|
|
|
23 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Erken yazan kazanıyor!.. |
Merhabalar,
Yaklaşık dört aydır kitapçı vitrinlerine, gazete tezgahlarına farklı bakar oldum. Hiç gitmediğim dükkanlardan içeri girip bakınıyorum. Kimi zaman gülerek ama çokça hasetle inceliyorum rafları. Neden mi? Tabi ki bizim dergiyi arıyorum oralarda. Kahve Molası Dergisinin sıra sıra dizili olduğu rafların hayalini kuruyorum. Var olanlarla karşılaştırıyorum. Tezgahtarlarla sohbet ediyorum. Velhasıl dergiyle yatıp dergiyle kalkıyorum. Herkes okusun istiyorum hatta bazen ülke gerçeklerini bile unutuyorum. En iyi dergilerin satış rakamlarını, yok satanlarınki ile çarpıştırınca burkuluyorum. Bir de yeni yeni projeler geliştirmeye çalışıyorum. Bu projelerin genellikle aklıma nerede geldiğini rahatlıkla tahmin edersiniz. İşte dün sabah o yerde gazetenin kitap ekini okurken aklıma geldi, bütçem dahilinde gerçekleştireyim dedim. Bakalım sevecek misiniz.
Evet dostlar ilk promosyon çalışmamıza başlıyoruz. Bugün saat 14:00'ten itibaren yazkazan@kmarsiv.com adresine açık ismini, açık adresini, telefon numarasını ve Kahve Molası'na neden ilgi duyduğunu kısaca yazıp yollayan ilk 50 kahveciye dergimizin son sayısını posta ile ücretsiz yollayacağım. Bunun dışında sizden istediğim, okuduktan sonra düşüncelerinizi benimle paylaşmanız. Bütçe darlığı nedeniyle şimdilik sadece Türkiye içine yollayabileceğim. Ama ileride yurtdışına da bir iyilik düşünürüz nasılsa. Sanırım anlaşılmayan birşey yok.
Bugün saat 14:00 ten itibaren, açık adını, adresini, telefon numarasını ve Kahve Molası'na neden ilgi duyduğunu kısaca yazdığı mesajı yazkazan@kmarsiv.com adresine ilk yollayan 50 kahveci 1 adet Kahve Molası Dergisi kazanıyor.
Haydi gelin şimdi saatleri ayarlayalım. Şu anda saat 02:27 :-))) Söylememe gerek yok sanırım. Benim birinci dereceden akrabalarım, Kahve Molası'nda yazar olarak yer alanlar ve onların birinci dereceden akrabaları bu kampanyaya katılamazlar. İlgililere önemle duyurulur.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Sensiz Uçamıyorum… |
|
İstanbul doğum sancısı çeken kadın gibi bu gece.
Güneş geceye esir düşmüş, avuçladım yıldızları aya emanet ettim…
Duygusallığımı sefere çıkardım, beni arıyorum alemin içinde yine….
Seslensem gelir misin?
Sevgiler kanatsız uçarmış ya öyle uçmak istedim şimdi varmak istediğime, hüznün bulutları sardı her yanımı ağladım,ağladım,ağladım gözyaşlarıma sarıldım…
Anla işte!
Seni sevdim
Gönlüm gönlüne kondu
Senden başka yere uçamıyorum..
Ben seni bitimsiz içime çekmek istedim..
Özlemin ve şu anki nefesimle çıktı,çıkıcak son sefere…
Gecenin arka sokağında oturmuş melek kanatlarında seni tespihliyorum,
esir düşeceğim o akşam ki grup vaktine kadar…
Belki de kocaman kanatlarını açarak en büyük melek gelir yanıma,
Seslenip, gölgesinde soluklandığın güneşe götüreceğim atla kanatlarıma..
Kimse uçup gitmek istemez kendiliğinden bu yüzden söz verdim kendime ve ALLAHA….
