|
|
|
5 Mayıs 2005 (05.05.05) - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yaz geliyor yaz!.. |
Merhabalar,
Bu haberi atlamışım yazıklar olsun bana. Dün sayın büyüğüm Ar(h)ınç'tan bahsederken esas tiyatroyu kaçırmışım. Amcam hafta başında "Türkçe'yi Güzel ve Özenli Kullanan Devlet Adamı" ödülü almış. Fıkra gibi değil mi? Konuşmayı ardarda dizilen şaşalı sözcüklerin iki dudak arasından akması olarak niteleyen jüri üyeleri vermiş bunu anlaşılan. Oysa kelimeleri seçen beyin ile dudak arasındaki mesafeyi itinalı kullanamayıp, aşırı sürat yapanların başına neler gelebileceğini unutmuşlar. Ettiği 3 tane lafla memleketin çivisini çıkartan bu kafa, Tayyip Bey'le beraber cumhurbaşkanlığına en yakın 2 aday. İster misiniz bu amcam o makama otursun, ardından bir toplantıda başbakana atacak Anayasa kalmadığı için cebinde taşıdığı Kur'anı fırlatsın. Aman Allah yazdıysa bozsun, Allah bizi bu lafları ettiren Ar(h)ınç dilinden korusun. Amin.
...
Bugün 05.05.05. Ne güzel değil mi? Ama bugün bir başka güzellik daha var. Baharın müjdecisi Hıdrellez kutlanıyor bugün. Havalar yarı oynak halini sürdürse de, çağla bademlerin, eriklerin tezgahlarda boy göstermesi, omuz başlarının ortaya çıkması, boğazda atım atacak yer kalmaması... hepsi, yaz geliyorrrrr diye bağırıyor, farkında mısınız? Bugün de Hıdrellez. Hani Hızır ve İlyas Peygamber'in tek buluşup kaynaşabildikleri gün. Onların buluşmalarının ötesinde, dileklerin, umutların canlandığı, gerçekleşmesi için türlü oyunların oynandığı gün bugün.
Hıdrellez'i İzmir'de tanıdım ben. İlk kez orada tanık oldum elele kolkola güle oynaya baharı karşılamaya.
Hala öylemi bilmiyorum. 30 yıl önce, İzmir'li için Hıdrellez bir şölendi, yeniden uyanıştı, eğlenceydi, umudu kucaklamaktı. Hıdrellez, akşam toplanıp okuldan kaçmaktı, Pasaportta ütü tostu yemek, Alsancak'ta faytona binmekti. Romanlarla kaynaşıp, gülmek eğlenmekti, çalmak, söylemekti. Balon patlatmak, sarhoş olup nara atmak, bira şişelerini denize atmaktı. Hıdrellez, Karşıyaka'da ateşten atlamaktı. Sevdiğinin elini tutmaktı, birlikte gül ağacına çaput bağlamak, dibine taştan ev yapmaktı. Dilek için yazılan yazıları bulup okumak, yerine başka şeyler yazmaktı. Sabaha karşı okula dönerken, bekçi Dayko'yu atlatmanın planlarını yapmak, reklam tabelalarına taş atmaktı. Keşke tekrar okuldan kaçabilsem, Hızır'dan bolluk, mutluluk, sağlık, barış dileyebilsem. Okuldan kaçmak için artık çok geç ama ben gül ağacının altına bırakacağım yazıyı da, taşları da ayarladım. Kararlıyım, bulacağım çaput bağlayacak bir gül dalı. Siz de arayın usanmadan, umutlarınızı içine sakladığınız çaputu bağlayacak bir dal bulun mutlaka. Eğer bulamazsanız üzülmeyin. Artık OnLine dilek dileme şansınız var. Merak ediyorsanız http://www.hidrellez.org adresini ziyaret edin. Umutlarınız hiç solmasın hep yemyeşil capcanlı kalsın olur mu?...
Bizden ezgilere devam ediyoruz. Mercan Dede çalıyor, Ab-ı Hayat. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
Mutlak Sözcük
1964 yılının haziran ayında, bir kadını öldürmeye teşebbüsten tutuklanan Rodney Hail, uzman doktorların raporları sonucunda akıl hastanesine kapatıldı ve oradan bir daha hiç çıkamadı. Tutuklandığı günden ölümüne kadar kimsenin bilmediği bir dil konuşan ve sürekli bir şeyler yazan Hail'e Paranoid Şizofreni teşhisi konmuştu. 1984 yılının şubat ayında, hastane odasında bileklerini keserek intihar eden Hail, geçen yirmi yıl içinde ilk kez ana dilinde bir cümle yazmıştı ve bu onun intihar mektubuydu.
Sorry my love. I couldn't find A.W.
Hail'in evinden bulunup yargı aşamasında kullanılmak üzere delil olarak el konulmuş binlerce sayfa karalama, ölümünün ardından, akıl hastanesi başhekiminin kardeşi, edebiyat profesörü Jeffrey Snow tarafından incelemeye alındı. Hail'in hastanede kaldığı yirmi yıl içinde yazdıkları da incelenmesi gereken belgelere eklenmişti. Snow'un araştırdığı A.W. idi. İntihar mektubunun "Üzgünüm aşkım" sözüyle başlamış olması ilk etapta kısaltmanın, Hail'in sevgilisi Agnes Wind'in isminin baş harfleri olduğunu düşündürmüştü; ancak bu doğru değildi.
