ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 740

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Garip, çok garip!..


İyi haftalar

ABONE OL!Bilmem farkettiniz mi? Geçtiğimiz hafta medya bir büyük sınavdan geçti. Ya da geçemedi. Hani şu haber atlatmak dedikleri şeyin en garabet halini gördük. Gördükte iyi mi ettik kötü mü onu zaman gösterecek. Garabet çünkü, bu atlama bilerek ve isteyerek gerçekleşen bir atlama. Lafı gevelemeye gerek yok. Memleketin en kocaman bankalarından biri ve iştiraki ile yabancı ortağı arasındaki bilanço farklılığının ortaya konulmasıyla başlayan bile bile haber atlama olayı tüm hafta boyunca sürdü. En azından şimdilik gerçekten bağımsız olduğuna inandığım bir gazete bu olayların üzerine giderken, nedendir bilinmez bir koca basın grubu üç maymunu oynadı. Bakın şimdi bu yabana atılacak bir husus değil. Bugüne kadar adı yolsuzluğa karışmamış devlet gibi bir koca banka ardında döndüğü varsayılan dolaplar haber değil midir? Yüzde yirmisi 780 trilyon, yüzde kırkı 0 (sıfır) olan bir başka kurum var mıdır? Bu koca bankayı 21 senedir aynı sendika başkanı el altından yönetmekte midir? Bu başkanın oğlu bir Sicilyalı(!?) ile ortak olduğu şirkete aynı bankadan milyonlarca dolar kredi almış mıdır? Geçen hafta içinde bu konuyu haber yapan gazeteye reklam ambargosu uygulanmakta mıdır? Herşeyin ötesinde bunlar haber değil midir? Bu nasıl bir çıkar ilşkisidir ki, tüm bu olup biten görmezden gelinebilmektedir. Doğupta ölen yedizleri reklam malzemesi yapan başhekimi manşetten haber yapan gazete, bir haftadır çalkalanan haber hakkında tek bir satır yazmamakta ısrarcıdır. Hayret ki hayret. Bu memleket var ya bu memleket dipsiz bir kuyu. İnsanın ne canı sıkılır, ne öğrenim hayatı biter. Hergün yeni şeyler öğrenilen, bilgi dağarcığı hergün genişleyen bir başka ülke var mıdır? Bilmem, araştırmak lazım. Ama sanmam diyebilirim rahatlıkla. Örneğin geçtiğimiz hafta, ahalinin en hassas olduğu yolsuzluk konusunda en ufak bir olası habere balıklama atlayan medyanın, temeli sağlam bir yolsuzluk iddiası karşısında nasıl üç maymun olup, yokmuş gibi davranabileceğini öğrendik. Ne mutlu bize, bir yaşımıza daha girdik.

Güzel bir hafta sonuydu. Analarımızı mutlu etmek için vesile oldu. Ancak oynak havalar bana pek yaramadı. Yarın antibiyotiklere başlamak farz oldu. Gene de erken teşhis kontenjanından yırtma ihtimalim yüksek. Öyleyse şimdi göz kapaklarını dinlendirme vakti. Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyor, oynak havalara dikkat etmelisiniz diyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

21 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Beyhan Duffey

 Arap Kahvesi : Beyhan Duffey


  OLMAMIŞ HÜSNÜ BEY - Veda Ediyor!..

İyi haftalar efendim.

Bizim bu hikayeler sürüp gidiyordu sayenizde. Her hafta okuyup yorum yazan dostları gördükçe de çocuklar gibi seviniyordum. Herkese tek tek teşekkür etmek isterim. Ve hatta yolunuz Eskişehir'e düşerse bir acı kahvemizi de içmeye beklerim.

Bu benim hikayeleri burada yazmak isteyen şu yukarıdaki muşmula suratlı hanım var ya, o şimdi tutturdu "Hüsnü Amca artık yavaş yavaş vedalaş okurlarınla. Ben de tatile çıkıyorum senin yazılarını düzeltme işiyle uğraşamam" diye... "Kızım sen çık tatiline. Ben başımın çaresine bakarım. Olmadı gelinim Ayşenur'a söylerim o düzeltir. Daha da olmazsa bizim emekli kahvesinden Feyyaz'ın üniversiteye yeni başlayan sağır dilsiz bir oğlu var, Ümit. Sıpa bir de zeki bir de zeki sorma gitsin! Ona söylerim o yapar" dedim. I-ıh! Bana mısın demedi. Keçi inadı var. N'olurdu sanki bir iki hafta daha şuracıkta tıkır tıkır yazsaydım. Aslında ben biliyorum ya derdini, neyse! "Aman Hüsnü amca biz seni de hikayelerini de çok sevdik. Her hafta gözümüz bu köşede seni arar oldu. Müptelan olduk..." dedikçe okurlarım, bu hanımkız fesadından çatladı. Eee.. hakkı da var. Kendi yazdığı ipe sapa gelmez şeyleri millete okutmak için kırk takla atıyordu elbet! Kendi köşesinde kendisinden çok popüler olunca hazmedemedi normal olarak. Şimdi itiraf edeyim suçun yarısı da sizlerde saygıdeğer okuyucularım. Ne vardı öyle, beni görünce sevindirik olmalar falan. Ağzınızı kapayıp okuyamadınız sessiz sessiz. İlle de kelam etmek istediniz. Beğendiniz mi yaptığınızı? Hadi bakalım bir daha kim bilir ne zaman görüşürüz?

Oysa ben size daha Ankara'da hükümet katında yüksek görevli bir yeğenimin traji-komik (bu kelimeyi oğlum Ahmet'in yardımıyla buldum. Şimdi siz yemeyip içmeyip "Olmamış Hüsnü Bey Amca'nın zengin(!) kelime dağarcığına takarsınız. Neme lazım ben açıklamamı yapayım da artık siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın) hikayelerini anlatacaktım. Onun bizleri pek beğenmeyen sosyetik karısını... Devlet parasıyla en birinci sınıf otellerin süitlerinde kaldığını... Oralarda su yerine kadeh kadeh şampanya içtiğini... Kış günü bile bu otellerin solaryum dediği yerlerinde nasıl bronzlaştığını... Yüzme havuzlarında dünya rekorları kırdığını anlatarak bizlere tepeden bakışını... Onun Porsuk Çayı kenarında dolaşıp kıyıdaki öğrenci kahvehanelerine ve ucuz-pahalı lokantalara burun kıvırırken kendini birden bire Porsuk çayı içinde nasıl bulduğunu... Ve Porsuk Çay'ı içinde yüzme bilmediği için nasıl debelendiğini anlatacaktım.

