|
|
|
28 Nisan 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Doğu'nun medarı iftiharı!.. |
Merhabalar,
Bilirsiniz ben Tayyip Bey'i oldum olası pek sever takdir ederim. Onun nev-i şahsına münhasır hal ve hareketleri beni ziyadesiyle bahtiyar eder. Epeydir kendisinden söz etmediğim için alınmış. Aman bir sitem bir sitem. Niye yazmıyor muşum? Hiç mi pot kırmamış, hiç mi mazlumun ahını almamış, mış mışta mış mış. Yapma canım başkanım dedim, biz bir başka işlere daldık seni unuttuk dedim gene de gönlünü alamadım. İlla zam mı yapalım yazasın diye dedi ve dediğini de yaptı canım başkanım. ÖTe Ve G.te zammı yaptı gözümüzün yaşına bakmadan. Hayır kızacağım kızamıyorum. N'apsın delik almış başını gidiyor. Bir omzunda IMF meleği, diğerinde AB, adam da hal bırakmamışlar. O da napsın koyuyor koydukça. Acıdan bağıran da yok, öyleyse herkes mutlu, koy babacanım koy biraz daha ÖTV diye bağırıyor, eleman da koyuyor Allah uzun ömür versin.
Tamam şaka maka idare ediyoruz ama ya bıçak kemiğe dayanırsa, ya bu başından beri takiyyenin ağa babasını millete dayatanların gül yüzleri ortaya çıkarsa, o zaman da böyle gülüp geçecek miyiz Allah aşkına? Elleri dert görmesin Çölaşan Abim dün klasik yazılarından birini daha yazmış. Hani onun kadar meşhur olmasakta fikirlerimizin çakışması ayrı bir gurur vesilesidir benim için. "Takke Düştü" demiş dün. İktidarın beyninin kıvrımlarında dolaşan hinliğin artık ortaya çıktığını söylemiş. Programın tam gaz sürdüğünü eklemiş. Kadrolaşma, nabız yoklayarak kanına girme işlemlerinden dem vurmuş, sağolsun. Bir televizyon starı bilim adamımız var biliyorsunuz. Doğu ve Güney Doğu ile ilgili ne zaman bir açık oturum olsa baş köşededir Ergil Hoca. İsmini bile konusunu ifade etmek için özel sipariş ettiği söylenir kulislerde. İşte bu amcam Doğu'da bir dizi araştırmaya çıkmış. Sonuçların değerlendirilmesinden sonra bir eğitim seferberliği tertiplenecekmiş. AB ve AKP destekli bu projede anket diye sorulan soruları görmek ister misiniz? Buyrun; ‘Demokrasiyi mi, dine dayalı bir yönetimi mi tercih edersiniz? İntihar saldırısı terör müdür? Bir Hıristiyan veya Yahudi ile komşu olsanız onunla görüşür müsünüz? Dindar biri terörist olabilir mi? Ramazanda iftardan önce lokantalar açık olmalı mı? Kadın erkek eşit olmalı mı? Kadınlar başbakanlık, hakimlik, milletvekilliği yapmalı mı? Kızların okuması gerekli mi? Kızlarla erkek çocuklar bir arada okumalı mı, ayrılmalı mı? Okullarda din eğitimi yeterince veriliyor mu? Dürüst bir yönetici dindar olmalı mı?..’ Ne dersiniz? Hoş değil mi? AB kapısında Ilımlı İslam yakıştırmasıyla bekleyen Türkiye Cumhuriyetinde, Türk siyasetini elinde tutan insanları yetiştirdiğini iddia eden bir bilim adamının anket diye hazırladığı sorular bunlar. Ve bu sorulara alınan cevapların ışığında Milli Eğitim'i hale yola koyacak havariler de bunlar. Vay anasına sayın seyirciler. Vay ki vay. O seyirciler biz oluyoruz biz. Aktörler rollerini oynuyor ve alkış bekliyorlar. Var mısınız şunlara hakettikleri alkışı Yeni Zelanda'nın Haka dansı eşliğinde verelim. Ama durun önce Seitkaliyev'den Waltz of the Butterfly'ı bir dinleyelim, biraz yatışalım, ardından hep beraber şunlra bir Haka dansı yapalım. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın 100 MİNİK İNSAN |
|
Şimdi anlatacaklarım 1970 yılının bir Eylül sabahı başlıyor. İlkokulu yeni bitirmiş 100 tane minik insanın, bir sınav sonucunda seçilerek aynı okulda aynı sıraları paylaşmasıyla başlıyor. Annelerinin eteğinden kopup gelmiş 10-11 yaşlarında minik insanlar bu sıralarda tanışıp kaynaşma çabasındalar o sabah. Toplam 700 kişilik bir okulun en küçük 100 kişisini oluşturmaktalar. Tören düzeninde sıralanmış bu minik insanların kimisinin içinde bir telaş, kimisinde bir korku, ama kesinlikle bu grubun arkasında sıralanıp evlatlarına destek olmaya çalışan ana-babalarına güvenerek, içlerindeki başlangıç korkusunu yenmeye çalışıyorlar. Okulun büyük sınıflarının kendilerine bakışlarındaki küçümsemenin henüz farkında değiller. "Çaylak" sıfatını almış olduklarının da farkında değiller henüz.
