ataraktan başlamış seçtiği giysileri tek tek giymeye.. Biri bol geliyor, tabii çoğu dadar geliyor, bazılarının kalıbı bir hoşmuş da kendisini hilkat garibesi durumlarına sokuyor, anlayacağınız olmuyor.., olmuyormuş. Bu arada, kabin için sıra bekleyenlerin vıdı vıdı'ları annemi ve giydiklerini iyice kastırıyormuş.
Tam pes etmek üzereyken, kül kedisinin camdan ayakkabısına kavuşması gibi, mutlu bir sona yakın bir anda, annem hayalindeki elbiseye sığıvermiş. "Yuppii.." vaziyetlerinde soyunup tekrar kendi kıyafetini giymiş. Ardından soluğu kasa kuyruğunda almış. Neyir'in tenzilat günleri muhtemelen şimdiki Mango kuyrukları gibiymiş. Hatun kişiler kuyrukları bilirler. Beyler de kapılarda oflayıp poflamayı. Neyse..
On dakika sonra önünde sadece iki kişi kalmışken mağazanın içinde bir çığlık duyulmuş. Tüm kafalar sesin geldiği yöne çevrilmiş. Annemin miz-an-pli'li başı da tabii.
Bol makyajlı sarışın bir hatun, göğüs ve etek uçları dantelli, krem rengi kombinezonu ile tiz tiz vede cıbıl cıbıl bağırmaktaymış. Aynı zamanda, bacaklar ve kollar "x" vaziyetinde orasını burasını, özellikle de balkondan zıplayan göğüslerini saklamaya çalışıyormuş.
- Elbisem?.. Elbisem nerde? Allah rızası için söyleyin! Çıplak kaldım. Elbisem yok!
Kadıncağıza cevap veren olmamış. Ancak mağazada bir takım mır mır konuşmalar başlamış.
- Aaa.. Kadın resmen cıscıbıldak kalmış şekerim..
- Kombinezonun dantelleri ne de güzel ama!.Kesin kazık bir yerden almış.
- Ayy..Susun! Ayıp oluyor ama kadına..Aaa!
- Hatunun boynundaki kırışık katlardan belli, yaşı geçkince. Ama, allah için kendine iyi bakmış, Helal! Bacakları sütun gibi vallahi.
- Zavallı! Ayakkabıları da yok ayağında. Ay üşütecek kadın!Ay!
- Yaa.. Tezgahtarlar da hiç yardımcı olmuyorlar kadıncağıza. Hay allah, kadın ağladı ağlayacak!
Kadın bakmış yardım eden falan yok, o vaziyette mağazanın içinde dolanmaya başlamış. Annem de içinden, " Eh, bu patırtıda olacağı buydu. Zavallı! Neyse ki ben ucuz atlatmışım. Elbisem üstümde" diye düşünmekteymiş -ki....
- A! Aaa! İnanmıyorum. Bu!. Bu benim elbisem!
- Ne diyorsunuz hanımefendi?
- Bu benim elbisem diyorum, anlamıyor musunuz?
- Hayır, o benim. Bakın.. Bakın, sırada bekliyorum. Ödeyip gideceğim.
- Hayır, benim! Ay.. Halime bakın! Çıplak kaldım. O benim! Geçen sene almıştım.
- Aaaa.. Bakın kızıyorum!
- ........
Annem, diretse de huylanmış ve bir yandan kadına laf yetiştirip, bir yandan da çaktırmadan elbiseyi evire çevire incelemeye başlamış.
- Bakın! Fiyat etiketi var mı üstünde? Yok! Hem biraz da tüylenmiş. 'Eski' diyorum size!
- Ay.. Vermiyorum işte! Kaç saattir tıklım tıkış bu yerde, giy-çıkare canım çıktı. Bu tam oldu. Veremem vallahi. Bana ne? Aaa..
- ....
- Hem, siz.. Ne akla hizmet, buradan satın aldığınız elbiseyi giyerek, yine buraya ve de üstüne üslük tenzilatta gelirsiniz? Bu günü mü buldunuz? Gelmeseydiniz efendim! Aaa.. Ben elbiseyi çok sevdim. Üstelik, çok da yakıştı. Tezgahtarlar da gördüler. Öyle değil mi hanımefendiler?
- .....
- Gidin ne bulursanız giyin üstünüze, bu benim!
- Ama ?..
- ......
- ......
- Tamam, tamam alın sizin olsun! Of..
- Hah, sağolun!
- Siz de bir daha böyle bir hata yapmayın lütfen! Seneye hiç anlamam, evinize kombinezonla dönersiniz, ona göre!
Ah annem! İlahi, canım annem!
"Neyir" markasını birileri satın almış ve tekrar canlandırılacakmış.
Tıpkı senin bu gırgır ve de muzur hikayenin bende şimdi canlanması gibi. Hem de KM ile tescilli!
Gülendam Z.Oğuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana ‘’Mutluluk Sevgidir ‘’Yürek aynası’’ |
|
Bu sabah gözlerimi açtığımda ellerimle gözlerimi oğuşturup dururken, bir yandan resmi geçit yapıyordu beynimdeki düşünceler güne..
Dünya bu hal üzerine kurulmuştu besbelli.. ‘’Doğuş, uyanış ve kalkış..’’
Günler arası günlerde, haftalar aylar yılları kovalarken biz insan denen canlılar, bazen alkış bazen kıyamet sunulan veresiye hayatlar yaşıyoruz...
Kimimiz düşüncelerimizde geçebilmişsek kendimizi, artık sevinç kırıntılarını yüreğimizin bir köşesinde biriktirebilmişsek sabır ve kanaatle, yatırmışsak zaman içinde iyilik ve güzellikle ‘’ mutluluk sevgidir ‘’ bankasına ,
Kalbimiz aynamız olmuştur yaşarken zaman içinde,yüreğimizin kanunları hiç bir zaman uymasa da bu dünya düzenine...
Ne biz istemiştik dünyaya gelmeyi, ne de bizi dünyaya getiren annemiz babamız canlarımız insanlar....
Kararlı ve karartılı bir düzenin içinde yuvarlana tekerlene yaralı bereli yaşamak uysa da birilerinin işine, hiç bir zaman ne dervişlik ne ermişlik edemedim, evetli hayırlı insan müsveddelerinin işine...
Söz geçiremem ki’’ kendimin bile, boynu kıldan ince kendime...’’
Fesuphanallahları ipe dizer giderim...
Dünyanın savaşları ve kokmuşluğu kaf dağında bile söylenir olmuş, Melek ninemin anlattığına göre...
Kurşun gibi ağır, mikrop yuvası hayatlar ne canlar yakıp, şifası bulunmayan yaralar açıyor diye konuşuluyormuş Zümrüdü Anka meclisinde...
Yıllardır ne kanlar dökülüyor, saçma sapan para makinesi olmuş bazı vampir insanlar..
Zavallı insanlar...