Ve hatta aynı yeğenimin Ankara'nın en işlek caddesinde bir gece yarısı zil zurna haldeyken araba kullandığını ve kendisini durduran polis memuruna "sen benim kim olduğumu biliyoun mu layn?.." diye gözdağı verirken tüm televizyon kanallarına şaşı baktığını anlatacaktım.

Geçenlerde bizim kahveye düşmüş gençten bir oğlanın nasıl da bilmiş bilmiş televizyon dizilerinden bahsettiğini... Bizim de o dizileri böyle kahvehane köşelerinde bile ağzı açık ayran budalaları gibi izleyerek nasıl da beyinlerimizin yıkandığı edebiyatı yaptığını... O dizilerde boy gösteren mankenlere nasıl atıp tuttuğunu... Kendisinin güzel sanatlar mektebinde oyunculuk talebesi olduğunu... Ve işte bu nedenle de o dizilerde kendisinin oynamasının daha doğru olacağını... Ve gönlünde yatan aslanın, bir gün İstanbul'a gidip köşeyi dönmek olduğunu... Tiyatroda ekmek olmadığı için televizyon dizilerinde şansını arayacağını... Bunu da İstanbul'da yaşayan ve ajans sahibi bir akrabasına nasıl yamanarak yapacağını... Onunla konuştuğu süreler yüzünden cep telefonu faturalarını bile artık ödeyemediğinden, kahvede çocuk gibi zırıl zırıl ağladığını ve en sonunda da bizim kahvenin kalfası Dündar'ın bir tekmesiyle kendini nasıl kapı önünde bulduğunu... Ve o saatte başlayan bir diziyi hayranlıkla takip ettiğinden o bölümü izlemek için Dündar'a nasıl yalvarıp yakardığını anlatacaktım.

Bizim Sabahat'in televizyonda izlediği bir program yüzünden evi ne hale çevirdiğini... Kansere, astıma, böbreğe, soğuk algınlığına, prostata, kalp krizine... iyi gelen "elma" dan ailecek nasıl bıktığımızı... Elmalı kek, elmalı hoşaf, elmalı sebze çorbası, elmalı börek, elmalı dolma, elmalı tavuk, elmalı imam bayıldı, elmalı hamsi yemekten ve yastık altlarımızda bile "olur da geceyarısı canımız çekerse" diye elma dilimleri bulmaktan çılgına döndüğümüzü... Ve elma satıcılarına nasıl böylelikle düşman olduğumuzu... Tüm ev halkının Sabahat'in karşısına kararlılıkla dikilerek " bu eve ikinci bir emre kadar asla elma girmeyecek" diye rest çekişimizi anlatacaktım.

Kahvede tanıştığım bir adamdan nasıl da hoşlaştığımı... Adamın nasıl sıcak kanlı olduğunu... Doğru, dürüst ve kültürlü bir adamla tanışmış olmaktan ötürü kendimi nasıl da iyi hissettiğimi, birbirimizle daha sık görüşmek üzere sözleştiğimizi... Sohbet ilerledikçe ve seceremizi ortaya döktükçe onun Ermeni asıllı olduğunu... Bunun benim için hiç bir eksi tarafının olmadığını... Ama kendisi için pekala olduğunu... İki milyon vatandaşlarını barbarca katlettiğimizi söyleyerek öfkelendiğini... Bunun geçmişte kaldığını ve şimdi barış zamanı olduğunu söylediğimde, sol kolumu dürterek "ya iki milyon kişinin kanı ne olacak?" diye öfkeden üstüme yürüdüğünü... Kahvedekilerin bizi ayırmak için nasıl araya girdiğini anlatacaktım.

Çok afedersiniz ama geçenlerde yokuş yukarı tırmanırken bir sarışın hanım gördüğümü... Ömrümde ilk kez aklımdan geçirerek bile olsa Sabahat Hanım'a ihanet ettiğimi... Bu sarışın hanımı istemeyerek bütün yol boyunca takip ettiğimi... Tesadüfe bakın ki kadının yolunun da bizim evin yolu üstünde olduğunu... Yol boyunca kurduğum hayaller yüzünden kıvıra kıvıra yürümese de bana öyle geldiği için bu sarışın hanımın içime düşürdüğü kor ateşini... Elbisesinden ve demode ayakkabıları yüzünden herne kadar bizim Sabahat Hanım'ı andırsa da onunla kıyaslanamayacağını...Tatlı bir tesadüfle bu hanımın bizim apartımana girdiğini... Hemen eve varıp, kadın hakkında tahkikat yapıp Sabahat Hanım'dan bilgi almak için can attığımı... Salonda kanepeye uzanmış,aklımda sarışın afet varken uzaktan uzağa Sabahat Hanım'la konuştuğumu... Sabahat Hanım'ın salona girişiyle nasıl kendimi yerde bulduğumu... Ve hemen gidip bu kılığından kurtulup eski Sabahat olması için yaptığımız tartışmayı... Sarışınlık işinin hep o albayın karısı olacak, Orduevinin müdavimi Teslime Hanımın işi olduğunu... O kadının albay karısı olduğu için üç otuz paraya her gün orduevi kuaföründen çıkmadığını... Onun gibi daha nicelerinin bizim cebimizden çıkan paralarla hergün süs köpekleri gibi sokaklarda nasıl da kasıla kasıla dolaştıklarını anlatacaktım.

Bütün bunları anlatamayacağım. Buruk bir veda yazısıyla da ayrılmak istemedim sizlerden. Ben gazetenizin okur olarak takipçisi olmaya devam edeceğim.

Bizim bu muşmula suratlı hanım kızın keyfi çatıp da beni gazeteye döndürürse ne ala...

Huzurlarınızdan ayrılmadan önce hepinize hürmetlerimi sunar büyüklerinizin ellerinden küçüklerinizin gözlerinden öperim. Yolunuz açık, kazancınız bol, sağlığınız yerinde olsun.

Bir gün belki burada yine karşılaşabilmek umuduyla...