Bu 100 minik insan 4 ayrı sınıfa ayrılıp yerlerine oturduklarında, yaşamlarında yepyeni bir sayfa açıldığını da anlayacak durumda değiller. Zamanın şehir düzenine göre, şehir dışında konuşlanmış bu okulda, gidip gelme sorunu olmayan bir başka grup var ki, onlar da yatılılar. Gidip gelme sorunları yok belki ama daha 10 yaşında ana-babalarının dizinden ayrılıp, küçük birer insan olarak yalnız ama birlikte bir yaşam sürmeye, gelmişler buraya. Yedi yıl geçirecekleri bu çatı altında, zihinsel olarak yoğrulmaya gelmiş 100 minik insanı anlatacağım şimdi.
Anadolu'nun orta yerinde, yoğrulmaya hazır bu 100 minik insan birlikte geçirdikleri yedi yıl boyunca neler yapmadıklar ki... Öncelikli işleri bir yabancı dili öğrenmekti ama bir yıl sonunda asıl kazançları 100 değişik dil öğrenmek oldu, birbirlerinden. Kimileri bu dillerden hoşlandı, kimileri seçimler yaptı içlerinden. Kimileri aynı dili konuşmaya, kimileri kendi dilini diğerine zorla öğretmeye kalktı, bu yedi yıl boyunca. Yatılı olanların bir gece dilleri, bir de gündüz dilleri oldu çoğu zaman. Paylaşımları farklıydı ama yıllar geçtikçe gece ve gündüz dilleri de ortak noktalar bulmaya başladı ve sonunda aynı dilin 100 farklı lehçesi ile çıktılar bu çatı altından.
1970 yılı Eylül'ü sabahından 1977 yılı Haziran'ı na kadar süren bu ortak yaşam, bu 100 minik insanda izler bıraktı tabii ki. Ancak onların hiçbirisi bu ortak yaşamın kendilerine verdiklerini, bıraktığı izleri, bağlılıklarını aradan 25-30 yıl geçmeden farkına varamadılar.
Gelmelerine neden olanın benzeri bir sınavla da dağılıp gittiler dört bir yanına Anadolu'nun. Kimisi olduğu yerde kalıp orada yüksek bir eğitime devam etti, kimisi de büyük şehirlere geçip kendilerine bir hedef seçtiler. Yepyeni çevrelere girip yepyeni başlangıçlar yaptılar, yepyeni hedeflere koştular, yepyeni diller öğrendiler.
İçlerinde ilişkilerini sürdürenler de oldu tabii, ama pek çoğu görmedi bile yıllarca birbirini. Yeni hedefler yaşamlarını da değiştirdi, unuttular 100 dilden bazılarını. Yeni diller baskın çıktı pek çoğunda.
Bir gün geldi ki 30 yıla yakın bir zaman sonra, kendilerine çizdikleri yolların ortalarına geldiklerinde, bilinçaltlarında minik kıvılcımlar oluşmaya başladı birden. Yaşamlarının diğer yarısında, başlangıçta öğrendikleri 100 yabancı dilin, aslında nasıl da saf, nasıl da özgün diller olduğunu farkettiler. O 100 yabancı dil ile birlikte, birbirlerinden destek alarak yürümek istediler kalan yarı yolu. Buldular, buluştular birer birer. Otuzbeş yıl sonra geri dönüp bakıldığında tatlı bir gülümseme yayılıyor yüzlerine şimdi. Yabancı dil unutulur derler ya, unutulmuyormuş, anladılar. Yeniden başladılar o 100 dili konuşmaya. Hem de bu kez çok daha coşkulu, çok daha anlayarak, çok daha ilgi göstererek.
İşte ben bu hafta sonu, o güzel 100 dili birden konuşmaya, 100 dili birden dinlemeye, yüreğim coşku içinde gideceğim o Anadolu şehrine. Hepsine sarılacağım tek tek.
1970-1977 yılları arasında EAL (Eskişehir Anadolu Lisesi)'de bulunmuş 100 sevgili yabancı dile ithaf edilmiştir.
Rana Aslanbay Aydın rana@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 18 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay HIRS -III- |
|
III. BÖLÜM
Akşam olduğunda eve gelmiş olan Behçet, aksıra tıksıra garip sesler çıkarttığından olsa gerek irkilerek sıçradı yatağından. Artık bu adamdan iyice iğrenmeye başladığına emin oldu. Başka bir zengin adam bulmalı ve Behçet'i tez elden sepetlemeli diye düşündü. Daha gençti... Daha nicelerini tavlardı bunun gibi. Ömrünü, boğazıyla göbek mesafesini santim santim hesaplayan bir adam ile geçirmek niyetinde değildi. Zaten bağlılık denen şey de Ayşe' ye göre düpedüz saçmalıktı. Evlilikmiş, aşkmış, sevgiymiş... Bunları hiç tatmamıştı ki... Pek de tatmaya niyeti yoktu ya, boş verdi.
