|
|
|
21 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ben Rıza efendilerle hala gurur duymuyorum!.. |
Merhabalar,
Ben Rıza efendilerle hala gurur duymuyorum!.. Uzatmak istemiyorum ama uzattıkça uzatıyorlar. Bugünkü manşet gene evlere şenlik " Üzülme Rıza". Aynı yerlerden gelen başbakan da arka çıkmış. "Ben de o yerlerden geliyorum. Üzülme bu bizim için onurdur." Ne diyorsunuz siz be, ne diyorsunuz? Neresi o geldiğiniz yer? Söyleyinde bilelim. Ağaç kovuğundan mı geldiniz yoksa mağaradan mı? Dediğiniz şey fakirlikse, hepimiz oaradan geldik paşalarım. Nedir bu fakirlik edebiyatı anlatsanız da bir yol öğrensek. Oradan gelmişsiniz ama şimdi biriniz 70 milyonun kaderine hükmediyor, diğeri yılda yüzbinlerce doları ciklet diye çiğniyor. Gurur duyuyormuşlarmış. O dediğiniz yerden bir türlü yolunu bulup gelemeyen 50 milyon insan yaşıyor bu memlekette haberiniz var mı sizin? Böyle iç gıcıklayıcı laflar etmek sizlere mi kaldı? Yok ben biliyorum aslında sizin suçunuz yok. Suç, bu su muhallebisini keşkül yapıp cami minaresinden aşağıya dökenlerde. Cemaat ağzı açık aşağıda bekleşiyor daha ne kadar içimize edecekler diye. Rıza kaptan geldiği yerle gururluymuş. Nereden gelmiş bu arkadaş? Kira ödeyemediği için evden atılan anası ve 3 kardeşiyle hastahane bahçesinde mi yaşamış? Ya da ana babası terketti diye yetimhanede mi büyümüş? Onuruyla sıradan bir işte çalışıp kıt kanaat geçinen milyonlarca aileden birinin çocuğu sadece. Kapıcılık utanılacak bir meslekmişte Rıza ve Tayyip Beyler geçmişlerine sahip çıkıp gururlanıyorlarmış. Hadi oradan be, yemeyin bizi iki arada bir derede. Ben babaları olsam eşşek sudan gelinceye kadar döverim bunları. Tabi önce bu manşeti atandan başlarım. En aklı başında, en bağımsız dediğin adamlar bu kaşıntıya nişadır döküyorsa varın siz art niyetliler ne halt yer tahmin edin. Son derece sıradan ve mazur görülebilir bir edepsizliği 3 gün manşetlere taşıyıp gazetecilik yaptıklarını sananlara ithaf olunur. İlk gün başlayan Fenerbahçe aleyhtarlığı üçüncü günde Fenerbahçe'li başbakanla yumuşatılmak zorunda kalınmış besbelli. Sayın medya mensupları ben sizin yaptığınızı yapmayacağım. Bu pespayeliği gazeteye maletmeden sizi okumaya devam edeceğim. Ama sizler otu boku bu milletin arasına nifak ekmek için kullanırsanız, gün gelecek kaşıdıklarınız size cılk yara olarak geri dönecektir bilesiniz.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan Hozat Yurdum Oteli |
|
Her şey Tunceli'ye yaptığımız iş seyahatiyle başladı. Bu iş gezisi, uzun yıllar düşleyip de gerçekleştiremediğim, bana hep gizemli gelmiş bir yurt köşesini kısa süre de olsa tanıma olanağı verecekti. Çocukluğumun en büyük oyunu, özellikle Türkiye haritası üzerinde isim bulmaydı. Her fırsatta bu oyunu oynardık arkadaşlarla. Yıllar sonra coğrafya öğretmeni olarak Avrupa'da bazı ülkeleri gezmiştim ama kendi yurdumda hâlâ bazı illeri görememiştim. Doğrusu bundan üzüntü duymuyor değildim. Tunceli de bu illerin başında geliyordu.
Özellikle son zamanlarda çiçek sulamasıyla ün kazanan büyük siyasetçilerin de yetişmesine zemin hazırlayan Tunceli'ye ilişkin, bir okul müdürümüzün yaptığı tespitlerin ne denli gerçekçi olduğunu da görebilirdim artık.
Çok erken bir saatte üç iş arkadaşı yola koyulduk. Elazığ'a sapmadan Muş Tunceli yönüne direksiyonumuzu kırdım. Bir zamanlar otuz saatlik yolculuk yaptığım Muş karayolu üzerindeydim. Otuz yıl öncesiyle karşılaştırdığımda çok şeyin değiştiğini görebiliyordum. Özellikle nüfusun yaşanan olaylar nedeniyle zorunlu kente akması, hızlı ve bozuk, alt yapısı yetersiz bir kentleşmeye yol açmıştı.
Yol üzerinde Karayolları levhalarında Muş, Bingöl adı vardı, nedense Tunceli yoktu. Arkadaşlar, "Hocam yoksa yanlış yolda mıyız?" diye, takılmaya başlamışlardı ki, Kovancılar'a geldik. Artık nereye gideceğimizi gösteren yol ayrımına gelmiştik.
Sanki yabancı bir ülkeye gidercesine heyecanlıydım. Aslında beni cezbeden, farklı bir coğrafyayı keşfetme duygusuydu.
