ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 735

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 2 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : O ne güzel hafta sonuydu öyle!..

ABONE OL!
İyi haftalar,

Harika bir hafta sonu geçirdim. Otuzbir yıl önce Eskişehir'de bıraktığım arkadaşlarımı, normal gözle biraz değişmiş ama gönül gözüyle aynı, tam bıraktığım yerde buldum. Haliyle çok doyurucu olmasına rağmen otuz saatlik bu yolculuk, hele on saatini de yolda geçirmişseniz, doğal olarak yoruyor insanı. Şu anki halimle esnemekten bitap düşmüş çene ile iki parmak yordamıyla tutup açılabilen göz kapaklarının hülasası durumundayım. İzin verirseniz burada kesip sizlere yarına kadar veda edeyim. Hepinize neşeli, güzel bir çalışma haftası diliyor huzurlarınızdan ayrılıyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

5 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Beyhan Duffey

 Arap Kahvesi : Beyhan Duffey


  OLMAMIŞ HÜSNÜ BEY - Almancı Kızkardeş

İyi haftalar efendim.

Daha önce sizlere hiç sözünü etmediğimi biliyorum. Benim Almanya’da yaşayan bir ablam var. Rahmetli annemin ilk kocasından. Ablamla, annem öldükten sonra çok da güçlü olmayan kardeşlik bağımız iyice kopmuştu. Her ne hikmetse iki yıl önce Türkiye’ye geleceği ve bizi de ziyaret edeceği tuttu. Ben doğma büyüme buralı, bu apartmanlı olduğumdan da bizi bulmakta hiç zorluk çekmedi. Şimdi size anlatacağım olay da o buradayken başımıza gelmişti. Şimdi tatlı bir anı oldu gerçi ama o zamanki utancımızı düşündükçe hala kötü oluyorum.

Ablam gelirken, torunlarım olduğunu bildiğinden bol bol çikolata getirmiş. Çoluk çocuk bir olduk, ye ye bitiremedik getirdiği çikolataları. Biz öyle çok çikolata yemeye alışkın değildik, ailecenek koli koli yiyince az daha hepimiz mide fesadı geçireyazdıkdı.

Bizim bütçemiz elvermediğinden onu da yanımıza alıp cennet ülkemizin güney sahillerine inemedik. Ama o bir haftalığına Fethiye’ye gidip, bir otelde kalıp, bol bol denize girip geldi. Yaşı epeyce ilerlemiş olsa da hala dipdinç. Bir de bol güneş görünce iyice dirildi Türkiye’de. Konuşkan, girişken birisı. Lafı biraz eksik ve tersinden anlıyor zaman zaman. Yani babaannemin deyimiyle “kazı koz kocakarıyı kız anlıyor”. Bizim eskilerden, annemden başka konuşacak ortak şeylerimiz olmadığından aslında iki yabancı gibi olmamız gerekiyordu. Ama durum hiç de sandığı(-n)miz gibi olmadı. Ablam o kadar çok şey buldu ki konuşacak, gören de bizi birbirimizden hiç kopmamışız, bütün çocukluğumuzu abla-kardeş birlikte geçirmişiz sanırdı.

Karakter itibariyle bizim Sabahat Hanım’dan çokça farklı olan ablam anlaşamadılar doğal olarak. Bir ay boyunca ablamın ak dediğine Sabahat Hanım kara dedi. Ablam öğlene doğru uyanıp, saatlerce banyoda türlü çeşitli kremler sürünüp nefis kokularla gecikmiş hazır kahvaltı masasına oturdukça Sabahat Hanım sinirinden çatır çatır çatladı. Ablamın fütursuzca halıya dökülen kızıla boyalı saçlarını Sabahat Hanım ablama göstere göstere yerlerde sürünerek tek tek topladı. Ablam bir koltukta uzun tırnaklarına kırmızı ojeler sürerken Sabahat karşısındaki koltukta sinirinden kendi tırnaklarını kökünden kesti. Eh evde durum soğuk savaş şeklinde sürdüğünden ablamı gezdirip tozdurmak da bana düştü. Gerçi Sabahat Hanım’la ablam geçinebilmiş olsalardı ben ablamın yüzünü bile göremezdim ya efendim... Ne yapalım uymadı iste kimyaları biribirlerine.

Ablam alışveriş yapmayı, ıvır zıvıra para harcamayı da seven biri. Kocasından yüklü olmasa da bir maaş ve Almanya’nin güneyinde küçük, turistik bir tatil kasabasında villa kalmış. Para sıkıntısı yok. Ne beğenirse alıyor iste. Beğenmese de alıyor ya. Üç koca valizle geldi, üç yedek valizlik daha eşya aldı.

Kocasının ölümünden sonra bir daha evlenmemiş. Aslına bakarsanız biraz da geçimsiz ve çekilmesi zor bir kadın. Aklı başında bir adam kolay kolay evlenmez zati ablamla. Kendisi de farkında gevezeliğinin ve geçimsizliğinin.

Almanya’ya dönmesine yakın alışverişe çıkmak istedi. Sabahat Hanım’i da bizimle gelmeye bir türlü ikna edemedim. Neyse düştük yola. Önce semt pazarına girdik. Sebzecileri falan dolaştık. Her zaman olduğu gibi Sabahat Hanım’in elime tutuşturduğu alışveriş listesini kolaçan ediyorum fırsat buldukça. Bir ara yağ, peynir satan bir tezgahın önünde bırakıp onu, sucuk şalam gibi şeyler almak için şarküteriye girdim. Aradan beş dakika geçti geçmedi ki dışarda bir kavga koptu. Bir kadın sesi ortalığı yırtıyor. Anlaşılmaz bir dilde bağırıp çağırıyor. Adam ise “dur vurma abla, yanlış anladın sen beni”.. diye inliyor. Meraklı kalabalık toplanmış beleşten seyir halinde. Aman ablama birşey olmasın deyip aceleyle çıktım dükkandan. Aman efendim bir de ne göreyim? Bizim pazarcı Cemal efendi ablamın çantasını kafasına kafasına yemiyor mu ? Adamcağız iki elini de kafasına siper edip, aman dilenmiyor mu ? Hemen koşup ablamı kolundan yakaladım. Yahu rezil etti kadın bizi esnafa, cümle aleme. Ben bu insanların yüzüne nasıl bakarım şimdi ? Ne oldu da bu kadar öfkelendi, anlayamadım. Ben onu kolundan sürükleyip, adamı elinden kurtarmaya çalıştıkça o, çantayı arada sırada da benim kafaya sallıyor. Cemal Efendiyle ben kellelerimizi ablamdan kollamaya çalışırken, bir iki yiğit genç delikanlı ablamı kollarından yakalayıp durdurmayı başardılar. Ablam ellerinde çırpınıyor, ayaklarıyla havayı dövüyordu. Kalabalıktan zorlukla uzaklaşıp evin yolunu tuttuk. Bıraksaydınız parçalardım ben o hayvan herifi diye söylenip duruyordu ablam.

