ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 757

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Çocuklarımız yarışıyor!..


Merhabalar,

ABONE OL!Öncelikle müjdeyi vereyim. Üçüncü sayımız bitti. Bir kat cilanın ardından Müteferrika'nın torununa törenle teslim edilecek. Önümüzdeki hafta sonundan önce elimize alabileceğiz. Birinci ve ikinci sayı arasındaki aşamayı farkedenler, bu sayımızı daha da fazla beğenecekler. Gene birbirinden güzel konular ve yazılar seçtik sizler için. Hafta başında içerikle ilgili ayrıntılı bilgiyi ilgili sayfalarımızda bulabileceksiniz.

ÖSS, LGS, ÖGS, OKS,vs. sizlere birşeyler ifade ediyor mu? Etmeyenlere diyecek tek lafım yok. Onlara sadece imrenerek bakabilirim. Ama ben ve benim gibiler bir yıldır bu harf kümeleriyle yatıp kalkıyoruz. Ve önümüzdeki iki hafta en azından bizler için o kümelerden birkaçı tarih olacak. Tabi ki şimdilik. Arkadan gelenler yetiştikçe o kümelerle kimyasal ilşkimiz yeniden başlayacak. Evet!.. Yarış atlarımız, çocuklarımız yarışıyor!.. Hayatlarının belki de en önemli 2 saatini birbirleriyle kıran kırana bir mücadeleyle geçirecekler. Ne acıdır ki, eğitildikleri eğitim sisteminin doğal uzantısı kabul edilen bu 2 saatin önemini henüz algılayabilecek yaşta bile değiller. Benim kızım bu yarışın ilk etabında Anadolu liseleri için yarışıyor. Yaşı gereği yaşadığı gelişim süreci, bu ağırlığı kaldırabilecek düzeyde değil henüz. O zaman tüm sorumluluk biz jokeylere düşüyor. Üniversiteye girişte de farklı değil durum. Dün bir sevgili arkadaşımla telefonda konuşuyorum. Sanırsınız suya koşan fil sürüsünün arasında kalmış. Sesi çıkmıyor. Sorun sevgili oğlunun yaklaşan ÖSS sınavı. Canımızdan öte yavrularımızı sonucu belirsiz bir yarışa sokmuş birer kumarbaz gibi hissediyoruz kendimizi sanırım. Eğitim sistemimizi bu hale getiren sevgili büyüklerimiz de profesyonel birer krupiyer sanki. Çocuklarımız yarışıyor, biz tribünde yerimizde duramıyoruz. Haziran ayını sınav stresi ile geçiren tüm canlarımıza üstün başarı diliyor, anne ve babalarına "Allah bir avazda kurtarsın." diyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

15 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  AB Kafası!

Geçen yılın sonuna doğru, TRT-1 Radyo'nun Ankara Stüdyolarındayım. Canlı yayında trafik güvenliği konuşuyoruz, hattın diğer ucunda da - trafik yılı nedeniyle her hafta bir İl'e bağlanıp, oradaki durumu değerlendiriyoruz- Sayın Aksaray Valisi var. Bu tür bağlantılarda genellikle yayında olmama karşın hiç söze karışmayıp, ertesinde küçük teknik notlar düşmekle yetinirdim. Ancak o gün il yöneticisinden duyduklarım beni şaşkına çeviriyor.

Efendim kendi bölgelerinde ilk hız ya da trafik ihlallerinde ceza uygulaması yapılmıyormuş bu da sürücülerin çok hoşuna gidiyormuş! (Şaşılacak ne var, gider tabii!) Ayrıca gelişen teknoloji, yolların durumu ve polisin yoğunluğu gibi nedenlerle yasal hız sınırları 90 km/saat'den daha yukarılara çekilmeliymiş.

Dayanamayıp Sayın Valiye bu tesbit ve uygulamalarda bulunurken konuyla ilgili herhangi bir uzman değerlendirmesine başvurup başvurmadıklarını soruyorum. Yanıt alamıyorum. Hırsız, katillerin de ilk ihlallerinde-suç işlediklerinde- kolluk güçlerince öğüt verilip, serbest bırakılıp bırakılmadığını soruyorum. Sayın Vali bu sorumu anlamsız buluyor, çünkü bu örneklerle ilgili tehlike yakın, trafikle ilgili olanı uzak tehlikeymiş. Efendim, bu uzak tehlike mi, günde ortalama yirmibeş, yılda onbine yakın insanımızı öldürüyor diyorum, yine yanıt alamıyorum. (Sonrasında alacağım nasılsa!)

Nihayet, otomotiv endüstrisinin geliştiği ülkelerde bile mevcut hız limitlerine titizlikle uyuluyor, oradaki yetkililer dar görüşlü mü ki (Yetkili az önce biraz geniş bakalım konuya demişti.) burada bir değişiklik önermiyorlar diyorum. Proğram sonunda, Sayın Vali'nin direktiflerinin sahadaki trafik polisi tarafından nasıl algılandığını merak ettiğimi ve bu tür yorumların trafik güvenliğine olumlu katkısının olamayacağını belirtiyorum.

Bu, beklendiği üzere benim ilgili dönemde Radyo'daki son sözlerim oluyor. Sayın Vali proğram yapımcılarını arayarak yönetici değerlendirmeleri üzerine bu tür fazla ileri giden yorumlar almanın faydalı olmadığını düşündüğünü belirtiyor. (Vali Beyin aradığı kesin de, belki de ben onun uyarısını böyle anlıyorum!) Proğram yapımcıları da, bu telkini direktif olarak algılayıp, birazdan değineceğim üzere Avrupa Birliği yolunda güya konu uzmanını kapı dışarı koyuyorlar. Haklılar tabii!

Bizim ülkede bu yaşadıklarım öylesine doğal ki, bu konuyu çoktan unutmuştum. Aylar sonra geçen hafta 26 Mayıs 2005 Hürriyet'teki köşesinde Gazeteci Sayın Yalçın Bayer, bir okur mektubundan hareketle aynı uygulamaya değinmesin mi! Efendim, Adana'da yaşayan bir kurumun basın danışmanı vatandaşımız Aksaray İli içersindeki karayolunda seyahat ederken 118 km/saat hızla denetim ekiplerince saptanmış ancak ekipler "Bu seferlik kendisini affetmişler.". Vatandaşımız çok duygulanmış az ilerde bir başka polis ekibi yemek yerken yanlarına yaklaşmış ve bunun nedenini sormuş. "Burada böyle bir uygulama var" denince sevincinden hemen kağıt kaleme sarılmış ve Sayın Bayer'e memnuniyetini belirtir bir mektup yazmış.

Yalçın Bayer'de bu uygulamadan çok etkilenmiş ve çok duygulanmış. Bu mektubun alıntılandığı köşesine "İşte AB Kafası" şeklinde başlığı uygun görmüş. Bayer'e göre, bu vatandaşa güveni ortaya koyan çok çağdaş bir uygulama. Keşke tüm illere yayılabilse. Bu tür yaklaşlımlarla AB'ye girilebileceğinden hiç kuşkusu yokmuş Sayın Yalçın Bayer'in.

Yirmi yılı aşkın bu alanda çalışan biri olarak , bilgim dahilinde, dünyada bir bölgede (artık ne demekse ya da nasıl takip edilecekse!) ilk trafik ihlalinin üstelikte denetim ekiplerince saptanıp, affedilmesi diye bir 'çağdaş uygulama' ve bu tür uygulamanın güvenliğe kanıtlanmış olumlu etkisi olduğunu belirtir bir araştırma, çalışmanın varlığından haberim yok.

Olabilir. Belki ilk kez bu Birliğe giriş heyecanı içinde biz deniyoruz! Neden olmasın?

İşlenmiş bir suçu kolluk güçlerinin hiç bir işlem yapmadan affetme yetkileri var mı? Valla bilmiyorum onu da hukukçulara sormak gerekir. Belki o da modern bir uygulamadır, kimbilir?

Acaba bir kez yerine, birkaç kez sürücüleri yaptıkları ihlallerde affetsek, memnun olurlar mı? Hep beraber "İşte bu! Bu AB Kafası" diye bağırırlar mı? Muhtemelen…

Peki acaba bu Avrupa Birliği'ne daha önce girmiş ülkelerde, uygarlıklarının ölçütü olarak, örneğin Belçika bir kez affederken, Fransa iki kez affediyor olabilir mi sürücülerini? Öyle ya bu vatandaşa güven kardeşim. İncelemek lazım tabii.

Tabi tabi!

Peki, yıllardır kaos içinde debelenen, zaten etkin olamayan denetim ve herkese her koşulda uygulanamayan trafik yasasının getirdiği güvensiz trafik ortamına bu tür uygulamalar yeni bir disiplin, soluk getirebilir mi? Getirir tabii.