Saygılar sunarım efendim...
Olmamış Hüsnü Bey amcanız Hüsnü Kırık

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              14 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Zati Erbaş


HÜR İNSAN ÜZERİNE ŞİİR

Günlerdir yoldayız,uzaktan gördüğümüz yerleşimin Çandır olduğunu düşünerek çadırımızı kuruyoruz. Dut ağacının altında akan çeşmenin yan tarafına kurulmuş ocakta kalan kömürleşmiş odunları tutuşturarak ısınmaya çalışıyoruz,çıralı olan kısım tutuşup avuçlarımda kara bir iz bırakıyor.Tüm çabalarımı rüzgar boşa çıkarıyor ateş yakmak imkansız ,çadıra doğru yönelip rüzgardan korunmaya çalışıyoruz.Her yerim çamur,temizlenmeden tuluma girmem imkansız paçaları bölüp kendimi tuluma atıyorum bol miktarda su içip Beypazarı kurusu ve yeşil soğan yiyoruz. Günlerdir yağmurda yürüyoruz neredeyse kuru giyeceğimiz yok,yağmurdan ıslanmasak ta nem her şeyi berbat hale getirdi, çok yorgunum. Gece esen rüzgar defalarca uyandırıyor beni,yağmur taş gibi gürültülü yağıyor tatlı bir şeyler çekiyor canım çikolata isteğimi bastırıyor.

Sessizlik kuş cıvıltıları ile bozuldu dışarıda güneş ve hafif bir rüzgar var. Dışarı çıkma isteğim ayaklarımdaki korkunç ağrı tarafından engelleniyor,uzunca bir süre ovalıyorum,kaskatı kesilmiş parmaklarımı düzeltemem epey zamanımı alıyor.Eşyaları güneşe serip çeşmeye yöneliyorum,su buz gibi içmek imkansız rüzgar üşütüyor . Ocağın tatlı homurtusu suyun fokurdamasıyla uyum içinde çay ve kremalı bisküvi yorgunluğun ve moralsizliğin en güzel çözümü.Etraf rengarenk giysilerle dolu çiçekler henüz açmamış,hayvan sesleri git gide yaklaşıyor iki küçük çoban elini kaldırarak selamlıyor bizi,gözlerinde merak dolu bakışlar var. Hiç acele etmeden bir şeyler atıştırıp eşyaları kurutuyoruz,dün gece yakamadığımız ateşin dumanı rüzgarla savruluyor. Çobanlar biraz uzağımızdan ne yaptığımızı izliyor,yanlarında yeni doğmuş bir kuzu var çok sevimli,içim ısınıyor. Her şey neredeyse kurudu çantaları toparlayıp ateşi çobanlara bırakıp Çandır a doğru yola çıkıyoruz.

Yoldaki samanlıktan ot alan kadına;abla bu köyün adı ne diye soruyorum Yıldız diyor,Çandır nerede? sekiz kilometre sonra,stabilize yolda bizi Çandır a götürecek arabanın gelmesi hayaliyle uzaklaşıyoruz. Karaca ören baraj gölet ini gören çeşmede mola verip ne yapacağımızı konuşuyoruz araç bulursak döneceğiz. Çandır kasabasının girişinde Yazılı kanyondan gelen suyla karşılaşıyoruz her şey dingin bir berraklık içinde.Kahvede taze demlenmiş çayla yorgunluk atarken Isparta ya en erken bir gün sonra araç olduğunu öğreniyoruz,kahveci balık yememizi öneriyor (kiremitte ve fırında).Lokantada hummalı bir inşaat sürüyor,iptal edilmiş bir turun servisleriyle kurulan masada Çandır da yapılan olağan üstü güzel ekmekle neredeyse karnımız doyuyor.Nehrin kenarına kurulu lokantanın karşısında hapsedilmiş gibi duran deve kuşlarını soruyorum Antalya dan armağan geldiğini söylüyorlar,yapılan inşaatın mimarisi berbat hapishane gibi.Kötü yapılan bir binanın içinde kesilmemiş iki çınar ağacı yükseliyor ağaçları korumaya almışlar şaşkınlıkla anlamaya çalışıyorum;beton haline gelen bir yerde korunan iki ağaç affedilmemize yetiyor mu?Kiremitte pişmiş alabalık,soğan domates;yemeği büyük bir iştahla tüketiyorum,Yavuzun balık sevmiyor olması yemeği ikiye katlıyor.

Yazılı kanyonun girişine kadar düz bir parkurda yürüyoruz,herhalde yemeğin üstüne tırmanmak zor olurdu. Demirden yapılmış köprüden geçen ziyaretçilerle selamlaşıyor Epiktetos'un yazdığı şiirin önünde duraklıyoruz

HÜR İNSAN ÜZERİNE ŞİİR
Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek
Özgür kişi sadece karekterinde hür olan kişidir
Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur.
Ve kararında içtenlikliyse hür kişi,yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi.
Ve bunlarla yücelir hür kişi hatalarla değil

Kulakları çınlayan pek çok eski-dostu bırakıp arkamızda kanyona giriyoruz. Suya yakın olacağımız düşüncesi kanyon duvarlarına doğru yükselen patikayla mutsuzluğa dönüşüyor. İki saatlik bir tırmanıştan sonra eski bir kale kalıntısının bulunduğu bir düzlüğe ulaşıyoruz.


Yol su tüketimimizi ikiye katlayınca akşam için bir litre suyla idare etmek zorunda kalıyoruz. Eski yerleşimin kalıntıları ve çevrenin görüntüsü olağan üstü,kayalarda birikmiş yağmur suyunu plastik boru yardımıyla alıp kaynatıyoruz ,su gibisi yok. Karanlığın çökmesiyle çıkan hafif rüzgarda orman cinleri dolaşıyor ve baykuş çığlıkları hakim oluyor ormana.

Sabah erkenden uyanıp vadilerin doyumsuz güzelliğine bakıyorum. Sis bütün kanyonu kaplıyor bulutların üzerindeyim;gerçekle düş arasındaki çizgiden izliyorum yaşamı. Havanın güzel olması erkenden hazırlanmamızı kolaylaştırıyor,ne yöne gideceğimizi tahmin etmeye çalışıyoruz bir vadiden diğerine mi yoksa kayaların iyice dikleştiği daha yukarılara mı?

Yükseliyoruz,kayalıklar arasındaki patika silikleşiyor. Önümüze çıkan küçük tırmanışları kolaylıkla yapıp bir kaya balkonuna çıkıyoruz vadinin,ormanın,bulutların üzerinde.