Geldiğim şu dünyada ben bu sevgiyi bu inancı sende buldum, kulluğumla emanet ederken, anlatmak istedim duyduğum o hikayeyi yüreğimde saklı adama…
Kumru kuşları çift doğar çift yaşar çift yumurtlar çift ölürlermiş, cansız bedenleri hiç bulunmamış..
Çünkü, onlar kuş olup uçarlarmış, canım ninem gözleri dolu dolu ağaçlardaki kuş yuvalarına bakarak iç geçirir anlatırdı….
Şimdi onu hatırladım…
Daha sabaha,güneşin doğmasına çok var, duygusallığım yalnızlığımı boğuyor kendimle nöbetteyim gene….
Ahh benim olamayanım benim..
Neredesin?
Evet gün ve günler
Haftalar,yıllar
Gelip geçti yapıyor.
Bekleyen bir bilse geleceğini
Ya da gelecek olan
Haber verse geleceğini.
Günler akıp geçecek
Zaman arkamızdan ağlayacak
Ne çabuk geçtiniz geçenler
Erenler sizden önce geçti
Sizden sonra
Ererler yine size.
Ağlayacağız yankılanan bom, boş dünyayla biz bize…
Hüzünle birlikte terasa çıktım,rüzgar ne güzel esti.
Görünmüyordu ama okşamıştı tenimi,ALLAHIM görmüyorum,duymuyorum söylemiyorsun ama, içimde bunca zaman yanan senin sevgindir..
Varlığınla var olmaktayım,
Çok uzaktayım ALLAHIM çok uzaktayım sensiz kaybolmaktayım….
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan DOLAŞAN İT AÇ KALMAZ! |
|
Hayalin bir şelâle ey anam!
Dökülür ah dudaklarımdan…
Annem ümmiydi. Okul yüzü görmemiş, hayat okulunda pişmişti. Onüç yaşında evlendiği babamla olan evliliğinden ondört çocuk dünyaya getirmiş, ancak yedisini yaşatabilmişlerdi. Ben bu evliliğin sonuncu çocuğu olarak şanslıydım. Benim yetişme dönemim, ailemizin ekonomik olarak en iyi zamanıydı. Demokrat Partinin en şaşaalı günlerinde, 1953 yılının soğuk Ocak ayında doğumum müjdelendiğinde babam ne düşündü bilmem ama annemin 42 yaşında olduğunu nüfus kayıtlarından anlıyoruz.
Çocukluğumun hayal meyal hatıraları arasında ikinci bir annem gibi gördüğüm Hafize teyzeyi unutamam. Hiç çocuğu olmayan Hafize teyzem kendinden hayli yaşlı bir adamla ve damda baktığı iki ineğiyle kıt kanaat geçinirdi. Bizim evle aralarında iki üç ev vardı. Annemse kuruyemişçilik yapan babamın en büyük yardımcısıydı. Leblebilerin kavrulmasından o sorumluydu. Meşe odunuyla kızdırılan demir ocağın ağzından minik ot süpürgesiyle kendir çuvalına dökülen sapsarı, kara benekli leblebi kokuları arasında çocuklarını büyütmeye çalışırdı.
Yıllar geçtikçe böyle ümmi bir annem olmasıyla daha çok gurur duyar oldum. Kolay mı, onca işin arasında lakabı "Uzun İbram" olan babamı da idare edebilmiş. Maşallah iki yıla bir çocuk sığdırmışlar!
Biz ailecek aslen Eğirdirliyiz. Annem, babamla evlenmeden önce babasının Çanakkale'de şehit olmasından ötürü Osmanlı hükümetince maaşa bağlanmış. Aldıkları maaşla az da olsa geçimlerini sağlanışlar.
Evlendikleri yıllarda Eğirdir çok küçük ve iş olanaklarıyla yoksul bir kasabaymış. Göl kıyısına sıkışıp kalmış insanlar geçinmek için çaresiz doğup büyüdükleri toprakları terke zorlanmışlar. Bu iç göçse o yıllarda daha çok Aydın ve İstanbul'a doğru gelişmiş.