Tabi tabi !

Bu benzerlerini mali, yapı ve elbet trafikte dahil daha onlarca alanda izlediğimiz suçluyu, sorumluyu affetmenin bir örneği mi? Yoksa çağdaş yeni bir uygulama mı? Çağdaş bir uygulama tabii.

Tabi tabi!

Gazeteyi okuduktan sonra çok üzülmüştüm. Sonra kendi şaşkınlığıma ve hatta tutuculuğuma ve çağlar öncesinde kalmama kızmaya başladım.

Bir ülkenin yerel yöneticisi, gazetecisi, vatandaşı Avrupalı oluyor; ancak konu uzmanı çağdışı kalmış, ayak diretiyor. Bu da bize özgü bir durum tabii.

Tabi tabi!

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ayşen Tekşen Kapkın


BALIK ÇOBANI

İki kişiydiler: belki seyirci ve oyuncu, belki tanrı ve kul, belki bir şizofrenin içindeki gözetmen ve gözetlenen belki de ana ve kız. İçlerinden biri bir çağrışımın peşine kapıldı. İçlerinden birinin yaptığı çeviriden bir parçaya uçtu akılları:

Bir kralın yalnızca kendisine ait bir kraliyet tiyatrosuna sahip olduğu bir zaman olabilir ama öznelerinin bu dışlanması rastlantısaldır. Tanrıdan ve kendisine ait kraliyet tiyatrosundan söz ettiğimizde bu farklı bir konudur. Dolayısıyla, bireyin etik gelişimi izleyicinin Tanrı olduğu özel bir tiyatrodur ama tıpkı tüm etik gelişimin bir Tanrının görüşüne açılma süreci olması gibi aslında aktör yani, kendisini gizleyen değil açan bir aktör olması gerekmesine rağmen zaman zaman birey de bu tiyatroda izleyici olur. Dünya tarihi ise bunun tam tersine, rastlantısal olarak değil, özellikle yalnızca o olabileceği için tek izleyicinin Tanrı olduğu kraliyet tiyatrosudur. Var olan bir ruhun bu tiyatroya erişimi yoktur. O halde, eğer kendisinin seyirci olduğunu zannederse yalnızca kraliyet oyununda, drama dramatum'da kendisini nasıl kullanacaklarının kararını kraliyet seyircisine ve oyun yazarına bırakan küçük tiyatroda bir aktör olduğunu unutmakla kalmış olur. (Kierkegaard, Toplu eserleri)

Duşunu, kahvesini ve kumandasını alıp televizyonun önüne yerleşti. (Komik bir sözcük oyunu diye düşündü seyirci: duşunu kahvesini ve kumandasını aldı.) Sarı lacivert balıkların özgürmüş gibi salındığı görüntünün ardında Massenet'nin Manon, Acts I'ının nameleri yükseldi. "Taraf tutuyorlar" diye düşündü izleyici olmayan; "neden hiç kırmızı-sarı balıklar yok?" Şu "Massenet'in ne menem bir şey olduğunu internetten öğrensem ya" diye düşündü izleyici olan.

İşin gerçeği aylardır yapmaları gerektiği halde yürek acısından mı korkudan mı bilinmez durmaksızın erteledikleri şeyi yapmaları için yumurta kapıya dayanmış, artık ertelenebilecek zaman kalmamıştı. İzlenen bu kaçınılmaz olanla yüzleşecek, izleyen de onun bir yolunu bulup kaçınılmaz olanda da kaçmasını engelleyecekti ya da vice versa.... Belki de bir noktadan sonra ikisi tek olacaktı.

Tam on sayfalık iddianamede ileri sürülen suçlamalar annelik etme hakkının elinden alınması olasılığını onun yüreğinden öte mahkeme kürsülerine, hakimlerin akıllarına, avukatların dosyalarına da yerleştirmişti. Ama hepsinden önemlisi bir İtalyan ailesinin çıldırtıcı şamatasıyla evin içinde dolanan çocukların sesleri susmuş, birbirleriyle kavga etmez, endişeli gözlerini annelerinden ayıramaz olmuşlardı. Dostlar kaygılı, akrabalar öfkeli, çocuklar yaralı, şarkılar hüzünlü, balıklar utanç içindeydi. Çünkü dünya üzerinde bir ama -şimdilik kaydıyla- yalnızca bir insan, insan olma niteliğini yitirmişti.

Sonunda ortaya çıkan çözüme hazırlanma zamanıydı şimdi. Mahkemenin isteği üzerine hekimlerden oluşan bir heyetin karşısına çıkacak, annelik edebileceğini kanıtlayacaktı. Tanıyan herkes onun bu sınamadan rahatlıkla geçeceğini bildiği kadar son anda sınanmayı reddedebileceğini de biliyordu. Yaşamı boyunca yalnızca Tanrının sınamasını kabullenmiş ama sonunda "Bu ne enayilik be! Senin sınavından geçersem özgürce yoluma gideceğimi anladığından bir türlü geçer not vermedin. Ben de salak gibi yıllarımı bu kapıda geçirdim. Senin sınamanı reddediyorum" diyip, kapıyı çarpıp çıkmıştı. Aynı şeyi muhteşem heyete de yapmayacağı ne malumdu?

- Ne iş yaparsınız?
- Çok. Çok iş yaptım. Önce savaştım. Küçük yaşta bırakıp giden annemin ardından hüzünlü bir babayla omuz omuza savaştım. Biz gülmek için savaştık. Babam "yaşam bir aynadır, sen gülersen o da sana güler" dedi. Güldüm. Gülmemek suçmuş gibi güldüm. Gülmesem de güldüm. Sonra sevdim. Önce babamı sevdim, sonra dostları, sonra çocuklarımı, sonra bir adamı ama hep erdemi sevdim. Diğerleri kolay ama zordur erdemi sevmek. Türküleri sevdim, dansı ve resimleri. Ama en çok sözcükleri sevdim. Doğru sözcükleri. Vazgeçmeyi sever oldum yıllar geçtikçe. Erdemdi vazgeçebilmek. Bin tutkuya esir olmaktansa bir tutkuya egemen olmayı sevdim.
- Duymadınız galiba ne iş yaparsınız?
- Pardon. Çok iş yaptım. Anonim şirketlerden bir köyde seracılığa, çevirmenlikten anaokulu işletmeciliğine dek çok şey yaptım. Bazen günde dört iş yapıp, türkülerle döndüm evime; "Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü senelerdir çıkarım bu yokuşu". Ama yaptığım en önemli iş çocuklarıma Nazım'ı, Küçük Prensi, Ruhi Su'yu öğretmekti. Yaptığım en önemli iş, sağımdan solumda türkülerim, sözcüklerim, vazgeçmelerim, erdemlerim fışkırır halde orada durmaktı. Orada durdum sayın hekimler: önemli bir iştir orada durmak. Güç ister göçüp gidenler kervanına katılmamak. Orada durdum hakim bey. Arayan herkesin bulabileceği o yerde durdum. Tüm çağdaş öğretiler, bireyin yaşamlardan çıkıp gitme özgürlüğünü vurgularken, bunu mutluluğun kaynağı, bunu erdem olarak sunarken çağrıya uyma ayartısına direndim ve orada durdum. Babamın hep orada olması gibi ben de hep oradaydım. Firuze oldum hakim bey: "Hiç olur mu öyle şey, ben hep evdeyim..."

Şimdi boku yedik diye düşündü izleyici. Hakimle hekimi karıştırdı bile birbirine. Kazandığı ve vazgeçtiği büyük paralardan, unvanlardan, hayır işlerinden, kariyerinden, çalışkanlığından dem vuracakken anlattıklarına bak. Buna akıllı raporu veren adam delidir be. Şişşt, kendine gel. Çocuğunu düşün. Senden ayrılmamak için olmayan Tanrıya yakaran çocuğunu düşün de aklı başında laflar et.