Yukarılarda gözüken güneşe henüz ulaşamadık ,önümüz geçilmesi gereken engellerle dolu ve bunları kamp yüküyle yapmak oldukça zor. Kahvaltıyı kanyon duvarlarının üzerinde yapmayı planladık yolun kısaldığını düşünürken çıkan küçük engeller zamanımızı çalıyor acıktım ve susadım. Bolt çakılmış yan geçişi vidalara basarak kolaylıkla aşıp küçük bir baca çıkışıyla düşle gerçek arasındaki çizgiyi geçiyoruz. Güneş, limonata, Beypazarı kurusu dinlenmenin diğer adı, artık Sütçüleri görebiliyoruz ama daha dört saatlik yürüyüş var önümüzde.

Zati Erbaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  Kendine Şans Ver...

Gecenin o dingin saatleri başladığında; herkesin, her şeyin uykuya hazırlandığı o tatlı saatlerde, balkonda başını gökyüzüne çevirmiş, bulutların arasından göz kırpan yıldızlara bakıyordun... Havayı soludun. Serin bahar meltemi yüzünde tatlı tatlı oynaşıyordu... Bulutlara gülümsedin "anlaşılan yarın kapalı bir gün olacak.." Yarın havanın nasıl olacağı aslında çok da ilgilendirmiyordu seni. Yarın, sonraki gün, daha sonraki gün... Bugün nasılsa, yarında pek farklı olmayacaktı... Yapılacak işler, toplantılar, telefon konuşmaları, yazışmalar v.s.

İki gün evveline kaydı aklın. İki gün önce yollardaydın. Nedense iş için çıkılan yollar eskisi kadar heyecanlandırmıyordu seni. Göreceğin mekânlar, yol kenarlarında karşılaştığın olaylar (bunlar bazen iki aracın çarpışmasıyla meydana gelen korkunç kazalar, bazen de yırtıcı bir kuşun pike uçuşlarla aracı takibe kalkışmasıyla eğlenceye dönüşebiliyordu), onları bile rutine bağlamayı başarmıştın. Hiçbir şey ilgini çekmiyordu. Hattâ feribottan denize vuran ay'ın şavkına iç geçirmeden, herhangi bir görüntüye bakarmışcasına ifadesiz, duygusuz, nihilist -her ne hikmetse- bakabildin. Gözümden kaçmadı...

"Hayatımdaki renkler git gide azalıyor.. Ev-iş, iş-ev.. Saat ve zaman mefhumu kalmadı," diye hayıflandın, balkonda iskemleye oturmuş biraz da tuhaf bir ürpertiyle rüzgârlı gecenin esrikliğine kapılarak.

Son günlerde kendini yenilemek ve öğrenmek adına yaptığın bütün çabalar boşa gidiyordu. Eski, geçimsiz, bedbin sen'e geri dönüyordun her seferinde... Gidilen her yoldan biraz daha bıkkın geliyordun... Bumerang... ne kadar uzağa fırlatsan gene seni gelip buluyordu işte... Yaşadığın şehrin dar sokaklarını dolaşmayalı, bir dost sohbetine katılmayalı aylar olmuştu. Bazı şeyleri ihtiyaçtan mı yaparsın hep? Canın sıkıldığında efkâr dağıtmak için bir arkadaşı yanına alıp içmeye gidişin, ihtiyaçtan mıdır? Ne garip! Oysa insan bazen, ihtiyaç duymadan da yapabilmeli bir şeyleri... değil mi? Sesimi duyduğun halde bana yanıt vermemeni şimdilik bağışlıyorum. Yine de bu seninle işimiz bittiği anlamına gelmemeli...

İçindeki haylaz çocuğa baktın "oğlum uyan. Kış uykusuna ayılar yatar. Bak bahar geldi, börtü böcek misali, kıpırdan, canlan biraz..." desen de, içindeki oralı bile değildi. Homurtuyla bir yanından ötekine dönüp kaldığı yerden derin, rüyasız uykusuna devam etti..

"Gitmeli bu şehirden.." dedin, bulutlu gökyüzüne tekrar dalarak ve bulutların arasında kaybolan uçağın yanıp sönen ışıklarını gözlerinle takip ederek... "İyi de... nereye?..." Oysa daha yeni gelmiştin. Üç-dört günlük uzaklaşmalar yetmiyordu demek ki... Bir hafta, on gün, bir aylık yolculuklarda yetmeyecekti besbelli.. Otel odalarının o geçicilik ve aitsizlik hissi yeterince rahatsızlık veriyordu zaten. Gidilecekse, adam akıllı gidilmeliydi. Bambaşka bir yerde, sil baştan yeniden başlanmalıydı her şeye... Hayat bu... Tıpkı yap-boz oyunu... Önce yapıp sonra bozmaya, sonra tekrar yapıp yeniden bozmaya alışık değil miydin nasılsa?... Hayat bu... İstediğin zaman, istediğin yerden başlama şansın vardır her zaman... "İyi de... nereye kadar?..."

Dördüncü kattaki apartman dairesinin arka cepheye bakan balkonundan, yavaş yavaş karanlığa karışan, ışıkları teker teker sönüp sessizliğe ve uykuya boğulan betonarme binalara baktın... Taş üstüne taş... Çarpık yapılanmanın gün be gün arttığı bu koca şehri bırakıp gitmenin sanıldığı kadar kolay olmadığını bir kez daha farkına vardın... Gidilemiyordu... Gidildiği yerden -ne kadar muhteşem olursa olsun, dünyanın en güzel şehri bile sayılsa- dönmek için can atıyordun. Araç otobandan çıkıp da asma köprüye vardığında -gece veya gündüz- burnunu camdan çıkarıp derin derin soluyordun; "yine geldim sana... Özlediğim kadın... sıcak koynunda üşümeye geldim..." Bu şehire bağlanan ve ne yaptıysa kopamayan yüzlercesinden biriydin sonuçta. Kabullenmeliydin. Bilirsin, bazı kentler böyledir, sizin gibi yaşarlar, nefes alırlar, acıkırlar, hattâ ağlarlar... yani, yaşattıkları kadar yaşarlar. Ve siz onu nasıl görmek isterseniz size öyle bakarlar... Ne kadar uzağa gitsen de, elbet döneceksin... o senin parçan artık... Bumerang...