Snow'un incelediği belgelerin arasında İngilizce şiirler yazılı, 1957, '58, '59 ve '60 yıllarına ait dört adet ajanda ve bilinen tüm dünya dillerine ait en geniş kapsamlı sözlükler vardı. Ajandalardaki şiirler, Hail'in öldürmeye teşebbüs ettiği sevgilisi Agnes Wind'e ithaf edilmişti. Son şiirin tarihi olan 18 Kasım 1960'dan sonra yazılanlarda İngilizce sözcüğe rastlanamıyordu. Bu tarihten sonraki karalamaların tümünde A.W. kısaltması başlık olarak kullanılmıştı. Elle yazılmış ve tamamı dolu sayfaların kalanında Latin alfabesiyle oluşturulmuş milyonlarca sözcük görülüyordu ve hiçbirinin bilinen bir anlamı yoktu. Profesör Snow, Hail'in hastanede yattığı 20 yıl boyunca elinden düşürmediği sözlüklerden, bu kelimelerin sadece İngilizce'de değil, dünya dillerinin hiçbirinde de varolmadığını ve hepsinin Hail tarafından uydurulduğunu anlamıştı. Anlamı olan sözcüklerin ise üzeri sonradan (Sonradan olduğu kullanılan kalemlerin değişikliğinden anlaşılıyordu) karalanmıştı. Profesör, araştırmasının beşinci ayında, başlık olarak A.W. kısaltması yerine Absolute Word sözünün kullanıldığı sayfayı gördüğünde Hail'in neyi aradığını anlayabilmişti. Mutlak sözcük'tü aranan. İncelemesinin sonunda yaklaşık altıyüzbin sayfanın içinde, İngilizce yazılmış olan, daha doğrusu herhangi bir dilde bir anlamı olan, sadece o tek sayfadaki tek başlık "Absolute Word" idi.
Profesör Snow'un araştırmasına son noktayı ekibindeki iletişim uzmanı Davit Rain koydu. Binlerce yıldır insanların edebiyat alanında çırpınıp durmaları, hissedilenleri ifade çabasıydı. Rodney Hail bilinen dillerin, geçen binyıllar boyunca bu çırpınışta yetersiz kaldığını anlamıştı. Gelmiş geçmiş tüm edebiyatçılar nice şaheserler yaratmış, ancak hissettiklerini tam olarak yansıtamamışlar veya başarsalar bile gerekli geri beslemeyi alamadıklarından başarısız olduklarını düşünmüşlerdi. Bu nedenle Hail, aşkı anlatabilecek bir "Mutlak Sözcük" olduğuna inanıyordu. O yürek çırpıntısını, iç burkulmasını, ağlamaklılığı, birebir ve aynen sevgilide yaratabilecek bir sözcük olmalıydı. Anlamını açıklamaya gerek kalmaksızın, duyan kişide aşkı yaratabilecek bir sözcük. Tanrı'nın yüzüncü adı gibi, aşkın tek sözü... İletişim mantığına aykırı olan ve daha çok büyü sayılabilecek bu çaba, Hail'in akıl sağlığına ve hayatına mâl olmuştu.
Başlangıçta bir melankoli ile gelen bu çılgınlığın, Hail'in, Agnes Wind'e duyduğu aşktan kaynaklandığını anlayan Profesör Snow, araştırmalarının sonucunu bir mektupla bayan Wind'e bildirdi. Tamamı resmi ve bilimsel bir İngilizce ile yazılmış olan o buz gibi mektup nihayetinde aşkı sevgiliye anlatabilmişti ama; ardına kaybedilmiş bir hayatı alarak.
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan Ödemişlilerin Koca Doktoru Örnek İnsan Mustafa Bengisu |
|
SUNUŞ
Sizlere, ömrünü "Ödemiş" sevdasıyla geçirmiş; Ödemiş'in çağdaşlamasına ilk harcı koymuş, tüm Ödemişlilerin "Koca Doktor"u ünvanını almış, Dr. Mustafa Bengisu'nun yaşamından bazı kesitler sunmaya çalışacağım.
Bu yazıyı hazırlamama bilgi ve belgeleriyle destek olan, saygıdeğer insan Av. Kaya Bengisu'dan da kısaca söz etmeliyim. Koca Doktor'a ilişkin kaynak araştırması yaparken, aklıma TBMM'de uzun yıllar İzmir Milletvekili olarak görev yapan Av. Bengisu geldi. Kendisi kışın İzmir'de yaz mevsimi de Gölcük'te oturuyordu. Niyetimi telefonda anlattığımda, sevindi ve yardım sözü verdi. Söylediği günde büroya bir tomar fotoğraf ve orijinal belgelerle gelmişti. O gün, ilk kez Atatürk'ün orijinal imzasını, ilk T.B.M.M. üyelik belgesinde görmüş ve heyecanlanmıştım. Onun için büyük değer ve anlam taşıyan belgeleri hiç tereddütsüz bana emanet etmesi büyük bir incelikti. Bu durum, gururumu da okşadı. Ancak belgelerin selameti açısından bir an önce yazıyı kaleme almalıydım. O hızla, gece kesintisiz yazıyı yazdım. Ertesi gün, tekrar ziyaretime geldiğinde, onun da benim gibi heyecan ve merak içinde olduğunu anlamıştım. Yazı taslağını yüksek sesle okuyordum. Çanakkale bölümüne geldiğimde bir anda ikimizin de gözleri buğulandı. Kendimizi tutamayarak, ağlamaya başladık.
Böylesine duygusal yoğunluklar yaşatan bir yazıyı kaleme almamdan ötürü büyük bir keyif aldığını ifade etme nezaketi gösterdiler. Sevgiyle birbirimizden ayrılırken, ikimizin de mutluluğuna diyecek yoktu, doğrusu. Yaşadığım o gün, hiç unutamayacağım anılar arasına çoktan girmişti.
