|
|
|
1 Temmuz 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sana güzelleme yazdım güzelim!.. |
Merhabalar,
Yaz geldi etraf bez afişten geçilmiyor. Yaz spor okulları, yaz günü çocukları toplayan H tipi anaokulları, güzellik salonlarının budama ve boyama ilanları derken sonunda olan olmuş. İlk defa 2 gün önce gördüm. Öylesine altından geçince birşeyi atlamışımdır mutlaka dedim, önemsemedim. Dün gene karşılaştık o şirin(!?) afişle, "Şiir ve kompozisyon yarışması. Konu: Neden AK Parti?" 1 metreye 8 metre, koca minibüs caddesini dikine kesen bir bez afiş. Sağında solunda birer ampul. Amanin... Cesaretin böylesine şapka, takke ne varsa çıkarılır. Kendilerinden öyle eminler ki, cümle alem haklarında methiyeler düzecek şiirler yazacak diye bekliyorlar. Önce onlar isimlerini doğru yazsınlar, sonra sıra bana gelsin, düzeyim... methiyeleri birer ikişer. AK Parti falan yok, senin adın AKePe kardeşim.
Kahve Molası olarak bize yakışan canımız baştacımız yöneticilerimize en içten duygularla seslenmek olacaktır kuşkusuz. Gelin ilk adımı ben atayım ve sayın büyüklerimin isteklerini yerine getireyim. Neden AKP öyle mi? Buyrun size en candanından bir sevgili başbakan güzellemesi. Tepe tepe kullanın.
"Ulusa sesleniyorsun, seni dinliyorum gözlerim kapalı.
Omuzlarında birer melek var sanki sayın başbakanım.
Biri susuyor diğeri başlıyor şakımaya.
Gözlerinden zeka fışkırıyor eşsiz başbakanım.
Simitçi der geçerdim, parayı verir simidi kapardım.
Seni tanıdıktan sonra hepsi gözümde birer lider oldu sevgili başbakanım.
Memleketi simit tablası, bizleri bisküvi belledin, ne de iyi ettin
Bir koyup beş almak neymiş sende gördüm benim tacir başbakanım.
Vücut dilini en iyi kullanan lider olarak geçtin tarihe
Tek kelime konuşmadan kanka oldun yedi düvelle canım başbakanım.
Millet bir kap yemeğe hasretmiş, cepte para yokmuş ne gam,
Senin dilinde ekonomi bir başka güzel uzun başbakanım.
Az kalsın dinden imandan çıkacaktık, tez yetiştin
Başıma türban, tepeme takke, kafama örümcek koydun mübarek başbakanım.
Yeni kundakçılar yetişsin dedin, izinsiz kurslardan cezayı kaldırdın,
Sen bu yola baş koydun, seni sevmeyen ne olsun birtanecik başbakanım."
Şiir kısmını yazdık. Sırada uzun bir nesir var Allahın izniyle. İlk fırsatta onu da döşenir bu yarışmada birinciliği kimseye kaptırmayız inşallah.
Serde denizcilik var ya, bugünü unutmadık tabi. Denizi ve denizciliği yok sayan, karasularında kendine ait tek bir vapuru kalmayan, olanları hiç uğruna heba eden, üç tarafı deniz ama denize sırtını dönmüş bir milletin çocukları olarak 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı cümleten kutlu olsun. Yarın ise hatırlamak istemediğimiz bir günün yıldönümü. Palazlanıp haklarında şiir şarkı yarışması açanların akıllarını başlarına devşirmelerini dilemekten başka şey gelmiyor elden ne yazık ki.
Tatsız anıları geride bırakıp tatlılarını yadetmek için bir güzel dizi film şarkısını dinleyelim isterseniz. Bir İstanbul Masalı'nın soundtrack'inden bir Kıraç klasiği, Olur ya. Hepimize güzel bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın 'İnsanlık Suçluları'; ayağa kalksın! |
|
İnternette dolaşmaya başlayan ileti ekinde bir 'televizyon reklamı'nın Amerika'da yayınlatılmadığını okuyoruz. Görmeyenlere ya da bakıp geçenlere aktaralım:
Bir fotoğraf: Arkada İkiz Kuleler yanarken önde bir köprü fonu üzerinde yapayalnız bitkin bir çocuk yere bakmaktadır. Kulelerin yanında "2863 insan öldü." diye yazar. Çocuğun yanında ise "Dünyada 824 milyon insan açlık çekiyor." Şöyle tamamlanır kare:
"Dünya terörizm karşısında olmalı. Ancak aynı zamanda açlık karşısında da!"
Başka bir fotoğraf: İkiz Kuleler yanarken, bu kez öndeki köprü fonunda evsiz, perişan bir yaşlı adamcağız. Kulelerin yanında yine "2863 insan öldü." diye yazar, yaşlı adamın yanında ise "Dünyada 630 milyon evsiz insan var." Şöyle tamamlanır bu kare de:
"Dünya terörizm karşısında olmalı. Ancak aynı zamanda yoksulluk karşısında da !"
Terörizm'i, geniş kitlelerin mutsuzluğunu; ülkeler içinde ve arasında gelir dağılımındaki korkunç uçurumlar; bunun sonucunda ortaya çıkan açlık, eğitimsizlik ve düşünce karanlıkları yaratmıyor mu? Beslemiyor mu?
Kaç yüzyıllardır azınlığın refahı, çoğunluğun sefaleti pahasına yaşanıyor?
Dün de bugün de 'gerçek' bu değil mi?
