|
|
|
14 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Uzatmaya ne gerek var?!.. |
Merhabalar,
Ben mi fazla genişledim bilemiyorum, bazı şeyleri artık umursamıyorum. Zira söylenen her lafta, duyduğum her cümlede bir yalan dolan bir gizli gündem maddesi arar oldum. Buna bir nevi paranoya denilebilir mi? Ehh onu da bilmiyorum. Trabzon'da yaşanılan olayları herkes konuştu konuşmaya da devam ediyor. Yükselen milliyetçilik değerlerinin şovenizme yaklaştığı söylemine de inanmıyorum. Benim başından beri şu kıt aklımda düşündüğüm birtek şey var büyüklerimizin bizi salak bellediği. Yüzlerce soru cevabın arasında biri var ki asıl beni ilgilendiren işte o cevap. "Zaten işim yok, boş geziyorum. Bayrağa küfrediyorlar dediler koştum geldim, biraz deşarj olurum dedim" diyor Trabzon'daki ikinci olaydan sonra bir yeni yetme linçör. Sürü psikolojisinin son örneği. Vatanı kurtarmak için genç insanları telef etme pahasına koşan linçörlerin başında hükümet partisinin adamları olduğu bile söylendi. Hangibirine inanacağını şaşırıyor insan değil mi? Öyle ya, biri bana karşı komplo derken diğeri sıradan bir infial olarak nitelendiriyor.
Dünkü maşetleri görmüşsünüzdür. "Ankara'nın Apo Sorunu" diyordu birinde. Apo yeniden yargılanmalı mı yargılanmamalı mı? Bu soruyu gündeme getirince "Kıbrıs'ı tanısakta mı AB'ye girsek, tanımasakta mı girmesek tekerlemesi rafa kalkıyor. Baykalım Denizim de binmiş bir alamete gidiyor hükümetin yüzü suyu hürmetine. Olmazmış, olamazmış, vatana ihanetmiş? Allah Allah. Daha düne kadar AB uğruna ne var ne yok vermeye hazırken biranda saf değiştirmek ne ola ki? Apo'nun yeniden yargılanması tarafımıza iletilen, içeri sokmamak için diretilen istekler arasında belki en masumu, en demokratik ve en insancıl olanı. Çünkü diğerlerinin aksine bunun bir haklı gerekçesi var. Yargılamanın askeri üyelerle yapılmasını Avrupa kabul etmiyor. Ve biz de bunun yanlışlığını 1 yıl kadar önce kabul etmiş, imzaları atmış ve DGM'leri de askeri üyeleri de kaldırmışız. Demek ki hatayı kabul etmişiz. O zaman bu yaygara ne diye? Tüm bu istekler gül yüzümüzün hayrına değildi herhalde. Ben hala neden telaşa düşüp bu işi büyüttüklerini anlamış değilim. Yeniden yargılama kararı alındığında Apo denilen zerzevat katillikten emekli mi olacak? Türk adaleti bu zirzopu serbest mi bırakacak? Ya da Rahşan Hanımın affından yararlanıp sokağa mı çıkacak? 2 günde en adil biçimde yapılacak bir yargılamayla gene en yüksek cezayı alacak ve İmralı dinlenme tesislerinde kıçını kaşımaya devam edecek. Nedir bunu bu kadar önemliymiş gibi gösterme telaşı? Neden korkuluyor? Bana kalırsa korku falan yok. Olay problemi yayıp detayları yok etme ameliyesi. Kıbrıs'ı tanımaya kılıf uydurma hazırlığında olanların gündemi meşgul etme başarısı. AİHM ye ricacı olunmuş "tansiyon yüksek, bir de siz germeyin." denmiş. Yeniden yargılama kararı verilmiş ama deklare edilmesi geciktiriliyormuş. Neden? Çıksın karar, git kur mahkemeni, 2 günde bitir, ver cezanı, hayatımıza kaldığımız yerden devam edelim, olsun bitsin. Yoksa bu iş uzadıkça hayvani duygularını zaptedemeyip ona buna saldıran vatanperverlerin sayısı gitgide artacak. Çok dikkatli olmalı çook!..
Dergilerimiz Buybye.com'da.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK2YAMA HİKAYELERİ Tahta Kurdu -9- |
|
9
Arabayı nasıl elden çıkartacağımızı tek başıma düşünmek zorundaydım. P' ye ilk defa yalan söylüyor olmak, çok yalnız ve sırtında kamburu olan bir insan gibi hissettirmişti kendimi. Bir yandan yalanımı sorguluyordum aklımın içinde; önce iyi yaptım diye düşündüm; son birkaç dün içinde yaşadıklarımız P'yi yeterince hırpalamıştı. Yeni bir sancı çekecek gücü yok gibiydi. Böyle düşününce son derece doğal buluyordum yalan söylemeyi. Ama, diğer yandan böylesine kritik bir konuda ve ağırlığı altında, P'nin kıvrak zekasından ve serin kanlı duruşunun bana verdiği "kolay" hissinden mahrum kalmak, kalbimi sıkıştırıyordu. Meğer ben ve P ne kadar da bir elmanın yarısı gibi olmuşuz da farkında değilmişim. Koca bir yalnızlık kapladı içimi....
Yalan söylemiş olmanın verdiği "anlaşıldı mı acaba" hissiyle P' ye baktım, sırtüstü yatıyordu yatakta yine. İki eli de başının sağ ve sol yanında, avuç içleri olabildiğince açık, başına paralel duruyordu. Çok tuhaftı... Az önce yakalanmış bir suçlu gibiydi sanki, sanki biri ona "sakın kımıldama teslim ol demişti" de, o da öyle durmuştu gibi. İrkilmiştim, ne ilgisi vardı, neler düşünüyordum ben...
