|
|
|
15 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Nice Senelere!.. |
Merhabalar,
Biriktirmeye meraklı değilim. Ama kendiliğinden birikenlere, zamanla artanlara karşı da aşırı bir ilgim var. Kötü birikimleri bir yana koyuyorum. Elime aldıklarım hep güzelleri, en güzelleri. Kahve Molası 724. sayısına, daha çiçeği burnunda Kahve Molası Dergimiz 2. sayısına ulaşmış. 3 yılda yazıları yayınlanan yazarların sayısı 356 toplam yazı sayısı 3370 olmuş. Hiç durmamış Kahve Molası her gece yeniden doğmuş, her sabah sizlere davetli misafir olmuş. Bu sayıların arkası boş değil tersine dopdolu. Kocaman bir emek, yürekler dolusu sevgi, dostluk, herşeye rağmen saygı ve anlayış var. Ciddiyetin ve sürekliliğin meyvalarını toplamaktayız. Ciddiyet derken asılmış düşmüş suratlar değil söylediğimiz. Yaptığı işi ciddiye alanların ciddiyetinden bahsediyoruz. O kadar çok şey var ki söylenecek ama baktım da en güzel sözleri geçen yıl ikiden üçe girerken söylemişim. Gelin biraz uyarlayarak hep beraber hatırlayalım;
"3 bahar önce çıkmıştım yola. Ürkek, sessiz, saygılı davranmaya çalışmıştım günlerce. Haftada bir, haydi bilemedin 2 kere yollarım demiştim başta. Nazımı çekecek dostları aramıştım önce, sonra tekrar aramıştım, sonra tekrar... Daha 4-5 sayı olmuştu ki yeni yeni dostlar edinmeye başlamıştım. Kimi kaldı baharlarca, kimi çekti gitti sessizce. Haftada bir... iki... üç... derken beş oldu, çıkmayınca aranır oldu Kahve Molası. Yazanları paylaşmaya, yazmayanları yazmaya, okumayanları okumaya, okuduktan sonra yorumlamaya ve en sonunda yazmaya teşvik etmekti amaç. Oldu... Hem de pek güzel oldu. Yorgun geçen gecelerin ardından yollandı teker teker Kahve Molası kahveci dostlarına. Bazen yeter artık yeter bile dendi kesilen telefonların, patlayan matbaanın, mum ışığında haliyle çalışmayan bilgisayarların, 40 derece ateşle geçen mide bulantılı gecelerin ardından. Ertesi gün tek bir mesajla yenilendi, dirildi Kahve Molası. 'Elinize sağlık' diyordu hiç tanımadığım bir can dostum taa nerelerden. Bir başka gün 'Daha önce neredeydiniz kuzum?' dedi bir başkası. Takdir gördükçe hayal kurdu Kahve Molası. Ulaşamadı pekçoğuna, ama yazılı onlar bir kenarda hayat bulacakları güne kadar saklı."
Ve işte o hayallerden biri gerçek oldu artık. Kahve Molası Dergisi sanal dünyanın kapısından çıkıp gerçek Dünyaya giriverdi. Daha ikinci sayısında kulvarında ses getirmeye, beğenilmeye başlandı.
"Kavga gürültü de eksik olmadı. Nedir bu başıbozukluk? Her gelen istediğini yazıyor dendi bir çok kez. Direndi Kahve Molası, güven kazanmak için önce güvenmek gerek dedi de başka birşey demedi. 3 yılda eksile çoğala beş bin küsürlara ulaştı kahvecilerin sayısı. Kahveciler eksildi çoğaldı ama aralarında eksilmeyen 2 şey vardı; sevgi ve saygı. Sevgi arttıkça arttı. Ekranlara sığmadı taştı.
Çok mutluyum, gururluyum. İyi birşey yapıyor olmanın iç huzuruyla tüm yorgunlukları unutup yatıyorum her gece. Yaptığım iş hiç kolay değil bilenler biliyor. Ama karşılığında aldığım tadı hiçbirşeye değişmem. Yeni baharlarda Kahve Molasının gerçekleşecek yepyeni hayallerinde buluşmak dileğiyle...
İYİKİ DOĞMANA VESİLE OLMUŞUM BE KAHVE MOLASI...."
Dergilerimiz Buybye.com'da.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK2YAMA HİKAYELERİ Tahta Kurdu -10- |
|
10
O an gidebileceğim tek yere, pansiyona geri döndüm. Pansiyoncu kız benim telaşımdan korkmuş olacak ki şaşkın ve sararmış bir suratla bana bakıyordu. "Önemli bir şey yoktur umarım." dedi hafifçe yana doğru çekilerek. "Yok" dedim, "Galiba çarşıya indi, döner birazdan. Pardon yanına çantasını almış mıydı? Dikkat ettiniz mi?" "Hayır, elinde hiçbirşey yoktu. Hızlı hızlı koşar adımlarla çıktı, gitti." "Belki de canı bir şey çekmiştir değil mi? Ne de olsa yeni evlisiniz, size bir sürpriz yapabilir, hazırlıklı olun." dedi suratındaki gülümsemeyi saklamaya çalışmadan. Ben de güldüm sanırım ama aklım başka yerdeydi. O güne kadar yapmadığım, bir kere bile aklımdan geçirmediğim şeyi yapacaktım. Koşar adımlarla odaya çıktım.
İçeri girer girmez irkildim. Dağınık bıraktığımı hatırladığım oda derlenip toplanmış, yatak sanki üzerinde hiç yatılmamış gibiydi. Demek ki o telaşla P'yi ararken ortalığa hiç bakmamışım. İyi de bu çok saçma değil mi? Normal zamanda bile bir hafta küllük boşaltmayan P tam bana kazıp atıp gidecekken mi akıllanmıştı? Bunları düşünerek dolabı açtım. Gelirken tek bir bavul yapmıştık P ile. Hani o pazarlarda satılan kocaman yalancı deri bavullardan bir tane almıştım. Hatta ilk alıp eve geldiğimizde P'yi içine sokmuş kahkahalar atmıştık. Kaçmak gerekirse gayet rahat bavula sığabileceğini düşünüp dakikalarca gülmüştü. Gariptir, hiç nefret duymuyordum. Bunca yenilen kazıktan ve sap gibi ortada bırakıldıktan sonra gördüğümde bir kaşık suda boğmam gerekir diye düşünmeliydim. Ama hayır, tek istediğim tüm bunların onun şu kapıdan girişiyle pıt diye kaybolup gitmesi. Kapı açılacak o girecek. Ve "Hayatım, sattım, işte paralar, haydi hazırlan hemen gidiyoruz." diyecekti.
Bavulu usulca açtım. Her şey yerli yerindeydi. Hatta oda gibi bavulda toplanmıştı.T-Shirtleri, pantolonları, benimkiler, onun iç çamaşırları, hatta son sevgililer gününde aldığım bordodantel sütyen bile duruyordu. Neden almamıştı? Oysa çok sevmişti onu. Olmayan memelerine takviye olsun diye tıktığı pamuklar bile oradaydı. Az dalga geçmemiştim hani. Keşke şimdi burada olsa ve bu yaşadığım paranoya için o benimle dalgasını geçse. Gayri ihtiyari eşyaların arasını yoklamaya başladım. Ne aradığımı bile bilmiyordum. Bugüne kadar çantasını karıştırmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Neyi vardır ki saklayacak diye düşünürdüm. Zaten oldum olası sevmem bu tür işleri. Biri benim çantamı karıştırsa Allah yarattı demem girişirim. Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma o zaman demişti bir büyük abim. Arabalarla ilgili serüvene atılana kadar da tuttum bu sözü. Ama arabalarla oynaşmaya başladıktan sonra değiştim. Değiştik daha doğrusu. Ya da sadece ben değiştim, o hep böyleydi. Sorun burada zaten aslında onu hiç tanımıyormuşum, sadece tanıdığımı sanıyormuşum.
Elimle daha derinleri kontrol etmeye çalıştım. Salak gibi bir suçluluk duyuyordum. Sanki beni bırakan o değil, paraları alıp kaçan o değil, benim. "Yuhh.. çikolata kağıtlarını bile düzeltip saklamış, bu ne böyle?" Bavulun gerektiğinde açılıp büyümesini sağlayan körüklü yerinde alüminyum folyoya sarılmış bir paket vardı. Fazla büyük değil, ufak bir kitap gibi. Özenle katlanmış, kenarları sıkı sıkı ezilerek yapıştırılmış minik bir paket. Hiçte masum bir şey gibi gelmedi başlarda. Filmlerde görmüştüm. Uyuşturucu satıcıları malı böyle paketler halinde hazırlayıp satıyorlardı. "Bak şimdi başımıza bir de uyuşturucu çıktı." diye düşündüm. Açmaya korkuyordum ama merak bu sıkıysa engel ol. Kenarlarından başladım. Yavaş yavaş itinalı biçimde. Üst üste dizilmiş birkaç sarı zarf vardı görünürde. Hani o Devlet Malzeme Ofisinin devlet dairelerine verdiği bir türlü ağzı kapanmayan zarflardan. Lime lime olmuş halinden eski oldukları anlaşılıyordu. Köşesine baktım hemen. "SHÇEK Gaziantep Çocuk Yuvası" yazıyor. Sağ alt köşede P Z U ismi ve o servise bindiğimiz yere yakın bir adres vardı. P Z U, demek asıl adı P değilmiş, o sadece göbek adı. Asıl ismi Z U. Soyadını hiç bilmediğimi fark ettim. İlk defa karşıma çıkıyordu. 2 insan hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak nasıl olurdu? Ben böyle ilşkinin taa... 4 tane içi boş eski zarf, tam aralarında daha yenice bir başkası. İçinde renkli bir fotoğraf. Kumral bir kadının kucağında bir bebek. Fotoğraf yemekhane, lokanta benzeri bir yerde çekilmiş. Arkasında kargacık burgacık bir yazıyla "Canım anneme" yazıyor. Bir de tarih var, 15 Nisan 1998. Buraya gelmeden tam 2 yıl 3 ay öncesine ait. Biz tanışmadan az evvel. İyi de kim bu bebek? Yoksa? Olabilir mi? Yok canım daha neler. Annesiyle oturmuyor muydu bu kız? Abisinden dayak yediği bir gün karşılaşmamış mıydık? Abisi? Hiç gördün mü abisini? Nereden biliyorsun abisi olduğunu? Sen onu evine bile bırakmadın? Tanımıyorsun oğlum tanımıyorsun. P ya da Z her neyse, herkes olabilir, her şey olabilir. Bitti yeter kurcalama artık, sen bu işten kurtulmanın yollarını ara. Bebekmiş, bir de bebek çıktı başımıza. Şimdi 2 yaşlarında olmalı, kız mı oğlan mı acaba? Bana ne be, bana ne. Lanet olsun onu karşıma çıkarana, başıma gelemedik kalmadı, kaçmalıyım, kaçmalı kurtulmalıyım. Allah kahretsin pansiyoncuya verecek para bile yok. Ne para ne araba ne de karı. Hepsi gitti bitti, sen de bittin oğlum bittin!...