Behçet' in yanağına sahte bir öpücük kondurarak, giyinmek istediğinden aşağı inmesini söyledi. Adam karşısında onu şehvetle izlerken giyinmeye hiç niyeti yoktu.
Dolabından bu gece için almış olduğu kırmızı elbisesini çıkarttı. Askılı ve göğüs dekoltesini ortaya koyan elbise, ince vücudunu bir kement gibi kavrayarak dizlerinden epeyce yukarda bir yerde bitiverdi. Kızıl saçlarını iki yana savurup, saç köpüğü ile buklelerini şekillendirip, birkaç firkete ile topuz yaptı. Kırmızı rugan ayakkabılarının bağcıklarını topuklarından dizlerine kadar doladı. Omzuna attığı şalını savurarak merdivenlerden inerken Behçet' in ağzının suları aktığında, tiksintiyle baktı bir an. Sonra yüzünden hemen sildi bu ifadeyi ve mutlu bir maske geçirdi. Dudaklarından öpmek isteyen adama bir yanağını çevirerek, öper öpmez öne atıldı.
İstanbul' un pahalı klüplerinden olan bir yerde, Behçet ve aynı iş çevresinden olan bir çok iş adamının bulunduğu büyük bir davet veriliyordu. Kapıdan girdiklerinde tüm gözler üzerlerindeydi. Çoğu iş adamı eşleriyle katılmışken davete, Behçet karısını bırakıp, kendisinden yirmi yaş küçük bir kızla katıldığından olsa gerek hepsinin yüzü şaşkındı. Zaten Behçet' in bu durum hiç umurunda değildi. Eşi de biliyordu ya bu durumu, umursamıyordu artık. Onunda genç bir sevgilisi olduğu biliniyordu bazı çevrelerce. Eşinden aşağı kalır yanı yoktu.
Ayşe Behçet' i iş adamlarıyla bırakıp, açık büfeden bir içki almaya gitti. Hemen yakında toplanmış birkaç kadının fısır fısır konuşmalarına ve tepeden tırnağa süzmelerine aldırmadı... Alışmıştı artık. Garsondan bir kadeh kırmızı şarap istedi. Göz göze geldiği garson hiç yabancı gelmedi kendisine. Garsonda tanıdık bir edayla bakmıştı yüzüne ama, bir şey demedi... Yana doğru dönüp fısıltıyla konuşan kadınların yanına doğru ilerledi. Yüzüne yerleştirdiği büyük bir gülümseme ile "korkmayın eşlerinizi de tavlamam" dedi ve kıs kıs gülerek muzaffer bir edayla yanlarından ayrıldı. Neye uğradıklarını şaşıran kadınlar bu kez daha cesaretli ses tonlarıyla birkaç hakaret cümlesi geveleyip durdular.
Davet süresince Behçet ile onun dans etmesini mecbur kıldığı birkaç iş adamıyla dans etti. Her dans ettiği adam kulağına ilginç teklifler fısıldamışlardı. İçlerinden birini seçebilir ve Behçet' ten kurtulabilirdi... Ama içinden gelmedi. Hepsine kibarca hayır demişti. Davetin sonlarına doğru son içkisini alırken, aynı garson bu kez cesaretini toplamış ve adının Ayşe olup olmadığını sormuştu. Ne diyeceğini şaşırdı. Utanmış bakışları birden yere düştü, kendisini hiç bu kadar kötü hissetmemişti uzun zamandır. Karşısında duran garson, Ümraniye' deki gecekondularının yanındaki evde oturan çocukluk arkadaşı Kenan' dan başkası değildi. Birden o masum çocukluk anları düştü aklına. Hep hatırlamaktan kaçındığı, maskesini takıp utancını gizlediği o masum yüzü belirmişti yine yüzünde. Her defasında anında defetmeyi başardığı halde, böyle bir karşılaşmanın bu kadar kendisini yaralayabileceğini düşünmemişti. Davetteki tüm insanlara aldırmadan çocukluk arkadaşı Kenan' na büyük bir içtenlikle sarıldı. Uzun zamandır ilk kez ağlıyordu. Şaşkınlıktan dili tutulmuş Kenan, bir şey diyemedi. Ayşe elinden tuttuğu genç adamı peşi sıra sürükleyerek davet yerinden dışarı çıktı. Behçet ve diğer konuklar peşleri sıra baka kalmıştı. Ardından gelen Behçet' e onu arayacağını, şimdilik rahat bırakmasını söyledi.