Aklımın içinde cirit atan birbirinden alakasız tonla düşünceyle savaşırken, P yataktan usulca kalktı, yanı başında duran sabahlığını giyindi ve tepemde dikilip gözlerini üzerime dikti. Bir şey söyleyeceğini zannetmiştim ama söylemiyordu. Tek bir kelime çıkmıyordu dudaklarının arasından, öylece durmuş bana bakıyordu. Anladım ki benim bir şeyler söylemem gerekiyordu ama ne söylemeliydim bilmiyordum. P' nin gözlerine bakarak ne düşündüğünü anlamaya çalıştım; hala kendi iç hesaplaşmasına takılı kalmıştı, belki... Buralardan bir an önce gitmek istiyordu, belki... Sadece sevişmek istiyor, belki... Belki, belki, belki... Hiç biri değildi sanki...
Hiçbir şey söylemeden balkona çıktı, kollarını korkuluklara dayayarak destek aldı ve hafif öne eğildi. Deri derin soluklandı. Temiz hava iyi gelmiş olmalıydı, hali, az önce yataktaki gibi değildi. Bunu görmek hoşuma gitmişti. Cesaretlenmiştim ben de biraz. Kapı arkasından ona bakmayı bırakıp balkona çıktım, yanında tıpkı onun durduğu gibi durdum, temiz havayı kirli ciğerlerime çektim uzunca. Sonra olduğum yerden doğrulup, P' yi kendime doğru çevirdim. Gözlerine bakarak ne düşündüğünü anlama telaşına düştüm yine. Yalan böyle bir şeydi işte; insanı eksiltiyordu, telaş, endişe ve bolca "acaba" veriyordu... Acaba ?..
P' nin gözlerinde, düşündüklerini anlamak isteğimi, telaşımı, endişemi ve acabalarımı bir kenara bırakıp, onu kendime doğru çektim ve o ana dek belki ilk defa bu kadar aşkla öptüm dudaklarından. Sıkıca sarıldım; zayıf vücudu kollarımın arasında kaybolurcasına sıkı sarıldım. Bir süre öylece durduk, yine hiçbir şey konuşmadan... Yaşadıklarımız kelimelerimizi çalmıştı, en anlamlı sözcükler bile dudaklarımızdan dökülemez olmuş gibiydi... P' nin gözlerine baktım, bir yutkunmalık zaman sonra "seni seviyorum" dedim, ben de dedi ve boynuma sarıldı. Bize ne olduysa, donup kalıyorduk.
İçeri girdiğimizde sanki her şey daha bir yolunda gibiydi. Son işimizi tek başıma yapacaktım ve sonra buralardan gidecektik. Küçük bir yerde gönlümüzce ve mütevazı bir hayat kuracaktık. Evlenirdik, çocuğumuz da olurdu, mutlu bir hayat sürerdik. Sıradan ve mutlu bir hayat. Böyle olmasını istiyordum. P, banyoya girmeye hazırlanıyordu, sessizliğini sadece "ben de" demek için bozmuştu, öyle sanıyordum.
"Hadi git ve şu işi bitir" dedi son derece kararlı bir sesle, şaşırdım. Yine aynı telaşa düştüm; acaba yalan söylediğimi anlamış mıydı ? Yine gözlerinde kilitlenmiş, anlamaya çalışıyordum. " Hadi git dedim sana, git ve bu arabayı elden çıkarmanın yolunu bul" diyiverdi. İşte anlamıştım artık. Beni o kadar iyi tanımıştı ki, yalanın şansı yoktu... "Şaşırmayı bırak şimdi, git bu işi bitir ve bir an önce çekip gidelim buralardan, def olup gidelim. Gidelim ve o kolay hayatı kurup, kolayca ve yetinerek yaşayalım" dedi ve banyoya girdi. " Sana yalan söylemek istemedim, her şey yolunda gidecek, istediğimiz gibi olacak" demek istedim ama demedim. P, son cümleyi karşılığında bir şey duymayı beklemeden söylemişti. Dahası, biliyordu, onu korumak amaçlıydı bu yalan, belki de onu sakındım diyelim. Ve onun da nihayetinde bir kadın olduğu fikrine varmıştı aklı, hırsları körelmiş gibiydi...
Kapıdan çıkarken, erkeklik gururumun epey bir süredir sivrilme ihtiyacı duyduğunu fark ettim. Biraz yerindeydi şimdi o lazım olan gurur. Bu iş bitince de tamamlanacaktı yeterince. Ben erkektim, o kadın... Ve işi bitirme zamanıydı şimdi. Kazasız belasız bu iş bitecekti, basıp gidecektik...
Neredeyse tüm sokakları inceliyor, gözden bir şey kaçırmamaya gayret ediyordum. Zaten küçük de bir yerdi burası. Sonunda, yoldan geçen ve yerlisi olduğuna inandığım yaşlı bir adamı çevirip, burada tatilde olduğumuzu, arabamın bozulduğunu ve bildiği güvenilir bir oto tamircisi olup olmadığını sordum. Yaşlı adam bildiği iki yeri tarif etti. "Güvenilir değil mi amca" diye sormayı da ihmal etmedim. Yaşlı adam ilk yer için "güvenilir olmalı, buranın tüm lüks arabaları oraya gider" dedi. İkincisine ise, "valla bak ben onun için kesin bir şey söyleyemem, günahlarını almayayım ama, ne olduğu pek belli değil onların. Tuhaf bir yer gibi... Sen yine de bir kontrol edersin" dedi. Çok sevinmiştim bu adamın tanımlamalarına. İki yer de ideal olabilirdi, biri lüks arabalara hizmet veren bir yerdi ki buradan iş çıkabilirdi. İkincisinin belirsizliği ise çok daha iyiydi. Belli ki çalıntı arabalarla alakaları vardı. Şans yardım edecekti. Kazasız belasız bu iş kısa sürede bitecekti.