Babam kendinden önce gurbete giden hemşerilerinin anlattıklarına dayanarak Aydın'ı görmeye gelmiş. Yanında getirdiği bir kaç parça üzüm kurusunu da pazarda satmış. Getirdiklerinin ilgi görmesi ve pazarın canlılığı nedeniyle Aydın'ı sevmiş. Belki burda şu soru akla gelebilir:"Neden Ankara, Konya değil de, Aydın ve İstanbul?" Eğirdir'i bilenler bilir. Demiryolu ulaşımı Eğirdir'de son bulur. Halkın tek ulaşım yolu da demiryoludur. Bu iki hat üzerine düzenli seferler yapılması sonucu insanlar da bu iki kente yönelmişlerdir.
Babam dönüşte anneme Aydın'ı ballandıra ballandıra anlatır. Sonunda göçe karar verilir. Biz ne de olsa yörüğüz. Göçmek özümüzde var.
Aydına üç beş parça eşyayla gelirler. Güç bela bir ev bulunur. Bir süre sonra babam iş aramaya başlar. Mevsim itibariyle ancak zeytinyağı fabrikalarında hamallık işi vardır. İri yarı cüsseli olması babamın işe alınmasını kolaylaştırır. Ancak sezon bitince gene işsiz kalır. Bu arada babamın vatan hasreti yüreğinde tutuşur. Yaşanan sıkıntılar hem de bir çevre edinememiş olmaları babamın kafasındaki geri dönüş fikrini güçlendirir. Sonunda fikrini anneme açar. Annemin tavrı ise kesin ve yanıtı yalındır:
-İbram, buraya ben kendi isteğimle gelmedim. Sen getirdin. İstersen sen dön, ben burda kalıyorum.
Bu söz üzerine babam bir daha dönüş lafını ağzına almaz. Aydın'da istediklerini bulamayınca da o dönem adı Karapınar olan ve Aydın'a 10 km. uzaklıktaki şimdi ilçe olan İncirliova'ya gelirler. Benim doğumum da burada gerçekleşir. Eskilerin deyimiyle, "Bir tekne kazıntısı olarak" dünyaya gözümü açmışım Doğum günümün Cuma olduğunu söylerdi annem. Anımsamasının nedeni de, o gün kasabamızda pazar kurulurdu.
İlkokul dönemi her yıl farklı bir öğretmenle geçti. Ancak ilginçtir her öğretmen değişikliğinde sınıfça ağlamıştık, biri dışında; birinci sınıf öğretmenimiz! Bu öğretmenimiz bizi acımasızca döverdi. Onun elinde nasıl okuyup yazdığımızı ve nasıl okulu terk etmediğimize hâlâ şaşarım. Beşinci sınıf öğretmenimizse Bilge Ozansoy'du. Çıtı pıtıydı.
Aydın'dan gelir giderdi. Hepimiz çok severdik. Onun gayretli çabaları ile bugün aramızdan bir general de çıktı. Halen Genelkurmay da önemli bir görevi sürdüren Adem Huduti'yle olan sıra arkadaşlığım ortaokul döneminde de sürdü. İlkokulu bitirdiğimiz yıl henüz İncirliova'da Ortaokul açılmamıştı. Öğretmenlerimin ve annemin ısrarlı çabaları sonucu öğrenime devam kararım konusunda babamın söylediği şu sözü hiç unutmadım:
-Ömer, kırmızı direkli çuvalı taşıyamaz, okursa okusun!
Kırmızı direkli dediği ise kendir çuvalıydı ve ortalama 120 kg. yük taşınabilirdi. O dönemlerde dünya standardı ne gezer. Zayıf bünyeme bakarak benden iyi bir pazarcı olmayacağına kanaat getirmişti rahmetli babam. Ne yazık, diğer kardeşlerim benim kadar şanslı değildi.