Deniz kenarında bir banka oturup, arkalarında kornalarla sıkışmış trafiği yok sayıp, denizin seslerini duymaya çalıştılar bir süre. Hava oldukça soğuktu. Kenan sırtından çıkarttığı ceketini, şalıyla bile örtülmeyen açık omuzlarına geçirdi. Ayşe ilk kez kendisini bu kadar arınmış ve masum hissetti. Kenan hiçbir şey sormadı. Ne yaptığı ya da nasıl yaşadığına dair. Zaten hala şaşkınlığını üzerinden atabilmişte değildi. Yıllardır görmediği Ayşe, tutup kollarından nasılda sürüklemişti dışarı. Bunu niye yapmıştı, bilmiyordu. O gece deniz kenarında kurulu bankta yaşamla ilgili tüm değerleri, hırsları ve daha bir çok şeyi yok sayarak sessizce yan yana oturdular.
Ayşe' ye göre, Kenan geçmişinden gelen ve bu kabustan uyanmasını sağlayan bir kurtarıcı olmuştu. Bunca hırs ve yaptıkları her şey bir anda nasılda boş gelmişti. Nereye varacaktı ki sonunda, kendisini bu yolda yokluğa sunmaktan başka. Asla bu alemde bir hanımefendi olarak görülemeyecekti. Hep erkeklerin kanını emerek bir yerlere gelmiş, basit bir kadın damgası görecekti. Belki de yıllar sonra güzelliği kalmadığında, bir köşeye atılmış bir çok hayat kadını misali paçavraya dönecek ve şehrin arka sokaklarında kurulu izbe birahanelerde dolaşan bir sokak kedisi gibi, kendisine sunulan içki nimetlerine şükreden bir zavallı olacaktı. Kafasında canlanan bu resimler hiç hoşuna gitmedi. Hayatında yaşadığı tüm kabuslara rağmen, neden başka seçenekleri değerlendirmek yerine zengin adamların içki mezesi olmuştu. Hayatıyla ilgili iğrendiği tüm resimler yüzüne çarptı. Kenan bu düşündüklerinden ve Ayşe' ye ne kadar büyük bir iyilik yapmış olabileceğinden bir haber yanında oturuyordu hala.
Kenan Boğaziçi Üniversite' sinde Uluslararası İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisiydi. Ailesine yük olmamak için garsonluk gibi partime işlerde çalışıyordu. Okulu bitirdiğinde burslu olarak Amerika' da mastır yapacağı okul bile şimdiden kesinleşmişti. Ayşe' nin bilmediği zaman zarfında hayatında çok büyük değişiklikler olmamıştı. Kenan' da bir şey anlatmadı.
Ayşe çok geçmeden boğazda kurulu villanın anahtarlarını Behçet' in eline sıkıştırıp, Beşiktaş' ta küçük bir apartmana taşındı. Hırs tuzaklarına yakalandığı tüm ilişkilerini bir kalemde silerek, kendisine küçük ama mutlu bir dünya yarattı. Bunu yapabilmenin bu kadar kolay olabileceğini hiç düşünmemişti. Hala çok geçmeden, genç yaşta kendi elleriyle atladığı hırs kapanından kurtulmasına yardımcı olduğundan habersiz olan Kenan ile görüşüyor, ancak henüz anlatmaya hazır olmadığından bir şey söyleyemiyordu. Beşiktaş sahilinde buluştukları bir gün, hayatıyla ilgili yıllarca not tuttuğu günlüğünü Kenan' a verdi. Günlüğün son sayfası da Kenan' a ve ona olan minnettarlığına ayrılmıştı. Sözler değil, yine gözler konuşmuştu sohbetlerinde. Birkaç cümlede Kenan Ayşe' ye karşı arkadaşlıktan farklı hisler beslediğini ima etmişti... Hepsi o kadardı... Ayşe' de cevaben "Bu günlüğü oku ve hala benimle ilgili güzel şeyler hissediyor isen, bir hafta sonra saat ikide burada buluşalım. Eğer gelmezsen seni anlarım Kenan" dedi ve ne olduğunu anlamayan Kenan ile vedalaştılar.
Aradan geçen bir hafta Ayşe için hiç kolay geçmemişti. Ayşe bacağına geçirdiği blue jeanin üzerine bir t-shirt geçirip, spor ayakkabılarını giydi. Bir süredir makyaj yapmayı bırakmıştı... Yine yapmadı. Saat iki olduğunda tam sözleştikleri yerdeki masada oturuyordu. Kenan henüz gelmediğinden, bir çay söyleyip beklemeye başladı. Saat iki buçuk olmuş, hala gelmemişti... Anlıyordu. Tüm yaşadıklarını sindirip gelmesini elbette bekleyemezdi. Bunu umut etmesi bile düpedüz yanılgıydı Ayşe' ye göre. Başka ne bekliyordu ki... Haklıydı. Kenan' ın yerinde olsa o da gelmezdi.
İçtiği bir bardak çay için garsondan hesabı istedi. Daha fazla beklemek bir şey kazandırmayacaktı. Gelen garson içinde bir adet gonca gül ve bir not kağıdı bulunan tepsiyi masaya koyarak uzaklaştı. Gülü koklayarak okuduğu not kağıdında "Benimle hayata yeniden başlamaya var mısın?" yazılıydı. Kafasını kaldırdığında karşısında durmuş gülümseyerek kendisine bakan Kenan, elinde tepsiyle gelen gonca gülden koskoca bir demet tutuyordu.
