|
|
|
12 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Cimbom'a tebrikler... |
Merhabalar
Yalan yok epeyce buruğum. Gece boyunca durmayan telefon ve mesaj trafiğini, daha ilk golden sonra arayan oğlumun "Nasıl geçirdik baba" nidasını da hesaba katarsanız pek iç açıcı bir gece geçirdiğim söylenemez. Ama n'apalım ki bu işin güzelliği de burada. Teselli her zaman bulunur tabi. "Fena oynamadık", "Tek kale oynadık ama kaleciyi geçemedik", "5 kere geldiler 5 oldu", desem rakibin de diyecek çok şeyi vardır mutlaka. "Hagi korkup geriye çekilmeseydi siz öreke neymiş görürdünüz" ya da "Necati'yle Riberry oyunda kalsaydı haliniz niceydi" diyebilirler mesela. Bunların hepsi fasarya. Gerçek olan, iyi bir maç, güzel goller, seyir zevki yüksek pozisyonlar, becerikli Cimbom, beceriksiz biraz da şanssız Fenerim. Velhasıl tebrikler Cimbom'a. Ama daha bu iş bitmedi hatırlatırım.
Maç bir yana, bugün önemli bir gün. AİHM Apo'nun yeniden yargılanması ile ilgili kararını açıklayacak. Ankara'da her kafadan bir ses çıkıyor. Nacizane bendeniz de bu konuda bikaç kelam etmiştim bir ara. Gene aynı yerdeyim. Türkiye kararın gereğini, hiç gücenip darılmadan, derhal hızla yerine getirmeli ve bu polemiğe, ajitasyona açık işi halledip rafa kaldırmalıdır. Zira kararsız geçecek her gün önümüze pişirilip pişirilip gelecek bir davanın kartopu gibi büyümesine neden olacaktır. Sonunda bu kartopunun altında kalmaktansa baştan kararlı olup engellemek elzemdir. Bugüne kadar AB yolunda verdiğimiz tavizlerin yanında bu sıradan formalitedir. Korkmaya, çekinmeye, öküz altında buzağı aramaya mahal yoktur. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
BaLdaki_Tuz__ : Uğur Erdoğan Dağgülü'nden mektup var... |
|
" Canım...
İlk mektubunun şaşkınlığı ve sevincine alışamadan ardı ardına gelen diğer mektupların ve en son mektubundaki davetin beni daha da derin
şaşkınlığa ve heyecana sevk etti..
Davetini henüz okurken gelmeye karar vermiş olmalıyım ki o dakikada garip bir telaşın içine girdim. Kolay değil..Üç senedir görmediğim en az bir yıl mektuplarının geleceğinden ümidimi kestiğim canımdan öte canımı, ruhumu,bütünümü görecektim.. Seni görecektim.. Böylesi bir heyecan ile o dört günü nasıl yaşadım sanırım tahmin edersin.
Seni gördüğüm o an... İşte o an sanki hiç ayrılmamışız gibi. O an da anladım ki özlemin bir dakikası da üç yılı da aynı... Seni yine çok özlemişim..
Geceki davete hazırlanışımızda ayrı bir heyecan oldu. Ben ne giyeceğim telaşı içindeyken, benim giderken bıraktığım siyah bluzumu bana vermen ve oradaki anlatılması güç duygusal anlar.. Senin her sürpriz yapışında böyle ağlamaktan nefret ediyorum.. Biliyorum gözyaşları mı sende sevmiyorsun.
Sürprizlerine alışamadım ama onları seviyorum...
Sana tekrar teşekkür ediyorum..
Canım,
Yol yorgunluğu, seni görmenin sarhoşluğu derken birde eğlencenin akımı içine girince, dostlarının yakın tavırları ve samimi sohbetleri için teşekkür edemedim.. Lütfen herkese ayrı ayrı sevgilerimi ve selamlarımı iletir misin?
Köyüme döndükten sonra sana hemen yazamadım.. Zira 54 çocuğumu, onların deyimi ile "büyük şölen" e yani "23 Nisan" a hazırlamam gerekiyordu. Hemen yoğun bir çalışma içine girdik. Çok çalıştık. Çok başarılı olduk.. Keşke sende burada olsaydın.Onların ve benim mutluluğuma ortak olsaydın.
