ABONE OL!



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 793

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Ağustos 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Kaldığımız yerden devam ediyoruz...


İyi haftalar,

Kahve Yanında Dergi!Gelin sanki hiç ara vermemiş gibi kaldığımız yerden devam edelim olur mu? Şimdi kalkıp burada "Aman sizleri bir özledim bir özledim." desem kaçınız ciddiye alır? Kimse almaz biliyorum. Sizin yerinizde olsaydım ben beni ciddiye almazdım vallahi. Tatil tatil dedik, 2 hafta mola verdik, n'oldu? Bir su birikintisine mi daldık? Yoksa yan gelip yattık, çiğdem çitleyip ardımızı mı kaşıdık? Veyahut, akşamları erken yatıp sabahları geç mi kalktık? Cevap veriyorum. Hiçbiri. Büyüklerimiz ne güzel demişler "Alışmış kudurmuştan beterdir." diye. Alışmışla kudurmuşa çare yok. Sağ kolumuzun uzantısı bir fare eşliğinde "Laptoplar önümüzde, uzun ip belimizde" diyerek şıp diye geçirdik işte bu 2 haftayı. Sıcaktan bunaldıkça iş yaratıp klimalı ofislere kaçtık, işten bunalınca da don paça televizyon karşısına geçtik. Denize hasret geçireceğiz bu yazı anlaşıldı. Oysa Caddebostan plajı açılınca umutlanmıştım. Hatta evde bulabildiğim tüm mayo ve benzeri ekipmanı tek tek denemiştim. Asil Türk kaslarım oluşmadan önceki dönemlerde dolaba girmiş hiçbir tumana sığamayınca çareyi geçen yıl aldığım bermuda şortta bulmuştum. Heyhat. Benim bermuda tumanımla arzı endam edeceğimi duyan belediye ekipleri, önce bir ferman yayınlayıp ardından plaja bekçi dikince benim umutlar o anda suya gömüldü gitti ve de bitti. Girmeyiz kardeşim girmeyiz. Hatta plaj için özel şişirdiğimiz traktör şamrelini de indiririz. Duşakabinimiz neyimize yetmez. Salon salomonje lebi musluk duşumuz var bizim.

Ya işte böyle. Sanmayınız ağlayıp dert yanıyorum. Dedik ya başta, alışmış kudurmuş diye, işte tam o hesap. Bizim tatil yapmaya gönlümüz yok anlayacağınız. Tembellik diz boyu. Yoksa, istesem şimdi atlar giderim yedi yıldızlı Rixos'a...

İki haftayı da dolu dolu dolu geçirdik değil mi? Maşallah olmayan kalmadı. Şimdi hepsini burada hatırlatmaya kalsam hepimizin içi kalkar eminim. Ama akıllara ziya birkaç tanesi var ki söylemeden geçemeyeceğim. En birincisi de, uyuyan güzel Rapunzel sayın kültür mant.. pardon bakanımızın iki siesta arası fırsat bulup şıftırtıverdiği, kusura bakmayın burada şıftırtmak fiili teammüden kullanılmıştır zira söz konusu cümlenin normal yollarla söylenildiğini iddia etmek anlamsızdır, "Korsanın önüne geçmek istiyorsanız polise prim verin." lafıdır. Bu laf, kendisinden soruna çözüm bulmasını istemeye gelen ticaret erbablarına söylenmiştir. Aslında bu konuda emniyet müdürlerinin söyleyecek epeyce lafı olmalı ama sanırım adamı uyandırmaya korktuklarından seslerini çıkaramamışlar. Ben hala bu şirin amcanın kültür mantarıyla olan olası yakınlığından dolayı mı kültür bakanı yapıldığını merak etmekteyim. Ömrüm vefa ederse bulacağım, azimliyim.