Bitti
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan L i n ç |
|
Siz hiç linç kahramanı oldunuz mu? Bunu okuyan da, bu ülkede amma da çok linç edilen varmış, diyecek. En iyisi soruyu değiştireyim; siz hiç linç kahramanı tanıdınız mı? O zaman da, her yerde oluyormuş gibi soruyorsunuz bu soruyu, diyeceğinizi biliyorum. Öyle ya, linç kelimesini yaşamınızda kaç kez kullandınız ki? Bu öylesine her gün, ocakta pişen yemek mi, pat diye söyleniverecek. Günlerdir yaşadığımız şu cinnete benzeyen linç girişimlerini okudukça, gördükçe; Ömer, artık zamanı geldi sanırım, çıkar şu ağzındaki baklayı da, meraktan germe adamı, dedim.
Efendim bendeniz de, yıllar önce linç edilirken ölümden kıl payı kurtulan, bir linçzedeyim. Bu konuyu pek az kişi bilir. Doğrusu, bunu bir kahramanlık vesilesi yapılmasına da karşıyım. Ayrıca bir konuyu, hele bu linç olunca, sık sık dile getirmenin de bir yararı olmaz diye, düşünüyorum. Hem ayrıca onca güzel şeylerden söz etmek dururken, değil mi ya.
Yıl 1975, aylardan Şubat. Doğu illerinden birinde, bir lisede görevliydim. O yıl, üyesi olduğum mesleki derneğimiz ülke çapında "Pahalılığı Protesto" mitingleri düzenleme kararı almıştı. Ben henüz genç, tıfıl bir öğretmendim. İldeki dernek yöneticileri, genel merkez kararı doğrultusunda yapacakları eylem için ilin valisiyle görüşmüşler, sonuçta kapalı salonda toplantıya karar vermişler. Mevsim kış, kentte kar kalınlığı ise 50 cm. dolayında. Kente giden kasaba ve köy yollarının çoğu kapalı. Ancak kulaktan kulağa dolaşan söylentilere bakılırsa, kent belediye başkanının aşiretine bağlı adamlar, Köy Hizmetlerine bağlı greyderlerin özel çabalarıyla yolları açılarak kente getirilip, otellere yerleştirilmişler.Cumartesi yapılacak eylemde "komünist" avına çıkarılacak avcı birlikleri; ellerinde, sopa, kazma, silah daha ne varsa, hazır tutulmaktalar.
Bu duyumu alır almaz valiyle görüşmeye giden dernek yöneticileri, gerekli yardım ve desteği ondan göremeyince, toplantı yapmaktan vazgeçerler. Bu haber gelince hepimiz rahatlıyoruz. Cuma akşamı, şehir kulübünde arkadaşların oyunlarını izlemeye gidiyorum. Her ne kadar iptal olsa da herkes gergin bir bekleyiş içinde. Gözüm gelen giden kağıtlarda, aklımsa yarında. Saate bakıyorum, 12'yi bulmuş. Arkadaşım Ferhat, müdür yardımcısı. Okul pansiyonunda kalıyor. Kalkma zamanı geldi. Ferhat,
-Ömer, istersen bize gidelim, Tuncay yok, izne gitti, biliyorsun. Birlikte kalabiliriz.
-Olur, hem benim ev arkadaşım da yok, iyi olur diyorum. Birlikte okula varıyoruz. İyi geceler dileyip, uzanıyorum ranzaya. Sabahın bize neler getireceğine dair beynime üşüşen sorularla epeyce mücadele ediyorum. Ne zaman uyuduğumu anımsayacak zamanımsa olmadı.
Sabah saatin kaç olduğuna bakamadan, gürültülerle uyanıyorum. Bakıyorum, Ferhat benden önce kalkmış. Birbirimizin yüzüne endişeyle bakıyoruz. Neler oluyordu? Ferhat,
-Ömer, sanırım okulu bastılar. Gürültüler kapının önünde çoğalmaya başlayınca hemen aklımıza arka pencere geliyor. Bu kez cama sıkılan kurşun, umudumuzu suya düşürüyor. Bu arada kapıya yüklenenler var. Sesleri anlamak zor. Düzgün Türkçeyle konuşan biri, "Komünistler bu odada'" diye bağırıyor, gelenlere yön veriyor. Daha çok yüklenmeye başlıyorlar. Biz son çareyi, ranzayı kapıya dayamakta buluyoruz. Karşılıklı itişip kakışmalar arasında, gelen bir silah sesiyle önce ben, ardından Ferhat'ta bir çözülme. Bu boşluktan yararlanan grup kapıya yüklenince açılıyor. Elinde inşaat kazması olan saldırganın ilk hamlesi bana; boyumun Ferhat'tan uzun olmasının verdiği bir avantaj! Sivri uçlu kazmanın beynimi parçalamasına ramak kala, hızını kolumla engellemeye çalışıyorum. Ama nafile. Kafatasıma gelen darbeyle önce ben, sonra da Ferhat, yere yığılıyoruz üst üste. Yerde ne kadar kaldığımızı anımsamıyorum. Gözümü aralıyorum. İlk hissettiğim yerin buz gibi soğukluğu, onu sırtımda hissediyorum. Sonra da tepemize dikilen adamları görüyorum! Hoyratça kaldırılıyoruz. Sırtımda geceden kalma kırmızı boğazlı kazak, altımdaysa kırmızı eşofman. Tam aradıkları bir tipim. Baştan ayağa kırmızılara bürünmüş kıpkızıl bir komünist. Daha ne olsun ki! Sorgu sual başlıyor.
