|
|
|
27 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sarılın klavyelere!.. |
Merhabalar,
İnsan zaman zaman durup düşünmeli. Arkaya dönüp bakmalı, önünü görmeye çalışmalı. Hele bir amacınız, bir desturunuz varsa o zaman hem durup düşünmeli hem de onu paylaşmalı. Paylaşmalı ki çoğalsın, çoğaldıkça güçlensin. Bu duygusal girişin ardından gene ne yurmurtlayacak diye aklınızdan geçti değil mi? Evet doğru. Tam da birşeyler söylemenin, sizleri yazmaya paylaşmaya teşvik etmenin sırası gelmişti. O sırada posta kutumun kapısı çaldı. Mesaj gerçek bir kahveci, tam bir gönül dostu sevgili Sedat Tüvar'dan geliyordu. "İçimden döküldü" demiş ve aşağıdaki yazıyı yollamış. Tam zamanında gelen bu yazıyı bugünlük başyazı kabul edin ve sizce gereken neyse yerine getirin dostlar. Biraz rehavete mi girdik ne? Nitelik olarak olmasa da nicelik olarak bir azalma var gelen yazılarda. O zaman napıyoruz? Önce okuyoruz aşağıdaki güzel yazıları bir bir. Sonra çekiyoruz klavyeyi önümüze yazıyoruz, yazıyoruz, yazıyoruz... Bitince yolluyoruz sonra hep birlikte okuyoruz. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Anlık Duygular : Sedat Tüvar Kahve Molası |
|
Bazı temeller atılırken hiç bir maddi kaygı taşımadığı için zamanla ne tür toplumsal faydalar getireceği pek öngörülmez. Bu nedenledir ki bu temeller aynı zamanda gelecekteki iyi niyetli oluşumların da başlangıcıdırlar. Kişisel çıkar yoktur anlayacağınız. Kuşkusuz baştan bellidir ki çıkılan bu yolda büyük bir uğraş ve özveri gerekecektir. Ama birileri başlatır işte, birileri çıkar bir adım öne.. Tarih onları sadece kurucu diye yazıverir.
Gönüllü sivil toplum örgütlerini düşünün... Veya futbol kulüplerini düşünün.. Bugünlerde ardı ardına 100 ncü yıllarını kutluyorlar.. Hangi kulübün herhangi bir kurucusu, bir gün bu kulüplerin 10 milyonların üzerinde taraftarı olacağını hayal etmiş, kurduğu kulübün başka bir sürü branşta daha faliyet gösterebileceğini, ülke tanıtımına katkıda bulunabileceğini, insanlara maaş verip bir meslek sahibi yapacağını, bir çok genci sokaktan kurtaracağını, özürlülere spor yapma imkanı tanıyacağını vs vs..aklından geçirmiştir? Bildiğim kadarı ile sitemizin de temelleri atılırken her hangi bir çıkar hesabı yoktu ortada. Kahve Molasının 4. yaşında geldiği noktada Editörümüz Cem Özbatur'un hedeflediğinden oldukça ileride olduğunu düşünmekteyim...
Amatör ruh taşımayan bedenlerden iyi profesyoneller çıkamaz.
Bunu söylememin nedeni Kahve Molası Dergisinin hayata geçirilmesi ile ailemiz profesyonel bir adım atmıştır. Biz bugün ne bir sivil toplum örgütü ne de bir kulübüz. Biz her geçen gün çığ gibi büyüyen, amatörlükten çıkmış profesyonel bir aileyiz. Sanal ortamdan çıkıp sahici olan, dünyada başka bir örneği olmayan gerçek bir aileyiz.
Kapımız sizlere açık.