Bir diğeri ve en tazesi ise, Ağrı dağına çıkmak için memlekete gelen 16 tane Yunan ve Rum dağcıya, adet olduğu üzere, bayraklarını zirveye dikmek istemelerine "Yassah hemşerim." diye karşı çıkılmış ve verilen izin iptal edilmiş. Bu nasıl bir kafanın ürünüdür bilen beri gelsin Allah aşkına. Ne yani dağcılar bayrak dikince vatan mı elden gidiyor? Otellerin önünde göndere çekili bayraklar indirilmeli mi? Sen Olimpos'a çıkıp bayrak diktiğinde elin oğlu neden ses çıkarmıyor? Dağcılık nedir? Dağcı kime denir? Zirveye çıkan ne yapar? Bilen biri şu işe karışmalı yoksa adımızın önüne daha bir çok sıfat konulmaya devam edilecek haberimiz ola.

Haftaya seksenli yıllardan bir güzel şarkıyla başlayalım istiyorum. Eurythmics çalıp çığırıyor, Sweet Dreams. Yeni yayın dönemimizde hepimize sağlıklı günler diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

10 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ferda Önler

 TEYZUŞ : Ferda Önler


  DÜŞÜNCELER : HUZURUN KIYMETİNİ BİLMEK...

Bir padişah, acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Korkudan ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar ama, bir türlü sakinleşmedi. Sonunda padişahın keyfi kaçtı.

Herkes aciz bir vaziyetteyken, gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı,
"Müsaade buyurursanız ben onu sustururum" dedi. Padişah da "Lütfetmiş olursunuz" dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, "Bu işteki hikmet nedir" diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:

"Köle, evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez."


***

İçinde bulunduğu durumdan sürekli sızlanıp şikayet edenleri, ne de güzel anlatıyor bu kısacık öykü... Gerçekten yaşanıp yaşanılmadığı elbette bilinmez ama, en azından kulaklara takılası bir küpe olduğu kesin!

Kaçımız aksini iddia edebiliriz ki, en ufak bir sıkıntıya, dara düştüğümüzde feryat-figan bağırıp ağlamadığımızın?.. Özellikle de biz kadınlar! Erkekler de veryansın ederler kuşkusuz; ama, iş ağlayıp-sızlamaya gelince, onlar bizlere nazaran daha bir kontrollüdür işte. En azından, karizmayı çizdirmemek adına olsa gerek! Ne hikmetse, onlar daha çok bülbülün "dut yemiş!" türüne dönerler bu durumlarda... Ya da, denizde gemileri batmış kaptanlara benzerler!

Hadi gelin, biz en iyisi kadın-erkek ayırımı yapmaksızın bakalım olaya...

Diyelim ki, iyi-kötü bir işiniz var. Hayat düzeninizi kurmuşsunuz. Kazancınız, belki düşlerinizin bir çoğunu kısa vadede gerçekleştirmenize olanak tanımıyor ve onları sürekli ertelemek zorunda bırakıyor sizi. Fakat, öte yandan da alışık olduğunuz belli yaşam standartlarınızı sürdürebilmeniz için makul ve yeterli ölçülerde. Ama, siz yine de hiç hoşnut değilsiniz bulunduğunuz bu durumdan. Öyle ki, hep bir arayış peşinde ve farklı beklentiler içinde olmaktan dolayı, elde olanın da nimetlerinden yeterince faydalanıp, keyfini süremiyorsunuz bile!

Giderek artan bu serzenişlerinizi yakın çevrenizdekilere her fırsatta ve yüksek sesle dile getirmekten de kendinizi alamıyorsunuz. Ancak, size teselli ve akıl verenlere de, ya kulak asmıyor veya kızıyorsunuz!

Kendinizi sık sık içinde bulduğunuz moral bozukluklarının, daha çok yine kendi kendinize sebep olduğunuz motivasyon eksikliğinin, yaşadığınız bunalım ve aşırı stres gibi olumsuz faktörlerin de etkisiyle gitgide, işinizdeki performansınızda önce düşüşler kaydetmeye, ardından da neredeyse tamamını yitirmeye başlıyorsunuz...