Gözler aydın, olsun kulaklar Manisa diye halk arasında kahve köşelerinde atıp tutarmış çok bilmiş insanlar...
‘’Harp meydanı olmuş dünya ‘’ bencilliğimize esir düşmüş güya...
Yükselir gökyüzüne bunca keşmekeş ve streslerden yükselen toz bulutları şimşekler çakıyor, yine de anlayamıyoruz biz insan denen canlılar...
İşte yine bir ‘’keşke’’bilebilseydik ‘’keşke’’
Ne kötülüğün ne iyiliğin haddi yok..!!
Anlatılamaz hiç bir kelimelerle..
Karar verdim, içimdeki kurulla.. Eğer iyilik ve güzellik bizim olmazsa !
Dünya saray olsa, altını üstüne getirmezsem’’ çiçek gibi sevgi çocuklarıyla...’’
Bir canlının yüreğinin bir köşesinde kalsa bile minnacık bir sevgi kelebeği, Ay gibi parlak, Yıldız gibi ışıldayan, Güneş gibi aydınlatan, yaksa da içimizi dışımızı sevmenin ve sevilmenin güzelliği, yaradanımındır deyip, son nefesimi içime çeker, veririm canımı..
Yeter ki senden, benden, bizden dünyaya sevgi doğsun.....
İNSANLAR, İNSANLAR İÇİNDE, İNSANLARA HASRET YAŞAMASIN..!!!
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Köroğlu İle İlgili Küçük Bir Değerlendirme
Köroğlu araştırmacılar tarafından sadece, Bolu - Düzce dolaylarında devlete karşı baş kaldıran bir eşkıya olarak tanımlanıyor. Bu Osmanlı dönemine ait bir tanımlama. Osmanlı döneminde, Köroğlu ismiyle devlete karşı başkaldıran eşkıyalar ise bir tane değil, yüzlercedir. Bu eşkıyalar benim konumun dışında olduğundan onları tek tek ele almak istemiyorum.
Köroğlu hakkında pek çok yazı bulabilirsiniz. Çok sayıda kitap da yayınlandı. Kimi belgelerin de eklenip tezlerinin güçlendirildiği bu çalışmalarda, genellikle, Köroğlu'nun eşkıyalığı allandırılıp pullandırılıyor ve varsıldan yoksula yardım amacıyla soygun ve talan yaptığı öne sürülerek, soygunları vurgunları yasal hale getiriliyor.
Her yönetim kendisine karşı çıkanları bu konum içinde değerlendirir. Ona göre de yasal işlemler yürütür. Buraya kadar yazılanlar bilinen gerçeklerdir.
Ya bilinmeyen gerçekler nelerdir?
Köroğlu'nun Robin Hood'a benzetilmesi. Bolulu (Düzceli) Köroğlu, Osmanlı ordusunda görev almış bir akıncı beyiydi. Markoçoğlu, (Yılanoğlu), Turanoğlu, Çopuroğlu gibi... Bu isimlerin hepsinin yönetimle çelişkisi başlayınca isyan ettikleri de bilinmektedir. Ya Robin Hood İngiliz ordusunda görevli birisi miydi acaba? Bunlar işin bir başka yanı...
Benim bildiğim Köroğlu ise, bir destan kahramanıdır.
Öyle içkiye falan düşkünlüğü de yoktur.
Kadına düşkünlüğü ise, halk yazını içinde yer alan bir sistemle yürütülmüştür.
Aras'ın üç sihirli köpüğünü içen, ölümsüzlük mertebesine ulaşan bir halk (destan) kahramanıdır.
Köroğlu destanlarını dinlediyseniz:
Ömründe ekili tarlaya basmayan birisi.
Koçaklığından daha önemlisi dervişliği ön planda olan birisi.
Ab-ı hayattan içtiğine ve kırklara karıştığına inanılır.
Evlilik bakımından, çok evlilik denen olgudan nasibini almış: İki evlilik yaptığını söylüyor destanlar. Birinci karısı Niğar Han, ikinci karısı Mömüne (Döne) Sultan. Bu olayı Köroğlu Güzellemesi şöyle anlatır:
Han Niğar'ım benden yüzün çevirme
Bir yiğide iki güzel çok mudur
Beni görüp başın yere eğdirme
Bir yiğide iki güzel çok mudur
Köroğlu'nun üç oğlundan söz edilir: Aslan Bey, Acemoğlu, Dağıstanlı Hasan. Bazı anlatıcılar Dağıstanlı Hasan'ı Aslanbey olarak veriyorlar. Ayvaz ise üvey oğludur. Bazı anlatımlara göre Köroğlu'nun iyi bir katibe ihtiyacı olduğu için Ayvaz'ı yanına alır. Adı Han Ayvaz olarak bilinir. Hanlık unvanı olan bir kişidir...
Köroğlu'NUN SONU
Köroğlu'nun sonu ise: Köroğlu ölmemiştir, kırklara karışmıştır. Bilinen kırk ma-kamı vardır. Sonuncu makamı ise, kırklar makamıdır. Bizim bildiğimiz, bu Köroğlu onların anlattığı Köroğlu değildir. Her seferinde yazıyoruz, ayrılması gerekiyor.
Bizim Köroğlu destan kahramanıdır. Sultan Köroğlu'dur. 15 yaşında sultan olmuştur. Yaylası ise, Okçuoğlu Yaylası'dır. Bu yaylanın hemen yanında Köroğlu Dağı vardır. Biraz ileride ise, koca bir Köroğlu Orman Bölgesi vardır. Tüm coğrafi kayıtlarda yazılıdır. Kalesi, Göle'nin yakınlarında Kür vadisinde bulunur. Adı ise SEVİMLİ VEL kalesidir. Bu kaleyi uzun zaman mesken tutan Köroğlu, daha sonra, bugünkü Iğdır şehrinin kalesine çekilir. Çünkü Döne Sultan bu kalenin beyinin kızıdır. Onunla evlenince o bölgeyi mesken tutar. Sonu da bu kalede olur ve orda ölür. Mezarı da bu kalenin içindedir.
Bu konuda yazacaklarım şimdilik bu kadardır.
Ben Köroğlu'nun yedi ana kolunu ve ölümünden sonra delilerinin oluşturduğu 24 kolu hakkında bilgilere sahibim. İlle de ille bizim Köroğlu eşkıya olacak! On yaşındaki Ayvaz'ı dağa kaldıracak, çocuk yaşta biriyle aşk ilişkisi kuracak ki, bugünkü deyimle sapık ilişkilerin içinde olacak! Kaynaklar da böyle veriyor... Yazılar ve anlatılan her söz böyle.
Çünkü, Köroğlu bir Türkmendir, bu ölçütlerle değerlendirilmiş.
Yukarıya aldığım Robin Hood'a benzesin diye, eşkıya Yanoşik'e benzesin diye yazılar yazılmış. Çünkü; benzemesini isteyenler bunun böyle olmasını istiyorlar. Elimizden gelen ise söylenenlerin gerçekle ilişkisinin olmadığını söylemek...