İlk olarak Ödemiş EFE dergisinde yayımlanan bu yazı, daha sonraki yıllarda Av. Kaya Bengisu'nun geniş bir arşiv çalışmasıyla "Koca Doktor" olarak kitaplaştırıldı.
Efsane insan Mustafa Bengisu'yu bu kez sanal dünyanın ilgisine sunmayı, Ona olan kesintisiz hayranlığım, bir kente sevdalı insanın masal gibi yaşadığı hayatına ödenemeyecek olan borç ve asil bir görev kabul ederek yayımlıyorum.
SIĞIRTMAÇ MUSTAFA
Yıl 1880. Yaşlı Osmanlı İmparatorluğunun II. Abdülhamit'li yılları. Ödemiş, küçük bir Anadolu kasabası. Mursallı köyünden Kasap Koca Ali'nin ikinci eşi Havva'dan o yıl Ödemiş'teki mütevazi yer evinde güneşli bir sabah vakti 10. çocuğu dünyaya gelir. Adını Mustafa koyarlar, aile büyükleri. Mustafa yedi sekiz yaşlarında, her Anadolu çocuğu gibi babasının sığırlarını güder. Ancak içinde öylesine güçlü bir okuma isteği vardır ki, ne pahasına olursa olsun okuyacaktır. Ağabeyi Hafız Süleyman Efendiye günlerce yalvarır. Sonunda onun yardım ve desteği ile ilk öğrenimini Ödemiş Rüştiyesinde tamamlar. Ardından Lise ve Askeri Tıbbiyeyi bitirerek peşisıra Göz-Kulak-Boğaz ve Burun dallarında ihtisasını tamamlar. Kur'ada İstanbul'u çektiği halde Ödemiş sevgisi ağır basınca, Ödemiş Redif Taburunun askeri doktoru ile becayiş yaparak Ödemiş'te göreve başlar. Fakat üç ay sonra Redif Taburu Yemen'e savaşa gönderilince, o da, vatan görevi diyerek, Ödemiş'e doyamadan Yemen çöllerine savaşa gider.
Yemen görevinin ardından Şam'a gönderilen Doktor, burada Mustafa Kemal'le tanışır ve onun kurduğu "Vatan ve Hürriyet" cemiyetine katılır.
Mustafa Kemal'le bu kez Trablusgarp'a, oradan da Bingazi'ye geçen Doktorumuz, böylece aynı kaderi paylaştığı Mustafa Kemal'in hem en yakın arkadaşı, sırdaşı ve hem de doktoru olur. O yıllarda Dr. Mustafa Şevket olarak tanınan Bengisu; Şevket adını Askeri Lisede onu çok seven öğretmeni vermiştir.
ÇANAKKALE'DE DOKTOR MUSTAFA ŞEVKET
Çanakkale'nin geçilmezliğini yaratan destansı Türk ordusunun kahraman 19. Fırkası Mustafa Kemal'in komutasındadır. Fırkanın doktoru da Dr. Mustafa Şevket'tir. Doktor savaşla ilgili bir anısını şöyle anlatır: "Cihan harbinde, Çanakkale'de, siperler arasındaki sargı yerinden gelirken bindiğim atın başını bir top mermisi uçurmuştu. Başka bir sefer de, gene Çanakkale'de atımın arka ayakları İngiliz tayyaresinden atılan bir bombayla parçalanmıştı."
Bunları okuyunca, gözlerim buğulanıyor, aklıma ister istemez bu onurlu mücadelede şehit düşen sevgili Arif dedem ve onun gibi binlerce şehidimiz geliyor. O kahramanlar ki, tüm dünyaya "Çanakkale geçilmez" dedirtebilmiştir. Koca Doktorun fotoğrafındaki sert bakışlarında vatan ve özgürlük aşkını görmemek ne mümkün!
DOKTORUMUZ NİHAYET EVLENİYOR
Çanakkale savaşlarının ardından, bu kez Kudüs cephesine yollanan Doktor Mustafa Bey, binbaşı rütbesiyle Tarsus 23. Fırkaya Baştabib olarak atanır. Tarsus'a giderken aldığı izin sırasında dört yıldır nişanlı olduğu Abdüllatif beyin kızı Suat hanımla evlenir. Eşiyle birlikte Tarsus'a gider. 1918 yılının sonlarına doğru Ödemiş özlemine dayanamayınca, çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa ederek, serbest tabip olarak Ödemiş'e döner.
MİLLİ MÜCADELE YILLARI
Yunanlıların, İngiltere'nin himaye ve desteği ile 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal etmesi bütün yurtta olduğu gibi Ödemiş'te de büyük bir infiale yol açmış; direniş için örgütlenme çalışmalarına girişilir. Vatansever birçok Ödemişli gibi Dr. Mustafa Bey de bu çalışmalara katılır. İlkkurşun savaşında bir sahra hastanesi kurarak, cephe gerisinde önemli hizmetleri başarmıştır. Ancak Yunanlıların 1 Haziran'da Ödemiş'i işgali üzerine Milli Mücadele saflarına katılmak üzere Alaşehir'e gider. Burada yeniden görev istemesi üzerine, Alaşehir Gureba hastanesine baştabip olarak atanır.
Buradaki görevi sırasında Mustafa Kemal tarafından ilk Türkiye Büyük Millet Meclisine İzmir temsilcisi seçilmiştir. Ankara'da Mustafa Kemal'le görüştükten sonra onun emri ile Rodos adasına gizli bir görevle gider. O, bu adada güya doktorluk yapan biridir; gerçekte, Milli Mücadele için İtalyanlardan Anadolu'ya gönderilmek üzere silah temin etmektedir. Bu gizli görevi 9 Eylül 1922'de Yunanlıların İzmir'de denize dökülüşüne dek sürer.