Biliyor musun? Sana daha evvel bahsettiğim fidan dikme işinde de çok başarılı olduk. Her bir fidana Zeynep, Ayşe, Dudu, Mehmet gibi isimler verdik.
Evet canım tahmin ettiğin gibi bu isimler benim çocuklarımın isimleri. Belki de bu yüzden fidanlarımız coşku ile büyümeye başladılar.. Umarım sana getirdiğim fidan da yeşerir. Mektubunda onun adını sormuşsun.
Dilersen ona da ikimizin isimlerinin harmanlanmış halini koyalım.
Onun adı "aşk" olsun...
Ve..
Hiç solmasın...
Lütfen, ben çiçek yetiştirmekten anlamam diyerek onu ihmal etme.Onunla zaman zaman konuş, ona sevgi ver. Bak gör nasıl serpilip yeşerecek. Aslında sende biliyorsun.Eğer istersen yaşamaya mecali kalmamış tek bir yeşil yaprağı olmayan ağacı bile canlandırırsın..
Yeter ki iste..
Sana fidanla beraber tarhana da getirmiştim.Köyümün çok tatlı bir ninesi var.ismi "Hanım".. Ben ona ''Hanım anne'' diyorum. Tarhanayı sana o yolladı. ''Kara oğluma'' götür azıcık palazlansın dedi. Birde gidince benim için kulaklarından çek sonrada yanaklarından öp dedi. Yanaktan öpmeyi anladım da kulaktan çekmeyi anlayamadım.!!!
Canım,
Olurda bir gün buraya gelirsen seni Hanım annemle tanıştırıcağım.
O seni zaten çok iyi tanıyor. Birde görebilse tam olacakmış. Bize sözü var eğer düğün yaparsak bu yaşına rağmen göbek de atacakmış.. Canım annem, bizi çok seviyor..
Aslında köyüme dair, bana dair anlatacak o kadar çok şey var ki.. Mektuplarının gelmediği o günlerden itibaren bir yılın bir saniyesi bile eksik kalmaksızın hepsini bilmeni istiyorum.. Benim yaşadıklarım fakat senin bilmediklerin...
Köyüme sadece çarşamba günleri gelen postacıyı nasıl beklediğimi ve senden mektup getirmediği için bir yıl süresince ondan ve çarşamba günlerinden nasıl nefret ettiğimi.. Sesini duymak istediğim zamanlarda, telefonu defalarca elime alıp hırsla tekrar nasıl yerine koyduğumu... Yastığıma gömülüp hıçkırıklarla isyanımı bastırdığımı.. Ayrılığın bendeki acısını ve kalbimin yorgunluğunu... Her ezan sesiyle beraber senin de sesini duyduğumu... Hepsini ama hepsini anlatmak istiyorum..
Yine duygusallaştım...
Boğazım acıyor..
Seninleyim, mutluyum ama çok buruğum..
Babama, oğluma, abime, eşime, sevgilime yani kısacası sana ihtiyacım var..
Bana bir sürpriz daha yapar mısın?
Buraya, yanıma gelir misin?
Söz veriyorum...
Bu sefer hüzünden değil, sevinçten ağlayacağım...
Lütfen Gel...
Dağgülü "
Uğur Erdoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 25 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan Sigara'yı Bırakmak mı? |
|
Sigarayla tanışıklığım babamı tanıdığım yıllara dayanır. Rahmetli koyu bir tiryakiydi. Ben onun sayesinde Harman'ı yassı Gelincik'i, Bafra'yı, Birinci'yi; ha bir de hakkı kalmasın Çamlıca'yı...Şimdi hepsi birer nostalji...Onlar Tekel'in "Tiryakiler Müzesi"nin sararmış duvarlarını süslüyorlar...
Her çocuk gibi ben de babama öykündüm, örnek aldım kendime. Eğer bugün arada iki kadeh rakı alıyorsam vallahi onun sayesindedir. Onun her yıl Eğirdir'den ahşap kasada getirdiği salamur Eğrez balığıyla (biz o zamanlar çiğ balık derdik) rakı demlemesi hep gözümün önündedir. Derisi yüzüldüğünde, pembe kırmızı karışımı renkli eti görünürdü. Yer sofrasında görüntüsü bile ayrı iştah konusuydu. Bu balığın yanında pembe yayla domatesi, yeşil çarliston biber, kuru soğanla doyum olmaz bir ziyafete dönerdi yemeğimiz. Evin en küçüğü olmam nedeniyle, kenarından ucundan sebeplenirdim onun çilingir sofrasından.