Eve vardığımızda ablam hala öfkeden küdürüyor bense ona kötü birşey söylememek için kendimi zor tutuyordum. Onca yılın dedikoducusu Sabahat Hanım bile olan biten yüzünden neye uğradığını şaşırdı. Biz insanların yüzüne nasıl bakariz bundan böyle dedi durdu uzun sure. Hatta olay unutulmuş görünene kadar sokağa bile çıkamadı garibim.

Olayın nasıl patlak verdiğini önce ablamdan dinledik ama anlamadık asıl sorun nedir? Adam bana göz koymuştu diyor başka birşey demiyor. Ablam Almanya’ya döndükten sonra bir de Cemal Efendi’den dinledim olayı.

Efendim olayın aslı suymuş; ablam tezgahın önüne gelip yağ fiyatlarını sormuş. Cemal Efendi’de “Rama 300 bin lira, tereyağı 500 bin lira, sana 250 bin lira” demiş. Ablam bir daha sormuş. Cemal Efendi kibarca bir daha tekrarlamış. Ablam bir daha sonuncuyu sormuş Cemal Efendi « sana 250 bin lira » demiş. Ablam da Allah yarattı dememiş girişmiş çantayla. “Namussuz herif ben senin neyin oluyorum da millete 500 bin lirayken bana 250 bin lira oluyor. Bana ucuz yağ vererek ne elde edeceğini sanıyorsun sen” diye tepelemiş adamı.

Olayın aslı anlaşıldıktan sonra kahvede çok güldük ama Sabahat’in hiç keyfi yok. Kadın piyangodan çıkar gibi geldi, dirliğimizi birliğimizi bozdu, diyor. O bir daha bu eve gelemez diyor. O gelirse ben giderim ona göre diye de şantaj yapıyor. Hem nereden belliymiş ablam olduğu? Haklı aslında. Hem nereden belli onun benim ablam olduğu?

Şimdi dinledik de ne oldu diyeceksiniz bu hikayeyi. Hiç işte. Aklıma esti anlattım. Başımdan geçmiş bu hikayeyi dinleme sabrı gösterdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim Kahve Molası dostlarım.

Haftaya görüşmek dileğiyle. Saygılar sunarım.

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Lingo Lingo Şişeler

"Yaz oğlum yaz, bir öğretmenin dramını yaz" deyip başladı anlatmaya. "Alanya'ya ilk geldiğim zamanlar sahilde bira şişeleri toplayıp, satıp eve ekmek götürürdüm. Şişenin tanesi ellibin, onaltı tane toplayacaksın ki bir paket sigarayla üç ekmek alabilesin. Sigarayla ekmeğin parasını denkleştirdim mi fazlasını almazdım zaten. Şişe bulamadığım zamanlarda olurdu, üç ekmekle bir sigara parasını denkleştiremediğim zamanlarda. İşte o zaman bir çatışma başlatırdım kendimle, sigara alsam ekmeğe para kalmayacak, ekmek alsam sigarasız kalacağım, aklıma evde beni bekleyenler gelirdi, "Bugün de sigarasız kaldın oğlum" deyip koltuğumun altına iki ekmeği sıkıştırır giderdim. Yirmibeş sene bu devlete hizmet etmişiz, binlerce öğrence yetiştirmişiz, sadece adımız var "hoca" hepsi bundan ibaret. İnsan aç kalınca gurur falan kalmıyor işte, şişede topluyorsun, fırından ekmek de çalıyorsun. Yaz oğlum yaz, bir emekli öğretmenin dramını yaz.

Millete bir dokun bin ah işit, keşke yazmakla her şey hallolsa...

Yine üç beş arkadaşla birer bardak çay içmek için girdiğimiz kahvehaneye bir başka arkadaş hışımla gelip masaya elinde ki Yeni Alanya gazetesini vurarak yüksek sesle söylenmeye başlıyor. "Bırak Alper şu aşkı sevdayı da biraz da gerçekleri yaz"

-Ne oldu hayırdır yine?
-Ne olduğumu var, kepenkleri kapatacağız böyle giderse. Vergisiydi, elektriğiydi, suyuydu işin içinden çıkamıyorsun. Devlet küçük esnafın tepesinde. Demek ki büyük oynayacaksın, çalacaksın, tefecilik yapacaksın bak o zaman tepene binebiliyorlar mı? Her sezon yüzlerce dükkan açılır, yüzlercesi kapanır bu memlekette, biz devletten ekmek dilenmiyoruz, birazcık destek olsalar, birazcık teşvik etseler bak nasıl taştan çıkartırız ekmeğimizi..."

İnsanların tek derdi sorunlarıyla boğuşmaları değil bu yaşadıkları sorunları ilişkili mercilere iletememeleri. Kime kızacaklarını, kimden medet umacaklarını, kime tavır alacaklarını bile şaşırmış öfkeli insan manzaraları yürek burkuyor.

Arabasına bindiğim bir başka vatandaşın derdi ise hırsızlar. "Yahu yazsana şu Alanya'nın hırsızlarını. Uyuyor mu bu emniyet, biz rahat uyuyamayacak mıyız geceleri. Yine bizim kapıyı oynamışlar, her tarafını delik deşik etmişler, allahtan açamamışlar da ucuz atlattık. Geçenlerde de bir arkadaşın evine girmişler, uyurken adamın üzerinden atlayıp cep telefonunu çalmışlar. Niye arttırmazlar şu polis sayısını; canımız, malımız allaha emanet..."

