ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 749

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Mayıs 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Kutlamaz olun emi!..


Merhabalar

ABONE OL!"Sallandıracaksın şunlardan 2 tane Taksim'de, bak bir daha yapıyorlar mı?" Vallahi de denemeye değer. Sallandırmaya da gerek yok, eşek sudan gelene kadar dövüp bırakacaksın bu beyinsizleri. Şampiyonluğu kutlarken iktidarlarını ellerine aldıkları silahla ispatlayıp çoluk çocuğu vuranlardan söz ediyorum. Hani şu beyinden geçtim, omuz üstünde taşıdıkları kürede beyincik bile taşımayan insan artıklarından. Olmaz olsun böyle taraftar. Diğer yanda bayrak yakıp araba taşlayan hırbolar. Al birini vur ötekine. Bilmem ki ne zaman adam olurlar?

Geçen hafta 4 günlük tatilimiz sırasında gündemde olan bir konu vardı hani. Şu meşhur kadın programları ve onların şutlanan yapımcı sunucuları. Bayan Yasemin'i canlı yayında kendini savunurken izlediğimde hiç inandırıcı gelmemişti. Haklı bile olsa ters olan, sırf reyting belasına oynanan bir trajedi olduğu ortadaydı. Beni geri yollarsanız öldürürler diye barbar bağıran bir kadını, valilik garantisi(!?) altında memlekete geri postalarken sorun çözdüğünü zanneden Bayan Yasemin epeyce komikti. Daha da garip olan kadının esas korkusu olan kocasının yerine öz oğlu tarafından öldürülmesiydi. Olayın en can alıcı yeri de buymuş aslında. Akşam haberlerde konuşan, kadının İstanbul'a birlikte geldiği kızı aynen şöyle diyordu; "2 gün annem başını açmadı diye programa çıkarmadılar. Üçüncü gün çaresiz kabul edip saçını açtı ve makyaj yaptı." Bu konuya birileri değindi mi bilmiyorum ama asıl söylenmesi gereken ve o yapımcı sunucu bayanın suratına asıl vurulması gereken bu değil miydi? O kadının geldiği yerde bırakın başını açıp televizyona çıkmayı, kahvenin 100 metre ötesinden geçerken eşarbı düşen kadının başına ne geleceğini bilemeyen bir yapımcı sunucunun kadın haklarını savunan bir program yapması ne kadar doğruydu acaba? RTÜK'ü, kanal yönetimini suçlayıp ak kaşık gibi durmaya çalışacağına bu sorunun cevabını vermeli, daha doğrusu boynunu eğip "Suçluyum" demeliydi. Hasbam şimdi de protesto amaçlı yemek programı yapacakmış. Aman ha, bu yemeğe tuz yerine fare zehiri atar sonra da zehiri elinden almayanları suçlar. Ah ulan reyting ah, sen adamı vezir de edersin rezil de.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Bıraktığım Yerdeydi Zaman...

O'nu tanıdığımda çok hastaydı. Hala çok hasta. Sizlerle paylaşmıştım iç sesini. Benim içimden geçirdiklerimdi belki de. Gözlerinden okumuştum. Ve yazmıştım. Kiminiz sevdi. Bazılarınız beğenmedi. Yaşam O'nundu. Yazdıklarım ise benim.

Hala hasta. Ölüme yakın. Tek dileği var hayattan, aslında doktorlarından. Artık evinde beklemek istiyor ölümü.
Arkadaşım olan kızı artık ağlamıyor. Ağlayamıyor. Beklemek O'nu da yormuş. Gözyaşları kurumuş, sadece üzgün. İsyanı yok. Hayat bu diyor. Ama annesinin daha fazla acı çekmesini istemiyor. Keşke hastanede kalmayı kabul etse diye geçiriyor içinden.
Ama kadın kararlı evinde bekleyecek ölümü. Belki bir Pazar daha, bir kaç Pazar daha torunlarının koşuşturmalarını izleyecek. Kimse bilmiyor. Kaç Pazar daha?

Garip bir tesadüftü yaşam.
Sanki bıraktığım yerdeydi zaman.