'Uygar Devletler'in, güya terörizmi önlemek ve 'demokrasi getirmek' bahaneleriyle ve fakat petrol ve bölge üleşmesi amacıyla Irak ve Irak Halkı'nın üzerine çullanmasının üstünden iki yılı aşkın zaman geçti. Değişik kaynaklar, bu saldırı ve ertesinde geçen zamanda yüzbini aşkın insanın öldürüldüğünü, kırkbin insanın sorgusuz sualsiz hapishanelerde tutulduğunu ve ülkenin baştan aşağı talan edildiğini ortaya koyuyor. İşgal güçleri bir yandan Irak içindeki değişik etnik ve dini unsurları birbirlerine kışkırtmayı sürdürüp, kaos ortamında petrol ve diğer ülke gelirlerini kullanırken, diğer yandan göreve getirdikleri kukla hükümetler gölgesinde çevredeki diğer toprak ve ülkeleri de ele geçirme planları yapıyorlar.
Bugün yapılan dün de aynı değil miydi ?
Büyük egemen güçlerin yüzyıllardır yaptıkları hiç değişmedi. Değişik gerekçelerin ve paravanların arkasına sığınarak, dünya insanlarını, dünya kaynaklarını bir avuç azınlık için kullanmak.
Sömürmek!
Önce saldırılarla, sonra keşiflerle, sonra kölelikle, sonra aydınlanma ve bilginin üretime katılmasıyla, sonra güdümlü sivil toplum örgütleriyle, sonra 'demokrasiyle', sonra tek tip-kültür yaşamların yerleştirilmesiyle.
Dün de bugün de. İlla açık ve gizli savaşlarla.
Başka gerekçeler arkasına sığınılsa da, medya allayıp pullasa da Irak'ta yaşananın bir ele geçirme saldırısı olduğunu anlamayan kalmadı !
Yine giderek daha fazla anlıyoruz ki, bu ele geçirme harekatı yaygınlaşan ve etkinleşen bir direnişle karşılaşıyor Irak'ta. Önceleri dışarıdan sızan bir avuç radikal islamcının eylemleri sanılıyordu ya da öyle gösterilmek isteniyordu. Oysa haber kaynaklarını farklılaştırabilenler, orada yaşayanlardan ve yaşananlardan doğrudan haber alabilenler direnenlerin, onların içindekilerin; sokaktaki, evdeki, okuldaki insan, Irak Halkı olduğunu da anlamaya başlıyor.
İnsanların canları pahasına gerçekleşen bu direnişin yalnız Irak için değil, dünya ve uygarlık adına ne anlama geldiğini, ne anlama geleceğini ise yaşadıkça göreceğiz.
Tıpkı bugün hemen her ülkede var olan; cılız görülen, gösterilen diğer bazı, benzer ya da farklı 'direnişler' gibi.
Tek tipe, ele geçirmeye, insanlığın insanlıktan uzaklaşmasına direniş. Sömürüye direniş.
Bu çullanmayı gerçekleştirenler…. Ve bunu önlemeye yönelik direnişe katılmayanlar, dudak bükenler, hatta açık ya da gizli destek olanlar, hangi amaçlarla böyle davranıyor olurlarsa olsunlar.
İnsanlık tarihi hep yazdı. İnsanlık vicdanı hiç yanılmadı.
İnsanlık mahkemesinde mahkum oldular.
Böyle bir mahkeme, "Irak Dünya Mahkemesi"nin son duruşmaları geçenlerde İstanbul'da yapıldı. Varılan sonuç, Irak'ta "ahlaksız bir savaşın sürmekte" olduğu şeklindeydi.
Mahkeme 'sanıklara ve yardımcılarına' kararını seslendirdi.
Suçlu bulundunuz. Suçunuz:.
"İnsanlık Suçudur"!
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Gülümsemektir Özüm |
|
"İlk kez kaçırdığım çilek mevsiminden sonra gelen böğürtlen vaktinde gülümsedim hayata."
Sizlere kendim ile ilgili paylaştığım ilk cümlelerim özünü hep "gülümsemek/gülümsetmek" oluşturdu. Devamında yazdıklarım ile -hüzün sağanakları halinde- çoğu kez sizi gülümsemekten uzaklaştırırdım. Bu kadar hüznü yazarken ben gülümsüyordum içtenlikle ve size de her şeye rağmen küçükte olsa bir tebessüm etmenin/ettirmenin değerini yazdıklarımla vurgulamak istemiştim.
Benim hayatla ilgili mücadelelerim, kendimce farklı açılardan anlamlandırmak ve yeni kavramlar yüklemek oldu daima. Çünkü hayat ucundan tutabildiğimiz kadar bizim, uzaktan bakmakla yetinmeyi seçtiğimiz kadar onlarındı... Bense, kendi hayatıma hep göz bebeklerinden bakmayı tercih ettim... İçinde kendi yansımamı görecek kadar sıfır mesafelerde.
Başkalarının hayatı ile ilgili aynalarımı önce kendi hayatıma tuttum, kendi aynalarımda sahneledim. Her sahnede biraz ben, biraz onlar vardı... Ve her sahne hayatı farklı pencerelerden yaşarken, hep aynı yöne aktı. Başlangıçlarımız nasıl aynı ise, bitiş noktamız hep aynıydı. Aramızdaki tek fark geçtiğimiz yollardı. Aslında ulaşım araçları gibiydik. Kimimiz hayatı derinliğince yudumlamak için faytonlara doluştuk, kimimiz hızlı trenlerimize. Bazımız erken vardık gideceğimiz yere, hayatı hiç duyumsayamadan... Bazımız da çok geç varırken, sindire sindire çektik hayatı içimize.
Hayat bir yolculuk ise, kazancımız ortak noktaya ulaştığımızda heybemize yüklü yaşanmışlıklarımız kadardı.
Benim için hayat;
Anlayabilmektir bir bakıştan bir gözdeki kederi, sevinci, hisleri. Görebilmektir bir karlı kışta üşümüş serçeciği. Detaylar insanıyım, büyük şeylere değil, küçük anlara müptelayım. O anlar ya çok mutludur dudakta bir tebessüm ile... Ya da çok kederli, gözde bir kaç damla ile... Gülmeyi ve gülümsetmeyi sevdiğim kadar severim göz yaşlarımı... Aşkı sevdiğim kadar severim yalnızlığı, hasreti. Her tezat içinde yeniden inşa edilecek köprüler barındırdı... Bense hiç kokmadım yeni köprüler geçmekten.