Kayıt zamanı annemle birlikte Aydın Gazipaşa Ortaokuluna gittik. Ümmi annem velim olmuştu. Babam da gerçi okul yüzü görmemişti ama o demiryollarında işçi olarak çalıştığı sırada en büyük ağabeyimden imza atmasını yani adını soyadını yazmasını öğrenmişti. Maceralı tren yolculuklarımız bir buçuk ay sürdü. Kasım ayında İncirliova'ya Ortaokul açılacağını duyunca çok sevindik. Evimizin arkasında yapılan binada geçici olarak okulumuz açılmıştı.
Ortaokul döneminde unutamadığım iki konudan birisi, Hürriyet gazetesinin "Halk Üniversitesi" dersleriydi. Ben genel kültür ve dil derslerini takip edip, sınavlarını düzenli göndermiştim. Bir gün babam elinde bir rulo ile eve geldi. Beni çağırıp, "Aferin oğlum!" deyip, başımı okşadı. Ruloyu merakla açtım. Yeşil zemin üzerine güzel bir çerçeve içinde üç numara traşlı vesikalık fotoğrafımın yer aldığı Hürriyet Halk Üniversitesi diplomasıydı gelen. Bu diplomayla, babamdan ilk ve son kez aferin alıyordum.
İkincisi ise, Fono mektupla İngilizce kursuna yazılmıştım. Bu kurs sayesinde de İngiltere'den mektup arkadaşı edinmiştim. Pul defterimdeki Beatles pulları o arkadaşın bir armağanı olarak hâlâ durur. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu işleri nasıl başardığıma hayret ediyorum.
Annemin hayat okulunda öğrendiği ve sıkça hatırlattığı altın öğüdünü geçenlerde Vestel'in patronu Ahmet Nafiz Zorlu'dan da duyunca, çocukluk dönemini anımsamadan edemedim.
Evet, "Dolaşan it aç kalmazmış!" anneciğim. Bak, sözünü tuttum. Şimdi Anadolu yollarında beni aç bırakmayan güzel dostlarımla hayatı anlama ve tanıma adına dolaşıp duruyorum…
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
UYAN VE KALK, KALK VE KOŞ
Büzülüp örtünmek. Sarınıp çekilmek. Çekinip korkmak. Bu senin yazgın olamaz. Al kalemi eline ve ey ünlemesiyle kaderine yeni bir girizgah at. Kaleme ve kelama and içerek büzülüp sarındığın her sebepten sıyrıl. Yorgana, battaniyeye sarınarak geceyi pas geçmek artık benim yapacağım iş değildir de. Güvenilir meskenler korunaklar içinde olmanın ruhun ve fıtratın asaletini gıdım gıdım yediğini unutma…
Ey sen! diye geceyi yarıp gelen sese alnını ve duruşunu dikleştirerek iltihak et. Üzerindeki korkuyu çıkartıp yere at. Üstüne çık ve ayaklarınla ez. Etrafına bakın ardından. Bürünüp sarındığın ne varsa onlara yönel. Tutuklaştıran, köleleştiren, bağlayıp zincirleyen ne varsa; mal, mesken, evlat, eş, ana, baba, kardeş hepsinin üzerine hışımla yürü. Elinin tersiyle içiyle nasıl denk düşürürsen vur ve gerisin geriye it gitsinler. Elinden kolundan, yakandan paçandan tutan elleri kır…
Kırmakla ayılacaksın. Bir sünepe ve sürüngen olmadığını gösterecek kırıp dökmen. Büzülüp durduğun yerden doğrulduğunda dönüp bak arkana. Hamam böceklerini, soğulcanları gördüğünde elini dizlerine vur. Ah et! Vah et kendine. Ellerini iki yana aç. Ve hızla şakaklarına değdir. Başını duvarlara çarp. Soğulcanlarla ve hamam böcekleriyle aynı yeri paylaştığın için kendini affetme. Ruhunun hapis duvarlarını yerle yeksan et.