İki tamirhaneyi de dikkatle gözlemlemiştim o gün. İlk gittiğim yani güvenilir olan yere, arabamın aşınmış lastiklerini değiştirmeyi düşündüğümü söyledim, yeni lastiklere baktım güya... Ne yaptıkları beli olmayan ikinci yere de arabamı satmayı düşündüğümü, bunu nerde yapabileceğimi sorarak muhabbet ettim, adamımız hangisiydi anlamaya çalıştım. Gittiğim ikinci tamirhaneye de akılcı bir hayat hikayesi anlatmıştım; buraya yerleşmeye karar vermiştik, eşim ve ben bize uygun ev arıyorduk. Arabam çok lükstü ve burada bu kadarına gerek yoktu, elimdekinin satıp, sıradan bir şey almayı düşünüyordum. Bu gün de etrafı tanımak için yürüyüşe çıkmıştım burayı görünce gelip sorayım istemiştim falan filan... Buna inandıklarına emindim, hatta beni güvenilir bulduklarına da... Yolda içimden bir his ikincisi ile anlaşmam gerektiğini söylüyordu. Bu gün acele etmemem çok iyi bir hareketti. Böylece yarın tespitlerinden emin olarak hareket edebilecektim.
Uzun bir yürüyüş ardından kaldığımız pansiyona vardığımdan yemek saatini bile geçmiş olduğunu yeni fark ediyordum. Önemli değildi, önemli olan bu işi yarın bitirecek olduğum ve P'ye bu müjdeyi vermek için sabırsızlanıyor oluşumdu.
Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde P görünürde yoktu, balkonda olabileceğini düşünüp baktığımda orada da olmadığını gördüm. Banyoda da değildi. Zaten küçücük yer, nereye gider ki... Balkona çıkıp, seslenmeye başladım... Cevap yoktu... Odadan çıkıp, resepsiyon demeye bin şahit isteyen resepsiyona indim, resepsiyondaki pansiyonun sahibi kıza P'yi sordum, " siz çıktıktan yarım saat kadar sonra o da çıktı" dedi. İyi de nereye giderdi ki... Hem yürüyüşe çıkan biri değildi P, hatta oturduğu yerden hiç kalkmadan saatlerce televizyon seyredebilirdi.
Olabileceğini düşündüğüm her yere baktım tek tek... Yer yarıldı da içine girdi sanki, hiçbir yerde yoktu... Pansiyonun resepsiyonuna geri dönüp biraz soluklanıp düşünmek üzere oturdum. Hem burada oturunca gelişini de görürdüm. Birden tuhaf bir şey oldu ve nasıl oluyor da döneceğinden bu kadar emin oluyordum diye bir ateş düştü içime... Hem de ne ateş ! Her şey birden tepe takla olmuştu. Koşarak arabaya bakmaya gittim umarım yerinde duruyordur umuduyla ama araba falan yoktu... Orada çöküverdim yere; hem bedenim, hem içimde ki ben, hem aklım. Tabii ya, lanet olsun tabii... Bunların hepsi bir yalandı. P yalan söylemişti. Ta en başından beri hem de... O ne idiğü belirsiz çiftin suitinde balkona sigara içmeye çıktığımdan bu pansiyona gelende dek, olanlar hakkında sadece P'nin söylediklerini biliyordum. Belki anlattıklarının bir kısmı doğruydu, ama şu doğru değildi; paramız, çaldığımız arabaların satışından elde edip geleceğimiz için biriktirdiğimiz paralarımız çalınmamıştı, bu P'nin yalanıydı, hiç tereddütsüz inandığım yalanı. Şimdi burada olması gereken araba ise P tarafından bir güzel satılmış, gelen parada diğer paranın üstüne eklenmiş ve o alçak P basıp gitmişti. Hem de bunu o kadar akılcı yapmıştı ki inanmamam mümkün değildi. Arabayı satıp basıp gitmek için bitir şu işi diye de bana bitkin kadın pozları yapmış beni pansiyondan uzaklaştırmıştı... Lanet olsun, lanet olsun. Ne kadar salağım, bir kadının sivri zekası karşısında bu kadar salak olunabilir ancak...
Artık aklımı yitireceğimi sanıyordum. Peki nasıl oldu tüm bunlar, P bu planı nasıl yaptı ve gerçekleştirdi ? Bu kadar zaman ona nasıl inandım, hiç şüphelenmedim, bunları bilmek zorundaydım. Nasıl avlandım bilmek zorundaydım ve öğrenecektim de...
Arkası Yarın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yaşamın Telvesi : Rita Ender |
GÖZÜNÜZDEN KAÇIRMAYIN
Haybeden Gerçeküstü Aşk'ı izlediniz mi? Hani şu Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği.. Üstüne bir de Demet Akbağ ile oynadığı..
Bütün oyuna sadece iki rengin hakim olduğu... Koltuklardan kıyafetlere her şeyin siyah ve beyaz olduğu...
İzleyip izlemediğinizin, anlamak açısından pek önemi yok aslında. Çünkü bu oyunun -en azından bir bölümünü- kesinlikle siz de oynadınız. Büyük ihtimalle bir kez değil birden fazla kez üstelik...
Haybeden Gerçeküstü Aşk'ta, Yılmaz Erdoğan yirmi birinci yüzyılın kadın-erkek ilişkisini mercek altına alıyor. Perdeye ilk yansıyan tanışma sahnesi oluyor. Yani aşkın hepimize gelişi...
Bir partide kadın ve erkek tanışırlar. İsimlerini aktaramıyorum çünkü oyun boyunca birbirlerine "tatlım" diye hitap ediyorlar. Bazen en şımarık edalarıyla, sonlara doğru ünlem taşıyan tonlamalarıyla.
Tanışma, onlarca gözün arasından bir çifti seçmekle belki de göz göze gelmekle başlıyor. Ardından heyecanla gelen şımarıklık hali, elin ayağın çözülmesi ve saçmalamaları gülümseyerek karşılama...