İşte canım ülkem Türkiyem. Soyulan vatandaşlar, iflas eden esnaflar, ekmeğini çöpten çıkaran halk, "lingo lingo şişeler" şarkısı eşliğinde bira şişeleri toplayan bir emekli öğretmen. Yazmakla dinlemekle bitmiyor, bize sadece hocamın şarkısına eşlik etmek düşüyor;

"Şişeler... lingo lingo şişeler, hırsız mı girdi eve habersiz, kepenk mi kapattın kadersiz yar yar yar amman..."

Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              8 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  Ya da biz ikimiz....

-"Senin de iç sesin var mı?"
-"Hıh... Güldürme beni, herkesin bir iç sesi vardır. Bazen dinleriz, bazen..."
-"Ya kes şimdi söylev vermeyi! Biliyoruz herhalde. Ben onu kastetmedim."
-"Peki ne geveleyip duruyorsun ağzında? Hem, şu çay kaşığını bardağın içinde şıngırdatmayı da bırak!"
-"Aaa! Aklıma ne geldi?"

Elinde çay tepsisiyle yanımızdan geçen garsona sesleniyorum.
-"Bi dakka bakar mısın?..."
Yanımıza geliyor. Oturduğum yerden başımı çevirip garsona;
-"Bana bir su, iki de boş çay bardağı getirir misin?", diyorum. Başını "olur" anlamında sallayıp gidiyor.
Adam ta Rusya'dan gelmiş. Üstelik geleli iki saat olmuş, olmamış. Belki bana yeni evlendiği kızıl güzel, Rus karısı Jana'dan bahsedecek. Ben kalkmış "iç sesi" muhabbeti yapıyorum.
Biz hep böyleyizdir. Aramızda zaman mefhumu olmaz. Halbuki bir yıla yakın süredir görüşmüyoruz. Fakat ne zaman bir araya gelsek eften püften derken, sanki dünün ikindisinde de bu kahvedeymişcesine kaldığımız yerden devam ederiz.
'Dostluk böyle bir şey işte... Ya da biz ikimiz, acayip dostuz....' yüzüne bakarak bunları söylüyorum içimden. Yani iç sesim söylüyor, bu kez bende onaylıyorum.
İstediklerim geliyor. Masanın solundaki sandalyede oturan genç adamın, ne yapmaya çalıştığımı anlamak isteyen soru imli bakışlarına sırıtıyorum.
Pet şişedeki suyun kapağını açıp; çay bardaklarından birine yarım, diğerine çeyrek su koyuyorum. Bardakları yanyana karşıma alıyorum. Sağ ve sol elimin işaret parmaklarını, bardaklardaki suya bandırıyorum ve bardağın ince ağzında çevirmeye başlıyorum.
Kısa bir süre sonra, çevresinde dairesel hareketlerle gezindiğim çay bardaklarından ince bir tını duyuluyor.
-"Tııınnnnn..... tiiiinnnnn.... tııııııınnn.... tiiiiiiiiiiiiiiiinnnnn..."
-"Baak! Duyuyor musun? İşte buna 'melodi' denir", diyorum yeni bir buluşa imza atmış büyük mucit edasıyla.
-"Saçmalama kızım! Bunu bilmeyen mi var?", diye gülüyor.
-"Aman ne var? Ben yeni öğrendim", diye çıkışıyorum hafif bozum pozlarında, kaşlarımı çatarak.
-"Sonra..." diye devam ediyorum. "Daha bitmedi. Senin ve benim çay bardaklarımızı da eklerseeeek..." diye başlayıp, diplerinde kalan tortuyu dökmeden önümdeki bardakların yanına diğerlerini de getirip, çay kaşıklarıyla başlıyorum çalmaya. Tabii, şimdi çok iyi bir ses düzeni oluşturamadığımı itiraf etmeliyim. Ancak, sağ ayağımla ve başımla ritm hareketlerini de ekleyinceee;
-"I GOT THE POWER!.... dum tıs, dum tıs, dum tıss.." sesleri eşliğinde şarkıyı gayet de güzel, bağırarak söyleyebiliyorum.
-"Potansiyel tehlike bu kız ya!" dese de, diğer masalarda oturan vatandaşlar çaktırmadan bize bakıp, yanımdaki genç adama acısalar da, vatandaşlara "alışık o alışık" bakışı atıp, bizimkine de "di mi kan-ka" dercesine göz kırpıyorum. Gülüyor.
-"Ben seni hiç aklı selim bulamayacak mıyım?"
-"Bilmem? Yetmişlerime geldiğimde bulursun belki..." diyorum. Kısa bir sessizlikten sonra önümde duran bardaklara bakıp;
-"Biliyor musun, batari dersi alıp müzik grubu kurmaya karar verdim." diyorum.
-"Hay Allahım! Ya sen kendi işine baksana, nerden çıktı şimdi? Alt tarafı iki bardağı tımbırdattın diye, hemen müzik adamı mı oldun?", diyor sesini hafif yükselterek.
-"Şekerim, öyle değil. Zaman akıp gidiyor. Bak, dünya değişiyor. Ben bu dünyaya bir daha gelemeyeceğime göre, hiç değilse bütün nimetlerinden faydalanayım, aklıma eseni yapayım istiyorum. Canım, bakma sen grup kurma fikrine, abartmış olabilirim, kabul. En azından batari çalmaya heveslendim diyelim, hepsi bu! Hem büyüklerimiz ne demiş; 'değişmeyen tek şey değişimdir.' Lütfen yani."
-"Eee, o bitince ne yapmayı düşünüyorsun değişime ayak uyduran hanım?"
Saçlarımı parmağıma dolayıp oynuyorum;
-"Oooo? O bitince...?!?" aklıma hemen bir fikir gelmiyor derken, bulup parmağımı şıklatıyorum;
-"O bitince, Jüpiter'e gitmenin yollarını arayacağım! Nasıl ama? Heh heee..."
Derin bir soluk alıp dudağındaki tebessümü dağıtmadan;
-"Tamam, incir ağacından düştüğünü biliyorum, hatta kolun sakatlanmıştı. Hani incir ağacından düşenin mutlaka bir yeri sakat kalır derler ama, sen yanlışlıkla kolunun değil, kafanın üstüne mi düştün acaba, diye düşünmeden edemiyorum?"
-"Ne alakası var? Bak şimdi; gezegenimiz Dünya'dan başka Mars'ta da hayat olduğunu ileri sürüyor bilim adamları. Hadi diyelim ki Mars'ta da hayat var. Ee, Mars'ta hayat varsa neden Jüpiter'de olmasın? Jüpiter'de hayat varsa, ve kobay olarak maymunları yollayacaklarsa... Ben kobay olmayı kabul ediyorum ağbicim? Neden o maymun benden daha şanslı olsun da gidip oraları görsün?!"
-"JÜPİTER DÜNYA'DAN KAÇ MİLYON IŞIK UZAKLIKTA BİLİYOR MUSUN SEN?!", diye gürlüyor.
Yutkunup susuyorum hemen. Bravo bana! Adamı gerçekten çıldırtmayı başardım. Hele böylesine sakin, sessiz, sinirleri alınmış bir adamı...
Nereden fark ediyorum? Şakaklarındaki damarlar oynamaya başladı da ordan....
-"Sakin ol hayatım, tamam, geçicek, az kaldı..." diye başını okşuyorum. Dayanamayıp gülüyor tabii. Gülmeyip ne yapacak?
-"Anlaşıldı güzelim. Sen hala akıllanmamışsın."
-"Ayol, akıl herkezde var, marifet deli olabilmekte..."
Çevredeki masalara göz gezdirirken, başka bir masanın hesabını alan garsona el işareti yapıp;
-"Usta, bize iki çay daha versene?" diye sesleniyorum.
Bizimki o esnada sorgu amiri tavrıyla, ellerini göğsüne kavuşturmuş;
-"Söyle bakalım ne derdin var senin? Yoksa Jüpiter'e gidecek kadar uçmaz, bardaklardan batari yapmazdın?", diyor. Ona çaktırmadan bir 'oh' çekiyorum. Eski haline döndü nihayet. Anneannemin bir lafı vardır 'döndün deli, dön geri' derdi bana. E ne yapsın, haklı adam.
-"Ağbi, bi derdim yok çok şükür." diye dudak büküyorum. "Bunları ben söylemiyorum aslında. Jüpiter'e gitme fikri de iç sesimindi. Ha, kabul ediyorum, bardak batari olayı benim. Çok sardım son günlerde, her gece yapıyorum."
-"Niye?"
-"Benim şu iç sesim var ya, işte onu duymamak için."
-"Ne diyor ki senin şu iç sesin?"
-"Kafayı yemiş! Özellikle gecelerime saldırıyor. Tam yastığa başımı koyuyorum, uyuyacağım. Küt geliyor! Nasıl geveze anlatamam. Hiç susmuyor. Konuştuğu konular ele avuca gelse, hani mantıklı olsa içim gam yemeyecek. 'Konuşsun kerata, faydası olur, zararı dokunmaz' diyeceğim. Ama yok! Nerdee? Bıdı bıdı bıdı.... Abuk sabuk mevzuular. Bütün gece teyyare pervanesi gibi fırıl fırıl dönüyorum yatakta.
Kalkıyorum, camı açıyorum, yıldızları sayıyorum -ki en sevdiğim iştir gece yıldız saymak bilirsin. Nafile, fayda etmiyor. Dönüyorum, tekrar yatıyorum. Ona masallar anlatıyorum. Kafamdan yeni masallar uyduruyorum. En heyecanlı yerinde ya da tam uyumak üzereyken, pattadanak sözümü kesip, başlıyor konuşmaya. 'ya sabır' çekip yatağın ortasında bağdaş kurup oturuyorum. Meditasyona hazırlıyorum kendimi. Rahat durur mu? Bu kez de gülme kriziyle geliyor. 'Ayıp ama...' diye çıkışıyorum. Daha o anda gitti bizim zor bela sağladığımız konsantre. Saate bakıyorum üç... sonra dört... sabaha karşı konuşmaktan yorgun düşüyor da sızıyor. Bende bir-iki saat uyuyabiliyorum işte.