İşte o an; nasıl olduysa, kendini gitmelere, kopmalara, şehre ve baharın tatlı serinliğine kaptırmışken, aniden aklına O geliverdi. Yıldızlara böylesine dalmışken, belki de yıldızları çağrıştıran bakışları vesileydi anlık da olsa usuna düşmesi... Paylaştığınız o bir kaç saati anımsamaya çalıştın. Biliyordun, istesen, çok istesen O unuttuğun ne varsa sana geri getirebilirdi, üstelik hiç tatmadığın yeniliklerle beraber. Şu an içinde bulunduğun kısırdöngüden seni çekip çıkartabilirdi... Hemen akabinde, henüz kendi kendine heyecanla düşünürken, yüzünü hüzün sardı, dudaklarını aşağı doğru sarkıtarak "İyi de... sonra yine bitecek ve bana kalacak solmuş renkler... Ne yaparım ki o zaman? Gücüm yok..." deyiverdin. Tanrım! Nasıl böylesine karamsar olabilirsin? Bir şeylere başlamadan sonunu düşünme huyundan vaz geçmelisin. Bırak kendini ırmağın alçalıp yükselen suyuna, su seni nereye sürüklerse oraya...

Biliyorum yaralısın... Bazı durumlar cesaret ister, haklısın. Üstelik öyle böyle değil "deli cesareti". Fakat seninki cesaretin ötesinde bir şey... sen yolunu kaybetmekten korkuyorsun. Sen; elini uzattığında ulaşamayacağın kadar yukarı kaldırdığın raftaki duygularının varsıllığını yadsıyarak itiraftan kaçıyorsun. Görmüyor musun, eksenin etrafına sardığın çember gittikçe daralıyor ve sana yöneltilen soruların en başında şu geliyor; "İyi de... böyle tek başına nereye kadar?..." Cevabını ise bir türlü veremiyorsun. Kuşkular, korkular, sorumluluklar, yasaklar, onlar, bunlar, şunlar... Sen, gem vurduğun duygularını azat edersen, dünya tersine dönecek sanıyorsun... Yapma, abartıyorsun...

O'nu ilk gördüğün an'ı çok net hatırlamıyorsun. Zaten çok da üzerine durmuyorsun. Önemli olan, senin tarihinin en uzun döneminde, karşına çıkan onca insandan, bir tek O'nun; en yüksek raftaki, örümcek ağı bağlamış sandukanın kilidini zorlamayı başarmasıydı... Daha önceleri başkaları da çok uğraşmış fakat hedefe ulaşamamışlardı. Ne var ki O, aslına bakarsan çok da zorlanmamıştı. Yalnız küçük bir farkla; kilidin zorlandığını gören sadece sendin. O ise sana bu denli yakın durduğunu ayrımsayamıyacak haldeydi... O'na bir şekilde kilidin şifresini söylemelisin... Bana güven... şimdiye dek hiç yanılmadım...

O gün... yüzlerce suretin arasında O'nu gördün... Kocaman bekleme salonunda, yüzlerce yüz, ses, ışık... yavaş yavaş hepsi silikleşti ve sonunda kayboldu. Geriye kalan siz ikinizdiniz.. O ve sen... Gözlerini gözlerine mıhladın. Zaman kavramını unuttunuz. Yanında kaldığı mühletçe gözleri gözlerine hiç duyulmamış şarkılar mırıldandı... Ayrılma vakti geldiğinde ise, üşüdü bakışların... Bir an.. Kısacık bir an, bir şey yakaladın... O'ndan sana geçen, seni şaşırtan bir şey... Şimdi söyle bakalım; elindeki kırmızı frezyaya, ertesi gün, O'na anlatamadığın neler fısıldadın?...

"Kendine haksızlık ediyorsun..." diyordun, konuşmak isteyip de sustuğun onca sözcüğün arasında... O'nun yüzünü yasladığı ellerine dalıp dalıp... o an, sen de kendine haksızlık etmiyor muydun, içinde alazlanan kıvılcımlara su dökmeye çalışıp?

Bu şehirden uzaklaşmayı aklından çıkart. Yeterince meşguliyetin varken, yenilerine gereksinim duyman boşlukları doldurma çabasından başka bir şey değildir. Üstelik yorucu ve gereksizdir. Evrendeki varlığınla zaten sıradışısın, artı değerler eklemeye çalışmanı hiç anlamış değilim... Yapacağın şey çok basit; mevsim bahar malum... ve baharın ömrü kısadır.. Bu mevsimde toprak uyanır, tabiatın tüm canlıları evrelerini tamamlar ve yeniden yapılanır. Sende bunun bir parçasısın. Öyleyse sıra sende kendine şans ver... kendine ve O'na şans ver... yoksa geç kalabilirsin...

Benim senle olan beraberliğim buraya kadar. Senin ve O'nun için elimden geleni yaptım; oklarımı kalplerinize sapladım. Bundan sonrası ikinizin işi. Seçim sizin. Ya kanayan yanlarınızın üzerini örter; birbirinizi Adem ve Havva misali keşfedersiniz ya da bir daha görüşmeden ayrı ayrı yolunuza devam edersiniz. Kazanırsam; hakkıma düşen payı isterim. Beraber yediğiniz, içtiğiniz, yaptığınız her şeyin yarısı benim. Kaybettiğiniz değerlere ise karışmam... onlar sizin olsun. Yaşadığınız kayıp zamana, zarar ve ziyana yenilerini eklemeye hazırsınız demek ki...

Artık gitmeliyim. Bahar bitmeden hedefine fırlatmam gereken daha bir sürü ok ve yalnız kalp beni bekliyor. Hoşça kal genç insan.... :

Elif Eser
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
              11 Kahveci oy vermiş.
28 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


BİR YAĞMUR DİLİYORUM

Anlar...
İçimde tarifi imkansız sancılar
Bir yağmur diliyorum...
Tanrının toprağa mucizesi
Bir yağmur...
Toprağa konulan bir veda busesi
Hele ki kış bitimlerindeyken
Sevişip toprakla
Bana kokusu,
Bana yeşil çocuklarını
Bana anlar
Beni anlar
Bir yağmur diliyorum...
Korkularımın yarattığı düş tarlalarıma...

Çözemiyorum...
Sözler yetersiz kalıyor....Milyonlarca karınca sürüsü içimde kıpır kıpır dolaşıyor sanki. Bir an gelecek de zifiri bir karanlık saracak dünyayı. İyi ve güzele dair ne varsa son bulacak. Bütün perdeler kapanacak, oyuncular kulislerde ölümü bekleyecek. Oysa içimiz ne kadar temiz. Oysa bütün güzellikleri dünya adına değil sırf kendi adımıza yapmıştık. Ukalalığımız buradan geliyordu. Kuşların kanatlarından çiçeklerin kokularına dair şiirlerimiz, şarkılarımız vardı.