Şimdilik neler yapıyoruz? Haftanın beş günü sanal gazete çıkarıyoruz... Bu gazete; içinde yazma adına küçücük bir kıvılcım olan insanların (site tarafından yüreklendirilerek) tamamen amatörce yazılarından oluşuyor. Üçyüz'ün üzerinde aynı koşullarla yazmaya başlamış yazarlar tarafından yeni yazarlar destekleniyor. Bu yazarların başlangıçta yazdığı birkaç yazıda bu siteyle nasıl tanıştıklarının neden bu sitede olduklarının ip uçlarını bulmak mümkündür. Herhangi bir maddi kaygısı olmayan sitemizin hiç bir suretle siyasi bir kaygısıda yoktur. Her yazar belli adab ölçülerinde kendi özgür iradesi ile söylemek istediğini kaleme alır. Bilgi çağında teknolojinin imkanlarını kullanan yazarlar ve okurları internet ortamında oluşturdukları mail guruplarında hızlı haberleşebilmenin getirdiği kolaylıklarla çeşitli yardım organizasyonları yaparlar.. Bu organizasyonlarda aracı kullanılmaz. Bir okula kitap yardımı o okulun öğretmenine, bir köye giyisi yardımı ihtiyacı olan kişilere elden dağıtılarak gibi.. Acil kan ihtiyacı anonsları, tıbbi ve hukuki bilgilerin paylaşımı gibi...
İş yoğunluğundan kurtulup biraz soluklanmak, bir kahve molası vermek için tercih ettiğim ve zamanla bir üyesi olduğum ailemle birlikteyim. Emekli olup köşesine çekilmiş, iş hayatına kendini kaptırmış veya herhangi bir sebepten dünyaya sadece televizyon veya monitör ekranından bakabilen insanları bulundukları yerden çıkarıyoruz onlarla yemek yiyoruz, sosyal etkinliklere katılıyoruz, kafelerde buluşup sevgi ve dostluğumuzu paylaşıyoruz. Şimdi bir de iki ayda bir yayınlanan Kahve Molası dergimiz var. El ele vererek çıkarttığımız ve o ellerimizde tutabildiğimiz gerçek bir kültür ve edebiyat dergisi. Buradan siz okurlara çağırı yapıyorum.. Hiç çekinmeden yazılarınızı Kahve Molasına gönderin.. Kültür, sanat, edebiyat, bilim alanında bilgi ve deneyimlerinizi bizimle paylaşın.. Bu aileyi seveceksiniz..
Sedat Tüvar tuvar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 18 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
BaLdaki_Tuz__ : Uğur Erdoğan Dağgülü'ne Mektup -5- |
|
Canım...
öyle mesudum ki bir bilsen...
üç tam yıl sonra seni gördüm,
elini tuttum, yüzünü öptüm....
nasıl anlatsam ki bana hissettirdiklerini,
''ilk otobüse binip geliyorum'' demenle
başlamıştı zaten heyecanım...
seni onca yıl sonra gördüğümde elini nasıl sıkacaktım,
nasıl ağırlayacaktım ömrümün misafirini....
tam iki gün bunun telaşını yaşadım
ve provasını yaptım kendi kendime...
sonra utandım bundan,
oysa sende biliyorsun ki, sen benim en iyi bildiğimdin...
belki de böyle heyecanlar yaşıyor her insan,
ama herkesi başka başka kılan,
ve başka hissettiren bunlar değil midir ...
yine aklıma düştü, gittiğin gün yani..
o gün asla unutmam...
hani ömründen bir şey sil deseler ve birkaç seçenek verseler
tüm seçeneklerde o gün olurdu ...
içerde uyuyordun...
bana, tayininin çıktığını ve gitme kararını verdiğini söylediğin gündü...
uzansam sana sarılacaktım, ama öle uzaktın ki...
oysa iki adım ötemde idin...
biliyorum, ben gibi hiç uyumadın o gece,
hıçkırıkların geliyordu iki adım öteden,
gizli utancımı bastırmanın tek yolu
radyoya biraz daha ses vermek olmuştu...
ve minderlerin üstüne katlayıp bıraktığın siyah bluzun,
yani o gece
sen diye kokladığım son şey....
bilmiyorum ne kadar beğendin sana hazırladığım sürprizi...
ama sakladığım o bluzu,
davette yeniden giymiş olmana çok sevindim....