-Müslüman mısın? Ne bu favoriler? Saçlar niye uzun? Söyle bakalım kelime-i tevhidi...
- Eşhed-ü enla....Yakamdan asılmalar, favorilerimden çekiştirmeler... Bunalıyorum...
-Siz Ağaoğlu'nu tanıyor musunuz? diyorum. O an, en küçük bir ölüm korkusu gelmiyor içimden. Sanki normal bir zamanda birileriyle tartıyormuşçasına rahatım. Bir yandan da Ferhat'ı sorguluyorlar. Grupta bölünme var. Bir kısmı çıkaralım, öldürelim, diğerleri de bırakalım, diyor. Kararsızlar. İşkence sürüyor.
Sonunda beklediğimiz resmi giyimli polis kapıda görünüyor. Peşi sıra okul müdürü. Kentin yerlisi olan müdürle polis serbest bırakılmamız için adeta yalvarıyor. Grupla tartışma büyüyor. Biz, bu arada, kurbanlık koyun gibi, acı sonumuzu sakince beklemedeyiz. En ufak hareketimiz grubu azdırabilir. Ve sonunda ummadığımız bir sonuç; serbest bırakma yanlıları, diğerlerini ikna etmeyi başarıyor. Herkes gibi biz de derin bir nefes alıyoruz. İnanamıyoruz.
Saldırganların okulu terk edişi sırasında, gruptan biri elindeki silahı yere düşürüyor. Yanında duran polis,
-Silahını al yerden, diyor,
-Erkeksen sen al, diye yanıtlıyor saldırgan. Poliste ise tık yok.
Sıcaklığı geçince başımda bir ağrı hissediyorum. Elimle yokluyorum, kanlı elimi görünce, darbe aldığımı anlıyorum. Tedavi edilmem gerek. Hastane okulun aşağısında. Polis kendi şapkasını başıma geçiriyor. Deri montunu da veriyor. Böylece kamuflaj tamamlanıyor. Ferhat, ben ve polis birlikte arka sokaklardan her an gelebilecek bir saldırı tehdidi altında hastaneye varıyoruz. Ayakta ilk tedavimiz yapılıyor. Kan dindiriliyor.
Bizi almaya eski model bir jeep geliyor. Önde ben, polis şapkalı, Ferhat, arkada bir öğrencim (sonradan milletvekili oldu), bir de siyah Adana şalvrıyla dikkati çeken saldırganlardan biri. Öğrencimize soruyorum,
-Ne geçti aranızda?
-Sorma hocam, bizim otele de saldırdılar. camlarımıza kömür kamyonundan kömür atarak kırmaya başladılar. Ben de çıktım, "Gelin, erkekseniz buraya, dedim. Bu da karşısında oturanı işaret ederek, o...pu çocuğunu kasığından bıçakladım, diyor.
Adamda hiç tepki yok. Sanırım Türkçe konuştuklarımızı anlamıyordu.
O gün bu olayların benzeri hatta daha kötüleri kentin bir çok yerinde yaşandı. Polis kuvvetleri olayları önleyemedi. Nedenini öğrendiğimizde, ise şakınlığa düşmemek elde değildi. Vali, hangi akla hizmetle bilinmez ama en iyi polislerini o gün başka bir ilçeye göndermiştir.
Ancak cumartesi olaylarının tetikleyicisi durumundaki cuma olaylarına dikkatinizi çekmem gerekir. Kentin en büyük camisinde, cuma namazına gelen (aralarında saldırgan grubun da bulunduğu) cemaate vaaz veren hatip, insanları galeyana getirmek için, çoğu yerde yapılan taktiğin bir benzerini yinelemiş; halka, "Camiyi derhal boşaltmalarını, komünistlerce camiye bomba konduğu yönünde ihbar aldıklarını heyecanlı bir şekilde söyleyerek, tansiyonun bir anda artmasını sağlamış. Böylece bu uyarıyı duyanlar öfke içinde camiyi boşaltır. Öte yandan "komünistlere ölüm, yaşasın şeriat!" sloganları atarak kent sokaklarında gövde gösterisi yaparlar.
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer. Şimdi yaşananlara bakıp da hayıflanmamak elde değil. Aradan tam otuz yıl geçmiş. Ancak toplumumuzun linç hevesi henüz geçmemiş! Ne kadar linçsever bir toplumuz biz!