Bir Pazar daha.
Kirazlar açmıştı. Bahar geç de olsa gülümsemişti. Ağaçların gölgelerinde çocuk sesleri vardı.
Artık konuşamıyordu, artık yorulmuştu, artık sadece bekliyordu.
Ama bir Pazar daha diyen gözleri inatla kocaman kocaman açıktı hayata.
Ben O'nu bir ömür boyu hatırlayacağım. Yaşamı anlatmıştı gitmeden bana. Gizlice, konuşmadan, gözleriyle, belki de sadece hayalleriyle…

Bekleyen yalnız O değildi. Tanıdığım başka bir kadın da bekliyordu. Gençti. Belki de bu yüzdendi isyanı. Aynı hastalığın gölgesi vurmuştu bedenine. Teşhisi konulmamıştı ama hayatındaki kan bağı olan tüm kadınlara dokunuyordu birer birer. Yıllar once içine düşen kurt artık iyice kemiriyordu O'nu. Yıllardır zararsız kistler ile uğraşıp duruyordu. Göğsü veriyordu ilk acı tepkiyi hep. Ne zaman bir şeylere sıkılsa, yüreğinde bir şeyler sıkışsa hemen göğsü yanıyordu.
Onu son gördüğümde yine bekliyordu. Yine bir ağrı musallat olmuştu göğsüne. Hemen bir film çektirelim, mamografi yaptıralım demişti doktoru. Şimdi göğsünü ağrıtan nedeni bulmaya çalışıyorlardı.

Genç Kadın da bekliyordu. Yaşlı kadın gibi. Bir Pazar daha endişe içinde uyuyacaktı. Sonrasında acısının kaynağını bulacaklardı. Tüm sonuçlara hazır bekliyordu. Yeter ki yanmasın artık göğsüm diyordu.

Veda eden bir mevsimin son yağmurları bunlar.
Bir Pazar daha dileyen kadınlara bakıyorum. Yüzlerinde aynı çizgiler. Yaşları anlaşılmıyor gözlerinden. Yaşadıkları çok kadınca. Tüm sevdiğim kadınlara kocaman seslerle haykırmak istiyorum. Tüm sevdiğim adamların sevdiği kadınlara da.
Şimdi, yarın, gelecekte hiç ihmal etmeyin kendinizi ve doktorların önerdiği zamanlarda mamografi yaptırın.

Bıraktığım yerde değildi zaman.
Yaşlı kadın, sessizce ağlayarak ölümü bekliyordu.
Genç kadın, seslice ağlayarak mamografisinin sonuçlarını…
Yaşam, şimdi zamanı devir aldı.
Mevsim hala bahardı ve komşumun bahçesindeki kiraz ağacı kızarmıştı…

Not:Bir Pazar Daha isimli yazım 09.06.2004 tarihli Kahve Molasında.

SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Müjgan Yalız


İNSANLAR

Doğum günümde kalın bir hüzün içinde günü tamamlamaya çalışırken, günlerdir başına geçmediğim televizyonu açtım. Onlarca kanal içinde sıkıntıyla gezinerek, vakit geçirmeyi ve uykumun gelip sıcaklığımın içinde erimeyi beklerken, birden bire Grammy özentisi bir ödül töreni dikkatimi çekti kanallardan birinde.

Sunuculardan biri ünlü bir oyuncu ve magazin yıldızı, diğeri ise bir tiyatro oyuncusuydu. Ama anlaşılan her ikisi de ellerindeki metni ilk kez canlı yayın sırasında görüyordu. Konuşma sıraları geldiğinde birbirlerine geçiştirmeli 'Eveeet,.. eveet...' dışında bir şeyler söylemeden, ödülü sunacak kişileri sahneye davet ediyorlardı. Asıl dikkat çekici olan ise ödülleri veren kişilerin kendi alanlarında önemli isimler olması, onun da ötesinde verdikleri ödülü alacak kişilerin bu alanlarla uzaktan yakından sanat adına bir ilişkileri bulunmayan, gitgide yozlaşan bir kültürün 'tiraj temsilcileri' olmalarına karşın onlara övgüler yağdırmalarıydı.

Fark ettim ki; sistem o alanda verilen emeklerin tümünü öğüterek pırıltılı, satış rekorları kıran içeriksiz ürünlere dönüştürüyor ve üstüne üslük konularında artık üstünlükleri tartışılmayan kişileri de buna alet ederek verdikleri ödüllere bir mesnet ararken, verenleri küçültüyor ve yozlaştırıyordu.