Kimisi tahtaydı, iki yanından ince ipler sarkardı. Bir rüzgar esti mi düşecek gibi korkutan.
Kimisi betondandı, iki yanından çelik halatlar uzanan. Sağlamdı, ihtişamlıydı, kör bir gururdan yaka silktiren. Ben hep kendi ellerimle inşa ettim köprülerimi, yine kendi ellerimle yerlerinden söktüğüm gibi. Zaten her eski bir yeniye gebeydi, bense hiç korkmadım yeniliklerden.
Hayat çoğu kez ödüllendirip bizleri, aslında karşılığında ödediğimiz bedeller için sinsi planlar yaparken, en olmadık yerlerimizden vurur bedenlerimizi... Çünkü haindir. Biz tuttuğumuzu sandığımız yelelerinde hızla koşarken, birkaç engelde düşmemek için daha sıkı sarıldık... Çoğu engelinde yüz üstü kapaklandık. Her düştüğümüzde yeni bir inançla doldu yüreklerimiz, yelkenlerine asıldık. Bu kez azgın dalgalarında sörf yaptırdı bizi. Devirdikçe karanlık sularına, kopkoyu maviliğine yüz sürdük. Nihayetinde çırpındıkça derinliğinde yüzmeyi öğrendik ve yeni yeni sahillere attık kendimizi. Her kum tanesi yaşadığımız günler kadar küçük, anılarımız kadar sıcaktı. İçindeki cam kırıkları anlarımızdaki acılarımız kadar yaraladı ellerimizi... Biz ise martılara sardık kanayan yüreklerimizi. Hep bir umutla yarına adanmış temenniler ile. Çünkü hayat ile ilgili isteklerimizi gerçekleştirebildiğimiz kadar mutluyduk, elde edemediklerimiz kadar boynu bükük.
Hayatı dolu dolu yaşayabildiğimiz kadar bizdik, uzak kaldığımız kadar onlar.
Ben kendi hayatıma en yakınından baktığım gibi, şimdi de size bakıyorum. İçinizdekileri sorgularken görüyorum sizi ve en derinliğinize tutunuyorum. Yüzeyde gösterdiğiniz ışıltıların ardına gizlenmiş karanlık iç burukluklarınıza dokunuyorum. "Yaşamak tatlı olduğu kadar acı ise acının olmadığı yerde tatlının tadı alınmaz" diyorum. Tutup kollarınızdan, çekiyorum ardım sıra güneşe dönen yüzünüzü aynalarınıza aksettirip. Sizi görüyorum... Acısıyla, tatlısıyla, hüznüyle bir geçmişi ardına bırakıp; bir yarını umutla selamlayan sizi. İnsanız çünkü... Ve tüm insanlar gibi aynaya bakarken gülümsüyorsunuz... Tıpkı benim gibi.
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KORKARSAM SENİ ARAYABİLİR MİYİM ?
Salondaki kanepede yan yana oturmuşlardı. Seda'nın başı Hakan'ın göğsü üzerindeydi. Henüz ağlamaya başlamamıştı, şaşırmış mıydı buna ? Beklediği bir andı aslında. Günlerdir, haftalardır hatta aylardır bekliyordu. Alıştırmıştı kendini. Bu yaşantıya alışamayacağını anladığı gün alıştırmaya başlamıştı kendini ayrılığa. Boşanmak kelimesinden daha çok acı veriyordu "ayrılık" kelimesi. Ayrılık !
Yaklaşık 1 saat önce ayrılmaları gerektiğini konuşmuşlardı, bitmesi gerektiğini… Seda başını kocasının göğsüne dayamış, gözlerini kapatmış, hissettiği duygunun adını koymaya çalışıyordu. Hakan ise karşı duvarda duran tabloya dikmişti gözlerini. Büyük yeşil bir bahçe vardı tabloda, uzaktan iki kişinin gidişi görünüyordu, gökyüzü masmaviydi, huzurlu bir resimdi bu, uzakta iki insan silüeti görmek hüzün vericiydi ama huzurluydu işte.
Gidişler içini burkardı her insanın, Hakan'ın da…İçinde bir yerlerde bir tren kalkmak üzereydi, bir gemi limandan ayrılmaya başlamıştı. Birileri el sallıyordu gidenin ardından, gidenler ve kalanlar birbirlerine el sallıyorlardı. Hüzünlüydüler ama gökyüzü masmaviydi. Yağmur yağmayacaktı.
Seda şaşırıyordu ağlayamamasına, o kadar mı çok yorgun düşmüştü bu evlilikte, o kadar mı çok yıpranmıştı ?
Hala seviyordu kocasını aslında, gözlerini kocasına çevirip onu sevdiğini söylemek istedi ama konuşamadı önce. Hakan'ın kalbinin atışını duyuyordu, içinde bir kuş uçmaya başladı birden, gülümsedi, kocasına çevirdi gözlerini:
- Seni seviyorum
- Bundan hiç şüphem olmadı, dedi Hakan yumuşak bir sesle
- Bundan sonra da seveceğim
- Ben de birtanem
İkisi de boşanmanın prosedüründen bahsetmek istemiyordu, en azından şu an bundan bahsetmeye gerek yoktu. Nasıl olsa boşanmanın gerektirdiği her şeyi yaşayacaklardı. Onlar, içinde bulundukları durumu anlamaya çalışıyorlardı. Bir gerçekle yüz yüze gelmişlerdi, bekledikleri ama ne şekilde geleceğini bilmedikleri bir misafiri ağırlıyorlardı.
Birbirlerini seviyorlardı, birbirlerini hep seveceklerdi. Ne garipti, ayrılmaya karar verdiklerinde birbirlerine karşı daha anlayışlı daha naziktiler.
