|
|
|
16 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Şaşkınlar sahnede!.. |
İyi haftalar
Cuma günkü yazımda taraftarlığı alternatif spor kapsamına almıştım ya nasıl da haklı olduğum ortaya çıkmadı mı? Her iki maçı da seyretmeye çalışıp son 20 dakikada hop oturup hop kalkınca harcadığım enerjinin, ürettiğim adrenalinin hesabını tutmak mümkün olmadı. İki takıma da helal olsun ya da bırakın olmasın. Şimdi bu 2 şaşkın haftaya kafa kafaya vuruşacaklar. Doksan dakika gene spor yapıp göbek eriteceğim. Ancak sinirden yediklerim yanıma kar kalacağından büyük ihtimalle erittiklerimin yerine misli ile alacağım. Aslında buraya birkaç satır karalamak için laf kalabalığı yapıyorum. Maç, o, bu derken matbaayı açtığımda saat 12:00 yi çoktan geçmişti. O nedenle hızla size merhaba deyip köşeme çekilmek zorundayım. Siz alıştınız artık, nasılsa kızmazsınız.
Ama giderken size güzel bir şarkı ile veda ediyorum. Son günlerde defalarca ardı ardına dinlediğim ve hala bıkmadığım bir güzel şarkı. Değişik sesi ve güzel yorumuyla Gülay söylüyor, Geri dönülmez bir yoldayım. Hoş bu hafta biraz kısa olacak galiba ama gene de hepimize güzel bir çalışma haftası diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök GÖZGÖZE | |
- Yüzünün ne kadar solgun olduğunun farkında mısın? Ne olacak bu halin böyle, ne yapmaya çalışıyorsun! Kapanıp kalmışsın iç dünyana. Gömmüşsün kendini. Dışarıya gülücükler atmakla olmuyor bu işler. Biraz kendine gel lutfen, sars kendini. Hep susuyorsun. Seni tanımasam dışarıya attığın gülücükler sahte diyeceğim, ama sahte olmadığını biliyorum. Peki tüm bu gülücükleri atarken bile içinin buruk olması neden? Ben bile anlayamıyorum seni bazen, ben bile...
- Ne dememi bekliyorsun. Her şey güllük gülistanlık ve tüm sorunları ben yaratıyorum öyle mi?
- Hayır, tüm sorunları senin yarattığını falan söylemiyorum. Sadece kendine biraz çeki düzen vermelisin. Vurgulamaya çalıştığım tam olarak bu.
- Bak, beni bilirsin. Abartmayı sevmem, neysem oyum. Sorunlarımı büyütmem. Ama bazen öyle bir dolup taşıyorum ki; boğulacak hissi yaşıyorum.
- Ne var boğulacak anlamıyorum ki. Takılıp kaldın iç dünyana. Aç biraz kendini, aç! Bu şekilde devam edersen gerçekten boğulacaksın!.. Susuyorsun... Hep susuyorsun. Bakma öyle hüzünlü hüzünlü. Gözlerinde hep bu ifade var... Susuyorsun. Seninle konuşurken gözlerimin içine bakman yetmez.
- Offf... Konuşmak istemiyorum.
- Hiç boşuna oflama. Konuşacaksın. Ertele ertele nereye kadar. Çevrende seni seven yığınla insan var. Hangisine söylesen sıkıntılarını paylaşır. Ama sen iyice soyutladın her şeyden kendini. Ayrıca sıkıntın ne, onu da anlamış değilim. Kendi kendine yaratıyorsun bütün bunları.
- Bana haksızlık ediyorsun, neden kendi kendime yaratayım?
- Ne var söyler misin? Nedir derdin... Bak susuyorsun yine. Yok işte, yok. Böyle anlar her insanda olur. Tamam kabul son zamanlarda bir sürü olumsuzluk yaşadın. Birçok insan belki kaldıramazdı. Ama geçti işte, bitti. Sen güçlü bir kadınsın, her şeyin üstesinden gelirsin.
- İşte yine aynı laf. 'Sen güçlüsün, bütün bunlar sana vız gelir' öyle mi? Yeter artık ya. Aynı lafı duymak istemiyorum ben. Güçlüymüşüm! İstemiyorum güçlü olmak falan. Biraz zayıf olmak istiyorum. Bir süreliğine anlıyor musun. Ve boşvermek istiyorum her şeye bir süreliğine. Neden dayanmam gerekiyor söyler misin? Neden her seferinde 'güçlü' olmam gerekiyor?