- Bakın Türkçe biliyorsanız eğer size ne iş yaptığınızı sordum. Burada bulunma nedeninizi biliyorsunuz. Sorularımızı yanıtlamanız sizin için iyi olur.
- Özür dilerim hekim beyler, dalmışım da. Sorunuzu yanıtlayayım: Çok iyi utanırım ben. İlişkim olduğu iddia edilen dostumun karısı, aslan yürekli Rişar hakimin karşısına çıkıp da "yalan be hakim bey. Onlar 30 yıllık canciğer iki kardeş. İkisinin de namusuna ben kefilim" dediğinde çok utanırım. Onu oraya getiren insan adına, yaşam adına utanırım. Günde beş kez, her ezan okunduğunda evde olmadığı için Tanrı adına utanırım. 12 yaşında bir kız çocuğu çatık kaşlı hakim karşısında seçimini dile getirmeye zorlandığında insanlık adına, düzen adına utanırım. Ben eskiden beridir profesyonelce utanırım hekim beyler. Belki de 35 yıl önce eni konu şişman bir kadın, çok övündüğü analık duygusuyla "kızım, onun annesi çekip gitmiş, boşta gezen bir çocuk, senin de yolunu saptırır, onunla ilişkini mesafeli tut" dediğinde de utandım, 40 yıl aradan sonra kızımın dostunun annesi aynı şeyleri daha sert biçimde yinelediğinde de. Çekip gidenler adına, çekip gidenlerin ardında bıraktıklarından korkanlar adına, çocuklarını acımasızca sınayan Tanrılar adına, kızlarıyla dans etmeyen babalar adına, unvanlardan, paralardan vazgeçemeyenler adına, cinsel kimliği G-stringe indirgeyenler adına ama en çok, en çok da sizin adınıza utandım hekim bey. Meşhur Yasemin'in Penceresinde, ebeveynlerinden biri genelevde fahişelik yapmayı daha kazançlı bulduğu, diğeri başka bir kadına aşık olduğu için 3 yaşında yuvaya bırakılan Mustafam iri delikanlı gözlerinden oluk gibi akan yaşlarla "onlardan nefret ediyorum" dediğinde sizi gördüm hekim bey. Tanrının kullarına olmadığı kadar bağışlayıcı, merhametli, sevgi dolu sözcüklerle görüş bildiriyordunuz: "O senin annen baban, onları yargılaman doğru olmaz, yaşamlarını seçme özgürlüklerine saygı duymalısın; ben seni anlıyorum ama onları bağışlayıp huzur dolu bir yaşam kurman daha iyi olur" diyordunuz. Sizin adınıza utandım hekim bey. Yaşamı, aşkı, çocuğu, bireyi bir spermle bir yumurtaya indirgediğiniz için en çok sizin adınıza utandım. Seçme hakkı Mustafaya geldiğinde "taze bitti be koçum" yanıtı aldığını görmemenizden çok utandım.
- Peki başka bir soru soralım. Kaç çocuğunuz var?
- Çok efendim. Çok çocuğum var. Doğurduğum ve doğurmadığım çok çocuğum var. Çocuk yürek çırpıntısıysa eğer çok çocuğum var. 105 tanesi çok yoksul ama çok zeki. Yüreğim hep onlarla sokakları dolaşır, sınavlara girer. Evdeki her giysinin en çok hangisine yakışacağını düşünmekten yorgun düşerim. En küçükleri çok güzel keman çalar, matematiği iyidir bütçeyi denklememe yardım eder. En büyükleri asi bir çılgın. Ortanca aşık. Bir de kendimi bildim bileli hiç büyümeyen hüzünlü kızım var yüreğimde. Cümleten yuvarlanıp gideriz işte. Kimi kez saç saça baş başa kimi kez göz göze yürek yüreğe.
- Anlaşıldı hiçbir soruyu yanıtlamayacaksınız. Bu durumda elimizden bir şey gelmeyeceğini anlıyorsunuz değil mi?
- Pardon hekim bey şimdi ne iş yaptığımı anımsadım. Balık çobanıyım ben. İyi iştir. Kaval ya da ıslık çalmayı gerektirmez. Balıklar yemlenirken ben utanırım. Mustafanın anasıyım. Seçme hakkım olup olmadığına karar vermeniz için buradayım. Adım Firuze. Ben hep evdeyim...

Kapıda anahtar döndü. Hekimlerin, hakimlerin şaşkın bakışları altıda sırtında çantası dudağında şarkısıyla sarı saçlı, yeşil gözlü kız eve girdi:

Hush, l'il baby, don't say a word
Mama's gonna buy you a mockin'bird.

If that mockin'bird don't sing
Mama's gonna buy you a diamond ring


Ayşen Tekşen Kapkın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Hayır'lısı Olsun


"Non"... Böyle dedi Fransa halkı. Chirac'a rağmen şırak, tokat gibi. Olaylara Fransız kalıp kalmadıklarını bilemem ama AB Anayasa'sına Fransız kalmadıkları kesin. Türküsü bile dolanıverdi dilime; "Anası da yesin, babası da yesin, yesin anam yesin, canikosu yesin". Hem de kurucu üyesi ha ! Hayır'lısı olsun efendim hayırlısı, diğerlerinin de başına darısı. Sanki böyle dediğimi duymuş gibi Hollanda vatandaşları da "Nee" demesinler mi ? Bu da Balkanende'ye rağmen beklenen de buydu zaten. Belli ki; onlar da Fransız kalmış bu anayasaya. Onları anlamak biraz daha mümkün Fransız halkına göre, zira nüfus oranına göre daha fazla söz sahibi olan Fransız parlementerler tarafından hazırlandı bu anayasa. Tam bir Fransız filmi izliyoruz. Çamlar devrildi, şimdi gözler İngiltere halkına çevrildi. Kara kara bir düşünceye daldı Toni, ellerini ovuşturarak bekliyor bizim Coni. Sanki, bu işe en çok sevinecek olan Yanki ( her ne kadar savaşlarda kanki durumunda olsalar da ) değil mi ? Onlar için çarşı olmayacak bir oluşuma karşı durmayıp ne yapacaklar ? En hayırlısı, Hayır'lı referandumlar.

Girmek için yanıp tutuştuğumuz AB'nin haline bakın hele. Kendi vatandaşlarına bile henüz anayasalarını beğendirememişler. Bu gidişle referandumlardan vazgeçecekler. "Dört yüz elli" madde var içe sindirilmesi gereken kolay iş değil. İnsanların bir sürü meşgalesi var. Caz'a gidebilirler ama gaza gelmiyorlar bizim gibi. Referandum bizde yapılsaydı şıpın işi halletmiştik. Hatta; 450 maddeyi sular seller gibi halkımıza ezberletmiştik. Aklıma o güzelim yarışma programları geliyor mesela; "AB'nin Starı", "Gelinim Gelsin AB'den", "AB'lileştirebildiklerimizdenmisiniz ?" gibi. Halkımız da TV'lerin karşısında çakılır, tüm anayasa maddeleri de ailenin bütün fertleri tarafından bu organizasyonlarca kolaylıkla bellenirdi, maddeler sabahlara kadar süren TV tartışmalarında birer birer ellenirdi. Bu konuda aklıma gelen isim; "Hop dingala dingala, AB'yi de koyduk mangala" olurdu. Yerli dizilerden sıkılmaya mı başladık, şöyle buram buram AB kokan diziler furyası başlardı tüm kanallarda. "Bir AB Masalı" gibi. Bence bunu şimdiden dizi yapsalar çok iyi olacak. Hatta; dizinin fon müziği de "Bitmeyen Senfoni" olsun, epey gerçekçi bir dizi olacağına ve neslimizin devamında da izleneceğine eminim.

Rusya yakınlarına gelip dayandı bu AB ülkeleri ama hala büyümek istiyorlar. Bu durumda ne olacak ? Araştırmacı yazarınız, siz KM dostlarının böyle bir soru sorabileceğini de düşündü elbette. Öncelikle; Coğrafya kitapları değişecek, Asya ile Avrupa arasında sınır durumunda bulunan Ural Dağları'ndan vazgeçilecek. Himalaya'lara kadar gidebilirler örneğin. Bu durumda bir sürü ülke daha birliğe katılır. Hızlarını alamazlarsa ne kaldı Japonya'ya şunun şurasında ? Çin Seddi boyunca ilerlediler mi işlem tamamdır. Bir diğer öneri de Cebelitarık Boğazı. Ne gerek var böyle bir boğaza ? İspanya'dan bir köprü dayadın mı, Ümit Burnu'na kadar kim tutar seni. Vasco yıllar önce geçmişti zaten oralardan.

Neden üzülüyor bazı insanlar bir türlü anlamıyorum. AB'ye giremezsek, CD'ye gireriz. Niçin bu kadar sıkışıyoruz ? Neden makas yapıyoruz ki ? Baktık tutamayacağız, olmadı WC'ye gireriz. Sonuçta; yine ferahlarız hayırlısıyla. Hayır'lısıyla bizlere de bir referandum nasip olur mu dersiniz ?

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,779,779,779,779,779,779,779,779,779,77
              13 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  HADİ SÖYLE, EN GÜZEL KIZ KİM? - 2

Kalkıp, gitsin mi yanına? Yetsin mi bunca ayrılık?

Beklesin, izlesin mi?