Kaç yıldır esir kalan yerden kendini al ve çık oradan. Kapıya geldiğinde son bir kez soğulcanlara, hamam böceklerine dönüp bak. Ve kapıyı üzerlerine kilitle. Bir bidon ispirto al. Dök dört bir yanına geçmişin. Çak kibriti yansın. Kül olsun. Külün üstüne giderek bağdaş kur. Avuç avuç kül al ve gecenin keşfi mümkün olmayan tenhasına doğru kutsal bir nefesle üfür. Nefesin küle ilham olsun. Kül ilhamdan ruh bulsun. Ve varlığını dirilttiğin bu ruhla pas geçtiğin geceyi ferli gözlerle doya doya izle. Gecenin korkusuna dost ol. Ve beraber yıldızları izleyin. Geceye konuş ve geceleyin kalk her zaman. Her kes uyurken sen uyanık ol…
Kalkmanın uyanmak olduğunu gecenin en koyu ve en sarsıcı uçların da öğren. Öğrenmek için kalktığını unutmayacaksın hiçbir zaman. Ve öğretiyi, uyanmak için aradığını bileceksin. Uçlarda yaşayacaksın bunun için. Bıçak sırtı yarlardan geçerek ayık ve uyanık olduğunu kanıtlayacaksın...
Uyan ve kalk. Kalk ve koş. Bu slogandan yaşanmamış serencamlar hazırla kendine. Serencamına serin serin süzül... Yörüngesi küresel olan tüm yazgı çizgilerinden uzak dur. Ki, kalktığın yere ayakların getirmesin seni...Çizgi ve izleri takip etme. Çizgi ve iz bırak. Yaşama im im düş. Ve yolun yarınsız olmasın...
Yüreğine zorun sevgisini kanıksat. Düz yollardan yürüme. Doğru yollardan yürü. Sarp yokuşları, dik kayalıkları, patika yolları sev...
Nihat Turan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
SADAKAT
Ahşap masadaki kırmızı şarap
Birkaç latin tonu,
Sıcak mı ılık mı belli olmayan garip bir rüzgar
Bir an, bir yaşam...
Ahşap masadaki kırmızı şarap
Bir gül kokusu ardından,
En çok gözlerin anlam taşıdığı anlardan...
Kuytu bir sessizlik, gürültü sonra.
Cep telefonundan nefret edilen zamanlar
bu ahşap masada ne işi var bunun?
Teknolojinin kaybettirdiği sıcaklıklar,
bir bir terk edilen ılık yaşamlar... Buz gibi, buz gibi şimdi...
Çalacak diye ödüm kopuyor telefon.
bu kaygı yaşanır mı? Öyleyse niye yaşanıyor?
Ahşap masa, üstünde bir kadeh kırmızı şarap,
Bir gül kokusu ardından,
Ve cep telefonunun buz gibi tuşları...
Bir yudum alıyorum şaraptan, içim yanıyor
Kalbimin kanayan yerine denk geliyor yudumum,
Şarap kana karışıyor, yara bir yudumla sarılıyor....
Ve ne kadar gelişse de de zamanlar, bir "daha yeni" dir gidiyor...
Yeni zamanlar var,
yeni okullar, yeni işler var, ve de yeni aşklar...
Yeni kadehler var, ve de yeni cep telefonları.
İhanetler var, hep daha yeni, daha soğuk.
Daha yenisi var, eskimiş bilgisayarlar, eskimiş tuşlar var,
eski bir bilgisayar beyinler,
eski bir hafızadır ihanetler...
Hiç eskimeyen:
ahşap masa,
üstünde bir kadeh kırmızı şarap,
ve bir kuru gül kokusu mevsiminde,
bir sadakat,
bir sen....
Öykü Özü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Sibel Uygun Kader miydi?.. |
|
Karanlıkların ayazındaki yıldızlara sığınmış soğuk bedeninden süzülen buz tutmuş karlar, yerini güneşin sıcaklığına bırakmıştı. Baharın habercisi olan kuşlar da melodik sesleriyle çıplak dallarında uçuşmaya başladığında, birden mutluluk doluverdi yüreğine. Minik serçelerin gelişi son kalan umutlarını bir anda canlandırıvermişti. Evet, artık yalnız değildi. Hırçın esen rüzgarlar, vücudunu saran soğuk karlar yok olmuştu. Gecenin karanlığında üzerinde parıldayan yıldızlara bakıp, yalvarışlarını hatırladı bir an.
