|
|
|
6 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Büyüklerimize kulak verelim!.. |
İyi haftalar,
Şu yukarıda gördüğünüz "Sözün Özü" bitmek üzere. Hayır biten söz değil, biten benim hazırladığım grafikler. Yoksa büyüklerimiz, ağızlarına sağlık, durup durup öyle laflar ediyorlar ki bitmesi mümkün değil. Hele buna bir de "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır." özdeyişine uygun sözleri katarsanız işin hacmi gitgide büyür. Gelin birlikte şu haftasonun vecizelerine birlikte bakalım: "Biz seçilirken kimliğimiz belli olarak seçildik. Bu millet bizi seçti. Bu milletin verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanacağız." "Millet bize üçübiryerde verdi. Ama bize yetmiyor. Bize "beşbiryerde" lazım." Beşibiryerde dediği Cumhurbaşkanlığı ve bürokraside bazı yerlermiş. "İmam alıyorum ve alacağım. Niye? Buna ihtiyacımız var. hesabı verecek olan biziz." "Köşk'ü siyasallaştırmayın." "Türban referandumu için kesin bir takvimimiz yok. Zemin ve atmosfer elverirse adımı atarız." Daha bitmez, araştırsak buluruz. Söyleyin bakalım bizim sözün özü boş kalır mı?
Haftasonu önüne mikrofon uzatılan her yerde esmiş gürlemiş Tayyip Bey. Ama şu izin verdiği(!?) izinsiz eğitim kurumlarına dair tek kelime yok. Haklı ama. Bir kelime etse yetmeyecek, devamını getirse olmayacak. Bence uzatmaya gerek yok. Tayyip bey eski sporcu. Dolayısıyla alt yapının değerini iyi biliyor ve gereken önemi veriyor. Öyle değil mi ama? Bugünün kurs öğrencileri yarının muhtemel belediye başkanı, genel müdürü, başbakanı, cumhurbaşkanı. Öyleyse bize düşen gölge etmemek.(mi?)
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
TEYZUŞ : Ferda Önler DÜŞÜNCELER : TEPKİSİZLİK! |
|
Ünlü virtüöz piyanonun başına oturmuş ve salonu hınca hınç dolduran seyircilerin önünde konserine başlamıştı. Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen telleri inceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı. İki saat süren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle onları selamladı. Salon sürekli alkış sesleriyle çınlıyordu...
İngiltere de yaşanan bu olaydan sonra piyanist, kendisiyle röportaj yapan televizyon spikerine:
- " İnsanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim " .... diyordu...
- " Meğer sınırı yokmuş..."
Sanırım, bir sanatçı duyarlılığı ile tepkisizlik sınırı ancak bu denli ince bir ayarla ölçülebilirdi herhalde.
Söz konusu haberi okuduktan sonra ister istemez bende çevremde olup bitenlere karşı çoğu zaman kalınan tepkisizliği daha bir dikkatli gözlemlemeye, sorgulamaya ve ölçmeye başladım. Bunun nedenlerini araştırmak için projektörü önce kendime tutup, bazı sorular yöneltmekle işe koyuldum:
- Ben, tepkilerimi yeterince ortaya koyabiliyor muyum?
- Tepki koymak, ayni zamanda cesaretin de bir ölçüsü müdür?
- Tepki toplamak korkusu, beni tepki koymaktan alıkoyuyor mu?
- Tepki koymayı hangi koşullarda kendimde bir hak olarak görüyorum veya görmeliyim?
- Bireysel tepkilerim bana ne sağlar, beni nereye götürür?
- Tepki koymak, her zaman sorunu çözümler mi; yoksa sorunu daha mı çözümsüz kılar?
- Tepkilerimin sınırı ne olmalı?..
gibisinden onlarca soruyu daha sıralayabilirim kuşkusuz.
Her ne kadar bu projeksiyon tutma işini bir sosyolog/psikolog gözüyle yapamasam dahi, en azından kendi sorularıma vereceğim samimi ve dürüst cevaplarla da bir sonuca varabilirim diye düşünüyorum.
Şimdi, bu soruları tek tek ve olabildiğince bazı gerekçelerin ardına sığınmaksızın yanıtlamaya çalışacağım:
* Ben tepkilerimi yeterince ortaya koyabiliyor muyum? Birebir ilişkilerimde "Evet." Bireysel tepkilerim sonucunda maruz kalacaklarım sadece beni bağlar felsefesinden yola çıktığımda, kendimi daha bir özgür hissediyorum çünkü.
Fakat, başkalarını da ilgilendiren toplumsal konularda "Hayır"! Her zaman değil maalesef... hele de haklılığımdan yana bazı kuşkularım var ise, o vakit harekete geçmek için nedense çevremdekileri gözlemleyip, başkalarının sergileyecekleri tavrı veya ilk hareketin önce onlardan gelmesini bekliyorum. Adeta kendime bir yandaş ararcasına ya da diğerlerinin arkasına saklanmak gereği duyarcasına.
* Tepki koymak, ayni zamanda cesaretin de bir ölçüsü müdür? Ve Tepki toplamak korkusu, beni tepki koymaktan alıkoyuyor mu? Evet! Kendine güveni olan insan, tepki koymaktan çekinmez. Verilen tepkiler karşılığında alınacak tepkilere de gerekli donanıma sahip ve hazır olduğundan emin kişinin, kendisininkileri daha rahatlıkla dile getirebileceği kanısındayım.