ŞEHİRCİ, POLİTİKACI KOCA DOKTOR
Ordunun İzmir'e girmesinin ardından İzmir'de Mustafa Kemal'le buluşan Doktor gizli görevinin anlaşılmaması için T.B.M.M. üyeliğinden istifa ettiğini bildiren bir dilekçe verir. Böylece savaş süresince Meclise niçin devam etmediği konusu kapanır. Gene bu görüşme sırasında Mustafa Kemal'den aldığı talimatla Ödemiş'e gelerek Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin şubesini kurar.
Politik görevine bu şekilde devam eden Doktor, hekimlik görevini de aksatmamaya çalışır. Çünkü, hekimlik en sevdiği işti. İşini severek yapan başarılı insanlar gibi o da, kısa zamanda halkın sevgisini kazanır. Kadirşinas Ödemişliler Onu KOCA DOKTOR ünvanıyla onurlandırır.
Ödemiş sevgisi, Onu aynı zamanda ŞEHİRCİLİK UZMANI da yapar. Bu kez arkadaşlarının ısrarıyla 1927'de Belediye Başkanı seçilir. Onun bu Ödemiş sevgisini yakın arkadaşı Halil Dural bakın nasıl anlatıyor: "Doktor Mustafa, Ödemiş'in ideal bir şahsiyetiydi. Ödemiş Leyla ise O Mecnun'du. Biz Ödemişliler hiç şüphemiz yok ki, Ödemiş'i canımız gibi severiz. Fakat Ondaki bu sevgi ve muhabbet bizim sevgilerimizin ötesinde, kat kat üstündeydi. Daha açıkça söyleyeyim, bu sevgi Onda ilahileşmişti.
Her nereye gitse ve her nerede bulunsa; Onun daima fikren Ödemiş'in güzelleşmesiyle meşgul olduğu görülürdü.
Bir gün yine lokantada buluşmuştuk. Yemeğin ardından sigarasını tellendirirken elinde tuttuğu kalemle sigara paketinin arkasına bir şeyler karalıyordu. Merak etmiştim. Bir sigara almak bahanesiyle paketi önünden aldım, heyecanla çevirdim. Paketin üzerinde hiç aklımdan çıkmayan şu cümle yazılıydı; 'ÖDEMİŞ KÜÇÜK PARİS OLACAK!'
O zaman Ödemiş'e daha ne su gelmiş, ne de elektrik. Bunlardan başka hiçbir ilçede misline tesadüf edilmeyen hallerimiz de yapılmamıştı. O, kendinde o derece kuvvet ve kudret görüyor; nefsine o derece itimat ediyordu ki, daha bu muazzam teşebbüslere girişmeden önce 'Işık' adı altında bir kaç arkadaşı ile Ödemiş'i aydınlatmaya çalışıyordu. Gündüzlerinden başka gecelerini de Ödemiş'in imar işlerine veriyordu. Durmak, dinlenmek fiilleri onun günlük programında yoktu."
30 TORBA ÇİMENTO, 15 KİLO ÇİVİ
Koca Doktorumuz hem Belediye Başkanlığı hem de hekimliği birlikte yürütmektedir. Bir gün yeni yapılmakta olan binanın önünde çimento, çivi hesaplarını düşünürken yanına gelen hastasını geri çevirememiş, gözlerinden rahatsız olan hastasını oracıkta muayene ederek, teşhisini koymuştur. Ceplerinden bir reçete kağıdı ararken aklı gene binaya gitmiştir. Çıkardığı kağıda bir kaç şey yazıp, hastaya uzatır. Hastası reçeteyle eczaneye gider. İlaçları hazırlamak için reçeteyi okuyan eczacı Osman İncekara kağıttta (30 torba çimento, 15 kilo çivi) yazısını görür. Hastaya:
-Bu ilaçlar bende kalmadı, git doktora söyle, başka ilaç yazsın sana, der. Bunun üzerine hasta tekrar Doktora gelerek, reçeteyi uzatır. Mustafa Bey yaptığı dalgınlığı görünce gülümser. Hastaya asıl ilaçları yazıp, eczaneye geri yollar.
ÇAĞDAŞ BELEDİYE BAŞKANI
1927 ile 1934 yılları arasında aralıksız altı yıl Belediye Başkanlığı görevini büyük başarıyla sürdüren Doktor Mustafa Bey ideali olan küçük Paris'i yaratma uğruna olağanüstü bir çabayla çalışır. O günlerde bir çok ilimizde hayal edilemeyecek işleri gerçekleştirir.
Onun kendi döneminde; Ödemiş'i susuzluktan kurtaran fenni su şebekesi, Çamyayla hidro elektrik santralı ile birlikte gerçekleşen elektrik şebekesi O'nun en önemli eserleri arasındadır. Diğer hizmetleri de şöylece sıralanabilir:
-Ödemiş'in bir Osmanlı kasabası olmaktan çıkıp, Türkiye'nin ilk modern şehirlerinden biri haline getirilmesi.
-Şehir imar planının hazırlanması.
-Kanalizasyon teşkilatının kurulması.
-Şehir içindeki mezarlıkların kaldırılıp yerine modern parkalrın yapılması.
-Ödemiş Halkevi kurularak halkın eğitimine öncülük edilmesi.
-İzmir ilçeleri arasında ilk olarak 1932'de Ortaokulun açılmasına önayak olması.
-Buz fabrikası kurdurması.
-İlk Anaokulu açılışına önayak olması.
-Gölcük ve Bozdağ'ın turizme açılmasına öncülük etmesi.