Doğu Anadolu bölgesinin vahşi, bir o kadar da efsanelere konu olmuş dağları uzaktan sanki daha görkemli; insana bir bakışta alıp uzaklara götürüveriyor. Hele bu mevsimde yani ilkbaharın başlangıcında henüz karların dağ yamaçlarını bir yorgan gibi örttüğü manzaraların seyrine doyum olmuyor. Bu doğa harikası görüntülere Hazar gölü kıyısında rastlamak, beni şaşırttığı gibi, Alp dağları üzerindeki Kral gölüne yaptığımız geziyi anımsatıyordu. Arkadaşım hemen bir anekdot girip, Hazar gölüne paralel uzanan dağın şekline dikkat etmemi istiyor. Önce bir anlam veremediğim dağın, göle paralel uzanmış hamile bir kadın şeklinde olduğunu ve yaz mevsiminde kadının gözlerinden yaş geldiğini, çok açık şekilde görebileceğimizi, anlattı.
Bu anlatımdan sonra daha dikkatli bakıldığında insana bu şeklin hiç de şaşırtıcı gelmediği görülebiliyor. Ancak o sırada dağın tamamen karlarla örtülü oluşu, ağlayan dağ efsanesini anlamamıza yeterince olanak vermiyordu. Bir yaz günü tekrar gelme ümidiyle yola devam ediyoruz.
Havamız günlük güneşlik, tam sevdiğim gibi. Gençlerin de keyfi yerinde. Arabada teyp yok, karga seslerimizle kendimizi eğlendirmeye çalışıyoruz. Onlar Kürtçe şarkılar söylüyor, ben de anlamış gibi mırıldanıyordum. Hayat bu, bazen Fransız kalabiliyor insan, ne yapalım. Biraz sonra gençler sevdiğim Türk sanat müziğinden de söylemeye başlayınca ben de koroya katılıyorum. Yol başka türlü nasıl geçer ki!
Kovancılar'da Tunceli yoluna döndük. İlk askeri kontrol noktasına gelmemiz pek uzun sürmedi. Bu bölgeye sık gelen arkadaş, eskiden burada yapılan arama şekillerini anlattığında, şimdikinin basit bir formalite olduğunu insan kolayca anlayabiliyor.
Artık kimliklerimiz hazır olda bekleyecek. Çünkü sık sık kimlik aramasıyla karşılaşabiliriz. Kontrolün ardından vites gene beşe takılmış gidiyoruz. Genelde herkesin yaşadığı bir duyguyu şimdi yine yaşamaktayım; tanımadığınız bir yol, insana bir türlü bitmek bilmez duygusu! Git git bitmiyor doğrusu. Yol kıyısında tek tük rastladığımız evlerde insana rastlar mıyız diye dikkatli bakıyorum, ama nafile bir türlü göremiyorum. Birden karşımıza çıkan baraj inşaatı, malum nedenlerden dolayı yılan hikayesine dönmüş, bir türlü bitmek bilmiyor. Devlet bu işlerden ne zaman elini çekecek bilmem. Başlatılan her yatırım yöre halkının umudu; ancak gel gör ki, inşaatların yıllarca sürmesi insanlarda bezginliğe ve umutsuzluğa yol açıyor. Bölgede yaşanan derin işsizlik ve eğitimsizlik, insanları kaderine terkedilmiş hissi veriyor. Sonuçta insanlar, burada 100 Dolar için kolayca adam öldürebiliyor.
Tunceli Pertek ilçesine girişte şimdi harabeye dönmüş fabrika kalıntılarını görünce, devlet hazinesinin ve bin bir zorlukla sağlanan dış kaynakların nasıl acımasızca hortumlandığını daha net görebiliyorsunuz. Gerçekte ise, halkın umudu, geleceğe ve devlete olan inancı yok edilmiş oluyor. Gördüğümüz her manzara insana sayfalar dolusu yorum yazısı yazdırmaya adeta kışkırtıyor.
Nihayet Tunceli göründü. İlk anda bir düzlük üzerinde kurulduğu izlenimi veren kentin gerçek yüzünü daha sonra görecektik. Munzur'un kenarındaki düzlük alan üç dağ arasında sıkışıp kalmış Tunceli'ye bir ölçüde soluk aldırabilecek gibi. Köy ve kasabalardan il merkezine yapılan göçler ve doğum nedeniyle artan nüfusa yeni ve modern yerleşim üniteleri için yapılan seçim, her ne kadar varolan doğal yapıyı bozuyor olsa da Tunceli halkının başka bir seçeneği yok görünüyor. Umarım, çarpık yapılaşma sonucu pırıl pırıl akan ve türkülere konu olmuş Munzur'un kirlenmesine yol açmaz.
İlk uğrak yerimiz Anadolu Öğretmen Lisesi. Okul bir yamaçta, yeni Tunceli bölgesinde, çok modern olarak inşa edilmiş. Yerler tamamıyla renkli mermer kaplı. Odalar geniş ve tavanda 40-50 floresan ampul. Aklıma," Bu okulu Milli Eğitim Bakanlığı mı yaptırdı?" sorusu takılıyor. Aldığım yanıt, ilk düşündüğümü doğruluyor; bu okul Sağlık Bakanlığınca yaptırılmış. İki bakanlığın farklı okul anlayışı ancak ülkemize özgü bir şey olsa gerek!