O vakit burada kendi adıma şöyle bir çelişkili durum çıkıyor ortaya ve ayni zamanda da diğer sorunun yanıtı: Bireysel tepkilerimde yeterince cesaret gösterebildiğim halde, toplumsal konular sözkonusu olduğunda cesaretimi bir parça yitirip, tepki koymaktan çekiniyor isem, bunun ne kadarı insani bir durum diyebileceğimiz, kendine güvensizlik veya cesaretsizlik ya da topluma karşı gerektiğince duyarlı olup olamamak konusunda ne denli ahlaki bir tutumdur?..
* Tepki koymayı hangi koşullarda kendimde bir hak olarak görüyorum veya görmeliyim? Bence cevabı en zor soru da, bu işte!..
Şu veya bu nedenle herhangi bir şeye kızdığımda mı? Karşımdakinin de benim gibi düşünmeyip benden farklı davrandığı zaman mı? Yoksa, bir konuda haklı olduğuma kesinlikle inandığım zaman mı? İyi de, kime ve neye göre haklılık?.. Kendime göre haklı olduğumu düşündüğümde, acaba gerçekten haklı olan ben miyim?.. Ya da, nasıl olsa çoğunluk tepki koyuyor diye, ben de öyle yapmalı veya bunu kendime bir hak olarak mı görmeliyim?..
Bu soruların en doğru yanıtını uzmanların dahi bulabilmiş olduğundan şüpheliyim!
* Bireysel tepkilerim bana ne sağlar, beni nereye götürür? En başta, varoluşumu hatırlamamı ve de hatırlatmamı sağlar!.. Yaşadığım ortamda kendime bir yer açmamı; "Bende varım!" diyebilmemi yani...
'Beni nereye götürür?' sorusuna gelince... Galiba, genellikle olumlu sonuçlar almaya ve sorunlarımı yarı yarıya çözümlemeye ama, bazen de yanılmalara ve de dönüşü hayli zor hatalara! Çoğunlukla da büyük yalnızlıklara!..
Yani kısacası; doğruları söyleyerek tepkilerini ortaya koyanların, "Dokuz Köyden Kovulması!" gibi...
* Tepki koymak, her zaman sorunu çözümler mi; yoksa daha mı çözümsüz kılar? Zamanlamayı ve dozaj ayarını doğru, yerli yerinde yapabildiğim sürece, tepkilerimin beni mutlak bir çözüme götüreceği kaçınılmaz bir gerçektir şeklinde düşünüyorum. Ancak, asıl sorun da bu dozajı ayarlamakta ve zamanlamada yatmakta değil mi zaten?..
Biz insanları birbirimize karşı hataya en çok sürükleyen, yanlış anlaşılmalara yol açan, ilişkileri zedeleyen, kördüğüm yumaklarına kolayca dolanmamıza sebep olan, hep bu iki faktör değil mi? Adeta bir kör dövüşüne dönüşmüş tepkilerimiz, hem kendimize hem de içinde yaşadığımız topluma faydadan çok zarar vermiyor mu?..
Hep bu zamansız ve maksadı aşan çıkışlarımız yüzünden kaynaklanmıyor mu çoğu kırgınlıklar? Oysa, biraz sabır gösterebilsek, biraz daha sağduyu sahibi olabilsek, hiç şüphem yok ki, ortaya koyacağımız tepkilerimizde bizi hakli çıkarmasın, sorunların çözümüne yardımcı olmasın!..
* Tepkilerimin sınırı ne olmalı?.. İçinde yaşanılan toplumun algılama ve bilinç sınırı, toplumsal baskılar, anlayış, vs., farkında olmaksızın bireyin sınırlarını da çiziyor aslında.
Sen, tepkilere ne kadar açık ve hassas bir birey olursan ol, çevrendekileri dikkate aldığında tepki sınırların da o denli daralıyor! Hiç kimse sana müdahale etmese bile, sen çevrene bakıp kendi kendine ister istemez bir takım sınırlamalar getiriyorsun; daha fazla aykırı veya göze batan biri olmamak adına! Ya da dışlanıp, tümden yok olup gitmemek kaygısıyla!
Anlaşılan, bu sınırlamalar içinde kalmaya mahkum oldukça, o sınırlar da bizim için hep bir "aşılamaz!" olarak kalıp, dolayısıyla sınırlı tepkilerimizde debelenmeye sür-git devam edeceğiz...
Ferda Önler fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) BİR HAYAT & BİR HİKÂYE...(İKİ) (1) |
|
"Çile Bülbülüm Çile..."
.... Esna ile Asım ....
On beşindeydi Esna, Asım'a tutulduğunda... On yedisinde Asım... Çeşme başında başlayan gözlerle konuşmalar, dere boyunda sözlere döküldü;
- Esna... desim ki sana, bana var... gelir misin?
Yanakları utançtan al al, gözleri duru bir su, baktı Esna...
- Bilmem... babam verir mi ki...
- Sen 'he' dersen, verir Esna'm...
- Tamam... sen hele konuş Emin Ağa'yla...
Köyün en güzeliydi Esna. Gür kirpiklerinin gölgelediği iri gözleriyle Asım'a baktığında, Asım dünya durdu sanırdı. Sarı menevişli yeşil elâ, kendinden sürmeli gözlerle yakamoz yakamoz bakardı Esna... Yakışıklı, yağız delikanlıydı Asım. Köyün ağası Hafız Emin Ağa'nın küçük oğlu, köy kızlarının dilinden düşmedi uzun süre... ta ki gönlünü Esna'ya kaptırana kadar...