"Pardon, afedersiniz, şeyyy." Pansiyoncu kızın seslenmesiyle irkildim. Komik bir haldeydim. Yatağa çökmüş önünde koca bir bavul, ellerim bavulun içinde, elimde bir resim dalmış gitmişim. O telaşla kapıyı bile kapatmayı unutmuşum. "Efendim? Dalmışım, eşyaları topluyordum, sanırım bugün yarın ayrılacağız." "Anlıyorum, size bir telefon var, buraya bağlayamıyorum, aşağıya gelir misiniz?" "Hayda kimmiş? Kimse bilmiyor ki burada olduğumu." "Eşiniz sanırım, sesini benzettim." Eşim mi? Hahh haaa... eşim ha. "Peki geliyorum"
"Alo, sen misin?"
"Evet, nasılsın?"
"Nasılmıyım? Bak sen. Sen neredesin? Gelecek misin, bekleyeyim mi?"
"Hayır gelmeyeceğim ama istersen sen gelebilirsin. Eminim bavulu açmışsındır, buldun mu bıraktıklarımı?"
"Zarfı kastediyorsan buldum ama bir şey anlamadım. Neyin nesi o bebek?"
"O benim kızım. Söylemeye çalıştım sana ama beceremedim. Gitmeliyim, onu almalıyım."
"Kızın ha. Kimbilir daha ne sürprizler var kutunda. Başka şeyler de var mı bavulda karıştırmaya devam edeyim mi? İyi de benim günahım neydi P, yoksa Z mi demeliyim? Beni beş parasız bırakıp gitmek neden? Kızmalıyım sana ama beceremiyorum."
"Plan program yoktu. Sevdim seni ama tek hedefim vardı, kızımı oradan almak. Sonunda birlikte o parayı topladık ve gitme vakti geldi. Sana gel deseydim olmazdı. Gelmezdin. Ama şimdi bir umut var içimde. Sana gerekenleri bıraktım bavulda. Körüğün altındaki fermuarı aç."
"Şimdi neredesin?"
"Garajdayım, 1 saat sonra hareket ediyor otobüs. Gaziantep'e gidiyorum. Gelmek istersen gel ama unutma artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Zorlama yok, veda yok ama kum gibi umut var. Gelirsen sevinirim. Gelmezsen kızmam. Ne bileyim işte. Şimdi kapatmalıyım, jeton biti..."
"Düşüneceğim P. P?... P?... Hay Allah kapanmış."
Hızla yukarı çıktım. Bu sefer kapıyı kapatıp kilidi çevirdim. Söylediği yere bakmak için bavulun başına çöktüm. Fermuarı açtım. Bingoo. Onca gecenin karşılığı bir arada. Para... Hem de hatırı sayılır miktarda. Hepsini çıkarıp masanın üzerine koydum. Teker teker saydım. Birlikte kazandığımız paranın yaklaşık yarısıydı. Bu parayla bir sene hiç çalışmadan serseri hayatı yaşayabilirdim, hemde birçoklarının imreneceği şekilde. Helal olsun P. Çabuk olmalıydım. Birileri uyanmadan sıvışmalıydım. Bavulu bırakmaya karar verdim. Sırt çantasına birkaç parça eşyamı en alta paraları koyup aşağıya indim. Pansiyoncu kız gülümsüyordu. "hesabı keser misiniz? Çıkıyorum." "Tabi, eşiniz bekliyor olmalı, hemen." Saate baktım, telefonu kapatalı 20 dakika olmuştu. "Garaj ne kadar sürer?" diye sordum. "15 dakikada gidersiniz merak etmeyin." dedi. "Peki İstanbul'a sık sık otobüs var mıdır?"
...
"Bugün günlerden ne?"
"15 Nisan babam, hayırdır?"
"Yuh o kadar oldu mu? Bugün son gün biliyorsun. Verdin mi kesin talebi Petkim'e?"
"Verdim babam, ayıpsın. İşe yarayacak mı dersin? Biraz da Akmerkez'e mi ayırsaydık?"
"Uğraşamam oğlum ben onlarla. Kırk yılda bir devlete bir hayrımız dokunsun istedik işte. Bizim ihtisasımız belli. Son işte enseleniyorduk senin yüzünden zaten. Elli kere söyledim sana bu cipiesli arabalara bulaşma diye. Dinleyen kim? Ulen bazen lanet ediyorum seni tanıdığım o güne. Sırtta yılların birikimi para, hoş yarısını zor kurtarmışız. Uçakta bula bula senin gibi bir salak hırsızın yanına düşüyorum. Şans mı bu be? ... Şans be şans. Aslanım benim 4 yıldır can yoldaşı oldun bana. İyiki tuvalette sıkışıp kalmışsın, yoksa birbirimizi tanımak nasip olmayacaktı."
"Yapma be babam hatırlatma şimdi o hadiseyi. Zaten yıllardır utancımızdan kırmızı lahanaya dönmüşüz. Sen de her fırsatta kafamıza kakıyorsun. Ya babam, anlatıyor anlatıyor sonra hep aynı yerde kesiyorsun şu hikayeyi, ya sonra? Hiç haber aldın mı senin o tahta karıdan?"
"Ağzını bozma len, bugün ekmek yiyorsan onun sayesindedir bilesin. Acemiliği onunla attım ben. Kim bilir nerelerdedir? Belki hala garajda bekliyordur, ha ne dersin? Yok oğlum yok, bizden ne köy olur ne kasaba. O anladı durumu kurtardı kendini. Ya ben? Sen? Bizler birer tahta kurduyuz, kemire kemire, sömüre sömüre, sürünürüz. Ta ki, karşımıza bizi ezecek biri çıkana kadar. Neydi şu gördüğün arabanın markası? Kaç para ediyormuş o?..."
Bitti
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 14 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Dört Mum Yaktım Seyrine Baktım |
|
Biliyorum ben buraların en tembellerinden biriyim. Durduk yerde kimse beni dürtmeden, dürtülere kapılıp tek satır yazamıyorum. Ama bugün başka. Bugün yazmalıyım...
Onyedi Nisan günü Kahve Molası 4 yaşına girecek. Dört yaş... Dört yıl... Geçen süre zarfında neler oldu, neler bitti, kimler geldi, kimler geçti faslına girersek sayfalarca yazmak mümkün. Son derece popülist bir yazı yakışırdı belki bugüne, ama ben biraz, matematiksel, biraz mistik takılacağım izniniz olursa. Son derece realist olan ben... Çarpım tablosunu hala ezbere bilemeyen ben.. Ama deneyeceğim.
Vanilya kokulu tütsü, dört mum, bir bardak buzlu viski ve Annemarie Schimmel'in Sayıların Gizemi adlı kitabı masanın üzerinde.
Başlıyorum yazmaya; 1, 2, 3, 4....
Kitapta diyor ki; 'Matematiksel ruh, kendisini,insanların yaşadığı ya da eski yaşamlara ait maddi izlerin bulunduğu her yerde ortaya koyan başlangıçsal insani ögedir.'
Enteresan? Bakalım gerçek mi sayıların gizemi? Yoksa diğer mistik martavallar gibi turistik mi? Henüz ben de bilmiyorum. Yazının sonunda hep beraber anlamış olacağımızı umut ederek yazmaya devam ediyorum.
1'den başlayalım.
'1' Başlangıçsal varlığın sayısı
İşte yaradılışın sayısına böyle demiş kitap. Ve şöyle açıklamış, 'Geometrik olarak nokta ile gösterilen 1, Pisagor'cular ve onların etkisi altındaki düşünürlerce gerçek bir sayı olarak ele alınmamıştı., çünkü Euclid kabulune göre bir sayı birimlerin oluşturduğu bir toplamdır. Kobel 1537'de şöyle yazıyordu: 'Bundan, 1'in bir sayı değil, bir yapıcı (ya da anne), diğer bütün sayıların başlangıcı ve temeli olduğu anlaşılır.' 1, sayıların ilk başlatıcısı olduğundan, tek sayı bile olsa, eril ilkeye biraz daha yakın dursa da, hem eril hem de dişil olarak görünür. Eril bir sayıya eklendiğinde sonuç dişil bir sayı olur ve vice versa: 3+1=4, 4+1= 5.'.
Kitapta 1, böyle anlatılıyor. Ben de diyorum ki bundan böyle yaşımız şöyle hesaplanmalı.
Kahve Molası 3+1= 4'cü yaşına girdi.
1, yaratma yaşımız idi. Gerçekten de öyle olmadı mı? Günlerden bir Çarşamba günü -ki nedense hep kampanyalar ya hafta başı ya da sonu başlar böyle ortadan başlayan birşey görülmüş şey değil (!). Gerçi Kahve Molası'nin bir benzeri görülmüş bir şey mi? O da değil-
Hepimizin hayatına birden girivermedi mi? Yeni bir şey yaratılmadı mı? Pek çoğumuzun hayatında bir ilk, bir başlangıç olmadı mı?
'2' Kutupsallık ve Bölünme
'İki kuşkuludur, anlaşılmazlıklardır, uyumsuzluktur, çekişmedir, çift cinsiyettir. İki daldaki ikiz meyvadır, tatlı ve acı.' Kitapta 2 sayısı gizeminin en özlü tanımı bu. Dualite'nin tanımı yapılıyor bu sayı ile ilgili kısımda. Ancak tanrısal 1'e oranla daha insani bir halden bahsediliyor. Demek ki Kahve Molası'nın insani değerlerle bezendiği yıldı 2'ci yılımız. Gerçekten de öyle değil miydi? Yavaş yavaş sanaldan çıkıp, bilmediğimiz birbirlerimizle tanışmaya, dost olmaya, kavga etmeye, yazılarımızı geri çekmeye itişmeye kakışmaya başladığımız yıl değil miydi 2'ci yıl? En çok patırtı o zaman kopmadı mı? Ve her kopan patırtının ardından daha bir kenetlenmedik mi birbirimize? Sahip çıkma yılları, sahip çıkmayanlar sayesinde yaşanılası olmadı mı?
Çünkü' diyor kitap, kutupsallık olmaksızın maddi yaşam var olamaz. Ve devam ediyor, 'Elektrik akımının bir pozitif bir de negatif kutba gereksinimi vardır ve hayvanların hayatı nefes alıp vererek ve yüreğin daralması ve genişlemesiyle sürer; 2 yaratılanlar dünyasındaki bütün görünüşlerle bağlantılıdır.'
2 sayısının kuşkuyu da ifade ettiği uzun uzun anlatılıyor kitapta ve sonunda şöyle deniyor. 'Dualite ve olumlu anlamda kutupsallık hayatın sürmesi için zorunlu olsa da, sayıbilimcilerin görüşüne göre 2, fazlasıyla olumsuz olup uyuşmazlık ve ayırma taraftarıdır ve parçalanmış dünyanın üstesinden gelmek için başka bir güç gerekmektedir.'
Ne kadar doğru değil mi?... Bütün olanın bitenin üstesinden gelmemizi sağlayan güç ne ola ki?
Belki sırrı 3 sayısının gizemindedir... Hadi gelin uğurlamaya hazırlandığımız 3'cü yılımızın seyrine bakalım...