Şimdi bir de başımıza yeni Papa meselesi çıktı ki, sormayın, gitsin. Papayla linç işinin ne ilgisi var, diye sormayın; bal gibi var: Bir düşünsenize, adamlar bir bahane bulsak da şunları AB kapısından def etsek diye bakıyorlar. İşte bahaneleri de hazır. Bu barbar Türkler kendi insanlarını, fikirleri nedeniyle linç ediyorlar. Yarın bunlar, kutsal Papamızı da alimallah, "Türkleri aranıza almayın" dedi, diye, Vatikan meydanında onu da linç etmeye kalkarlarsa, diye düşünmediklerini, kim garanti eder?
Bakın söylüyorum, bu linç işi şakaya gelmez. Herkes de benim kadar şanslı olmayabilir. Hepimiz birbirimize muhtacız. Bir yanda Çanakkale'de birlik nutukları dinlerken, bir yandan da sokakta insan avına çıkan bir toplumsal çılgınlığın önüne geçecek tedbirleri acilen alacak akl-ı selim sahibi yöneticilere gerek yok mu sizce? Bu söylediklerimi kim dinleyecek bilmem ama doğrusu linç adını duyunca sizi bilmem ama benim tüylerim diken diken oluyor.
Linç girişimini kaç kez yaşadığını bilmem ama aklıma nedense Çetin Altan usta geldi. O, hep enseyi karartmayın, der. Evet, biz de karartmayacağız karartmasına da, ancak görünen şu ki, imam gene bildiğini okuyor! Adam demiş ya, "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur."
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan ROL YAPAN APARTMAN |
|
Kerpiç ile sohbet ettik bu sabah. Otur oğul dedi. Bak ben eski toprağım. Yüzümdeki çatlaklara bakıp hep böyleydim sanma, Analı kuzulu doğdum ben de. Önce boyumu enimi hesap ettiler, samanla karıştırıp döktüler sonra. Büyüğüme ana küçüğüme kuzu diye ad koydular. Yan yana ip hizasında dizdiler. Aramıza çamurumuzdan sürdüler usulünce. Korkma bu çamur sizdeki gibi perişan etmez adamı, bizi birbirimize bağlar. Öyle ki kopmamacasına dostluklar kurar. Birbirimize sarılır ayakta durur, sarılır ısınırız. Kış gelir yaz geçer, dıştan yıpranırız ama kimse yıkamaz içten dostluğumuzu.
Haddimizi biliriz. İki kata ulaşmaz boyumuz. Suya dokunmazsak serttir huyumuz. Herkesler göç etti şehre bizden gayri. Biz gidemedik. Baba ocağını terk etmek olmaz diye,kaldık buralarda şu üç ağacın bekçisi gibi. Dışarıda kar boranı, içimizde kor ateş , yakan çöl sıcağında küfür küfür yüreğimiz, su gibi serin sahibimiz.
Ağaç atıldı… Hey ihtiyar !.. Böbürlenme çok. Seni yerle bir etmek için fazla çabaya gerek yok. Komşu gezmesine giderken musluğu açık bırakırsa çocuk!... Yerle bir olursun Buruşuk…
Ama bende öyle mi? Bir kere güçlüyüm. Damarlarım var benim. Damarlarımda reçinem kan gibi. Dostluğum, gücüm çelik çivilerle perçinlenmiş. Sel olur , fırtına vurur, yer sallanır, silkelenir, dimdik ayaktayım bak!.. Çok başım sıkıştığında tuğla da yardımıma koşar elbet. Bazen yel alırım budaklarımdan ama o da çam kokusuyla karışınca rahatsız etmez adamı. Huzur verir ortama mis gibi orman kokusu.
Hey!... Tuğlayım ben. Bazılarının adi dediği, harman tuğlası. demokrasilerin beşiğinde baş tacıyım. Sokakların asaletiyim, sömürgelere hükmedenim. Sıva, boya sürmezler üzerime, asaletime gölge düşmesin diye. Duman öyle nazlı yükselir ki bacamdan , "Her şey yerli yerinde" yi haykırır gibi.
Önce kendimi tanıtayım. Briket derler bana. Önce taşı parçalarlar, sonra çimento çöpçatanlığında birleştirip kalıba koyarlar. Altmışların modası, Aslen Suruç'lu olup doğma büyüme Urfa'lıyım. Konduların ise ağasıyım. Ağır adamım her şeyden önce. Beni kolay kaldıramaz yapılar. İçimizden bazıları hafif çıkar ki, dumanı savururlar içinden, Baca koyun adını. Dışarıdan bakanlar kendi başıma buyruk olduğumu zannetseler de içimde sıva, boya tutarım. Yeşile de bulandım mı değme gitsin.