- Biliyor musun, üzülüyorum senin için. Evet tam olarak hissettiğim bu, üzülüyorum. Farkında değilsin belki ama boşu boşuna yıpratıyorsun kendini. Kabul ediyorum, az önce de söyledim, yaşadığın olumsuzluklar oldu ama tüm bunların yanında sahip olduğun güzellikleri görmezden gelme. Bir bak etrafına. Etrafın güzelliklerle dolu ama sen takılıp kaldın, göremiyorsun. Sorun yaşayan tek insan sen değilsin. Ve kim bilir daha yaşayacağın ne kadar çok sıkıntın olacak. Gayet doğal bunlar. Bu dünyada yaşıyorsak, her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor... Anlayamıyorum seni, gerçekten anlayamıyorum. Sen böyle değildin. Acılar seni bu denli sarsacak mıydı, gülerim buna!
- Neden gülermişsin! Ben robot muyum, niye sarsmasın anlamıyorum ki... Birikti işte, birikti. Sen beni anlayamıyorsan başka kim anlar. Bi-rik-ti !
- Bak, öyle demek istemedim. Ama hiç kendi halini görmüyorsun. Dışarıda herkes seni kaygısız gibi görüyor. Ama yalnız kaldığında bir yorgunluk çöküyor üstüne. Sanki dünyanın tüm sıkıntıları senin omzunda. Bak, çok güzel bir kızın ve harika bir eşin var. Bu durumunu onlara da yansıtıyorsun. Hadi artık, erteleme!
- Ben istemiyor muyum sanıyorsun. Ama bir rehavete kapıldım sanki. Tam kendime gelecekken yeni bir üzgü çıkıyor karşıma ve başa dönüyorum. Ben de biliyorum ki; aslında bir çok insana göre çok güzel bir hayatım var. Her şeyin farkındayım ama sanki üzerim kalın bir perdeyle örtülü ve ben sıyrılmak isterken daha çok yorulurum diye her şeyi geriye atar oldum... Biliyor musun, ağız dolusu gülmeyi özledim.
- Tam olarak burcunun özelliklerini yansıtıyorsun biliyor musun? Yengeç gibi dışın sert kabuk, ama için yumuşacık... Hadi, gül ağız dolusu. İyi şeyler hak ediyorsun sen. Buna emin ol. Sakın tereddüt etme. Sen, değerlisin.
- Çok iyi geldi bu konuşma biliyor musun? Sanki buna ihtiyacım varmış gibi hissettim. Beni yalnız bırakmadığın için sağol. Şimdi daha iyi hissediyorum kendimi. Gerçekten bu iyi hal uzun sürer mi?
- Neden sürmesin, yeter ki sen iste! Sen iste, her şey olur. Ama önce inanman lazım. Hadi artık. Sil gözlerindeki hüznü de en güzel gülücüklü parlaklıkları yerleştir gözbebeğine. Ve söz ver bana, o gülücük kalsın diye.
- Tamam, söz. Belki kısa bir zamana ihtiyacım olacak, ama söz. Bana yakışan en güzel gülücük olacak gözümde ve yüreğimde. Ve ben; bana ve beni sevenlere eziyet etmeyeceğim artık, söz!
- Hah şöyle, bak ne güzel. Böyle kendinden emin olduğun zamanlarda seni çok seviyorum. Aslında her zaman seviyorum bilirsin. Sen iyi bir insansın ve iyi şeyler bulacak seni.
- Tamam. Yüreğime dokundu sözlerin. Aslında bunları biliyorum. Senin bildiğini biliyorum. Ama sanırım gözgöze gelip bu konuşmayı yapmamız gerekiyormuş. Tekrar teşekkür ederim.
- Çok sevindim. Sana yakışan da budur işte... Oooo saat de epey geç olmuş. Temizliği yarıda bıraktım seni görünce. Artık gönül rahatlığıyla kaldığım yerden devam edebilirim. Aa, dur bakayım, bir leke var sanki şurada. Tam da çenenin alt kısmına denk gelmiş. Dur sileyim hemen. Nerede benim cam-silim!
Fatma Toprak Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Ben : YAŞIYORUM ! Ya Siz? |
|
Şöyle bir bakıyorum da; hepinizin hikâyesi, hattâ tek bir yaşamın içine sıkıştırılmış hikâyeleri var. Senin, onun, az ötedekinin, daha ileridekinin.. falan filan... Ve sizlerin, yani hayatın göbeğinde varolma savaşı veren her insanın kendi tarihi, sararmış sayfaları, sayfalar arasında gün ışığına çıkmasından çekindiği sırları, ağır koşulları, yoklukları, yoksunlukları, acıları, gözyaşları, gülüşleri, mutlulukları, hüzünleri, arkadaşları, eşi, dostu, çoluğu, çocuğu, onların, diğerlerinin yaşanmışlıkları, yaşadıkları, yaptıkları, ettikleri... var oğlu var... Bütün bu hengâmenin ortasında nasıl huzur bulduğunuzu, nefes aldığınızı doğrusu anlamıyorum! Çok gürültülü ve çok kalabalık!...
