|
|
|
30 Haziran 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Geldim ki bant kopmuş!.. |
Merhabalar,
Hızlı, sıcak, terli ve yorucu bir iş gezisinin ardından birkaç saat önce dükkana döndüm. Gittiğim yerleri bir söylesem suratınızın alacağı şekli tahmin ediyorum ama yalanım varsa şu sayıyı size yollarken elektrikler kesilsin. Ne güneş gördüm, ne denize girdim ne de ... Noktaları herkes dilediğince doldurmakta serbest. Geldik bantı çıkarıp yerine canlı yayın yazısını koyalım dedik ama ne mümkün. Can gitmiş yerine sadece lı kalmış ki o da ne size ne bana yar olur. Birkaç gün matbaayı boş bırakıp kendimce tüm önlemleri almışken tamamen bir evdeki hesabın çarşıya bir boy büyük gelmesi durumu yaşadım. Kısa sürelerle bağlanabildiğim anlarda ancak yapmam gereken en zaruri işleri halledebildim. Birkaç problem olmuş farkındayım. Eğer bugün fırsat bulursam eğriyi doğruya denk getirmeye çalışacağım. Olur mu olmaz mı bunu da hep birlikte göreceğiz. Gelin şimdi, bu kavuşmanın yüzü suyu hürmetine Dire Straits çalsın biz dinleyelim, Brothers In Arms. Yarın görüşmek üzere, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Ben Aşkım ! Aşk Her Şeydir !!! |
|
Bugün yine az şekerliyim, tadımı yakalayamadım...
Kendimce düşüncelerim son durağı mesken tutmuş, bir adım düşünce ötesi dahi kımıldayamıyorum...
Kendime yol alsam, güvercinlerle uçsam konsam dallarıma, soyunuversek tüylerimizden yakalasam sonsuz huzur ve mutluluğu kefenimle...
Asıversem sallanan darağaçlarına, yakıp yıkıversem hayatımın anlamsızlığını, unutuversem bendeki yalnızlığın boşluğunu...
Düşünceler düşüncelerin içinden doğuruverse fırlasa içimden tüm kuralları altüst ederek, bir gelin bir güvey nikahlanıverse tek celsede yaşamla...
Açık gitmez, kapar gözlerini iç gözüm, seyrederim kendimle alemi....
Yer gök yerli yerinde kefenin de cebi vardır... Şekle girer seslenir....
Biraz yalan biraz dolan saklayabilsek keşke dünyadan arta kalanı....
Gürledi gözlerim sağır olmuş sultanların dünyasına...
Havayla toprakla güneşle rüzgarları doldurdu yürek tellerine,
tınlamadı ses bile...
Aklımda aynım da ya !
Ne yapıyor acaba ?
Hiç sorup aramadı
Meraka da düşmedi..
Ahh bu dengesiz bedenim
Salıncak kalbim benim...
Bir ileri, bir geri
Bulamadın dengeni...
Avutabilsem
Uyutabilsem
Şu göğüs kafesimde
Aşkım
Ruhumla seni....
BEN AŞKIM....!! AŞK ! HER ŞEYDİR !!
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
ORGANİK BİLGELİK SORULARI -VII-
- Günaydın çocuklarım. Tuğba sorunun yanıtını bulabildin mi? Eğer konuşmak istersen hemen başlayabilirsin.
- Peki öğretmenim. Gerek çekirgelerin 17 yıllık bekleyişleri ve gerekse bambuların çok üzün süreli bekleyişlerini neden bir soru olarak görüyorsunuz öğretmenin. İnsanların üreme yeteneklerini kazanması içinde 13-14 yıl beklemeleri gerekmiyor mu? Çok kısa bir sürede üreme yeteneği olan canlılar olduğu gibi bu özelliği kazanmak için uzun süre bekleyenlerde olası. Bunlar birer adaptasyon örnekleri. Hani sizin ilk derslerinizde anlattıklarınız gibi. Yalnız burada ilginç bir durum gözetmesinin olduğunu da söylemeliyim. Evet bambularda da, çekirgelerde de ilginç benzerlikte bir eşzamanlılık gelişimi görülmekte olup niteliksel olarak ta benzerlik içindedirler. Burada bana sorunuz "bu tür bir adaptasyonda, bambu ya da çekirgenin çıkarı ya da avantajı nedir?" olmalıydı. Hem siz dememiş miydiniz, kırlangıçların bile akşamüzerleri bir şenlik yaparcasına, oyun oynuyor gözükmeleri sadece bize göredir. Gerçekte kırlangıçlar o saatte aktif olan uçar böcekleri avlamaktadırlar. Yani öğretmenim doğada da her canlı ürünlerine olabildiğince değer katacak şekilde üretimini yönlendirirken, yalnızca kendi çıkarını düşünür. Bu şekilde toplumun gelişmesine, bunu gerçekten istediği zamana göre genellikle daha fazla katkı sağlar.