Durum böyleyken, bende onun kafa ütüleyen sesini duymamak için böyle bir yöntem geliştirdim. Değişik ebat, şekil ve ölçülerde ince, kalın, kristal evde ne kadar cam bardak, kadeh varsa hepsini salonun ortasına yere diziyorum. Başlıyorum çalmaya.. O değil, ben tamamiyle yoruluncaya kadar..."

-"Yahu ne gerek var? Müzik açıp dinle, aynı şey!"
-"Olur mu ağbicim aynı şey? Benim iç sesimi tanımıyorsun sen? Ona hard rock dinletiyorum bana mısın demiyor. Düşünsene, gecenin ikisi, komşular rahatsız olmasın diye takıyorum kulaklığı, açıyorum son ses müziği... ne yapıp edip geliyor! 'hay çenen tutulsun!' diyorum da, kime söylüyorum? Çenesi olsa, çift taraflı koli bandıyla mühürleyeceğim."
-"Güzelim, bu böyle olmaz. Profösyonel destek alman lazım. Takmışsındır kafana bir şeyler, kilitlenmişsindir. Çıkmaya çalıştıkça debelenip duruyorsun böyle kendi kendine."
-"Yok be Kan-ka, inan öyle değil. Takık falan diiiliim hiç bi şeye.", diyorum. Başımı sağımdaki boydan boya cam tarafına çevirip, oradan gökyüzüne ulaşarak yarınki hava koşulunu tahmin etmeye çalışarak, en üzgün masum sesimle;
-"Hem bakma, yoruldum artık. Belki de bütün bunlar yorgunluk ve yaşlılık belirtileridir. Yaşlandım ben kan-ka", diyor, akabinde ellerimi ona doğru uzatıp titretiyorum;
-"Hale bak! Bunlar yaşlılıktan titriyor.",diyorum ağlamaklı.
-"Belli, belli..." diye inanmaz nazarlarla gülüyor.
-"Neyse, boş ver beni, sen anlat. Nasıl gidiyor hayat? Gördün benimkini, küflenmiş ekmek kadar bayat!... Amma kafiyeli oldu haaa!".... derken ben, ikimiz de bir anda gerçekten gülme krizine girip, kopuyoruz. Hem de öyle böyle değil. Katıla katıla, karnımızı tuta tuta...
Bu arada yan masalar da; "alıştı artık alıştı...."