Seda ayağa kalktı, pencerenin kenarına gitti. Hakan'ın da kalkarak banyoya doğru yöneldiğini gördü, kendisini yalnız hissetti bir an, gözünü banyonun kapısına dikti ve Hakan'ın çıkmasını bekledi, dakikalar uzadıkça yalnızlığı artıyordu. Sevgi miydi bu, aşk mıydı, yoksa alışkanlık mı ? Alışkanlık, sevgi ve aşktan daha mı zordu, vazgeçmesi daha mı uzun sürer, daha mı sancılı olurdu? Aşk mı zordu alışkanlık mı ? Hangisinin hapsindeydiler?
Hakan yüzünü yıkadı soğuk suyla, ellerini lavabonun kenarına dayayıp aynadaki yüzünü izledi, bir süre o şekilde kaldı aynanın karşısında, anlayamıyordu ne hissettiğini, düşünemiyordu. Banyodan çıkıp Seda'nın yanına geldi. Seda'nın gözleri dolmuştu, o da ne hissettiğini neyin doğru olduğunu anlayamıyordu. Doğru olduğunu düşündükleri karar aldatıyor muydu onları yoksa ? Oysa bu kararı birlikte, inanarak vermişlerdi ve bunu istiyorlardı, daha dün bundan emindi Seda. Peki şimdi içindeki bu şüphe de neydi, değişen neydi, birazdan gidecek olması mı ? Elbette öyleydi. İşte birazdan kocası bu evden çıkıp gidecekti, geriye, Seda'nın vazgeçmesi gereken alışkanlıkları kalacaktı. Sabah kahvaltı masasında 1 tane çay bardağı koyacaktı, televizyonun kumandası sadece onda olacaktı, yatağın sadece bir tarafı bozulacaktı, ev daha sessiz olacaktı… Geriye yalnızlık kalacaktı, kimsesizlik hissi… Bir yorgunluğun yerini başka bir yorgunluk alacaktı. Zamanla kurtulacaktı bu duygulardan biliyordu ama birazdan yalnız kalacaktı işte.
Hakan iyice yaklaştı Seda'ya, karısının gözlerine sevgi dolu baktı, bu kararı vermeden önce böyle bakmıyordu hiç, belki evliliklerinin ilk yıllarında, yıllar önce…
Sonra sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Birbirlerine deli gibi aşık görünüyorlardı, sanki birbirlerini ne şekilde kıracaklarını düşünmeden tartışan, kavga eden onlar değildi, sanki en ufak bir nedenden bile sorun çıkaran, en küçük sorunların bile altından kalkamayan onlar değildi. Sanki birbirlerinin kalbini hiç kırmamışlar, onarılmaz yaralar açmamışlardı. Sanki yaşanmamıştı hiçbir şey, bir film yeni başlamak üzereydi. Şimdi birbirlerini gerçekten kaybedeceklerinin farkındaydılar!
Seda Hakan'ın kollarından aktığını hissetti, vücudunun soğuduğunu… Hani bir şeyin olacağını, yaşanacağını bilemek ayrıdır ama onu yaşamak apayrıdır ya, işte o anı yaşıyordu Seda. Verdiği kararın bir sonucunu…
- Artık gitsem iyi olur
- Belki de bu gece kalmalısın
- Kalmak sence daha mı kolaylaştıracak bu durumu ?
Seda cevap veremedi, Hakan'ın dudaklarını hissetti anlında, sımsıkı, sıcacık bir sarılış gibiydi sanki. Bir daha öpmeyecek miydi onu bu adam, bir daha dokunmayacak mıydı ? Birkaç gün önce kocasının ona sarılması hiç işlememişti içine halbuki, ya şimdi ?
Kapıya doğru yönelişini izledi Hakan'ın, kapı tokmağına dokunan elini…
- Hakan ?
- Evet
- Ben karanlıktan korkarım biliyorsun
- Bilmez miyim, dedi Hakan gülümseyerek.
- Eğer çok korkarsam
- Ki korkarsın
Gülümsedi Seda da kocasına:
- Eğer korkarsam seni arayabilir miyim?
- Beni istediğin her zaman arayabilirsin.
Sanki hiç gülümsemediği kadar güzel gülümsüyordu Hakan, sanki hiç olmadığı kadar güzeldi bu akşam Seda.
Hakan yavaşça açtı kapıyı, çıkışını izlemedi Seda, cama döndü yüzünü. Evinden çıkışını izleyemedi kocasının ama apartmandan çıkışını görüyordu şimdi, Hakan onun kendisini izlediğini bildiği için dönüp bir kez baktı karısına, hiç olmadıkları kadar, hiç olamadıkları kadar şefkatliydiler birbirlerine karşı.
Hep anne ve babasının evlilikleri gibi bir evlilik istemişti Seda, hani bir ömür bir yastıkta… Olmadı! Yapamadılar! Anne ve babasındaki ya da annesinin ve babasının dönemine ait olan insanlardaki güçlü bağı yakalayamamışlardı. Artık kolay pes ediyorlardı belki de, belki de dayanma güçleri kalmamıştı. Dayanmak zorunda da değillerdi aslında. Artık her şey eskisinden farklıydı; şartlar, düşünceler, değerler…Yaşadıkları zaman, alışkanlıklarından kolay kopmayı gerektiriyordu sanki, ipler ince örülüyordu ya da çabuk çürüyordu. Hiç olmazsa dostça ayrılmışlardı. Bunları düşünebiliyordu Seda sadece.
Hakan'ın sokaktan kayboluşunu izledi Seda, sonra duvarda asılı anne babasının fotoğrafına baktı. Bir garip boşluktu hissettiği, bir garip hüzün…
Funda Güven
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Veysel İkibudak
|
BOŞLUĞA TUTUNAN ÖYKÜLER
1. öykü
Gözlerinin gölgesi…
Başıboş bir yalnızlığın sessizce yüreğine indiği karmaşadayım. Yitirilmiş ve unutulmuş isimleri hatırlayamama tedirginliği bu. Buğulu özlemlerin camdaki ıslaklığı, zamansız biten şarkı gibi kayarken kendine...