Biz bu kadarıyla yetiniyoruz. Ne Bolu, Düzce'deki Köroğlu, ne de bizim destan kahramanı Sultan Köroğlu Robin Hood'a benziyor, benzemesi de gerekmiyor. İngilizler benzesin diyorlar, bizimkiler de benzetiyorlar.
Bu yapay ve zoraki benzerlik bizi Avrupalı yapmaya yetmez.
Orhan Bahçıvan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ÇÖP KEDİSİ
Şehrin üzerindeki karanlık yerini ağır ağır güneşe bırakırken ihtiyar kadın namazını bitirmiş dua ediyordu. Odasının penceresindeki asma yapraklarının arasından güneş ışıklıkları odayı aydınlatıyordu. Pencerenin önündeki güneşte uyuşuk uyuşuk yatan pamuk kadar beyaz kedi pencereden atlayarak ihtiyar kadının seccadesinin yanına uzandı. Her zaman ki güzelliği ve zarafetiyle üzerindeydi..
İhtiyar kadın duasını bitirdikten sonra Pamuk adını verdiği kedisini kucağına aldı. İhtiyar kadın kediyi okşadıkça kedi genleşiyor keyfinde sağa sola dönüyordu. İhtiyar kadın yerinden kalkarak mutfağa doğru ilerledi. Pamuk kadının peşine takıldı eteğini arasına giriyor, ara sıra eteğinden yukarı zıplıyordu. Kadın dolaptan süt çıkartıp Pamuğun tabağına doldurdu. “hadi gel bakalım Pamuk prensesim iç sütünü “ dedi. Pamuk nazlı nazlı yürüyerek sütünü içmeye başladı.
İhtiyar kadınla Pamuk yıllardı bu evde yaşıyorlardı. Evde onlardan başkaları da yaşıyordu elbet. Kadının oğlu gelini, torunları ve de hizmetçileri ile evi paylaşıyorlardı. İhtiyar kadın bir Osmanlı hanım efendisiydi. İhtişam ve asaletinden kimseye ödün vermezdi. Ama bu görkemli görünüşü yanında o kadar mütevazi o kadar da alçak gönüllü idi. Çevresinde ki herkes tarafından sevilir sayılır değer görürdü. Pamukta ona çekmiş olacak ki oda asil bir kediydi. İhtiyar kadının eşi onu ölmeden bir ay evvel iş için gittiği Van dan getirmişti. İhtiyar kadın Pamuk’u ölen eşinin bir yadigarı olarak görür onu el üstünde tutardı. Birde onların ortağı torunları Ali vardı. Nine torun ve pamuk bir araya geldi mi onların keyfine diyecek yoktu. Ancak çocuğun annesi hizmetçiye sık sık tembihliyor çocuğun kedi ile oynamamasını istiyordu. “ maazallah pis kedinin kılları boğazına gider çocuk hasta olurdu.”
Ancak pamuğunda yaşı ilerlemiş, pamuk beyazı tüyleri bir bir halılar üzerine dökülüyordu. Bu durum evde yaşayan hizmetçi ve gelin tarafından hoş karşılanmıyordu. Bu ikili ihtiyar kadını da sevmiyorlardı. Ancak kadına saygısızlıkta edemiyorlardı.ihtiyar kadının oğlu evin içinde olanlarla pek ilgilenmiyor sabah erken çıkıp akşam eve geç geliyordu. İhtiyar kadın komşulardan duyduğuna göre oğlu pek çalışmıyor akşamları meyhaneye takılıyordu. Gelin dersen kocasından sonra evden çıkıyor geç vakitlerde eve dönüyorlardı. Gelininde arkadaşları ile poker partilerine gittiğini öğrenmişti.
İhtiyar kadın çok zengindi. Bu zenginliği olmasa onu çoktan kapının önüne korlardı. Ama ne yapsınlar parası olduğu için ses çıkartmıyorlardı.ihtiyar kadın namazlarda onların iyi yola gelmesi için dua ediyordu. İçindeki sevgisini torununa ve kedisine veriyordu. Kedisi ile baş başa kaldıklarında içindeki üzüntüsünü kederini onunla paylaşıyordu.
Pamuk gün boyu tembel tembel yatıyordu. Ne yapabilirdi ki işi yoktu. Kendisine ikram edilen yiyecekleri bazen sokakta gördüğü sokak kedileri ile paylaştığı olurdu. Arada onlarla muhabbet eder sokaktaki yaşamdan haberdar olurdu. Sokak kedilerinin halini görünce kendi haline şükrederdi.
Bir sabah herkes uykuda iken evin ihtiyar hanımefendisi sabah namazını kılmak için kalmış abdestini alıp namaza durmuştu. Pamuk onu her zamanki gibi uzaktan izliyor. İhtiyar kadının namazını bitirip sütünü vermesini sabırsızlıkla bekliyordu. İhtiyar kadın namazını bitirip ellerini duaya kaldırmıştı. Pamuk pencerenin kenarından indi kadının yanına sokulup ona sürtünmeye başladı. İhtiyar kadının elleri bir yavaş yavaş aşağıya doğru düştü. Sonra ön doğru eğildi. Öyle kala kaldı. Pamuk en sevimli hareketlerini yapmasına rağmen ihtiyar hanım efendiyi hareket ettiremiyordu. Gösterdiği çabanın fayda etmediğini görünce kapı aralığında geçerek Ali’nin odasının tırmalamaya başladı. Miyavlıyor ha bire kapıyı tırmalıyordu. Kedinin çıkardığı gürültüleri duyan Ali yatağından fırladı kapıyı açtı. Pamuk üzgün yorgun ve de telaşlı olarak Alinin yüzüne bakıyordu.. Ali bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Koşarak ninesinin odasına girdi.
“Nine, nine ... beni duyuyor musun..?...nine...” ninesinden ses yoktu. Ali bir çığlık attı “Aneeeeee, baba....” biraz sonra Alinin annesi ve babası ihtiyar kadının odasına gözlerini ovuşturarak geldiler. “ne oldun, nene var sabahın köründe” deyerek Aliye çıkıştı annesi. babası ihtiyar kadına dokundu “anne” diye seslendi ses yoktu. “Ali sen odana” diyerek Aliyi odasına gönderdiler.
Ali Pamuk’u da yanına alarak yatağına yattı. Pamuk’a sarılıp ağladı. Ninesi için endişeleniyordu. “Hasta mı olmuştu, dün iyi görünüyordu. Yoksa...” dudaklarını bir burukluk kapladı gözlerinden birkaç damla yaş Pamuk’un beyaz tüylerine düştü..