Benim yok! Benim sizlere benzer çok sesli ve heyulâlı, kırpık kırpık sanrılı öykülerim yok! Bir hikâye yaratabilmem için sizlerin yaptığını yapıp; biriktirmem, dönüp dönüp yeninden anımsamam, bildiklerimi unutmamam, unuttuklarımı hatırlamam için günceler tutmam, şarkılar dinlerken ağlamam, bu sırada kahvemi yudumlarken iç çekmem, film karelerinde, okuduğum kitapların sayflarında kendimden bir şeyler bulmam lazım.
Sizlerden bazıları çöpçülük yaparak geçimini sağlar, çoluk çocuğunun rızkını çıkartırken; bazıları sıradan yaşam süren diğerlerinden ayrıksı, çizgi dışına çıkıp "farklılık" çabasına girerek, sözde 'Sıradışı' bir hayatın özentisine kaptırır kendini. Oysa oradan oraya koşturmak, koştururken anlık görüntülere takılmak ve akıp gitmektir tek yaptığınız... Daha ötesine geçemezsiniz. En sonunda bir gün; yaşadıklarınızın çokluğu, o çokluğun arasında size kalan, kaydadeğer, gelecek nesile bırakabileceğiniz tek bir sözcüğünüzün olmadığını ayrımsayamadan yaşlanırsınız. Üstelik 'mola' nedir bilmediğiniz, o heyecanlı yıllarınızı yâd edip gülümsersiniz. "Ne güzel yaşadım" dersiniz. Sahi mi? Güzel miydi?
Ben ise bütün bu saydıklarımı yapmıyorum! Ama kelimenin hakkını vererek söylüyorum ki; Yaşıyorum!
Yani sizler gibi; yemek yiyor, tuvalete çıkıyor, duş alıyor, uyuyor, uyanıyor, televizyon seyrediyor, oturuyor, yatıyor, çevremdeki insanlarla konuşuyorum. Ve: YAŞIYORUM! Yaşadığım an, saat, gün geçip gidiyor. Dolayısıyla dünle bugün, bugünle yarın arasında fark kalmıyor. Asıl sıradışı hayat süren benim! Çünkü yaşarken sizin yapamadığınızı yapıyorum; duruyorum! Dinliyor, gözlüyor, bakıyor ve izliyorum. Siz bakıyorsunuz ama görmüyorsunuz. Duyuyorsunuz ama işitmiyorsunuz. Siz dinlemiyorsunuz bile! Bir arkadaşınızla yanyana geldiğinizde sadece kendi derdinizi anlatıyorsunuz. Sohbet etmiyorsunuz. Ve bu yüzden sesiniz duyulsun diye hep yüksek sesle konuşuyorsunuz. Sonra siz susuyorsunuz, karşınızdaki konuşuyor. O konuşurken siz yine dinlemiyor, içinizden hesap kitap yapıyorsunuz "yarın dişçimle randevum var, unutmasam bari" ve dönüp karşınızdaki insana gönül rahatlığıyla şunu söyleyebiliyorsunuz "evet, seni anlıyorum." Ciddi misiniz? Gerçekten anlıyor musunuz?!?
'Anlıyorum' kelimesini telaffuz ederken nasıl bir mesuliyet aldığınızı farkında mısınız peki? Hiç sanmıyorum! Bazı kelimeleri sarf ederken, sırf söz hakkı size geçti diye, ağzınız boş kalmasın diye o kelimeyi kullanmak nasıl bir yanılgıdır? Anlamak için dinlemek, dinlemek için izlemek, bakmak, hissetmek, karşındakiyle empati kurmak gereklidir... Siz; kendinize, nasıl bakacağınızı öğretmemişken, bodozlama anlamaya geçemezsiniz!