şimdi artık gelişini de unutmuyorum...
belki de bu hatıraları silmek için bu gerekiyordu... kim bilir...
dilerim ilk ve son olur sana bu ayrılık anını hatırlatmam...
bu manada sırtına bir vebal de yüklemek istemiyorum
ama
seni
çok
özlüyorum...
ya sen...
senin hissettiklerin, titreyişin...
kayboLan üç yılın acısı ile yorgun bakışların...
kalbinin gümbürtüsü...
hani dostlar, hani müzik olmasaydı
imdadımıza ne yetişecekti bilmiyorum...
tam o esnada dansa kalktık hatırladın mı...
oysa biz hiç de iyi dans edemeyiz, bilirsin...
biz sarılarak birbirimize,
rüzgara yüzünü dönmüş ağaçlar
gibi sallanırdık...
bir müzik oLmasına da gerek yoktu hani...
biz sarılmanın güvenine ve tadına varırken,
dilimizde kendi şarkımızı söylerdik...
sonra o an dans ederken yani sağ elini tam kalbimin üstüne koyman...
ve sürekli orda tutman tüm dans boyunca....
neyse,
şimdi seni daha bitap duruma düşürmek istemem..
fakat hep eksik bir yanım olarak durduğunu gördün değil mi...
seni yolcu ettikten bir gün sonra,
cadde-i kebir 'e çıkmıştım bir iş görüşmesi nedeni ile...
birden havai fişekler arasında kaldım...
yüzlerce havai fişeği...
demek, öyle dalgın yürüyormuşum ki,
alanda birden bire
bütün bu hengamenin içinde bir başıma buldum kendimi ...
gökyüzü aydınlık, gündüz gibi oldu,
başımdan aşağıya yıldızlar yağdı...
onların neyi kutladığını bilmem ama
ben gelişini kutladım...
ve ilk kez bir keyfi sensiz yaşadım, bilmeni isterim...
belki bu tip şeyler bizim için fazla lükse kaçacak ama
sana sözüm olsun,
sırf o andaki gülümsemeni görmek için
bir gün, başına yıldızları yağdıracağım...
gider gitmez gönderdiğin resimleri aldım...
anlattığın, hani toprağını eşelediğin, suladığın,
her günün en az iki saatini alan o işi çok kıskandım...
bir cennet yaratmışsın orada... ellerinden öperim...
getirdiğin filizlerini bana tarif ettiğin gibi,
balkonda duran
eğrelti bir plastik saksıya diktim...
yine de bir yerde bana kötülük etmişsin,
bari ne çiçeğidir bunlar onu söyleseydin...
en mimlenmiş yerinden,
yüzünden öperim...
Uğur Erdoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 18 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay HIRS -II- |
|
II. BÖLÜM
Otobüs Balıkesir üzerinden ilerlerken, geceye karışmış bitkin bedeni uykuya yenik düştü. Rüyasında gördüğü bir sürü kabus arasında derinlerden ince bir ışık yansıyordu. Tam ortasında annesi kollarını açmış bekliyordu. Ne kadar çok özlemişti annesini. Annesine her sarılışında önüne çıkan bir karanlıkta kayboluyordu. Her karanlığın başında amcasının o iğrenç yüzü yansıyordu. Korkunç bir çığlık atarak koltuğunda doğrulduğunda, neredeyse bütün otobüs başına toplandı. Hostesin getirdiği bir bardak su iyi gelmişti. Neyse ki İstanbul' a yaklaşmışlardı ve artık annesinin şefkatli kollarına sarılabilecekti.