- Öğretmenim Tuğba arkadaşımın söylediklerine bir ekleme yapabilir miyim?
- Tabiî ki Ebru K. Bu aralar pek sesin soluğun çıkmıyor.
- Evet soru eşeysel etkinliğe bu kadar aralıklı olarak ve tüm yurttaşlarıyla aynı anda katılmak, bir çekirgeye ya da bir bambuya ne kazandırır? Şekline dönüştü. En olası açıklamayı kavrayabilmek için önce, insan biyolojisinin, diğer organizmaların yaşam mücadeleleri için genellikle kötü bir model sağladığını kabul etmemiz gerekir. Biz insanlar yavaş büyüyen canlılarız. Geç olgunlaşan az sayıda yavru yetiştirmek için büyük enerji harcarız. Topluluklarımız, neredeyse bütün yavrularımızın toplu ölümü yoluyla dengelenmez. Oysa birçok organizma "var olma mücadelesinde" farklı bir strateji izler: Yavruların küçük bir kısmının yaşamın erken zorluklarını atlatacağını (deyim yerindeyse) umarak, büyük miktarlarda tohum ya da yumurta üretirler. Bu organizma toplulukları genellikle yırtıcılar tarafından kontrol edilir ve geliştirdikleri savunma yöntemleri, yem olma olasılığını en aza indiren bir strateji olmalıdır. Anlaşılan o ki, çekirgeler ve bambu tohumları birçok canlı türü için özellikle lezzetlidir. Bu bağlamda doğa tarihinin büyük bölümü, yırtıcılardan korunmak için geliştirilen çeşitli uyum öykülerinden oluşur. Bazıları gizlenir, bazılarının tadı kötüdür, bazıları dikenler ya da sert kabuklar geliştirir, diğer bazıları zehirli bir akrabasına olağanüstü bir benzerlik geliştirmiştir. Liste neredeyse sonsuzdur; doğadaki değişkenliğin olağanüstü bir yansıması. Bambu tohumlan ve çekirgeler az rastlanan bir strateji izler: Çok sayıda ve gözden kaçmayacak şekilde ortaya çıkarlar, ama bunu öylesine uzun aralıklarla ve büyük miktarlarla yaparlar ki, yırtıcılar cömertçe sunulan ikramiyenin tamamını tüketemez. Biyologlar bu savunma yöntemine "yırtıcının gözünü doyurma stratejisi" derler. Yırtıcının gözünü doyurma stratejisinin etkili olabilmesi iki uyum gerektirir. Birincisi, ortaya çıkışın ya da üremenin eşzamanlılığı çok hassas olmalı, böylece çok kısa bir süre için pazar tam olarak doyurulmalıdır. İkincisi, yırtıcılar kendi yaşam çevrimlerini kestirilebilir bolluk zamanlarına göre ayarlayamasınlar diye, bolluğun çok sık ortaya çıkmaması gerekir. Eğer bambular her yıl çiçek açsaydı, tohum yiyiciler bu çevrimi izleyebilir ve yıllık ikramiyeyi çok sayıdaki yavrularına sunabilirlerdi. Oysa çiçek açma dönemleri arasındaki süre bütün yırtıcıların yaşam sürelerinin çok ötesinde olursa, bu çevrimi (kendi tarihinin kaydını tutan garip bir primat dışında) kimse izleyemez. Eşzamanlamanın bambu ve çekirge bireylerine sağladığı avantaj yeterince açıktır: Zamanlamaya ayak uyduramayan anında yalanıp yutulur (çekirgelerde yanlış yılda ortaya çıkan "uyumsuzlar" olur, ama bunlar hiçbir zaman başarılı olamaz). Yırtıcının gözünü doyurma hipotezi, kanıtlanmamış olmasına karşın, başarılı bir açıklamanın