Kezâ 'Seni Seviyorum' demekte o kadar kolay değildir. Tüketime alışmış, benmerkezci bir toplumun fertleri sizler; önce; önemli, altı çizilesi, içi dolu, açık, net, gümbür gümbür kelimeleri tüketiyorsunuz. Arkadaş veya sevgiliye "Seni Seviyorum" diyebilmek için ortak paydalarınızın, geçmişinizin, birikmişliğinizin, yoğun duygularınızın, o insanla mutluluğunuzun ve sadece ikinize özel, çok özel yaşanmışlığınızın olması gerekmez mi? Ve her dakika söylenmesi o iki kelimenin sıradanlaşması, yavan hale gelmesi, büyüsünü kaybetmesine sebep değil midir? Epi topu üç-beş kez görüştüğünüz, konuştuğunuz birine pattadanak "Seni Seviyorum" deme lüksünü nerden buluyorsunuz? Bu kadar kolay mı? Ya da neden hep kolay yolu seçersiniz ki? 'Zor' yorduğu için mi? Ne çabuk eskitiyorsunuz! Arkadaşlıklarınız da, aşklarınız da kısa sürüyor bu yüzden! Üzülmeye, acı çekmeye, birinin ardından gözyaşı dökmeye, gitmesin, kalbi kırılmasın diye uğraşmaya gelemiyorsunuz. Zaten hemen akabinde gidenin yerini bir yenisi alıyor ve siz onunla yeniden başlayabiliyorsunuz! Yapılan işte emek, sevgi, yürek yoksa o işten nasıl verimli bir geri dönüş beklersiniz? Sizler; çabucak harcadığınız kısır ve verimsiz yaşam tarzınıza önce kelimelerle başlıyorsunuz. Ve bu biçem, hayatınızın her evresine, sonunda da kişiliğinize yerleşiyor. Ondan sonra kazısanız da faydası yok... Üzerinize yapışıp kalır yanlışlarınız, açısız bakışlarınız... Özgüven yerlerde sürünür... Farz-u misal; hararetli bir tartışma portalının sürdürüldüğü bir topluluğa katıldınız. Konuşma zorluğu çeker, fikir beyan edemezsiniz. O "yaşıyoruz ağbi noolsun. Okul da bitti. Bi şeyler bakçaz artık" türünden içi boş, havada kalmış sözcüklerinizin, yani aslında "yaşıyoruz ağbii" lerden ibaret özgeçmişinizin size hiçbir bonservis sağlamadığını görür, kendinizi çırılçıplak hissedersiniz. Çünkü siz, -di'li geçmiş zamanın hikâyesi eşliğinde yalnızca akıp gidiyorsunuz... hepsi bu.
Aslında... düşünüyorum da... siz de kendi kendinize bu hale gelmediniz. Böylesine duyarsız kalışınızın mutlaka alt nedenleri var. Parçalanan aileler, dayak yiyen çocukların evden kaçıp sokağa sığınmaları (sanki sokak evlerinden daha güvenli), iş hayatının boğuculuğu. Az paraya çok iş yapmanız. Ve duyguları bir yana itip kendinizi başka başka güncel uğraşlarla oyalamanız... Sizin katılaşmanıza, kalplerinizin nasır bağlamasına etken, öylesine çok malzemeniz var ki; onlardan istediğiniz kadar beton pasta, taş kurabiye imal edebilirsiniz. Aslında... üzülmüyor da değilim. Siz şimdi sanıyorsunuz ki, biri sizi ağlarken görse, yumuşak karnınıza dokunacak ve canınız çok yanacak. Kimse sizi ağlarken, üzüntülü görmesin diye ağlamıyorsunuz. Ağlamayı unutabiliyorsunuz. Halbuki en insan yanlarımız gözyaşlarında değil midir? Kimsenin kimseye tahammülü kalmamışken elbetteki ağlamayacak, maskelerinizle sırıtacaksınız... Hepiniz, sizler, nasıl nasıl da yalnızsınız... Neden yalnızlıklarınızdan ördüğünüz duvarların dışına çıkmayı denemiyorsunuz? O hapishanede yaşamak çok mu güvenli? Neden sizden başka insanların da aynı dertten muzdarip, kalp ağrısı çektiğini idrak edemiyorsunuz? Siz, bu denli uzakken kendinize, yetiştireceğiniz yeni nesilden nasıl umutla bahsedebilirsiniz? Onlar, sizden ne görüyorsa, gördüklerinin izinden yürüyecek... Kendinizle beraber çocuklarınıza da aynı duyarsızlığı empoze ediyorsunuz! Onlardan gelecekte, siz yaşlandığınızda sakın sevgi ve şefkat beklemeyin. Onlar sizin aynanız; nasıl bakarsanız, öyle görünürsünüz..
Bense sizden epeyce ayrı mesafede durup izliyorum. Bekliyorum. Söylesenize, kaçınız zamana yetişme çabasından bir an vaz geçip durup beklediniz? O yorucu koşuşturmacadan kafanızı kaldırıp ağacın dalına hasbelkader konan çalıkuşunun cırıltılı sesini işittiniz? Sevdiğiniz biriyle saatlerce oturup onun gözlerinin ta içine içine bakarak, konuşmadan anlaştınız? Sözcükleri boş yere harcamadan, yanınızdaki insanın sıcaklığıyla, varlığıyla susarak anlamayı denediniz? Meselâ bir insanın yüzüne bakıp hakkınızda ne düşündüğünü ya da nasıl bir kişiliğe sahiptir diye, içinizden analiz ettiniz mi? Peki bunun hiç zor olmadığını, sadece görmek, gördüğünü algılamak, bakmak ve konuşmaya gerek duymadan ruhunu vererek dinlemek gerektiğini biliyor musunuz? Sizi gerçekten anlayan, başınız ağrıdığında, kendinizi yalnız hissettiğinizde, birine ihtiyaç duyduğunuzda yanınızda o an bitiverecek kaç insanınız var? Bir tane bile kâfi... var mı? Bir düşünün...