Gülme krizi iğrenç bir şeydir. O an için bütün dengenizi bozar. Yer, mekân tanımaz. Peş peşe, anlamsız, her ayrıntıya gülecek bir şeyler bulursunuz. Aynı olayı başka zaman ve koşullarda, başka bir arkadaşınıza "Ya biliyor musun, geçen gün çok komik bir olay oldu", diye anlatmaya kalksanız; geçmiş zaman kip'ine takılmaya çalışsanız da, an'ın kozmikliğini yakalayamadığınız için ne sizde ne de karşınızdakinde olay aynı etkiyi yaratmaz.

Biz de tam böyleydik.

Ahlayıp, uflamalarla on dakikaya yayılan bir süre gözlerimizden yaş gelene, karın kaslarımız ağrıyana dek gülüyoruz... Nefes almakta zorlanarak konuşmaya çalışıyorum;
-"Psikolojide buna "sinir boşalması" diyorlar, biliyor muydun?" der demez, daha beter bir atak karşılıyor bizi. Dayak yiyip kovulmadan, çayların parasını güç bela ödeyip, kendimizi sokağa dar atıyoruz...
-"Ay aman offf! Ay! Az kaldı bayılacaktım" diyorum, kahvenin kapısındaki kaldırıma oturarak. Normal normal konuşursak nöbet biter umuduyla.
-"Kaçıksın kızım sen! Yanında bir saat durmaya gelmiyor.", aynı şekilde karnını tutup yanıma çökerek.
-"Valla benim suçum yok! Bu saçmalıkları bana yaptıran hep iç sesim" diyorum. Neyse ki temiz hava ciğerlerimize ve gülmekten ağrımış karınlarımıza iyi geliyor da eski modumuza dönüyoruz.
Trafiğe kapalı geniş caddede, buluştuğumuzdan beri ilk defa sessizce kol kola yürümeye başlıyoruz.
-"Bu gece içmeye gidelim." diyor, neden sonra.
-"Olur gidelim. Dans da edelim ama..."
-"Tamam, sen dans edersin, ben içkimi içerim..."
-"Tıpkı eski günlerdeki gibi.." diye gülüp koluna sarılıyor, başımı omzuna yaslıyorum.
-"Hani yorulmuştun sen?"
-"Canım, o kadar da değil. Cami yıkılsa da mihrap yerinde korkma..."
-"Hem belki..." diye devam ediyorum. "Sen geldin ya şimdi, susar benim şu içimdeki devreleri karışmış zilli..." tekrar kıkırdıyoruz.

Çok değil, bir kaç gün kaldı. Fırsat buldukça görüştük. Bol bol konuştuk, güldük. Jana'yla düğün fotoğraflarını gösterdi. Düğün CD'lerini izledik beraber. Onun adına çok ama çok mutlu oldum. Sevgili karısından bahsederken, çekik gözleri ışıl ışıl yanıyordu. Aşk, bir adamı bu kadar mı değiştirir? (Demek ki âşık bir erkeğin gözlerinin içine bakmak gerekiyor. Eğer böyle pırıltılarla ateş böceği misali yanıp sönüyorsa tamam demektir (usulca iç sesime bu ayrıntıyı not almasını salık veriyorum) ). Yaz'a Türkiye'de de düğün yapacaklarmış. Onun için havaalanında onu uğurlarken ağlamadım bu kez. Nasılsa yakında gelecekti...
Hey gidi Kan-ka! Her gelişinde başka bir arıza çıkaran ben, gene yapacağımı yapmıştım. Bu sefer de ayarı bozulmuş "iç sesim" i onarıp öyle gitti. Gerçi arada su kaynattığı oluyorsa da, eskisi kadar değil.
Bu gece, aklıma gelen bu anıyla en sevdiğim gökyüzüne çevirdim başımı. Venüs'ü seyre daldım, dudağımda yarım bir tebessüm... Gecenin karanlığında yanıp sönen kırmızı sarı ışıklarıyla görme noktamdan geçen uçağa el salladım. Moskova'yla aramızdaki saat farkını düşündüm. Tam bir saatti.
Dostluk böyle bir şey işte.... Mesafe/zaman tanımaz... Ya da biz ikimiz... acayip dostuz...

-"Aaa! Yıldız kaydı! Sence o gerçekten kayan bir yıldız mı, yoksa göktaşı mı?"
-"Şiişşşt! Sus bakayım! Başlama yine..."

Elif Eser
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              13 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


ÇÖL SAKİNLERİNE MEKTUP

"Kendimden kendimi çalıyorum, kendimle, kendimle kendimi
Yaşasın mahşere dek bu kısır olmayan döngü
Yaşasın Veli`fendiler'de mahşerin o dokuz doğuran süvarisi
Benden önce de vardı, benden sonra da tufan
Yaşamak ölünmez ki yaşamayı yaşamaklan"
(Can Yücel)


Bir bıçak yarası gibi derin ve ihtişamlıydı son sözünüz... Gizlenmiş bütün sırları açığa dökmek niyetiyle gelmiştiniz bana... Ben son bir tek kelimeye hazırlanırken, ölümün fırsatını kollayan intihar mağdurları gibi atı verdiniz kendinizi derin cümlelerin üzerinden... Zorluklarını tarif etmek mümkündü,kabullenilmesi asla...Ezilmemek için siper edip anlıma elimi, sımsıkı kaçındım kelimelerinizin süratinden. Hangi gün karar vermiştiniz yüreğimi kundaklamaya, hangi söze aldanmıştınız, hangisine kanmıştınız... Katille kurban arasındaki birkaç saniyelik telaş gibi aniceydi... Ne ağırdı...
Altından kalkamamıştım

Nasıl başlıyordu ayrılıkların sitemi?
Nasıl susturabilir insan bir tek kelimeyle,bütün bedeni?
Nasıl müsaade edilir utançla sarılmış insan suretlerine?
Ve nasıl bitmeliydi kahramanının eksik olduğu öyküler...?