Tanıştığımız idareci arkadaşın bilgisayarındaki sorunları giderilirken, ben de onunla meslek sorunları ve şiir üzerine konuşuyorum. Kendisinin şiir yazdığını ve okuduğunu öğrenince, konu ister istemez benim şiirlere geliverdi. Şiir kitabımı dikkatle inceledikten sonra, kendisine okul kitaplığında yer alması dileğimle imzalıyorum. Arkadaşımız bize okulun konferans salonunu gezdirince, Tunceli'de böylesine hoş bir salon bulmanın şaşkınlığı ile akşama yatılı öğrencilere şiir dinletisi sözü vererek okuldan ayrılıyoruz. O gün hızlı bir tempoyla çalışmamız gerekiyor.
İnişli çıkışlı Tunceli caddelerinde gördüğüm manzara, bende bir batı şehrini anımsattı. Bingöl'de Taliban kadınları örneği insanları gördükten sonra Tunceli'deki modern ve şık giyimli hanımlar beni oldukça şaşırttı. Tunceli'ye ilişkin meraklı sorularım daha da artıyordu. Kentte bilgisayar işi yapan bir arkadaşla tanıştığımızda, Tunceli'deki dükkan fiyatlarının ve hava paralarının büyüklüğü karşısında insan sanki küçük dilini yutacak. Örneklemem gerekirse, bir dükkan yeri 150 milyara sahip değiştiriyor. Bir çay ocağının hava parası ise 15 milyar ! Bu denli uçuk rakamlar biraz da kentin yerleşim yerinin darlığından ileri geldiğini anlıyoruz.
Gün boyu okullar arasında mekik dokuduktan sonra, akşam karanlığında Anadolu Öğretmen Lisesine geri geliyoruz. Düşündüğümüz saatte orada olamadığımız için üzülüyoruz. Ancak öğrencilerle buluşmakta kararlıyım. Sonunda sorumlu öğretmen yöneticilere danışıp, izin alıyor. Biz de öğrencilerin etüdü bitirmelerinin ardından, konferans salonuna alınıyoruz.
Manzaraya alışık olmama karşın, yine de heyecan verici. İlk kez tamamı kız öğrencilerden oluşan bir topluluğa hitap edecektim. Bursa Erkek Lisesinde yine böyle bir zamanda yatılı erkek öğrencilere şiir dinletisi yapmıştım. Sahneye konan hitabet kürsüsünü kullanmak istemedim. Biliyordum ki, o sahneye ve kürsüye çıkarsam, benim yakalamak istediğim havadan kolayca uzaklaşacaktım. Mikrofon kablosunun da uzunluğundan yararlanarak, öğrencilerin oturduğu zemin üzerinde, onlarla iç içe söyleşime başladım. Bulunduğum okul, bir zamanlar benim de teneffüs ettiğim bir okul sayılırdı. Üç gün sonra da Öğretmen Okullarının kuruluş yıldönümü, yani 16 Mart'tı. Gençlere şiirden önce öğretmenlik üzerine birkaç söz etmem gerektiğine inandım. Onların üzerindeki gece kıyafetleri beni bir anda yatılılık günlerime götürmüştü. Öğretmen okulunda parasız kaldığım bir gün kendiimi tutamamış, sınıfta ağlamıştım. Aynı gün de postayla annemin 50 lira para yolladığı haberini almıştım.Ne zaman annem aklıma gelse, koparım birden, göz yaşlarımı tutamam. O gün de öyle oldu. Salonda kızların da benimle birlikte benzer duygularla sarsıldığını görmek, inanılmaz bir şeydi. O anı hiç unutamıyacağım. Şu an bile, bu satırları yazarken aynı heyecanı duyduğumu itiraf etmeliyim.
Genç öğretmen adaylarına hem kitabımdaki şiirlerden, hem dosyamda yayımlanmayı bekleyen yeni şiirlerimden okudum. Öğrencilerin büyük ilgisiyle içimde büyük bir mutluluk dalgası giderek kabarıyordu. Ancak dakikalar da su gibi akıp gitmişti. Gençlerin sorularına onlarda gördüğüm içtenliğe eşdeğer yanıtlar vermeye çalıştım. Unutulmaz bir kaynaşma ve elektriklenme olmuştu aramızda. Ancak nöbetçi öğretmenin gözleriyle yaptığı uyarı, bu güzel dakikaların sonuna gelindiğinin bir işaretydi. Öğrencilerse benden hiç ayrılmak istemiyordu. Sonunda hepsiyle çok içten vedalaşırken, gözlerindeki o müthiş pırıltı karşısında geleceğe olan umudum bir kat daha arttı.
Tunceli'de kaldığımız otel konfor yönüyle öğretmen evinden çok üstün, buna karşın fiyat yönüyle de çok uygundu. Nedeni ise, otel kış ve yaz tarifesi uyguluyor olmasıydı. Yaz döneminin dörtte bir fiyatına otelde konakladık. Ertesi gün yine Tunceli merkezde okul taraması yapacaktık. Bu amaçla iki ayrı koldan okulları dolaşmaya başladık. Amacımız o gün akşam Bingöl'e varmaktı. Öğleden sonra gelen bir telefon planımızı değiştirmeye neden oldu. Acil olarak Hozat'tan çağrılıyorduk. Hozat'ta bir okul müdürü otelde yer ayırttığını belirtince, akşam üzeri Hozat yoluna düştük. O saatte en kısa şekilde ancak Çiçekli yolundan gidebileceğimiz söylenmişti. Diğer yol ise, Pertek üzerinden gidiliyordu. Biz üç kafadar kısa ama tanınmayan yolu tercih ettik.