Gözlerinin içini güldüren sesi duymak için ahizeye yönelmekle süregeliyor. Saatlerce süren telefon konuşmaları başlıyor. Öylesine kibar sohbetler ki bunlar telefonu önce kimin kapatacağı bile kararlaştırılıyor. "Neler yaparsın? Neyi, kimi seversin?" tarzındaki sorulara cevaplar veriliyor. Cevap verirken " ya sen?" e cevap bulma ve bu arada kendini yeniden keşfetme.. İşte yeninin albenisi.
İlk yemek, ilk sinema derken onu gözünde büyütmekle devam ediyor. Ayy ne harika bir adam, ne kadar da etkileyici bir kadın...
Peşinden ilk "seni seviyorum", ilk sevişme. Farkında olmadan alışmak. Kaybetmekten korkma... Korktuğun anda gözünün bebeği oluvermesi..
Sevmek. Sevgiyi de karışındakini de koruma iç güdüsü, bağlanmak derken gözünden bile sakınacak duruma gelme.
Sonra kavgalar. Birbirini anlamama. Göz göre göre incitme... Birinin kıskançlığa tahammül edememesi diğerinin duyarsızlığa ağlaması. Neticede kadın da olsan erkek de; insan olmanın verdiği bencillikten kurtulamama.
Başka biri fikrinin üzerine gelen mesaj sesi, yıldönümünün unutulması, gelen faturalara verilen tepkiler derken gözünden düşmesi.
Aşk varken adı "sabır" olanın yavaş yavaş "tahammüle" dönüşmesi. Ve gözden çıkarmayı, göze alabilmek...
Aşkın gelişi gibi gidişi de olduğunu algılamaya çalışmak göz yaşları içindeyken... O anda Yılmaz Erdoğan'ın dediğine inanmak: "Aşkı tarif etmeye çalışmak haybeden gerçeküstü bir çabadır. İçine etmek daha kolaydır."
Tanımlayamadan yaşadığını hissettiğin acıyı tarif etmeye çalışırsın sonra. Bir daha asla aynı duyguları tadamayacağını sanarsın. Onun hep iyi yönleri gelir aklına çünkü gözünde tütmeye başlamıştır bile.
Dostların, ailen,sevdiklerin yardımına koşar. Biri der ki: "Göz görmeyince gönül katlanır"
Dinlersen,dinleyebilirsen gerçeği görürsün.
Ve bir gün senin yaşadıklarını ve yaşamaya devam ettiklerini, başkalarının da yaşadığını görürsün. Çünkü mercek dediğin saydam bir cisimdir.
Ama merceği tutan isimler Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ ise görmekten öte alkışlarsın!
Göz açıp kapayıncaya kadar bitmiştir işte bir oyun daha...
Yeni oyunlara...
Rita Ender rita@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan BAHARDA MEŞK |
|
Baharın aniden dün gelmesiyle filizlenen ruh ve beden birlikteliği, normalde zaman ayırmadığı işlerle buluştu. Bahçe suladı insanlar, yüksek bir yerden manzara seyretti, yürüdü, ayakkabı boyattı. Bense arabamı yıkattım. Dikkat edilirse bu işler, insanların atmosfere açık aktiviteleri ki buna geçen sert kıştan sonra hasret kalmıştık.
Dabakhane yolu üzerinde Ananın Yeri ile Tatlıcı arasındaki oto yıkamaya uğradım. Burası Yahya Kaptan'ın yeridir ve Yahya Kaptan'ın kaptanlığı balıkçılığından gelir. Barbaros Hayreddin'in portresini büyük beyaz duvarın üzerine bizzat kendisi nakşetmiş, kafayı buldurduğu bir ressama da (ki bu benim) sol duvardaki ağaç motifini gece vakti merdivene çıkarıp işletmiştir.
Arabayı yıkama bölümüne bırakıp, çay içmek üzere içeri girdiğimde Ünal Hoca'nın yayında keman sesi ile karşılaştım. Ünal Şenpekmezci, eski Ermeni yapımı evlerden bir tanesini, kendine işlik haline getirmiş,duygu dolu bir saz imalatçısıdır.
Tambur, Ud ve Keman'ın şahı bence ondan sorulur. Derler ki saza önce gönlünü daha sonra günlerini verir. Onunla yatar onunla kalkar. İcradaki marifetinden fazlasını imalatına sarf eder.
Kaptan'ın ise demi geldiğinde çalarken duygu selinden sık sık yanakları ıslanır. Böylesine duygu yüklü iki insanı bir arada görmek her kula nasip olmasa da sazendelerden bir yada bir kaçına bu mekanda rastlamak mümkündür.
Ünal Hoca'nın, Osmanoğlu Seyfettin'in hüzzam peşrevinde gezinmesi bittiğinde, üst kattan getirilen ud'un da iştiraki ile makam segah'a seğirtti. " Ölürsem yazıktır sana kalmadan" mırıldanıldı önce. Hüzzam'a olan sevgiden olsa gerek, tekrar ona dönüldü. "Mahsun gönül hey hak... Şad olacak mı sanıyorsun." Dedi kaptan nağmeleri ile birlikte. Derken sazlar takas edildi milat gibi. Şimdi yay kaptanda, mızrap Ünal Hocadadır.
Ara sıcak mahiyetinde tekrar hüzzam, normal zamanlarda sıkça rastladığımız türden kısa bir boşluk, bir yer halısı desenine takılan gözler ve peşinden " Türlü derde ben deva buldum elimle"... Eserin en lezzetli yerinde bir kapı gıcırtısı... Arkasında yıkamacı çocuk.
- Abi bitti... Benden ise el işareti ile "İçini de yıka." Talimatı.
Ud'dan keman'a , Keman'dan Ud'a misillemeler. Daha sonra karar ses merkezinde peşrevler ha, peşrevler. Sonrası emprovizasyon.
Camın dışından içeri doğru, iç yıkamanın da bittiğine dair bakan yıkamacı çocuğun soru ifadeli gözleri. " Motoru da yıka yı anlatan kaş işaretimin ardından içeride, Yusuf Paşanın Segah peşrevi... Az ileride ise fırsatını bulup ta Ud'u elime alıp naçizane seslendirdiğim, Ud'u gümbürdeten, Keman'ı ise nazlı bir kadın gibi inleten rast peşrev.