Kafam karmakarışık , yürürken akşam vakti çağdaş kaldırımda , Çakırkeyif bir apartman sesi keser yolumu. " Namussuz olan benim " diye haykırır. İçimde dışımda ne var, ben de bilmiyorum. Üzerime sürdükleri bu macunlu boya ile ayaktayım. Beni böylesine dimdik gösteren sadece makyajım. Sütüm bozuk bir kere. Yapanım, çatanım, satanımla birlikte bu oyunda suç ortaklarıyız. Övünebilecek ne kokum var mis gibi, ne asaletim ne sabrım. Şehirliyim bal gibi. Bir deprem olursa diye, huzurlu bir gün geçiremem. Korkarım.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
İ Z
"..avutulmaz hüzünlerde, hırpalanmış yalnızlıklarda, özlem büyüten aşklarda, faça atan ihanetlerde dizimin dibindeydi Yalın... avutan, umut biriktiren, çare olan ve yüzümü hep güldüren... keyifli bir macera gibi yaşadım onu hep.. aklımı kaybettiğim, gerçeğe dönemediğim, çok özlediğim oldu; yine de beni güldürmeyi ve güne döndürmeyi bildi her zaman.
gerçek değildi çünkü.."
-tuba çiçek in 'yalın bi düş' üne ithafen-
ışığı gür,
yitik bir mumun önünde;
hani, o ellerinle kuşattığın,
sana has, sana öz,
gölgen..
gölgen düştü duvarıma..
göğün zembilinde taşınmamış,
duvardaki resmin..
bir düşe kayıtlı,
akça,
bir düşe dair..
camlar perdeli;
sızdın mı yine bu gece ?..
hani
rüzgarın dahi sızmadığı,
tamu geceye..
hep eşlik ettiğin,
hep özgür kıldığın,
suretin..
titreyen mumun alevinde,
usulca gülümseyen
suretin..
böylesini çizdin mi hiç ?..
bir düşün gölgesisin..
kimse bilmez sesini;
hani, o öksüz kelimeleri,
sahiplenmiş seslerin..
çiganlara bürünerek,
ben
bir ismini dökülürüm yalnız..
bilir misin,
duvardaki aksini
isminin ?..
ne vakit yittin yine ?..
uzun gölgeler büründü, dört duvar..
bir başıma kaldım,
ışığa susayana kadar..
hani o gözlerinden
akıttığın..
ışığa..
yanar mısın yine
vakitsiz ?..
gölgenden;
hani o
sayıklamalardan uyandırdığın
gelgit iz-
den,
g i d i y o r u m..
içinden ağladın mı hiç ?..
giderken, gidiyorken..
..
..
ben ağladım..
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.604 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Yaşamda..
Gün gelir -de yelken açarız
Fora !
Güçlü umutlara..
Gün gelir -de çekiliriz
Yıpranmışlıklarımızla kenarda bir kızağa.
Gökyüzü kızar yakışıksız isyanlarımıza
Esirger parlak mavilerini
Kızarır da kızarır hiddetinden.
Oysa...
Oysa, dermanlı renklerimiz tükenmemiştir
Biliriz, unutmayız engin denizleri de..
Dinlenmek lazımdır az.
Onarmak lazımdır omurgayı bir süre
Hem de, iyiden iyiye..
Yeni dalgalara.
Sezon yakın.
Tıpkı hiç son bulmayacak
Savaşları gibi yaşamın.
Bir bekle hele..
Gülendam Z.Oğuz
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
Bir düşünelim bakalım. İnternete girmeyi ve sörf yapmayı neden isteriz? Bu sorunun cevabı bir tane değil tabi ki. Açık söylemek gerekirse benim en büyük gerekçem eğlence. Evet itiraf ediyorum; benim internetten en büyük beklentim eğlence. E öyleyse bu sefer sadece eğlencelik bir şeyler bulalım. Mesela oyun, http://www.gamealbum.com kısayolunda güzel bir oyun arşivi var. Belki hoşunuza gidebilir. Senelerdir bu sanal ortamdayım, oyun oynamaktan sıkılanı henüz görmedim. Bu saatten sonra da görebileceğimi sanmam. Bakalım başka neler var? Hımmm. Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Şaka bir yana digital foto arşiviniz yoksa ve değişik resim arayışları içerisindeyseniz, bu kısayol size uyar. Digital fotoğraf demişken aklıma gelen ve hatta verimli olarak kullandığım bir web sayfası var. http://www.fotoport.com aslında ticari amaçlı bir site ;ama yine de, resimlerinizi arşivlemek ve istediğinizden resim baskısı siparişi dahi verebilmek için hoş bir site. Bir kaç kez denedim ve herhangi bir sorun yaşamadığım için tavsiye edebilirim. Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Hide My Files [438 KB] Windows shareware (19.95$)
http://www.secretfilesoftware.com/hidemyfilessetup.exe İyi düşünülmüş bir güvenlik programı. Gözlerden saklamak istediğiniz klasörleri kolay bir şekilde görünmez kılabiliyorsunuz. Ancak program sayesinde gürüyor dilediğinizde açıyor dilediğinizde kapatıyorsunuz. Ücretli ama, benim memurum işini bilir hani:-)) Saklayacak şeyleri olan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|