Çiçekli denen yer daha çok karakoluyla ünlü. Geçtiğimiz yollarda bir zamanlar çok kan dökülmüş, çok çatışma yaşanmıştı. Karakola vardığımızda kimliklerimizle, ne iş yaptığımız sorgulandıktan sonra iyi yolculuk dilekleriyle uğurlandık. Yol bozuk satıhlı, asfaltı gitmiş, mıcırı miras kalmış geriye. Yolun kenarında en az elli santim kar vardı ve zaman zaman da daralıyordu. Bu yüzden direksiyonda çok dikkatli olmam gerekiyordu. Yanımdaki arkadaş askerliğini Hakkari dağlarında paraşütçü komanda olarak yapmış, çatışmalarda görev almıştı. Bana,
-Hocam yolda bir kişi aniden önüne çıkarsa kafanı direksiyona kapa ve hiç durma diye, uyarılar yaptıkça, insana ister istemez korku düşüyordu. Yolda hiçbir trafik işaret levhası yoktu. İçimizde acaba yanlış bir yola mı girdik, kuşkusu da vardı. Ama biliyorduk ki, bu yoldan ölmek var, dönmek yoktu.
Nihayet yol kenarında gecenin karanlığında bir ufak ışık gördük. Nasıl da sevindik, sormayın. Gördüğümüz ilk insana selam verdikten sonra, yolun bizi Hozat'a götürüp götürmeyeceğini anlamıştık. Aldığımız yanıt hepimizi rahatlatmıştı.
Hem gece, hem yolun bozukluğu, hem de terör korkusuyla geçirdiğimiz uzun bir yolculuk sonunda Hozat'a varmıştık. Direksiyonda benim olmam arkadaşlarım için bir güvence, benim içinse müthiş bir yorgunluk olmuş, fakat bunu onlara hissettirmemeye çalışmıştım. Uzun bir caddenin ardından arabamızı uygun bir yere park ettim. Bizi davet eden okul müdürüne geldiğimizi haber verdik.
Genç ve güler yüzlü bir öğretmen arkadaşla karşılaşmak çektiğimiz yol stresini kısa zamanda üzerimizden atmamıza neden oldu. Bizi geç vakit de olsa, bir meyhaneye götürüp, karnımızı doyurdu. Meyhanede iki masada demlenen grubun yabancı yüz görmeye alışkın oldukları her hallerinden belli oluyordu. Onları daldıkları derin sohbetle baş başa bırakıp, çıktık Hozat çarşısına.
Sıra otel aramaya gelmişti. Bir okulun alelacele öğretmen evine dönüştürüldüğü yere vardığımızda, tüm odaların orada görev yapan bekar öğretmenlere tahsis edildiğini öğrendik. Çaresiz ilçenin tek oteline gidecektik. Otel olduğu kapısındaki kırmızı yağlıboya ile yazılmış "OTEL" yazısından anlaşılan binaya girişte ilk şoku yaşadık. Kapısının üstündeki camlı bölmenin camları kırılınca renkli Nazilli basmasıyla örtülmüş, hemen kapının yanındaki tuvaletse, eski Eğirdir evlerinin girişini andırıyordu.
Tuvaleti geçip sağa kıvrıldığımızda uzun bir koridora sıralanmış karşılıklı odalar, koridorun sağ başında tuvaletle dip dibe banyo ve en sonunda resepsiyon bizi bekliyordu. Oda kapısı kapalı resepsiyonda biz neyin beklediğini doğrusu hiç birimiz bilmiyordu. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde karşımıza bir kadın çıkıverdi. Hepimiz şaşırdık. Esmer, küt burunlu, kara kaşlı, yaşı kırk elli arası gösteren bir yüz hattı vardı. Odada 37 ekran televizyon, Cine 5 yayında, hafif porno içerikli bir film gösterimde. Kadın ilk anda hiç istifini bozmuyor, ancak ara sıra gözümüzün oraya kaydığını hissedince, kanal değiştirmek zorunda kaldı. Resepsiyon odasının duvarını büyük çerçeveli Hz.Ali ve Atatürk fotoğrafı ile Zülfikar kılıcı süslüyor. Duvardaki işletme belgesine gözüm ilişiyor, fotoğraftan kadının oteli işleten kişi olduğunu anlıyoruz.
Duvarlar kirli sarı renkte, bir ara acaba bu odada oturmalı mıyız diye geçiriyorum. Seslenmeden, kadının gösterdiği 7 nolu odaya yöneliyoruz. Üç yataklı bir oda, iki yatağı ahşap möbleli, diğeri demir karyola; iki yatak üst üste konulmuş, kalın bir yorgan, üstünde ayrıca battaniye ve çok yüksek bir yastık. Yastık, yorgan ve yatak yüzleri adeta burada yatmayın diyor, ama ne çare yatmak zorundayız. Dışarıda kar serpintili yağmur da bizi buna mecbur ediyor, doğrusu. Yatakta bitlerle dans edeceğimizi bilsek bile yatmamız gerek, bit bizden büyük değil ya! Otel sahibesi odadaki saç sobayı yakmıştı. Bu hiç olmazsa iyiye işaretti.Saat 20.30 sularıydı. Eşyalarımızı odaya koyduktan sonra kalan zamanı değerlendirmek üzere otelin bitişiğindeki kafeye girdik.