Ogün Alilerin evi kalabalıklaştı. Birileri gelip gidiyordu. Sonra ninesini yeşil örtülü bir tabuta koyup evin kapısından çıkardılar. Ali ve pamuk ninelerinin arkasından el sallıyordu. Ali biliyordu artık ninesi bir daha dönmeyecekti. O sevdiklerinin yanına gitmişti. Pamuk’ta durumu anlamış olacak ki dalgın dalgın uzaklara bakıyordu. İhtiyar kadının cenazesi bahçeye çıkınca hava hafif hafif çiselemeye başladı. “iyi insanlar ölünce gökyüzü ağlar” diye öğretmişti Aliye ninesi. Gökyüzü ağlıyordu. İyi bir kadın daha gidiyordu aralarından.
İhtiyar kadın öleli birkaç gün geçmişti. Evde bulunanların gözündeki sahte göz yaşları da kurumuş yerini sevince bırakmıştı. Ali ile Pamuk hala hüzünlüydüler. Geceleri bir birlerine sarılıyor, bir birlerini teselli ediyorlardı.
Kadının ölümünden üç gün sonra sabahleyin Alinin annesi hizmetçiyi yanına çağırdı. “o ihtiyar kadının odasında bulunan bütün eşyaları çöpe at. Ona ait bir şey istemiyorum bu evde” dedi. Kadın akşam gelmek için evden çıktı. Hizmetçi gayet memnun bir şekilde İhtiyar kadının odasına çıkıverdi. Eline ne geçirdi ise çöpe attı. Duvardaki resimleri, seccadeleri, tespihleri, yatağı yorganı, yastığı... hepsine çöpe attı.
Ali durumu görünce ninesinin eşyalarının atılmasına engel olmak istese de onu dinleyen olmadı. Akşam olunca Alinin annesinin ilk işi ihtiyar kadının odasını kontrol etmek oldu. Ondan geriye bir şey kalmadığını görünce çok sevindi. Artık evin tek sahibi ve hanım efendisi idi.
Hizmetçiye sordu “Ali nerede?” “Odasında efendim” dedi hizmetçi. Kadın Ali’nin odasına vardığında yatağın içinde Ali ile beraber Pamuk’un uyuduğunu gördü.içinde İhtiyar kadının kedisini oğlunun yatağında görünce öfkesi kabardı. Hizmetçiye bağırdı. “gel al şu bit torbasını, o kadından bu evde bir şey kalmasını istemediğimi söylemedim mi?” bunundan soluyordu. Hizmetçi koşarak geldi. Yatağın içindeki kediyi almak için hamle yaptı. Ama bu gürültüye uyanana Ali bir hamlede kedisine sarıldı onu vermek istemedi. Hizmetçiye Ali’nin annesi de yardım ederek Alinin sıkı sıkı tuttuğu kediyi aldılar.
Ali annesine yalvarıyordu” ne olur anne nineme ait her şeyi çöpe attınız. Bari onu bana bırakın. Dokunmayın kedime. O ninemin tek hatırası” Alinin ne yalvarması nede ağlaması sonucu değiştirmedi. Hizmetçi kediyi kaptığı gibi sokağa attı. Arkasındanda bir taş fırlattı.
Zavallı kedi ne yapacağını ne yöne gideceğini şaşırmış. Sokak lambasının ışığının vurduğu bahçe duvarında uzun süre öylesine bekledi. Gözleri ile kaçamak kaçamak evin kapısına bakıyor. Belki pişman olurlarda beni içeriye yeniden alırlar diye düşünüyordu.
Vakit gece yarısını geçmiş sokaklardan el ayak çekilmiş, herkes sıcak yuvasından sevdikleri ila sarmaş dolaş yatıyordu. Artık kapının açılmayacağını bir daha kendisini bu eve almayacaklarını anlamıştı.
Eski günler geldi aklına ne güzeldi ihtiyar kadın , sabahları sıcak süt, Ali ile oynamalar. Gözünden yaşalar süzüldü. Artık çaresiz ve kimsesizdi.
Hava soğumaya başladıkça üşüyor titriyordu. Kaç gündür üzüntüsünden yemekte yememişti. Üşümesine hem soğuğa hem de açlığa bağladı. Birkaç parça yiyecek bulmak umudu ile karanlık sokaklara daldı.
Burnuna sıcak yemek kokuları geliyordu.iyice yaklaştığından yemek kokusunun bir eğlence merkezinden geldiğini gördü. İçerde insanlar yemek yiyor eğleniyor, müzikle dans ediyorlardı.
İnsanların eğlencesini bir süre seyretti.. sonra eğlence merkezinin mutfağını armaya başladı. Belki oralarda birkaç parça yiyecek bulabilirdi. Mutfağın yönünü bulmakta zorlanmadı. Kokuyu takip ederek kokunun en yoğun olduğu yere geldi.
Bulunduğu yerden mutfağın içerisi görünüyordu. Aşçılar yemekleri tabaklara koyuyor, garsonlar masalara servis ediyorlardı. Etleri görünce açlığı daha da arttı. Açlıktan bayılmak üzereydi.içinden keşke kemikleri dışarı atsalar diye geçiriyordu. Birkaç lokma yer karnını doyururdu.
Beklemeye başladı. Eğlence merkezindeki insanlar yavaş yavaş evlerine gidiyorlardı. Eğlence merkezinin kapısı kapandı. Çalışanlar içeriyi temizlemeye başladılar. “Birazdan içerideki çöpleri kapının önüne koyacaklar diye” düşündü. Kendisini güzel bir yemeğin beklediğini hissediyordu. Açlıktan kıvranan midesini birazdan gelecek kemiklere hazırlıyordu. Doyasıya yemek artıklarını yiyecekti. Oysa daha düne kadar kendisi için özel etler pişirilir, sütü sıcak sıcak önüne gelirdi. Ne hallere düşmüştü. Bu haline de şükrediyordu. En azından birazdan yemek artıklarını yiyecekti ya onlarda olmasaydı.ne yapardı.
İçeridekilerin işlerini bitirdiğini görebiliyordu. Bir yamak yemek artıklarının bulunduğu poşetleri alarak kapıya yöneldiğinde Pamuk yerinde duramıyor, yemeğe saldırmamak için kendisini zor tutuyordu.
Yamak kapıyı açtı elinde bulunan yemek artığı çöpleri ağzına kadar dolmuş çöp bidonunun yanına atarak oradan kayboldu. Pamuk şimdi sırası diyerek bulunduğu ağcın dalında aşağıya atladı. Bir çırpıda çöp bidonunun yanına vardı. Etli yemek artıklarının bulunduğu çöp poşetini tırmalamaya başladı. Tam poşeti yırtmış et parçasını alacaktı ki neye uğradığını şaşırdı.
Başında kocaman bir gölge duruyordu. “ hop ufaklık sen acemisin her halde, buralara belli ki yeni düşmüşsün “diye konuşan bir köpeğin sesi ile irkildi. Köpeğin kendisine kızgın kızgın baktığını görünce ağzındaki eti yere bıraktı. Hızlıca indiği ağaca çıktı. Midesi zil çalıyor, köpeğin korkusundan kalbi hızlı hızlı atıyordu.