Gözlerinin hilaline tutuluyor beyazımın saflığı. Gözlerinin gölgesi düşüyor acemi gençliğime. Kum kadar çoksun ayağımı yakan, çıplaklığıma biçilmiş pahalı bir elbisesin varlığımı sarmalayan. Sadistsin ayrıca ve bir o kadar da yok.
Terinin kokusunu duyumsadım, ezilmiş gelinciğin çaresizliğinde.
Kan kaybederken, sevda masallarını yazanların, tarihi yanıltan sözlerine takıldı saçlarım. Belki o yüzden geç kaldım şenliğine ve gülüşüne. Timsahın gözleriyle ağlıyordun ve ihanet ediyordun kendi yalnızlığına.
Söyle şimdi: Hangi şarap seni güzelleştirebilir artık, hangi sarhoşluk?
Tüm kurulu saatler, yaşamını çekeliyor ruhundan. Ruhun tuzlanıyor cehennem sıcağına. İhtilal ateşlerinde pişen yemekler, ertelenmiş sevda tadı veriyor baksana! Büyürken ağaç, dalları da kırılıyor. Bir asker kendini vuruyor nedensiz! Allah kahretsin, bütün ölümler birbirine benziyor. Her sevinç, kendi gülümsemenin rengini veriyor yaşamın iç çamaşırına.
İntikamlar bekletiliyor, büyümemiş vahşiliklerde. Küçük derelerden geçiliyor, işmiş gibi büyük adımlarla.
"Gözünüz aydın göz tutulması yaşayanlar, bir arpa boyu yoldu tüm nefesiniz" diyorlar. Hesaplar karışıyor. Venüs saçlarınla oynuyor uykudayken. Dudağında şarap tadı, bende Hayyam sarhoşluğu. "Aşk üzümdür artık" diyorum ne yapayım?
Su altında kalıyor, içimizi delip geçen ve üzerimize yıkılan tarih. Gerçeği yansıtmayan doğruluklara asılıyoruz inadına.
Karmaşıklığın karmaşası bu. Zen rahiplerinin ve su üstündeki gülün gizi, sabır, kahır, har, ateşin yakması arsızca bedenimizi, bir kente hapsolma, kırk katır, kırk satır, (aşk)lık grevi, b(aşk)a adres, hazır valiz, adressiz yolculuklar bir de... Dost gülümsemelerine her şeyi yaktığımız özet, kum zamanı, alınmayan kaleler, yıkılmayan tabu...
Demek sen de gidiyorsun kaleleri yıkarak. Nereye? Bitti mi ki şarabımız?
2. öykü
Hayatın en güzel yanı…
Yeni keşif haritalarının bulunduğu kıstırılmış coğrafyalardayız. Karşımıza çıkacak olan, korkuları ağırlaştıran melankolik ve ağdalı bir dünyasallık. Kardeşliklerin kuma gömüldüğü eski bir yanılgı olacak biliyorum. Esaretimizi sınadığımız saçma bir hoşgörü. Umutla avuçladığımız düşler ve atılmış köprüler geriye kalan...
Kınası solmuş evlilikler, kelebek ömürlü aşklar, içinden korku geçen sevinçler, yollar boyu sürgünler en özleten cinsinden. Uzaktan sevmenin yaralı yalnızlığı, kanserli keşişin sayılı nefesi, suya ulaşamayan kaplumbağa, kuşatılmış hayatımızın saate vuran gölgesi, paslanan yılların adam edemeyen yanları, serseriliğimi ipe serdiğim yaşantımın en hoş yalanı... Öykünün en güzel yanı bu galiba...
3. öykü
Alışmak ve unutmak…
İnsanlarla bir aradayken, onlardan kaçarak yaşamayı geliştirmek, aynı anda onlarsız yapamamanın öfkesini de taşımak zorundayız. Zamanı zehirliyoruz bir bardak suyla. Ölsün istiyoruz saatler, can çekişe çekişe. Bir ıssızlık duygusu bu, ıslıksızlık,
şarkıya en gereksinim duyduğun anda.
Kolu kanadı kırık bir yaşamın pusulasızlığı, kendiliğinden kaybolan yönler, karanlığın orta yerinde kalmış bir bebek ve umursamazlık...
Hiçbir fotoğrafını asmıyorum artık beynimin duvarına. Köşeyi dönünce denizi de göremiyorum üstelik. Anla ki bir aşkı, bir şeylerden vazgeçerek yaşamanın en zor olduğu yerde karşıladık. Ve anla ki varlığıma alışmanla beni unutman aynı şey aslında...
4. öykü
Yalnızlığın resmi…
Aldırma suyunu içen tuzsuza. Gece olmuş zaten en kırmızısından. Ateşler içinde yanarken buzullar, terin teninle sevişirken, saat yalnızlığa dönerken, keman ağlarken su da yanar; ateş üşürken, türküler kaybolup tamirci çırağı düşlerini temizlerken aşklar ölür ve
gömülürken kül tablalarına, ayağımızdaki zincirler onur katarken çamurdan aşklara, iğnenin ucunda acıyı, deliğinde sensizliği gör şimdi...
Seni kitapsızlığa mahkûm ediyorum. Notasızlığa, harfsizliğe, düşsüzlüğe bir de. Acıtan yanlarının, sunaklarına yatırıyorum kendimi; tanrıların ucuzluğuna inat; paslı kilitlere yaslıyorum geçmişin sandığını…
Yaşamı : "Bir sigara içimi, kuş uçumu, balık ömrü" olarak tarif ediyorlar. Kendini inkâr eden üzümün şarabı, istemeden yağan yağmur, kısaltamadığımız yol, tadına varamadığımız (... ).