Bir toprak kokusu sarar uzaklardan. Bir yağmur düşer toprağa. Sanki toprak döllenecek de bütün yavrularını dünyaya bağışlayacak. Canlılar ve cansızlar diye sınıflandırılmayacak artık insanlar. Işığı görenler ve karanlıkta doğanlar. Ellerimiz acımtırak bir renge bürünecek. Bakmak hevesi doğmaz içimizde. Hayat üzerine ne çok cümlelerimiz vardı oysa... Bir de batıl inançlarımız, kayan yıldızlarda dilek tutmak gibi. Yaşlarımızı tamamladık, ruhlarımız güneşe hasret hücrelerde, diriliyor toprak, diriliyor ardımıza bakmaya tenezzül etmediğimiz bütün renksiz portreler...

Anarşist yazılar, peygamber söylevleri, düş tarlaları, kuşların kanatları, kızılderili tılsımları, şeytanların gazabı insanı anlatır. İnsanı bir yaprağın gölgesine, bir toz zerreciğine ve bir dağın en bakir toprağına dokunan yağmur tanesine. İnsanı kelimelerin sınırsızlığındaki lacivert gecelerin çoğul yıldızlarına...
İnsanı anlatmak salt yürek işidir ya, onlar anlattıklarını zanneder..

Ne çok kirletmişiz kendimizi, ne çok duyguları incitmiş ne çok yalanlara tanıklık etmişiz. Bir biri ardına yapılan muhakemelerimizde ne çok yanlış kararlar vermişiz. Bir kül tablası misali bütün ihanetlerimiz doldurup, küllerini taştırtmışız ömrümüzden. Bir kadının hiddetle bakan gözlerini anımsatırdı oysa sigaramızın ateşi. Her nefes sonrasında sükunete çekilmiş birer ümitsiz vakalarımızı...

Yağmur yağmalı bu akşam. Serinleten, çıplak gezilesi bir duyguyu uyandıran. Zemini ıslatırken, her damlasının ayrı bir notaya dönüşümüyle, usul bir müziğin coşkuya dönüşümünü çağrıştıran. Bütün günahlarımızdan arındıracak bizleri, belki birkaç acemi insan koşuşup duracak bu yağmurda. Koşuşturmacalar yersiz, yalın ayak altında sırılsıklam olmak gerekir oysa. Belki de özgürlüğün tadımlığı... Düşmeli cemre özüne toprağın, tam orta yerinden çatmalı, sırası geldi doğumları çocukların. Hele ki bir kış sonrasında...

Hani o en acılı yerinde bırakarak giden yürekleri, hani düşünce toprağa renklere büründürürken dünyayı, acaba yürekleri de yeşertir mi? Gömülü sevdaları silip atar mı? Yoksa sadece kutsal kitaplarda mı olurdu böyle mucizeler?

Sigaramızın külleri taşmaya başladı, çöpe boşaltırız, biraz da silersek ilk günkü güzelliğe ve temizliğine kavuşur, en kötü ihtimal atı veririz BİTER... Peki ya bizler? Bizler de öyle miyiz? Silip temizlenince arınıyor muyuz her türlü geçmişimizden... Kirlenen yüreklerimizi söküp atmak gibi bir şansa da sahip değiliz. Öyleyse, neden gereksiz çabalar içerisine girdik ve neden temiz kalmaya özen göstermeyi amaç edinmeyi düşünemedik? Eğer çoktan hem fikir yaratılsaydı bütün insanlar, şu an tarifi imkansız güzelliklerle dolup taşardı dünya...

Geç kalmış değiliz... Kişiliklerimiz ve benliğimiz korunmalı... Kül tablası gibi atılamayacağımızdan, temiz kalmalı yüreklerimiz.

Bir yağmur diliyorum...

Yüreklerimize...

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              9 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Filiz Mercanköşk

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


  Çiz ressam...

Selvi'nin Günlüğü'nden,

Sevgili günlük. Bu gün ayın ondördü. Saat yönünde ilerlemeye devam ediyorum. Yani ilerliyor, ilerliyor ama hep başladığım noktaya geri geliyor, aynı dakikaların üstünden günde yirmidört kez geçiyorum. Elimde bitmeyi bekleyen bir hikaye ve bir de deneme var. Yazdıklarım hoşuma gitmiyor. Bende bir beceriksizlik olmalı ki, her ayrıntıyı anlatma kapasitesine sahip olduğunu düşündüğüm dilimizde, bir türlü istediğim ifadeyi verebilecek kelimelere cımbızımı isabet ettiremiyorum. Hani benim şu dört başı mağrur ama yüregi her zaman kambur bir Tuna'm var ya.... çekmediği kalmadı elimden. Hop tonton hop diyorum şekilden şekle sokuyorum onu fakat ne acıdır ki hala memnun değilim kendisinden. Bu kızcağız, anlayışsızlıkta arap dadıyı geçmiş olan bana derdini anlatamadığından, ya bir kayadan kendini atıp hayatını nihayetlendirecek, ya da çareyi Necip'le evlenmekte bulacak. Oysa ben bu hikayede panjurlu ev ve boy boy çocuklar istemiyorum. Ne istiyorum peki. Kafamın içindeki senaryoyu aynıyle resmedebilmek Ve resmettiğimin gerçekliği karşısında sevinmek istiyorum. Öyle anlatmalıyım ki Tuna'yı herkes onu okuduğu satırlarda adeta görebilmeli. Belki bir ressam bulmalı, robot resmini yaptırmalı ve onu yazıya iliştirmeliyim.

Çiz ressam... İpek gömleğine düşen kirpiklerinin gölgesini, boynundaki benin etrafı seyredişini. Çiz o gururlu dudaklardan dökülen toplu iğne başlı sözlerin, gülümsediğinde nasıl birer inci tanesi olabildiğini. Tersten başladık bu resme farkındayım. İstersen donuk gözlerinin bebeklerinden fırına verilmiş elmalı kurabiyenin dumanlarını nasıl görebildigimi anlatayım sana. Saçma mı, imkansız mı diyorsun? Öyleyse bırak, sen bu resmi çizemezsin.