Bütün bunları düşünürken, bir taraftan gülmekten gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Hafif müzik dalında 'söz ödülü' açıklandı. Salona sesleniyorlar 'Sevgili Sezen Aksuuuu…' salondan ses yok ' aa, ık mık burada değil'… 'peki, yorumcu burada mı?' o da yok…Ödül ellerinde kalıyor, yüzlerine zoraki bir gülümseme maskesi takıyorlar. Derken salondan biri el kaldırıp, ödülün geri gitmesi endişesiyle koştura koştura sahneye çıkıyor. 'Ben filancayım ödülü yorumcu adına alıyorum' … istemeden veriyorlar….

Salonda kimler yok ki… tabii tanıdığımdan değil, sahnede teksti okuma becerisini gösteremeyen, ama magazin tecrübeleri bol sunuculardan salona atılan laflardan anlıyorum: Modacılar, takı tasarımcıları, medyumlar, kenarda köşede kalmış ses sanatçıları v.s.,. vs… salon tam bir panayır yeri…

Ama koptuğum ve artık kahkahalara boğulduğum an akabinde geliyor. Bir tarafımı komedi dünyasına teslim eden, diğer tarafımı acılar içinde bırakan trajik bir dram sergileniyor sahnede. Ödül adayı Kadın Türk Halk Müziği sanatçıları tanıtılıyor, ödülü verecek kişi geliyor. Yine sahnede konuşmalar… Ama hiç biri programa dair değilken, aslında tamamen o dünyanın yüzeyselliğine ilişkin zaman geçirmeleri gözler önüne seriyor; 'a kulağına n'oldu' …'küçük bir operasyon' … 'ya tüh tüh çok geçmiş olsun' ve ağız burun oynatmalar, çeşme başı güzeli gibi davranmalar… Ama bitmiyor… sanatçı açıklanıyor….Yıldız Tilbe!

Yıldız Tilbe! İpi göğüslüyor, üstünde, modaya uygun rengârenk çiçekli ipekli bir elbise ile halen yürümeyi öğrenemediği, ucuzluktan alınıp, eğreti elbisenin altına uydurulmuş yüksek topuklu ayakkabıları ile sahneye tırmanıyor. Çıkmıyor, zorla tırmanıyor. Hülya Avşar'ı komşu kızı gibi öpüp, Tamer Karadağlı'yı öpüp öpmeme arasında tereddüt geçirdikten sonra tokalaşıyor. Sonra mı? Sonra ödülü alıp konuşma eğitimi olmayan cırlak bir sesle; 'Teşekkür ederim… Bunu tüm yarışmacılar adına alıyom… tamam mı?.. Ceylan senin adına da aldım tamam mı?... tamam, tamam….' Duruyor sonra şiiri unutmuş ilkokul öğrencisinin dönüp de öğretmenine seslendiği an gibi ' patron… Başka ne diycektim?' diye salondan onay bekliyor…

Ben artık gülmeyi kesiyorum ama gözyaşlarım devam ediyor. Bu sefer ağlıyorum.

Köklerinden sökülmüş çiçekler gibi süslü vazolara konulmuşların, alışkın olmadıkları vahşi bir ortamda, hayatta kalma savaşı verenlerin sergilediği zavallı bir görüntüyü izliyorum. Bunca birbirine aykırı iki hayat arasında hiçbir hazırlık ve donanımları yokken sadece sistemin sömürü aracı haline dönüşen insanlara üzülüyorum. Beşinci sınıf pavyonlara düşmekten kurtulabilenler, en iyi ihtimalle, ya bir para babasına ya da hami olarak bir mafya babasına ruhlarını teslim ediyorlar. Sonra da onlar ne söylerlerse yapacakları kapı kullarına dönüşüyorlar. Yoksa bu insanı dehşete düşüren ilişkilerin, girdapların, öğütme makinelerinin arasında hayatta kalmaları mümkün olamıyor. Sonra katı olan her değeri buharlaştıran bu sistem, onları şekilden şekle sokuyor ve pazarlanabilir bir meta haline getiriyor.

Aslında nasıl da belli Yıldız'ın yüreğinin temizliği, olduğu gibi olmaya çalıştığı, giydirilip, süslenmesine, boyanmasına karşın bütün bu boğumlanmaların (artikülâsyonların) altında saf bir gecekondu kızı olduğu…

Sahnede daha yeni cinselliğini keşfetmiş küçük bir kız çocuğu edası ile bir o tarafa bir bu tarafa kalçalarını sallıyor, bağıra çağıra bir türkü söylüyor, eteğini beceriksizce yukarı çekip bacaklarını gösteriyor.