Çöpte ekmek, çayda çıra, açlıkta çocuk, dilimin ucunda emekleyen isyan… Tanrı yalnızlığımızda Sabahattin Ali'nin dalgaları, aldırma gönül…
Kahveye katılmış zehirli hatır, kasımda bir parkta uyuma sahipsizliği, göğsümde yanık izi bırakan dudak, hayatımın sınırlarındaki pervasız işgal, dikenli tellerimi kesen sözler, mayınlı arazilerime duygularını savuran tuhaf esinti… Ruhumu ihlal, ruhunu iltihak eden tarifsiz acı, anarşist yanımın siyahı... Yalnızlığım benim değil, senin yalnızlığındır aslında....
5. öykü
Omzumdaki melek…
Seni yazmanın anlamı yok artık, kum saatleri erguvan çiçeklerine akarken. Şiirler ölüp şairler en kırmızısını içerken şarabın. Ölüleri sararken beyaz günahlar, anlaşılmaz bir dille yakılırken ağıtlar, "Kaçıncı ömrüm acaba bu?" diye düşünürken, çirkin kızlar sevdalarını asarken saçlarının tellerine, tanrı ağlarken olup bitene, omzuma günahlarım yazılırken, sonra günah yazılı omzuma yaslanırken sen; adressizliğimizin tanıkları ölürken birer birer, temize çekemediğimiz sevdayı çizdiğimiz kâğıt da ağlar sonunda.
Uzun tümceler, uzun aşklara benzemiyor değil mi? Hiçbir adres doğru çıkmıyor aksine. Karanfil kokusu, tütün, azıcık ekmek, soğuk süt, çizgi roman kahramanları, buzdolabındaki anılar, yıldızsız gece, dikenli yatak, terli avuç, bilmem kaçıncı senfoni, paramparça haykırışlar, heyula, eylül, yaşama dair unutulmuş bir dip not, ikinci tekil kişi, zincir, gelincik, ay tutulması, ay ışığı, bir sıradanlık öyküsü, göz yaşı şişesi, cızırtılı radyo, falda çıkmayan yollar...
Öfkesini sensizlikten alan yüreğim, şaraba dua ediyor şimdi. Tanrının elinden öpüp ekmeği başına koyuyor.
6. öykü
Sana ne vaadedebilirim?...
Karıncaya yol gösteriyor, terimi güneşe yolluyor, buğdayı esirgiyordum sonra ağzından. Yalan söylüyordum bile bile. Serseri sözcüklerim vardı, beni yoldan çıkartan... Ne rüyalara girmiştim apar topar. Ne hayalleri yıkmıştım. Bakma öyle! Yoluna çarmıha gerilmiştim. Kirli sakallı bir papazın haçında neleri büyütüyor yaşam, neleri!
Şimdi; hangi güneş tutulması soğutabilir yüreğimi? Hangi diken, bilgeliğini verir bana? Hangi gazoz kapağında güzel bir gelecek vaat edebilirim sana? Hangi gazoz kapağında?
7. öykü
Eylül…
... Bunların tüm hayatımın kötü gitmesi ile bir ilgisi yok. Eylül gelip geçiyor ya, ondandır. Artık kahverengiye dönen yapraklar, yaşlı bir insanın yüzündeki çizgiler gibi acıları resmediyorsa yapacak bir şey kalmıyor zaten. Rüzgâr esiyor, insanlar üşüyor, yapraklar uçuşuyor, "ağaçlarda gelin olmaya hazırlanan bakirenin hüznü", tüm kirliliğini haince gizleyen kentin ise beni çok rahatsız eden mağrur bir duruşu var sadece o kadar.
Senfonik bir ironi yaşıyoruz. Uykularımız ve kimliklerimiz hükümsüzleşiyor. Ekmek sarılan gazete parçasıyız, olmadık zamanlarda okunuyoruz artık. Şiir çıkıyor çorbamızın içinden, istemediğimiz halde şiir...
Tanımsız bir şeylerin cam kırığı gibi bir yerlerimi kanattığı tarifsiz bir yerdeyim şimdi. Ne dün olanlar, ne bugün, ne de yarın olacakları düşünmüyorum artık. "Kötülerin kazanması için iyilerin seyretmesinin yeterli olduğu" dünyasallıkta, ruh ötesi bir gariplik olarak da değerlendirebilirsin tüm bunları...
8. öykü
Karmaşa…
Bir anlaşılmazlığın orta yerindeyiz artık. Tüm ezberimizi kaybetmişiz fırtına öncesi. Kirli kahkahaların cinnet geçirdiği tütün acısı, ölüm sarısı ve ayrılık şarkılarının muktedir eli yüreğimizde. Tüm belleği değiştirilen bir kentin ipe sapa gelmez figüranlarıyız şimdi. Ne yana baksan hesap makinesinden türetilmiş sanal hayatlar. Ne yana baksan dijital kurgu, gerçek ötesi bir gerçeğin en yalan yerindeyiz yani.
Küller örtmüş verdiğimiz sözlerin üstünü. Şimdiki zaman kaygısı düşmüş, insanlığımız en sevimli yerine. Geçmiş, hayali cihan değen bir film, gelecek yirmili yaşlarda biten umut... Karmaşa olmalı bu! Hayallerini gerçekleştirme olasılığı olmayanların, hayalleri ile yaşadığı bir karmaşa. Savaşlar, açlık, bebek ölümleri, gri yağan yağmur, iktidar, iktidarsızlık, amonyak kokan toprak, uçurtma uçuran çocukların üzerine düşen uçaklar, barış, özgürlük, yeni bir dünya, kitle imha silahları, yanan tarih, gözü yaşlı dünya. Evet! Bir karmaşa olmalı; tanıklık ettiğimiz bu Eylül'de de…
9. öykü
Aşk kalbin attığı yerde…
Geç duyumsadığın bir öykünün pişmanlıklar toplamı şimdi sendeki görüngü. İki kişilik bir paylaşımın çoğul bilinmezliğidir şimdi, kıyının iki yanına düşen. Kendimize yontarız zamanı. En bildik kuytularda bile çıplakken, çıplaklığımıza değen her damladan buhar, bir aykırılık resmi çizeriz.