Adam yanında getirdiği çantasından, beyaz dosya kağıtları çıkardı. Sigarayı bırakmıştı, bir sigara yakmadı. Denize doğru baktı, sonra yine kağıtlara...

Kadın... Kadın izledi... Kadın da sigarayı bırakmıştı...

.....

Sonra mı?

Belki sonra devam edecek. Kadının gözleri çok şişti. Şimdilik bu kadar yazabildi...

.....
.....

Aylar önce 'Hadi Söyle, En Güzel Kız Kim?' başlıklı öykümün birinci bölümünü bu cümlelerle bitirmiştim. Devam etme zamanı geldi. Okumayan ya da anımsamayanlarınızdan http://www.kmarsiv.com/sayilar/20041230.asp#leylaayyildiz linkini tıklayarak, ilk bölümü okumalarını rica edeceğim. Hadi, üşenmeyip, önce birinci bölümü okuyun. Ben de bu arada ikinci bölümü yazmaya devam edeyim.

.....

Adam yanında getirdiği çantasından, beyaz dosya kağıtları çıkardı. Sigarayı bırakmıştı, bir sigara yakmadı. Denize doğru baktı, sonra yine kağıtlara... Pardösüsünün üst düğmelerini açıp, iç cebinden yakın gözlüğünü çıkarttı, diğeriyle değiştirdi. Elindeki kağıtları okumaya başladı. Arada gözlüğünü çıkarıyor, sapını dişleri arasına sıkıştırıp, uzun uzun düşünüyordu. Çantasından bir kalem çıkarıp, kağıtlardan birinin kenarına el yazısıyla dağınık bir şekilde bir şeyler karaladı:

'bekliyorum........... çabuk........... biraz daha hızlı.......... '

Kadın ise, orada öylece onu izlemeye devam ediyordu. Sanki bacaklarının bağı çözülmüş, adım atacak hali kalmamıştı. Ağaçlardan kopup düşen sararmış sonbahar yapraklarıyla beraber o da titriyordu. Sırtını güçlükle bir ağaca yaslayarak, yavaş yavaş aşağıya doğru kayıp, bembeyaz elbisesine aldırmadan nemli toprağın üzerine kendisini bıraktı. Dudaklarının arasından sadece kendisinin duyabileceği seste, bir cümle döküldü.

-'Bir gün mutlaka!'

.....

-Gitmek zorundayım.
-Gitme!
-Gitmeliyim. Bir gün mutlaka......................

Kaçarcasına yanından uzaklaştı. Kapıdan çıkarken o anı hafızasına kazımak istercesine, dikkatle son bir kez daha adama doğru baktı. Üzerinde yazlık, krem renginde bir pantolon vardı, beyaz gömleğinin üzerindeki sarı kravatını biraz gevşetmişti. Ayağa kalmış, bir adım öne doğru ilerlemiş, kadının ardından bakıyordu. Omuzları aşağıya doğru çökmüş, kolları iki yana doğru açılmıştı. Buğulanmış gözleri 'Lütfen gitme!' diyordu.

Kapıyı kapatıp, odadan çıkan kadın ise, artık önceki kadınla aynı kadın değildi. Bir parçasını içeride bırakan, eksik, yarım biriydi. Hangi parçaları mı eksilmişti?

Soluğu örneğin; bir daha aldığı hiçbir soluk ciğerlerinin en ücra köşesine kadar ilerleyip, ulaştığı her noktada 'Yaşamayı seviyorum' diye çığlıklar atmayacaktı. Ayakları örneğin; bir daha hiçbir zaman ayakları kendinden önce koşmayacak, bastığı yerleri papatya tarlasına çevirmeyecekti. Sek sek oynayan küçük bir kız çocuğu edasıyla merdivenleri ikişer üçer çıkmayacaktı örneğin.

Kolları örneğin; bir daha hiçbir zaman kollarının vücuduyla birleştiği noktada rengarenk perdeli kanatları olmayacaktı. Onları güç sarf etmeksizin çırpıp, gökyüzüne doğru yükselmeyecekti. Evreni hiç o kadar yukardan izleyemeyecekti. Bir daha hiç uçamayacaktı... Elleri örneğin, elleri bir daha hiçbir zaman o kadar hünerli olmayacak, dokunduğu yerleri cennete çevirmeyecekti.

Gözleri örneğin; bir daha hiçbir zaman........

Siz aşk dokunmuş gözleri bilir misiniz? Evren üzerindeki tüm ışıltılar onun yanında sönük kalır; ne yıldızların ışıltısı yarışabilir onunla, ne de güneşin parlaklığı...

Aşkın parıltısını kıskanan Güneş, yanına Yıldızları da alıp, Aşka kafa tutmuş, savaş açmış. Rengarenk ışıklar evrenin üzerinde çarpışmışlar. Şimşekler çakmış, Yıldırımlar düşmüş. Tüm çabalara rağmen Aşkı yenememişler. Pes edip, Aşkın önünde dize gelmişler; 'Tamam, sözümüz söz, bundan sonra sana destek olacağız' demişler... Güneş; aşk doğmuş günlerde daha bir parlayacağına söz vermiş. Her sabah başka bir çiftin aşkının başlangıcı için yeniden doğar olmuş. Çiftler başka başka yerlerde olsalar bile, aşklarının doğduğu gün güneş doğarken uyandırılırmış. Gün ağarırken sebepsiz yere uyanıp, gözlerini aralayıp, terasa ya da pencerenin önüne giderler, Doğuya dönük yüzleriyle aşk kokulu havadan derin bir soluk alıp, aşkla titreyen yürekleriyle yeni hayatlarına 'merhaba' derlermiş. Yıldızlar ise; aşkla yanan gecelerin üzerine daha bir ışıltılı düşermiş. O yüzden, şimdiye dek hiçbir ışıltı Aşk değmiş gözlerden daha parlak olamamış.

.....

Kendine sızmak için boşluk bulan, arsız bir güneş ışını ağaçların yaprakları arasından gelip, kadının gözlerine dokundu. Kadın gözlerini kısarak, sağ elini gözüne siper edip, adama doğru yeniden baktı. Oradaydı. Okuduğu kağıtları bankın köşesine bırakıp, uçmasınlar diye üzerlerine çantasını koymuştu... Ayağa kalktı. Parmak uçları üzerinde yükselerek, kollarını iki yana açıp, gerindi. Yükselen güneşin etkisiyle hava ısınmıştı. Pardösüsünü çıkartıp, bankın üzerine yerleştirdi. Bir iki adım ilerleyip, çevresini izledi. O sırada minik bir serçe bankın üzerine konup, teksir kağıdının üzerinde kalan susam ve simit parçalarını yemeye başladı.

.....

-Kuşların sesini duyuyor musun? Nasıl çığlık atıyorlar.
-Nedir bu telaşları?
..... sesleri...... ruhumu acıtıyor.......
-Göçmeliler... Hava soğumak, fırtına kopmak üzere. Artık buralarda yaşayamazlar. Uzaklaşmalılar... Çok uzaklara gitmeliler.
-Bizim gibi mi?
-Evet.
-Dönecekler mi bir daha?
-Bilmiyorum. Sen biliyor musun?
-Ben de bilmiyorum.

.....

Adam, serçeyi ürkütmemek için, bir süre olduğu yerde kıpırdamadan, sabit kaldı. Karnını doyuran minik kuş, az sonra havalanıp, gözden kayboldu. Bir an adamın bakışları kadının olduğu tarafa yöneldi. Kadın telaşa kapıldı, başını yanında bulunan çalılıkların arkasına gizledi. O sırada deniz birkaç dalgasını kadının kalbinin ritmine uydururcasına, hızla kıyıya vurup, geri çekti. Kadın sadece ağzında atan kalbini ve denizin sesini işitebiliyordu.

Adam birden ayaklarının altında bir şeyi fark edip, bakmak için aşağıya eğildi. Eline bir dal parçası alıp, uzun süre toprağı eşeledi. Dal parçasını yukarı kaldırıp, ucundakine dikkatle baktı.

....

-Heyy, sakın atma.
-Atmayacağım... Korkulacak ne var ki, minicik bir solucan.
-Minicik olsun, ben korkuyorum işte. Yağmur yağdığı için mi bu kadar çoklar?...

Göl kenarında sıvalı paçalarıyla oltalarına takmak için yem arıyorlardı. Yağmur yağmış, epey ıslanmışlardı. Çantalarından çıkardıkları havluyla, birbirlerinin saçlarından süzülen damlaları kuruladılar.