Bu arada, aile içi huzursuzluklarda da kaçınılmaz bir şekilde baş gösteriyor. Evde gergin bir ortam, iş yerindeki hoşnutsuzluklar derken, dibe vurduğunuzu hisseder oluyorsunuz. İşte tam bu sırada, hem de hiç ummadığınız bir anda patronunuz sizi odasına davet edip, o çok tatsız haberi veriyor:

"Artık sizinle çalışamayacağımız için üzgünüm... Kendinizi daha verimli, huzurlu, mutlu, özetle; maddi-manevi daha tatminkar hissedeceğiniz başka bir iş yerini seçmekte serbestsiniz... Size, hayatta başarılar!.."

türünden, son derece kısa-net ve açık bir söylemle; kibarca işten çıkarıldığınızı yani... Öylece kalakalıyorsunuz tabii! Bu zamanda felaket değil de, nedir bu?

Hadi bakalım, kolay gelsin! Ara ki, bulasınız "ha" deyince yeni bir işi... Hele de şimdikinden daha bol kazançlısını, manen daha doyurucu olanını. Size, hani o düşlerini kurduğunuz farklı dünyayı ayaklarınız altına serecek tüm olanakları hemen sağlayacak olanı yani...

Günlerce, aylarca, belki de bir-iki yıl sürecek arayışlarınız. Çalmadık kapı, gitmedik eş-dost-ahbap yakını, başvurmadık eski arkadaş bırakmayacaksınız bu uzun süreçte. Bu sırada, elde-avuçta olanlar da günden güne eriyecek. Bir de bakacaksınız ki, meğer sıfırı da tüketmişsiniz! Üstelik, alışık olduğunuz standartların bile altına düşmüşsünüz. Önce, arabanızı elden çıkartmak zorunda kalmışsınız!.. Bu gidişle, sonradan sıra evinizi satmaya da gelecek belki, kimbilir?..

Kısacası, o beğenmediğiniz kurulu düzeniniz, sürekli şikayet edip yakındığınız yaşamınız, asıl şimdi darmadağın, eskisinden de beter ve çekilmez oluvermiş... Nasıl geldiğini pek de anlayamadığınız(!) bir felaketin tam orta yerinde debelenip duruyorsunuz.

Ne korkunç bir kabus senaryosu gibi geliyor, değil mi? Sahip olduklarıyla yetinmeyenlerin, mevcut değerlerin kıymetini bilmeyenlerin sıkça yaşadıkları bir kabus, oysa!

Her insanın hakkıdır elbette sahip olunandan daha fazlasını arzulayıp istemesi, bunlara çabucak kavuşma hayali. Yüksek ideallerin, sınırsız beklentilerin, pek çok şeyi aynı anda ve kısa sürede elde etme hırsının olması da doğaldır, hatta olması gerekendir. Hedeften yoksun bir yaşam düşünülemez şüphesiz ki...

Ancak, bütün bu sayılanlar, huzuru kaçırıp bozacak boyutlara vardırılmamalı. Sonradan, "mumla aratmamalı" gideni, kaybedilenleri. Huzur ve saadet hiç de öyle kolay bulunur, ele geçirilir cinsten şeyler değil ki...

Ayrıca, aman huzurum kaçıp bozulmasın diye, ömür boyu sahip olduklarınla yetinmek zorundasın gibi bir fikre saplanıp kalmaya da gerek yok. Savunulan da bu değil zaten. Mutlaka yeni olanaklar denenmeli, insan şansını sonuna dek zorlamalı, fırsatların peşinden gitmeli. Ama, bunları yaparken içinde bulunduğu koşul ve şartlardan da çok fazla gocunmamalı; sızlanmayı, şikayeti alışkanlık haline getirmemeli.

"Beterin beteri vardır!" sözü, daima akılda tutulmalıdır. NOKTA!