'3' Kapsayıcı Sentez
Kim ne derse desin 3 sempatik bir sayıdır. Batıl yaklaşımlarda bile bir olumlu yan mutlaka vardır. 3 bir önce dualitenin yarattığı gerilimleri toparlayan bir yeni yaratma ekler. Kavgalı evliliklerde üçüncü kişinin gelişinin birleştirici yanı gibi sanki.
Gerçekten de 3'cü yılımızda hepimize yeni bir boyut eklenmedi mi? Yarın gece İstanbulda yapacağımız geleneksel Kahve Molası yemekleri bile 3 ayrı ilde, yılda 3 kez yapılmaya başlanmadı mı? Kahve Molası'nın ilk bebeğini, dergimizi üçüncü yılımızda elimize almadık mı? Bu yıl geçmiş yıllara oranla okuru daha kapsayıcı olmadık mı? Aramıza en fazla yeni yazarın girdiği yıl bu yıl değil mi? Aynı çatı altında daha çok çeşitlenmedik mi? Ve doğal olan da bu değil miydi?
3 sayısıda yaşamı kapsayan şeylerin neler olduğunu hiç düşündünüz mü? İşte size bir kaç örnek yine aynı kitaptan. Hava-su-toprak. Katı-sıvı-gaz. Sabah-öğlen-akşam. Geçmiş-şimdi-gelecek. Oluş-varoluş-yitiş. Tez-antitez-sentez. Tin-ruh-beden. İslam-iman-ihsan. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Dünyadaki ana renkler bile üç tane değil mi? Kırmızı, yeşil ve mavi.
Bu yılın hepimiz için çok heyecan verici bir yıl olduğunu düşünüyorum. En azından benim için öyle. Kahve Molası sitesi ve dergisi, sevgili editörümüzün desteği ve inanılmaz tek kişilik emeği ile yaşamaya devam ederken, bu yıl bizlerin de Kahve Molası için bir şeyler yapabileceğimiz bir alan bir kapsayıcı sentez oluşturmadı mı? İzmir'li ve Ankara'lı kahvecilerin bizleri ağırlamak için verdikleri çabayı nasıl unuturuz? Dergi tanıtımı için kapı kapı gezen, kitapçıları, kafeleri "bir dergimiz var destek olmak ister misiniz?" diye dolaşan, dergi hazırlıkları ile günlük mesailerini bir yana bırakıp koşan. Yazılara fotograf çekmek için özel setler kuran, radyo programlarına çıkıp bizleri anlatan biz kahveciler değilmiyiz? İşte bizi dualitenin ayrıcılığından kurtaran güç! Sahiplenme...
Gelelim 4 numaralı muma....
Hani şu adet yerini bulsun diye pastaya konulan ve asla üflenmemesi gereken; 3 mumu söndürüp birini yanar halde bırakmak için maharetli olmayı gerektiren yıla...
'4', Maddi Düzenin Sayısı
Bu yıl için benim yazabileceğim hiç bir şey yok. Fal bakar gibi, kitaba bakıp bakıp diyeceğim kahanetlerimi. Bu bölümü okuduğumda çıkardığım en önemli sonuç şu: Bu yıl işler biraz daha ciddiyet gerektiriyor gibi duruyor. Eğer dizginlemeyi beceremezsek bizim mahşerin 4 atlısı alıp başını gidebilir ve iş kontrolden çıkabilir benim anladığım. Burada gözden kaçmaması gereken şey şu; Kitapta anlatılanlara bakarsanız, ilk yaratılışa biraz geri dönmek, ve biraz da belirgin kurallara doğru yön almak gerekiyor diyor gibime geldi. Bakalım size de öyle mi gelecek. ' Dört, dünyada bilinen ilk düzenle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır ve bu da, oluşumların kafa karıştırıcı çok yönlülüğünün sabit formlar biçiminde düzenlenmesiyle, doğadan uygarlığa doğru bir değişime işaret eder.'
'4 yön ve 4 rüzgar birlikte yeryüzündeki yaşamın tamamı için gerekli koordinatları sağlarlar. Maddi düzeni sağlayacak temel noktalar,, uçları ufka giden 4 temel noktayla ilişkilidir' deniyor kitapta.
4, maddi olarak kurulu dünya ile ilişkili bir sayı anlayacağınız. Hayallere kapılmak, bulutlar üstünde şarkılar söylemek haram hepimize. Yönlerimiz belli. Kuzey, güney, doğu ve batı. Bizi sürükleyecek rüzgarlarımız gündoğusu, günbatısı, yıldız ve lodos. 4 mevsim emrimize amade beklemede.
Yeni yaşımız kutlu olsun dostlar. Pisagor'culara göre de 10 tam puana ulaşmanın tam sırası.
1+2+3+4= 10
Kahve Molası Şampiyon!
Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 21 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Merak etmek! |
|
Yetmişli yaşlarının başında. Gençlik yıllarındaki güzelliğini tahmin edebiliyorsunuz. İzmir Kordonda hoş bir Nisan akşamında çok hafif bir yel saçlarımızı, yüzümüzü yalarken ben yalnızca üç gündür tanıştığım bu hanımefendideki cana yakınlığı, sıcaklığı anlamaya çalışıyorum. Daha dün, oturduğumuz küçük masa başında başka randevularıma gecikmemi kendine dert edivermişti. Sıkmadan ancak artık gitmem gerektiğini sessizce anımsatan içten bakışlarla. Bugünse beni Ankara'ya götürecek otobüse yetişip yetişemeyeceğimi düşünüp, yemeği ona göre ayarlamaya çalışıyor. Oysa misafir olan kendisi, onunla arkadaşlık eden bu adamla yeni karşılaşmış ve olasılıkla bir daha da hiç görmeyecek.
Birgitta Stenberg'ten söz ediyorum. Son romanı 'Çılgın Yıllar' adıyla Gürhan Uçkan tarafından Türkçe'ye kazandırılan Birgitta'dan. Onun yazdıkları Nokta Kitap'ça İzmir Tüyap Kitap Fuarında okuyucuya ulaştırılırken, Birgitta'nın da yolu kısacık bir zaman için bizim buralara düşmüş, çevirmeniyle birlikte kitabının söyleşisine ve imza gününe katılma şansını yakalamıştı. Beş on izleyiciyi ancak ağırlayabilen söyleşi ertesi moral bozukluğu belki de yalnızca bizde rastlanabilecek bir gariplik sonucu yüzü aşkın kitabının yarım saatte tüketilmesiyle aşılmıştı. Aynı anda değişik kitapevlerinin masalarında Server Tanilli, Aydın Boysan, Demirtaş Ceyhun gibi ağır top on yazarın önünde sınırlı sayıda okur yer alırken, Birgitta'nın 'kapısında' uzun kuyruklar oluşuvermişti işte! Cinsel tercihleriyle ellili yıllarının Paris ve Mallorca'sından muzip azcık ta edepsiz kesitler sunan bu geçkin kadıncağızın kitabını, ününü İzmir Fuarında hangi Türk okuru kestirebilirdi ki? Ancak olan olmuştu, İsveçli Birgitta Türkiye'de yarım saatte belki de ilk ve son kez 'yok satanlar' arasına girmişti!
Dünyada neredeyse gezmediği ülke kalmayan, şimdilerde ise Göteburg'un batısında avuç içi kadar bir adada balıkçılıkla günlerini geçiren kadıncağıza, kendisiyle hemencecik kuruluveren dost sıcaklığını, elle tutulur doğallığını, çevresiyle paylaşıverdiği içtenliğini soruyorum, dilim döndüğünce. Kuzeyin soğuk köşesinden, 'yeni ortaçağı' yaşamakta olan dünyanın bir karışık köşesine uçup gelmiş bu yaşlı periye insan gibi davranabilmenin sırrını soruyorum, sanki bir yaşam, tutunma iksiri öğrenme telaşı ve ancak umarsızlığıyla...
Gülümsüyor. Eliyle bağır çağır el arabasıyla satış yapan adamcağızı göstererek "Önce sen şu buzlu bademin hikayesini anlat" diyor! Benim ilk laflarımdan sonra sözümü kesip bana doğru eğiliyor, "Sihirli sözcük ne biliyor musun?" diye soruyor. "Ne?" diyorum. "Merak etmek" diyor. "Evet, yalnızca merak etmek."
Sonra yine ilk kez burada İzmir'de şahit olduğunu söylediği gökyüzündeki yeni ayın iç bükey kıvrılışına gözünü dikerek bu 'merak etmenin'; 'kaşını gözünü çıkarmadan' yanındakini, dostunu, sevgilini, uzak, yakın şehirdeki arkadaşlarını, insanları ve yetmez, ülkeni merak etmek; onları düşünmek, onların halini kendine dert etmek olduğunu tariflemeye çalışıyor, sıkmadan, boğmadan. Bu kadar mı basit Birgitta? Evet bu kadar basit.
İşte o zaman usuma yeniden düşüveriyor şairin dizeleri. "Aşkın karşıtı nefret değil, umursamamaktır" diyen.
Sahi ne zaman, nasıl oldu bu umursamazlığımız? Hangi süreçte bu garip biçime evrildik?
Yetmişine merdiven dayamış bu içten İsveçli kadıncağızı haniyse bir uzaylı yaratık gibi gözlememe neden olan bu duyarsızlık; dünyaya, dünyamıza ne vakit, nasıl musallat oldu dersiniz?
Ne zamandır dostlarımızı, evdekileri bile daha az merak eder olduk?
Ne zamandır iş yerimizde, çevremizde, orada burada olan bitene duyarsız kaldık; bize dokunmadıkça, kazancımızı etkilemedikçe, arttırmadıkça yaşananlara, yaşayanlara sırt çevirdik?
Ne zamandır anadolu insanını; Irakta, orada burada aç, sersefil, bombalanan, kurşunlanan tacize uğrayan çocukları, gençleri ıskalar olduk? Dahası onların yıkımının üstünden gelecek planları yapar olduk?
Söyleyin ne zamandır?
Saatlik borsa bültenleri yayınlanmaya başladıktan bu yana mı?
Yoksa 'Halka Hizmet' deyip on milyarlarca dolar harcayıp çoğu bomboş otoyollarda hız keyfi yapmaya başlatıldığımızdan beri mi?
Televole ve lifestyle'lı medyanın türediğinden bu yana desek? Okumayı ihmal edip, topyekun bir köşe dönme hastalığına yakalandığımız zamanları başlangıç saysak?
Çocuklarımıza merakımızı bile onların başkalarını tepeleme kudretine ve okul taksitlerinin ödenmesine endekslediğimizi düşünür müsünüz?
Ne zamandır, bütün derdimiz biriktirdiklerimiz, üttüklerimiz, keyfimizin bozulmaması oluverdi? Aynı zamandır sevgileri ve dostlukları da yani insanları merak etmeyi de ıskalamış oluşumuzu günün birinde, en azından hatırlayabilecek miyiz?
Dünyanın güce ve paraya tapması, tapınması ne zamandır uygarlaşma diye yutturuluyor hepimize?
Birgitta benim suskunluğumun üstüne gidip, "Merak etmediğimiz gibi, sevgimizi de -uçup gidenlerden sonra kalan kırıntıları kast ediyor her halde- göstermemeye, bazen kendiliğinden oluşuveren sıcaklıklara kapılıp gitmemeye çalışıyoruz" diyor.