Bu soruları size soruyorum, evet size! Yani, kendine yabancı kalanlara. Yani, karşısındakini hâkir görüp kibirlenen, insan ayıran, üstün meziyetlere sahip (!?) 'postmodern, popülist' tarzı klişeleşmiş kalıplara hapsolmuş, sözümona 'Yaşayan' sizlere... Bu soruları kendinize sorun istiyorum... Bana değil, belki size faydası dokunur. Çünkü ben zaten sizden başkaca: Yaşıyorum!
Şu an bilgisayarımda Sezen Aksu'nun "Küçüğüm" şarkısı çalıyor... Aklıma Soner Olgun'un sözleri geliyor;
"Herkesin en az bir şarkısı olmalı, diye
düşünüyorum.
Şarkılar anlamlandırıyor yaşamı; şarkılar çekiyor
yaşamın önemli fotoğraflarını...." (*)
Sahi, sizin yaşamınızı anlamlı kılan bir şarkınız var mı?
Benim var işte : Küçüğüm...
Çünkü ben, büyümesi yarım kalmış bir çocuğum. Kendimi özel, önemli zannetmem de bu yüzden...
Çünkü ben... yaşamı tekerlekli sandalyeden, annemin sandalyemi pencere kenarına götürmesiyle izleyen bir insanım. Arada dışarı çıktığım, sizlerin kalabalığına karıştığımda oluyor elbet... Sonra bi sürü arkadaşım, dostum benim de var elbet...
Sadece ellerimi hareket ettirebiliyorum ve parmaklarımla bilgisayarın tuşlarına dokunabiliyor, böylelikle yazabiliyorum. Ne mutlu ki düşünebiliyor, konuşabiliyor, dokunabiliyor ve hayatı parmaklarımın uçlarında, tenimde, kalbimde hissedebiliyorum. Yemeğimi şimdilik kendim yiyebiliyorum. Hastalığım ağır ilerliyor. Bir süre sonra parmakarımda işlev görmeyecek, kafamı şimdiden sağa sola çeviremiyorum. Daha ilkokul çağındayken yürüme yetimi, derken hareket özgürlüğümü kaybettim. Büyümem, yaşımla doğru orantıyla gelişirken, vücudumun kas sistemi devreden çıkmaya başladı. Fakat bu benim yaşamama engel değil. Milyonda bir insanda rastlanan ve tedaviye yanıt vermeyen, en sonunda beni tamamen bitirecek hastalığımın pençesinde sizlerden farklı : YAŞIYORUM! Gerçekten yaşıyorum. Bilerek yaşıyorum. Görerek yaşıyorum. Duyarak yaşıyorum. Ve size kızıyorum! Hayatın ve Tanrı'nın size sunduğu zenginlikleri görmezden gelerek, yaşamayı bilmediğiniz için kızıyorum... Kendinize ördüğünüz duvarların ardında hapsolduğunuz için kızıyorum! İnsan yanlarınızın üzerini sıkı sıkı örttüğünüz için kızıyorum. Sizi gerçeklikten alıkoyan yaşam biçiminiz için kızıyorum. Çıkarın maskelerinizi! Göreceksiniz o zaman güneş daha parlak, ağaç daha yeşil, yüzler daha güleç... Hiç değilse bir kez, deneyin. Yaşamın içinde siyahlar kadar beyazlar, başka renklerde var... yaşamın içinde kötülükten ziyade iyilikler de var... ve her kapı önce iyilik, hoşgörüyle açılır ardına kadar...
Şöyle bir bakıyorum da... hepinizin bir hikâyesi var, öyle veya böyle nihayete erdirdiğiniz...
Benim yok! Belki de olmadığı için küçük bir iz bırakmak istiyorum kendimden... Ben gittikten sonra adım kalsın istiyorum: 'Halil' desin, anımsasın bir yürek, tek bir yürek yeter...
Yirmi beş yaşında bir çocuğum ben. Kolum, bacağım, uzvum: annem. "Küçüğüm... daha çok küçüğüm..." Ne dünüm ne de yarınım var benim. Bu günü yaşıyorum, yarına Allah kerim...
(*) Kahve Molası Dergisi Sayı 2. Mehtap Akdeniz / Soner Olgun röportajı.
Elif Eser
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
İm
Kalbimin güneyi , yağmur çiçeğim,
kelimelerin rüzgarına kapılmış yüreğim,
nerden bilecektim ki?
nasıl bilecektim ki ?
Seni böyle seveceğim.
Üzerine Alınmayanım
Kalp gözü , iksir , safir ve tılsım
ve birazda şiir yeter mi dersin sevgiyi toprak altından çıkarmaya,
Şarabi iklimlerden kaçırılmış çocukluğumu, sana rehin bırakıyorum,
karşılığında gözyaşlarını dolduruyorum matarama,
Kadife tenlim , sende bilirsin,
sevdiğin kadar sevilmezsin
ve bunun aşkın sonunu getireceğini bilmezsin.