Babamla olan anılarım nedense pek az. Onu ortaokul son sınıfta okurken kaybettim. 1902 doğumlu babama boyu nedeniyle "Uzun İbram" da derlerdi. Başka bir lakabımız da "Çerezciler"di. Babam Teke yörüklerinden. Eğirdir aşığı bir insandı. İşsizlik nedeniyle Aydın'a göçmüşler; bir yıl geçmeden memleket özlemi ile geri dönmek istemişse de annemin direnişi sonucu yaşamını Aydın İncirliova'da sürdürmek zorunda kalmıştı. Bugün, Eğirdir benim de memleketim diyebiliyorsam, bunu öncelikle babama borçluyum.
Nereden nereye...işin içine anılar girince, ister istemez dalıp gidiyor insan...hele bir de benim gibi sulu gözse, gözlerinizin buğulanmasını engelliyemiyorsunuz.... Eğer bir yazıda sizin de cümleleriniz üç noktayla bitiyorsa; söyleyecek daha nice sözünüz var demek değil midir? Evet, babam da benim için bir idoldü. Onun yaptığı her şey, okul yüzü görmese de yaşadığı onca acılı yaşam deneyimleri benim için yeterliydi. Öyleyse ben de babam gibi sigara, rakı içmeliydim. Çayı ağzına dek silme şekerle doldurup içmeliydim. Daha neler neler... O daima iyi şeyler yapan biriydi. Bu düşüncelerle bir iki derken işi ilerletip, paket almanın çarelerine bakmaya başladık arkadaşlarla. O zamanlar bizim gibi ilkokula giden bir çocuğun sigara içtiği görülmüş şey değildi. Sonunda harçlıklarımızla ortak sigara almanın bir yolunu bulmuştuk. Karşısında açık hava kahvehanesi bulunan bakkala gidip, "Karşıdaki amca bir paket Bafra istiyor.."diyerek, satın alıyorduk. Gidip, yazlık sinemanın makina dairesinde gizlice içebildiğimiz kadar içip paketi zulaya bırakıyorduk; bir dahaki gelişte içebilmek için. Ama ne gezer...Her defasında bizim paketin yerinde yeller esiyordu. Daha sonraki lise yıllarımda sigarayı bulunduğum çevre nedeniyle bırakmıştım. Bizimkisi demek ki, dudak tiryakiliğiydi. Ancak yüksek okulda rakıyla ilk kez tanışmama paralel arkadaşımın uzattığı tek sigarayla eski sigaralı günlerime döndüm. Bu durum, 1985 yılına dek aralıksız 13 yıl sürdü.
O yıl, müdürlükten istifa edip, Ödemiş'te öğretmenliğe dönmüştüm. Yöneticilk yaptığım yıllarda çocuklar bana "Apartmanın dedesi" ismini takmışlardı. Sabah daireden çıkar çıkmaz sanki temiz hava ciğerlerimi çarpmışcasına öksürmeye başlıyordum. Kızım iki yaşına basmıştı. Bu eleştiriler ve alaylı sözler karşısında sigarayı bırakma konusunda kendim bir çözüm bulmalıydım. Başkasının bırak demesiyle bırakılmazdı ki! Sigaranın da bir onuru, gurur vardı, doğrusu. Bu arada, bacanak ve kayınbirader de benim gibi koyu bir sigara tiryakisiydiler. Göreve başladığımın haftasında, bahçede güneşli bir havada hemşehrimle dolaşıyorduk. Konu nerden geldiyse, gelip sigaraya dayandı. Arkadaşım kendi yaşadığı ve uyguladığı yöntemi aktardı. Anlattığı aklıma yatmıştı. Sigarayla konuşmamı öneriyordu. Önceleri gülünç gibi gelse de, uygulandığında kesinlikle başarı şansı olduğunu gördüm.