başlıca ölçütünü karşılar: Çoğu durumda bağlantısız, bu örnekte ise hepten tuhaf kalacak olan bir gözlemler dizisine bütünlük kazandırır. Örneğin bambu tohumlarının, birçok uzun ömürlü omurgalı dahil çeşitli hayvanlar tarafından sevildiğini biliyoruz; çiçek açma çevrimlerinin 15-20 yılın altına pek düşmesi bu bağlamda anlam kazanır. Tohumların eşzamanlı bırakılmasının arazileri doldurabileceğini de biliyoruz. Bir araştırıcı bir defasında, ana bitkinin bulunduğu toprağın 15 santimetre altında ikinci bir tohum örtüsü daha kaydetmiştir. Madagaskar bambularının iki türü, kitlesel bir çiçek açma döneminde, 100.000 hektarlık geniş bir alanda hektar başına 50 kilogram tohum üretmiştir. Üç çekirge türü arasındaki eşzamanlılık özellikle etkileyicidir - hele-yeraltından çıkma yıllarının bölgeden bölgeye değiştiği, ama bir bölgedeki üç türün de şaşmaz şekilde aynı anda ortaya çıktığı düşünülürse.
- Tamam öğretmenim Ebru arkadaşımın anlattıklarına katılıyorum. Katılıyorum da bu arada kafamda bir soru belirdi onu sormadan geçemeyeceğim. Çünkü beni en çok etkileyen çevrimlerin zamanlaması oldu. Niçin 13 ve 17 yıllık çekirgeler varken 12, 14, 15, 16 ya da 18 yıllık çevrimlere rastlanmaz?
- Evet Gülendam, ilginç bir yakalama. Ayrıca güzel resimlerimle panomuzu süslüyorsun seni kutlarım. Evet, sahiden niçin böyle bir zaman seçimi olabilir, bu konuda bir görüşü olan var mı?
- Ben cevaplayabilirim öğretmenim.
- Tabiî ki Doğan, buyurun. Yakında bir konser var mı? Kahvemolası sınıfı olarak müziğinizi dinlemeyi çok arzu ediyoruz. Sınıf gazetesine yazdıklarınız ve yaklaşımlarınız için teşekkür ederiz.
- Öğretmenim bildiğiniz gibi 13 ve 17'nin ortak bir özelliği vardır; ikisi de herhangi bir yırtıcının yaşam süresini aşacak kadar büyüktür ve ikisi de asal sayıdır (kendilerinden küçük tamsayılara bölünmezler). Birçok potansiyel yırtıcının yaşam çevrimi 2 ile 5 yıl arasındadır. Bu çevrimler dönemlik çekirgelere göre ayarlanmış değildir (çoğunlukla böceklerin ortaya çıkmadığı zamanlara rastlar) ama çevrimler rastlaştığında, çekirgeleri açgözlülükle toplanabilir. Yaşam çevrimi 5 yıl olan bir yırtıcıyı düşünün: Eğer çekirgeler her 15 yılda bir ortaya çıkıyor olsaydı, her topluluk yırtıcıya yakalanabilirdi. Ağustosböcekleri çevrimlerini büyük bir asal sayıda tamamlayarak rastlantı olasılığını azaltır (bu örnekte 5 x 17, yani 85 yılda bir). 13 ve 17 yıllık çevrimler kendilerinden küçük hiçbir sayı tarafından izlenemez. Yani var olmak birçok yaratık için bir mücadeledir. Hayatta kalma silahları pençeler ve dişler olmak zorunda değildir; üreme örüntüleri de pekâlâ işe yarayabilir. Başarıya giden yollardan biri de ender olarak aşın bolluk sağlamaktır. Bütün yumurtalarınızı aynı sepete koymanız bazen iyi olabilir, ama yeterince yumurtanız olduğundan emin olmalı, bir de bunu çok sık yapmamalısınız.
- Diling, diling, diling......