Demek burada kafe de varmış, dedik birbirimize. Oyun kurmak için dördüncüye ihtiyaç vardı. İmdadımıza kafeyi işleten genç yetişti. Oyuna başladık. Salonun köşesinde tek bir masada kumar oynanıyordu. Bir süre sonra masa dağıldı. İş hesap ödemeye gelince içlerinden biri hesap ödemek istememişti. İşletmeci genç yerinden kalkıp ocağın içinde saldırdı aniden adama. Sonunda araya girenler kısa zamanda yatıştırdılar. Masaya geri döndü genç kafeci. Oyuna kaldığımız yerden devam ettik. Kendi aramızda da hadi hayırlısı, düştük ocağına, derken; bu kez 55-60 yaşlarında, ak saçlı, göbekli, orta boyda, saçı başı dağınık, kıravatı yana kaymış bir adam salona girdi.
Doğrudan bizim dördüncüye gelerek, oğlunun habersizce ilçe dışına çıkmasının hesabını sormaya başladı. Ayakta duracak hali yoktu. Fakat sarf ettiği sözler onun kültürlü ve Türkçeyi çok iyi kullanan biri olduğunu anlatıyordu. Adam,
-Oğlum dün Elazığ'a gitti mi? sorusuna, genç kaçamak yanıtlar veriyor,
-Belki, diyordu. Bunun üzerine:
-Demek sen, belkiyi öğrendin, ama belkinin ne anlamı olduğunu bilmiyorsun. Davarrr turizm! dedikçe, gencin öfkesi giderek kabarıyordu. Biz de biraz önceki kavganın etkisiyle,
-Boş ver, sen ona aldırma, o yaşlı ve alkollü.şeklinde onu yatıştırmaya çalışıyorduk. Genç konuşanın amcası olduğunu, bir zamanlar milletvekili olduğunu, içinde bulunduğumuz binanın da sahibi olduğunu bi solukta anlatıverdi. Kendisinin Ankara Çankaya'da bar işlettiğini, memleket diyerek, buralara geldiğini de eklemeyi unutmadı. Yaşlı adamın hakaret sağanağı devam ediyordu. Sonunda genç dayanamadı, amcasının yakasına yapıştı, onu kafeden kovdu. Bize de onları ayırmak düşmüştü. Adam:
-Davarr turizm! diye, söylene söylene kafeyi terk etti. Oyun da, içeceklerimiz de bitmişti.
-Ne geceydi, ama! deyip, Hozat Yurdum Otelinin 7 nolu odasına döndük.
Yorgunluktan kimsenin birbirini görecek hali kalmamıştı. Yatmadan önce banyoya gittiğimde gördüğüm manzara; köşede sadece duvara dayalı bir soba borusu, ana gövdesi yok, kirli pembe renkli plastik bir ayna, bir yanda pembe sabunlukta pembe, yeşil sabunlukta ise yeşil renkli el sabunu. Ne kadar estetiğe önem vermişler, dedim. Havludan eser yok. Tedbirliyim, kendi havlum yanımda. Sabah gene iş ve gene zorlu yolculuk bizi bekliyordu. Başımı yastığa koyar koymaz öbür aleme gitmiştim. Artık benden sonraya kalanlara sabırlar dilerim, diyemedim, arkadaşlarıma. Sabah gözlerini zor açtıklarında, kusura kalmayın, hayat bu, bazen cilvelerine katlanacaksınız, ne yapalım, dedim, genç arkadaşlarıma.
Hani bir laf var:"Tilkinin bakır sıçtığı yer!" İşte Hozat da, güzel yurdumun havasıyla, suyuyla, insanıyla gizli kalmış bir cennet köşesi. Gece yaşadıklarımızı belleğime çoktan kaydedip keyifli ayrıldık. Belli olmaz, belki gene giderim oraya.
Bunda sonra ne zaman 'belki' kullanacak olsam, anlamını yeniden düşünmek zorunda olduğumu öğreten o yaşlı Hozatlı aklıma gelecek...
Not: Bu ilginç seyahati ve anılarını paylaştığım Aziz Gülcanoğlu ve S.Cihat Çelik'e teşekkürlerimle...