-Toprak kanunu çıkmadan, köylüye toprak dağıtılması fikrini Ankara'da Maliye Bakanı olan hemşehrisi ve arkadaşı M. Şükrü Saraçoğlu ile birlikte, Atatürk ve İsmet İnönü'ye olan yakınlığı sayesinde kabul ettirerek Gölcük ve Bozdağ'da köylüye hazine arazilerinin dağıtılmasına öncülük etmesi sayılabilir.
ATATÜRK'ÜN MUTEMEDİ
Bu kadar yoğun bir çaba ve gayret hep Ödemiş içindir. Bir gün Ankara'ya, Ödemiş'in su ve elektrik projesi için gittiğinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından yemeğe davet edilir. Aralarındaki yakın dostluğu bilmeyen İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Doktoru şöyle takdim eder;
-Ödemiş parti mutemedimiz doktor Mustafa Bey. Atatürk'ün cevabı ise;
-Yaaa! Doktor siz ne zamandan beri mutemetsiniz? O, benim Trablugarp'tan beri mutemedimdir.
Atatürk'e bu kadar yakın olan, mümtaz insan Doktor Mustafa Bey, Ata'nın isteğini kırmayarak 1934'te önce Çanakkale milletvekilliğine adaylığını koyarak, milletvekili seçildi. 1938'de bu kez İzmir ilinden milletvekili seçilir. Aynı zamanda Balıkesir-Çanakkale parti müfettişliği görevine getirilir. 1 kız, 5 erkek evlat sahibi olan Mustafa Bengisu 12 Şubat 1942'de Çanakkale'de görevi başında gözlerini hayata yumar.
Belediye başkanlığı döneminde bir çok tehditler, hatta suikastlara maruz kalan Bengisu'yu içinde bir kor gibi yanan "Ödemiş sevdası" ayakta kalmasını sağlar. Bu sayede bugünkü modern Ödemiş'i bizlere armağan bırakır.
BENİ AFFEDİNİZ
Doktorun yakın arkadaşlarından Avukat İbrahim Yayla bir yazısında şunları dile getirmiş:"Bengisu'ya bir gün, 'Doktor, artık yeter çok yoruldun. Şimdi Ankara'dan gelen telgrafla aday olman isteniyor; biraz da orda çalışırsın.' Dediğim zaman, gülerek, 'İbrahim, ben senelerdir Ödemiş'in imarını düşündüm. Bunun fırsatını bekledim. Daha başarmak istediğim çok şeyler var. Ödemiş'i düşündüğüm bir duruma getirmeden hiç bir yere gidemem.'demişti.
Hakikaten Ata'nın iki devre milletvekillik için fotoğraf istediği yazıyı şöyle cevaplandırmıştı: "Başladığım işleri bitirinceye kadar affımı rica ederim."
HEP KALBİMİZDESİN KOCA DOKTOR
Ödemiş'i Ödemiş yapan, vatansever, hamiyetperver, gerçek bir kahraman, Atatürk'ün yakın dostu ve silah arkadaşı, Ödemişlilerin sevgili Koca Doktoru Mustafa BENGİSU, sen hep yüreklerimizde yanacak bir meşalesin. Ödemiş'i ebediyen nurlandırdın, nurlar içinde olasın! Yeni yetişen genç Ödemişliler senin aşkından, azminden, katıksız Ödemiş sevginden mutlaka ilham alacaklardır. Rahat uyu, ey Koca Doktor!
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan BİR, BİRLEŞİK DEVLETLER HİKAYESİ |
|
Bundan birkaç yüz yıl önceydi. Teksas' da kavurucu güneşin ve sıcağın etkisi ile kertenkelelere kuyrukları yük geliyor, çoğu bırakıp yola onsuz devam ediyorlardı. Rüzgarın etkisi çalı demetlerini önüne katmış bir o yana bir bu yana sürüklüyordu. Çok uzaklarda Arizona'nın bereketli topraklarında kaktüs gölgesinde bir gurup Kızılderili çocuk "Göze değnek sokmaca " diye bilinen bir oyun oynuyorlar, çıkarılan göz başına kafalarındaki tüylere bir yenisini ekleyerek neredeyse rütbeleniyorlardı. Tam bir huzur ve sesizlik ortamı vardı kabilede. İnsanlar mutluydular. Hatta güneş dağlara gömülüp ay çıkanda köy meydanında toplanıp, ateşler yakıp, birdirbir, güvercin takla, uzun eşek oynayıp günlerini gün ediyorlardı. Ebenin vay halineydi, çünkü kafa derisini deriye zarar vermeden yüzüp, kokmasın diye tuzladıktan sonra oyunun galibinin kemerine süs olarak takması bir gelenekti.
Kızılderili geleneklerinde "Gevezenin sigarası çabuk söner" babında bir Ata sözü vardı ki bu da az konuşmayı gerektiriyordu. Altı ay susup sonunda tek bir laf söylüyorlardı. Bu sözün yanlış olması ihtimal dışıydı. Sonuçta o kadar düşünülmüştü.
Bunların atları da eğer takmıyor, koca bir kışı neredeyse bir küçük battaniye ile geçirebiliyorlardı.
Tan yeri atanda Okyanusa karşı at kişnemeleri eşliğinde Kristof Colombus yavşağının önderliğinde bir gurup Avrupalı bu kıtaya ansızın çıkıverdi. Tas, tarak, kilise, papaz derken günübirlik bir ziyaret olmadığı kesindi. Yatıya gelmişlerdi.