Sevinçten deliye döndü Asım, Esna'yla dere boyunda konuştuklarından sonra. Eve nasıl vardığını bilemedi. Eve varmasına vardı da... çekinirdi babasından... Nasıl söylerdi, nasıl dökerdi içini? Bir sert bakışıyla taşı toz eden Emin Ağa'nın karşısında durmak her babayiğidin harcı değildi. Anasına sığındı Asım;
-Anam, canım anam... bir derdim vardır. Gönlümü çaldı sürme gözlü Esna...
Anası sundurmada akşam sofrasını toplarken elinden bardaklar kayıverdi... Çığlığını bastırmak için ağzını kapadı;
- Etme, eyleme oğul... Bizim Esna mı?
- Bizim Esna be ana.... İbrahim Pehlivan'ın kızı...
Köyün en zengin ailesiydi Emin Ağa'nın hanesi... toprak, bağ, bahçe zengini. Çiftçilikti işleri. Babasını bilirdi Asım. Okumuş, ilim, irfan sahibi adamdı Emin Ağa ama, Esna'yı ona almazdı...
İbrahim Pehlivan, nice pehlivanla Kırkpınar'da güreş tutmuş, taşı sıksa suyunu çıkartan bir yiğit adamdı... kızı dizinde ağlayınca;
- Ağlamayasın bea... gelsinler, Allah'ın emri, Peygamberin gavli istesinler hele, bakarız hal çaresine...
Dört kardeşten üçüncüsü Asım, beş kardeşin en büyüğü idi Esna...
Zor ikna ettiler Hafız Emin Ağa'yı... Sebebi yoktu Esna'yı gelin istememesinin ya da vardı da, sebebini kimse bilmedi. Yarım ağız da olsa, sonunda gelip istedi kızı babasından...
Nasıl mutluydu düğün dernek kurulduğunda ikisi de... Alaylarla, at üstünde gelin gitti Esna, Asım'ın hanesine... aylarca dillerden düşmedi düğünün, gelinle güveyin güzellikleri...
Çok sürmedi mutlulukları.... Altı ay sonra, Esna bebeğine gebeyken Asım'ı askere aldılar... Kanlı yaşlar akıttı gözlerinden Asım'ı asker ocağına uğurlarken;
- Çabuk gelesin Asım... dayanamam yokluğuna...
- Bekle Esna'm... bekle... Sayılı gün çabuk geçer....
Asım giderken bir hançer saplandı ki Esna'nın yüreğine acısı dayanılmaz... Ne gününü bildi, ne gecesini... 'Asım'ın asker birliği Tuzla'da. Hani götüren olsa kaç saatlik yol ki? Çok mu uzak? Yok değilmiş, İstanbol'dan sonra gelirmiş...' duymuştu sora sora... yine de kimseye açamaz derdini...
Bebesi doğdu... Sancısı çoktu da, kalbindeki hançer kadar değil. Topaç gibim bir oğlancık. Kendi babasının adını verdi Esna "Halil İbrahim" dedi... Umutla, hasretle yolunu gözledi, mektuplarını bekledi Asım'ın...
Sonra bir duydu ki... duydu da inanamadı. Asım'ı, canparesi oralarda hasta düşmüştü. "Oy aslanım, oy yiğidim" diye için için ağladı durdu. Asım'ın babasına yolladığı mektupları kaynanasından isteyip koklayıp koklayıp uyudu...
Demek çok hastaydı Asım. Neydi ki derdi? Yok muydu dermanı? Neden kimse Esna'ya bir şey demiyordu? Biri gelsin alsın şu kızanı?! Bu bebe ne diye durmadan ağlıyordu? Emin Ağa oğluna para göndermiyor muydu da, Asım her mektubunda babasından para istiyordu? Demek hastaneye yatırmışlardı Asım'ını? Esna'nın ciğeri pare pare, evinin direği Asım'a ne olmuştu? Hani olsa kanatları, uçsa, süzülse yanına, iyi etse Asım'ı.... "kimseler bakamaz ki ona ben kadar iyi..." diyordu içinden... susuyordu Esna... için için yanıyor, kavruluyor, susuyordu....
Sütü kesildi... Emziremez oldu bebesini... Gece gündüz, pencere önündeki sedire oturup ağlıyor, dualar ediyordu Asım'ı iyileşsin diye. Gelen mektupların hep son satırlarında "mahsus selam" ediyordu "hane halkı" na Asım... Anlıyordu Esna, o selam kendisine... "çekinir babasından, anlatamaz uzun uzun... kim bilir, o'da nasıl özlemiştir beni, daha görmediği oğlunu..."
Mektupların sonu gelmedi... Varlık içinde yokluk çektiriyordu Emin Ağa, asker ocağındaki oğluna... Asım her mektubunda handiyse yalvarıyordu babasına "babacığım, ne olur on lira... bak ameliyat olacağım"... basit bir apandisit ameliyatı... Askeri hastanede apandisitini aldılar Asım'ın... ama sonra kendine bakamadı... iyi olamadı...
Oğlunu göremedi Asım... Oğlunu anasına, anasını oğluna emanet etti...