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 17 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan Y A K I Ş T I R M A L A R |
|
Ben, her ne kadar, konuştuğum gibi yazıyor olsam da aslında konuşma dili ile yazı dili çok farklıdır. Yazı dilinde çokça kullanılan "ve" bağlacını konuşma dilinde pek fazla tüketmeyiz örneğin. Konuşurken hiçte ilginç gelmeyen kelimeleri yazıya döküp, karşısına geçip bakarsanız, hayli komik gelebilir. Elazığ'da dükkanın birinin camekanında "İyi cücük geldi" diye bir tabela görmüştüm. Çok eğlendiğimi hatırlıyorum. Geçenlerde, Gaziantep'te yine buna benzer bir ifadeyi, deterjan satan dükkanın vitrininde okudum. " Açık Aliyer Var"
Emlakçı camlarında sıkça görürüz." Satılık kopile bina" , " Saltık dayre", "Satılık düven", " Kiralık Antebevi ". Bu edebiyatı satacağımız tek yer tabi ki sadece dükkan camları değil. Teknoloji ile birlikte bir de oto arka camları Billboard görevini üstlenir oldular. İnsanlar yaratmak istedikleri imajı veya kendi yakıştırmalarını arka cama, neredeyse görmelerine mani olacak biçimde döşüyorlar.
Kahramanmaraş yolunda bir arabanın arka camında , her biri birer karışlık harflerle şu yazıyordu. " Vahşi Dağların Yalnız Komandosu Bekir".
Okul servisleri de bu modaya uyarak; gayet belirgin şekilde Trafik İşareti ile birlikte Okul Taşıtı yazacaklarına, "Küçük Prens", "Çirkin Kral" , "İmparator", "Ekselans" yazabiliyorlar. Ben üzülüyorum tabi... Adam kraliyet ailesinden geliyor, yevmiyeyi doğrultmak için şoförlük yapıyor. Yine de kazandığı paranın yeteceği ölçüde incesinden bir altın künye bulunduruyor bileğinde. Hayli geçim sıkıntısı çektiği her halinden belli, traş olamadığından hep kirli sakal ile dolaşıyor. Ama olmazsa olmaz kaide, aristokrasinin verdiği alışkanlıkla resmi ve ciddi bir hava yaratmak için, ütülü siyah kumaş pantolonunu çıkarmıyor ayağından. Ve dahi siyah transparen çorabı ile rugan ayakkabılarını. Ayakkabının dış yan yüzünde ise aksesuar kimliğinde bir minik toka.
Bu zat-ı şahaneler genelde bilinen yüzük parmağının, yanındaki küçük olanı, yüzük için kullanıyorlar ve çok sıkça tazeledikleri Marlboro'larını bu iki parmak arasında konuşlandırıyorlar.( Bkz. Hüseyin Peyda Filmleri.)
Bazısı kocaman yazılı bu harfleri ve yakıştırmalarını cama yapıştırmayı hafiflik olarak telaki ettiklerinden, daha kibar dursun diye , tamponun sağ köşesine "Yapış ta gedek" , "Seviyk tama yorum" şeklinde söylenen Latince kökenli, benim anlamını bilmediğim cümleleri nakşettiriyorlar.
Bir de bunlar, hep aynı kadını seviyorlar bence. Mutsuzlukları ve sigara tüketimleri belki ondandır. Bu kadın gözlüklü ve en dingin havada bile saçları soluna doğru uçuşan biri. Erken evlendirilmiş bu aristokratların kontes kıvamındaki ev hanımı eşlerinin yapabildiği tek şey, panjur arasından tek gözle bakmak.
Bu delikanlıların hayatını çürüten şu gözlüklü hanımın, bir de lazımlığa çiş yapan gayrı meşru çocuğu var. Delikanlı ve gözlüklü melun kadın, çocuğu yamayacak bir aile büyüğü bulamadıklarından olsa gerek , sadece benzin depo kapağına yakın yerlerde oynamasına izin vererek yaşıyorlar aşklarını.
Zaten kahrolmuş bu delikanlıların taşıdıkları erken irileşmiş lise bir kızları da bazen o kadar üzülüyorlar ki bu duruma, hemen dert ortağı olarak, onlar da sigara içmeye ve mavi iç aydınlatmalı okul taşıtında gezerek efkar dağıtmaya gönüllü oluyorlar.
Ne diyeyim. "Allah Saklasın..."
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
| mania |
..
....
oku sevdiğim; güllerin renginde,
büsbütün sevdaya öykünerek,
gecelerin ve hecelerin sesiyle gürleyerek,
kalbinin güzelliğiyle,
içerisinde veya mahmurluğunda o en güzel uykunun
bir yerinde
mırıldanarak,
keyfince oku..
..
....
en mahcup gülümsemenle.. oku bunu sevdiğim..
düşümden.. düşünmeden.. oku..
seni sevmek zorundayım..
..
....
mektubu okuduktan sonra, katlandığı yerlerinden yeniden katlayarak masamın üzerine koydum.. aynaya baktım.. kendimi bir rüyanın gizinde yakalamış gibi izliyordum, aynada.. yabancıydım sanki.. çoktandır vakit ayıramamıştım kendime.. gerçi, bir düşün içinde duramayacağımı biliyordum ya; aynada gördüğüm yüz, o an, derin bir soluk alıyordu.. nihayet baş başaydım sessizliğimle..
üzerimi değiştirdikten sonra, odamdaki küçük lambayı yakıp, yatağıma doğru uzandım.. en sevdiğim saatlerdi bunlar, kendimi dışarıdan ötelediğim saatler.. yanı başımda duran radyoya uzattım ellerimi.. sevdiğim bir sesi duyana dek gezindim kanallar arasında..