Paçayı zor kurtarmıştı köpeği elinden. “ neyse dedi köpek nasıl olsa hepsini yiyemez o yedikten sonra kalanı da bana yeter” diye düşündü. Beklemeye başladı. Köpek güzelce karnını doyurdu. Kemiklerin üzerinde bulunan en iyi etleri yedi. Sokağın boşluğuna doğru uluyarak çekip gitti. “ ohhh, nihayet” dedi kedi. Ağaçtan yeniden atladı. Bin yıl düşünse bir köpeğin artığını yiyeceği aklına gelmezdi. Açlıktan bunu düşünecek zamanı yoktu. Kemiklerin başına geldi, etrafta kimseler görünmüyordu.
Ağzına bir lokma almıştı ki etrafında büyük bir gürültü oldu. Ağaçlardan, duvarlardan birileri atlamış, etrafını sarmıştı. Başını kaldırdığında etrafını çok sayıda sokak kedisinin sardığını gördü. Hepsi kendisini parçalayacak gibi bakıyordu. İçlerinden iri yarı olanı “çekil bakalım hanım evladı” diye bir adım ileri atladı. Bir “diğer duruma bakılırsa bizimki yeni düşmüş” öbürü “süt kedisi acıkmışa benziyor ona yardım edelim mi ?“diye alaycı alaycı konuştu. Bütün kediler, arkadaşlarının sorduğu soruya “ evettt” diye karşılık verdiler.
Pamuk kedilerin kendisi ile yemeklerini paylaşacaklarını zannediyordu. Ne olduğunu anlayamadı bütün kediler başına üşüştü. Sağını solunu ısırmaya başladılar. Can havliyle oradan uzaklaştı. Bir ara sokağa girdi. Şimdi hem açtı hem üşüyordu hem de yara bere içindeydi. Sağından solundan kanlar akıyordu.
Bir lokma ekmek bulurum umudu ile sokakları dolaşmaya başladı. İstediği iki lokma yiyecek sığınacağı bir yer bulmaktı. Bir türlü yiyecek bulamıyordu. Bir köşeye kıvrılarak uyumaya çalıştı.
Ne kadar zaman geçti hatırlamıyordu. Uyandığında gün çoktan ağarmıştı. Oysa o ihtiyar kadınla beraber her sabah güneş doğmadan uyanırdı. Hava güneşin ilk ışıkları ile beraber geceye göre biraz daha sıcaktı. Her sabah olduğu gibi genleşmek istiyordu. Arka ayağını geriye doğru uzattığında ayağının acısını hissetti.
Her yanı yara bere içinde idi, beyaz tüylerine kanlar karışmış, tüyleri çamurdan yer yer siyahlaşmış haldeydi. Ve hala açtı.
Gözüne uzaktaki çöp bidonunu kestirdi. İçine dalıp yiyecek bir şeyler bulmalıydı yoksa açlıktan ölebilirdi. Çöp kutusunun kenarına zıpladı. Çöp kutusunun içinden çok fena kokular geliyordu. İçeri girmeye midesi tutmuyordu. Yapacak bir şey yoktu. Çöp kutusunun içinde birkaç parça yiyecek buldu onları atıştırıyordu. Çöp kutusunun etrafında sesler duydu. Bunlar çocuk sesleriydi. Birisi çöp kurusuna çöp atmak için yanaştığında içeride bir kedinin olduğunu gördü “ koşun arkadaşlar burada bir çöp kedisi var” Bütün çocuklar çöp kutusuna doğru ilerledi. Çocuklardan birisi çöp kutusunun içerisine taş atmaya başladı. Pamuk bir anda neye uğradığını şaşırdı, kendisini kutunun içerisinden dışarıya zor bela attı. Olanca gücü ile koşmaya başladı. Bütün çocuklar arkasından “çöp kedisi, çöp kedisi, çöp kedisi...”diye bağırıyor hem de taş atıyorlardı.
Pamuk hayatın gerçekleri ile yüz yüze kalmıştı. Onu hiç kimse sevmiyor. Hiç kimse istemiyordu. Sokaklarda yaşam mücadelesi vermek ne kadarda zordu. Bir yanda köpekler, bir yandan insanlar, bir yandan da kendisini anlamayan diğer sokak kedileri.
Bu düşünceler ile bir parkın duvarına tırmanıp duvarın üzerinden gelen geçene bakıyordu. Kim bilir belki arkadaşı sahibi Ali onu görür sahip çıkardı.
Derin düşüncelere dalmış mutlu mutlu hayaller içinde sokağa bakarken, yanına bir kedi yaklaştı. Onu hatırlamıştı. O kedi yıllar önce sütünü paylaştığı sokak kedisi idi.
“ merhaba”dedi sokak kedisi. “Seni bir yerlerden hatırlıyorum ama bir türlü çıkaramıyorum.” Pamuk onu hatırlamıştı.” Sen geçen yıl sütümü paylaştığım sokak kedisi olmalısın” dedi. Sokak kedisi Pamuğu baştan aşağı iyice bir süzdü. “ne oldu sana yara bere içindesin, o temiz tüylerinden eser kalmamış, yüzündeki tebessümden eser yok, nasıl düştün sokağa” Pamuk sustu sustu... Gözleri doldu. Konuşmak istedi ama konuşamadı. Kelimeler boğazına düğümlendi. Sokak kedisi onun bu halini görünce “ sen ha o lüks evin beyaz prensi, demek senide bizim gibi sokağa bıraktılar. İnsanlar çok vefasız oluyor, kedi biraz yaşlandı mı kapının önüne koyuyorlar.” Pamuk sadece onu onaylamak için başını salladı.
Sokak kedisi onun açlıktan kıvrandığını görünce alıp onu kendi yaşadıkları terk edilmiş harabe bir evin alt katına götürdü. Sonra sokağa çıkıp çöplerden topladığı birkaç parça kemiği ona getirdi. Pamuk zorla birkaç lokma atıştırdı. Biraz kendisine geldi. Karnı tam olmasa da biraz doymuştu. Sokak kedisi isterse kendisi ile beraber burada yaşayabileceğini söyledi. Pamuk ona yük olmamak için evet diyemedi. Hayırda diyemiyordu çünkü gidecek bir yeri yoktu.
Sokak kedisi “bari yaraların iyileşene kadar burada kal” dedi. Pamuk çaresiz kabul etti.
Günler geçiyor Pamuğun yaraları iyileşiyordu. Yavaş yavaş çöplerden yiyecek toplamayı öğrenmişti. İstemese de sokağın kurallarına uyuyordu. Hayat acımasızdı, küçük bir hatayı affetmiyordu.