Normalin altında alınan yıkama ücreti bir yana, musiki de cabası olan bu mekandan ayrılırken ben... Arabam pırıl pırıl, hava öyle, ruhum da artık.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Sevil Duha Erken |
İÇİMDEKİ FIRTINA-SAAT SABAHIN DOKUZU
Umutla,neşeyle, hayatımın en güzel günü olacakmışcasına uyumaya yattığım bir cumartesi gecesi. Güneş, en sıcak, ama en yumuşak rengi ile okşasın diye yüzümü pencereyi yine açık bıraktım. Sokaktan gelen araba ve insan sesleri giderek azalıyor. Karşı evin bahçesindeki horoz son birkez daha şaşırdı vaktini. Gün başlayıncaya kadar şaşırmaz birdaha. Berat dede az sonra 01 narasını attığında uykumu bulurum. Hastaneye yetişmek zorunda olan bir yaralı yoksa bu gece,karşı apartmanda yaşayan kleptoman metin yakalanmamışsa,sessizlik zaten o zaman gelmiş olacak mahalleye. Yorgunluğum, yatağıma sadık bir metres edasıyla ayrılacak bedenimden. Kımıldarsam yakalanırmışcasına kıpırtısız uyumalıyım. Gözlerim bu aşka hiç şahitlik etmez zaten. Günaha o kadar hazırdır ki. Aşkı yorgunluğumun ve tutkusu yatağımın öyle birbirlerine mecburlar ki..
Açarsam gözlerimin dayanamayacağı kadar parlak bir güneşle uyandım.
Duymamak için kendimi zorladığım karşı evin bahçesindeki şehir ötüşlü horoz çoktan başlamıştı güne.Yalnızlığa uyanan bedenimi birkez daha sevmesi, sevilmesi için silkeledim. Tembelliğime kurban etmeyecektim onu bugün..Kalabalık, ama sessiz sokaklarda,nefesine yosun doldurmuş mavi saçlı, ihtiyar körfezin ellerini öpecektim. Hayatı anlatırdı belki bana yine.
Çıkarken evden Aynur teyze karşıladı beni merdivenlerde.
-Asya yine mi deniz kenarına gidiyorsun?
Apartmandaki herkesin nereye ne zaman gittiğini bilmenin, herşeyi bilmek olduğu edasıyla süzdü beni. Bu güzel günü ona sinirlenerek mahvetmeme çabasıyla zoraki bir gülümseme ile; -Hayır bir ihtiyarı ziyarete gidiyorum.
Bu kız yine bir tuhaf der gibi yüzüme baktı sözlerime inanmayarak.
-Ya öyle mi ki mi? Tanıyor muyum? Bizim mahalleden mi?
-Pek sanmıyorum Aynur teyze, bizim mahalleden ama senin gördüğünü sanmıyorum.
Yüzüne göre büyük dudaklarını her zamanki gibi buruşturdu yine ve ben apartmanın kapısını kapatana kadar da düzeltmedi eminim.
Koşmamayı engellemek için dizlerinizi kasarak yürüyeceğiniz kadar dik bir yokuşu inersiniz bizim mahallenin ihtiyar mavi saçlı bilginini görmek için.
Lamba olur zihnine bilginin güneş yılın bu zamanında. Eminim limana vuran balıkçı tekneleri, kanatlarını hiç çırpmadan en yüksekler de bile uçabilen Jonathan Livingston martılar ve bilginin nefesini taşıyan rüzgarda oradadır bugün. Teknelerin takaların motor sesleri,yol açan dalgalar,hedefine ulaşmış martıların zafer çığlıkları ve kokusu yosunların, denizin rehberi, dili olur.
-Üzerinde hiçbirzaman kimseyi görmeyişimden mi bilinmez- nemli, gıcırdayan, eski,tahta iskelenin cazibesine kapıldım yine. Kırmızı beyaz spor ayakkabılarımla gıcırdatırken tahtaları içime bir acı verirdi hep. Yalnızdı ve sanki bu ses yalnızlığını ele verirdi. Hiç nefes almadan ve mümkün olduğunca hafifçe yaklaşmaya çalıştım denize. Martılar,yosun kokusu, dalgalar ve teknelerin motor sesleri sanki az sonra dillenip birşeyler anlatacaktı size. Tahta iskelenin hergün artan aralığından güneş denize sızmıştı. İskelenin gölgesini renksiz bir gökkuşağı gibi aydınlatmıştı. Bütün bir maviliğin içinde kaybolmaktansa ayaklarımın altındaki bütünleşmeyi izledim.İskelenin gölgesindeki yerlerde koyu rengi ile yorarken gözlerinizi deniz,güneşle birlikte olduğu o küçük aralıklarda ne kadar da doyumsuz oluyordu. Güneşin ısıttığı bilginin içindeki o balık gibi süzülmek istedim birden. Baştan aşağıya süzülerek ışıkla ve denizle büyümek istedim.
Seyrettiğim balık henüz daha hayatının başında olmalıydı.Çok küçük ve narindi. Mavi,sarı,kırmızı ve çoğunlukla gümüş rengi taşıyordu üzerinde.
Ağzını ve solungaçlarını devamlı açıp kapayarak,bilgiyi ve aşkı içine çeken bir sevdalı gibi büyüyordu gitgide. Gözlerimi balıktan birtürlü alamadım.
Nefes alsam,gıcırdatsam iskelenin yalnızlığını kaçıp gider diye korktum, hiç kımıldamadım. Her salınışında başka başka renklere bürünmesi bedeninin ve büyümesi, öyle güzeldi ki.
Uzun saatler boyunca izledim hayatı. Uzun saatler boyunca izledim sevginin varlığını.