Her şeyin bittiği yerde, yeni bir şey başlıyor istesek de istemesek de. Bilindik bir otomasyon bu yani. Yakamadığımız sinir uçlarının bizi denetlediği çaresizlik, korku, sessizlik sonra...
İnsanlar, büyük aşklar yaşadıklarına dair yalanlar söylerken, kibrit kutularına bile sığmayan sahte mektuplar yazıyorlar şimdiki zamana. Akrepler dolaşırken, uğruna öldüğümüz yollarda, kör bir dilenciye bırakıyoruz yarınlarımızı.
Geç duyumsadığım bir öykünün, pişmanlıklar toplamısın şimdi sen. Cesaretini, yüreğini, yolunu, yorgunluğunu, yalnızlığını, umudunu biriktireyazmış, bir insanın; "kendin olma güzelliğindesin" güzelim, farkında değil misin?
Boş ver sen olup bitene. Aldırma senden önce yazılan şiirlere ve şarkılara. Hiçbir aşk yaşanmadı daha senin miladına göre. Ne sevgiyi kutsayan bir peygamber, ne çanı çalan bir zangoç çıkmadı daha... Unutma ki uzak diye bir yer yok. Aşk, kalbin attığı yerde...
Son söz…
Karanlık düşlerin uykuları yendiği yerdeyiz şimdi. Kalbimizde bayatlamış bir acı.
Sonsuzluğun aynasına doğru dönerek yüzümüzü, tüm gülümsemelere el sallama demindeyiz.
Bir oyun olmalı bu! Kahrımızı yüklediğimiz çocukluk ve peynirden çaldığımız tokluk.
Suyun kızgın toprağa düşme sevimsizliği suratımızdaki. Duvar yazılarındaki kirlenmişlik, hamurdaki tuz, terdeki emek, yerdeki ekmek gibi...
Kendimize uygun masallar çalıyoruz şimdi büyük ustaların huzuru yırtan ruhlarından.
İsimsiz bir sevgilinin kundakladığı dudağımızda kül acısı, tamamlanmamış şarkıların düştüğü çukur, topal arslan, haritasız kâşif, yüzümüzü göstermeyen ayna...
Ben sana derdimi birkaç tümce ile anlatabilirdim oysa. Limon kolonyası kokuyordu sonbahar, misafir odaları gibi. Sigara içmenin serbest olduğu köy otobüslerine koşuyordu en bıçkın yanların. İki soru işaretinden bir kalp, iki hayattan bir masal, bir masaldan üç elma...
Hepsi bu kadar işte...
Dedim ya: Ben derdimi sana birkaç tümce ile de anlatabilirdim oysa...
Veysel İkibudak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YazıYorum : Leyla Ayyıldız İSTANBUL'DA BİR VAPUR |
|
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Bir adam bekliyor iskelede,
Gözlerine mavi düşmüş.
Gazetesi koltuğunun altında,
Omuzları yorgun,
Poyraza açık elleri titrek.
Bacakları mecalsiz.
Güneş; kırmızı bir top,
Saklanacak Yeditepe'den birinin ardına.
Kafasının üzerinde tepsisi.
Yeni yetme bir çocuk bağırıyor,
'Çıtır, çıtııır, akşam siimiiidiiii'
Yirmibeş kuruşluk umudunu sarıyor,
Çeyrek gazete kağıdı arasına.
İstanbul kavrulmuş susam kokuyor.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Bir adam bekliyor iskelede,
Köpük, köpük aklar düşmüş saçlarına.
Buğulu bakışları Boğaz'a dönük.
Bir sigara daha yakıyor.
Dumanında hasret tüten.
Kız Kulesi, şımarık bir yosma olmuş,
Oynaşıyor dalgalarla.
Gün batımında büyüyen gölgesi.
Raks ediyor sularla.
Kıyıda bir balıkçı,
Maharetli elleriyle sarıyor misinasını,
Parlak gri pullar parlıyor kovanın içinden.
Bir martı havalanıyor Galata'nın üzerinden.
Kanatlarında tel tel sevda yükü.
Bir adam bekliyor iskelede.
Gözlerinde hüzün,
Boğazında kocaman bir düğüm.
Elleri titrek, bacakları mecalsiz.
Bana bir aşk masalı anlat İstanbul
İçine gelmiş geçmiş tüm aşkları sığdır,
Bana bir aşk masalı anlat İstanbul,
Dinleyeni titreten.
Bana bir aşk masalı anlat İstanbul,
Hiç unutulmayacak.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Bir adam bekliyor iskelede.
Gözlerinde yılların yorgunluğu.
Yüzünde çizgiler.
Beyaz bir gelin salınıyor uzaklardan.
Eteklerinde deli dalgalı fırfırlar.
Kıvrıla kıvrıla süzülüyor.
Bir düdük sesi; sessizliği yarıp,
Sevinç çığlığı atıyor.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Adam gülümsüyor.
İstanbul gülümsüyor.
Bir adam bekliyor iskelede.
Bir vapur süzülerek geliyor.
Eteklerinde deli dalgalı fırfırlar.
Rüzgara çırpmış bayraklarını.
Düğün oluyor,
Şenlik kuruluyor.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Bir vapur almış adamı,
Sevdasına yol alıyor.
Ay doğmak üzere,
Dalgalar laciverde boyanmış,
Güvertede bir adam,
Damağında taze çay yudumu.
İstanbul'u izliyor.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
.....