Günler su gibi akıp giderken havalar iyiden iyiye soğudu. Bir sabah her yanı beyaz bir örtü kapladı. Yağan kardı. Kar demek soğuk demek, yiyecek bulmakta sıkıntı çekmek demekti. Pamuk ve arkadaşı yiyecek bulmakta zorlanıyorlardı. Çöplerin üzerini kar kaplıyor, sonrada donuyordu. Yiyecekleri çöp kutularından çıkarmak nerede ise imkansızdı.
Üç gün sürecek bir tipi çıktı. Her tarafı allak bullak ediyordu.insanlar dahi sokağa çıkmaya cesaret edemiyorlardı. Pamuk ve arkadaşı açlıktan bayılmak üzereydiler.
Üç gün tipiden dolayı bir lokma yiyecek bulamadılar. Kaldıkları yerde hem üşüyor hem de açlık çekiyorlardı. Tipinin duracağı yoktu. Sokak kedisi Pamuk’a bir teklifte bulundu. “Eğer burada bu şekilde beklersek açlıktan susuzluktan ve soğuktan donup öleceğiz. Mahallede ki evlerin kapısını çalalım belki birisi bizi evine misafir eder.” Pamuk çaresiz teklifi kabul etti. Sokağa çıktıklarında rüzgar yollardaki kaldırımdaki karları sağa sola savuruyordu. İki arkadaş çok sayıda evin kapısının önünde beklediler. İnsanların gözlerinin içine çaresiz ve yardım isteyen bir eda ile baktılar. İnsanların çoğu onların bu halini umursamıyor, bazıları ise acımakla yetiniyordu. Bütün kapılar yüzlerine kapanınca çaresiz harabe evlerine geri döndüler. Açlık susuzluk ve soğuk ikisini de bitap düşürmüştü. Sokak kedisi Pamuk’a göre daha dayanıklı idi. O sokaklara alışkındı. Pamuk ise böyle bir durumla ilk kez karşı karşıya kalıyordu. Bir ara başı döndü, sendeledi, yere yığıldı.
Onun bu haline dayanamayan sokak kedisi “istersen gel bir yerlerden et çalalım” dedi. Çalmak lafını duyan Pamuk bir anda alevlendi “ olmaz öyle şey ben asil bir kediyim bana ait olmayan bir şeyi alamam.” Dedi.
Sokak kedisi onu ikna etmeye çalıştı ise de başarılı olamadı. Sokak kedisi çaresizlik içinde düşünürken “ buldum buldum istersen senin eski sahibinin evine gidelim bakarsın bize bir şeyler verirler” dedi.
Pamuk kovulduğu eve gitmek istemiyordu. Bir zamanlar prensi olduğu evin kapısına bir çöp kedisi olarak varmak gururuna dokunuyordu. Ama başkasının malını çalmaktansa gururunu ayaklar altına alıp o kapıya gitmeye karar verdi. Bunu kendisinden çok arkadaşı için istiyordu. Ona belli etmedi.
Sokağa çıktıklarında rüzgar yerden aldığı karları üzerlerine doğru serpiyordu. Karın tozlaşmış zerreleri gözlerine geldikçe gözleri yaşarıyor sonrada bir kristal gibi yanaklarında donuyordu. Karanlığın ve fırtınanın inadına ilerlemeye devam ettiler.
Ev uzaktan görünmüştü, eve girmek nerede ise imkansızdı. Kar evin duvarları dibinde yükselmişti. Karları yara yara evin kapısına geldiler.
Pamuk evi görünce duygulandı. Eski günlere döndü. İhtiyar kadını sıcak soba başlarını, sıcak sütleri hayal ettikçe gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Pamuk’un bu halini gören sokak kedisi “bırak şimdi duygusallığı, biraz gerçekçi ol. Biraz daha aç kalırsak öleceğiz” dedi. Pamuk arkadaşının uyarısı ile toparlandı. Sıra kapıyı çalmaya gelmişti. Pamuk cesaret edemiyordu. Kapıyı vurmaktan utanıyordu. Sokak kedisi bir hamle yaparak ayaklandı. Kapıyı tırmalamaya başladı.
Evin kapısına inene basamaklarda bir ayak sesi duyuldu. Gelen bir çocuğun ayak sesine benziyordu. Pamuk, “gelen inşallah Ali olur” diye içinden Allah’a yalvarıyordu. Sokak kedisi kapıyı daha çok tırmalıyor. İçerdeki ayak sesi de hızlanıyordu. Kapının arkasındaki kilit yerinden oynadığında pamuk heyecandan nerede ise oraya düşecekti. Kapı yavaşça aralandı, içeriden sıcak hava dışarıya doğru gelirken, dışarıdaki rüzgar içeriye kar taneleri ile beraber soğuk havayı da doldurdu.
Karanlıkta bekleyen kedilerin gözüne içeride yanan lambanın ışığı vuruyordu. Kapıyı aralayan çocuğun sırtı ışığa yüzü karanlığa dönük olduğu için kim olduğu fark edilemiyordu. Pamuk kapıdaki çocuğu iyice bir baktı, ani bir hareketle bahçe kapısına doğru yöneldi. Sonra kendisini sokağa attı.
Kapıyı açan çocuk kapının önünde sokak kedisini görünce onu kucağına aldı. İçerden bir kadın sesi geldi “ kimdir gelen oğlum Erol”. Çocuk “ bir kedi anne bir kedi. Soğuktan donmuş... Eski ev sahiplerinin olsa gerek” kadın “ getir sobanın başına biraz ısınsın”
Çocuk acele ile kapıyı kapattı kediyi doğru sobanın yanında bir şiltenin üzerine koydu. Evdekiler kediye sıcak bir süt verdiler. Sokak kedisi kendisine gelmeye başladı. Erol çocukla oynuyor, onu seviyordu. “ anne bu kedi benim olabilir mi?“diye sordu. Annesi “istersen neden olmasın” dedi.
Erollar bu evin yeni sahipleri idi. Önceki sahipleri kumar borçlarını kapatmak için evi satmışlar, başka bir yerlere taşınmışlardı. Nereye gittiklerini bu kış gününde bilen yokmuş.
Çocuk kedinin üzerindeki kirleri temizliyor ununla oynuyordu. Sokak kedisi biraz kendine gelince evin sokağa bakan penceresinin önüne geldi. Sokağa uzun uzun baktı. Dışarı da ki tipi hızını daha da artırmıştı. Göz gözü görmüyordu. Sokaklarda kimsecikler görünmüyordu. Gözleri arkadaşı pamuğu aradı Başını yukarı kaldırıp içinden bir şeyler mırıldandı. Dua ediyordu
Hasan Mahir www.hasanmahir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
BAŞKA, BAMBAŞKA
Sevgili sanat dostları. Başka, bambaşka gözlerin ardında saklı resimlerdi onlar.