Garaja yaklaştığında yaşlı amcanın cebine sıkıştırdığı bir tutam parayı elinde sıkıca tutarak bekledi. Bir telefon kulübesi bulup eve telefon etmeliydi. Görevli Harem' den Ümraniye' ye servisleri olmadığını söylediğinde kendi başının çaresine bakması gerektiğini anlamıştı. Belki babası gelip alırdı garajdan. Bulduğu ilk telefon hizmet dışıydı... Bir sonraki de. Diğer bir telefonda kredi kartı istiyordu. Çaresiz elinde tuttuğu paralara baktı. Bir taksi tutmak için yeterli miydi, bilmiyordu. Yetmezse de gideceği yere vardığında üstünü ailesi verebilirdi nasılsa. Daha fazla düşünmeden bulduğu ilk taksiye bindi.
Taksi Ümraniye' deki varoş mahallelerinin birinde olan gecekondularının yolunu bir çırpıda aştı. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Hala iğrenç amcasının elinden kurtulabildiğine inanamıyordu. Asla bitmeyeceğini sandığı bir kabustu yaşadıkları. İşte sonunda evi karşısındaydı ve içinde şefkatle onu sarmak için bekleyen annesi vardı.
Yetmeyecek diye korktuğu parası taksi ücreti için fazla bile gelmişti. Teşekkür ederek evinin kapısına yöneldi. Birkaç defa tıkladığı kapıyı açan olmadı... Tekrar vurdu. Sonunda içeriden inler gibi bir ses yükseldi. Zorlukla duyabildiği ses anahtarın camın kenarındaki saksının içinde olduğunu söylüyordu. Kapıyı açtı ve aylardır görmediği evinine kavuştuğu için dua etmeye başladı. İnleme sesini duydu yeniden... Sesi takip ettiğinde oturma odasından geldiğini anladı. İçeri girdiğinde, bir yatakta acılarla yatan annesini buldu. Hıçkırıklarla ağlayarak annesine sarıldı. Neden hastalanmıştı? Neden haber vermemişlerdi? Sordu, sordu...
Annesi; temizlik yaptığı evin camını silerken eli kayıp yere düşmüştü. Belinde ve bacaklarında bir sürü kırık vardı. Doktor bacaklarını alçıya almış, ancak beli için ameliyat olmadan kaynayıp kaynamadığını görmek için bir süre beklemeleri gerektiğini söylemişti. Zaten bel ameliyatı olmak oldukça tehlikeliydi. Bu yüzden kırıklarının yanlış kaynamaması için sırt üstü kıpırdamadan yatması gerekiyordu.
Çok acı çektiği her halinden belliydi. Ayşe bu durumda yaşadıklarını da anlatıp annesini daha fazla üzmek istemedi.
Üstünü değiştirdikten sonra, annesine tarhana çorbası pişirdi. Çorbayı bir kaseye koyup yatağının yanına koyduğu sandalyeye oturdu. Başının altına desteklemesi için birkaç yastık koydu. Annesine çorbayı içirirken annesi kolundaki sargıları görünce ağlamaya başladı. Ayşe telaşlanmıştı... Annesi; dün akşam amcasının telefon ettiğini, sürekli mahallelerindeki oğlanlarla kırıştırdığını ve kendisinin bunu öğrendiğinde ailesine haber vereceğini söylediğinde bileklerini kestiğini, daha sonra da hastaneden kaçtığını anlattığını söyledi. Hepsi yalandı... Ayşe ağlarken bir yandan olayın aslını anlatıyordu. Annesi tiksintiyle yüzünü buruşturdu. Demek ki suçunu bastırmak için daha o gelmeden çamurunu atmıştı ailesinin yüzüne. İğrençlikti bu... Annesi kızına sarıldı ve kendisine inandığını söyledi. Ancak babasının buna kolay ikna olmayacağını ve kardeşinin böyle bir şey yapmış olduğuna inanmayacağını söyledi. Bu yüzden babası gelmeden evden gitmesi gerektiğini söyledi. Döverdi, belki de öldürürdü. Akşamki sinirini yattığı yerden dehşetle izlemişti annesi. "Git, kızım... Git..!!" dedi. Ayşe annesini bu durumda bırakıp hiçbir yere gitmeyecekti. Babası dövse de gitmeyecekti. Kalıp annesini iyileştirmek için elinden geleni yapacaktı.