Kısaca anlatmak gerekirse; sigarayı bırakmak için kendinize bir gün belirleyeceksiniz. Örneğin, bugün günlerden Salı ve siz kendinize gelecek Salıya kadar süre vereceksiniz. Bu sürede sigara paketi yanınızda ve ne zaman canınız sigara çekerse alıp onu dudaklarınıza taşıyacaksınız. Ancak buraya dikkat: Onu her yakmak istediğiniz anda, sadece onun duyacağı bir şekilde "SİGARA, SENİ SALI GÜNÜ BIRAKIYORUM!" demeniz gerekir. Tek kuralımız bu! Bu sözü mutlaka sigaranın duyacağı şekilde söylemek zorundasınız. Aksi halde başarı şansınız kalmaz.
Bu yöntemin elbette psikolojik bir etkiyle, beynimizde var olan ve adına "bilinç altı zihni" dedilen zihinle doğrudan bir ilgisi olduğunu daha sonra okuduğum kaynaklardan öğrenecektim. Bu yöntemi yamın her karesinde uygulayabvilir ve istediğiniz başarıyı kolayca yakalabilirsiniz. Ben başardım, siz niye başarmıyacaksınız ki?
Evet, sevgili sigara sevenler ve bırakamayanlar derneğinin sevgili bayan ve bayları! Fazla söze ne hacet...Yirmi yıldır önüme gelen herkese anlattığım sihirli formülü yazmakta neden geciktiniz, dediğinizi duyar gibiyim şimdiden. Hadi kolay gelsin. Başaranları şimdiden kutluyorum. Babamla ilgili anılar mı? Onları da bir başka yazıya diyelim...
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz Seyir Defteri |
|
Çok eskilerde, çocukluğumda da gemi yolculuklarını çok severdim.
Yulara vurulmuş bembeyaz gemi limanda tüm haşmetiyle, biz, yeni misafirlerini beklerdi. Sabahın o en erken saatleri, günün ilk çıtır simitleri gibi tazecik serinliği ile tek tek herkesin yüzünü okşar, uğurlama töreninin açılışını o yapardı.
Karaköy liman şeridi boyunca, ard arda dizili yük gemileri arasında sadece bizim gemimiz inci gibi parlardı. Onunla, sanki benim'miş gibi gurur duyardım. Guliver şaşkınlığı ile bizleri incelediğini düşünür, eli kolu bağlı dev'in o sıradaki haline biraz da üzülürdüm. Pek geçmeden, güleryüzlü gemi mürettabatı koca merdiveni askılarından kurtarıp, aşağıya salarlar ve ardından Guliver'in üstü bir anda oraya buraya koşuşturan meraklı karıncaların istilasına uğrardı. Ayrıca kıyıda kara bir vinç geminin burun kısmına bir bir otomobiller kondurur, ama istifini hiç bozmazdı.
Tiril tiril keten kumaştan tayyörleri, inci kolyeleri ve yüksek ökseli zarif ayakkabıları ile hanımlar, daha gemi merdivenini çıkarken yolculuğa şık başlarlardı. Bazıları ise, 'büyüyünce ben de takacağım' dediğim geniş siperlikli pastel renkte şapkalar takarlardı. Rebul lavanta losyonu sürmüş janti beyler ise bir adım geriden eşlerini takip eder, merdivene gelindiğinde önden atlayarak onlara el uzatırlardı.
Taze gelin gibi süzüm süzüm süzülen gemimize yakışır bu şıklık ve zerafet topluluğu kargaşa yaratmadan, sakin bir şekilde sallanan merdiveni çıkardı. Ben ise, tek elim heyecandan kıpır kıpır minik yüreğimi bastırırken, diğer elim halat'tan yapılma merdiven trabzanında, hem basamakları çıkar, hem de eş, dost, akrabalarını uğurlamaya gelmiş aşağıdaki minicik insanlara koca gözlerle bakarak, keyifle gülümserdim.
Merdivenin sonunda lacivert-beyaz kostümleri ile bizleri karşılayan ve genelde çok güzel bayan ve yakışıklı baylardan oluşan mürettabat 'hoşgeldiniz' dediklerinde başıma taç kondurulmuşçasına sevinirdim.