Tüm bu giydirilmiş hayatın yapmacıklığından sıyrıldığı bir an var ki, sahneden debelene debelene inerken eğreti elbisesi kayboluyor, yüksek topukları kırılıyor, yüzündeki makyaj akıyor, gerçek yüzü ve yüreği ortaya dökülüyor ve yüreğinin sesini haykırıyor. 'AHHH ÇOK MUTLUYUM! ÇOKKK!'

Ödül, ödüller onun kamufle edilmiş gerçek kişiliğini, olması gereken mutluluğunu ortaya çıkarıyor. Hepimizin başı okşandığında çıkarttığımız gizli iniltiye benziyor istemsiz haykırdığı sesi…



Evettt… Doğum günü hediyem olan çok sevdiğim bir filmin vcd sini açma vakti. Birileri de hatırlamış bu filmi çok sevdiğimi, ondaki replikleri ezbere bildiğim halde yine de almış, sırf ben seviyorum diye…. Ay Çarpması… Televizyonu kapatıyorum. Bin bir duygu içinde vcd yi açıyorum bu kez. Geçmişe gidiyorum, onun o büyülü sıcaklığında yok olmak ve bir sonraki yazıda onun çağrışımlarını anlatmak üzere HOŞÇAKALIN diyorum.

Müjgan Yalız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Çizer Kahveci : Hüseyin Alparslan


BEN SADECE ÜSTÜMÜ KİRLETECEĞİM

Of tanrım. Kaderimi sen yaz. Kabul de . Kullarının eline bırakma beni. Öyle insafsızca yargılar veriyorlar ki… Hani bir zamanlar şahin bakışlı,kartal duruşlu o bozkırların süslediği ve ansızın karbon evrimiyle karşıma dikilen ile oksijen kokulu dağların selüloz sürülü benizlisi ele ele vermişler yok ediyorlar beni.

Bilememek ne kötü ne korkunç. Kötü ve korkunç nedir ki ? Ruhları çoktan terkedilmiş umursamazlık yüklü bedenleri tutunmuşlar birbirlerine.

Kasırga mı bekledikleri?

Korkmuyorum sizden desem kendimi bile inandıramayacağım. O ruhsuz bedenlerinizle,nasıl yazarsınız kaderimi ? Tamam anladım görev bellenmiş size bu. Ne yazıyorsunuz ? Bilmek hakkım değil mi?

Doğrumu?
Değil ki.

Ahdi bozdun. Söz vermiştin. Karbon olmadan önce. Pişkin bakışınla beni süzerken. Çok savaş vermedim mi ? "Yeşili koru ye-şi-li ko-ru" Böğrüne alaca kirleri süren ben miyim ? Ben miyim tüm günahların yüklemi? Suç ve ceza eşit olmalı diyordun. Herkes eşittir diyordun. Bu mal iyidir,bu satar, sevgiliye nameler diziyordun. Hasretleri öbekleyip ,uzak tarlalara sürüyordun.

Birbirimizle hiç kavga etmezdik. Söze önce sen başlar ben bitirirdim. Hatalı yerlere küçük gülücükler çizip kalanı silerdim.

Anne neden kızıyorsun ? Ben sadece üzerimi kirlettim. İlk sesimle yeryüzüne geldiğim günkü kadar çıplağım. Tertemizim. Anne, inan anne sadece sözlerimi kirlettim.

-Ağlamak kaderdir oğlum.

Gülümserdim.Gülmeyi eğlenceli sirk gösterisi zannettiğim o günlerde.

Sana karneler dolusu kırık getirmedim baba.Gururlu ve dik yürüdün. Ben hoyratça boşladıkça yarınlarımı sen görmezlikten gelip dik yürüdün.Anlıyor-biliyor görüyor-seziyordun.Sana verilmiş tüm erdemlerin her birine özene bezene bakıyordun da , bir ben söze başlayınca ,suskunluğa ,okyanusların en derin köşelerine kaçıyordun.

Size inat yazdım. Saklamadım. Yazdım. Dost bellediğim iki yosmanın ellerine bıraktım kendimi. Onlar ki ne dilersem oluyordu. Ol dedikçe gülüyordu. Geceleri sevişmelerimiz beş sokak öteden duyuluyordu. Duyuluyordu da kimse ilgilenmiyordu.