Anlattıkça daha neler duyacaktın oysa. Saçlarının sarısından 29 derece sıcakta leylak kokan yağmurlar yağdığını, Aralık ayında alnında top top olmuş terinden hanımeli açtığını bilmek istemez miydin? Güç diliyorum parmaklarına çizebilmen için. Onun bastığı en sert yerler yumuşar. Adımların kararızsa yolundan çekil. Esintisi savrulmana yeter. Geceleri bir başkadır. Ayla konuştuğunu, yalnızlar için masallar topladığını gördüm. Ama bunları benimle hiç konuşmadı. Konuşamadım onunla. Hücre mahkumu korkaklığıyla her deneyişimde dilim tutuldu kraliçe heybeti karşısında. Konuşabilmem daha iyi olur muydu, etkilenip bir başka bakar mıydı bana ressam? Yoksa bu mağrur duruşu bozulamayan asırlık suskunlukların eseri mi? Oysa gözleri sekerek dereleri geçecek bir ceylan kadar davetkar ve ürkektir. Elinden tutup gezdirmek istersin sıcak hüznünü gördüğünde fakat dokunduğun çocuk büyümeye ve dikenlerini batırmaya başlar. Canın acır, yapamazsın. Cesaretin küçülür ama içindeki arzu seni yakarak büyür de büyür. Ne yapıyor bu kadın? Çözmek istersin bu karmaşayı.

Gece ile gündüz, karanlık ile aydınlık, sıcak ile soğuk kadar zıttır sahip olduğu yetiler. Bu yüzdendir eylemlerinin içine düştüğü kararsızlıklar. Sezar'ı bitiren Kleopatra'nın akıl ve soğukkanlılıkta sönük kaldığı, korktuğu baş kadındır aynı zamanda. Az sonra dünyayı kurtaracak bir gemi kaptanı da olabilir, şaşırma. Hatta biraz ilerdeki köyde yayık çalkarken, konuşmamayı edep bilerek hafifçe gülümseyebilir. Hürmette kusur etmediği erinin yanında kedi uysallıgına da bürünebilir. Basma elbiseli, örüklü bir güzelken, ansızın Demokles'in kılıcından adalet dağitan ateşli bir eylemci olabilir. Çocukların yeri özeldir onda. Gözlüklerinin arkasından zamanı gözleyen ninenin masallarıdır, topuzunun altında sakladığı.

Sen onu bilmezsin. Ne kadar yalnız, ne kadar savunmasız ve ürkektir gün ortasındaki karanlıklarda. Bir bakışınla incinebilir ve rengi hemen sararabilir. Barış çiçekleri açar yanaklarında papatyaları gördüğünde ve falları hep seviyor çıkar. Hep sever ama sen hissedemezsin. Parmak izlerinden anlarım, az önce ellerinin, yedilik bir çocuğun masum sevinciyle zümrüt yeşili vazoya gül yerleştirdiğini. Çiziyorsun değil mi ressam? Cok mu hızlı gidiyorum?

Bundan sonrası da epey önemli. Haremin ince belli, parlak topuklu, kıvrak rakslı, şarap testili peri kızı güzelliğinden, her içilen kadehle, dudakları kırmızı boyalı, alev kahkalı kadının azat olacağını nasıl anlatacaksın bilemiyorum. Biraz tuhaftır Tuna. Her rakstan sonra aynaya bakar ve annesini anımsar. Sonra oyuncak bebeğine tüy hafifliğiyle sokulur ağlar, ağlar ve uyuyakalır. Sadece o anda leylak kokulu yağmurlar yağan saçlarına dokunabilirsin. Anlamışsındır herhalde. Bu anı bekleyebilmek için Mecnun'dan da Ferhat'tan da daha sabırlı olman gerektiğini. Yarın başka bambaşka bir gün olacaktır ve kuvvetle ihtimaldir ki o bunlardan sadece istediklerini anımsayacaktır. Benden söylemesi.

Hey ressam! Bu kısmı seni de ilgilendiriyor. O sanatkarların muradıdır aynı zamanda. Şahlanmış arap atı asaletiyle girdigi rüyalarda, gerçekleşecek taptaze umutları müjdeler. Kaç defa Kaf dağının ardındaki sandıkların anahtarlarını gördüler boynundaki kolyede. Eğer yaz yağmuru altında ıslanmış ve hanımeli kokusu almışsan bil ki o yakınlarındadır. Bir adım ötede çok uzak gibi, kilometrelerce uzakta en yakın gibidir. Onu anlatmak, bulmak arzusundayım ressam. Hep sancılardayım onu izlerken. Sancısız kayboluşlar diledim sırf bu yüzden...

Evet sevgili günlük. Görüyorsun ya. Tuna binbir surat bir kahraman benim elimde. O nedenle belki sen de abartılı bulacaksın anlattıklarımı ama, bunların hepsini gördüm ben Tuna'ya baktığımda. Gördüklerimden anladıklarımla diyebilirim ki, Tuna'nın Necip'le evlenmesi imkansız. Belki Tuna kendi dışındaki herkes icin gerekli fakat kendisi icin son derece zahmetli bir şahıs. Bilemiyorum. Düşününce benim de aklım şaşıyor. Belki isyan eder en sonunda. Huzurlu bir hayat onun da hakkı öyle değil mi? Belki bir daha denemeli ve Tuna'ya yardim etmenin bir yolunu bulmalıyım. Başka bir günde dakikaların üstünden birlikte geçmek üzere hoşçakal günlük.

Selvi

Filiz Mercanköşk
fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              10 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Yeni ay yaklaşırken ortamlar yine kaygan sevgili koçlar. İlişkilerinizde çok dikkatli olmanızın gerektiği bu dönem içinde iyice düşünmeden risk almaya kalkışmamalısınız. Venüs'ün burcunuzda dolaşmaları sayesinde daha bir inandırıcı olabileceksiniz. Haftanızın getirdiği mücadelelerin üstesinden gelecek kapasiteniz var. İşte şansınız bu koçlar.


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Haftanızın sizlere bahşettiği sıcacık ilişkileri doyasıya yaşayın sevgili boğalar. Karizmatik görünüşleriniz ve özellikle canlılıklarınız sayesinde uzun vadeli projeleriniz kanatlanacaklar.. Haftanın ilk günlerinde önemli anlaşmalara imzanızı koymanız gerekiyorsa detaylara kesinlikle önem vermelisiniz. Yolunuz açık boğalar.