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
Rüya
Sabaha karşı; kim bilir saat kaç? Alacakaranlıkta, varlıklarının anlamını yitirmeye başlayan sokak lambalarının ışığı henüz rüyamı bölememiş. Yine de görebiliyormuşum sarı beyaz ışıltılarını. Kan ter içindeymişim. Rivayetle söylüyorum; çünkü ancak uyandıktan sonra hatırlanabildiler.
1942 kışı mıdır nedir? Kuzey İtalya olsa gerek. Duman ve ziftten kararmış tahtaları bir insan kolunun ancak sığabileceği kadar boşluklar bırakılarak yanlamasına çakılmış olan vagon, tıklım tıklım insan dolu. Kolları tahta parmaklıkların arasından uzanmış, elleri havayı avuçlamakta. Parmak eklemleri çıtırdıyor; sanki avuçlar daha fazla açılırsa bir umut yakalamaları mümkün olabilecekmiş gibi. Arada bir, vagonun önünden geçen SS subayları boşluğu avuçlayan ellere kırbaçlarıyla vuruyorlar. Parmaklar kanıyor. Gözlerdeki kanlar, kanlı parmaklarla silinmelerinden midir, yoksa kanlı yaşlar dökmelerinden mi? Anlaşılmıyor. Çığlıklar, çığlıklar... Yardım mı, ekmek mi, yoksa merhamet mi diledikleri bilinemeyen haykırışlar, belki de olası akıbetin korkusundandı. "Aiutilo per favore dio! Aiutilo per favore dio!"
Vagonun ön tarafında neden çuvala konduğu bilinmeyen bir beden çırpınıyor. Çuval, vazgeçmek bilmeyen mahkûmunun çırpınışları yüzünden rutin hareketlerle kıvranıyor. Çıkabilse çuvaldan ne olacak ki? Umut bir damla daha fazla nefesten başka bir şey değil çuvaldaki için. Kıvranıyor, kıvranıyor.
SS subaylarından biri bana doğru yürüyor. Subay, komşum Hüseyin amcadan başkası değil. Şaşırıyorum. "Was tun Sie dort? Ausgehen!" diye bağırıyor. Kırbacı yüzümde patlıyor. Tüm Nazi askerlerini tanıyormuşum meğer. Ürperiyorum. Konu-komşu, eş-dost, akraba, hısım veya hasım. "Ausgehen! Ausgehen!". Sanırım gitmemi istiyorlar. Ellerimle yüzümü kapatıyorum. Sesler diniyor. Buharlı lokomotifin tıslamaları, düdük sesleri, çığlıklar, hakaretler, inlemeler... Hepsi, zifiri karanlık bir suskunluğun içinde kayboluyor. Sadece çuvaldakinin çırpınışları kalıyor. Vagonun ahşap zemininde, dizlerinin, dirseklerinin çıkardığı gümbürtüleri işitiyorum. Durmak bilmiyor. Merak edip yüzümü açıyorum. Karşımda kendimi görüyorum. İkili koltuğumda oturmuşum. Kederliyim. İleri geri sallanıyorum. Korkunç bir manzara. Göğüs derim soyulmuş, adalelerim kazınmış. Göğüs kafesime baktım dehşetle.
Kaburgalarım, her bir arzunun uzanabileceği kadar boşluklar bırakılarak yanlamasına dizilmiş. İçerisi tıklım tıklım aşk dolu. Aşkın, şehvetin, özlemin, hüznün, tutkunun ve tüm arzuların elleri kaburgalarımın arasından uzanmış; merhamet dileniyorlar. Sağ tarafta, sevgilinin neden içinde olduğunu yalnızca benim bilebildiğim bir yürek çırpınıyor. Varlıkları önemsendiğinde ancak görülür olabilen Nazi askerleri, hain sırıtışlarla trenin ardından el sallıyorlar.
Varlıklarını önemsediğimizde ancak görülür olabilen Nazi askerleri, tutkuları toplama kampına yolluyorlar. "Allah vere de ölmeseler" diye dua ediyorum. Uyanıyorum... Ağlamışım. Rivayet değil -mişli geçmiş zaman... İspatı ılık bir ıslaklık ile yastığımda işte.