"O neden o Birgitta?" diyorum. "Yanlış anlaşılmaktan korkuyoruz" diye fısıldıyor kadıncağız. İlahi tatlı cadı, sevgini göstermenin de yanlış anlaşılması olur mu? Bunu sormuyorum ancak o ben sormuşum gibi yanıt veriyor, kordon boyu beraber son adımlarımızı atarken.
"Merak eden, sevgisini çekinmeden paylaşan insana 'kaçık' gözüyle bakıyorlar!"
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 16 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Aklıma Estiği Gibi : Ebru Kargın ASOSYALİM, HEM MUTLUYUM, HEM KİME NE... |
|
Öyleymişim, asosyalmişim, hem de farkında değilmişim. Bak sen. Ne olacak benim bu halim, hadi hiç takmıyorum diyelim, beni sevenleri nasıl üzermişim. Ben bu işten bir halt anlamadım yine. Bana neler neler olmuş, haberim yokken hem de...
Ben daha önce bu konuya ucundan değmiştim. Ama ben değerken böyle değildi, çığ gibi büyüyerek üstüme devrildi, ben altında kaldım ama ölmedim, ölümden dönen biri gibiyim şimdi. Ölümden dönen biri nasıl öldüğünü ve nasıl döndüğünü anlatabilir pekala. Şimdi bu mesele var ya hani, çığ gibi olan ve devrilen mesele, bir ölümden dönme hikayesi gibi şimdi.
Anlatmadan önce Allah rızası için bir şey söylemeliyim; az geçimsiz olmak demek, çok uyumlu olmamak demek, her iki koşulda da az geçimsiz ya da uyumlu olmamakla, asosyal olmak arasında bir çizgi var, hem de kalınca bir çizgi... Sonda söylemem gerekeni, en başında söylemek istedim, asosyal olduğumu hiç sanmıyorum. Tercih etme ve rahatça yaşama özgürlüğümü kullanıyorum hepsi bu. Bu da kabul görmezse, ona da karşılığım var, nedenlerim bana göre oldukça güçlü. İster kabul edilsin, ister edilmesin.
Ama ben taştım yani artık...
....................
1. telefonla konuşmanın da bir adabı vardır ?
Evet adap nedir bilmiyorum, sıfırım, sınıfta kaldım, konu kapandı ve eve gidiyorum. Sensin sıfır... Atmasın şimdi tepemin tası; annemin baskısıyla ilkokul boyunca her yaz tatilimde, o mavi ciltli, kalın, eski ötesi ve yenilenmiş adıyla modern muaşeret kitabını yiyip yutmuşum ben. Yenilenmiş adı bile eski, eski adıysa adab-ı muaşeret, kim bilir hangi yüzyılın muaşereti. Bir başlarsam telefonla konuşurken diye....., bitmek bilmez, pişmanlık eder. Bilmeden kafa atmak değil ki benimki, öğrendiğine kafa atmak aslında.
Telefonla konuşmanın da bir adabı vardır, nedir ya? Bir holding de yönetici sekreteri miyim ki ben. Yapamıyorum işte yok bunun ötesi, yarım saat öncesine kadar birlikte oturup, en az iki saat boyunca sohbet ettikten sonra, görüşmediğimiz o yarım saatin sonunda gelen telefona hal hatır soramıyorum. Az önce birlikteydik, nasılsın mı diyeceğim, evet, ne oldu diyorum direkt. Nasılsın denildiğini duyunca da tüylerim diken kesiliyor tabii, beynime kan da sıçrıyor, görüşmediğimiz yarım saatte bilmediğin bir şey olmadı diyiveriyorum, al işte kızılca kıyamet filmi başlıyor. Ya ne yapacaktım, nasılsın iyi misin, sağ ol ben de iyiyim, daha daha nasılsın, e sonra, başka şeklinde aklımın dışına çoktan taşmış bir fazlalığı içeri geri sokmaya çalışacağım öyle mi ? Yok, olamaz, bu benim ruh sağlığımı kesinlikle bozar. Direkt konuya geçelim, o da sahiden bir konu varsa. Yani bu akşam şu filmi izleyeceğim gibi konu olmaktan yoksun bir şey değilse...
Adabım yok, ararım paldır küldür diyeceğimi derim, karşılığını alır, haydi eyvallah der kapatırım. Telefona yapışıp kopmamazlık etmem. Ha bir de şu var, öğretilen gibi, arayan kapatır kuralını da hiç takmam. Konuşulacak bittiyse kapatırım. Bu kadar kolay. Elimde her çeşit numarası olsa bile, ev telefonundan olmayacak saatlerde aramam, arayınca müsait misin diye sorar, alacağım yanıta göre davranırım. Cep telefonunu denen 7/ 24 imkanı veren numarayı da, nasılsa şahsına ait diye dilediğim kadar aramam. Yemek yediğim masanın üstünde, yatağımın başucunda, boynumdan iple sarkar şekilde ve müsait olmadığım her anda yanı başımda duran bir telefonum yok benim. Bu numara sadece bana ait ve ben nasıl istersem öyle ait olmaya devam edecek. Bu beni asosyal yapan sebeplerden sadece birincisi ve bana göreyse, telefon kullanımını acayip şekilde abartmış bir toplumun, kullanımı gereğine göre belirleyen asosyaliyim, kabul edilmiştir.
2. hayır, evet, hayır.... evet.... hayır....
İşim var ya da geç kaldım gibi açıklama olduğunda, neden soranlara da hayret ederim. İşim var ya da geç kaldım demek zaten bir neden. Sorulan da neden olmuyor, detayı nedir oluyor. Bir de bu işim var konusunun önemini belirleyecek bir merci varsa vay haline... Haydi gel şuraya gidelim teklifine hayır cevabını vermek acayip yetersiz mesela. Hayır ama neden hayır daha bu var, sonra daha nedenin önemini belirleyecek merci girecek devreye. Mesela gelemem çünkü eve gidip uyuyacağım dersen, olmaz, sonra uyursun ya denecek. Tekrar olmaz kendimi uyumaya planladım dersen komik olacaksın, sonra nedenden sayılmayan planını boş vermen için ısrar edilecek. Sen yine olmaz diyeceksin, çünkü sahiden de istediğin eve gidip uyumak. Yine olmayacak, daha doğrusu olacak da senin dilediğin gibi değil. Sattın iki dakikaya uyuyacağım diye denecek ve iyi madem ben yalnız gideyimle bütünleşip duygusallaşacak, en son durak da, kinaye de durulup, haydi sana iyi uykular denerek yollar ayrılacak. Ancak bu etapları geçtikten sonra uyuyabilirsin. Yazarken yoruldum ya, yaşarken nasıl yorulmaz insanlar. Hepsi bir yana, hayır kelimesini evet gibi değerlendirip, yani sanki naz yapma durumu var gibi ısrar edip, ettikçe de bayıltan insan grubu......... Hayır hayırdır, evet değil... Naz yapmıyorum, neden yapayım ki.... Uyumak, çiçek sulamak, hatta tavana bakıp oturmak bile bir neden benim için, tüy gibi kalsa da kaya gibi olsa da neden işte... Ölüm kalım meselesi gibi durmayan nedenlerimden dolayı asosyalim...
3. papatya falı...
İade-i ziyaret durumu yaa......? Ne sandın ki sen, papatya falı diyince...
Aaa bu defa da siz gelin, geçen defa biz geldik bunalımı. Ne demek bu ? Bir sen de bir ben de, iki sen de ya da iki ben de olamaz. Sayacağız oturup, üç ziyaret önce biz, iki ziyaret önce siz, son ziyaret de biz, şimdi sıra siz de... Bu ne ya, papatya falı işte. Böyle bir istatistik yapılır mı ? Geleceksen gel, geleceksem gelirim. Fala ne gerek. Al işte ev, al işte kapı, çalar gireriz içeri. Mısır falan patlatırız, kalabalık kalabalık korku filmi seyrederiz, olmadı oyun falan oynarız, sohbet ederiz en güzelinden, gelir kekler börekler, çaylar kahveler, yer içeriz işte. Güleriz eğleniriz. Bunu yapmak için fala gerek var mı ? Yok illa ki fal bakacaksak önce, ne siz gelin bize ne biz gelelim size.
4. elim sen de...
Hiç farkı yok, "elim sende" den, değdim sen de, kaç, değdin ben de tutayım... Çekiştir, kovala... Ne bu ? Hesap ödenecek hesap...
Yedik içtik, ve o hesap defteri gelince bir elim sen de oyunu başlayacak. Yok ben ödeyeceğim, yok sen, bir sen çekeceksin, bir o. Sonra olmayacak yeminler edilecek karşılıklı, Allah aşkına, ölümü gör ya da öp, Allahın adını verdim gibi... Sonra taraflardan biri yorulup elini çekecek hesap defterinden ve hiç olmadı ama, bir daha yemeğe gitmem seninle, Allahın adını verdim o kadar derken, hesabı ödemek için canla başla mücadele etmiş galip taraf, masanın altına sokuşturduğu hesap defterine bakacak, bir kaş havada yine elini cebine atarak masa altında saydığı parasından gerekli olan miktarı alıp son sürat defterin içine koyup, yine aynı süratle kapağı kapatacak. Ödenen miktar görünmesin diye...
Bu arada garson ne durumda, düşünün.... Bir o ele yönelir bir bu ele... Savaş zamanı ya, zavallı garson hesabı almak üzere eğilir o da ne, bırak kardeşim ver onu bana diye garsonun elinden çeker, yenilgiyi kabul edemeyen taraf... Elinde hesap defteriyle öylece kalmış, her gün defalarca yaşadığı, ama hala ne yapacağını kestiremediği garson iptal... Hesap defterine yenilgiye uğramış taraf çekiyor bu defa çünkü, bu arada galip taraf itiraz eder, hayır kardeşim tamam oradan alacaksın diye...
Hepimiz delirdik mi ne ? Galip taraf bir yandan da, a böyle söyleme kırılırım, bir dahaki sefere sen ısmarlarsın ödeşiriz diyecek. Ödeşmek yalnız. Tabii haklı, galip mağlup meselelerinde ödeşmek kelimesi iyi durdu. Para bu cepte durduğu gibi durmaz, şebek de yapar, kralda yapar...
5. Hala, teyze... yengem nerede ?
Asla gerekli samimiyetin kurulamadığı aile büyüklerinin yakın aile dostları ve uzak akrabaları var daha. Elini öpmediğin için bozulan, elini öptüğün için kızan. Biri yaşlıydı anlamadın saygısızsın, diğeri de eli öpülecek yaşta değildi yine anlamadın, sen kendini çok mu genç sandın, yani tutturamadın. Hele ki birilerinin adını hatırlayamadın ya da karıştırdın mı, ölüden farksız bir canlısın. Arada kalan bir aile büyüğü de olacak bu durumda, karıştırdı teyzesi, seni Nihal halası gibi seviyor, Nihal' de onu andı herhalde... Ne Nihal' i, Nihal halam mı var benim, iyi de bu kadın kim ?