Cansız bedeni yeşil bir örtüye sarılı, sanduka içinde köye girdiğinde, yeri göğü parçaladı Esna "Ooyyy civanımmm.... Oyyy yiğidiimmmm.... hiç mi düşünmedin biziiii? Oyyy anaaaammmm! Nasıl kıydın Asım? Nasıl bırakıp gittin bizi?...."
Emin Ağa, nasıl bir cahillik ettiğini anladıysa da, giden gitmişti, ne fayda?....
Bal gözlü Esna... al yanaklı Esna... gülen gözlerinin feri kaçtı, yüzünden yaş, gam, acı bir gün olsun eksilmedi... Dokuz aylık bebesine sarılıp sarılıp kanlı yaşlar akıttı... Asım, kime ne mektup gönderdiyse hepsini topladı... bağrına bastıra bastıra ağladı... "Gel etme Esna, ölenle ölünmez kızım..." dediler, aldırmadı... Bir "Ahhh!" dedi ta ciğerden, bir "Asıımmmm" döküldü dudağından, inledi inim inim ta yürekten.... Yanık sesiyle, en sevdiği türküyü söyledi, hep aynı sedir üzerinde, pencere dibinde;
"Bülbülüm gelse dile
Söyle benimle bile
Sesimi duyur güle
Çile bülbülüm çile..."
Asım'ına kavuşacağı gün, onun düğün günü olacaktı;
"Issız yuvamda tektim
Çekilmez çile çektim
Kim derdi gülecektim
Çile bülbülüm çile..."
-devam edecek-
Elif Eser
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk SAAT YÖNÜNDE - Bölüm 4 - |
|
Kısa süren şaşkınlığının ardından kafasını dışarı uzattı. Tamer'i gördüğünde maalesef onun bekledigi gibi kendisine gülümseyemedi. Bu ilk gelişiydi adamın ve doğrusu yaptığı gereğinden fazla samimi bir hareketti.
-"Hoşgeldin Tamer, saklambaç oynamayı özledin herhalde" dedi imalı soğuk sesiyle.
-"Hoşbulduk, senin için" dedi Tamer yerdeki kese kağıdına uzanarak.
-Nedir bunlar?
-Kestane.
-Severim, teşekkürler.
Teşekkürlermiş, severimmiş. Biliyoruz herhalde ki aldık. Kartlara bakarken söylememiş miydi? Dayak yeseydik daha iyiydi dedi içinden Tamer. Bir çift laf etmeye niyetlenmişti ki, suratına çivilenen konuşmasından da soğuk bakışların eşliğinde buyur edildiği odaya giderken buldu kendini. Dış kapının tam karşısındaki oymalı kahverengi kapıdan girdiler. Akşam güneşi kırmızı perdelerin asılı olduğu pencereden içeriye doluyor, eşyalardan yansıyan ışıklar ara ara hoş tonlar oluşturuyordu. Koltuklar ve genel olarak tüm eşyalar buraya gelirken geçtikleri girişin aksine klasik çizgiler taşıyordu. Az önceki gerginlik, ay çöreği ve elmalı kurabiye kokularının havayı ısıtmasıyla yumuşamış, yokolmuştu. Kırmızıyla sarmalanmış oda, her şeyi bu kapının dışında bırakıyor, zaman tünelinden başka bir boyuta geçilmiş hissi uyandırıyordu. Odanın ruhuna bürünen Tuna'nın güller açan yüzü ise bu kurguyu fena halde destekliyordu.
Tamer'e çay ikram ederken görüşmeyeli neler yaptığını sormuş, yerleşme işinin kendisini bir hayli yorduğunu anlatmıştı. Tamer bu havadan sudan konuşmaları geçip bir an önce çalışmaya başlamak istiyordu. Küçük dükkanda Tuna'yı ikna ettiği anlaşmaları gereğince haftada bir gün, bir kaç saatliğine görüşecekler ve Tamer bu zamanda yazmaya çalışacaktı. Farketmişti ki ilham perisi onunla harekete geçmişti. Bunun karşılığında sahibi olduğu reklam ajansıyla Tuna'nın açacağı resim sergisi için sponsorluk yapacak, sosyete ve sanat camiasının mümkün olabilecek en üst düzeyde katılımını sağlayacaktı. Tuna'nın kısa zamanda kolay yoldan ünlü bir isim olacağı anlamına gelen bu öneri pek tabi ki Tamer'indi.
Tamer sandalyeyi çekerek oturdu. Kağıtlarını ve kalemini masanın üzerine koydu. Tuna ise camdan dışarıyı izliyordu. Ayçöreği ve elmalı kurabiyeleri, üzerinde hanımeli deseni olan fıstık yeşili tabaklarda servis yaptı. Eh artık çay olmuştur deyip semaverden ince belli çaybardaklarına çay doldurdu.
-Teşekkürler. Çayı fincanda sevmiyorsun anladığım kadarıyla.
-"Evet çay bardaklarını tercih ederim, belli oluyor değil mi? Hem çayı sıcak tutuyorlar, hem de daha lezzetli içiliyor. Yani ben öyle düşünüyorum. Fincanda içtiğim çaydan hiç tad alamıyorum inan. Tabi işin içinde bir de göz zevki gibi hassas bir mevzu var.