Geçtiğimiz hafta sonu ruhsuz bir Deniz Otobüsüyle, ruhsuz bir Ada yolculuğu yaptım. Zamanı ve Boğaz'ın sularını yarıp geçen bu teknoloji canavarına ilk kez bindim. İçindeki sıra sıra koltuklara sıkışık bir şekilde istiflenen insanlar, pencerelerdeki güneş kırıcılar nedeniyle Boğaz manzarasını izleyemiyordu bile. Şahlanır gibi dalgalarla savaşan bu aracın sürati nedeniyle, midem bulandı, kafamı kaldırıp Boğaz'ı izleyemedim. Tek bir kare fotoğraf çekememek de cabası.
Tamam kabul, Ada'ya çok hızlı ulaştık. Zaman bize yenik düştü.
Ada'dan dönmek üzere yine o teknoloji canavarını beklerken, bir Ada Vapuru'ndan atılan simitleri yakalamaya çalışan martıları fotoğrafladım. Martılar canlıydı, simit atanlar da.. Ve Vapur da... Yaşıyorlardı. Ruhları vardı.
Vapur seferlerinin kaldırılacağına dair haberler yayılıyor kulaktan kulağa. Karşıt düşüncedeki insanların fikirlerini belirttiği www.vapurumuvermiyorum.org isminde bir site dahi kurulmuş. Ben de oturdum bu şiiri yazdım.
Nerede okuduğumu anımsamadığım, tamamını tam olarak anımsayamadığım bir söz geldi aklıma: Çağın illeti olan 'yalnız hastalığı'nın ne zaman başladığı sorulmuş:
'Ne zaman mı? Saatte 240 km giden hızlı trende yan yana yolculuk yaparken, dizleri birbirine dokunan ama birbirlerini tanımayan, birbirlerini bir daha göremeyecek olan o iki insanla...' Duyduğumda beni derinden sarsmıştı.
Oysa, İstanbul ve Boğaz siluetinin ayrılmaz parçası Vapurlarımız. Zamanla yarışanlar için tabii ki Deniz Otobüsü seferleri ilave edilmeli. Vapurlarımıza dokunmadan!
Leyla Ayyıldız layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 22 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.835 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
AYKIRI SEVDA SÖZLERİ
1.
Sevdiğim, tabutum, ak kefenim
Derin ve dar mezar çukurum benim.
2.
Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada.
Geçmişim saklı ama geleceğim ortada.
3.
Kabahatinden daha büyüktür özürü
Yüreğimin aşık olmaktan ötürü.
4.
Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın
Cinnete ve ölüme karşı bir esrarsın.
5.
En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır
Gerçek aşk bir kadından kadınlara akmaktır.
6.
Seni kuşanıp çıkarım sokaklara.
Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya.
7.
Yüreğime benzin döküp kibrit çakan
Ey usta kundakçım iz bırakmayan!
8.
Söylentiler çıksın, elimi kana bula
Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda.
9.
Kumar borcum, yani namusumsun
Masum değil, iflah etmez tutkumsun.
10.
Bütün pislikleri ortaya çıkardığından
Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan.
11.
Aşk bütün kötülüklerin anasıdır.
Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır.
12.
Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci
Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli.
13.
Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça
Ve güve yeniği umudun havli kumaşında.
14.
Benim soluğum barut kokar ve de kan.
Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran.
15.
Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.
Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.
16.
Sevgimiz bir taştır yarısı gömük toprağa
Kaldırsan böcekler görürsün altında.
17.
Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte
Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.
18.
Gözlerine derinden ne zaman baksam
Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam.
Metin Altıok
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Cem Özbatur |
|
...Sen, kaçak ve ürkek ceylansın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada, bir de ben varım! Seni korkutacak geçtiğin yollar, Arkandan gelecek hep ayak sesim. Sarıp vücudunu belirsiz kollar, Enseni yakacak ateş nefesim. Kimsesiz odanda kış geceleri, İcin ürperdiği demler beni an! De ki Odur sarsan pencereleri, De ki Rüzgar değil, odur haykıran!.. Necip F. Kısakürek http://www.berzah.com/ meraklısına şiir portalı.
En keyiflisinden ve en eğlencelisinden, her yaşa hitab edebilecek oyunlar için http://www.kraloyun.com kısayolunu tavsiye edebilirim. İster online oyun oynayın ya da bilgisayarınıza indirip internet'e bağlanmadan oynamaya devam edin.
... Kapınız veya telefonunuz çalmadan önce çalacağını söylüyorsanız, canınızın çektiği ve keşke olsaydı dediğiniz şeylere biraz sonra tesadüf ediyorsanız, hissettikleriniz bir bir çıkıyorsa, siz de psişik denilen özel yeteneğe sahip olanlardansınız... Yazının devamı için http://www.astroloji.org/
Her gün posta kutunuzda güne neşeyle başlamanızı sağlayacak bir fıkra istiyorsanız hemen üye olun :) http://www.chekirdek.com/ Bir paket çekirdek ve bir bardak su ile iyi gider.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz adreslere bir yenisi eklendi. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
http://www.buybye.com/detail.asp?PRODUCT_ID=F102A9K935M714ID1 "ALIŞVERİŞİN GÜLER YÜZÜ". Kahve Molası Dergimiz artık Buybye.com'da. Kredi kartınızla derhal satın alıp adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dergiyi taksitle almanız bile mümkün. Tabi hepsi bu kadar değil. Dergi için gitmişken tüm reyonları dolaşmakta yarar var. Pekçok ürünün yanında hormonsuz doğal domatese özellikle dikkatinizi çekerim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Alarm 1.0.9 [680 KB] All Windows Free
http://bluefive.pair.com/Alarm.zip İyi çalışan bir alarm programı. Saati kuruyor, isteklerinizi belirliyor ve bırakıyorsunuz. Zamanı geldiğinde, polis sireni ya da sizin seçtiğiniz bir şarkı ile sizi uyarıyor. Mesajınızı tam ekran ya da pencere olarak gösteriyor. Bir alarm dan başka ne isteyebilirsiniz ki?
Yukarı
|
|
|
|
|
|