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ayşen Tekşen


PASLI GÜNEŞ
Hınzır Bir Kışkırtma


On-Line Satın alabilirsiniz.Yazar Mehmet Coral'ın son kitabı Paslı Güneş'ten başlayıp nereye varacağı bilinmez (ama kestirilebilir) zorlu bir yolculuğa çıkacak yüreğiniz varsa düşün peşime. Birlikte güler, birlikte ağlar, korktuğumuzda birbirimize sarılır, inancımızı yitirdiğimizde birbirimize destek oluruz. "Bu sıcakta da hiç çekilmez" diyorsanız bir sonraki yazıya geçmenizi öneririm. Çünkü Paslı Güneş barış için kavgaya çağırıyor, inanç için inançsızlığa davet ediyor. Yola davetini çırılçıplak önümüze koyuyor: "Anlamaya başlamanın ilk işaretlerinden biri ölme isteğidir"...

Tüm eserlerinden büyük keyifler aldığım ustamızın son kitabı bizleri şaşırtmaya kapak tasarımıyla başlıyor. Coral'ın bugüne dek yayınlanan neredeyse tüm eserlerini sarıp sarmalayan bilgelik, hoşgörü, inanç, sevda, estetik, kültür havası kitap kapaklarına da yansır; biçimlerin konturleri pastel tonlar içinde erir, o bulutsu içerik kapağa da yansırdı. Oysa Paslı Güneş, farklı içeriğinin ipuçlarını daha sert çizgilere sahip olan kapak tasarımda ele vermekte: Bunda Yanlış Bir Şeyler var.

Filistinli Müslüman Hasan, Yahudi İzak ve Hayim, Troçki'nin torunu İrina ve İstanbullu Koray'ın yolları sevgi, müzik, edebiyat, aşk, estetik ve bilgi ortak tabanında İstanbul'da kesişir ve savaş, barut, kan, bağnazlık, nefret ortak tabanında Filistinde tekrar birbirinden ayrılır. Yazar, yapıtı boyunca bu beş insanı birbirine dost ve aynı zamanda düşman kılan öğeleri sorgulama çabası içinde değilmiş, yalnızca kendi öyküsünün peşindeymiş gibi görünse de "the end" yazan sayfadan sonra bu öğeleri sorgulamak okurun vazgeçilmez bir uğraşı haline geliyor. Paslı Güneş'e "hınzırca bir kışkırtma" demek çok da yanlış olmaz herhalde. Söz konusu sorgulamayı 4 aydır aralıksız sürdüren, konuyla ilgili onlarca kitap deviren, kutsal kitapları tekrar gözden geçiren biri olarak bu insanları birbirinden ayıran; güzellikleri kana, çocukları ölü bedenlere, konçertoları ağıtlara dönüştürme gücüne sahip o müthiş öğenin siyasetin sömürüsü altındaki dinsel inanç olduğunu söylemekte bir an bile duraksamıyorum -hem de inancını korumak için çabalayan biri olarak.

Kısa bir tarihçeyle:
*Yahudiler 70 yılında (yanlış okumadınız 70) Tevratta kendilerine vaat edildiği iddia edilen topraklardan sürülürler.
*Endülüs Emevileri onları toplu halde göçe zorladığında kendilerine kucak açanlar ortak kitabı paylaştıkları Hıristiyanlar değil müslüman ülkelerdir.
*1917 yılında, girdiği her yeri kana boğarak çıkmakla ünlü İngiltere bu toprakların kendi sömürgesi olmasını ister ve kabul de görür.
*1940'lı yıllara ortak kutsal kitabı paylaştıkları kardeşleri onları yakarken, onlara kapılarını kaparken sığındıkları ülkeler yine müslüman ülkelerdir. Çünkü vicdan dinlerin tekelinde değildir.
*1947 yılında, onları kovan, yakan, yakılmalarına seyirci kalan ülkeler duyarsızlıklarını örtbas etmek için 700 yıldan beri %92'ini Arapların oluşturduğu toprakların Tevrat hükmüne dayanarak Yahudilere verilmesini kararlaştırır. (Ahmet Kaya'nın sesi mi geliyor: bu ne yaman çelişki anne.)