Gecenin bir vaktiydi . Sohbetin en derin yerinde , kadehlerin bile göz göze gelemediği o zembereği boşalmış saatlerin birinde ; Biliyor musun? Buradan güneşe yol olur sözlerin demiştin.

Palavra palavra . Martaval süslü gelinim benim. Yosmam. Aleni sevgilim.

Güneş yakar insanı.Bunu bilmeyen mi var ? Oraya kadar uzanırsa sözlerim, uçtan uca ve ansızın beni yakacak. Ben ise tercih edeceğim ; sokak aralarında,tarlalarda çamur deryalarında üstümü kirletmeyi. Ne kadar kızarsa kızsın anneciğim.



Anne , inan sadece üstümü kirleteceğim.

İlk zordur .Tamam da iki kolay mı? Ya üç…Kim buldu bu kelimeleri?Sesleri boğazımıza kim dizdi? Her biri köşesinde yaşarken hangi ileri fikirli çıkarıverdi ; kağıdı ve kalemi ?

Evet sen bir ağaçtın evvelinde. Sen de kim bilir hangi bataklıkta boy verdin. Önce karbon… Yok yok önce canlıydın.Alabildiğine bozkırlara vurmuştun kendini.Uçuyordun. Bakışların kartaldı.Duruşun şahin. Belki ürkek bir kanaryaydın. Belki tiksinti uyandıran sümüklü böcek.Ben seni o zaman da sevmemiştim.

Tutkuların bel verdiği, rahat yaşama tutkularının , bir alaca fikirlinin elinde kalem kağıt oluverdin. Üç beş kuruşa satıldın. Tamam sen canlıydın evvelinde. Sen de hayattın. Kimin eline geçtiysen, hesapsızca karaladın,karalandın... Düşündün mü hiç ; yaptıklarınla ne hale getirdiğin beni?

Düşünmedin mi?

Kusura bakma. Artık yazmayacağım. Yaşama hakkımı kullanacağım.

Hüseyin Alparslan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
              12 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Simena Kaynar


BENİ ÇIPLAKLIK GİYDİRİR

Birdenbire... her şey birdenbire olmalıydı..Beklenilen birdenbire gelmeliydi.. birdenbire sarmalıydı kuşatmalıydı kapılmalıydı yüreğindeki aslına… sureti on da olmalıydı.
Zamanın içinde gidip geliyordu ezberlemişti klişe mutluluk sözcüklerini öpüşleri, birdenbire gelip birdenbire gitmeleri, ezberlemişti en kolay yolu seçişleri.
Ama tökezlese de, patikaları bilinen yollara değişti..kılı kırk yardı sevda üstüne düşündü hesaplar yaptı ama bilmeliydi ki aşk hesapsızdı.. çıplaktı.
Bir tek kendine hesap veriyordu..kendi kendinle hesaplaşıyordu.aynada güldü kendine Ulaştı gülüşüne dinledi yüreğini o yürek ki göz kulak oldu hep aklına..
Düşünceler düşünceler.... beynine bir yılan çöreklendi . bu yılan ki her düşüncelerine dokunmaya çalışana dilini çıkartıp tıslıyor.. kıvrılarak beynini sokmaya çalışıyor.
Bu yılanın başını kim ezmeli? Kim dokunmalı düşüncelere kim parsellemeli yüreği kim sarmalamalı yaraları kim?

Saklandı geceye gece kendi halinde. Ay ışığı vardı ne anlatırdı? Gizliliği mi? Peşinden gitmeyi mi? Ayışında saklansan ne değişir yada ışığın peşinden sürüklensen ? Doğru zamanda doğru yerde mi olmak? Doğrunun doğru olduğuna inanmak mı?peki bu o inandığın şeyi doğru mu yapar? Vs..

Köklü bir değişim gerekliydi ama nerden başlamalıydı?değişik insanlar tanımayı seviyordu farkında olmanın farklılığını taşıyordu üzerinde.
Sıradanlığı teğet geçiyordu. Yüreğinde zihninde dökülen bir şeyler vardı.
Eksiltilmiş sözlerden , tutsaklık gerektiren dinletilerden uzak kalmayı seçerdi. Hep seçmişti.