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Son zamanlarda verdiğiniz mücadelelerden dolayı hayli yorgun bir haliniz var sevgili ikizler.. Sanki bir muhabereyi kazanmanıza rağmen elde ettiğiniz neticeler pek o kadar da ahım şahım olmadıklarından belki de.. Bunu da ancak siz bilirsiniz. Korkularınızı dizginlemelisiniz yoksa sizleri çekemeyenler kazandılar demektir.. Kararlar sizlerin ikizler.


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Belli aralıklarla plan ve programlarda vuku bulan sürüncemelerin bir kopyasını bu hafta yeniden yaşayacaksınız sevgili yengeçler. Hemen ayaklanmayın çünkü öte yandan kısmetler kuyruğa girmiş sizleri beklemekteler. Yapmanız gereken tek şey konsantrenizi bozmadan harıl harıl çalışmanız. Arkası gümbür gümbür gelecek merak etmeyin.


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Her ne kadar Venüs'ün sizlere de uğrayacağı kesin olsa bile siz siz olun da sakın geriye dönülmesi mümkün olmayan keskin kararlar almayın sevgili aslanlar. Sigorta veya gelir getiren her türlü mal ve mülkün hatta emekli aylıkları ile ilgili konuların getirecekleri uğraşıların içinde bulacaksınız kendinizi önümüzdeki günler içerisinde. Hassas ilişkilere dikkat.


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Oldukça yoğun geçecek bir hafta sizleri beklemekte sevgili başaklar. Yine ilişkilerinizi ve sizlere getirecekleri tansiyonları mümkün oldukça diplomasi ile karşılamalısınız. Koruyucu meleğinizin yardımını hissedeceksiniz bu hafta başaklar. Falcınız demedi demeyin sonra.. Manevi aydınlanma süreci içindesiniz.. Salı günü gönlünüz rahat..


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Çetrefelli geçen bir hafta sonundan sonra neredeyse kılıçları kuşanmış yola çıkmak üzeresiniz sevgili teraziler.. Zorluklardan yılmayan karakterleriniz ile sanki mücadelelere devam diyeceksiniz önümüzdeki günlerde. Ama unutmayın aşırı acelecilik de zararlı olabilir. Hele maddi konularda oldukça temkinli hareket etmenizde yarar var unutmayın..


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Sonuçlandırmak istediğiniz aksiyonları yerlerine getireyim derken olmadık risklere girmenin de bir alemi yok sevgili akrepler.. Hafta sonuna doğru ekip çalışmaları oldukça yoğun geçecekler. Özellikle cuma günü boyunca başınızı kaşıyacak vaktiniz olmayacak. Çalışkanlıkla yaratılan değerlerin elle tutulur olabilmeleri sizleri mest edecekler.


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Bu hafta sizlere yeni olan bir tecrübe alanına gireceksiniz sevgili yaylar. Bunun için gerekli niteliklere sahip olduğunuz malüm elbette.. Olası rakiplerinize karşın yolunuza devam edeceksiniz. Çevrelerinizden gelebilecek presyonlara göğüs germeli ve kendinizi bir yolunu bulup rahatlatmalısınız.. Bir meslek odasına da üye olabilirsiniz yaylar..


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Lokum gibi tatlı bir hafta sizleri beklemekte sevgili oğlaklar.. Yaşama sevinci, mutluluk ve hatta maddi doyumların gani gani olacakları haftanızı öpüpte başınızın üstüne koymalısınız.. Müşfiklik ve iyimserlik kalplerinizi dolduracaklar. Bir kutlama veya arzu edilen bir şeye kavuşma ihtimali büyük. 11 ve 12 mayıs günlerinde kendinizi fazla sıkmayın.


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Venüs'ün evlerinize gelmesi ile yüzleriniz gülmekte, gönülleriniz ise ne kadar da hafiflemiş değilmi sevgili kovalar.. Yalnız spekülatif alanlarda dikkatlerinizi kesmemeye gayret edin. Başkalarından kaynaklanabilecek yanlışlıklara kapılmadan her adımınızı itina ile atmaya çalışın.. On işe birden el atmaya hiç gerekte yok aslında. Planlı olun yeter..


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Haftaya bomba gibi girmektesiniz sevgili balıklar. Cüretli ve özellikle son derece kararlısınız üstelik.. Ama fazla da cesur yürekli olmanıza gerek yok, olaylara ve insanlara esneklik gösterin balıklar, bu yeterli olacak... Kararlarınızı uygularken elbette bir miktar diplomasi.. Kendinize güveniyorsunuz ve zaferleri hak ediyorsunuz.. Hedeflerinize kilitlenin dostlar.


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.678 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YALANCIKTAN

yalancıktandı çağlaman hele bir de suyun ezgisini özlemişken
düşler sarmışken kendime,
kandırmak ne ki bu yüreği...
yalancıktandı ırmaklar akıtman...
Hep yalancıktandı...

Mehmet Güneş

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

Tijen İnaltong'u okuyanlar bilir. Linkimiz kendisini tanımayanlar için http://mutfaktazen.blogspot.com/ Mutfakta Zen, Tak Koluna Sepeti, Mevsimlerle Gelen Lezzetler derken şimdi bu sayfada enişteye inat maniler de var. Altin tabakta visne / Gel yârim aska düsme / Bu askin sonu çikmaz / Nâfile dile düsme. Hem karın hem de ruh doyurmak için daha detaylı bilgi isteyenlere de http://www.geocities.com/tijeninaltong/

http://freecycle.org/ Elinizdeki fazla eşyaları ihtiyacı olan birisine verirken kendi ihtiyacınızı da bedel ödemeden karşılamak hoş bir durumdur.
İşte böylesi bir site, İstanbul grubunda 79 üyesi var. Evimizden ofisimizden bir yıl içinde attıklarımızı düşünürsek neden olmasın...

Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


ClamWin Free Antivirus 0.84 [4,96 MB] Windows Free
http://www.clamwin.com/download/
Bir proje ürünü olan ücretsiz ama ful fonksiyonlu bir antivirüs programı. Otomatik güncelleme, sıkıştırılmış dosyaları okuma, Outlook ile entegrasyon gibi özellikleri var. Diğer prgramlar gibi de makinayı yormuyor. Hala bir antivirüs programı olmayanlara şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050509.asp
ISSN: 1303-8923
9 Mayıs 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com