Mutfağın bir köşesinde çimdikleneceksin muhtemelen annen tarafından, en son beş yaşındayken görüp de hatırlayamadığın o kadından dolayı al başına belayı, ailene bağlı olmamakla suçlanacak ve bu suçtan dolayı yaklaşık iki gün mahkum olacaksın.
6. Hadi kızım artık...
Bunlarla biter mi hiç dahası da var... Eğer evliysen ve çocuksuzsan, torun veya yeğen için istek yapılacak, hem de ne istek nerdeyse zorla yatağa itelenecek kadar. Her çeşit baskı yapılacak ki doğurasın... Doğmamış çocuğa örülen kazaklar gösterilecek ve yine çok büyük olasılık bu kazağın rengi sarı olacak, istek yapılan bebeğin cinsiyeti ne olursa olsun renk uysun diye. Patik de örülecek daha, ayrıca kafası üşümesin diye başlık. Ne bebeği, ne kazağı diye düşüne dur, boş, o kazak örülecek.
Zaten devlet de her bebeğe güvence veriyor, dünya kadar örülecek kazak parası, maması, bezi ,sağlık güvencesi, kolej gibi devlet okullarında en iyi seviyede eğitim öğretim de var. Yıllık kişi başına düşen gelirde belli dünün bebeği büyünce, bir ev sahibi olabilecek, sosyal güvencesi desen zaten var, toplumda oldukça temiz bir toplum, herkes acayip kardeş ve mutlu, bu kız evlenmiş 5 yıl olmuş doğurmadıysa bu şartlarda onun suçu yani haklısın. Git sen doğur ! Menopoza girmedin sen değil mi daha teyze, hah en iyisi git sen doğur sevabına... Amcaya selamlar bu arada...
7. baba evi...
Eğer evli değilsen durum daha bir çekilmez olacak. Çünkü yavrum artık evlensene diye başlayan cümleler, bizim bir tanıdığın oğlu var mühendis şeklinde uzayıp neredeyse nişan takılacak duruma getirilecek. Hatta içlerinde iyice kafayı yemiş olan varsa, çok yakında baba evine dünürcü olarak birkaç iyi aile oğlu gönderecektir. Ve o dünürcü şaşkınlığa uğrayacaktır ziyareti esnasında, çünkü evin kızının ayrı evde bir başına yaşıyor olduğunu öğrenecek, dumur olacaktır. Peki kız kimin evinden istenecek ve evlenince nerede oturacaklardı ? Ya da istenmekten vazgeçilecekti; bu gün babadan evini ayırıp tek başına ayrı ev açan, yarın kocadan da evini ayırıp tek başına ev açardı. Oğulları bunu kaldıramazdı, burası Amerika değildi. Ne oğlu, ne evi, ne evlenmesi. Hadi kardeşim al sümüklü oğlunu yanına, sen en iyisi hamamda bak evlenilecek kıza. Deli be...
Bitti mi yani, yoo... Biter mi hiç... Daha yaptığı yemekleri çatlatana kadar yedireceğim diye uğraşıp yemeğe gittiğine bin pişman eden, ayağına süslü, topuklu misafir terliği vermeye çalışan (misafir terliği yalnız, bir de yatıya kaldıysan misafir pijaması var)... Yok giymeyeceğim ben terlik dersin, olur mu taşa basma karnın ağrır demeler... Zora ki terlik giydirmeler...
Bitti mi yani, yoo... Biter mi hiç... Daha kek de yiyeceğiz diye kusmaya yakın hale getirmekten asla usanmayanlar...
E anlat bakalım nasıl gidiyor hayat yanıtına verilecek ilginç bir yanıtın olmadığı zaman kabul görmemeler, paylaşmak istemediğini, hatta gizlediğin bir şeyler olduğu kanaatine varanlar...
Bitti mi yani, yooo.. Biter mi hiç... Terk edilip arkada bırakılmış eski sevgiliden laf arasında haber verenler, üstünden üç sevgililik hayat geçmiş olmasına rağmen, aslında siz çok iyi bir çifttiniz diyenler... Eskileri sevenler, yenileri beğenmeyenler sıkılmadan dile getirenler...
Sevgilinin annesi, babası durumu da var... Bu kız tuhaf bir şey mi diye kafa patlatıp, oğlunun iştikbalde acılar içinde görüp karalar bağlayanlar... Gelenek görenek diye kendini acayip bir biçimde yırtanlar ve kayıtsız kalmaya karşın seni hoppa bir kız olarak benimsemeye devam edenler...
Bitti mi yani, yooo... Biter mi hiç... Yırtık pırtık kot giyemezsin öyle, kaç yaşındaydın sen, hala 25 olmaz mı yani. Bak sen, yaşa göre yani bu... Sonra kotun yırtık diye seni bizden biri gibi kabul edip aşırı samimiyet gösterenler, yine aynı nedenden ama bizden biri değil diye uzak duranlar; bu gece kuşu bir şeydir, belli ki rockcı... ( Rakcı yalnız ) bir parantez daha ( kot yırtık, rakçısın, alkolik ve uyuşturucu bağımlısı da olabilirisin )
Bitti mi yani, yooo... Biter mi hiç... Bitmez de sayfa bitti sayfa, yeter bu kadar artık, asosyalim mutluyum hem kime ne... Tüm bunları çekmektense asosyal ve mutlu bir insan olmaya son derece razıyım nicedir, kime ne...
Oh be rahatladım...
Ebru Kargın ekargin@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 17 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Sıradaki Gelsin |
|
Günaaaaaaaaaayyyyyyydııııııııınnnnnnn ..! Uyanın artık uyanın... Gözünüz aydın...
"Yayındayız diii mi ?"
- Lem ihtiyar, öğrenemedin gitti, yayındayız elbette, haybeye mi koyduk o mikrofonu ?
"Tamam patron, kes sesini de konuşayım"
- Bak tekrar söylüyorum, hakkımda tek kelime edersen ..!
"Olumlu olsa da mı ?"
- Bilirim ben senin olumlu laflarını... Hadi gittim ben, eyvallah...
"Güle güle Edi'ciğim, hiç merak etme, gözün arkada kalmasın ( Hade yallah yani )"
Ne diyorduk ? Ha, tamam, gününüz de gözünüz de aydın olsun, KM Fm 41.5'dan kocaman bir Güüüüüünaaaayyyyyydııııııınnnn... ( Hay aksi, neden yanıp sönüyor şimdi bu kırmızı ışık ..? Ne demekti ? Acaba, Edi'ye telefon etsem mi ? Aaa, hatırladım bu telefon çalıyor demek.. Aklımı seveyim, iyi de kargalar henüz kahvaltı etmeden niye çalar ki bu telefon ? )
"Ki eM eF eM... Buyrun...?"
- Kac saattir caldiriyorum acan yok, attirma tepemin tasini eniste..
"( Amaniiin, reeee beeee kaaa, nasıl da anlamadım, oysa türkçe karakterleri yazamıyordu, hay aklımı seveyim ) Gü-gü-günaydın re-beeka.. ( Niye kekeliyorsam, nasılsa yazı yazmıyorum ki mikrofonda ) Nasılsınız ? Sabah sabah hoşgeldiniz, yorumlarınızla şeref verdiniz, keşke KM Yemeği'ne siz de gelseydiniz...
- Ne sabahi, burasi aksam... Eh be Eniste, yine kafiye yapacam diye siz de beni gerdiniz, umarim muradiniza erdiniz, kuzum yok mu sizin baska derdiniz ?
Nazar değmesin size Rebeka ( Keyifler keka... Yok yok sinirlendirmeyeyim şimdi ), 41.5 kere maşallah diyorum, KM doğumgününden sevgilerimizi gönderiyorum. Cidde, Cidde sen çekil aradan...
- Ne diyeyim, hayirli ugurlu olsun, ben cekileyim, sen Cidde ile konus bari biraz sudan biraz havadan...
Bir dilekte bulunsaydınız, sizin için ne çalalım ?
Nasılsın Arap Bacı ? Yağmur var mı oralarda ? Nisan yağmurları başladı buralarda..
- Burada yağmur olur mu yafu ? Kazara olsa ne yaparım ki ?
Camdan bakarsın...
- Bana bak, gelmiiiim oraya, ben Rebeka kadar insaflı değilim...
Tamam ya kızma..! Yemeğe gelseydin de millet yüzünü görseydi ( Gece görüşü lazım ama neyse ağzımdan çıktı bir kere ! ) Nasıl, dergi güzel olmuş mu ?
- Olmamış Hüsnü Bey, olmamış ..! Elime geçmedi yahu, sinir etmeyin beni...
Tamam tamam, kızı öpersin bizim için, bu şarkı da senin için : "Bu sabah yağmur var İstanbul'da..."
Buyursunlar efendim, sabah şerifleriniz hayrola.. Nasılsınız ? Duru Prenses iyi mi ?
- Teşekkürler, hepimiz iyiyiz, gelemedim diye üzülüyorum sadece...
Bir dahaki sefere inşallah Suna... Sizin için seçtiğim şarkı : "Bell..."
Amanin bir Duru daha... Alooooo ?
- Dıgıl dıgıl, aguuu...
Ben de senin... Ne diyor bu yahu ? Kızım ya anneni ver ya da babanı, aaa ! Hem bu yaşta ne işin var senin bakiiim telefonda ?
- Aguuu, ıhh ıhh...
Tamam anladım, senin için de "Eeee, bebeğim eee, eeeeee, eeeeeeee !"
- Ingaaaaaa...
Hay bin kunduz, tamam, "Dandini dasdana dastaaaana...."
- Auuuu....
Yafu, git o türküleri annen baban söylesin hasta etme beni, cık cık... Sen çık aradan zaten annen baban gelecek yemeğe. Bak gelemeyenlerden biri daha arıyor, teeee Avustralya'dan...
Bıcırık nasılsın ? Bu yemeği kaçırmazdın sen ama Filiz. Hatırlıyorum da düğünü bırakıp bizim yemeğe koşmuştun.
- Enişte, var ya sanki yanınızda gibiyim, trans halinde...
Sana da bir gurbet türküsü gönderiyorum o zaman, seç beğen...
- Bir önceki yemeğin tadı damağımda kalmıştımıştı...
Aman da aman bu sesi tanıyorummuştu...
- Eveeeet, bendeniz Ayşenurmuştu...
Belçika'ya sevgiler, sana ne çalalım ? Sıradaki mi ? Peki, öyle olsun...
Aloooo... Buyrun efendim KM FM... Sesiniz ne kadar yakından geliyor... Ama bir türlü çıkaramadım doğrusu.... ( Hay Allah, hiç yabancı değil ) Nereden arıyorsunuz ?
- Yan odadan...
Ne yan odası ?
- Sen bittin ihtiyar...
Amaniiiiin Edi ..! İnan, hakkında hiçbir olumsuz laf etmedim... Nice yıllara Edi'ciğim, gel bi öpem... ( Yalnız biraz göbüşünü içine çeksen )
- Ne dediğini biliyorum içinden...Dergi de bitti senin yazın da... Sıradaki gelsin...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 15 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Dublör Kahveci : Fatma Gül |
BAHARA YAZIK
Bahar gelmiş.