Kendinin farkındaydı yetemiyordu kimse ona..derdi keşke düşüversem birinin yüreğine kalakalsam oracıkta.dokunsam en ücra köşelerine,barışabilsem sevdayla ,firari saatleri rehin bıraksam orda oracıkta..Ama biliyordu görünmeyi sevmiyordu..kenarlarda köşelerde siyah bir pelerindi gece indiği zaman gökyüzünün üstüne ve.. bütün bildiklerini, özlemlerini temize çekmek isterdi o kötü bir aşıktı sadakatten uzak sentetik dokunuşlarla barınamazdı sevda rüzgarları içinde.
Yorulmuştu sendeliyordu ama bunu bir tek kendi görebiliyordu o iyi bir saklanıcıydı, iyi bir oyuncu. Herkes kendisine gıpta ediyordu o da sıradanlığa.
Düzlükte nasıl yaşanırdı aşk ??uçurumsuz, engebesiz, sislerden dumanlardan ötede. Ruhunu mu ,aşkımı, korkularını mı satmalıydı?
Evet korkularını sattı cesaretlendi çıplak olmalıydı çıplak gelmeli çıplak gitmeliydi aşk da gerçeklik de çıplaklıktı ve onu çıplaklık giydiriyordu cesaretlendi çıplak olmalıydı çıplak gelmeli çıplak gitmeliydi aşk da gerçeklik de çıplaklıktı ve onu çıplaklık giydiriyordu.

Simena Kaynar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,279,279,279,279,279,279,279,279,27
              15 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   FB-GS maçında taraf(tar) olmak.

Özellikle, FB-GS maçlarının rekabeti sokakta başlar. Seyircinin, stadın, sokağın havası sahaya, oyuncunun performansına direk olarak yansır.

Taraftar, medya ibişlerinin dedikleriye ilgilenmez bile, onların işi son tahlilde para kazanmaktır, taraftarın ise parayla işi olmaz, onlar sokaktadır, stadtadır, yağmur çamur demeden deplasmandadır, sadece "renklere gönül vermişlerdir".

Taraftarın sonuca inanmasının dışa vurumu, sahada oynayan oyuncuya yansırsa, kimin oynadığı bile önemli değildir, onbir tane çubuklu, sarı lacivert forma gereğini yapar. Aileler çocuklarını, özellikle FB-GS maçlarına getirmeye çalışır. Çocuk, Fenerbahçe'ye yeni gelmiş bir futbolcu gibi o maçta, sarı lacivert renklerin coşkusunu görür, aileden, çevresinden aldığı "FB ruhunu" orada yaşar, öğrenir.

22 Mayıs 2005'de oynanan derbi'nin diğerlerinden iki önemli farkı vardı. İlk defa bir FB-GS maçı sonunda şampiyonluk turu atılacak ve uzun yıllar sonra, Didi'den beri, ilk defa FB üstüste ikinci şampiyonluğunu kazanacaktı.

Maçtan önce, genellikle rakip takım taraftarları toplu olarak otobüsle gelir, sözlü sataşmalar olur, bazen otobüs taşlamaya kadar gider, önemli olan, birebir meydan savaşına neden olacak ortamın yaratılmamasıdır. Bu defa ne yazık ki, kendini bilmez bazı Galatarasay "kamikaze" taraftarları, Maraton tarafından, onca Fenerli'nin arasından, üstelik bağıra çağıra geçmeye ve çevreye saldırmaya başladı. Bu "cahil cesareti", yüzlerce Fener taraftarının hışmına uğradı, tatsız olaylar oldu.

Her iki takımın "kıdemli" taraftarları bilirki, hiç bir evsahibi, rakibin, kendi sahasında, böylesine "gövde gösterisine" izin vermez.

Saha dışında bunlar olurken, saha içinde, konuk takım çıkıyor ve yerini alıyordu. Ne yazık ki, yok yere seyirciyi ve ortamı geren ikinci yanlış bu defa Galatasaray yöneticisi Ergun Gürsoy'dan geldi. Kendisinin de, bir büyük camianın futbol şube sorumlusu olarak, çok iyi bildiği kuralı ihlal etti ve sahanın ortasından geçerek kulübedeki yerine doğru ilerledi. Sonrasında bağırış, çağırış, gerginlik...

Bu gerilime son darbeyi de Galatasaray seyircisi indirdi. Maç başlamadan önce, vefat eden eski Fenerbahçe Antrenörü Yılmaz Yücetürk için yapılan saygı duruşunda ne yazık ki küfürlü sloganlara devam ettiler, saygı duruşuna saygı göstermediler.