Gözleriniz nemliydi, birazda hüzünlü... Asık suratlı yüzlerlerinizle linç ediyordunuz bütün sevdaları, sakınılması korkunç,sakınılması ilticalara, sakınılması intiharlara,sakınılması sürgünlere yol açan bir yalnızlıkla çalınmıştı kapım... Kırılıverseydi de ellerim tutamasaydım ellerinden siyahlara bürünmüş bir gecenin... Lügatım da klişeleşmemiş yeni ürettiğim küfürlerim ve zihniyeti kör bir aşığın kucağında sarılmış sorumsuzca sıkılan gençlikti ömrüm... Hangi bardakla içmeliydim sonsuzluğun vazgeçilmez hazzını hangi hayat yeterdi bana ayrılığı anlatmaya ve hangi bir yosmanın iniltilerinde anılmalıydım bir otel sabahında... Parmak uçlarımda gezerken korkak korkak, uçurum oluverirde karşımda aniden aşk... Karnımda açlığın ceplerimde sefaletin kokusuyla beklerken ayakta, bir şarkının son nakaratları oluyordum eski bir tarih kitabında... Savaşlarım vardı birazda gözden kaçmış yalanlarım,aldanmak isterken birilerine,atmalıyım diyorum kendimi hiç tereddüt etmeden Ankara havasını soluyan bir kadının düşlerine... Sınırlarımda mülteci yolcularım vardı,sanki ölümü kucaklamaya hazır soluklarım ve ardı arkası kesilmek bilmeyen, sevdalarım...

Hangi kentin sokakları barındırır?
Hangi yüzler tıpatıp andırır?
Hangi ümitler işkenceyi uzatır?
Hangi kitabın dipnotlarında yazılı?

Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmesi,kabullenemeyişlerim doldururken günlerimi siliyorum arda kalan bütün resimleri... Yolcularım bir bir uyur bırakıp bu dünyayı giderler. Yedeğimdeki sevdalar uyanır kavga aşk olur bana,bir ezgi çalınır sazın ucu gökyüzünü kanatır durur şimdi...Bir bulut çıkagelir şekilli haliyle hüzünlerini yağdırır durur utanmadan üzerime...Belki soysuz geliş ve gidişlerine kabul gösterildim öykülerinde insanların,belki de yaşamak adı altında gereksiz idamları onayladım yüreğimle...Diz boyu hasretleri çekiştirdim durdum, kimi zaman hünerli kimi zaman kederli oldum. Hatta kıskandığım bile oldu adı bitmez diye başlayan sevgilileri.Kendimi dövdüğüm oldu kimi zaman dövüldüğüm de,hatta bir bakış yüzünden sürgüne gönderildiğim de..Çılgınlıklara da tanık oldum kimi zaman,afacan çocukların yaramazlığında... Hani kocaman bir silgim olsa da silebilsem diyorum yapmacık hayatları, silebilsem adını andıkça hüzne boğan kadınları...Kaçınılması imkansız bir yoldan ilerleyip dururken,her yol ayrımında gelen farklılıklardan tat alan dilsizi oynuyorum şimdi.. Kelimelerim boğulmaya başladıkça ben ölüyorum,ben öldükçe kelimelerim çırpınıyor..Ölmek arzusu doğar işte bazen,atılmak ister insan sıcaklığı arşa yetişen ateşlere,hani bir mucize olacakta bütün kutsal kitaplar bu mucizeyi anlatacak,insanlar ve cinler kavmine...Ancak yaşamak o kadar tuhaflığıyla sarar ki ne dünyaca ünlü matematikçiler hesaplayabilir bu işlemi ne de filozoflar çıkabilir işin içinden, kaybolup gidersin kendi karanlığında,mum ışığına hasret geçmişinden....

İkinci yanlarımıza gelince,onlar hep vardır hiç yok olmadılar hatta bazen varlıkta yokluğu yaşattılar... Bütün benliğimizi sararken kendileri... Umulmadık anda yılan sokması gibidir terk edişleri...Onlar ki zifiri karanlıkta ışık,gözle görünmez birer aşık ve sevişmelerimizde tek tanık,onlar ki; bir aşkın birinci vasıfları... En mühim yerlerinden tutarlar sevdayı,bazen hızlandırırlar bazen kımıldatmazlar ,"SUS"derse susturan "KES" derse kestirenlerdir. Onlar ki en iyi kovboylara taş çıkartmış birer eğer ustası, kişiliklerimizdir...

İşte benim yalnızlıklarımın sakinleri pek övünmedim hayatımla pek sarmadı beni, yapmacık oyuncakları andırıp durdu her zaman... Hatta hiç unutmam delice çocuştuğum anlarım bile oldu ki; özlemiyorum da değil...Bir evin soğuk balkonundan sıcak ve yakıcı nefesimle yazıyorum sizlere ve sanırım düşlerim tükenmek üzere...Bir şeyleri sevmekle başlayabilir her şey,sevmekle bitecek diye kaide yoktur hiçbir zaman... Savaş alanlarında mayına basma tehlikesi mevcut askeri oynamak gibidir hayat...Dikkatli adımlar atabilmek cesaret ve acı ister.Acıya sahip olmak için ise cesaret... Sevmeye cesaretiniz varsa acılar kendiliğinden gelir zaten... Umutsuzluğu ihraç eden birçok ülkenin herhangi bir şehrinde bıraktım her şeyi... Tetiğini çoktan çektim.. İyi ve güzel olan safdillerden bihabersiniz.. Hayati vurgularınız tükenmekte..Gazete manşetlerinde aristokrat bir ferman olurken ölüm ilanınız.. Uğultular, çığlıklar ve haykırışlar eşliğinde uğurladığımdır sevdalarım...

Gölgelere çekilme zamanıdır şimdi,
Işıkların ne berisi nede gerisi var artık...