Saat 12:00.
Hastaneden çıkıp arabalara doğru yürüyoruz. Yavaş yavaş kalabalıklaşıyoruz. Tabip Odasının ayarladığı araçlara tek tük biniyoruz. Bir hasta bize doğru bağırıyor;
"Her şeyi bu kadar bozduğunuz yetmedi de ne bok yemeye bir de yürüyüşe (?) gidiyorsunuz?"
Bir kısmımız kafasını bile çevirmiyor. Ben dönüp hastaya gülümsüyorum. Benimle aynı şekilde gülümseyen bir kaç kişi daha var. Çok gecikmeden yola çıkıyoruz. "Angora Tavşan Seven Şoförler Derneği"nin tabelasına belki de bininci defa gülümsüyorum.
Hava çok güzel...
Buluşma yerine vardık. Medya, nasılsa, haberdar ve ilgili gözüküyor. Arabadan inenler gittikçe kalabalıklaşıyor. Basın bildirisi verilecek. Bir elin parmaklarından daha fazla hastaneden gelen hekimler kalabalıklaşınca hep beraber Cumhuriyet Meydan'ına yürüyoruz. Yaklaşık üç-dört yüz kişi gibi bir ekip, beyaz önlüklerimiz ile durup durup çatlak sesli sloganlar atıyoruz...
"Hastaneler halkındır, satılaaaaa-maz!"...
Öksürüp tıksırıyorum ama yok. Vallahi çıkmıyor sesim. Cırtlak mı cırtlak bir ses çıkıyor boğazımdan. Etrafımda da durum aynı. Uğraşıyoruz ama sesimiz çıkmıyor işte. Beceremiyoruz. Onun yerine alkışlamaktan avuçlarımız paralanıyor. Slogana uyacak tonda ses yakalayan yok. Zaten sesi olanlardan bir kısmı da üzerindeki önlüğe yakıştırıp bağıramıyor. Zordur o önlüğü taşımak. Sen "sen" gibi olamazsın, örneğin. "Sinirli, uykulu, sabırsız, kafası dağınık, aç...." olmak gibi insanca duyguları budatır doktor adama. Kendinden, doğallığından, içinden geldiği gibi kahkaha atmayı dahi unuttururcasına yer seni sen yapacak çoğu şeyden. Markette yüzüne bakar tezgahtaki adam. Alışveriş merkezindeki satıcı kız. Kibarca selamlar seni. Hep tanıdık gelir birileri sana. Yolda yürürken çeviren ve "teşekkür edenler" olur. Zordur ama her şeye de bedeldir o önlüğü taşımak. Manevi ödülü her siniri yatıştırır, her bedeni dinlendirir, gönlünüze sabır taşı koyar, karnınızı bile doyurur.
Yine de sen çoğu zaman "sen" olamazsın işte.
Ağız tadıyla adam gibi bir slogan bile atamazsın!
"Sağlık haktır, satın alınmaz!"...
"Uzman, doktor, tayinine, hayır"...
"21, Nisan'da, G(ö)revdeyiz!"...
Yanımda otuz yıldır tanıdığım Beyhan, Radyoloji uzman doktoru arkadaşım, yürüyor. İkizi de doktordur. Kısa pantolonla gezdiği günleri bilirim. Üç yaşındaydık ve akşamsefalarının tohumlarını toplardık. O siyah tohumlar evcilik oynarken yemek pişirmek için malzememiz olurdu. Çift yumurta ikizi apayrı iki koca kadın oldular. Olduk. Nezih ağabey (büyük kardeşleri) de doktor. Kulağına eğiliyorum ve "Bu önlüğüm yeni, bırakacak mıyız önlükleri? Valla bunu bırakmam, ikinci giyişim..." diyorum. Gülüşüyoruz. Eller çırpılıyor.
Yanıma Ege geliyor daha sonra. O da Kardiyoloji Uzman doktoru bıcır bıcır bir kız. Kıkırdayarak yürümeye devam ediyoruz.
Etrafıma bakınıyorum.
Bahar gelmiş.
Güneş sıcacık, deniz sakin.
Az rüzgar var.
Pek de ters esmeye başladı. Bakın, neredeyse emekliliği gelmiş, ufacık, tefecik, adı gibi Muhterem olan Nöroloji uzmanı doktor hanımın saçlarını dağıttı. Aman dağılan saçları olsun. Hiçbir kayıt sistemi olmayan sağlık sisteminde kayıtları ve seyirleri onun beynine kazınmış yüzlerce Multiple Skleroz hastası var. Başlı başına bir dosya-beyin yani. Hepimiz öyle değil miyiz?
KBB uzmanlarımızdan Gülse hanım da emekliliğini istemiş zaten. Yıllar boyu polikliniklerin başhekimliğini yapan Nafile Bey de emekli olmak için dilekçesini verenlerden.
Neredeyse herkes "ağabey, abla" diye hitap edeceğim yaşta.
Basın bildirisi okunuyor...
Saygı duruşu.
Alkışlar, karanfiller...
Yazık...
Oysa şu güneşe bir bakın hele.
Nasıl da sıcak hava.
Deniz dupduru, masmavi...
Papatyalar azmış kudurmuş, iki parmak çimen bulup arasından boy vermiş...
Ben artık reçete yazamıyorum.
Ne anneme tansiyon ilaçlarını, ne de babama kalp ilaçlarını.
Yazık...
Fatma Gül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YazıYorum : Leyla Ayyıldız ÇIĞLIK ÖYKÜLÜ KADINLAR - Gümüş |
|
Hayvanların çan sesleri uzaklardan gelmeye başlamış, dağlardan efil efil gelen kekik kokusu, köyün tüm horozlarını uyandırmıştı bile. Güneş yeniden, yeni taze bir günün üzerine doğuyordu.
Kan uykundan kalk Gümüş, hadi uyan. Uykunun en güzel saatlerini iki kilo süte sat. Gün seni bekliyor, kalk Gümüş, davran artık.
.....
Pazen iç gömleğinin üzerine çiçekli basmadan şalvarını geçirdi, sırtına yeleğini giydi. Derme çatma tahta basamaklardan sekerek, alt kata, ahıra indi. Helkenin dibindeki su ile Yamalım'ın memelerini ıslattı. Önce, bir meme ucunu sıktı, sonra ötekini. Bir birini, bir öbürünü. Sonra diğer ikisini. Sütü azalmaya başlamıştı hayvanın, hırçınlaşmadan altından çekti helkeyi.
Ahırın kapısını araladığında, köyün hayvanlarını toplayan çoban da evin önüne yaklaşmıştı. Nasıl da biliyor Yamalım, nereye gideceğini. Tıpkı insan gibi. Akşam da yine evinin yolunu kendisi bulacak. Bir keresinde başka bir inekleri vardı da, komşuya satmışlardı, aylarca hayvan her akşam yine kendi evlerine gelmişti. Her seferinde ağlaya ağlaya, zorla, çeke çeke götürmüşlerdi yeni evine. Ağlar mı hayvan? Hem de nasıl ağlar; böğüre böğüre ağlar.
.....
Küçük kadın, hadi çık bakalım ocak başına. Yak bakalım şu ateşi. Bakalım, nefesin yeterince güçlendi mi, bu sefer ateşi yakmayı becerebilecek misin? Hadi, akşamdan küllerin içine sakladığın o koru bul ve olanca nefesinle üfle. Üfle, üfle... Tek bir kibrit çöpünü boşa götürmemek için üfle. Ülkenin her yerinde savaş ve açlık varken, kibrit bulmak kolay mı? Kocanın hala başında olmasına, sağabilecek bir ineğin olmasına dua et. Hadi, dakikalar sürecek olsa da üfle şu ateşi ve yeniden canlandır. Üzerine attığın çalı çırpıyı yak ve bebeklerin uyanmadan, şu sütü kaynat.
Hadi.. Dalma uzaklara, kaçırma gözlerini kaybolmuş çocukluğuna. Sakın ola ki isyan etme. Biliyorum, daha on beşindesin, ilk adetini görmeden, on üçünde girdin kocanın koynuna. Akranların sokaklarda bezden top peşinde koşarlarken, sen elinde tokucak dere kenarında bebeklerinin bezini dövüp, sakız gibi yapmayı öğrendin. Biliyorum bazılarının çığlığı dağlara vurur, vurur da, aksi yine geri döner, kendisine gelir; bir de o acıtır canını. Sus, hayıflanma, sakın ağlamaya kalkma. Dedim ya, şükret ve dua et.
Git şu elini yüzünü yıka bir hele. Saçın başın kül pas oldu. Ateşi kibritsiz yakmayı yine başardın, büyüyorsun. Sakın ola ki, gece olunca birkaç parça közü, küllerin arasına yeniden gömmeyi unutma. Yarınına hep bu gününden hazırlanmalısın.
.....
Az sonra tarlaya gideceksin ve bu Ağustos sıcağında sararmış başakları orakla biçeceksin. Güçlü olman lazım. Yumurtan taze, onu ye, sütünü de iç. Bebelerini de doyur. Kızlarının altına toprak bez bağlayacaksın ve bir ağacın gölgesinde sessizce işinin bitmesini bekleyecekler. Onlar da yazgılarına çoktan razı.
Bir de türkü tutturacaksın;
'Ilgıt ılgıt esen seher yelleri,
Esip esip yare değmeli değil,
Ak elleri elvan elvan kınalı
Karadır gözleri sürmeli değil.
Bir bölük turna da havada uçar,
İner engininden bir bade içer,
Esen seher yeli göğsünü açar,
Yar göğsün bendleri düğmeli değil'
Ahmet'in de akşama birkaç keklikle avdan dönerse, ne mutlu size. Ateşin üzerinde çevrilmiş keklik hiç de fena olmaz hani. Akşama kadar bunu düşle, yeter sana. Hadi, 'Rast gele' de ki kocana; rast gelsin işi.
....
Günler böyle geçer. Ülke savaş ve yokluk içindedir. Aynı kaderi paylaşan iki minik kız çocuğu da anneleriyle birlikte büyürler.
Bir gün ufaklıklar kapı önünde oynarken, evin içinden bir patlama sesi duyulur. O sırada samanlığı toparlayan Gümüş, sesi duyup, içeriye koşar, kocasının baygın bedeniyle karşılaşır. Ahmet silahını temizlerken, tüfeği patlamış, sol eli bileğinden kopmuş, et parçaları duvara yapışmıştır. Ortalık kan revan içindedir. Kireç gibi olmuş yüzü ile Ahmet'inin bileğine çaputlar bağlar, kanı durdurmaya çalışır. Sesinin olanca gücüyle pencereden komşularını çığırır, sıhhiyeye seslenir. Komşular seğirtir, sıhhiye koşar, kurtarırlar Ahmet'i. Elini bileğinden keserler; canlı canlı, hiç uyuşturmadan.
Tek eliyle artık avcılık ta yapamaz yiğidi. Askere de gidemez. İstanbul'un yolunu tutar bir gün. Taşı toprağı altın İstanbul'a varacak, oradan çoluğuna çocuğuna tohum parası, gübre parası gönderecektir. 'Bekleyin beni' der, 'Ekmek paramızı kazanıp geleceğim.'