Belki de onları izlerken tuttuğu dilekleri kabul olmuştu.
Artık yalnız değildi...
Bir an düşündü: 'Çabalamalıyım, bu baharın gelişiyle yeniden doğmalıyım, bol meyveler verip, gürbüz dallarımla etrafımdaki mutlu yüreklere kucak açmalıyım' Havaların iyice ısınmasıyla daha da güçlendi. Yemyeşil filizler verip çiçeklerle bezendi. Ardından dalları meyveleriyle doldu taştı. İnsanlar sarmaya başlamıştı etrafını, o artık çok mutlu bir yürekti.
İki çocuk, güle oynaya ona doğru yaklaşıyordu, ne güzel!.. Yerden ellerine aldıkları sopalarla meyve dolu dallarına vurmaya başladılar, birden canı yandı, dalları zedelenmiş, hatta birkaç tanesi de kopmuştu, ama olsun en azından etrafında onu seven birilerinin oluşu bu acıyı ona hissettirmiyordu. O mutluydu, yanında sıcaklığını duyduğu iki yürek vardı nasılsa, acılar geçer uzun süremez ki...
Ardından gelen iki sevgili gölgesinde birbirlerine aşkını fısıldarken o da şahitlik ediyordu bu sevdaya, bu ne gurur verici bir olaydı, anlatmaya tarifi bile yok!.. Cebinden çıkardığı çakıyla genç delikanlı, o güzel gövdesine bir kalp çizip isimlerini kazımıştı. Dili olsa haykırırdı, acısını yine içine gömdü, hem bir aşka şahitlik etmek öyle kolay olmamalıydı. Bu temiz aşk gövdesinde sonsuza kadar kalacak ve onların sevdasını ölümsüzleştirmiş olacaktı. Aşk bu, taşıması güçtür, acısı diner nasılsa, onu da unutur... Dostları gitgide çoğalıyor, acıları kim görür...
Yaz gelmişti, kuşlar yuva bile yapmıştı dallarına, ama afacan çocuklar sapanla taşlar atıp yuvayı bozdular, içindeki yumurtalardan çıkacak olan yavruları görememenin hüznü içini sarsa da, olmuştu bir kere. Olsun, 'onlar çocuk, olur o kadar.'
Ya pikniğe gelenlere ne demeli? Bir anda ortalığı kocaman bir kalabalık sarmıştı, 'insanlar ne güzel yaratıklar, keşke hep böyle yanımda olsalar' diye içinden geçirirken, baba olan kişi kalın ipi bir anda en kuvvetli dalına dolayıvermişti. Çocuklarının eğlenmesi için kurduğu salıncağa; bir oğlu, bir kızı biniyordu. Onlar sallandıkça, ipten zedelenen dalı yine canını acıtıyordu. Ama çocukları çığlıkçığlığa eğlenirken görmek kadar güzel bir mutluluk olabilir miydi ki?..
İşte istediği insanlar etrafındaydı, her yanını sarmışlardı...
'Dostlarım, can dostlarım, sizlerin sıcaklığını yakınımda hissetmek ne güzel !' diyordu...
Yazın sıcaklığı yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutarken, yerini sonbaharın yağmurlarına bırakmıştı. Ne kadar çok meyveler vermiş olsa da, hepsi bitmişti işte. İnsanlar artık gelmez olmuş, güzün soğuklarından yaprakları da sararmaya başlamıştı. Rüzgarın sertliğiyle dallarından kopup etrafa savruluyorlardı. Onlar tek tek çamurun içine bulanırken, gözyaşları yağmurun damlarına karışıyordu. Her şey bir anda eski haline dönmüştü. Yine çıplak bedeninle ormanın derinliklerinde yalnızlığa gömülürken, gökyüzündeki yıldızların farkına vardı. Onlar eskisi gibi üzerinde yanıp sönüyorlardı.