Babası eve geldiğinde Ayşe' yi görünce bütün sesiyle bağırarak üzerine çullandı. Ona göre kızı, namusunu daha on üç yaşında iki paralık etmiş, bir sokak sürtüğü idi. Ayşe kendisini savunmak için hiçbir şey söylemedi. Babasının siniri geçsin diye vurduğu dayaklar ve tekmeler arasında hiç sesini çıkartmadan iki büklüm bekledi. Çektiği acıyla gözlerinden seller gibi akan yaşa da aldırmadı... Sustu. Arada annesinin "yapma bey, kızın suçu yokmuş" demelerine aldırmayan babasına hiç isyan etmedi. Belki dövdüğünde hırsı geçer ve onu evden kovmazdı. Annesine bakması için kalmasına izin verirdi. Acılarını unutmuş, sadece annesini düşünüyordu. Neriman hanım kocası kızını dayaktan öldürecek diye korktuğundan, yatağından zorlukla kalkarak kızını kurtarmaya çabaladı. Babası kolunu ittiğinde, annesi acıyla yere düştü... Bayılmıştı. Ayşe babasının elinden kurtulup annesinin üzerine kapaklandı. İlk kez sesi çıkmış, bağırmaya başlamıştı. Hayatta ona karşılıksız sevgi veren tek kişi, annesi ölmüştü; Ayşe ise evsiz kalmıştı.
Ayşe balkonundaki salıncaklı koltuğuna oturduğunda bir ileri bir geri sallanırken, kafasını elleriyle iki yandan sıkıştırmış bunları düşünüyordu. Korkunç bir ağrı saplandı yine kafasına. Belki de babası dövdüğünde peydah olmuştu ilk kez. Sık sık korkunç baş ağrıları çekiyor, dindirmek için en ağır hapları kullanıyordu. Bütün bunları kendisine tekrar hatırlatmış olan kediye tekrar lanetler okudu. Bir kere daha evinin etrafında görürse kesin öldürecekti o kediyi.
Eve giderek haplarından birkaç tane içti. Biraz uyumak için üst kattaki yatak odasına çıktı. Behçet nasılsa erken gelmezdi. Geceye hazırlanmak için daha çok vakti vardı. Yine giyinip, süslenip, o para babası adamın eşe dosta kendisinin güzelliği ile hava atmasına müsaade edecek, sağa sola sahte gülücükler atmak zorunda olacaktı. Ne var ki buna mecburdu. Bu camiaya girmek, güçlü, zengin olmak ve hayat savaşını kazanmak için Behçet gibi daha bir çok adama tahammül etmek zorunda olduğunun bilincindeydi. Zaten henüz on dokuz yaşında olmasına rağmen, bu sayede boğaza bakan deniz manzaralı, iki katlı ve pahallı bir evin sahibi olmuştu.
Devam edecek...
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
DARALAN GELİŞİM
Bir sulak alanda çalışırken, kuyruk tarafı genişlemiş, torpido şeklindeki canlıyı yüzerken gördüğümde değişik ve ilginç bir balık türü diye düşünmüştüm. Canlıyı az bir süre takip ettim. Salına salına yüzen canlı önce yavaşladı ve bir dal parçasına yaklaştığında ağız tarafı ile tutundu. Bir balık ağzı ile bir cisme tutunamazdı ki. Şaşırmıştım. Zeytin yeşili rengi ve ilginç desenleri görünce anladım ki, izlediğim ergin bir sülüktü. Hani hala tedavi amaçlı kullanılan ve ülkemizin sağlıkla ilgili en güçlü, ayrıcalıklı odalarının hiç ses etmediği sülükler var ya işte oydu benim balık zannettiğim.