Şimdi gel de yaşadığımız asra inat,
tüketmeyelim sevdayı,
tüketmezsek gitmezsin...
Kaç kelime çöpe atıldı?
Kaç fotoğraf ateşle yakıldı
ve kim bilir kaç aşk gerçekten hak edene ulaştı?
Aşk dediğimiz hileli zar
oyun bittiğinde
kim kime , hangi gözle
nasıl eder nazar...
Muska dillim,
alnımda mührüm,
tarihin tüm kilitlerini kırarak geldim.
dokunulmamış ormanlarımı,
sürülmemiş topraklarımı,
içilmemiş pınarlarımı sana verdim.
Karşılığında ruhumu istedim
yaralanmayan , parçalanmayan , aşık olabilen ruhumu...
Dikine yüzdüm çamurlu şelalelerin,
kaynağını görmek istedim bizzat,
boğulmak istedim belki de
içinde o tertemiz berrak gözlerinin...
Sana yaralı bir yürek veriyorum.
yanında ömrümü,
unutulmuş sözcükler , kayıp kentler , saplanmış bıçaklar
ve hep ikincililiklerle dolu ömrümü...
Biraz gülüşünü istiyorum
biraz da acıyla şişmiş tenini,
Unutmak istediğin anıları , gözyaşlarını
ve korkularını saklamaya geldim.
Sevgiyi tanrı
dürüstlüğü din bildim
ne tanrımı ne dinimi değiştirmedim.
Gözlerim neşter oldu yardı geceyi,
ölçü tutmuyor şiirim başak kokulum,
kızıldeniz saçlarını ikiye ayırdığından beri...
Sana seninle geldim.
Yüzünün aynası , bilincin dağılması kadar sendim
Hafızamdaki tüm harfler eridi
sanki kıyamet koptu da bir ben ölmedim.
Tek bir kibritle kundakladım benliğimi
geride bıraktığım sentetik limanlara dönmemek için...
Uçurumlar kadar derindi geçmişim
seninle umut etmeyi öğrendim.
sımsıkı tutundum yapraklarına,
sildim kervanların izlerini gövdemin çöllerinden...
Sana kor kadar sıcak , kumlar kadar dağılmış,
ve bir o kadar da yalnız geldim.
Öfke , ihanet ve gün batımlarından
sevgi , şefkat ve yakamozlara geçtim,
seninleydim....
Sana alnımda bin okla geldim.
Uzun zaman alır kısa bir anı canlandırmak,
düştüğümde tutunacak bir yer bulamadığım pencere olur aniden aşk...
Ayrılırsak kırık camlar bırakırsın kalbime
her atışında kan olur içim,
ellerimi bıraktığında anlamaktan korkarım
bulunduğun yerin çok yüksek olduğunu...
Derin dar bir uçurum olurum.
Sana seslenirken sesimin yankısında yanar kaybolurum.
Hayatım geçsin isterim kollarında
camlar batar ayaklarıma
ve ben yine yalın ayak yürürüm geceleri...
Diskolar ve sefiller sokağından geçerim siyah bir kentin
Kuşların ağzında çırpınan bir can olurum
parçalanır hiç olurum
içimdeki seni senden önce vururum!
Kalbime son mermiyi sıkanım,
Bilincimi dağıtanım,
bütün im'lerimi senin için yaktım.
Şehrim sallandı , utandı bütün dünya,
içimdeki şair öldü sana bu şiiri yazmakla...
Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk ELİF |
|
Elif kırlarda açan bir çiçek gibiydi. Merak nedir bilmezdi. Aşktan da habersizdi. Onun dünyasında gece, gündüz, ağaçlar, çiçekler, güzel kokular, kelebekler, böcekler, kuşlar ve kuşların şarkıları vardı. Kuşlar ona başka çiçekleri anlartırdı. Küçük deresinin kenarında mutlu ve amaçsızdı. Arada oradan geçen yolcular görürdü.
Elif'in köyünde herkes yazın çok sıkı çalışır, sert kış günlerini evlerinde geçirirdi. Bu günlerin en büyük eğlencesi köy ahalisinin komşu komşuya yaptıkları ev oturmalarıydı. Elif bu toplaşmaları severdi. Daha çok sevdiği bir şey vardı ki bu, ögretmeninden aldığı kitapları okumaktı. Ne zaman komşuya gitseler Elif'in gözünde kitabı canlanır, sayfalar birer birer açılır ve O'nu çağırırdı. Bazen sohbetleri yarım bırakıp koşarak evin yolunu tutardı da böylesi bir duruma hiç alışık olmayan konu komşu bu halini yadırgayıp söylenmeye başlarlardı. "Gülsüm bacı her şeyin gararı eyidir, hele biraz el atın bu işe" diye tenbihlerde bulunurlardı. Bu nedenle artık Elif çok sevdiği Durdane teyzeler hariç, her ev oturmasına gitmez olmustu. Soba yanıyor, üstünde bir güğüm kaynıyor, Elif sedirde oturup kitap okuyordu böyle akşamlarda. Günler birbirini kovalamış, koca kış bitmiş, bahar gelmişti.