-Şu halimize bak, sıçan gibi olduk.
-Olsun. Yine de çok güzelsin. Dur bakayım.
-Ne var ki orada?
-Hiççç...
-Heyyy, tişörtümün içine bir şey attın.
-Hayır atmadım.
-Attın diyorum. İçimde bir şey oynuyor. Ne yaptınnn? Solucan mı bu?
-Zıplama... Dur diyorum. Ben bir şey atmadım. Alıyorum. Bu mu?... Bu sadece bir yaprak.
-Nasıl korktum, solucan sandım.....
-Seni seviyorum.
-Ben de seni.

-Göle doğru bakar mısın? Bak, bak, şuraya doğru bak.
-Gölün rengine mi?
-Evet... Bir de yağmur damlalarına bak. Her bir damla ait olduğu suya kavuşurken, sevinçlerini halka halka yayıyor..



El ele tutuşup, göle yaklaştılar.

-Son nefesime kadar, ölünceye dek... Şunu bil ki; ömrümün sonuna dek seni bekleyeceğim.
-Son nefesime kadar! Ölünceye dek seveceğim.........
-sevdim..... seviyorum..... seveceğim.....
-sevdim..... seviyorum..... seveceğim.....
-En çok ben!
-Hayır ben!........Sus, dinle!
-Nedir o?
-Duymuyor musun?
-Nereden geliyor o ses?
-Piknik yapan bir ailenin radyosu olabilir.
-Yağmur yağıyor, bizden başkası yoktur ki.
-Şşştt, sus ve dinle.
Sezen Aksu... 'Dört Günlük Bir Şey'

Şimdi çok uzak bir hatıra gibi
O yaşadığımız
Boynumda bilmece gibi bir düğüm

Ben senin bal gözlerinde
Dört kısa günde bilsen neler neler gördüm
Sahte ile gerçeğin karmaşasını
Yine de, sevgini özledim

İnsan böyle bir duyguyu yaşarken
Gerçek yaşamla tüm bağlantıları kopmuşcasına
Ayakları yerden kesiliveriyor
Biliyor musun?
Belki iyi oldu ama biz yere erken indik
Şimdi yarım yaşanmış o şey
Boynumda düğüm

Dört günlük bir şey işte
Güzeldi, yaşandı ve bitti diye düşündük
Oysa bir duygusal yük vurduk yüreklerimize
Kırılıp döküldük
Bir zaman gözlerimizde çiçek açardı
Biz her umudu söndürdük

Özledim çiçekleri
Sevdiğimiz ne varsa her şeyi özledim!

Dört kısa günden bana
Bir garip sızı kaldı
Bir de deli özlemin!

Özledim ellerini, gözlerini
Ve yanık kokunu özledim!

Özledim çiçekleri
Sevdiğimiz ne varsa her şeyi özledim!

.....

Lütfen 'Günün Şarkısı'nı dinlemeyi unutmayın.

Sonra mı?...

Devamını hep birlikte bekleyelim olur mu?


Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,698,698,698,698,698,698,698,698,69
              39 Kahveci oy vermiş.
41 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


  TRAVOLTA OLMAK (5)

Oğlan Tommiks , Teksas kitaplarını, belki de mikrop olur diye eline bile almamıştı. Konyakçıyı, Doktoru, Profesörü, Rodi'yi tanımıyordu bile. Oysa ben olaylar karşısında alacakları tavra kadar, fikir yürütebilirdim. Biz bu kitapları paramızla satın alamazdık. Hatırladığım bayağı pahalıydı. Sinema önlerinde veya parklarda bunları akranlarımızdan kiralayabiliyorduk. Kendimiz de kiraya veriyorduk. Bu işle iştigal edenler birer domates kasası ile kitap arasasının yolunu tutar, ciltleri itina ile yan yana dizer, diğer meslektaşından bir tane okumadığı cildi yirmi beş kuruşa kiralar hem okur hem de müşteri beklerdi. İşin püf noktası, kiraladığın kitabı gölgede okurken, senden kitap kiralayıp gölgelerine çekilen müşterileri de göz hapsinde tutabilmekti.

Bu ticarette tek risk senden hızlı koşabilen müşterilerdi. Bunun dışında para da kazandırmıyordu, zarar da ettirmiyordu. Okuduğunla kalıp resimli roman kültürüne sahip oluyordun sadece.

Şimdiki çocuklar televizyonlarında hareketli ve renkli olarak seyrede bilseler de bizlerin aldığı zevki alamıyorlar. Bu yaşımda sahip olduğum hayal gücünün en büyük etkenlerinden biri de sanıyorum çizgi romanlardı.

Annesi Haldun'un, bilmiş bir kadındı. Çarşıdan alınmış bir pastanın steril olmayacağını düşünerek kendisi hazırlamıştı. Yuvarlak tepsiye koyduğu, mumları yanan pastayı kendine has danslarıyla ve doğum günü şarkısının İngilizcesini söyleyerek salona girdi. Bu İngilizce nakaratta bir Haldun'u anladık benle Taner.

Konuk kızlar farklı ses ve tonlarda çığlıklar attılar. Bu çığlıkların da etkisi ile kadın son dönüşünü yapıp pastayı masanın en ortasına yavaşça indirdi. Sağ eli ayası hakka doğru olacak şekilde beş parmağı ile pastayı göstererek , sağ ayağını solun epey arkasına götürdü ve saçını sert bir hareketle geriye doğru attı. Alkış beklediğini anlayan rengarenk kızlar bardaktan boşalırcasına alkışladılar. Kadın duruşunu alkışlar bitene kadar sürdürdü ve sonra bizleri selamladı. Acaba nasıl sevişirdi kocası ile. Sıska , bizlere uygun vücudu, kocası ile nasıl bir uyum sergiliyordu.
Memnun muydu adam seks yaşamından yoksa dışarıda mıydı gözü. Kıymetini biliyor muydu bu muhteşem varlığın.

Yoksa kadın kendini arsızlığa mı veriyordu. Genç biri onu daha mı mutlu edebilirdi. Yaş kavramını önemser miydi acaba. Sonra Haldun ne derdi bu işe. Gerçi ne diyebilirdi ki. Bu güne kadar ne diyebilmişti ki. O daha kitap ciltlerine bile karar veremezken bu tür olaylara mı müdahale edecekti.

- Çocuklar hadi dans ediyoruz .. diye seslendi. İki erkek olarak bizleri, onca kıza pay etti. Önceleri utana sıkıla, daha sonra gazoz sarhoşluğunun verdiği rahatlıkla çılgınlar gibi dans ederek kızlarla eğlendik.

Bir süre sonra partinin en güzel dişisi "Ben sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim çocuklar" diyerek bir komşuya gitti. O ana kadar göstermiş olduğum çabayı bir yana atarak ayrıldı ortamdan. Ses çıkarmadım "Ben sana sonra gösteririm " der gibi düşündüm. Çocukluk işte beş dakika sonra unuttum her şeyi. Eğlendim akranlarımla.

Bir veya iki saat geçmeden toplu gelen kız hentbol takımı gittiler. Bizler kalmıştık. İki erkek bir de Haldun.
"Size bir sürprizim var" dedi .. Kibar tavrı ve o güne kadar hiç bir erkekte görmediğim ses tonu ile.
"Bekleyin, ben çağırınca annemlerin odasına gelirsiniz"

Neden bu evde baba lafı hiç geçmiyordu. Dokuz yaşında bir velet benim bildiğim, babasına hayran olurdu. Babasının ne kadar kuvvetli olduğundan falan bahsederdi. Babasının mesleğine heves eder , yaptıklarıyla övünürdü. Haldun için varsa yoksa annesiydi. Bıraksa annesi ile ilgilenmeye dünden hazırdık. Tanımadığımız babası ile yüz yüze gelmemiştik ama, o da hiç düşünmez miydi "Oğlum neden annesini bu kadar seviyor" diye.

Yaş günü ayağına geldiğimiz bu evde bizleri çok şey şaşırtmıştı aslında. Ama beyaz, dokuz yaş bedenine satın alınmış bornoz, bu işe tuz biber olmuştu.

Haldun bu bornoz içinde odaya gitmemiz için bize seslendi.

- Bekliyoruum ..

Taner ile gözlerimiz fal taşı gibi olmuştu. Bunca farklı olayı hiçbir arada görmemiştik. Neler oluyordu bize. Neresiydi burası, kapının arkasında ne vardı. Haldun bize ne yapacaktı, daha doğrusu ne yapabilirdi. Biz hem iki kişiydik, hem de kurabiye çocuğu değildik. Taner ile hiç konuşmamamıza rağmen birbirimize bakışarak anlaşabiliyorduk.

Cesaretimizi toplayıp basar gibi içeriye daldık. Oysa büyütülecek hiçbir şey yoktu ortada. Haldun bir anda Hayriye olmuş annesinin yatağında , beyaz bornoz içinde, yırtmacından bacağının birini hafifçe dışarı çıkarmış, bizlere " Gelin .. " diyordu.