Muzip gülümseyişi dolgun ve şekilli dudaklarına yayıldı. Ardından yine gözleri kısıldı. Bu dudaklar yüzünde durduğu kadar masum olamazlardı herhalde öpüşürken. Doğrusu bu ya, tesadüfen karşısına çıkan ve birden bire bu denli yakınında bulduğu bu kadına her bakışında aklından onu öpmeyi geçirdiğini hissediyordu. En azından bir kez olsun denemeyi çok isterdi. Aniden, bir şeyi hiç bilmediğini farketti. Acaba sevgilisi var mıydı? Erkekliğin alamet-i faikaları işte dedi ve güldü. Kestaneye bile tahammül edemeyen hatuna sorulabilir bir şey değil bu şu aşamada. Ama yoktur herhalde. Hangi sevgili böyle bir fıstığı başka bir erkekle saatlerce yapayalnız bırakır? Niyetini bozdun oğlum sen. Bari oyunu kuralına göre oyna da hem yazım hayatın başlar başlamaz son bulmasın, hem de hatunu kollarına almak için fırsatların olsun. Tamer bunları düşünürken Tuna konuşmaya devam ediyordu.
-Çay bardakları kadın vücudunun estetiğini çağrıştırıyor bana, aynı zamanda bizim kültürümüze ait...
Tamer'in karşısındaki kırmızı koltukta bacak bacak üstüne atmış oturuyordu Tuna.
Tamer konuşurken bir yandan da sürekli onu izliyordu. Pembe ipek gömleğinin cömertce aralanmış yakasının açıkta bıraktığı uzun boynu bir kuğunun ki kadar zarif görünüyordu. Boynunun sağ tarafındaki, çenesinin biraz aşağısına denk gelen irice beni, oradan etrafı izleyen üçüncü bir göz gibiydi. Gülümseyerek konuştuğunda hırpalayacı tavrından eser kalmıyor, sanki ağzından inci taneleri dökülüyordu.
-Evin diğer kısımlarını bilmiyorum ama girişin tam zıttı geldi bana bu oda. Yani çok klasik dekore edilmiş.
-Evet haklısın. Genel olarak hoşlandığım ve rahat ettiğim tarz klasik değildir. Fakat bu oda biraz ayrıcalıklı. Öyle ayrıcalıklı ki ismini Saray Yavrusu koydum.
-Saray Yavrusu. Benzemiyor da değil hani. Gayet uygun olmuş.
-En çok kırmızı ferbalaları ve şu baba yadigarı antika radyoyu seviyorum.
Yavaş adımlarla formika kaplı radyoya yaklaştı ve elini radyonun üzerinde gezdirdi. Gözlerine özlem, sevgi ve biraz da keder yerleşti. Radyoyu açtı.
-Rahatsız olur musun müzikten?
-Yooo.
-Biraz zor çekiyor, epey eski.
TRT'den solo şarkıların söylendiği kanal bir hayli düzgündü. Sesi buğulu bir erkek "Huysuz ve Tatlı Kadın" şarkısını söylüyordu.
-Aşk gibi, sevda gibi... Huysuz ve tatlı kadın... Huysuz ve tatlı kadın...
Devam edecek
Filiz Mercanköşk fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Mehmet Güneş SIR (5) |
|
-Afedersiniz birkaç dakika oturabilir miyim?
-Tabi... diye karşılık verdi genç kadın...
-Teşekkür ederim..diyerek tabloyu masanın üzerine bıraktı...
Kadın gayet güzel ve bakımlı bir kadındı... Beyaz tenli kumral saçlı kendi yaşıtlarında fakat kendinden biraz kısa bir kadındı.. Ve hiç bakmıyordu Efahren'in yüzüne.
Efahren gayet soğukkanlı bir şekilde hiç ilgilenmedi kadınla.. Tablonun paketini açarak masaya dik bir pozisyonda tuttu...Bunu gören kadın bir an olsun şaşırdı.. Ne yaptığını anlamadı Efahren'in.. Gözlerini tablodan ayırmayarak bir müzeye bir tabloya bakıp durdu dakikalarca.Kabalık olmasın diye,kadının merakını gidermek ve birazda tanışmaya vesile olması adına kadına
-Bakabilir misiniz acaba?Sizce bu tablo ile Müze arasında en ufak bir farklılık görebiliyor musunuz? Diye tabloyu genç kadının görebileceği şekilde çevirdi masanın üzerinde.
Kadın tabloyu görünce hayretler içersinde
-Fakat bu tablo Eva'da ki, tablonun aynısı!!! Diye şaşırdı kadın
-Eva mı?
-Evet Kuzenim Eva. Nerden aldınız bu tabloyu?
-Bir antikacıdan
-Ama nasıl olur birkaç gün öncesine kadar kuzenimdeydi..
Efahren ve kadın meraklar içinde birbirlerine baktılar.
Efahren kadına dikkatlice bakıp
-Ciddi misiniz? Diye emin olmak adına sordu
-Elbette... Kuzenim Eva'ya teyzesi tarafından yaş günü hediyesi olarak verilmişti.Dün gibi anımsıyorum. Dedi
-Peki bu tablonun ressamı hakkında bir bilgiye sahipmisiniz?
-Hayır onu bilemiyorum ama eminim bu tablo Kuzenim Eva da ki tablo...Bir benzerinin olması imkansız özel çizim olduğunu biliyorum çünkü
Efahren başını sallayıp
-Evet bu tablo özel çizim yağlı boya bir tablo Fakat bende bir anlam veremedim.. diyerek müzeye baktı.