Güneşin göz kamaştırdığı, birbirinin aynısı tekdüze günlerden birinde keskin bakışlı karayağız bir köylünün yolu Elifler'in köyüne düştü. Heybesini yere bırakarak eğildi. Küçük dereden su içerek hararetini giderdi. Doyduğunda uzaklara, çok uzaklara baktı. Güneş alnını parlatıyor, gözleri kısılıyordu. Elif fidan boylu delikanlının güneş yanığı tenine, kısık gözlerinin arasından çıkan bal rengi kıvılcımlara hayranlıkla baktı. İlk kez farklı hissetti, farklı bir şey yapmayi istedi. Ona katılmak, o yanık teni, bal rengi
kıvılcımları defalarca görmek...
Adamın ismi Yaman'dı. Bir isim insana bu kadar mı yakışırdı. Adı gibi kendisi de yaman dedi Elif içinden. Ve son kararını alarak en güçlü yapraklarıyla Yaman'ın heybesine tutundu. Yaman heybeyi omuzlarken, Elif hayatında hiç tatmadığı bir acıyla inledi. Dermanı gidiyor, sanki ölüyordu. Kökleri topraktan kopuyor, ayrılıyordu. Ayrılığı istediğinde bu denli acı duyacağını, bu denli güç olacağını bilmiyordu. Bir an vazgeçip tutunmaya yeltendi toprağa fakat artık faydasızdı. Bu amansız direnişe gücü yetmedi ve yapraklarının arasında yuvasının topraklarıyla , Yaman'ın heybesinde buldu kendini. Elif hem gidiyor, hem de sürekli arkasına dönüp terkettiği yuvasına bakıyordu. Şirin mi şirin küçük evi , Yaman'ın her adımıyla daha uzaklaşıyor, daha küçülüyordu.
Akşam olmak, güneş batmak üzereydi. Gökyüzünü kızıl ve mor tonlar sarıyordu. Her şey bakıldıgı yerden farklı görünüyormuş meğer. Çicekler çok daha güzeldi. Yaman Elif'i karnı acıktığında yiyecek bir şeyler bulmak için heybesine uzandığı anda farketti. Selam dedi. Elif'in kalbi çoktan gümlemeye, yanakları al al olmaya başlamıştı. Selam dedi Elif en mahcup ve en tatlı haliyle. Nasıl geldin sen buralara dedi Yaman. Elif'in anlatabilmesi zordu bunu. Nasıl anlatsındı, ela gözlerinin ışığına kapılıp onca yıllık yuvasını dayanılmaz acılarla bıraktığını. Ayıptı anlatamazdı, utanırdı Yaman'dan. Hem bilmese daha iyiydi.
Sonraki günlerde iyiden iyiye yakınlaşmaya başlamıslardı. Elif her sabah uyandığında Yaman'a en güzel kokusunu sunuyor, yemek yerken de en güzel renklerine bürünüyordu. Yaman pek memnundu. Elif'e ne güzel koktuğunu, ne kadar güzel oldugunu her doğan günle yineliyordu. Bir gün Yaman Elif'e, onun kokusunu duymadığı, güzelliğini görmediği bir güne bile dayanamayacağını ve ona çok alıştığını söyledi. İşte o anda Elif, Yaman'a heybesine takıldığı günü itiraf etme gücü buldu kendinde. Madem ki seviyordu kendisini, bilsin di artık Elif'in de ona tutkun olduğunu.
Günler masalları aratmayacak güzellikte geçiyordu. Fakat bugün bir şeyler olmuş, sanki her şeyin büyüsü bir anda bozulmuştu.O sırada Yaman'ın eşşeği kulakları tırmalayacak kadar kötü anırıyordu. Nasıl olmuştu da bunca zaman bu hayvanın o kötü sesini duymamış, farketmemişti. Sonra Yaman'a baktı. Güneş yanık tenini yalayıp duruyordu. Gözlerini araladı Yaman. Elif ikinci bir şaşkınlıkla sarsıldı. Gözlerinin parlaması neden artık içini eritmiyordu. Elif eğdi boynunu önüne, eğdi, eğdi... Ve o gece sabaha kadar ağladı. Yine de sabahları uyandığında Yaman'dan güzel kokularını, yemek vakitlerinde güzel renklerini eksik etmiyordu. Bu olanlara rağmen Yaman'ı seviyordu, bu sevginin varlığını kuvvetle hissediyordu.
-Elif, elif gızım... Uyan hadi... Bey bu gız gine elinde gitapla uyuyagalmış. Allah hayırlara getire bu gızın sonunu.