Dün akşam stad içi ve dışındaki Galatasaray seyircisi ve yöneticileri, davranışlarıyla, yenilgiyi haketmişlerdi. Futbolcular ve Hagi ellerinden geleni yaptılar, maçı alacak şansları da olmadı değil ama taraftarlarının ve yöneticilerinin yaptığı gereksiz gerginliğin sonunda başka bir sonuç beklenemezdi.

Maç sahada oynanır ama sokakta, stadta, tribünde başlar.
Pazar günü bu kural bir defa daha işledi.

İbişler yazdı durdu; bütün sezonu 1. (birinci) sırada götüren Fenerbahçe'ye atıp tuttular, bir defa bile birinci olamayan takımları "gönüllerin şampiyonu" ilan ettiler.
2004-2005'in bir tane şampiyonu var o da Fenerbahçe...

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 5,825,825,825,825,825,82
              11 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Gökçe Gerçek


BEN YA DA HERKES

Satırlar dolusu arkadaşlık, aşk ya da herhangi bir ilişki yaşasakta, hatıra hep bir nakarat oluyor sanki hayatımızın dizelerinde... Kimi zaman, sıcacık oluyor kalplerimiz, ışık saçıyor ruhlarımız, en güzel sözleri tamamlıyor harfler beyinlerimizde ve bedenlerimiz enerji donanımlı kostümler giyiyor neşeyle...

Misal olarak ben, karşımdakinin karşısında olabilmenin nedenli-nedensiz hoşnutluğunu hissediyorum. O'nun sempatisine sızabilmenin izini sürerken, zihnindeki düşünceleri soluyabilmeye çalışırken ve hatta kişiliğinin gizli saklı kendisinin bile haberdar olmadığı kuytu köşelerini ararken buluyorum kendimi. Bu yolculuk keyif veriyor, merakımı derinleştirmekte ustalaşıyorsa kendimi unutuyorum. Hele hele bir yer edinme, kendine göre sevme gibi telaşlarım başlıyorsa, sonu gelmeyen bir filmin başrol oyuncusu gibi oluyorum... Aklıma gelmişken hemen yazmak istiyorum şu güzel hikayeyi...

19'uncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'ın bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'ın "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı. Adam, tek eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşcasına duruyordu.
Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt'a döndü:
"Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım" dedi.
"Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da..."
Hunt gülümsedi.
"Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki..." dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışarıda kol olması gerekmiyor..."
O kapı size içerden açılmamışsa giremezsiniz...


Hayatta hepimiz birtakım kapıları çalıyor ve o kapının bize açılmasını beklemiyor muyuz? Bekliyoruz...

Eğer bu bir arkadaşlık kapısıysa, her tanıştığım yeni kişinin aslında bir arkadaş adayı olduğu ihtimalini düşünüyorum. İlişkinin oluşma aşamasındaki defans ağırlıklı hareket etmek, her iki taraf içinde bir sakınca içermez tabii. Giderek paylaşımların minimum seviyeden kurtulup yukarılara doğru tırmandığını, "beni anlıyor" "bana hitap ediyor" cümlelerini arkadaş olarak kabul ettiğimiz kişinin ismi ile birlikte kullandığımız anların hepimiz de yarattığı memnuniyet uzun sürmeli diye ümit etmeye başlıyoruz ve "güven" her türlü ilişkide olduğu gibi arkadaşlıkta da aynı hammaddeyi arıyoruz . Kendime dönüyorum ve diğer ilişkiler bitse bile, arkadaşlığın kurulduğu kişilere ve kişiliklere göre daha uzun sürdüğünü biliyorum.

Sonra en iyi arkadaşlarımızın da, zaaflarımızı en iyi bilen ve en az suistimal edenler olduklarını hatırlıyorum...

Eğer bu bir aşk kapısıysa, daha evvel ilgi duymaktan çok uzak olduğum şeylere yöneliyorum. Şiire, romantizme, duygusallığa, haddinden öte düşünmeye, kişi üzerinde olağanüstü bir dikkate...O an bunlara neden ilgiyle odaklandığımı çözemiyorum!
Çoğumuz aşık olmaya çok yaklaşmışken, kendimize ait nedensiz içgüdüsel bir gururla geri çekiliyoruz. Kapının açılmasına ramak kala sırtımızı dönmüş oluyoruz. Kimbilir belki de GKK (gönül kaçanı kovalar) formülünü uyguluyoruz bilinçli yahut bilinçsiz! Korumak sözcüğü boy gösteriveriyor hayatımızda acilen...Kendimizi koruyoruz, aşkımızı koruyoruz, aşık olduğumuz kişiyi daha çok koruma kaygısıyla yaşayıp, olası veya olası olmayan bütün menfi hallerden ruhlarımızı saklıyoruz...