öz düşten sıyrıldığımda düşlediğim ilave görüntüleri, sevmiyordum.. o yüzden; birkaç saçma ifade kırıntısı, zihnimde sürekli gezinip duruyordu.. ki, radyonun düğmesini çevirip dururken, radyo dalgalarının ne kadar basit ve kullanışlı olduklarını düşünmeye başladım, saçmaca !.. dünyanın dört bir yanından yayılan dalgaların, bu küçük kutuların içine süzülüşlerini düşledim.. herkes; vericisinden, kendi türküsünü söyleyip yayıyor gibiydi.. dalga dalga yayılan bu sesler; algısı, alıcısı olanlar tarafından dinlenebiliyordu sadece.. parazitlerin arasından kurtulup örtüşen frekanslar ancak, sesleri belirginleştirebiliyordu.. bunun keyif verici bir şey olduğunu düşünüyordum.. zira, seslerin arasından, özellikle bir tanesinde duraksadım.. düşümdeydim yine işte, o keyif aldığım.. düşümde..
bu kendini bırakıveriş, bir uçurumdan atlamak gibi bir insanın kollarına bırakmak kendini, ya da, bir suya sırt üstü koyuvermek gibi gövdeni.. ve ritimsiz onca şeyin içerisinden yakalamak ezgiyi.. anca, çok dalgın ve tutarsız bir hava, bu düşe bir anlam kazandırabilirdi.. o yüzden, soluk soluğa söylemeye başladım ben de, radyoda duyduğum parçayı.. sözlerini bilmediğim için tam eşlik edemiyordum ama salt o havayı solumam için, düşlemem için, yerli yersiz kelimelerle söylemeye devam ettim.. o sesi sevmiştim; dilimden ve radyodan kükreyip havada raks eden cümbüşü.. ve her ikisinin birbirine karışmasını.. odamda yanan küçük lambanın girgin ışığında, ses dalgalarının baloncukları birbirine dokunup oynaşıyorlardı..
sesimi azalttığım bir an,
radyonun sesini biraz daha yükselttim.. zira, daha güzel sesler yükseliyordu birbiri ardına o kanalda..
o sıra, yanı başımda duran saate gözüm ilişti.. ibrenin hareketinin, odamdan yükselen seslere eşlik edercesine davrandığını düşünüyordum..
keyifli olmanın zamanıydı sanki.. dalmak üzere, saatimin alarmını;
kendimi, yeniden, o güzel düşün kollarında uyanacağım bir saate kuruverdim, derme çatma..
..
camdan beliren keskin bir güneş ışığı, uyandırıyordu beni.. kafamı, yaslamış olduğum camdan kaldırdığımda, bir otobüsün içerisinde olduğumu fark ettim.. nereye gittiğimi biliyormuşçasına duruyordum.. tıpkı yanımdaki gibi.. kulaklığından yükselen müziği, zar zor duyuyordum.. gövdemi biraz öne eğip yüzüne bakmaya çalıştım.. bana benziyordu !.. panikledim.. ani bir hezeyanla yerimden doğrulup, otobüsteki diğer yolculara da baktım.. ne göreyim !.. her biri bendim.. sanki; fikrimde olan biten her şeyi, bir yerden başka bir yere taşıyor gibiydik.. hüznüm, neşem, eğrim, doğrum, yalanım, gerçeğim, ayıbım, kayıbım, çocukluğum, tutkum, öfkem, .. kımıldamadan;
her biri bir koltukta, büyük bir koronun sessizliği kadar bekliyorduk, varacağımız yeri..
bir ben hariç.. küçük yastığına sıkıca sarılıp; titreyen sesiyle tutkulu şarkılar söylemeye çalışan, güdümsüz.. ben..
..
hem kendi sesimi, hem de radyodaki müziği bastıran bir ses ; saatimin cazgır sesiyle uyandım.. kendimi, yatağımdan zar zor, garip bir marifetle fırlatıp, banyoya gittim.. musluğu açıp, aynaya baktım.. gülümseyerek uyanmayalı ne çok olmuştu..!
yüzüme çarptığım her soğuk sudan sonra aynaya baktığımda; kendimi, bir rüyanın gizinde yakalanmış gibi görüyordum, gülümseyerek..
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
MATERYALLERİN LİSANI
Kullandığımız eşyalar, nesneler ya da özel diye hitap ettiğimiz kişisel maddeler aslında kendimizin birer yansımasıdır. Maddeler kişiliğimizin somut görünüşleri olarak algılanabilir. Bunu ilk başlarda anlamayız ama kendimizin her bir parçası elimizdeki materyallerle bütünleşmiştir. Benzerin, benzeri çektiği az rastlanan bir durum değildir...
Kimbilir belki de tanımaya çalıştığımız kişileri, sahip oldukları somut varlıkların gizemli diliyle çözebiliriz. Küçük çapta şöyle bir inceleme yaparsak, lirizm içerdiğini düşündüğüm ıslak mendil, hassas, romantik temalara hayran ve titiz birini anlatabilir. Kalem bulunduranların tedbirli, öğrenme güdüsü yüksek ve yaratıcı kişiliği olduğunu, ayna sevenlerin özgüven seviyesinin yukarıda gezindiğini ama aynı zamanda kolayca narsistik yaklaşımlarda bulunabileceklerini, sakızı sevenlerin sürekli harekette olmayı, zihni işlek tutmak istemelerini düşünebiliriz. Anahtarlığı olan bir anahtarda olaya yalnızca subjektif bakmayan birini anlatabilir...