O anda , "Arkadaş sen bu duruma nasıl düştün,aban üvey mi? Annen pavyonda mı çalışıyor?.. Feleğin sillesi! Kader ağları!, Nuri Alço , Süheyl Eğriboz gibi sosyal içerikli mevzulara giremedik tabi. Heyecandan nutkumuzun tutulduğu bir yana, soluk alıp verişimizin şiddetinden düşünemez olmuştuk.

Taner kendini kaybetmiş, benden direktif almadan balıklama atlamıştı yatağa. E.. bana da ortama uymaktan başka seçenek kalmamıştı tabi. Küçük kahve rengi çillerden başka bornoz dahil her şey bembeyazdı. Doğumdan birkaç hafta sonraki köpek memesi gibi memeleri vardı. Orta karar, neredeyse lüfer kıvamında etli bir oğlandı. Pipisi ise yok denecek kadar mütevazı idi. Ona kısaca pi demek daha uygun düşerdi.

Son derece büyük poposunu bir o yana bir bu yana döndürüyordu. Orasını burasını epey sıktık. O ise bir eline benimkini, diğerine Tanerinkini almış hiç bırakmıyordu. Bu debdebe birkaç dakikadan fazla sürmedi. Annesi her an gelebilirdi çünkü. Bir anda korkuya kapılıp, annesi hemen kapının önünde, anahtarı deliğe sokmak üzere imiş gibi hayal edip fırladık yataktan. Pantolonlarımızın fermuarlarını ve dışa fırlamış atletlerimizi dört kat merdivenleri koşarak inerken toparladık. Dışarı çok yavaş hareketlerle çıktık. Bakkalın önüne kadar yavaş adımlarla yürüdük, birkaç adım sonraki bina köşesine bir türlü ulaşamıyorduk.

Şükür köşedeydik ki depara kalktık. Koşuyor, koşuyorduk sadece. Bu kez Taner beni sırtına almadı. Bende teklif edemedim aslında. Dalaklarımız şişene kadar koştuk. Hava alaca karanlık kimliğine bürünmüş, her kuytu bizi saklamaya gönüllü hale gelmişti. Kırmayıp birine girdik. Nefeslerimiz de bir süre koştu, sonra yavaşladılar. Daha sonra kalktık tekrar koşmaya başladık. Dalak bir kere şişip indimi artık of demezdi.Koşu yollarımız herkesin kendi evine doğru çatallandı, yemek bile yemeden hemen uyuduk sabaha dek.

Keşan yolu düz gider,
Bir kınalı kız gider .. di bundan sonra. Haldun'u bir daha aklıma dahi getirmedim. Teni beyaz , kara bir leke gibi gömdüm anılarıma. Şimdi nerededir, ne iş yapıyordur kim bilir. Karısı çoluk çocuğu var mıdır acaba. Annesi ile babası ayrılmış, annesi ile birlikte oturuyordur belki de.

Belki de dans öğretmeni falan olmuştur. Nadiren eve erkek arkadaşlarını getiriyordur birer, ikişer. Annesi de bir şey demiyordur artık.

Şimdilik bitti

Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              9 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Filiz Mercanköşk

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


  SAAT YÖNÜNDE - Bölüm 3 -

Sarıkız beldesindeki dört günü yerleşme işleriyle geçmişti. Biraz hava almak bu boğuşmanın üstüne iyi gelecekti.

Tepeden bakan küskün kavak ağaçlarının arasında yalpalayarak yürüdüğünün farkında değildi. Samanyolu'nu mırıldandığının da. Ortaokul çağındayken okul çıkışlarında, arkadaşıyla birlikte caddenin öbür tarafındaki Zafer İlkokulu'nun bahçesine gider, zig zaglar çizerek koşar ve bu şarkıyı söylerlerdi.

Bu koşmaların birinde arkadaşı yaz tatili için köyüne gideceğini söylemiş, bunun üzerine oracıkta birbirlerine söz vermişlerdi. Bir gün yolları ayrılacak olursa beş senede bir buluşacakları yeri ve birbirlerini nasıl tanıyacaklarını belirlemişlerdi. Fakat yolları erken ayrılmamış, hatta liseyi de birlikte okuyarak et tırnaktan ayrılmaz arkadaşlıklarını daha da pekiştirmişlerdi.

Nostaljik çekimlerin etkisiyle Zafer İlkolu'nun bahçesindeki kavak ağaçlarını ziyaret ederlerdi ara sıra. Tuna ilk ziyaretleri öncesinde yine kavak ağaçlarının arasında koşarak Samanyolu şarkısını söyleyeceklerini sanmış, o sanrı ile heyecanlanmıştı. Arkadaşı almayı düşündüğü kareli eteği konuşmayı tercih ettiğinde bir şeylerin değiştiğini, yarım kalacağını öngörebilmişti.

Benzeri bir üzüntüyü on yıldır gitmediği, çocukluğunun bir kısmını geçirdiği eski sokağına döndüğünde yaşamıştı. Birbirlerine dokunacakmışcasına duran evlerin damları, komşunun çiçekli bahçesinde yoğrulan hamurları, açılıp pişirilen börekleri ve kocakarı gerdanı baklavaları; akşamları göbekli, çaylı, şarkılı, türkülü sohbetleri; hatta Fidan Teyze'nin mezun olduklarında yerini yenilerinin aldığı, çocukları gibi benimseyip her bir şeye ortak ettiği öğrencilerini yine görecekti. Hatta birlikte dut silkeleyecek, yardımlaşarak üzüm ve asma yaprağı toplayacaklardı konu komşu.

Soğuk havalarda içilen bir tas çorbanın sıcaklığı gibi, bu coşkulu sokağa kavuşma hissi içini sarıp sarmalamış, ısıtmıştı. Bir an önce kavuşmak isteğiyle zaman geçmek bilmiyor, onsekiz saatlik yol uzadıkça uzuyordu. O zamanlar otobüslerde yan yana oturan insanlar birbirlerine yemek bohçalarındakini cömertce ikram edebiliyorlar, hiç kimse "bu ne samimiyet" diye rahatsız olmuyor ya da "ikram edilen yiyecekleri yemeyin, uyutulup soyulursunuz" anonsları ile yiyeceği varsa da korkup yememezlik etmiyordu. Mola yerlerindeki lokantalar hiç bir zaman paylaşmama nedeni olmamıştı.

Çorak yolları, ekilmiş bahçeleri, otlayan hayvanları, sayıları şimdikinin aksi az sayıda reklam panolarını seyrederek girdiği yeşil elbiseli kıyılar, vuslatı müjdeliyordu. Her şeyi aynı bulacağını düşünmek ne büyük bir yanılgı idi.

Hayal kırıklıklarının can acıttığını, tuz buz olmuş cam kırıkları gibi görülmesinin, bulunmasının, çıkarılmasının zor olduğunu farkettiği deneyimlerinden biriydi bu yolculuk. Gazetenin pratik bilgiler kısmında okuduğu "Cam kırıklarını temizlemenin en iyi yolu ıslak pamuktur." sözlerini belki bu yüzden hiç unutmamıştı.

İçinde gezindiği anılar, cebinde titreşip duran telefonuyla eski yerlerine kaçıştılar. Arayan Tamer'di. Bugün için kararlaştırdıkları randevularında bir değişiklik var mıydı?

-Konuştuğumuz gibi saat beş uygun Tamer.
-...........
-Görüşürüz.

Eve döndü. Çıkmadan önce fırına verdiği kurabiyelerin başına gitti. Ne kadar zamanda piştiklerini biliyordu artık.

-Bakalım çöreklerimiz nasıl olmuş? Aferin Tuna. Artık bu işi beceriyorsun. Mis gibi kokuyor mis.

Tuna dumanı üstündeyken severdi çörekleri. Misafirlerine de bu şekilde ikram etmekten hoşlanırdı. Tepsileri fırından çıkardığında saat 4:57'yi gösteriyordu.

Saat beş civarinda zil çaldı. Misafirim epey dakikmiş diye düşündü Tuna. Kapıyı açtığında gördüğü eşiğin önünde duran büyükçe bir kese kağıdından ibaretti.

Devam edecek

Filiz Mercanköşk
fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Mehmet Güneş

 Kahveci : Mehmet Güneş


  SIR (4)

Efrahen'in aklı tamamen karışıyordu.Şehirde düzinelerce böyle ormanlık alanlar vardı.Bu sığınağı bulması git gide zorlaşıyordu.