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Neriman

Yeni bir öykü yazmak için oturdum masaya, bu seferki farklı bir tür olacak. Kolay diyorum içimden, bu iş kolay. Tereyağından kıl çeker gibi. Bütün mesele pusuyu iyi kurmak. Köşede karanlıkta beklerim adamı, o dakka indiririm yere onu. Utanıyorum kendimden neler düşünüyorum ben böyle diye. Halbuki komşumuzun kızı değil mi o, hani bir zamanlar birde hep abla derdim ben ona. Ne bileyim bu türde yazmak kolay gibi geliyor bana. Uydururuz bir şeyler işte, zaten öykü dediğimiz şey aslında biraz uydurmaca değil mi?... Uydurmaca?.. Uyduracağız da ne uyduracağız anneme?... anlar şimdi bizim o boklu derede yeniden yüzdüğümüzü. Çok sıcaktı hava çok, dayanılır mı bu havada, topun peşinde öylece koşturup terli terli durmak? Adam epeydir bu mahallede görünüyor, kahvehaneye takılıyor. Nefret ediyorum bu kahvehanenin pişpirikçi takımından. Adamın niyeti belli işte. Merhaba Neriman diyorum, abla çıkacaktı ağzımdan, zor tuttum kendimi. Gülümsedi, ağzında da o hep bildik çikleti. Acale etmez sakızı çiğnerken. “Lan set yapalım lan lan”... avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Derenin önüne taşlarda set yapıp havuz niyetine gireceğiz dereye. Donlarımızı bile çıkarıyoruz, kim uğraşacak şimdi onları kurutmak için. Adam kahvehaneden çıkıyor, bakkala giriyor bir sigara istiyor. Bak sen diyorum... filtreli içiyor bir de aslanım. Bitmez bu öykü biliyorum. Gecenin bir yarısında asılı kaldık karanlığın orta yerine işte. Hani, o bildik aşk öykülerinden olsa kolay. Kız bana bakar, ben kıza gerisi... Bakkaldaki hep açık olan radyodan türkü sesi yükseliyor “Şinanay yavrum şinanay nay.” Adamın bir de ağır ağır sigarayı paketten çıkarıp içmesi yok mu?... o ara karşıdaki balkona da bakıyor hissediyorum bunu. Neriman’la bahçede birlikte oyun oynardık. Onun her zaman mavi bir örtüsü olurdu yanında, yere serer, üzerine otururduk. Elindeki bebeğin saçlarını tarardı. Benle onu kardeş yapar, o da annemiz olurdu bizim.

Manocu Rasim’in en sevdiği iştir el altından kumar oynatıp kahvede milletten manoyu toplamak. Bir o zarar etmez bu kumar işinden. Bir de bu yeni gelen herifçioğlu etmiyor. Arkadaşlar haber verdi, annem arıyormuş beni, işte bu çok kötü oldu diyorum kendime. Annem beni sokakta aradı mı çok kötü. Penceremden dışarı bakıyorum kar yağıyor. Halbuki, çiçeğe durmuştu kayısılar. Yazık diyorum içimden, bu sene çağlalar olmaz. Bari eriklere bir şey olmasa. Çocuk aklımız işte, hangi bahçelere dalacağımızın hesabını yapıyoruz arkadaşlarla oturmuş kaldırımın üzerinde. Ulan Arap... ulan Arap... bir senin prostattan gidişini içime sindiremiyorum iyi mi?. Adamı dikizliyorum, bulmuş bizim pekmez akıllıları, pişti de bile hile yapıyor. O kadar ciddi ki... bir de ona ayrıca ciddi hava veren bıyıkları yok mu?. Gören adamı delikanlılık timsali sanır. Yavaş hareketlerle kağıtları elinde topluyor, oyunla ilişkisi yokmuş gibi davranıyor ibne... “İbneyim anne dereye girdiysem” dememle, yer gök bir oldu, karanlık bir boşlukta uçuyordum, sağımdan solumdan da bir sürü yıldız geçiyor sanki. “Çek oğlum bir nefes daha” “Ne biçim sigara bu abi” diyebildim uçarken. Ortaya konan her paranın yüzde onu Rasim’in böylece ortaya koydukları para her seferinde azalıyor haberleri yok kerkenezlerin. Taktım ben bu herife. Akşamda, yanıkta ayni numaraları yapıyormuş. Kararım sabit: kumarbaz bu herif. Öykü garip hal almaya başladı, kontrolümden çıkıyor artık. İkinci gecem bu, kar hala devam ediyor yağmaya. Sesi titriyordu emekli hocamın, bir köfteci arabası var, akşamları akşamcılara köfte satarak geçiniyor. “Hadi Neriman gel oynayalım, bak kimsede yok, en iyisi ben doktor olayım” diyorum. “Hayır olmaz, doktor olma, hem... bir gören olur sonra” Eziliyor içim, bir daha benle oyun oynar mı acaba?.

İhtiyar hocam o akşam yanıma geldi elleri titriyordu adamın. “Bu yeni gelen adam oğlum” diyor, “Beni sıkıştırıp duruyor, seni korurum diyor, sana kimse bir şey yapamaz diyor, önceleri benden parasını vermeden köfte ekmek yiyordu şimdi para da istemeye başladı.” Hay Allah üçüncü gün bu gün kar yağıyor hala, kayısı ağaçlarının çiçekleri karardı. Gitti.. güzelim meyveler... Nisan ayında hem de!... öykü yavaş ilerliyor. Ne yapayım böyle olsun o da. Neriman balkonda, bayılıyordum onun otururken bacaklarını sallamasına, şimdilerde ise hastayım bu işe. Adam sokağa çıktığında daha bir hızlı mı sallıyor ne?. O gün bakkala uğradım Bafra sigarası almak için en sevdiğim yanı paketi, yirmi yuvarlak sigara yazar paketinin kenarında bir de o jelatini. Rakıdan bir yudum aldım. Boş ver dedim kendime nasıl olsa bahar da gelir yazda, günler böyle geçecek işte.

Bakkal da sızlandı bugün, hayret! herifçi oğlu bunu da haraca bağlamış “eve” diye nevale topluyormuş, bir de gülerek ayrılıyormuş oradan. Sakın! dedim içimden, yok canım! Olur mu öyle şey? Haninin Neriman’ı o?... Hay Allah iyiliğimi versin nereden çıkardım bu öykü işini anlamadım ki?... böylesiyle de ilk defa karşılaşıyorum. Biten sigarasını, öylece kendi halinde yatan yakında da yavrulayacak olan bizim sarı kıza savurdu. Can havliyle fırladı hayvancağız. “Le havle” dedim kendi kendime... Annemden özür dilemezsem babama söyler bilirim. O da, hiç konuşmaz, Ah! bir konuşsa halbuki... sadece tek bir tokat atardı enseme, hiç ama hiç acımazdı ki...