En heyecanlısı, küçük kız kardeşimle kamaramızın kapısını açmak ve kahve-bej renkte, pötikare perdeli ranza'da yer kapmaktı. Bir yaş büyük olmam sebebi ile hep üst katta yatmak bana kalırdı. Kamaranın penceresi de hep aşağıdaki yatak seviyesinde olduğundan aksam yemeğinden sonra kız kardeşimi uyutmayıp, pencereden güvertede gezen sevgilileri gözlerdim. Bazen de tam bizim pencerenin önünde öpüşen koklaşanlar tesadüfen annemiz ve babamız olurdu. Afallar, bir süre merakla seyre dalar, sonra minik ellerimizi sıkıca ağızımıza bastırıp, kıs kıs gülüşürdük.
Yatak başlarında çıt-çıt'lı gece lambaları bulunurdu. Çıkardığı ses hoşuma gittiğinden uyumaz sürekli lambayı açıp kapatır, oyun oynardım. Sonunda da mızıkçı kardeşimin 'Yeteeerr, uyuyamıyorum abla! ' sesi ile son kez ışığı kapatıp, söylene söylene uyumaya çalışırdım.
Kahvaltı ve akşam yemeklerinde geminin hoparlörlerinden tüm kamaralara, salonlara ve güverteye kısa bir uyarı tınısı dinletilir, yolcular bu şekilde yemek salonlarına davet edilirdi. Kaptan masasında yemek yemek ayrıcalıklı bir durumdu. Kaptanın masasında onunla kadeh tokuşturanlarl iyice havalara girerlerdi.
Aksam yemeklerinde büyükler iyiden iyiye şık giyinir, hanımlar birbirleri ile adeta yarışırlardı. Kız çocukları ise sıkıca bağlanmış saçlarından ötürü mimiklerini kaybetmiş bir şekilde canlarının sıkkınlığını bile dışa vuramazlar, porselen bebekler gibi salonu süslerlerdi. Ben ise hiç konuşmadan, yüzümde tebessüm bir sonraki planda ne olacağını bilmemenin keyfi ile sessiz film izler gibi etrafımı gözlemlerdim.
Bir keresinde, güverte'den aşağılara bakarken, gemide araçların bulunduğu ve yasak alan olan burun kısmında, Fransa'da avukatlık eğitimi alan genç bir akrabamızı peşmürde bir şekilde hippilerin arasında görmüş, uzun saçı sakalına rağmen tanımıştım. Birkaç gün, niye hippi olmak istedi diye düşündüm. O yaşta işin içinden çıkamadım ama sonunda herhalde muzurluk yapıp denemek istedi diye kendimi ikna ettim. Huzuru kaçmasın diye annemlere de hiç birşey söylemedim.
Şimdilerde o "Ayşegül ve Fındık Vapurda" hikayeleri misali günleri tüm detayları ile hatırlar, tekrar yaşarcasına tatlı tatlı gülümserim.
Gelin görün ki, bu aralar bir gemi yolculuğu yapsam, sanırım kamaramdan güvertede gezinen aşıkları değil de, deniz seviyesindeki lumboz'uma çarpıp çarpıp tekrar okyanus dalgalarına karışan ben'i göreceğim.
-Yüzleşmek mi?
-Teşekkürler, zaten fotoğrafını bile çektim, biliyorum. (Bknz.: Yandaki şekil )
İyisi mi, bir süre daha yolculuğu ertelemeli, nice görmek istediğim güzelliklere Ayşegül'ce hazırlıklar yapmalı ve bu arada boş durmayıp keyifli anları yazmalı ! -yım.
Değil mi ?..
Gülendam Z.Oğuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Özhan Bilgin | diyotopsi | |
|
"
kanı çekilmiş katilin,
kıyarken..
öldürürken değil,
ölürken,
anlamı yitmiş cinayetlerinin..
..
ankara'04
"
sadece ellerini ve ayaklarını görebiliyordu, genç adam.. o'nu, gri bir örtüyle ancak bu kadar örtebilmişti.. soğuk bir duvara sırtı dayalı bir biçimde bırakmıştı o'nu.. kadının cansız bedeni, genç adamın hafızasının kapılarını aralamaya yetmiyordu.. bütün ışıklar, -ışık veren her ne varsa- açıktı.. genç adam yerde uzanmış, o'nu dikkatlice inceliyordu..
o'nun neden öldüğünü bulabilirse, neden öldürdüğünü de bulabilirdi !..