Müzenin sütunları savaştan sonra tahribata uğradığı için çatlaklıklar ve dökülmüş betonlar gözle ayırt edilebilecek kadar net bir şekilde belli oluyordu.Hatta savaştan sonra restore edildiği bile resimde büyük bir ustalıkla belirtilmişti.
Efahren bir anda şok oldu...
Tahmin ettiği gibi bu tablo savaştan sonra çizilmişti..
Ama Führer ölmüştü? İntihar ettiğini bütün dünya biliyordu.
Böyle bir resim yapması kendisinin sağ olduğunun kanıtı..Tablonun kendisine ait olmadığını düşündü bir an ama müze müdürü bay Kanten'in tereddüt etmeden, kesinlikle bu tablonun hitlere ait olduğunu onaylamıştı..
Efahren kadına dönerek
-Afedersiniz ben S.Efharsen diye tanıttı kendini...
Kadın gayet mütevazı bir tavır sergileyen bu adama kendini tanıtmaktan kaçınmadı.. Tesadüfen karşılaştığı bu adamdan açıkçası hoşlandığını da söyleyebilirdi.
-Ben Jeny Linge
-Memnun oldum Bayan Linge.. Fakat bu soy adı bana pek yabancı gelmiyor..
-Sanırım TV veya gazetelerden görmüş olabilirsiniz.Annem Heinz Linge bir zamanlar 25 yıl boyunca Hitler ve eşi Eva Braun'un hizmetçiliğini yapmıştı..
Efahren şaşırarak kadının dudağından dökülen kelimeleri takip etti..Öpülesi dudaklara sahipti kadın.Kırımızı ve dolgun.
-Evet şimdi ansımsadım...
Kahvesini içtikten sonra masadan kalkarak kendisi ve bayan Jeny'nin hesabını ödeyip masadan kalktı.Kalkmadan önce bayan Jeny'e cebinden çıkardığı kartını uzatarak..Sizinle tekrar görüşmek isterim diye kartı uzattı..Bayan Jeny Kartı alarak teşekkür etti..Hayli merak etmişti Efrahen'i.Hoşlanmıştı da denilebilirdi.
Teşekkürler deyip ayrıldı masadan... Bugün yeterince yorgun hissediyordu kendisini alışık olmadığı kış güneşi uykusunu getirmişti.Bir taksiye atlayıp evine gidip uyumak istiyordu sadece. Ve bütün bu sorular aklındayken, uyuyamayacağından emindi.. Yine de bir taksiye atlayarak evine gitti..
Ertesi gün ilk işi ofisindeki resmi belgeleri imzalayarak işe başladı.Kendisini arayanların listesini kontrol edip iş durumlarını gözden geçirdi.Masanın üzerinde küçük beyaz bir zarf gözüne ilişti. Ve zarfa baktığında Doktor Peter R.Den geldiği yazıyordu. Ama doktor Peter birkaç gün öncesine kadar öldürülmüştü? İrkilmiş bir halde zarfın ağzını yırttı.İçinden çıkardığı mektup kağıdını kontrol edip imzaya baktı.İmza gerçekten de doktora aitti.Mektup doktorun el yazısıyla Alezanderplatz da buluştukları gün, saat kulesinin orda yazılmıştı.
'Sevgili Efahren bu mektup eline geçtiğinde büyük bir ihtimalle yanında olmayacağım.Babanla aynı kaderi paylaştığımız gerçeğine inanacağın bir nebze de olsa sevindirdi beni.Sana 3 şeyden bahsedeceğim. Birincisi Sana verdiğim dosyanın içinde,Benim kendi düzenlediğim sağlık raporları mevcuttu.Anlayacağın üzere Hitlerin doktorluğunu yaptığım sırada Hitlerin dişlerinin arasındaki boşluğu kapatmak için Altın köprü kullanmıştım. Bu onun resmen kanıtıdır.Ancak Rus askerleri ratafından ceset bulunduğunda dişlerinin arasında altın körü yoktu...İkincisine gelince Hitler ölmeden önce son bir haftalık SS nöbetçi subay çizelgesi.Ve son olarak Ulrich Müller den bahsedeceğim.Bir zamanlar Friedrichstrasse caddesinde Unter Clup diye bir barda yıllarca hitlere benzerliği ile tanınan bir komediyen.Aşağıdaki adreste eşi ve çocuklarına ulaşabilirsin Sevgilerimle'' imza doktor Albay Peter R''
Kimdi Bu Ulrich Müller neyin nesiydi? Tam birşeylere yaklaşmışken Bu adam da nerden çıktı diye kendi kendine sormaya başladı Efrahen.Zarfın üzerinde Unter den Linden Caddesi diye gösterilmişti adresi.Meraklanmaya başladı.Pek de uzak sayılmazdı Unter den Linden yürüyerek gitmek bile yarım saatini alırdı ancak. Ofisinde ki işleri bitirmeye çalışırken kapı çaldı.
(Berlin'in en ünlü caddesi, Berlin'in kalbi, "Brandenburger Tor" ile kale köprüsünü birbirine bağlıyor. Başlangıçta atlı geçişler için kullanılan yol, 1573 yılında kaleden günümüzün Charlottenburg semtine, Lietzow'a ve Spandau'ya kadar uzanıyordu. 1701 yılında krallığın isteğiyle farklı açılardan yenilenen cadde, mimari açıdan sürekli modernize edilerek günümüze kadar geldi.)