Bu gelenler soluk benizli diye adlandırılıp, görüldükleri yerde sarı saçlı kafa derileri yüzülecek ve kemer süsü olarak istihdam edileceklerdi. Ancak yanlarında bir gurup, güçlü kuvvetli, oldukça mazlum, kahverengi insanlar da taşıyorlardı. Köle diye hitap ettikleri bu yaratıkların da kendi memleketlerinde bir kötü huyları, hemcinslerini pişirip yiyorlardı. Ama olsundu. Bu da bir görenekti, ki atadan dededen yadigardı kendilerine.
Gel zaman git zaman bu milletler birbirlerini yemeğe başladılar. Avrupa'dan gelen barbarlar bu gariban halklarla baş edebilmek için, son derece hunhar bir yol seçerek onları ateş suyu ile tanıştırdılar. Ateş suyunu şerbet niyetine peşi sıra deviren gariban Kızılderili halkı sapır sapır dökülmeye başlamış, ayılmalarına yakın ateş suyu şişesi ağızlarına tekrar dayatılmıştır.
Koyu kahve olan köleler de bir miktar bu ateş suyu seline kapılmış ancak içki ile et bir arada fazlaca gitmediğinden hemcins bonfilesine duyulan ilgi giderek tarihin karanlık sayfalarına gömülmüştür.
Aradan yılllar, yıllar geçmesine rağmen toplamı üç asrı dolduramayacak bir tarih yazılmış, Amerika sallanmış, sarsılmış, savrulmuş,çarpışmış, durulmuş ve Birle-şik Devletler kurulmuştur. Kişi başına milli gelir 30,000 dolar'a dayanmıştır. Amerika özgürlükler ülkesidir ve dünya jandarması olma yolundadır.
Bizlerse bu ülkede bin yıllara dayanan birlikteliğimizde etnik guruplar başlığı altında arkamıza almamız gereken mozaiği önümüze katmış tekmeliyoruz. Yazıklar olsun.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Nilüfer Bulanık |
VAZGEÇME...!!!
Kaç zamandır dönüp duruyorum bu cümlenin etrafında,
kendinden vazgeçmek,kendinden vazgeçmek.....
Ne demektir bu sözcük,nerede çıktı karşıma ve neden böylesine takıldığımı bilmiyorum...
Nasıl bir saçmalıktır nasılda biçimsiz bir ironidir bu,iki kelime, hem kendisiyle bu denli çelişen iki sözcük nasıl oluyor da yan yana geliyor ve asıl mesele neden acıtıyor için için insanı
Kim kendinden vazgeçebilir ki,nasıl bir şey sebep olabilir buna,
belki çok büyük katlanılması zor bir acı-bir yakınını kaybetmek mi-
büyük bir aşkın ardından hayatta aslında herkesin yalnız yapayalnız olduğunu tarihin bilinen en başından tekrar dikte etmesi mi
yada tüm doğrularının bir iki düzenbazın ayaklarının altında çamura bulanması mı hiç acımadan
güneşi doğuya ve batıya,
yıldızları suyun üzerindeki yansımalara bırakmak mı,
anlamak sözünün türevlerinden ümidi kesmek mi yoksa
anlamak,anlaşılmak,anlatmak,anlayabilmek,anlaşılabilmek
anla...
bunaldığın aydınlıklarda karanlığı,
susan karanlıklarda aydınlığı hayal edememek mi
umutlarının resmini puslu pencerelere artık çizememek mi,
gülüşlerinin ve göz yaşlarının zamanın bir yerinde manasızca asılı kalması mı
!!!
bunların hiç biri insanın kendisinden vazgeçmesi için yeterince geçerli sebepler değil
bilinen ve bulunan hiçbir sebepte yeterince geçerli bir olmayacak sanırım
çünkü insanın kendinden vazgeçmesi
tüm yaşadıklarını,anılarını,dostlarını,dünlerini,aşklarını,borçlarını,onsuzluklarını,
mangal partilerinde ki domates kavgalarını,
babasının arkasından bir yabancı gibi baktığı ve onu uğurlamanın ne demek olduğunu hala kestiremediği o nisan gününü,
hayatının insanını arkasında bırakıp,
geri dönmemek için bildiği en iyi yalanlarla avutması göz yaşlarını
ve yıllar sonra öğrenmesi aslında yaşamak denilen oyunu kazanmanın kuralının kendini kandırmayı becerebilmek olduğunu
bunların hepsini bir araya toplayıp bir lodosun önünde
etrafına taşları dizip halka yapmak bu seni sen yapan manasız kalabalığı
sonra bir sigara yakmak kalan son kibritle,
lodosa yenilmeden son alevle taşların arasında yükselttiğin 'senin' çıtırdadığını duymak ağır ağır
için için
işte
seyredebilirsen anın içinde kaybolabildiğini,yitebildiğini ,
o ,
yığın diyebilmek için bir ömür verdiğin kalabalığı
kabul ediyorum
sen vazgeçmiş birisin
senden ve seni sen yapan her şeyden
üstüne söylenecek bişeyin yok senin dostum
karanlık gecelerde puslu pencerelere güneş resmi çizebilmektir bu yaşamak denilen oyunun adı
çaresizlik ,açmış ve açacak olan tüm çiçeklerini sonbahara boyasa da
içinde bahar var diye seveceksin çaresizliğini
çare yok
Nilüfer Bulanık
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
İçersin sevdayı
içersin
sevdayı,
dipsiz kuyularda..
iç!.
acıya gerin,
sonra susa,
sonra yutkun!.
bilmezsin gününü,güneşini,
vaktini.. gözlerdedir..
ıslaktır ve
mevsimsiz..
bil!.
yalınayaktır düşler..
güdümsüzdür asfaltlar..
ve yürüyorsundur..
koş!.
sen,
ilk sesi sabahların..
sen,
son sözü gecelerin,
söylendikçe söylenen..
söyle!.
aşkı
sazında,sözünde,
usunda..
tut!.
sonra susa,
sonra unut!.