Yavaş yavaş güneşin etkisi azalıyordu denizin ve ogün oraya gelen herşeyin üzerinde. Balığa ne olucak endişesi taşırken biryandan da onun yeniden "yaşamak" "mutlu yaşamak" için yarın yine buraya geleceğini biliyordum. Bu değişmez kanunun ve içgüdünün rahatlığı ile iskeleden ayrılmak üzereydim ki,birden yalnız, yapayalnız iskelenin gıcırtısıyla irkildim. Arkamı döndüğümde uzun boylu,iri esmer bir adam gördüm. Elinde oltası,büyük içi boş bir kova ve bir de radyosu vardı. Birbirimize -ne işin var burda- der gibi baktık. Büyük bir ihtimalle oradan ayrılmamı bekliyordu. Ama buna hiç niyetim yoktu. Elindeki kovayı iskeleye dizlerini çökerek bilgine daldırdı.
Kovayı doldurduktan sonra radyosunun sesini sonuna kadar açtı, açarkende yan gözle bana doğru baktı. Hala orada duruşuma ve ona ters bakışlarıma anlam veremediği her halinden belliydi. Radyonun sesi bilgine eşlik etmeye gelen herkesin sesini bastırıyordu. Balığa bakmak istemiyordum. Ona bakarsam,herşeyin bitmesinden korkuyordum. Bir şekilde dikkatini dağıtmak istedim.
-Merhaba. Buralarda mı oturuyorsunuz?
-Evet. Şu anda burdayım. Akşam üstleri buraya uğruyorum. Ama bazen gündüzleri de gelirim.
-Hayret ben sizi burada daha önce hiç görmemiştim. Oysa bu iskeleye uzun zamandır gelirim.
-Yaşın kaç küçük hanım?
Bu soruya cevap vermek hiç hoşuma gitmemişti. Hem konumuzla ne alakası vardı. Hoşuma gitmedi ama yine de cevapladım.
-27 yaşındayım.
-Hımmm demek ki bundan sonra sık sık karşılaşacağız.
Hiç hoşuma gitmeyen bir gülümseme hatta kahkaha vardı cümlesinin sonunda.
-Ne alakası var anlamadım. İsminiz ne sizin?Belki tanıyorum.
-Tabiyki tanıyorsun.
Bunu çok büyük bir alay tonuyla söylemişti ve beni gitgide kızdırıyordu.
-Yorgunluk benim adım.
-Yorgunluk mu? Bu ne biçim isim böyle,hiç duymadım. Hadi bırakta gerçek ismini söyle bana.
-Evet "yorgunluk" benim adım, bazen "bıkkınlık"ta derler.
Kocaman bir kahkaha attım.
-Öyle mi ne güzel..Daha neler..
-Tanıştırayım. Bunlar senin hayallerin..dedi.
Eliyle bana sarı,ayağına büyük gelen çizmelerini gösterdi. Yalnızlığımı gıcırdatan gözalıcı renkte çizmeleri.. Oltayı diğer eliyle tuttu. Ucuna kadar çekti.Enine boyuna bana gösterdi.
-Bu da senin aklın,dedi.
Oltanın ucundaki gümüş renkli zokayı tutarak,büyük bir zevkle denize attı.
Büyük bir korkuyla iskelenin altındaki gökkuşağı renkli balığa baktım. Şimdi nedense kıpkırmızı görünüyordu gözüme. Ğüneşin gitgide azalan ışığını özleyerek büyümeye çalışıyordu hala bilginin içinde. Güneşin etkisi azaldıkça gözlerine zokanın gümüş rengi parklaklığı takılıyordu. Zaman ilerledikçe de parlaklığı artıyordu sanki. Balık yavaş yavaş iskelenin altından çıkarak zokaya yaklaştı. Hemen yutmasından korkarak gözlerimi kapadım. Ama yine de parmaklarımın arasından balığa bakıyordum. Zokanın etrafında saatlerce dolaştı. Bu arada Yorgunluk; -Rastgele,rastgele diye mırıldanıyordu.
Hava artık çoktan kararmıştı,zokanın parlaklığı hiç bu kadar çekici olmamıştı. Yorgunluk ve ben kaçınılmaz sonun seyrini yaptık akşam olurken.
Balık zokayı yutmuştu. Yarın bu yalnız iskelenin altında güneşle büyüyemeyecek,martılarla, teknelerle denizin dili olmayacaktı.
Yorgunluk zokayı yutmuş balığı tutup kovanın içine attı. Radyo da çalan "hiçbirşeyin"sesini kapattı. Kovayı alıp gitmeye hazırlanıyordu ki ona dönüp yalvardım. Balığı öldürmemesini ve tekrar denize bırakmasını söyledim. Buna hakkı olmadığını söyledim. Elinden kovayı almaya yeltendim. Güldü. Fazla zorlamadı. Kovadaki balığı hemen alıp denize attım. Karanlıkta ne halde olduğunu görememenin endişesiyle birden denizin arkasından doğan güneşi yüzümde hissettim. Çok parlak ama yumuşaktı. Karşı evin bahçesindeki şehir ötüşlü horoz güne henüz yeni başlamıştı. Yataktan kalkmadan herşeyi tekrar görmeye uğraştım olmadı. Kalktım. Radyoyo açtım. Gözlerim açıktı ama yeniden görmeye başladım. Balığın güneşle, teknenin dalga ile, martının zirve ile sevdasını anlatıyordu.
"Gün ağarırken, tek başıma oturmuşsam
Henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
Sen yoksan yine bense yorgun ve yalnızsam
Hele bir de bir de canım hasretine kapılmışsam ve gözümde tütüyorsan buram buram
işte o an bir fırtına kopar sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken sallanan gemi misali sallanır durur içimde dünya"
....Göçüp gittiği zaman en sözlü söz ustaları ,aşkı anlatmanın ve yaşamanın gittikçe zorlaşacağı anlaşılıyor. Birkez daha dinliyor ya insan gidenin ardından şarkıları. Sanki birdaha hiç bestelenmiyecekmiş gibi geliyor.