bir şey hatırlayamıyordu genç adam.. bildiği tek şey,
hala o'na bakma arzusu hissettiğiydi.. kılını kıpırdatmadan bakıyordu.. iyi de; neden öldürmüştü o kadını !..
ellerindeki kan izlerini görmek istemiyordu.. zira kan görmeye dayanamazdı.. hele ki sevdiği kadının kanını.. o kadar istemiyordu ki; ellerini, soğuk parkelere yapışık tuttu.. o'nun gözlerini,
göremediğini fark ediyor;
fakat hep resmettiği bir güzelliği, o'nun cansız bedenine bile kondurabileceğini düşünüyordu.. kadının cansız bedeninin, kendisine doğru canlı canlı,
fakat ağlamaklı baktığını resmetti o an.. düşledi..
yine de, yorgun beyni bunun sürekliliğine izin vermiyor; aksine,
o'nun git gide matlaşan, soğuk bedeninin resmini şimşek gibi çakıyordu gözlerinde..
bu sahneye dayanamazdı artık.. daha fazla bakamazdı o'nun ölümüne.. bıçak yarası mıydı, kafasını mı vurmuştu, kurşun mu sıkmıştı, neydi ki.. neden öldüğünü bulamadı kadının.. ve dolayısıyla, neden öldürdüğünü de..
genç adam; gözlerini iyice büyüterek, son bir kez daha baktı o'nun cansız bedenine.. irkilmişti sanki resmettiği gözleri, son bir kez daha..
ve öylece bitirdi otopsiyi..
gözlerini yuvarlayıp, kapayarak..
…
sadece ellerini ve ayaklarını görebiliyordu, kadın.. o'nu, gri bir örtüyle ancak bu kadar örtebilmişti.. soğuk bir parkeye sırtı dayalı bir biçimde yatırmıştı o'nu.. adamın cansız bedeni, kadının hafızasının kapılarını aralamaya yetmiyordu.. bütün ışıklar, -ışık veren her ne varsa- açıktı.. kadın sırtını duvara dayayarak, o'nu dikkatlice inceliyordu..
o'nun neden öldüğünü bulabilirse, neden öldürdüğünü de bulabilirdi !..
bir şey hatırlayamıyordu kadın.. bildiği tek şey,
hala o'na bakma arzusu hissettiğiydi.. kılını kıpırdatmadan bakıyordu.. iyi de; neden öldürmüştü o adamı !..
ellerindeki kan izlerini görmek istemiyordu.. zira kan görmeye dayanamazdı.. hele ki sevdiği adamın kanını.. o kadar istemiyordu ki; ellerini, soğuk alnına yapışık tuttu.. o'nun
gözlerini,
göremediğini fark ediyor;
fakat hep resmettiği bir güzelliği, o'nun cansız bedenine bile kondurabileceğini düşünüyordu.. adamın cansız bedeninin, kendisine doğru canlı canlı,
fakat ağlamaklı baktığını resmetti o an.. düşledi..
yine de, yorgun beyni bunun sürekliliğine izin vermiyor; aksine,
o'nun git gide matlaşan, soğuk bedeninin resmini şimşek gibi çakıyordu gözlerinde..
bu sahneye dayanamazdı artık.. daha fazla bakamazdı o'nun ölümüne.. bıçak yarası mıydı, kafasını mı vurmuştu, kurşun mu sıkmıştı, neydi ki.. neden öldüğünü bulamadı adamın.. ve dolayısıyla, neden öldürdüğünü de..
kadın; kafasını kaldırarak, son bir kez daha baktı o'nun cansız bedenine..
irkilmişti sanki resmettiği gözleri, son bir kez daha..
ve öylece bitirdi otopsiyi..
gözlerini yuvarlayıp, kapayarak..
...
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Gencecik Kahveci : Sevil Yaman |
Gözlerimin perdesi yok....
Kötü bir rüyaydı... İşittiğim her ses çığlık oldu kulaklarımda. İşittiğim her ses içime kaydedildi. Renkleri yoktu hiçbir şeyin, yetişemediğim siyah-beyaz zamanlar gelip bulmuştu beni... Hayatımın en baharı denecek zamanlarımı yaşayacaktım. Sonbahardan başlattılar. Güzleri gördüm, kışları gördüm önce... Gözlerimin perdesi yoktu... Her şeyi gördüm...