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Hıdrellez denince aklıma gelenler...
Çocuktum...
O zamanlar çıkılacak ağaçlar ve toplanacak meyveler vardı. Çitlenbik ağaçları ve dallarında çitlembik adını verdiğimiz meyveleri. Bir çekirdeğin etrafında incecik bir yemiş kısmı ve incecik zar gibi bir kabuk. Yeşilken yememek ve olgunlaşmasını beklemek gerekirdi ama kim nasıl bekleyebilirdi ki. Zaten koca kış beklemişiz bahar gelse de sokaklara koşsak çayırlara yayılsak ve ağaçlara çıksak. Biz de çitlembikler daha yeşilken toplardık. Yeşilken topladığımız bu çitlembikleri kamıştan yapılmış üfürük boruları ile birbirimize atardık. Kimin nefesi en kuvvetli ise o daha uzaktan atar, böylece diğerlerinin attığı çitlembiklerden uzak kalmış olurdu.
Benim nefesim hiç bir zaman kuvvetli olmadı...
Çitlembikler zamanla koyulaşır en olgun halinde iken simsiyah olurdu. İrileri etli olurdu ve tatları oldukça güzel olurdu. Evet yenirdi. Bir de kendine özgü kokusu vardı. bahar kokardı. Bu ufacık yemişi yerdik dudaklarımız bir başka renk oludu çekirdeklerini ise çitlembik meydan muharebesinde kullanırdık. O zamanlar Çitlembik ağacı çoktu meyvesi de çoktu. Ama dedim ya olgunlaşması için bekleyemezdik hem beklersek aşağı ki mahallenin çocukları gelip bizden önce toplarlardı. Her konuda ayrı olduğumuz o çocuklarla birde çitlembikten meseleler yüzündende mi kötü olacaktık. Hem onlar aşağı mahallenin çocuklarıydılar ne işleri vardı bizim ağacımızda. çitlembikler toplanmalıydı. Toplanır ve gerektiğinde kullanılmak üzere en güvenli yerlerde saklanırdı. Ne kadar çok saklayacak ve saklanacak yer vardı.
Hiç bir zaman en iyi saklayamadım ve en iyi saklanamadım...
Ağaçlar bizim için önemliydi akasyalar açtığında baharın geldiğini anlardık. En iyi tanıdığım ağaçtılar çünkü beyaz çiçekleri vardı . Çiçekleri açmasa tanıyamazdım. Sonrasında çiçekleri dökülünce de tanıyamazdım. Sahi nerede onlar kalmadılar mı? Yoksa çiçek mi açmıyorlar? Ya da ben mi tanıyamıyorum diğer ağaçlardan ayıramıyorum. Ağaçlar içinde yaprakları ilk yeşeren erikti ve ilk meyveyi de erik verirdi. Bazen havalar onu kandırır bizim erik yaprak açar ilk soğukta da dökerdi. Erik' in hemen arkasından çağlalar yeşerirdi. Çağla'lar körpe iken toplanmalı ve yenmeli idi. Çekirdeği sertleşmeden etli kısmı kartlaşmadan daha körpe iken yenmeli idi.
Arkadaşlarımın çoğu üzeri tüylü diye yemezlerdi. İyi ki de yemezlerdi. Dut yemek için beklemek gerekirdi. Ceviz için ise çooook beklemek. Ben çok bekleyemezdim. Daha taze iken yerdim ve ellerim kınalı gibi olurdu. İncir içinse olgunlaşmasını beklerdim. olgunlaşsın dalından düşecek artık beni topla diyecek hale gelsin diye beklerdim. Birileri benim cevizdeki sabırsızlığımı gösterirler ve tam olmadan toplarlardı. Sonradan öğrendim İncire Egeliler taze yemiş diyorlardı birileri de bu ismin hakkını vererek benden önce taze taze yiyorlardı.
Hiç tam olmuş inciri yiyemedim.
Hıdrellez deyince aklıma doğa ve doğanın canlanması, doğa ve doğanın canlanması ile de çitlembik ve meyvesi gelmişti. ve onun ufak ufacık leblebiden küçük meyvesi çitlembik savaşı için toplananlardan ve en üst dallarda kalanlar haricindekiler tam olarak olgunlaşamadan toplanırdı. Dallar üstlere doğru incelirlerdi ancak en üste çıkanlar bu en olgun ve son harmandan faydalanabilirler ve toplayabilirlerdi.
Ben hiç en yüksek dallara çıkamadım.
Baharın ilk günleri yani o yılın bugünleri... Ağacın üst dallarında tülbende sarılı bir şey buldum. tülbendin içinde de o zamanki 25 kuruş ve bir iki tane tane ben pirinç diye hatırlıyorum ama buğday da olabilir. Ne olduğunu hatırlayamadığım bir şeyler. O zamanlarda o gözden ırak yerlerde dolaşan akşamları oturup bir sigarayı elden ele dolaştırarak sohbet eden bazı abilerin kullandığı ve sonra almak için sakladıkları bir şey diye düşünüvermişim. Aramızda bize göre aklı evvellerden birilerinin dediklerine göre o abilerin oralarda yaptıkları iyi şeyler değilmiş. Bir merak neydi ve ne yapılırdı. Aklıma ilk gelen o şey o ablerle ilgili bir şeydi. Daldan almaya çalıştım. Çokta sıkı bağlamışlar ağaçtayken bir şeyi almak zor bir eliniz dolu ve alacağınız nesne sizin uzanabileceğiniz ama zor bir yerde ise almak hiçte kolay değildir. Elimdekileri bıraktım uzandım aldım ve bir koşu evdeyim. Anneciğime koştum . Küçükken anneler hep anneciğimizdir. Büyüdükçe de annecik kalsalar kalabilselerdi keşke, keşke sorularımızı,sorunlarımızı onlarla çözebilse idik. Biz takıldığımızı sorabilse idik. Onlar sorularımıza yetebilse, yetişebilse idi. Annem ,anneciğim elimdeki tülbende sarılı meçhulü aldı, kısa çok kısa bir bakıştan sonra . '' Oğlum bunu dilek için bağlamışlar '' dedi ve devam etti '' Hıdrellez' de adettir ,insanlar dilek tutarak gül dalına bağlarlar .Bunu bağlayanlarda gül dalı bulamamışlar yeşil diye ağaca bağlamışlar' dedi.