Oysa ki bu noktaya kadar iki halk arasında ne dine ne de başka herhangi bir gerekçeye dayalı çatışma söz konusu değildir. Yukarıda işlenen suçların hiçbiri de müslümanlar tarafından işlenmemiştir. Ama BM paylaştırma kararıyla -yaklaşık- eşzamanlı olarak ortaya bir Tanrı çıkar:

Bir Tanrı ki çocuklarından birini seçilmiş halkı ilan eder:
-Yabancılar senin surlarını onaracak/kralları sana hizmet edecek/sana kulluk etmeyen ulus yok olacak/seni ezenlerin çocukları önünde eğilecek/seni bütün kuşakların sevinci kılacağım Yeşeya 60
-Siz seçilmiş bir soy, kutsal bir ulus, Tanrının öz halkısınız Petrus Böl.2 (1 Peter)
-Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun Mezmur 137
-Yeryüzündeki bütün kavimler arasından yalnız sizi seçtim Amos 3/2

Bir Tanrı ki çocuklarından birine diğerlerini şikayet eder:
-Ey Yahudiler! İnsanlar arasından yalnız kendinizin Allahın dostları olduğunu sanıyorsanız hadi ölümü isteyin. Cuma 6
-Böyle oldu çünkü onlar (Yahudiler) Allahın ayetlerini inkar ediyor, haksız yere peygamberlerini öldürüyor, sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı. Bakara 61
-Ey iman edenler Yahudilerle Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Maide 51
-İşte bunlardır Allahın kendilerine lanet ettiği. Nisa 51
-Çok az bir kısmı hariç iman etmezler. Nisa 46
-Yahudiler "Uzeyr Allahın oğludur" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allahın oğludur" Allah onlar kahretsin nasıl da yüz çeviriyorlar. Tevbe 30

Bu Tanrının ortaya çıkışı/çıkarılışıyla birlikte Amin Maalouf'un Ölümcül Kimlikleri tek bir darbeyle yok edilmiş geriye yalnızca dini kimlik kalmıştır. Artık Ehli Kitabın yanı sıra Budalar, Taolar Yunuslar, Mevlanalar'ın değil Hamas'ın, Haganah'ın el-Kaidenin temsil ettiği dini kimlikler.

Mehmet Coral, Paslı Güneş'te dünyayla ilgisini kesmiş bir çocuk heyecanıyla kendi serüveninin peşinden koşarken bir yandan onun serüvenine katılmamıza izin vermekte diğer yandan da kitabının satırları arasında saklambaç oynayan senfonilerle ve ilahilerle, sevdalar ve nefretlerle, dostluklar ve düşmanlıklarla, hadisler ve ayetlerle okuru bunları bilmeye, görmeye, anlamaya kışkırtmaktadır. Çünkü Coral'ın tanrısı şunları da söyler:

Yaratan Rabbinin adıyla oku! Alak 1
Kuran alemlere bir öğütten başka bir şey değildir/dosdoğru yürümek isteyenler için. Tekvir 27-8
Kim verir ve sakınırsa, ve güzeli doğrularsa/biz ona en kolay olanı kolaylaştıracağız. Leyl 6-9
Gençliğimizden beri atalarımızın emeğinin ürününü, kuzularını ve sığırlarını, oğullarını ve kızlarını putlar yediler. Utancımız içinde yatalım ve rezilliğimiz bize örtü olsun Yeremya 3/24, 25
Rabbim sen bana mülk ve saltanattan bir nasip verdin/ olayların ve düşlerin yorumunu öğrettin/beni barışsever ve hayırlı kullar arasına kat. YUSUF 101
Nefsimi ak-pak gösteremem. Çünkü nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder. Ama Rabbim çok affedici, çok esirgeyicidir. Yusuf 53
Kudüsün duvarları içinde barış, sarayları içinde refah olsun. Mezmur 122