Koca bir yıl... Yaşadığımdan anlamadan geçip gitti, birçok şeyle beraber. Bende kalanlar el salladı gidenlere sessizce. Gözümdeki yaşların sesi vardı sadece, onunda dilinden anlayan yoktu. Anlatmak istemedim. Sözlerim, dilimden dökülsün istemedim yalancı bakışlara aldanıp.Çok yazdım bu yüzden... O beyaz sayfalara yaşadığım kabusları anlattım, hayatımda yazmadığım kadar yazdım. İstedim ki içimdeki zehri atsın kelimelerim.İstedim ki, anlatacaklarım bir yerde bitsin ya da değişsin. Kağıtları ortak ettim kaderime.
Yazdım yırttım, yazdım yaktım. Kimseyle paylaşamadım...
(Ben sadece inandıklarıma sahip çıktım, sarıldım sıkıca. İç sesimi dinledim. Ben sadece hayallerimin gerçekleşmesini görmek istedim .Hiç bir şeyi,bir gün terk etmek için hayal etmedim. Kimsenin önemsemediği değerlerim, hayatımın birer organıydı benim için. İçinde ben vardım, içinde kalbim vardı. Vazgeçemezdim.Vazgeçmedim. Vazgeçmememi kaybetmekle cezalandırdılar. Ama kaybetmek vazgeçmek değil ben de, gün gelir karşına çıkagelirim. )
Hayat, istediğimiz gibi şekillenmiyor işte. Yaşamak istediklerimiz, yaşayacaklarımız olmuyor. Kaybederken bile bir şeyler kazanıyorsun. İşte bunu görebildiğin an yaşıyorsun. Bir bakıyorsun ki hayat devam ediyor. Kendi gerçeğinle yaşıyorsun.
Uyandım.... Sığındığım o kabuğun içinden kendimi yeniden güneşe çıkardım.Zırhımı attım üzerimden, önce aynalara baktım. Gördüğüm Sevil'in yaralarını sardım. Kabuslarım bitti. Yeniden hayatta ve buradayım...
Hayat,
Gözlerimin perdesi yok.
Her şeyi gördüm.
Buna rağmen her şeye,
Yeniden döndüm...
Hoş geldim...
Sevgiyle...
Sevil Yaman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.678 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
ARKA BAHÇEDE
Bulanık gölgemle düştüm peşine,
Küf tutmuş yüreğim sürdü izini…
Yağmur olup yağdın göğümden,
Yakılması gereken kentime…
Hırsla kuşandım silahlarımı,
Mecburiyet var namlumun ucunda,
Tiner kokuyor ellerim,
Sessiz adımlar getirdim.
Öfkeyle ve sinsice
Sota da bekliyorum.
Yüreğini gaspa geldim..
Mehmet Güneş
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3850&ek_tarihi=29/04/2005 Yazılarıyla hem elektronik hem de basılı dergimize renk katan sevgili Nesrin Özyaycı'nın yeni çıkan "ALLEBEN'DE BOĞULMAK" kitabıyla ilgili olarak Hülya Soyşekerci'nin bir yazısı. Dilerseniz yorumlarda da bulunabilirsiniz.
www.kaslagit.com "Amacımız, insan gücü ile yapılan keşif yolculuklarıyla çocukları eğitmek ve herkese esin kaynağı olmaktır. İstendiğinde hayallerin gerçekleşeceğini, bu yolda karşılaştığımız engellerin aslında bizi durdurmaması gerektiğini göstermeye çalışıyoruz." diyor Erden Eruç. Bu güzel proje ile ilgili detayları öğrenmek, Erden Eruç'u tanımak ve belki katkıda bulunmak için tıklayın.
Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
xp-AntiSpy Setup Download 3.94-1 [326 KB] Windows Free
http://xp-antispy.org/index.php?option=com_remository&func=sellang&iso=en Harika bir yardımcı program. Windows üzerinde sizi rahatsız eden pekçok şeyi manuel olarak kapatmak mümkün olsa da bunun zaman aldığı ve bir miktar bilgi gerektirdiği hepinizin malumu. İşte bu program tüm bunları bir check atmakla hallediyor. Mesela MSN siz istemeden başlamasın mı istiyorsunuz? Deneyin çok işinize yarayacak.
Yukarı
|
|
|
|
|
|