.....
Yıllar geçer, her ay bir mektup alır Ahmet'inden, bir miktar da para. Mektupları koklar, hasretini dağıtır. Özlem buram buramdır. Yalnızlık desen, en dibine kadardır. Bir başına iki kız çocuğunu büyütmeye çalışır.
Köye gelen her postada yüreği bir kez daha sıkışır. Bir gün, kenarı yanık bir mektup alır Gümüş. Yanık mektubu bilir misiniz? İçine kişinin kimlik bilgileri yazılan ve kenarı yakılan mektubu... 'Ahmet'in öldü' demektir bu. 'Ahmet'in öldü Gümüş, bekleme artık. Git dağlara haykır, git taşlara oku ağıtını. Ahmet'in artık dönmeyecek Gümüş.'
'Acı ölüm, genç ölüm,
Bu nasıl gitmek gülüm,
Kara haber tez duyulur,
Kırdın kanadım kolum.
Giden yolunan gitti,
Esen yelinen gitti,
Feryadı bizde kaldı,
Solan gülünen gitti.'
Sus, yeter, ağlama artık. Tek, sen misin sanki? Bu köyde kaç dul çocuk var biliyor musun? Sen de onlardan biri oldun işte, hepsi bu. Kaç kişi dönebildi ki seferinden. Sus artık!
.....
Gümüş, tek başına yaşam mücadelesi verir. Kimsesiz, bir başına, ana yok, baba yok. Tek bir kızkardeşi var; o da hayırsız bir kocanın elinde. Dağlı, odun gibi bir adam işte, ona 'kocam' diyor ya, ondan da hiç hayır yok.
Yine de kendini bırakmaz Gümüş. Taşı sıksa suyunu çıkarır, çocuklarını büyütür.
Bir gün evli barklı komşusu, üzerinde basma şalvarı, elinde kızıl toprak testisi ile çeşmeden dönen güzeller güzeli Gümüş'e hayran hayran bakar. Neden dikti bu adam gözlerini böyle? Kızcağızın ayakları birbirine dolaşır. Göz koyar adam Gümüş'e, haberciler gönderir, gözü hep Gümüş'ün üzerindedir. Karısının üstüne kuma almak ister.
Gümüş, varmaz önce. Adam, allem eder, kallem eder, karısını da kandırır Gümüş'ü de. Çaresiz, Gümüş varır adama.
Ahmet'i gibi değildir adam, Ahmet'iyle yaşadıklarını yaşayamaz bir daha, yiğidine hissettikleri gibi değildir Gümüş'ün duyguları.
Kendi evinde yaşar yine, kuması ise bitişik komşusu... Birbirlerini görünce başlarını eğerler, aralarında gizli bir sessizlik anlaşması vardır, hiç konuşmazlar; kaderlerine boyun eğiştir bu. Birbirlerinden nefret de etmezler. İkisi aynı zamanda hamile kalır. Aynı zamanda, aynı adamın çocuğunu başka başka kadınlar olarak doğururlar. Gümüş'ün bir oğlu olur.
.....
Oğlan tüm gece Gümüş'ü uyutmamıştır, gergindir Gümüş. Hem de çok gergin. Kızları ile birlikte ekmek tahtaları üzerinde ekmek elemektedirler. Kızlar da ne kadar beceriksiz bugün. Her şey aksi, her şey üzerine üzerine geliyor. Zaten, adam Gümüş'ün boş arsasına taktı, alacak elinden, üzerine de bir ev yapacak. İstemiyor bunu Gümüş, defalarca reddetti, adam ısrar edip duruyor. Şu kızların tek geleceği o arsa, Ahmet'inden kalan tek yadigarı o. Vermeyecek Gümüş, asla vermeyecek. Bu kızlar da habire yakıyor sacın üzerinde yufkayı, Gümüş kızıyor artık, öfkesi kabardı iyice, söyleniyor. Oklavayla ellerine, ellerine vuruyor kızların. Hırsını kimden alacağını bilemiyor. Bu kadarına da hakkı olsun ama, ondan daha fazla çocukluk yaşadılar. Oğlan da bir yandan çığlık çığlık ağlıyor.
Gümüş, burnundan soluyor, çıldırdı artık, yetti gayri. Bir koşu dikiliyor adamın karşısına. Haykırıyor, 'Bitti, git' diyor. 'İstemiyorum seni.' 'Ben sana, bana göz kulak ol diye sığındım, elimdekini avucumdakini al diye değil'. 'Giremeyeceksin bir daha evime, almayacağım seni koynuma' diyor. Almayacak ta... Kararlı...
O günden sonra adamı nerede görse başını çeviriyor. Kuması ile arada fısıltı ile konuşup, bahçe duvarından birbirlerine pişirdiklerinden verseler de, adamdan hep uzak duruyor. Oğlan iki eve de uğruyor, iki evde de büyüyor.
.....
Gümüş yine yalnız. En kadın çağları oysa... Hayat zor, çok zor.
Kız kardeşini de kaybediyor bu ara. Gerisinde beş tane çocuk bırakarak, hastalıktan bakımsızlıktan ölüyor kadıncağız. Kız kardeşinin kocası sefil, çocuklar sefil. Gümüş çaresiz.
Bir iki yanlarına uğruyor, evlerini temizliyor, olandan pişiriyor, yediriyor. Hepsine yetişemiyor Gümüş. Çocuklar bakımsızlıktan ölmeye başlıyor. Kız kardeşinin ardından birer birer gidiyor bebekleri. Bir, iki, üç... Hastalık, yokluk, açlık... Birer birer...
Tüm köylü baskı yapıp, eniştesiyle evlenmesi için ısrar ediyorlar. Varır mı o dağlıya Gümüş. Hem de hakkında bu kadar çok şey söylemişken. Tükürdüğünü yalar mı.
Kader yine bildiğini oynuyor. 'Asla olmaz' dediği yine oluyor. Çocukları kurtarırım düşüncesiyle, adamı da, kalan çocukları da evine alıyor. Beğenmediği adam Gümüş'ün kocası oluyor. Yine de kurtaramıyor çocukları Gümüş, tek bir kız çocuğu sağ kalıyor. Telef olup, gidiyor diğerleri.
.....
Gümüş'ün Ahmet'inden olma kızını, zorla erkek kardeşine alıyor yeni kocası. Kendi kızıyla bir de elti oluyorlar. Bir bu eksikti. Kızının da yazgısı bozuldu işte. Kızı da, yeni bir Gümüş olacak. Önüne geçmek imkansız, hayat hızıyla akıp gidiyor, onları da sürüklüyor. Gümüş'ün pırıltısı ise; kendisine dahi yetmiyor.
....
Yıllar yıllar böyle geçiyor. Kocası yaşlanıp, ölüyor. Gümüş diğer kızını da evlendiriyor, oğlunu da. Gelini kim mi? Kız kardeşinden kalan tek kız çocuğu! Bu köydeki tüm kızların öyküleri çığlık çığlık. Gümüş gelini ve oğluyla kendi evinde yaşıyor. Akraba evliliğinden olsa gerek, çoğu torunu sakat doğuyor. Sırayla ölüyorlar onlar da. Defalarca torun acısı görüyor.
.....
.....
Annemle birlikte oymalı, ceviz ağacından, naftalin kokulu sandığı aralarken; bahar dallı, iğne oyalı yazmasını bulduk. Bir de yanında gümüş tel vardı. 'Gümüş'ün bunlar' dedi annem, 'Anneannemin' ...
Öyküsünün tümünü o zaman öğrendim. O, benim ebemdi; yani anneannemin annesi. Çocukken 'Benim anneannemin annesi yaşıyor, biliyor musunuz?' diye gurur duyduğum ebem. Çok değil, bundan on sene evvel, 1995 yılında, yüz küsur yaşında vefat etti. İsmi Raziye Gümüş'tü. Torununun torununu gören ender insanlardan oldu. Ölmeden evvel hala zekası gün ışığı kadar berraktı, süt dişleri yeniden çıkmaya başlamıştı, kimseye muhtaç kalmadan ayrıldı bu dünyadan.
Öyküsünün her çığlığı doğrudur. Oklavayla eline vurduğu kızı; anneannemdir, çok mutlu bir evlilik yapma şansına erişmiş, köyün nadir kadınlarındandır. Elti olduğu kızı olan büyük teyzem ise; çok genç yaşta eşini kaybetti. Bir daha hiç evlenmedi. Anneannem de, büyük teyzem de hala kendi işlerini görür, hala ayaktadırlar, hala o köyde yaşarlar. Allah onları başımızdan eksik etmesin.
Sevgili Seda Demirel onlarla tanıştı, 'Altın Kızlar'ımızla.
Bu çığlık öykü de; benden birinin öyküsü. Çok uzakta aramaya gerek yok, öyle yakındalar ki. Öyle bizden, öyle içimizde ki...
Leyla Ayyıldız layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 27 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Vestanca : Turan Bozkurt HA!HEY! |
|
Ah!
bırak yankılansın sesim bu kuyudan bir nefes bırak ah!
bırak bir ses soluklansın nefesim bu kuyudan bırak ha!
ne vaha
ne çöl temsilleyemez varlık ve yokluğunu ah bu halime
belki bir bozkıra mevsim biçilirse yokluğun;bir kara kış
baharla misallenir varlığın o zaman hani bir yeni diriliş
yalnız bir izah deneyiş sadece bu temsil misale yelteniş
ah!..bunlar eksik bunlar yaklaşık bunlar az bu melalime
ah sen,
sen yoksan yokum,rivayetlik anonimleşirim biri mış
kimselik hiçleşirim herkese bir kim değil biri varmış
sen yoksan lal kalırım nefeslenmeyince bir soluğunu
soluğunla aynalanırsam ancak bilirim kim olduğumu
sen bir oluk bir çıkışsın hayata bu kuyumdan bir yol
tek penceremsin,duy sesimi,sesinle varlık kanıtım ol
sensizlik bir sessiz yokoluş:sayhasız bir kuyuluk yitiş
yitiş ki unutuluş girdabında derin kuytuluk bir tükeniş..
yetiş ey!
hey yar!
sesime ses ver ki seninle kim ve ne olduğumu bileyim
bileyim hayat ne,ölüm ne,aşk nasıl yaşanır öğreneyim
ya hey!
hey ya!
bir figür kıvranırım her yağmur ertesini mohikanca
acılı bakışlarla korkuturum başkayı sızım eseflenip
ahlarımdan delimsrek taşınca anlarlar ne kadar çok
ne kadar da acıtan ve derin yaralanmışım sensizliği
sensizlikten acılı kanayıp yaramı ve bilinçten karalı
sürgün burgulukla ne derin kuyuluk kederlenmişim
ha hey!
ancak kerbela kıvranan anlar kanamamı bir ah: su
kavurunca yokluğun yakıp yıkınca beni yezid: ey
akustik sancılanırım rabbime ancak surelerden:ah
bilirim niçin söz başı yapar ya rabbim hitaba:ta ha
derinden bir sayha koparırım yaram derin ey: yar!
bir ter temas su,
bir es nefes ses,
ey yar!
ah bir su,
ah bir ses
ey yar bir su,
ey yar bir ses,
bir nefes su,
bir nefes ses,
su ey yar,
ses ey yar,
ah bir su,
ah bir ses,
bir yudum,
bir nefes
ya yar!
ey,
ha,
hey!