Tak tak tak
-Girin
İçeri gelen dün müzenin karşısında ki kafenin balkonun da tanıştığı tatlı bayan Jeyn Linge'di.
Çok şaşırmıştı ve koltuğundan hızla kalkarak yüzünde bir tebessümle.
-Bayan Linge sizi görmek ne güzel.Hiç ummuyordum doğrusu,beni çok şaşırttınız.
-İnsanları şaşırtmayı severim. Diye koltuğa oturması için Bayan Linge'e eliyle yer gösterdi.
Bayan Linge gözleri ile ofisin içerisini süzdü bir süre sonra camdan Berlin manzarasını görünce etkilenmiş bir dille.
-Woww gerçekten harika bir manzara.Eminim bütün gün sıkılmadan izleyebilirsiniz.
-Evet çok severim burdan Berlin'i izlemeyi özelliklede akşamları bambaşka görünür burdan şehir.
Aralarında geçen bu kısa tatlı sohbetten sonra.Efahren bir süre bayan Linge'nin giydiği beyaz t-söhrt ve t-shortünün üzerinden dökülen kumral saçlarına bakınca.Dün gördüğünden daha güzel bulduğunu fark etti.Ancak bunu söylemek kendisini utandıracağı için.
-Ne içersiniz bayan Jeny diye devam etti
-Teşekkür ederim mümkünse az şekerli bir kahve alayım.
-Tabi. Deyip elini telefonun ahizesine uzatıp sekreteri Linda'ya 2 az şekerli kahve getirmesini söyledi.
-Aslında buraya geliş amacım dünkü tabloydu.Sizden ayrıldıktan sonra kuzenim Eva'yı aradım.Ve tablonun kendisine ait olduğunu.Eşinin bu tabloyu sevmediği için evde görünmesinden hoşnut kalmadığından dolayı geçenlerde bir antikacıya sattığını söyledi.
-Umarım tabloyu geri almak için gelmediniz hayli alıştım çünkü diye tebessüm etti.
-Hahaha diye küçük ses tonuyla kahkaha attı
-Hayır aslında gelişimin asıl amacı.Bu tablo için çok üzülmüştü.Biliyorsunuz bu tabloyu ona Teyzesi tarafından yaş gününde armağan edilmişti.
-Evet biliyorum.
-Acaba diye mırıldandı genç kadın
Sessizce bayan Jenynin dudaklarından çıkacak kelimeleri bekliyordu Efahren.
O sırada kapı çaldı ve içeri giren sekreter Linda'dı.Elindeki kahveleri bayan Jeny ve Efahrenin önüne koyduktan sonra.
-Başka bir emriniz var mıydı?bay Efahren
-Teşekkür ederim Linda
Bayan jeny kahveleri bırakan genç sekretere göz ucuyla baktı.Kahvesini karıştırıp ilk yudumu aldı.Elindeki kahverengi fincanı tekrar masaya bıraktıktan sonra.
-Acaba sizinle bu tablo hakkında görüşebilir miyiz bay Efahren.
-Tabi bundan zevk duyarım.
-Bende merak ettim bu tablonun neden satıldığını.Oysa bu eva için çok öenli bir hediye idi.Ve onu sizinle tanıştırmayı düşünüyordum.Böyle bir durum için tepkiniz ne olur diye merak ettiğim için önce sizin izninizi almaya buraya geldim.
-Bundan onur duyarım bayan Linge
-Teşekkür ederim. Dedikten sonra kahvesini yudumlamaya devam etti bayan Jeny. Hatta ara ara gözleri pencereye bakıp dalarak Berlin'i izlemeye başlıyordu.Hiç bu kadar güzel görmemişti daha önce Berlin'i.Ve de hiç bu kadar yüksekten.Bir ara göz göze gelip bakıştılar Efahren'le ancak bu biraz utandıracak olacak ki kendini Efahren'in gözlerinin gözlerine kayarak bakacağını fark ettiği anda,kaçırıyordu gözlerini.Kahvesini bitirdikten sonra fincanı yavaşça Cam sehpanın üzerine bırakarak
-Müsaadenizi alayım Bay Efahren
-Geldiğinize çok sevindim bayan Jeny sizi ve de bayan Eva ile tanışma teklifinize
-O memnuniyet bana ait,bende az sonra eva'nın yanına gidip bundan bahsedeceğim.Bu teklif ona aitti aslında.
-Anlıyorum
Bayan Jeny ayağı kalkarak kapıya doğru yöneldi.Efahren ise masası ve koltuğunun arasından çıkıp bayan Jeny'e kapıya kadar eşlik etti.Bayan Jeny arkasını dönüp tekrar teşekkür ettikten sonra.Güler yüzlü bir tavırla
-Ben teşekkür ederim bayan Jeny.Gelişiniz çok mutlu etti beni.
Bayan Jeny çantasını sağ omuzlarına asıp başını hafif yere eğdikten sonra koridorun sonuna doğru yürümeye başladı.Ve koridoru döndükten sonra Efahren odasına girip masasının üzerinde ki mektubu tekrar tekrar okudu.Ulrich Müller hakkında bilgiyi alabileceği tek kişi o adrese gidip yakınları ile konuşmaktı.Fakat gitmeden önce zarfta yazılı telefonu arayıp görüşmek istediğini bildirmek istiyordu.Elini telefonun ahizesine uzatıp parmak ucuyla numaraları çevirdi. Telefon bir süre çaldı ama kaldıran kimse yoktu.Herhalde gitmek en iyi diye düşünürken O ande telefonda bir ses belirdi
-Alo
Yaşlı bir kadın sesiydi bu
-İyi günler hanım efendi.Ulrich Müller'in evi mi?