Her gelen bir şeylerini alıp gitmişti, ama yıldızlar hala eskisi gibiydi, elinde kalan tek umuttu belki de. Gecenin soğuk karanlığında yine onlara bakıp dilekte bulunması gerekir miydi?
Acaba bu sefer daha farklı olur muydu?..
Sibel Uygun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.824 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Beyaz düşler...
Sana veremezdim beyaz düşlerimi,
Bu ikimizi de harcamak demekti
Kendi ellerimle öldürmezdim
O muhteşem büyüyü...
Bırakalım böyle kalsın, demiştim
Böyle, sükût ve hayâllerle...
Geleceğin hesabı yapılmaksızın...
Sana veremezdim
Bende nazenin bir çiçek tazeliğinde çoğalan;
Aşkları,
Sevgileri
Ve biriken daha niceleri...
Tek tangoluk bir rakstık biz
Ne sen bana bir adım daha gelebilirdin,
Ne ben sana
Kardan beyaz düşler sunabilirdim...
Sen yağdıkça eridim...
Sen estikçe savruldum...
Su oldum, toz oldum...
Sonunda gittin...
Kendi yalnızlığıma hapsoldum.
Şimdi, sen gittiğinden beri
Beyaz güvercinlere açıyorum
Her sabah penceremi.
Umutla, hasretle, sabırla
İnce ince işlediğim satırlarımı
Bağlıyorum güvercinlerin minik ayaklarına;
“Beyaz düşlerim ve ben...
Seni bekliyoruz.....”
Elif Eser
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
...İnternetin köklerini 1962 yılında J.C.R. Licklider'in Amerika'nın en büyük üniversitelerinden biri olan Massachusetts Institute of Tecnology'de (MIT) tartışmaya açtığı "Galaktik Ağ" kavramında bulabiliriz. Licklider, bu kavramla küresel olarak bağlanmış bir sistemde isteyen herkesin herhangi bir yerden veri ve programlara erişebilmesini ifade etmişti... İnternet hakkında her türlü bilgi için http://www.bilgiindex.com
Lütfen kedinizi kuaföre götürmeden önce bir kez daha düşünün. http://www.itee.uq.edu.au/~pja/_jpg/cat.jpg kısayolunda arkadaş tavsiyesiyle kedisini yanlışlıkla köpek kuaförüne götüren fatoş hanım'ın kedisi, eski adıyla delikanlı tekir, yeni adıyla fifi tekir'i görüyorsunuz. Fatoş hanım Tekir'in gazabına uğradığı için poz veremedi.
http://www.turvak.com ...TÜRVAK Tiyatro Müzesi, önce, Türk Sinemasının temel taşları olarak anılan sanatçıların büyük bir bölümünü ve sinemamızın ilk yıllarındaki insan kaynağını; Darülbedayi ve sonra Şehir Tiyatroları'nın başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere yaratıcı kadrolarından oluşturduğu gerçeğinden hareketle, TÜRVAK Sinema Müzesi'nde "Tiyatro Kökenli Sinemacılar" bölümü olarak sanatseverlerin hizmetine sunulmuş, daha sonra da giderek zenginleşen arşiviyle bir müzeye dönüştürülmüştür...
Formula grand prix haberleri için http://www.gpturkey.com/f1tur/haber/ aman hız yapmayın.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz adreslere bir yenisi eklendi. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Piky Basket 2.0 [495 KB] All Windows Free
http://www.conceptworld.com/piky/pkysetup.exe Harika bir yardımcı programı. Değişik klasörlerden değişik dosyaları kopyalayıp bir başka klasöre yerleştirmek ya da CD'ye yazmak istediniz mi? İstediyseniz bunun oldukça güç olduğunu da bileceksiniz. İşte bu programla tüm dosyaları önce sanal bir sepete atıyor daha sonra istediğiniz yere kopyalıyor veya taşıyorsunuz. Sağ tuşla açılan menüye yerleşen program son derece kullanışlı. Bir takım ek özellikleri de var. Mutlaka deneyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|