çok kuyu yankılanır helezon büyüyerek bu cız ah
gökyüzü dilemekten kırık kanatlarımla yanayakıla
yansın kanatlarım yeterki seninle olsun bu yanış
göklerde yerim var bilirim bir çıkabilsem bir ruh
ruh ki ışıktan hür kelimeden özgür bir hislik can
ve kuyu diplik kıvranırım nihan son sığınak son
öyle bir cendereden sayhalık ki bu ah u vaha ah
ancak
bir sayrılık ateşlendiğimde yağmura misal sığınarak
bir sende durulunca dinecek içimdeki kahır sağanak
ancak ah!
ah!yalnızca,
çağrışım dolanınca dolayım seslerden çok kelimelik
kelimelerden öz manasına vurgu herkese:işitin hey!
ne yapsam eksiğim ne dolsam yarım ne desem boş,
yalnızlıktır buran buramı bu kuyudan:hani eşitim ey!
ha,hey!
hey canan,
ey can!hay huyunca kıvrıl dolayımımca dilimi çöz
bırakma karanlıkta gel diz kır yanımca bağımı çöz
prangalarımdan kahırlara bırakma elimi elimi çöz
boşver sözleri gözlerini bakışıma ver ki dizimi çöz
ta ki,
duruluncaya kadar bu şirret çağıldayışlık hüzün ki
yelpazelensin tan vakti yatsılar karasına hemahenk
her renk ve şekille seni renklensin sen bana gel ki
ne istersen ol sen,hep var olmaya oluş akası dol ki
dolsun ta zerremden gökyüzüme nakşın rengarenk
sen ben yok,hemhalen, ben sana sen bana halle ki
ta ki
ah bu figan ve vah inlemeler visal nihayetlensin
sen maral ben avcı koşumuz misal nihayetlensin
ki ah!
ne çöl ne sahra,
temsile yetemez sensizliğime bu kuru yerden
ah yusuf ancak emsal halime bu kahır halden
bir kuyuluk sayhalanırım sana züleyha ey can!
vahalarla işaretteyim ancak varlığını ey canan!
ancak sana kavuşunca bozkır kanatlanırım hep!
sen olmayınca ne yollar ne dağlar aramam hiç,
Mehtaba rüyalık sevdalanırım sen olmayınca!
a ha!
ancak sen varsan varım,kimselere biriyim bir
ancak sana tamamsam herkeslere biriyim bir
ha hey!
sen yoksan sesim yok,sesim yoksa hiçim hiç,
ben olamam hiç kimse kalırım sensiz bir hiç,
ya ey!
bırak yankı patlasın kuyu ha sensizliği ah bırak!
ya bırak yankı bulsun sesini sesime bir bırak ha!
ne olur bir bırak!
ve bir bak:
ha hey!hey ha!ey ha!bir ha!ses ha!zü..ha!ley..ha!
ha hey!hey ha!..ley..ha!.ah....ha!..ah!..
ya ah!
ah!tamam,bırak
bırak!tamam,bırak!
hı..hı,bırak!
ya tamam!
bırak!..
..Ah!
Turan Bozkurt vestana1bozkurt@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.566 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Düş Ülkemde Yolculuk
Ben diye başladığım cümlelerim var benim,
bencillikten usanıp sonunu biz diye noktaladığım.
İçimde öten lal guguk kuşlarım,
durmadan yürümek için susuz bile kaldığım çöllerim var,
isyankar anlarım.
İç dünyamın derin boşlukları var,
düş ülkesine dilimde ıslıklarla yürüdüğüm patikalarım.
Deniz kenarında dilimden kayan, su yüzünde sektirdiğim sözcüklerim var
Ve başkalarına dair duyumsadığım öteki taraflarım, vicdanım.
Yalnızlıklarım var benim,
saltanatını doyasıya benimle sürdürdüğüm.
Nedenlerim var, insanca yaşama dair...
Durup bir köhnenin başında, örümcek düşüncelere karşı isyanlar çıkarttığım.
Sallanıp iki yana çırpınarak uçtuğum göklerim var,
maviliğinden yeşiline süzülüp konduğum çeşitli ağaç dallarım.
Nefes almak için mekan tuttuğum kuytularım var,
bakışlarıma değişken renklerini düşürdüğüm.
Uzaklıklarım var benim, dünlerime sevgiyle el sallayıp,
hızla yarınlarıma koşturduğum.
Sevdalım şiirlerim, hasret yangınlarım var,
aşkımın gül verenidir sanat.
İç benimin kaldırımlarında gece yürüyüşleri yaptığım siyahlarım var...
Vazgeçilmezim, yalnızlığım biricik saltanatım.
İlkelerim de vardır hani; kimi atalardan kalan mirasa konduğum,
kimi iç benimden tutup yakaladığım.
Işıldayan güneşe dair içimde oynaşan ümit şulelerim var benim,
mum ışığı altında dolaşan sarhoş hallerim.
Göksel yanlarım da vardır mesela... Hissedebilirim aklınızdan geçenleri.
Ola ki takılmasın bir gözdeki sır yansımalarıma.
Edebiyatlarım var benim, beyaz yolculuklarımın çıkış noktası,
kelimelerin dans ettiği devrik cümlelerim.
Ayaklarımın hükmünü beynimden esir alan yağmurlarım var benim,
sesiyle ıslağında dans ettiğim.
İç sesimin dilini bilirim ben, başka yoktur sizden gayri bir dilim...
Şairce konuşmaya çabalamaktan başka.
Zenginliklerim var benim, dost dost diye nicelerine sarılıp,
brütünden çıkarttığım netiyle elde ettiğim kalabalıklarım.
Hayallerim de var, bunca sözden sonra kelimelerin yetersizliğinde yitirdiğim,
insanca yaşama dair adanmış beklentilerim.
Bir hayalperestim ben kanayan yaralara... Yürek sızısına.
Düş sokağında, deniz pusluğunda, izbe sokaklarda...
Gül tadında.
Gülcan Talay
Yukarı
|
Bu okur yazar teyzeyi görmek için Cumartesi gecesi bizimle beraber Sed Otel'de 4. yıl kutlamalarında olmanız gerek. Kendisini türlü meşakkate katlanarak köyünden kapıp getiriyoruz. Duyduk duymadık demeyinnn!..
Yukarı
|
DAVETLİSİNİZ 4. yaşımıza giriyoruz
Yer : SED Hotel / Taksim www.sedhotel.com
Biricik Sevgili'miz KAHVE MOLASI'nın; 3.seneyi devirip 4'e gireceği 16.Nisan.2005 tarihinde düzenlenecek olan kutlama töreninde, siz değerli OKUR'larımızı da aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.
Gelin dostlar, felekten bir gece ÇALALIM Sadece 50 YTL'ye sizi de aramıza ALALIM ..:-) Takvimlerden 16.Nisan.2005'i ÇEVİRİYORUZ
Üçüncü yılımızı hep birlikte DEVİRİYORUZ
Hepinize yetecek kadar ayarlandı bile YERİMİZ Bu kutlama değil; göz nurumuz, alın TERİMİZ
Bakınız bu eşsiz gecede neler var ?
Beyaz Peynir, Hamsi Ançuez, Jambon, Közde Patlıcan Salata, İtalyan Salata, Zy.Biber Dolma, Haydari, Selanik Salata ve Acılı Ezme'den oluşan Ordövr Tabağı ile BAŞLAYACAĞIZ...
Pastırmalı Paçanga, Napoliten Soslu Mitite Köfte ve Dim Soslu Karışık Mevsim Salata ile ara sıcağını ARALAYACAĞIZ...
Garnitürü; Püre, Pilav ve Haşlanmış Sebze, kendisi; Biftek, Piliç Pirzola ve Kasap Köfte (Izgara) üçlüsünden oluşan ana yemeğe DALDIRACAĞIZ...
Karışık Mevsim Meyveleri ve Limitsiz İçki'nin yanında; SARO ve Orkestra'sı ile kudurup pisti ayağa KALDIRACAĞIZ...
EDİTÖR'ünüzü görmek KM Aboneliği gibi Beleş... :-)) YAZAR Dost'larınız zaten kelepir...
Bir mesaj atmanız yeterli : geliyorum@kmarsiv.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Tiyatro severler için hoş bir çalışma http://www.tiyatrom.com Güzel bir sanal dergi. İşte içerikten bir duyuru: ...Amatör Komedi Tiyatrosu fikir olarak ilginç, sahnelenmesi cüret gerektiren, kalabalık kadrolu bu oyun için, Hamlet'in oyuncuları gibi kral önünde oynayabilecek cesarette oyuncular, yönetmen adayları, BİRLİKTE ÇALIŞABİLECEĞİMİZ, PARTNER OLABİLECEK AMATÖR TİYATRO TOPLULUĞU arıyor...
Darwin'in evrim teorisinin yanlış olduğunu söyleyen ve bunu örneklerle ispata çalışan bir web sayfası http://www.darwinizminsonu.com/k_tarih_01.html ...Darwin bu gezisinin ardından İngiltere'deki hayvan pazarlarını gezmeye başladı. İnek yetiştiricilerinin farklı inek cinslerini çiftleştirerek yeni cinsler türettiklerine şahit oldu. Galapagos'ta gördüğü farklı ispinoz türlerini de bu gözlemlerine eklediğinde, kafasında bir teori şekillenmeye başladı. Sonunda bu fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı. Bu kitapta, tüm canlı türlerinin tek bir ortak atadan geldiklerini, ancak zaman içinde küçük değişimlerle birbirlerinden evrimleştiklerini iddia ediyordu... Üzerine ayrıca yorum yapmam doğru olmaz.
Meraklısına İtalyanca sözlük http://www.sozlukcu.org ve hatta Hollandaca - Türkçe sözlük ve hatta Türkçe heceleme kılavuzu. Daha ne yapsın Engin abisi.
Grup halinde muhabbet ederken konuşmanın en tatlı yerinde sohbetin içine turp suyu sıkan kişiler vardır. Bu kişilerin sessiz kalmasını sağlamak ve kafalarını karıştırmak için hazırda mutlaka konu bulundurmanız ya da alakasız bilmeceler sormanız gerekebilir. E bu kadar gerekçeden sonra http://www.kimim.com/kimimcom/eglence/kbilmece.htm kısayolundaki komik bilmecelere bakarsınız artık. Aman dikkat sohbetin içine turp suyu sıkan siz olmayın.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
QuickZip 3.06.3 [3 MB] Windows Free
http://files.overfiles.com/applications/quickzip_3063.exe Zip rara gibi 44 çeşit sıkıştırma formatını birarada kullanabildiğiniz çok iyi bir alternatif sıkıştırma ve çözme programı. 1999 dan beri var olan bu programı yeni öğrendiğim için hayıflandım doğrusu. Üsütüne üstlük bir de bedava. Tüm bilgisayar kullanıcılarına şiddetle tavsiye edilir. Çok yakında 4.50 versiyonu çıkacak, takip etmeyi unutmayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|