-Gözle görünen orman dışında başka bir şey yokmuydu?
-Hayır sadece gözlerinin alabildiğince orman, iğrenç hayvan pislikleri ve toprağı kazdıkça çıkan pamuk parçalarından başka hiçbir şey yoktu.
-Hayvan pislikleri ve pamuk mu dediniz?
-Evet Sadece hayvan pislikleri ve pamuk..
-Teşekkür ederim Bay Handeli, duymak istediklerimde buydu.
Ayağı kalkarak bay Handeli'nin elini sıktı ve gösterdiği ilgi için minnettar olduğunu söyleyerek, Doktor Peter'in verdiği planı alarak dışarı çıktı.
Hayvan pisliği ve pamuk kelimesi kendisine şu an şehrin en büyük meydanlarından ve ticaret merkezlerinden biri olan Alexanderplatz'ı hatırlattı.Berlin'in en önemli meydanıydı burası.18. yüzyılda hayvan alım satımı olarak kullanılırdı burası.İlerleyen zaman içerisinde ise pamuk tivaretinin yapıldığı bir alandı.Başka bir yerin olması olanaksızdı.Bütün planların sığınaklarının yerlerini hafızasında tespit edince,şehrin göbeğinde ki bir sığınak aslında en güvenilir sığınak olurdu.Çünkü şehirde ki bütün ihtiyaçlarını karşılamak daha kolay olurdu.Yanı sıra 3.Recih parlamento binasına çok yakındı.Buradan bütün bir şehri yönetmek diğer sığınaklara göre daha kolaydı.
-Tabi yaaaaaaaa...
Birden sevinç içinde yerinde zıpladı bir an,hizmetçi kapıyı kapatırken,Efarheni şaşkın bir tavırla izledi.
Reichstang (Almanya Parlamentosu) 1884 yılında Paul Wallot tarafından inşa edilmiş olan bu muhteşem yapının bir diğer adıyla 3.Reich Meclisi ce Alexanderplatz arasındaydı bu sığınak.
Geriye bir tek soru kalıyordu?
Girişi neredendi bu sığınağın?

Ertesi sabah Erfahren büyük bir keyifle uyanmıştı.Bir sırra git gide daha çok yaklaşıyor.Bu yakınlaşma ona daha da heyecan veriyordu.Ancak heyecanının arttığı kadar tehlikeninde artacağından emindi.Kahvaltı edip köpeğinin mamasını verdikten sonra evinden çıktı..

Ofise geldiğinde Televizyondan günlük haberleri takip ediyordu.Her zamanki gibi politika ve ekonomiden başka bir şey yoktu.Ekonomiden de politikadan da nefret ettiğini her sohbetin de belirtmeyi ihmal etmezi...Saat 10:00 sıralarına gelince havanın güzel olduğunu,yapılacak başkada işinin olmadığını fark ederek Berlin'i ofisinin penceresinden izlemeye koyuldu.Bu muhteşem havayı kaçırmak saçmalık olurdu.Çıkıp gezmeyi düşündü.Paltosunu giymeye hiç de gerek yoktu.Hava çok güzeldi,şehrin bütün insanları adeta işi gücü bırakmış şehir parklarına güneşlenmek için hücum ediyordu.Ofisinden çıkmaya hazırlanırken bu sessizliği bir telefon zili bozdu.Masaya yaklaşarak koltuğuna oturmadan ayakta telefon ahizesini eline aldı.
-Alo Bay Efahren
-Efendim
-Ben Berlin Sanat Müzesi müdürü Bay Kanten,sizinle tablo hakkında görüşmek istiyordum.Gelebilir misiniz.
-Memnuniyetle.
-O halde saat 11:00 da sizi ofisimde bekliyorum.
-Peki bay Kanten geliyorum.
-Hoşça kalın
-Sizde..

Bu haber kendisini çok mutlu etmişti.Tamamiyle unutmuştu tabloyu.Merakı git gide artıyordu. Acaba sonuç neydi? Gerçekten de tablo Hitler'e mi aitti.Şayet öyle ise her şey karmakarışık bir hal alacaktı.Çünkü tablonun araksında ki ''Sevgili Eva'ya'' Notu neyi ifade ediyordu? Eşi Eva Braun'un tablolardan hoşlanmadığını biliyordu? Hem tablodaki eski müzenin 2.Dünya Savaşı sırasında tahrip olduğunu çok iyi biliyordu.Sütunlarında ki yıkıntıların yakın bir geçmişe kadar restore edilerek düzenlendiğini de.. Şayet bu tablo hitler'e ait ise..Bu bir tek şeyi kanıtlar...
Hitler intihar etmedi..!!!
Bu büyük bir sansasyona yol açar.Bilindiği üzere Adolf Hitler ve Eşi Eva Braun'un 30 Nisan 1945 de Führer sığınağında intihar etmiş ve vasiyetinin üzerine SS subayları tarafından cesetleri yakılmıştı.

Telaşlı bir halde ofisinden ayrıldı Efrahen.Caddeye çıkınca bir taksi durdurdu.
-Berlin Güzel Sanatlar Şehir Müzesi lütfen
Şoför arabayla ilerlerken,Efarhen yine şehirde eğlenen insanları görüyorduçEl ele tutuşan çiftleri gördükçe kıskanmaması elde değildi.Boşandıktan sonra hiç kimseyle çıkmamıştı ve evlenmeyi hiç hayal bile etmiyordu.Sandığı kadar mutlu olmadığını anlayınca eşi ile ayrılmaya karar vermiş,bunun üzerine ikisi de anlaşarak birlikteliğin artık devam etmeyeceğini anladıkları için tamamen boşanmışlardı.Evlendiği gün aklına geldikçe istemeden de duygulanıyordu.Oysa ne güzel diye başlamıştı mutluluk, sürekli mutlu olacağını zannettiği için kendini bazen bir aptal sanıyordu.Bir kez daha böyle bir aptallık yapamazdı.

Güzel Sanatlar Müzesinin merdivenlerinden heyecanla çıkmaya başlamıştı Efahren.Burası aslında Berlin'in tarihte bilinen ikinci müzesiydi.İlki savaş sırasında Rus askerlerinin yağmalaması ve tahribatı sonucunda kullanılmayacak bir hal aldığından ve bütün ihtişamını kaybettiğinden dolayı yeni müze olarak burası seçilmişti.Ve içinde dünyanın pek çok baş yapıtını görmek mümkündü.Müzeden içeri girdiğinde ikinci kata Müdür Kante'nin odasına doğru yöneldi.Salonda ki tabloları görünce,günlerce seyredip sıkılmayacağını anlamış olacak ki bir dakika durdu ve 'İsa'nın Çarmıhtan İndiriliş' tablosuna bir kez daha baktı.. Sekreterin odasına yönelerek... -Müdür Kanten içeride mi? Diye sordu
-Evet Bay Efahren..Sizi bekliyordu kendileri
Müdür Kanten'in odasına girdiğinde,müdürün kendisine yaklaşıp güler bir yüzle elini sıktığını ve oturması için rica da bulunduğunu görünce.Bu sıcak samimiyetten ötürü kendiside dostça elini sıkarak müdür Kanten'in gösterdiği siyah deri koltuğa oturdu.
-Sizi görmek çok güzel bay Efahren
-O şeref bana ait efendim
Müdür kanten,koltuğa sımsıkı ve dik oturmuş bir vaziyeteyken masanın üzerine eğilerek, Efahren'e
-Ne içerdiniz? Bay Efahren
-Teşekkür ederim bay kanten hiçbir şey içemeyeceğim.Bu aralar kendimi içeceklerle pek aram iyi değil.
-Peki efendim..O halde vakit kaybetmeden,konuya geçelim. Dedi
Efahren daha da heyecanlanmıştı. Ve başını hafif aşağı eğip,gözleriyle evet anlamında onayladı bu soruyu.
-Haklıymışsınız bay Efahren Tablo gerçektende Adolf Hitlere'e ait
Efahren yerinden hafifçe kalkıp tekrar koltuğa oturdu.Ateda yapışmıştı sanki. Bu haber kanını dondurabilirdi.Yüzünde ki ifade tamamen değişmişti
-Ne o sevinmediniz mi yoksa?
-Hayır sevindim tabi ki.. Bana çok ucuza mal oldu diye
-hahahaaha diye kahkaha attı Müdür kanten
-Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz diye sordu Efahren'e
-Evimin salonunda onun yeri hazır diye güler yüzle espiri yaptı..
Bay kanten tablo meraklısı birisi olduğundan ve yurt dışındaki çeşitli paha biçilmez eserleri satın aldığından dolayı bu tablonun da müzede kalması için Efahren'e sessizce..
-Satmayı düşünmüyor musunuz? Biliyorsunuz ki Müzemiz böyle paha biçilmez eserleri alabilmek için yeterli derecede maddi olanağa sahip..
Bir an düşündükten sonra Efahren.. Böyle bir eseri satamayacağını.. Bu eserin onu pek çok sırlara götüreceğinden emin olduğu için tereddüt etmeden
-Hayır bay kanten ilginiz için teşekkür ederim Lakin satmayı hiç düşünmüyorum.
Bu kati cevabımın üzerine Kanten'in yapacak bir şeyi kalmadığından,masanın üzerinden telefonun ahizesini kaldırıp ilk işi sekreterini arayıp tabloyu getirmesini söylemek oldu.
Aradan birkaç dakika geçmeden kapı çaldı.. Ve elinde paketlenmiş bir tabloyla sekreter içeri girdi.
-Buyurun efendim istediğiniz tablo.
-Teşekkürler Clementina
Müdür Kanten tabloya son bir kez bakmak için Efahren'den izin aldı..Ve paketi açarak tabloda son bir kez göz gezdirdi.
-Gerçektende müthiş bir tablo..
Efahren emin olmak adına müdür Kanten'e
-Sayın Kanten Tablodaki bu müze tam olarak neresi?
-Aslında orası bir müze değil..Petersdom'a protestan mezhebinin cevabı olarak inşa edilmiş Kaiser Willham tarafından 1894 yılları arasında Julius Carl ve Rosehdor'un planlarına göre inşa ettirilen bir kilise.Savaşta büyük tahribata uğradığı için,müze olarak değiştirilmiş ve hale müze olarak kullanılmaktadır.
-Yine ilginize teşekkür ederim.. müsaadenizi alayım. Diyerek yerinden kalktı Efahren..
Müdür kanten'in elini sıkarak.
-Hoşça kalın...
Müdür kanten Efahren'e fikrini değiştirdiği taktirde,tabloyu beklediğini söyeldi.Feahren odadan ayrılıp müzeyi terk etti.
Saat henüz 12:15 gibiydi..Hava gayet güzeldi.Müdür Kanten'in bahsettiği Berliner Dom müzesini merak edip,müze ile tabloyu karşılaştırmak istedi.Yürüyerek gitmeye karar verdi.
Ve yürürken aklında binlerce soru ile çelişki halinde durmadan düşünüyordu.Tabloyu koltuğunun arasına alıp dalıp gitmişti...