Seninki mahalleli esnafından ziftleniyor ya... birkaç ucube de yanında adam niyetine gezip kalabalık oluşturuyor. Böyle olunca da millet daha bir korkuyor. Ulan!...Millet millet değil ki ... Bizim mahallenin delikanlıları yanımda dolaşıyor... “Abi” diyorlar, “Bu adam” diyorlar.. “can yakıyor” diyorlar. Ses çıkaramadım o gün, Neriman elleriyle gözlerimi kapamış: “Bil bakalım ben kimim?” diye soruyor. Pencereyi açtım, karlı hava kokusu ciğerlerime kadar doldu bir an. Köşede bekledim herifi o günde gelmeyeceği tuttu işte. Geceleri bu yok oluşlar, olmasın! sakın olmasın bu iş, yoksa içim kan ağlar. Rakıdan yavaşça bir yudum daha aldım. Pencereden başımı dışarı uzattım. Öylece burnuma, yüzüme düşüverdi kar taneleri. Kalemi ısırmaktan tahtanın tadı ağzımı burdu. Babam ilk defa vurmadı bana, “Ananı dinle oğlum, tehlikeli bu yaptığın iş” dedi. Bizim oğlanlarla kaldırımın kenarında oturmuş biraları ziftleniyorduk. Koyu bir muhabbet işte.

Herifçioğlu iki gündür bize bir garip bakıyor. En kötüsü sırıtarak bakması. Kahvehanenin önünde bir ayağını sandalyeye dayamış, bıyığını düzeltiyor. Sonra babamla birlikte bakkala girdik; “Ne istersin” diye sordu: “Süt isterim baba, süt” Konuşup, konuşup gülümsüyorlar. Sarı kız işte... gitti oturan bu herife yaltaklandı. Adam buna bir tekme attı, yanındakiler, yılışık gülmeye başladılar. "Vurma oğlum köpeğe"... İp koptu, tam zamanıydı yani, halbuki Neriman’a yeni yaptığım uçurtmayı gösterecektim tam da. Ben uçurtmanın peşinden koşarken o arkamdan kıkırdıyordu. Babam süt içişimi gülümseyerek seyrediyor. Bakkal babama göz kırptı “benden” dedi. Yanındaki çömezler ayaklandı hemen. Arap yay gibi gerildi elimle dur işareti yaptım. Eve babamla birlikte girdik. Elimdeki kalem yarılanmış, farkında değilim ama epey bir zamandır onu avucumun içinde öylece döndürüyorum. Ayağa kalktım, herifçioğluyla burun buruna geldik. Hiç beklemedim, bir kafa... Kar dindi nihayet, rakıdan son yudumu da içtim. Annem soran gözlerle babama baktı, o da başını salladı gülümseyerek. Burun kemiğinin çatırdıyarak kırılma sesini duyduk. Yere boylu boyunca uzandı. Annem hala kızgın bakıyordu bana hırsı geçmemişti anlaşılan. Yanındaki çömezlerin ne yapacağı belli olmaz, insiyatif bende olsun istedim. Gözlerim kapanıyor artık, gece lambasının ışığı yordu beni. Elimle kağıtları düzelttim. Yanına doğru yürüdüm, eğildim yüzündeki kanı avuçladım, yalamaya başladım. Bitti bu iş, bu kadar dedim kendi kendime. Arap: “Götürün lan şu iti buradan” dedi. Hiç beklemiyordum birden Neriman’ın sesi ile irkildim. Elimden tutmuş; “Eşkıya mısın sen bu mahalleye ha?” diye bağırıyordu bana. Öylece duruyordum, yüzüm ağlamaklı, koştum sarıldım annemin gövdesine hıçkırıklara boğuldum birden. Kalemi attım masanın üzerine. Olmadı, dedim içimden, bu öykünün sonu böyle bitmeyecekti...

Ah ulan Neriman! Sattın beni...

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              9 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.646 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


GİDİYORDUN

ellerin küçücük,saçların siyahtı.
bakarken ardından....
bana düşen bir "ah"tı.

sarı,pembe,mor...
ne giysen yakışırdı.
bir baksan gözlerime,
içim ışırdı.

dalgın görünürdün.
neler geçerdi aklından,
kimi düşünürdün?
rüyalarında ne görürdün?
ne mutlandırır seni,neye üzülürdün?
hep aceleydi işin
yürür gibi değil gidişin,
bulut gibi süzülürdün.

ne bir selam versin dün,
ne de bir dönüp baktın.
kirpiklerim kadar yakın,
yıldızlar kadar uzaktın.

adını bir çiçekten almıştın,
beni de benden aldın.
gidiyordun ama...yüreğimde kalmıştın.

bir uzun sefer gemisinin ardındaki
köpük köpük izdin
gidiyordun...
bakakalandan habersizdin.

ellerin küçücük,saçların siyahtı.
bakarken ardından,
bana düşen bir "ah"tı.

A.Hakan YENİCE

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

Tiijen İnaltong'u okuyanlar bilir. Linkimiz kendisini tanımayanlar için http://mutfaktazen.blogspot.com/ Mutfakta Zen, Tak Koluna Sepeti, Mevsimlerle Gelen Lezzetler derken şimdi bu sayfada enişteye inat maniler de var. Altin tabakta visne / Gel yârim aska düsme / Bu askin sonu çikmaz / Nâfile dile düsme. Hem karın hem de ruh doyurmak için daha detaylı bilgi isteyenlere de http://www.geocities.com/tijeninaltong/

http://freecycle.org/ Elinizdeki fazla eşyaları ihtiyacı olan birisine verirken kendi ihtiyacınızı da bedel ödemeden karşılamak hoş bir durumdur.
İşte böylesi bir site, İstanbul grubunda 79 üyesi var. Evimizden ofisimizden bir yıl içinde attıklarımızı düşünürsek neden olmasın...

Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Anti-Spy Personal Firewall 2.0 [751 KB] Windows shareware (34.98$)
http://www.sharewarepost.com/download/antispy.exe
Epeydir güvenlik diye diye bir hal oluyoruz. Yabancı ellerin bilgisayarlarımıza değmesini önlemenin en etkili yolu bir firewall kullanmak ama piyasadaki programlar oldukça teferruatlı olduklarından bazen kurunun yanında yaşta yanabiliyor. Bu minik program açık olan portları ve kullanan programları size derhal gösterip anında önlem almanızı sağlıyor. Oldukça etkili. Güvenlik diye inleyen herkese tavsiye edilir. Önce indirip deneyin, sonra bir çaresini bulursunuz artık.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050502.asp
ISSN: 1303-8923
2 Mayıs 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com