Liseyi bitirdiğim yıllardı. Sanırım, bir yılbaşıydı. Rahmetli babamın getirdiği Meteksan takvimindeki resimler çok dikkatimi çekmişti. Alnında püskül beyaz bir at başı, topraktan fışkırırcasına bir Aşık Veysel portresi, kocaman gagalarıyla kara kargalar, duvar kenarında terkedilmiş tek kürek, başlangıçta ne olduğunu o zamanlar çok kestiremediğim koşuşturan tulumbacılar (itfaiyeciler) çok net hatırladığım resimlerden bir kaçı. Öyle ki, bu resimlerin pekçoğunu asetatla kaplayıp evimizin duvarlarına astığımı dün gibi hatırlıyorum. Hatta, tulumbacılar başlığının yanında yer alan "litografi" kelimesi öylesine belleğime kazınmıştı ki, neden sonra anladım bunun bir baskı tekniği olan "taşbaskı resim" anlamına geldiğini.
"Avni Arbaş, ne kadar kükremiş, şaha kalkmış, Kuvayi Milliye atlarının ressamıysa Orhan Peker de o denli yorgun, bitkin araba atlarının, beygirlerin ressamıydı" der Ferit Edgü. Öte yandan, Orhan Peker'in "Hüzünlü At" adlı resmine ilişkin olarak da "Boynunda yem torbası, başı hafif öne eğik, boyu ve ayakları olağanüstü uzun, toynakları resmin dışında kalmış bu at, duvarda yerini aldığından bu yana, içinde bulunduğu mekana bir yalnızlık yaymaya başladı." diye sürdürür.
Şair-ressam İlhan Berk ise "Orhan'ın bütün resimlerinde, insan, hayvan, ölüdoğa resimlerinde olsun içten içe hep bir yalnızlık, acı göze çarpar. Bu en aydınlık resimlerinde de vurur. Hüznü, acıyı kazımaya gelmiştir sanki. Bu ilk anda vurmaz, yavaş yavaş işler insana. En sonra vurur. ...Orhan'ın yaşamı gözlerine vurmuştur. Öte yandan, bu gözlerden vuran ise yalnız ve yalnız hüzündür. Bu yüzden onlara göz olarak bakmadan önce hüzün diye bakmalı. Bunca yalnızlığı, hüznü bu gözler nereden toplamıştır diye düşündüğümde, öyle kolay kolay bir yere oturtamadım." demektedir.
Kendi eliyle yazdığı kısa yaşam öyküsünde de belirttiği gibi 1927 doğumlu Orhan Peker, daha çocukluk yıllarında ak kağıda damlayan siyah mürekkep lekelerinde çekici, ekspresif biçimler görmeyi başarabilmiştir. 1942 yılında Sankt Georg Avusturya lisesinde yatılı okumaya başlar. Ancak, 2. Dünya Savaşının sona ermesiyle okul kapanır ve 1945 yılında Turan Erol ve Fikret Otyam ile birlikte Akademide Bedri Rahmi Atölyesine kaydolur. 1947 yılında arkadaşlarıyla birlikte 10'lar grubunu kurar. Akademiyi bitirdiğinde öğretmen olmayı hiç düşünmez. Resim yapabilmek ve hayatını kazanmak için çeviri, tiyatroda dekoratörlük, tercümanlık, kitap resimleme gibi yan işlerle de uğraşır. İlk kişisel sergisini 1953 yılında İstanbulda Cep Tiyatrosu'nda açar. 1956 yılında Salzburg'da "Oskar Kokoschka Yaz Akademisi"nde ustanın bir resmini kopyalar ve Kokoschka, kendi resmine çok benzeyen bu resme hem kendi imzasını atar, hem de "Aslı ile karıştırıyorum" yazar. 1959'da Ankara'ya yerleşir.
1960 yılında Samanpazarı yangınına tanık olur. Bu yangın, Orhan'ı çok etkilemiştir. Enkaz içinde dolaşır. İtfaiye Müzesini gezer. Ve sonuçta "tulumbacılar" konulu seri resimleri ortaya çıkar. Ellerinde hortumlar sağa sola koşuşturan tulumbacılar. İtfaiyecileri atlar izledi. Sokağa her çıkışında rastladığı hep de arabalara koşulmuş, üzgün, sesiz yük beygirleri; kimi zaman yem torbalarına gömülmüş beygirler. Tek başına ya da kümeler halinde. Sanki yığın insanları anlatır gibi. Hep de hüzünlü. Sonuçta, 1965 yılındaki Devlet Resim Yarışmasında "Beyaz Atlar" resmiyle gelen birincilik ödülü.
1967 yılında Özden Erdem (kendisi hayatta olup, tanışma fırsatı elde ettim) ile evlenir. Artık Özden ve siyah-beyaz kedisi "Başka" (kedisinin adı) da yerini alır resimlerinde. Ak ile kara değil miydi Orhan'ın temel renkleri? Şezlongda Başka, Gramofon dinlerken Başka, anlayacağınız Başka, Bambaşka resimlerdi onlar. Derken ayrılık.
Güvercinler de onun ana temalarından biriydi, değil miydi ki hep etraftaydılar. Tekli, ikili, sinmiş, bir köşeye çekilmiş üşüyen güvercinler. Ve diz çökmüş ikili üçlü kara mandalar. Bunca melankoliye karşın Peker, en canlı olanın da en canlı rengin de hakkını asla yemedi. Öfkeli ibiğiyle dünyaya horozlanan horozlarında, kırmızı gramafonlarında, kırmızılı şezlonglarında, kırmızı sandalyesi, mavi çaydanlığında, kırmızılı ev ve karpuz dilimleri resimlerinde de bir o kadar çarpıcıydı. Peker'in bir başka ilginç yanı da gazete kağıdından keçeye, polistiren köpüğe kadar çok ilginç malzemeler üzerine de resim yapmış olması idi. Dışavurumculuk, Peker'in resimlerinde hep ağır basmış; konu sıkıntısı hiç çekmemiş, yanıbaşındaki bir tuzluk ve yumurtayı dahi cesaretle resmedebilmişti.
Orhan Peker'in Aşık Veysel portresinin (TRT yarışmasında başarı ödülü kazanmıştır) yanına Aliye Berger ve Ragıp Buluç portrelerini de dışavurumcu örnekler olarak katabiliriz. Ancak, Aliye Berger portresi İlhan Berk'in dediği gibi "bir çığlık bir yangındır sanki. Asıl da bir renk cümbüşü."
"Resim sanatında her şeyden önce içtenliğe inanırım. Sanatçı topluma bu yoldan varabilir. Sanatçı her şeyden önce içinden geldiği gibi çalışmalıdır. Sürekli ve içtenlikli bir çalışma sanatçının dilini yapar. Gerçi üslup bir tutsaklıktır gerçekte. Üstelik günümüzde fabrikasyon yapan patent ressamları da alabildiğine çoğalmıştır. Bunların ünlerinden ileriye fazla birşey kalacağını sanmıyorum. Ben değişmeyi (ana görüşlerden sapmadan) doğal buluyorum" diye yazmıştı Orhan Peker.