-Okusun hanım, bırah gızı. Bah bize. Belkim gızım oguyup böyüh adam olacah. Garışma.
Elif uyandığında mutlu hissetti kendini. Şükür evindeydi. Sadece rüyaymış dedi biraz sevinip, biraz da üzülerek. Oturup patik ördüğü, türküler söylediği, mor menekşesini sularken annesinin nerdesin Elif diye çınlayan sesiyle irkildiği, mis gibi ekmek kokularının etrafa yayıldığı evinde olmaktan memnundu. Öte yandan rüyasını ve Yaman'ı aklından çıkaramıyordu. Günde üç vakit camdan dışarı bakıyor ve gözleri bir gün geleceğine inandığı Yaman'ı kolluyordu. Bir gün gelecekti Yaman, biliyordu. Aşkın zaman içinde azalabileceğini görmüşse de o heyecanı tatmak güzeldi. Hele aşktan geriye kalan sevgi olacaksa denemeye fazlasıyla değerdi.
Filiz Mercanköşk fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.678 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Kızıma,(ıı)
Otuz üç sevdamı da anlatmıştım
Sen uyurken,
Masal diye.
Bilirsin kevgir gibidir şuram,
Delip geçti ötekiler;
Senin gözlerin saplanıyor
Bakma bana öyle ne olur,
Bakma.
Benimkisi;
Gitmek değil,
Unutmak değil,
Terk etmek değil,
Sana anlatamamış olmamın
Sevdamın yani,
İsyanıdır.
Öfkesidir.
Çaresizliğidir.
İşte bu dur
Çıldırmışlığım.
Bırakma ellerimi,
Bırakma.
Bir buseyi bile çok görüyorsun
Ne tuhaf.
Bir gün açtığında,
Hakikat sandığını
Şahitlerimle birlikte,
İçinde onurumu da bulacaksın
Bembeyaz.
Sana hak.
Sana miras.
Sana helal.
Birkaç da kitabım vardı
Onlar da Teyzem oğlunda
Sana verilecek.
Unutmadan,
Ataol Amca'nın Kızı'nda da
Bir mektup var,
Her yiğit kıza kalan.
O da hak onu da al.
Ve unutma!
Sevginin önünde daima eğil kızım.
Bir gün olur da
Yağmur da kifayet etmezse eğer,
Ziyanı yok
Ben toprak altında da ağlarım
Senin yerine.
Ömer Faruk Naiboğlu
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3850&ek_tarihi=29/04/2005 Yazılarıyla hem elektronik hem de basılı dergimize renk katan sevgili Nesrin Özyaycı'nın yeni çıkan "ALLEBEN'DE BOĞULMAK" kitabıyla ilgili olarak Hülya Soyşekerci'nin bir yazısı. Dilerseniz yorumlarda da bulunabilirsiniz.
www.kaslagit.com "Amacımız, insan gücü ile yapılan keşif yolculuklarıyla çocukları eğitmek ve herkese esin kaynağı olmaktır. İstendiğinde hayallerin gerçekleşeceğini, bu yolda karşılaştığımız engellerin aslında bizi durdurmaması gerektiğini göstermeye çalışıyoruz." diyor Erden Eruç. Bu güzel proje ile ilgili detayları öğrenmek, Erden Eruç'u tanımak ve belki katkıda bulunmak için tıklayın.
Siz işyerinde veya ev ortamında bilgisayarınızla yoğun bir irtibat halindeyseniz, ekranda hep aynı görüntüyü görmekten sıkılır ve güzel bir resim ararsınız. Biz bu resimlere ne diyoruz? Duvar kağıdı. http://www.wallpapervault.com/ kısayolunda en alası mevcut. Hem de bazıları aktif animasyonlu, (ne demekse?). Ve işte en sona sakladığım sürpriz. http://mariemarie0000.free.fr/fichiers/images/pop.swf kısayolunda öyle ilginç bir şey var ki inanamadım. Eminim sizler de gözlerinize inanamayacaksınız. Sonunda yaptılar dedirtecek bu orjinal çalışmayı lütfen kaçırmayın. Büyük küçük hepinizin hoşuna gideceğine eminim.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
xp-AntiSpy Setup Download 3.94-1 [326 KB] Windows Free
http://xp-antispy.org/index.php?option=com_remository&func=sellang&iso=en Harika bir yardımcı program. Windows üzerinde sizi rahatsız eden pekçok şeyi manuel olarak kapatmak mümkün olsa da bunun zaman aldığı ve bir miktar bilgi gerektirdiği hepinizin malumu. İşte bu program tüm bunları bir check atmakla hallediyor. Mesela MSN siz istemeden başlamasın mı istiyorsunuz? Deneyin çok işinize yarayacak.
Yukarı
|
|
|
|
|
|