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
RUH ŞEHRİNE YOLCULUK (1)
Eline bilye büyüklüğünde bir taş alarak gölün ortasına doğru attı. Taşın indiği noktadan dışa doğru halkalar ortaya çıktı. Ortaya çıkan her halka bir sonraki halkayı genişleterek minimal dalgalara dönüşüyordu. Milimetrik bir düzen aralığında içten dışa doğru bir açılım hareketi içindeydi göl...
Gölün iki kıyısını bir birine bağlayan kemer görünümünde olan ahşap köprünün korkuluklarına iki kolunu dayayarak küçücük bir taşın gölde oluşturduğu devinimleri izliyordu. Kıyıya güçsüz bir dalga olarak vuruncaya dek ilk halkayı takip ediyor, ardısıra oluşan diğer halkayı izlemeye yöneliyordu. Hızlı ve düzenli oluşan bu helezonik devinimi aynı hızda izleyemiyordu. Gözün kapsam ve kabiliyeti ancak bir halkayı doğduğu noktadan kıyıya kadar ahenkle takip etmeye yetiyordu. O, göldeki ibrettamiz şöleni bütün ayrıntılarıyla izlemek istiyordu. Oysa göldeki bir tek detay bile bütünü anlamaya yetiyordu...
Küçücük bir taşın koca gölü kaplayan etkisi karşısında düşüncelere daldı. Gölü insana benzeterek düşündü. Durgun tıynetli insanların ruhuna değen küçük taşları ve sonrasında etikisi gittikçe genişleyen sarsıntı halkalarını anımsadı. Basit ve küçük sebeplerden dolayı ortaya çıkan savaşları ve bu savaşlarda dünya gölünün trajedik hareketlerini aklına düşürdü. Bencilliğin, hırsın, öfkenin, nefretin, kıskançlığın indiği yerden başlayarak çember çember kişiyi ve kişileri nasıl tahrip ettiğini düşündü. Ayrılıkların, intiharların, güvensizliklerin hangi küçük sebeplerden dolayı doğup halka halka genişlediğini dalgın bakışlarla hatırlamaya çalışırken, gözyaşları gözlerinden akıp yanaklarından süzülerek göle düşüyordu....
Ve, "neden" dedi istemsiz bir söylenmeyle. "Göl kadar durgun ve sarsıntılara açık hale nasıl gelebilir insanlık" diyerek kıyıya doğru yöneldi... Sorun göl gibi olmak mıydı yoksa umulmayan taşların baş yarması mıydı bilinmez ama bir ikilemin parantezinde olmak kadar trajedik hiç bir şey olmasa gerekti...
Eline bir taş daha aldı ve aynı hız ve yükseklikte göle fırlattı. Taşın değdiği noktaya gözlerini dikti. Küçükten büyüye doğru yeniden hızla çoğaldı halkalar. Bu kez farklı bir göz açısıyla izlemeye başladı. En dıştaki halkadan en içteki halkaya doğru gözlerini kaçırmaya çalıştı. Bu kez dıştan içe doğru bir göz doğrulmasına girişmişti. Tersten düzü görmeye çabalamak gibi bir şeydi bu. Şeklin değerleriyle özün algılanmaya çalışıldığı bir yaşam gölünde o, en dıştaki halkadan en içteki halkaya doğru bir algılama içine girmişti. Zihnini bakışlarına indirip halka halka küçülerek merkeze odaklandı. Göz bebekleri kaydı. İki kaş arasında kesif bir ağrı oluşmuş gibi alnını gerdi. Durduğu yerde ileri geri sendeledi. Dayanamadı, gözlerini açtı ve izlemeyi bıraktı...
Sırtını göle döndü. Ellerini cebine koydu. Karnını içe çekerek göğüs kafesini şişirdi. Omuzlarını yukarı doğru kaldırırken başını paralel hızda iki omuzu arasına aldı. Vücudunu kasarak ayak uçlarına dikti gözlerini. Durdu. Dudaklarını sımsıkı kapadı. Gözlerini yumdu. Kaşlarını çattı. Dişlerini sıktı. Kalp atışlarını dinledi. Her kalp atışı onu içteki kendine doğru çekti. Kendisine doğru çekildikçe dış şartların unsur ve uğultularından soyutlandı. Bedenin sınırlarından firar eden bir mülteci gibi ruhuna iltica etmeye çabalıyordu.