Hıdrellez deyince aklıma hep o ağacın dalı , dalda bağlı olan meçhulü uzanıp alışım , anneme götürüşüm ve annemin açıklamaları gelir. Annemin git bunu aldığın yere ve aldığın ağaca , aynı dala bağla deyişi gelir. Gelir de döndüğümde ağacı bulamadığım,Bulamadığım ağaçtaki aynı dalı nasıl bulacağım diye şaşkınlığım gelir.
Bugün Hıdrellez her türlü batıldan uzak kalan ve batıla ait eğlencelerin, şenliklerin uygulanmasından uzak duran ben Hıdrellezi kutlamaktan uzak duramam nerede bir Hıdrellez ateşi görsem üzerinden atlar, bir Hıdrellez eğlencesi görsem yanlarına yaklaşıveririm. Son üç yıldır Ahırkapı' da yapılan şenliklere yanaşıveriyorum. O gün oraya özellikle hiç bir şey yemeden gidiyor ve karnımı orada satılanlarla doyuruyorum. Her şeyden tatmak istiyorum ama ne mümkün. Mutlaka taze peynirlerden ve yeşil eriklerden yiyorum. Eğlenen insanların yüzlerindeki mutluluğu,dilek ağacına dilek bağlayanların umudunu görüyorum. Kendimi bir davulun peşinde sokakları dolaşanların peşinde buluyorum.
Yarın Sultanahmet'e yolunuzu düşürün derim. Ve sizde oradaki kalabalığa karışın.
Belki de karşılaşırız.
Sevgiler
Ergin SEZGİN
<#><#><#><#><#><#><#>
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.646 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
DİLEK'ÇE
N'olur şimdi sokağın köşesinden eskici çıkıp geliverse,
Alıverse taşıyamadığım geçmiş hüzünlerimi
Sonra uzanıversem şöyle ıslak çimlerin üzerinde
Büyük bir keyifle bir ikindi vakti
Gözlerim bulutların üzerinde gezinirken
Yeşille kızıl gök yüzü arasında gidip gelsem hesapsızca
N'olur uzaklardan bir hayat koşarak gelse üzerime
Çekip kollarımdan kelepçeleyip götürse başka mevsimlere
Bir suçlu sükunetiyle takılıversem ardından
Nice zamanlar beklediğim an gelmiş de çatmış gibi
Bir dakika üzülsem, bir dakika sevinsem
Bir dakikada bin his saldırmış gibi
Bin hisle,1001mevsimi yaşamış gibi
Zincirlerin esaretine hibe etsem başkalaşan gölgelerimi
Bir yanımı çığlıklara bir yanımı suskulara bıraksam
Ele güne karşı rezil olmamak için
Hayatın her türlü rezilliklerine veda edip...
Çıldırmış insan suretiyle
Hiçliğe doğru yürüsem
Bir hiç uğruna
Bir
HİÇ
Olsam
Bir hiç yolunda
Kaybolsam...
Mehmet Güneş
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
Bugün Hıdrellez yani baharla birlikte dileklerimiz de uyanacak demek...
Güllere dilekler yazılıp asılacak, evler yapılacak, sevenlerin isimleri yazılıp suya atılacak... başka neler mi var? O halde http://www.hidrellez.org/genelTarihce.asp Bayramınız kutlu olsun, koynunuza sevenler dolsun :) 6 Mayıs sabahı gün doğmadan yataktan çıkmayı unutmayın ki bereket evinizden eksik olmasın.
Tiijen İnaltong'u okuyanlar bilir. Linkimiz kendisini tanımayanlar için http://mutfaktazen.blogspot.com/ Mutfakta Zen, Tak Koluna Sepeti, Mevsimlerle Gelen Lezzetler derken şimdi bu sayfada enişteye inat maniler de var. Altin tabakta visne / Gel yârim aska düsme / Bu askin sonu çikmaz / Nâfile dile düsme. Hem karın hem de ruh doyurmak için daha detaylı bilgi isteyenlere de http://www.geocities.com/tijeninaltong/
http://freecycle.org/ Elinizdeki fazla eşyaları ihtiyacı olan birisine verirken kendi ihtiyacınızı da bedel ödemeden karşılamak hoş bir durumdur.
İşte böylesi bir site, İstanbul grubunda 79 üyesi var. Evimizden ofisimizden bir yıl içinde attıklarımızı düşünürsek neden olmasın...
Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
ClamWin Free Antivirus 0.84 [4,96 MB] Windows Free
http://www.clamwin.com/download/ Bir proje ürünü olan ücretsiz ama ful fonksiyonlu bir antivirüs programı. Otomatik güncelleme, sıkıştırılmış dosyaları okuma, Outlook ile entegrasyon gibi özellikleri var. Diğer prgramlar gibi de makinayı yormuyor. Hala bir antivirüs programı olmayanlara şiddetle tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|