(Petersdom'a protestan mezhebin cevabı olarak inşa edilmiş büyüleyici bir mimari yapıya sahip kilise, Berlin'in sembolleri arasında gösteriliyor. Kaiser Wilhelm II. tarafından 1894-1905 yılları arasında Julius Carl ve Raschdorff'un planlarına göre inşaa ettirilen yapıt savaş sırasında büyük hasar gördü. 1975 senesinde onarımına başlanan kilisenin bu günkü görünümüne kavuşması 18 seneyi ve 1993 yılında restorasyon tamamlandı.)

Berliner Dom caddesine varmadan müzenin yükselen burcunu gördü.Ve müzeyi en iyi kuş bakışı olarak görebilmek için müzenin karşısındaki kafelerden birinin balkonunda oturup hem tabloyu incelemek hem de yorgunluğunu az da olsa atabilmesi için bir kahve içmek istiyordu.
Güneşin tadını çıkararak yürüdü.Ve yolun karşısına geçmek için kırmızı ışıkta durdu..Yeşil ışığın yanmasını beklerken..Arkasını dönüp müzeye baktı... Adolf hitler bu resmi çizebilmek için ,yürüdüğü sokağın başındaki kafelerden birinde oturmuş olmalıydı.Ama bu nasıl mümkün olabilirdi ki.. Allak bullak olmuştu... Yeşil ışık yandığında karşıya geçti.. Balkonlu kafelerden birine girdi.Tahta basamaklı merdivenlerden korkuluklara tutunarak yukarı çıktı..Gayet sakin ve güzel bir yerdi burası,pek de kalabalık değildi.Oysa bugün daha da kalabalık olması gerekirdi.İnsanlar akın akın parka gidip güneşlenirken kafeler sessizliğe bürünmüştü.Balkon da müzeyi tam olarak görebilen aslında bir masa vardı.Fakat o masa da ise bir bayan oturuyordu.Rahatsız edemezdi..Tablo da kendisi için çok önemliydi ama,biraz karmaşık bir hal aldı ve sonunda bayanın masasına doğru ilerledi.

Devam edecek

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Merhabalar,

Bu, bu siteye ilk yazım. Kendimi tanıtma amaçlı yazdım.

Hayatı çok hafife aldığım için birçok konuda gerisinde kaldım yaşamın....
Akıllanmam biraz zaman aldı; inşallah tam anlamıyla akıllanmışımdır.

Bazı konularda yeniden yapılanarak hayata yeniden başlamaya karar verdim.
Süregelen işlerimin yanı sıra yeniden eğitim almayı düşünüyorum eğer OSS sınavını kazanabilirsem.
Sınav bu açıdan benim için çok önemli.
Bu veya başka girişimler; sonuçta bu saatten sonra durmaya hiç niyetim yok.
Aklımın ve yeteneklerimin erdiği her konuda araştırmalar , atılımlar yapmaya devam etmeyi düşünüyorum.
Burdan; acizane yaşanmışlıklarımla ve edindiğim tecrübeler doğrultusunda sizlere seslenmek istiyorum:
LÜTFEN RÜZGARIN ÖNÜNDEKİ YAPRAK OLMAYIN. HAYATIN HANGİ NOKTASINDA OLURSANIZ OLUN, YAPMAK İSTEDİKLERİNİZ İÇİN KENDİNİZE ZAMAN AYIRIN. GERÇEKTEN İSTERSENİZ OLUR.

Bu tarz çok kitap var piyasada ve internet ortamında dolaşan birçok yazı var; haklısınız. Ama; emin olun ki bunları yazanlar denemelerinin sonucunda başarıya ulaşanlardır.

Şu bir gerçek ki: BAŞARI nın temel kuralı ; başladığınız işi sonuna kadar devam ettirmek ve tamamlamaktır.

Saygılarımla,
Aydan Seylan


<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Gülendam Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.758 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


HİÇ

deniz miyim
mavi miyim ki söz beni hep sevsin
yaz mıyım
yazı mıyım ki aşk beni hep bilsin
dua mıyım
sohbet miyim ki huzur beni beklesin
can mısın canan mısın ki bu şiir seni söylesin

Sevil Duha Erken

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan       Yamağı : Cem Özbatur

http://www.paperfolding.com/diagrams/
Origami nedir? Kağıt katlama sanatı. Sanat kısmı benim en çok önemsediğim kısım "SANAT" olmuştur. Yapılan çalışma örneklerinin neredeyse birer sanat eseri güzelliğinde olması hep ilgimi çekmiştir. Siz de origami sanatını öğrenmek isterseniz kısayolu tıklayabilirsiniz.

http://www.rohat.com/Turk.html
...Birçok insan, yanlış olarak Plastik Cerrahi’nin adını, rekonstrüktif amaçla kullanılan “Silikon” veya yine insan yapısı “Plastik” gibi maddelerden aldığını sanır. Plastik Cerrahi Yunanca “Plastikos” kelimesinden gelir ve şekil verme anlamı taşır. Kazalar veya yaralanmalarla meydana gelmiş doku hasarlarını restore etmeyi amaçlar. Plastik Cerrahi olarak sınıfladığımız işlemlerin milattan önceden beri uygulandığı bilinmektedir...

...İnsanoğlunun, tıpkı köpeklerde yaptığı gibi, kedilerde de yeni türler meydana getirme hırsı ve çabası. Kısaca, türlerin kendi tabii gelişimi (evolution) dışında, insanın planlıyarak, deneyerek, hedefleyerek ortaya çıkardığı türler ve tabii olarak meydana gelmiş bir türü idame etmek için sarfettiği gayret. Mesela, İran Kedisi, Van Kedisi türlerinin, aynı karakteristikleri taşıyarak, devam etmesi için verilen uğraşıda olduğu gibi... Yazının devamı ve hayvan dostlarımız hakkında tüm bilgiler için http://www.pet.gen.tr kısayolunu tıklayabilirsiniz.

http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1
"ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Video Cutter and Splitter Indepth [13.7 MB] All Windows Deneme (24$)
http://www.soundindepth.com/download/vcs.exe
Video dosyalarınızı kesmek, biçmek, eklemek için ideal bir program. Avi, mpeg ve wmv dosyalarını kulanabiliyor, birbiri arasında çevrim yapabiliyorsunuz. Kameralarınızla yaptığınız çekimlerle oynamak için güzel bir program. Meraklısına tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050603.asp
ISSN: 1303-8923
3 Haziran 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com