Vurduğumuz kapıların bir çoğu açılmış, bir çoğu da açılmamış olarak bellekteki anı denizinde dalgalanıyor. Kıyıya ulaştırıyor zamanlı zamansız, bir esinti, bir fırtına belki bir adsız rüzgar bu kapıların içindekilerini...

Yaşamımızın nakaratlarını oluşturuyorlar besbelli. Benim hayatımın nakaratları da var satırları olduğu gibi. Satırlar hayatımızı oluşturansa, kapılardır nakaratların içeriği..Herkesin vurduğu kapıların açılması dileğiyle.

Gökçe Gerçek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,209,209,209,209,209,209,209,209,20
              5 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.728 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


HAYAT

Bir yıl daha kazandım yaşadıklarıma inat..
Sen benden ne alabilirsin hayat

28 yıl kazandım senden
Kaçtım mı sandın gönüllerden
Ne alıp götürdün ki gerçekten benden
Bir kaç sevgili bir kaç insandı giden

Bak yine seviyorum yaşadıklarıma inat
Yeni bir sevgili, yeni bir hayat

Bir yıl daha kazandım yaşadıklarıma inat
Sen benden ne alabilirsin hayat...

Gülay Tuncer

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

...Sony, yine "abi Japonlar yapmış" dedirtti :) Yeni geliştirilen MV-700HR araç içi multimedya kiti, aracınızda DivX, DVD ve MP3 gibi çoklu ortam dosyalarınızı yürütebiliyor. 12V çakmak adaptörü ile gelen cihazın içindeki infrared bağlantılı kulaklıkla da müziği tek başınıza dinleyebiliyorsunuz. 16:9 ekranlı ürüne Sony Memory Stick Pro kartları da takılarak taşınabilir ortamlara destek veriliyor. Ürün kolay sökülebilir olduğu için güvenliği de yüksek... http://www.videometre.com kısayolunda ürünün resmini de görebilirsiniz.

...İlk yazılı belgeler kahveden "Türklerin içtiği, siyah renkli, yemeklere asla eşlik etmeyen, ağır yudumlarla tadına varılan ve arkadaş toplantılarından eksik olmayan bir içecek" olarak söz ediyor. Sonra bu keyif veren içeceğin adı hep politikayla anılıyor. III. Murat "dedikodu yapılıyor" diye kahvehaneleri kapatırken, Köprülü Mehmet Paşa daha ileri giderek kahvecileri çuvallara koydurup boğazın sularına yollamış... Bu güzel yazının devamı için http://www.bugday.org/article.php?ID=15

Hani herhangi bir kelimenin başına e harfi konulunca internet ortamına zıplama olayı gerçekleşiyorya işte e-devlet modelini baz alarak coşan bir web sayfası http://www.e-mizah.com Bu adamlar mizah'ın suyunu çıkarmışlar. Tabi bize de kana kana içmek kalıyor. Aman dikkat fazla içmeyin, mideyi bozarsınız mazallah.

Bu kısayolu yorumsuz olarak veriyorum http://www.buldun.net/html/65/index.html Çünkü onlar yeterince yorum yapmışlar.

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Modem Spy 3.4 [240 KB] Windows Shareware (35$)
http://www.modemspy.com/ftp/modemspy.exe
Telefon için bilgisayarlarınızdaki modemleri kullanabiliyorsanız buyrun size tam bir casus program. Konuşmaları aynen kaydedebiliyor, geri çalabiliyorsunuz. Kaydettiğiniz sesi isterseniz telefonla gönderebiliyorsunuz. Caller ID özelliği de mevcut. Eklentilerle size yapılan konuşmanın kaydını emaille yollayabilecek kadar hünerli hale dönüşebiliyor. Habersiz telefon kaydının suç olduğunu bir kenara not ettikten sonra şaka amaçlı gayet güzel kullanabileceğinizi söyleyebilirim. Demo versiyonu sadece 2 dakika kaydedip sonra kesiyor. Ful fonksiyonlarına kavuşması için biraz para ödemek gerekiyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050524.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mayıs 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com