-Evet siz kimdiniz?
-Ben Mimar S.Efahren
-Buyurun Efahren
-Acaba siz Ulrich Müller'in neyi oluyorsunuz
-Eşiyim.Buyrun bana söyleyin
-Hanım efendi sizinle eşiniz hakkında görüşebilemem mümkün mü?
-Telefonda mı?
-Hayır yüzyüze olursa sevinirim.
-Tabi adresi vereyim Bay Efahren
Efahren adresin aynı olup olmadığı için,mektubu eline alarak adresi kontrol etti.Adresin aynı olduğunu gördükten sonra.
-Bayan Müller sizinle bir saat sonra evinizde görüşürüz.Ayrıca teşekkür ederim
-Rica ederim. dedi Kadın. Ve bu kısa konuşma bitmişti.Artık ofisinden çıkıp Bayan Müllerle yüz yüze görüşüp,doktor Peter'in bahsettiği gibi gerekli bilgileri alabilecekti.
Gitmeden önce elindeki dosyayı açıp tekrar baktı. Dosyada Doktor Peter'in raporlarını, SS nöbetçi subay çizelgesini gördü.20 Nisan ile 30 Nisan 1945 tarihli nöbet çizelgesinden başka bir şey değildi ve üstünde 75 nöbetçi asker ve 4 SS subayının isimleri yazıyordu.Hiçbir şey anlamamıştı. Daha sonra bakmak için dosyayı düzenli bir şekilde masanın üst sağ çekmecesine koydu ve kilitledi.
Devam edecek
Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.758 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GEL
Daha vakit varken, mevsim baharken,
Davetim geçerli, beni anla, gel.
Gündüzün yasemen, güneş batarken,
Akşamsefası ol, rayihanla gel.
Yaşama cenginde,vuslat renginde,
Gel hadi su gibi, sel ahenginde.
Bu gemi kaybolmuş gibi enginde,
Dizinle, gözünle, bir limanla gel.
Dizlerin, gözlerin bir sığınaktır.
Benim bahtım kara, seninki aktır.
Aşk badesidir bu, acımtıraktır,
Kusuruma bakma, hüsn-ü zanla gel.
Bil ki; umutsuzluk fena,yamandır.
Ahdine,vefana beni inandır.
Gönlüm böyle sensiz bomboş bir handır.
Çölü yalnız geçme, bir kervanla gel.
İster koşarak gel, ister aheste.
Beklerim kulağım kapıda,seste.
Çalarız birlikte bir mahur beste,
Sözlere hacet yok, sen kemanla gel.
Bekliyoruz seni, dağ,tepe,nehir,
Yolları boşalmış koca bir şehir.
Yürekte bir yara, elimde zehir,
Ya yetiş içmeden, ya dermanla gel.
Yurtsuzsan sen de, yoksa bir yerin.
Kolları seni de sarsın kederin.
Eğer dönüş için varsa seferin,
Yanında bulunsun, bir hicranla gel.
A.Hakan YENİCE
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
http://www.paperfolding.com/diagrams/
Origami nedir? Kağıt katlama sanatı. Sanat kısmı benim en çok önemsediğim kısım "SANAT" olmuştur. Yapılan çalışma örneklerinin neredeyse birer sanat eseri güzelliğinde olması hep ilgimi çekmiştir. Siz de origami sanatını öğrenmek isterseniz kısayolu tıklayabilirsiniz.
http://www.rohat.com/Turk.html
...Birçok insan, yanlış olarak Plastik Cerrahi’nin adını, rekonstrüktif amaçla kullanılan “Silikon” veya yine insan yapısı “Plastik” gibi maddelerden aldığını sanır. Plastik Cerrahi Yunanca “Plastikos” kelimesinden gelir ve şekil verme anlamı taşır. Kazalar veya yaralanmalarla meydana gelmiş doku hasarlarını restore etmeyi amaçlar. Plastik Cerrahi olarak sınıfladığımız işlemlerin milattan önceden beri uygulandığı bilinmektedir...
...İnsanoğlunun, tıpkı köpeklerde yaptığı gibi, kedilerde de yeni türler meydana getirme hırsı ve çabası. Kısaca, türlerin kendi tabii gelişimi (evolution) dışında, insanın planlıyarak, deneyerek, hedefleyerek ortaya çıkardığı türler ve tabii olarak meydana gelmiş bir türü idame etmek için sarfettiği gayret. Mesela, İran Kedisi, Van Kedisi türlerinin, aynı karakteristikleri taşıyarak, devam etmesi için verilen uğraşıda olduğu gibi... Yazının devamı ve hayvan dostlarımız hakkında tüm bilgiler için http://www.pet.gen.tr kısayolunu tıklayabilirsiniz.
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Video Cutter and Splitter Indepth [13.7 MB] All Windows Deneme (24$)
http://www.soundindepth.com/download/vcs.exe Video dosyalarınızı kesmek, biçmek, eklemek için ideal bir program. Avi, mpeg ve wmv dosyalarını kulanabiliyor, birbiri arasında çevrim yapabiliyorsunuz. Kameralarınızla yaptığınız çekimlerle oynamak için güzel bir program. Meraklısına tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|