Öylesine içerdi ki Orhan Peker. Arkadaşları onun ertesi gün kalkamayacağından endişelenir iken onları demir gibi ayakta karşılardı. Ancak, sonunda vücudu da isyan etmiş ve benden bu kadar dercesine sarılığa yakalanmıştı. Orhan Peker'in son haberini alan eski dostu Fikret Otyam şöyle yazar: "Almıştım o kara haberi, o kara haber ki telgraftan tez gider, tez dağılır. Orhan karaciğer kanseri idi, Orhan siroz idi. Sarılık idi ki bunların hiçbirisi de iflah ettirmezdi adamı..." 1978 yılının 29 Mayıs akşamında Orhan Peker eserleri ve dostlarıyla vedalaştı...
Sanat, paylaşılmak için.
Kaynakça: -1994 tarihinde Milli Reassürans Sanat Galerisi tarafından bastırılan Orhan Peker kataloğu.
-Şubat 2002 tarihinde Milli Reassürans Sanat Galerisi tarafından bastırılan Orhan Peker kataloğu.
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.540 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
İçimdeki isyanlar...
İçimde zamana atılmış çığlıkların bileşkesi bir varoluş...
Yüzümde yağmur damlalarına eş damlalar...
Rüzgar savurmuş saçları birbir...
Kırık dökük bir ut var bir köşede
En içlisinden bir şarkı mırıldanmakta tellerinden...
Susmuş sanki gece sadece bu melodiyi dinlemekte...
İçimde bir şeylere isyan var
Ama ulaşılması gerekli noktaya varmadan yolda kala kaldı...
Delişmen bir çocuk köşesinden çıkmış,
Sessizce ve ürkekçe izlemekte,
Ne olup bittiğini anlamaya çalışmakta...
Yürek suskun ve sessiz...
Düşünceler aşırı bir telaş içinde...
Ne dün, ne yarın, ne de bugün
Zaman akıp gitmekte sadece...
Dönüşü olmayan bir yol gibi...
Açık mı yürek işte o bilinmemekte..
Zümrüt Batur
Yukarı
|
DAVETLİSİNİZ 4. yaşımıza giriyoruz
Yer : SED Hotel / Taksim www.sedhotel.com
Biricik Sevgili'miz KAHVE MOLASI'nın; 3.seneyi devirip 4'e gireceği 16.Nisan.2005 tarihinde düzenlenecek olan kutlama töreninde, siz değerli OKUR'larımızı da aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.
Gelin dostlar, felekten bir gece ÇALALIM Sadece 50 YTL'ye sizi de aramıza ALALIM ..:-) Takvimlerden 16.Nisan.2005'i ÇEVİRİYORUZ
Üçüncü yılımızı hep birlikte DEVİRİYORUZ
Hepinize yetecek kadar ayarlandı bile YERİMİZ Bu kutlama değil; göz nurumuz, alın TERİMİZ
Bakınız bu eşsiz gecede neler var ?
Beyaz Peynir, Hamsi Ançuez, Jambon, Közde Patlıcan Salata, İtalyan Salata, Zy.Biber Dolma, Haydari, Selanik Salata ve Acılı Ezme'den oluşan Ordövr Tabağı ile BAŞLAYACAĞIZ...
Pastırmalı Paçanga, Napoliten Soslu Mitite Köfte ve Dim Soslu Karışık Mevsim Salata ile ara sıcağını ARALAYACAĞIZ...
Garnitürü; Püre, Pilav ve Haşlanmış Sebze, kendisi; Biftek, Piliç Pirzola ve Kasap Köfte (Izgara) üçlüsünden oluşan ana yemeğe DALDIRACAĞIZ...
Karışık Mevsim Meyveleri ve Limitsiz İçki'nin yanında; SARO ve Orkestra'sı ile kudurup pisti ayağa KALDIRACAĞIZ...
EDİTÖR'ünüzü görmek KM Aboneliği gibi Beleş... :-)) YAZAR Dost'larınız zaten kelepir...
Bir mesaj atmanız yeterli : geliyorum@kmarsiv.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Tiyatro severler için hoş bir çalışma http://www.tiyatrom.com Güzel bir sanal dergi. İşte içerikten bir duyuru: ...Amatör Komedi Tiyatrosu fikir olarak ilginç, sahnelenmesi cüret gerektiren, kalabalık kadrolu bu oyun için, Hamlet'in oyuncuları gibi kral önünde oynayabilecek cesarette oyuncular, yönetmen adayları, BİRLİKTE ÇALIŞABİLECEĞİMİZ, PARTNER OLABİLECEK AMATÖR TİYATRO TOPLULUĞU arıyor...
Darwin'in evrim teorisinin yanlış olduğunu söyleyen ve bunu örneklerle ispata çalışan bir web sayfası http://www.darwinizminsonu.com/k_tarih_01.html ...Darwin bu gezisinin ardından İngiltere'deki hayvan pazarlarını gezmeye başladı. İnek yetiştiricilerinin farklı inek cinslerini çiftleştirerek yeni cinsler türettiklerine şahit oldu. Galapagos'ta gördüğü farklı ispinoz türlerini de bu gözlemlerine eklediğinde, kafasında bir teori şekillenmeye başladı. Sonunda bu fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı. Bu kitapta, tüm canlı türlerinin tek bir ortak atadan geldiklerini, ancak zaman içinde küçük değişimlerle birbirlerinden evrimleştiklerini iddia ediyordu... Üzerine ayrıca yorum yapmam doğru olmaz.
Meraklısına İtalyanca sözlük http://www.sozlukcu.org ve hatta Hollandaca - Türkçe sözlük ve hatta Türkçe heceleme kılavuzu. Daha ne yapsın Engin abisi.
Grup halinde muhabbet ederken konuşmanın en tatlı yerinde sohbetin içine turp suyu sıkan kişiler vardır. Bu kişilerin sessiz kalmasını sağlamak ve kafalarını karıştırmak için hazırda mutlaka konu bulundurmanız ya da alakasız bilmeceler sormanız gerekebilir. E bu kadar gerekçeden sonra http://www.kimim.com/kimimcom/eglence/kbilmece.htm kısayolundaki komik bilmecelere bakarsınız artık. Aman dikkat sohbetin içine turp suyu sıkan siz olmayın.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
QuickZip 3.06.3 [3 MB] Windows Free
http://files.overfiles.com/applications/quickzip_3063.exe Zip rara gibi 44 çeşit sıkıştırma formatını birarada kullanabildiğiniz çok iyi bir alternatif sıkıştırma ve çözme programı. 1999 dan beri var olan bu programı yeni öğrendiğim için hayıflandım doğrusu. Üsütüne üstlük bir de bedava. Tüm bilgisayar kullanıcılarına şiddetle tavsiye edilir. Çok yakında 4.50 versiyonu çıkacak, takip etmeyi unutmayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|