Ruhta olanı izleyecekti. Halka halka dışa yansıyan insan pratiğinin asıl köklerine inecekti. Zor bir iniş olacaktı ama bunu yapmaya karar vermişti.
Göldeki halkalardan edindiği izlenimle kendi merkezine doğru halka halka genişledi. İç dehlizlerine yatay bir süzülmeyle geçiş yapıyordu artık.
İçe doğru odaklanması algı civasını yükselmişti. Adrenalin duygusu kan basıncını artırmıştı. Beyni kafatası içinde zonkluyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Kalbinin sesini mecazsız olarak duyuyordu ilk kez. Keskinleşen iç duyargalarıyla ruh şehrine hızla yol almıştı.... Benin iç alanına girmek riskliydi. Kalbin taşıdıklarını yerinde görmek cesaret istiyordu....
Geçiş sırasında bir hayli enerji sarfetmişti. Neyse ki, şehr-i ruhun kapısından içeri girmişti...
Devam edecek...
Not : Sevgili okur ve yazarlar kapıya kadar sizi getirdim. Haydi girin ruh şehrinizin kapısında içeriye ve sokakları dolaşın. Yıkık binaları görün. Terk edilmiş mahalleleri, köyleri dolaşın. Ardından kayalıklara, çimliklere uğrayın. Irmakları, şelaleri ve illede kavruk ve çölsel yerleri görün-gezin... Ruh şehrinizin iklimini duyumsayın. Bakın ve tadın. Ayaz mı, mutedil mi, sıcak mı? Nasıl olduğunu birde kaynağına giderek öğrenin...
Ender bir cesaretle yalansız ve yorumsuz kalarak kare kare ruh şehrinizin fotoğraflarını çekmeye var mısınız?..
Nihat Turan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
BİR DAMLA
Başkalarının hikayelerindeki yitik imgeler olarak kalmamak için uğraşıp duruyorsun. Sırf bunun için uğraşman bile senin çoktan yenilgiyi kabul etmiş olduğunu gösteriyor. Sessiz mumlar geçiyor gülüşlerinden, bir mehtap biliyor suskunluğunu, bir de karşıdan görünen selviler. Gökyüzünü maviye boyamaya çalışmaktan sıkılmadın mı hala sen?
Parmakların tedirgin, ellerini takip ediyorlar hareket ederken. Vücudun sanki yıllar geçmiş dokunmamış başka vücutlara. Ne kadar uğraşırsan bir başkasının şiirlerinde kaybolabilmek için, o kadar dibe batıyorsun. Düz yazılar da sıkıyor seni artık. Bir şeyler arıyorsun o selvilerin içinde, uzun sürecek bir şeyler...
Sıkılmışlık, tedirginlik, kaybedişler, uğranmayan en güzel duyguların rahat bırakmıyor ayaklarını. Nereye kaçacağını bilmediğin çocukluk saklambaçları gibisin. Küçükken en azından nereye saklanacağına karar verebilirdin. Oysa şimdi saklanacağın yerin yönünü bile bilmiyorsun. Birkaç nota var ellerinde çalmak istediğin, onlar da piyano başına oturduğunda gidiyor hafızandan. Tam bir işe başlayacakken, geçmişteki tüm başarısızlıkların geliyor aklına. Ne işe başlayabiliyorsun, ne de başarısızlıklarını kabul edebilmeye...
İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor. Hiçbiri kapından geçemiyor. Hiçbiri sana coşku veremiyor. Hiçbiri unutturmuyor kırgınlıklarını...Sen, ellerinde sarı sarı sönük şarkılar, ayaklarında renksiz birkaç adım, sabretmeyi bile bekleyemiyorken, bir de şimdi bu sıcak akşamlar bastırdı. Hani yağmurlar yağarken 'Soğuk nasıl olsa' der geçerdin. Dışarı çıksan da yürüyemeyecektin nasıl olsa. Caddeler buz keserken kalbini dinleyemediğini fark edemeyecekti yanından geçenler. İsyan etmeyeceklerdi. Ama şimdi...