Zaten öyle de oluyor.. Biten, yokolan bir aşk gibi. Acı verici.. Çok acı verici.
Şarkılar sözlerini kaybedince ve sözler de güftesini sürermi ki? Aşk artık bitti.
"Rastgele" diyerek geliyor yorgunluğum. Eskimiş yalnızlığımı gıcırdatarak acıtıyor canımı sarı renkli ayağıma büyük hayallerim. Aklımın zokasını yutmuşum.Ne kadar sürer ki sana vurgunluğum....
Sevil Duha Erken
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Emel Homan LEYLA İLE SOHBETLER : ÖZGÜRLÜĞÜN TADINI ÇIKAR LEYLA |
|
- Dürtme beni istersen , ne dersin Leyla , şimdi de benim uyuma vaktim .
Sana göre hava hoş , yarın sabah erkenden kalkıp işe gidecek olan benim .
Nasıl olsa zaman , mekan kavramlarına sahip değilsin , sınırların yok .
Benim bir günüme bakar mısın lütfen ;
Sabah 6.30 da uyanacağım , 7.30 a kadar duşumu alıp , giyinmiş , bir bardak çayımı içmiş ya da içememiş
bir halde işe gitmek üzere panik ataklar halinde yola koyulacağım .
Yolda yaklaşık bir saatim geçecek . " AÇIK TİP TUTUKEVİ "
8.30 da iş yerindeyim . ( İçeriye girer girmez kapıların kapandığını hisseder , adeta kilit seslerini duyarım .)
Sekiz , belki on , belki de on iki saatim geçecek burada .... " E TİPİ TUTUKEVİ "
Önce sabah kahvemi ve sigaramı içerim , mımmmmmmmh . Günün en keyifli saati .
Sonra masa başında koşturmaya başlayacağım , bir şeyleri tasarlayıp , hesaplayıp yerlerine koymaya
çalışacak , bir takım problemler olacak çözeceğim , bir şeyleri bir yerlere yetiştirip bitirmeye uğraşacağım.
Saat 12.00 , yemek molası , biraz da dedikodu saati . Gerçi tutukevinin en güzel mekanı burası ..
Ters giden her şeyin sorumluları bulunur .yargılanır , asılır , kesilir , olası isyanların ilk tohumları burada atılır.
Saat 18.00 - 20.00 oluncaya kadar çalışmaya devam .
Yarının , birkaç gün sonrasının , yada hafta sonunun programlarını da hazırlarım .
Ve akşam iş çıkışları ............. " DİĞER TUTUKEVLERİNİ ZİYARET SAATİ "
Spor salonlarını oldukça sık ziyaret ederim ; bu zayıflamak ya da form da kalmak , sağlıklı yaşamak için .
( Ayda 30 YTL ödüyorum bunun için )
Bazen arkadaş evleri sohbetler , toplantılar , akşam yemekleri , barlar içki kadehleri ile renklendirilen .
( Bunun da bir bedeli var tabi ki )
Kurslar ; yeni bir şeyler öğrenmek yada bilgilerimi tazelemek için , kendimi geliştireceğim ya ....
( Hele bunun için devamlı bir bedel ödemek zorundayım .)
Sinema salonları , tiyatro salonları , kitaplar ; başkalarının hayal dünyasında gezintiler . Bak bu gezintiler
bazen İnanılmaz keyifler verir , unutulmaz tatlar bırakır . Kendi tutukluluğumu unutturur bana .
Bu arada sen özdeşleşirsin filim yada roman kahramanları ile . Benim dünyama benzeyen benzemeyen ,
her yere girer çıkarsın , kılıktan kılığa girersin , her tip tutuk evlerini gösterirsin bana .
Bazı satırlar okurum , çok hoşuma gider , " aaaa bunu bende düşünmüştüm derim " kendi kendime .
Benim gibi düşünenlerin varlığı rahatlatır beni , önemserim kendimi .
( Bak bunlara ödediğim bedele hiççççççç açımıyorum )
Hiçbir programım yoksa alışverişe eh beslenmem , giyinmem de lazım. ( Bunlar zorunlu tabi ki )
Sonra yolum eve düşer tekrar . " ÖZEL TİP TUTUKEVİ " Kapısını ben kilitlerim arkadan .
Kendimle baş başayım işte ve de eşyalarımla . Bilgisayarımla , televizyonumla , radyomla , buzdolabımla ,
sandalyemle , koltuğumla , kitaplığımla , yatağımla, yastığımla , yorganımla ..
Koltuğuma oturur televizyonu seyrederim bir şeyler atıştırırken . yada pc karşısındayımdır .
Yatağıma uzanır kitap alırım elime , yine başkalarının hayal dünyasına yol almaya .
Yatağım , yorganım yumuşak olmalı , yastığım kuştüyünden , gömülmeliyim içine ; alışkanlık ne yaparsın .
Üstelik bu evdeki her türlü eşyayı ben aldım , sözde rahat etmek için . EVİM EVİM GÜZEL EVİM .
Beslenme , dinlenme , uyku , temizlik , çalışma saatleri . Saatler , saatler , saatler .
Her dakikası otomatik programlanmış saatler bu mekanlar içerisin de .
Tabi bütün bunları yapabilmem için para lazım , parayı kazanmak içinde , çalışmam.
Çalışabilmem içinde beslenmem dinlenmem lazım . Bilmem anlatabildim mi ?
Yani .. Uyumam lazım kısaca , hayatım ........
Dur .. dur gitme daha , farkındasındır sende ;
Sevdiklerim , sahip olduklarım , işim , rutinlerim beni nasıl tutukladılar Leyla ...
Hep günümü bir diğerinin aynısı yaptılar , bende kendi kendimi tekrarlamaya başladım.
Değişen fiziksel ve ruhsal özelliklerim , bakar mısın şu hale ;
" hep aynı insanlar , aynı mekanlar , her günün bir diğerine gittikçe benzemesi " AMAN ALLAHIM ....