Hemen hemen herşeyden karakter tahlili yapılmış, hatta moda olmuştur. Renk, göz, el, ayak, beden, saç...daha birçok şey. Ama işe nesnelerden başlamak herkesin seçtiği bir yol değildir. Herkesin seçmediği yol, şüphesiz daha ilginç olacaktır...
Şöyle ki, kullandığımız parfümden tutun da, diş macununa kadar en lüzumludan en lüzumsuza kadar birçok şey hakkımızda ipucu verir.
Kırıntı bilgileri toplayarak birleştirdğimizde ortaya kabataslak bir figür yahut bir oluşum çıkacaktır. Bu oluşumu ya da figürü zaman içerisinde edindiğimiz gözlemler neticesinde flu olmaktan terfi ettirebiliriz.
Maddeler bize madde ötesi bir ikramda bulunur. Bunu anlayabilir ve adımları takip edebilirsek, lisanı çözebiliriz...
Tabii ki, her kişiliği bu yolla çözülebilir kılmak her zaman doğru olmayabilmektedir. Fakat doğru gibi görünmeyen şeylerin daha sonraları doğruluk adına katkıları olduğu görülebilmektedir.
Bu gizli lisan, gizli bilgileri bize gizliden iletecektir.
Gökçe Gerçek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.604 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
DİPNOT
Süresi geçmiş sevda koydular adımı
Ve kapı önüne atılmış
Eski bir komedin çekmecesinde
Buldular sararan mektuplarımı..
Yaktılar...
Kimi hasret, kimi ölüm kokan..
Ve aralarında sardunya yaprakları
Kurutulmuş anılarımı....
Bakıp durdum uzaklardan,
Deniz fenerinin gölgesinde ezik, büzük..
Göz yaşlarım mavi sularda kaybolmuş..
Yükselen duman, savrulan küller arasından
Ufukta sadece hayallerin kaldı
Dün gibi canlı,
Tebessümlü dudakların
Kıvrımlarında kaybolan yılların,
Hala bitmeyen pişmanlığını taşırken
Kendinden bile sakladığın
Ve bir kez yürekten söyleyemediğin...
O' ilahi şarkıyı mırıldar gibi..
Her kelimesi özlem kokan
Buruk, sarsık bir sevgiyi
Kenara atılmış o' tartaklanmış aşkı
Yeniden kucaklamak istermiş gibi
İki yana açılmış
Ve....
Yalnız kendini sarmayı öğrenmiş kolların.....
Hadi git şimdi
Ve bir daha sakın dönme...
(Hüzünn)
Mehmet Güneş
Yukarı
|
Nasreddin Hoca'nın Miami'deki türbesi!
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
http://www.kanbankasi.gen.tr ...Sizi duyarlı olmaya davet ediyoruz! Toplumumuzda bir damla acil kana ihtiyacı olan, yarına umutla bakmak ve gülmek belki de tekrar eskisi gibi mutlu olmak isteyen bir çok insan var. Acil kan ihtiyacı olan insanlara yardım etmek için lütfen bu mesajı önemseyin! Kan vermeye sıhhi bir engeliniz yoksa kan verin. Acil kan duyurularında bulunan kimselere yardımcı olun, Yarınlara umut olun. Can verin. Hayat verin! Bir yaşamın umudu olun!.. Lütfen vakit ayırın; ama yarın değil, hemen bugün.
Satın almak istediğiniz aracın çalıntı veya rehinli olup olmadığını anlamanın en basit yolu http://www.araba.com.tr/service/ kısayolunda. Araç sorgulama kısmına tıklıyorsunuz, boşluğa sorgulamak istediğiniz aracın plakasını yazıp "sorgula" butonuna basıyorsunuz. Ayrıca bu kısayolda işinize yarayacak T.C. kimlik no, Trafik cezaları ve otomobil sözlüğü gibi kısayollar da mevcut.
İstanbulda aradığınız adresi bulmanın en kolay yolu haritaya bakmaktır. http://www.istanbul.net.tr/istanbul_harita.asp kısayolunda flash olarak hazırlanmış bir İstanbul haritası var. Ama bu kadar detaylı olmasına rağmen siz bu haritada bile doğru noktayı bulduğunuza kesin emin olmayın. İstanbulda yaşayanlar bilir, her an yollarda ani değişiklikler yapılabilir. Bu haritayı sadece ulaşmak istediğiniz yerin nerelere yakın olduğunu tespit için kullanın. İstanbulda adres arayanlara kolay gelsin.
...There are 6,800 known languages spoken in the 200 countries of the world. 2,261 have writing systems (the others are only spoken) and about 300 are represented by on-line dictionaries... İçerisinde Türkçe'nin de bulunduğu bu geniş kapasiteli sözlük için http://www.yourdictionary.com/languages.html#table bir tık.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
ReNamer 1.73 [1 MB] Windows Free
http://www.snapfiles.com/dlnow/rdir.dll?id=109057 Bazen onlarca dosyanın ismini 1 seferde değiştirmek istemişsinizdir. Örneğin dijital fotoğraf makinanızdan anlamsız isimlerle aldığınız resimleri ilgili olduğu günün adıyla yeniden düzenlemek istemez misiniz? O zaman bu program imdadınıza yetişebilir. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|