Toprak kokusu gelmiyor derinden. Kurumuş güller bastırdı saksıları. Sulayamadığın için çok üzüldüğün çiçeklerin vardı senin eskiden. Şimdi? Koparılmayı bekleyen kuru dallar, eskiyen ezgiler var rüyalarında, artık özleyemediğin kardeşlerin var uzakta. Bahçelerinde koştururken çok yorulup bir bardak soğuk suyuna özlem duyduğun eski evler var yaralarında. Bu yüzden yaralarını saramıyorsun, evlerini görebilmek için...
Sessiz ol yine, yakışıyor suskunluk sana. Gözlerinden geçen gemiler seni nereye götürüyorsa, o kadar uzakta ol. Bir ada bulursan, geceyi de orada geçir. 'Yalnızdım çok yalnızdım. Martılar vardı bir tek beni dinleyecek. İşte o yüzden onlarla konuşurken hep seni düşündüm' de deme bana sonra. Martıların susup seni dinlemek dışında yapılacak daha önemli işleri var bu gece.Daha seni artık hiç sevmediğimi tüm gökyüzüne duyurmak için bulutlardan izin bile almadılar. Hele bir izin alsınlar da, sonra düşünürüm, bu haberi sana nasıl vereceklerini. Yok mektup bekleme hiç. O kadar uğraşamayacağım....Bir damla düşer selvilerin yapraklarından kafana belki, sen selvilerden uzun sürecek bir şeyler beklerken, kafanı tepeye dikip gerisini düşlersin. Sonra da 'Sadece bir damla yağmur yağdı ne tuhaf' dersin.
Aslında tuhaf olan bir damla yağmur yağması değil; benim senin için dökülecek ikinci bir damla gözyaşımın kalmamasıdır...
Öykü Özü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Özhan Bilgin neyine.. |
|
neyine senin be adam;
hayata dair, aşka dair şeyler yazmak !..
neyine senin;
göğe, yağmura, güneşe, buluta, şehre, doğaya, dünyaya anlamlar yüklemek !..
sevişir gibi yaşamak senin neyine !..
neyine senin;
gökkuşağını aramak betonların arasında !..
neyine;
bu plastikleşen dünyada yüreğinin
'ille de yaşamak.. ille de yaşamak..' diye çarpması !..
neyine senin,
diklenmen neyine !..
ve zulmedenlere ses çıkartman !..
neyine;
her şeyi ,
her şeye rağmen "gülümser gülümser" izlemen !..
neyine senin,
sevdalara dava gibi adaman kendini !..
ve korkmadan aşkı kükremen ..!
senin neyine be adam,
kıymet bilmeyenlere kıymet yüklemen,
seni alçak gibi görenleri ihya etmen !..
bildiğini söylemen,
bilmediğini istemen !..
paylaşmayı bilmeyenlere paylaşabilmeyi göstermen, neyine !..
neyine senin be adam;
ezilmiş ve korkutulmuş insanlara sesler yükseltmen !..
okumayan,
okusa bile okuduğunu anlamayan,
anlasa bile okuduğunu anlamak istemeyen
insanlara yazman !..senin neyine !..
neyine senin;
istekli bir çocuk hevesi gibi şiir yazman,
iki mısra için geceleri gündüzlere katman,
güzel bir söz söylemek için saatlerce demlenmen,
neyine !..
neyine ki;
algısızlara, algılamaları için methiyeler düzmen !..
senin neyine be adam ..!
neyine;
vefasızlara şefkat üflemen,
görmezlere gördürmek için çabalaman !.. senin neyine !..
neyine be adam;
kin, öfke, haset duyanlara,
sevgiden, saygıdan, çiçekten, böcekten bahsetmen !..
sürekli tüketenlere;
sevmeyi, sevişmeyi, büyütmeyi, çoğaltmayı söylemen !..
tüm güzellikleri bir çırpıda harcayan insanlara,
tükettirmen emeğini !..
neyine;
hisleri yontulmuş, gözleri körelmiş;
duygusunu, türküsünü, estetiğini, sadeliğini hayatın,
nakış nakış hissettirip gösterme çaban insanlara,
neyine !..
neyine ki senin homurdanman ,
zülfiyare dokunup !..
ve neyine senin;
bir günlük ömrüne kelebeğin,
ömürler biçmek !..
neyine senin rasyonel olmamak !..
neyine !..
ve hoş bir seda bırakma arzun,
yozlaşan bu kubbede,
üretmeden tüketen, göçüp giden ömürlere..
hoş bir seda bırakma arzun !..
neyine senin be adam ..!