Bazen yeni yüzler birkaç saatliğine yada günlüğüne hayatıma girip çıkıyorlar .
Mal bildiriminde bulunmamış tutuklular gibi , ya da ben giriyorum başkalarının tutukevlerine
birkaç saatliğine yada günlüğüne ......... " AÇIK GÖRÜŞMELER "
Saatlerle , mekanlarla ve şeylerle sınırlıyım .
" Zaman ve mekan " kavramının olmadığı bir yer , aslında ne kadar özgürsün farkında mısın ?
Her yerde , istediğin zamanda , her biçimde , her rolde .... Özgürlüğün tadını çıkar Leyla .
Emel Homan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.566 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
çocukluk
Yılanın çatal dilini tutabildin mi?
Çocukluk koleksiyonum
kertenkele kuyruğu biriktirmekti.
Ve kelebekleri sapanla kovalamak.
Vuramazdım hiçbirini,
atışlar karavana
'Hadi uçalım Küçük Prensin gezegenine,'
derdim
İnanmaz nazarlarla bakardın.
Sobe!
Elif Eser
Yukarı
|
DAVETLİSİNİZ 4. yaşımıza giriyoruz
Yer : SED Hotel / Taksim www.sedhotel.com
Biricik Sevgili'miz KAHVE MOLASI'nın; 3.seneyi devirip 4'e gireceği 16.Nisan.2005 tarihinde düzenlenecek olan kutlama töreninde, siz değerli OKUR'larımızı da aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.
Gelin dostlar, felekten bir gece ÇALALIM Sadece 50 YTL'ye sizi de aramıza ALALIM ..:-) Takvimlerden 16.Nisan.2005'i ÇEVİRİYORUZ
Üçüncü yılımızı hep birlikte DEVİRİYORUZ
Hepinize yetecek kadar ayarlandı bile YERİMİZ Bu kutlama değil; göz nurumuz, alın TERİMİZ
Bakınız bu eşsiz gecede neler var ?
Beyaz Peynir, Hamsi Ançuez, Jambon, Közde Patlıcan Salata, İtalyan Salata, Zy.Biber Dolma, Haydari, Selanik Salata ve Acılı Ezme'den oluşan Ordövr Tabağı ile BAŞLAYACAĞIZ...
Pastırmalı Paçanga, Napoliten Soslu Mitite Köfte ve Dim Soslu Karışık Mevsim Salata ile ara sıcağını ARALAYACAĞIZ...
Garnitürü; Püre, Pilav ve Haşlanmış Sebze, kendisi; Biftek, Piliç Pirzola ve Kasap Köfte (Izgara) üçlüsünden oluşan ana yemeğe DALDIRACAĞIZ...
Karışık Mevsim Meyveleri ve Limitsiz İçki'nin yanında; SARO ve Orkestra'sı ile kudurup pisti ayağa KALDIRACAĞIZ...
EDİTÖR'ünüzü görmek KM Aboneliği gibi Beleş... :-)) YAZAR Dost'larınız zaten kelepir...
Bir mesaj atmanız yeterli : geliyorum@kmarsiv.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Tiyatro severler için hoş bir çalışma http://www.tiyatrom.com Güzel bir sanal dergi. İşte içerikten bir duyuru: ...Amatör Komedi Tiyatrosu fikir olarak ilginç, sahnelenmesi cüret gerektiren, kalabalık kadrolu bu oyun için, Hamlet'in oyuncuları gibi kral önünde oynayabilecek cesarette oyuncular, yönetmen adayları, BİRLİKTE ÇALIŞABİLECEĞİMİZ, PARTNER OLABİLECEK AMATÖR TİYATRO TOPLULUĞU arıyor...
Darwin'in evrim teorisinin yanlış olduğunu söyleyen ve bunu örneklerle ispata çalışan bir web sayfası http://www.darwinizminsonu.com/k_tarih_01.html ...Darwin bu gezisinin ardından İngiltere'deki hayvan pazarlarını gezmeye başladı. İnek yetiştiricilerinin farklı inek cinslerini çiftleştirerek yeni cinsler türettiklerine şahit oldu. Galapagos'ta gördüğü farklı ispinoz türlerini de bu gözlemlerine eklediğinde, kafasında bir teori şekillenmeye başladı. Sonunda bu fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı. Bu kitapta, tüm canlı türlerinin tek bir ortak atadan geldiklerini, ancak zaman içinde küçük değişimlerle birbirlerinden evrimleştiklerini iddia ediyordu... Üzerine ayrıca yorum yapmam doğru olmaz.
Meraklısına İtalyanca sözlük http://www.sozlukcu.org ve hatta Hollandaca - Türkçe sözlük ve hatta Türkçe heceleme kılavuzu. Daha ne yapsın Engin abisi.
Grup halinde muhabbet ederken konuşmanın en tatlı yerinde sohbetin içine turp suyu sıkan kişiler vardır. Bu kişilerin sessiz kalmasını sağlamak ve kafalarını karıştırmak için hazırda mutlaka konu bulundurmanız ya da alakasız bilmeceler sormanız gerekebilir. E bu kadar gerekçeden sonra http://www.kimim.com/kimimcom/eglence/kbilmece.htm kısayolundaki komik bilmecelere bakarsınız artık. Aman dikkat sohbetin içine turp suyu sıkan siz olmayın.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
QuickZip 3.06.3 [3 MB] Windows Free
http://files.overfiles.com/applications/quickzip_3063.exe Zip rara gibi 44 çeşit sıkıştırma formatını birarada kullanabildiğiniz çok iyi bir alternatif sıkıştırma ve çözme programı. 1999 dan beri var olan bu programı yeni öğrendiğim için hayıflandım doğrusu. Üsütüne üstlük bir de bedava. Tüm bilgisayar kullanıcılarına şiddetle tavsiye edilir. Çok yakında 4.50 versiyonu çıkacak, takip etmeyi unutmayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|