Penguen ve fokları izleyen birinin her iki canlıda bulunan kürek üyeleri görünce, ilk düşüneceği mutlaka bunların yakın akraba olduklarıdır. Nitekim, yıllar öncesinde canlıları sınıflandırmaya çalışan biliminsanları da aynı yanılgıya düşmüşlerdi. Çünkü o dönemlerde, canlıları konu edinen bilimler bebek adımlarını atmaya hazırlanıyordu ve görülen karakterlerden ampirik (görgül) bir sınıflandırma yapılıyordu. Örnek canlılarımız penguenlerinde dahil olduğu kuşlar, kanatlı ve uçabilen böceklerle akraba olarak düşünülüyordu. Bir solucanın en yakın akrabası, yılan olabilirdi. Zaten mikroskopta o dönemde bulunmadığı için mikro dünyaya ait bir kayıt yoktu.
Benim gözlediğim sülüklerin yüzerken bir balık gibi görünmesi yine penguen ve foklarda bulunan kürek şeklindeki üyeler; benzer ortamlara uyum yapmaya çalışan canlıların benzer yapılar kazanması şeklinde açıklanabilecek doğa yasasının (kovergens) gerçekleşmesiydi bütün olay. Bu ilginç seçilim ve yönelime "daralan gelişim" denilmektedir. Örneklere bakalım tekrar: uçan sürüngenler, uçan memeliler, kuşlar ve böceklerin kanat şekli kazanmaları. Yine vücutlarında uçmayı kolaylaştıracak şekilde değişimlerin varlığı. Bir başka daralan gelişim örneği; yunuslar ile kıkırdaklı ve kemikli balıkların hepsinde hidrodinamik (su direncini azaltacak) yapıya, sırt yüzgecine, kuyruk yüzgecine sahip olmaların da görülebilir. Kazıcı hayvanların ön bacaklarının kazmaya uyum yapmasıyla ortak bir yapı kazanması bir diğer örnektir. Bu konuda en ilginç örneklerden biri de mürekkepbalıkları, memeli ve balıklarda bulunan göz yapılarıdır. Bu organın gelişim gösterdiği embriyolojik tabaka farklı iken, işlevselliği sırasında kazandıkları şekilsel benzerlik şaşırtıcıdır.
Bütün örneklerde gözlenen bu gelişimin gerisindeki karakterler, ortak atalarında oluşmuş ve kalıtılmış özellikler değildir. Buradaki benzer özellikler, türlerin kendi soy hatlarında bağımsız olarak gelişmiş yani türemiş özelliklerdir. Tabi ki burada doğal seçilimin belirleyici rolü yadsınamaz.
Şimdi de anolojik bir soru oluşturalım. Acaba doğadaki kovergens, insanoğlunun mavi gezegende kurduğu medeniyetine taşınmış mıdır? Bir başka boyutlu kovergens söz konusu mudur? Evet, bu tür etkileşim ve gelişime medeniyetimizde sıklıkla rastlamaktayız. Örneğin son yıllarda üretilen savaş uçakları, yırtıcı bir kuşa ne kadar çok benzemektedir. Oysa ilk üretilen uçaklar, bu günkü şekillerinden oldukça uzaktılar. Onlar da gelişen teknoloji ve doğayı daha iyi anlama çalışmalarına koşut bir şekilde daralan gelişme uğradılar.
Kovergens, günümüz insanının daha iyi koşullarda yaşama arayışları için ilginç ve ulaşılmaz hedefler ortaya koymaktadır. Gelecek için tabi ki, birçok tatlı umutlarımız var. Ama ancak mikroskopta görebildiğimiz bir hücreli canlı kendi başına enerjisini sağlayıp, üreme, dolaşım, boşaltım, hareket, irkilme, organizasyon vb. özelliklerini milyonlarca yıldır başarı ile sergileye dursun insan oğlunun ürettiği bu tür kombine özellikteki robotu, ancak yolun sonuna gelmiş, dizlerinde hiç mecal kalmamış bir ihtiyar gibi ya da pipisi kesilmiş bir sünnet çocuğu gibi yürümekte, bir satış organizasyonunun amaçlarına bağlı olarak yüklenmiş şarkılar söyleyebilmektedir.