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Nadya Alpkonlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.835 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Üç Telden Balalayka...
Biliyorum, yakınlarda bir yerdesin
İçimdeki kırlangıç sürüsünün kanat sesleri
De olmasa,
Nereden bileceğim ki
Neredesin?
Belki henüz farkında değilsin
Ama, bu sene bizim buralardan
Bahar çekilmek bilmedi.
Sebebi aramızda sır;
Gizlice kulağıma fısıldayıp söz verdi,
Sen beni bulmadan uçmayacak
Başka diyarların, başka topraklarına...
Ömrümün öyle bir durağındayım ki;
Sabırsızca her bir yana yetişen adımlarıma,
Düşünmeden sözcükleri harcayan ağzıma,
Ve dahi kıymetini bilmediğim zamanıma
Bu durakta beklemeyi öğrettim.
Ne ayaklarımı,
Ne kelimelerimi,
Ne de zamanımı
Savurmuyorum oradan oraya...
Seziyorum, buralarda bir yerdesin
Çünkü, içimdeki kırlangıçlar
Da fısıldamasa,
Bilemem ki, hangi gün, hangi saat
Karşıma geçeceksin?
Bu sene bahar ve ben tatlı
Bir serserilik peşindeyiz
Denizde çakıl taşı sektiriyor,
Islıkla senfoni tüttürüyor,
Kaldırım dönemeçlerinde adım biriktiriyoruz
Avuçlarımızda ise sıcacık çiğdem çekirdek
Söz verdi bahar, sen gelmeden
Başka diyarların, başka ağaçlarında yeşermeyecek..
Ömrümün öyle bir mevsimindeyim ki;
Gözüm başka duyar,
Kulağım başka görür
Gönlüm semazene öykünür
Hani, bir kırlangıç kanadım
Bir de sen olsan...
Hazır bahar da yalın çıplak, taçlanmış başımda,
Bürünürüm sevinçlerimi
Dönüp bakmam ardıma
İşte tam da o sıra
Göz kırpar omzumdaki üç telden balalayka
Kırlangıç kalbi kadar ritmik tınılarla
Başlar;
Bahar,
Sen
Ve
Ben...
Elif Eser
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
...Sen, kaçak ve ürkek ceylansın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada, bir de ben varım! Seni korkutacak geçtiğin yollar, Arkandan gelecek hep ayak sesim. Sarıp vücudunu belirsiz kollar, Enseni yakacak ateş nefesim. Kimsesiz odanda kış geceleri, İcin ürperdiği demler beni an! De ki Odur sarsan pencereleri, De ki Rüzgar değil, odur haykıran!.. Necip F. Kısakürek http://www.berzah.com/ meraklısına şiir portalı.
En keyiflisinden ve en eğlencelisinden, her yaşa hitab edebilecek oyunlar için http://www.kraloyun.com kısayolunu tavsiye edebilirim. İster online oyun oynayın ya da bilgisayarınıza indirip internet'e bağlanmadan oynamaya devam edin.
... Kapınız veya telefonunuz çalmadan önce çalacağını söylüyorsanız, canınızın çektiği ve keşke olsaydı dediğiniz şeylere biraz sonra tesadüf ediyorsanız, hissettikleriniz bir bir çıkıyorsa, siz de psişik denilen özel yeteneğe sahip olanlardansınız... Yazının devamı için http://www.astroloji.org/
Her gün posta kutunuzda güne neşeyle başlamanızı sağlayacak bir fıkra istiyorsanız hemen üye olun :) http://www.chekirdek.com/ Bir paket çekirdek ve bir bardak su ile iyi gider.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz adreslere bir yenisi eklendi. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Alarm 1.0.9 [680 KB] All Windows Free
http://bluefive.pair.com/Alarm.zip İyi çalışan bir alarm programı. Saati kuruyor, isteklerinizi belirliyor ve bırakıyorsunuz. Zamanı geldiğinde, polis sireni ya da sizin seçtiğiniz bir şarkı ile sizi uyarıyor. Mesajınızı tam ekran ya da pencere olarak gösteriyor. Bir alarm dan başka ne isteyebilirsiniz ki?
Yukarı
|
|
|
|
|
|