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.604 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Keşke hiç gelmeseydin
Gidişin acıtmıştı canımı,
Ama dönüşün kadar değil,
Giderken umut vardı içimde.
Döneceğine dair.
Mümkün olsa gitmezdi ,demiştim.
Yapmazdı !
Giderken sevgi var sanmıştım.
Mavi gözlerinde,
Denizi bile ondan seçmiştim.
Ondan sevmiştim,
Bana o masmavi gözlerini hatırlattığı için.
Yanılmışım !
Beklemiştim,yılları yıllara eklemiştim !
Ama hiç aramamıştın.
Avutmuştum kendimi,
İmkanı olsa arar demiştim.
Her çalan telefonu sensin,
Her mektubu senden sanarak açmıştım.
Her seferinde, olsun arayacak demiştim.
Aramamıştın !
Bir gün bir dost haber vermişti gelişini.
Titremiştim,canım yanmıştı,
Soramamıştım,ne zaman diye.
Korkmuştum,
Gelişinin aylara dayanmasından.
Korkmuştum,
Beni hatırlamamandan,umursamamandan
Korkmuştum.
Beni sevdiğini düşünmemin,
Bir sanı olmasından.
Ama ne derler,
Korkunun ecele faydası yoktu.
Bana da olmamıştı !
Sensiz yılları çok zor sanmıştım.
Yanılmışım,
Beterin beteri varmış.
Aratırmış ya gelen gideni,
Buda öyle oldu,
Hattan ondanda beter.
Yaşarken ölmek ne deselerdi,
Gidişin derdim.
Şimdi sorsalar,
Ölüm sadece başlangıç
Dirilip ölmek de var derim.
"Gelişinde"
Çok yandı inan canım,çok.
Gidişinden daha beter,
Gidişinden daha kötü,
Son kalan umutlarımda
Gelişinde kayboldu.
Ve umuya ait ne varsa,
Umursamaz gelişinde yok oldu.
"Keşke hiç gelmeseydin!"
İhsan TURHAN
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
Bir düşünelim bakalım. İnternete girmeyi ve sörf yapmayı neden isteriz? Bu sorunun cevabı bir tane değil tabi ki. Açık söylemek gerekirse benim en büyük gerekçem eğlence. Evet itiraf ediyorum; benim internetten en büyük beklentim eğlence. E öyleyse bu sefer sadece eğlencelik bir şeyler bulalım. Mesela oyun, http://www.gamealbum.com kısayolunda güzel bir oyun arşivi var. Belki hoşunuza gidebilir. Senelerdir bu sanal ortamdayım, oyun oynamaktan sıkılanı henüz görmedim. Bu saatten sonra da görebileceğimi sanmam. Bakalım başka neler var? Hımmm. Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Şaka bir yana digital foto arşiviniz yoksa ve değişik resim arayışları içerisindeyseniz, bu kısayol size uyar. Digital fotoğraf demişken aklıma gelen ve hatta verimli olarak kullandığım bir web sayfası var. http://www.fotoport.com aslında ticari amaçlı bir site ;ama yine de, resimlerinizi arşivlemek ve istediğinizden resim baskısı siparişi dahi verebilmek için hoş bir site. Bir kaç kez denedim ve herhangi bir sorun yaşamadığım için tavsiye edebilirim. Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Hide My Files [438 KB] Windows shareware (19.95$)
http://www.secretfilesoftware.com/hidemyfilessetup.exe İyi düşünülmüş bir güvenlik programı. Gözlerden saklamak istediğiniz klasörleri kolay bir şekilde görünmez kılabiliyorsunuz. Ancak program sayesinde gürüyor dilediğinizde açıyor dilediğinizde kapatıyorsunuz. Ücretli ama, benim memurum işini bilir hani:-)) Saklayacak şeyleri olan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|