Kitabın bir yerinde Hasan "daha sona ermemiş günü arıyorum" der. Paslı Güneş de (yazarı için olmasa bile) okuru için sona ermeyecek kitaplardan biri. Hele ki ülkemizde, hele ki onların tanrılarının ağzını her açışında güneşin utanarak paslandığı, Coral'ın tanrısının, Budanın, Mevlananın, Yunusun minik bir tınısında tekrar parlamaya çalıştığı ülkemizde ve günümüzde hiç sona ermeyecek kitaplardan biri. Yaktıkları ateş göklerdeki kulelerine ulaştığında şaşkın şaşkın etrafa bakanların (şimdilik belirsiz) sonları yazılana dek bitmemesi de gereken bir kitap.

Belki garip olacak ama Coral klasik anlamda kitap yazmamıştır demek cesaretini göstereceğim. O, kendi oyununu oynamış, ama inanılması güç, gizemli bir iletişim sayesinde bu oyunu izleyenlere bir büyü sunmuştur: anlama arzusu, "böyle de tanrı olmaz ki" ya da "bizim de kendi tanrımız var" diyebilme cesareti, "bu topraklarda neler olmuş böyle" merakı... Kitapla, sözle bitmeyen onlarca motivasyon, sorgulama... Belki de Paslı Güneşi böylesine güzel kılan da bu iletişimdi. Gerisi profesyonel eleştirmenlere kalsın...

Bu kez ustamızın "eline, beynine, gönlüne sağlıktan" öte "inancına da sağlık" diyorum.

Ayşen Tekşen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              8 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Sevil Duha Erken


ŞİMDİ SADECE REÇİNEYE İHTİYACIM VAR

Eski son birkaç yazımı okuduğumda,anladım ki normal halimden biraz daha kötüyüm. Çünkü artık ne O, ne de bir başkası umurumda değil.
Olabilseydi keşke..
Saygıyı,sevgiyi,kültürel yaşamı önemsemeyi,hayatın en acı gerçeklerini özümsemeyi ve bunların karşısındaki kefede duran duygusal eksikliklerimi daha iyi tartıyorum şimdi. Ve biliyorum ki yapmak istediğim bu ince ayar, ruh sağlığımı bozacak ve hatta bozdu bile.
1 yılı aşkın süredir hastaneden eve,evden hastaneye,zihnime,bedenimin her hücresine belki,bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklar yapıyorum. Pamuğa bırakılıp ıslatılmış ve sonra da büyüsün diye karanlığa atılmış bir fasulye tanesi gibi,öyle hızlı büyüdüm ki.
Küçükken,o fasulye tanesinin sabaha kadar çok fazla büyüyüp, kafasını yatağımın altına çarpmasından korkardım. Şimdi fasulye tanesine duyduğum korku, bilinçaltımı kendine karanlık yaptı sanki ve hızla büyüyorum. Yapılan acı ve sıkıntılı yolculuklar ve yaşadığım herşey, beni kısa zamanda öyle hızlı büyüttü ki, incecik bedenimin, tanem ne kadar büyük olursa olsun bunu taşıması çok zor. Sabaha erer miyim? Birçok karar alıp, beceremeyeceğimi sanışlarım arttı bugünlerde. Bazen bir roman yazacak oluyorum. Bazen küçük bir kasabaya yerleşecek oluyorum herşeyi bırakıp. Ama bilirsiniz işte, istemekle kalan ve belkide gününü bekleyen birçok şey gibi, onlarda kaldı. Şimdilerde kendime bir keman aldım. Alsam öğrensem, nerden başlasam, nasıl yapsam demektense, tam ortadan başlayıp, kısa ve olabildiğince küçük dönüşlerle geçmişime, yolculuklarıma ve kendime keman çalacağım.

Mutluluk beni yoran bir kavram olmadı hiçbir zaman. Olumlu olumsuz herşeyden güzel birşey çıkarabilen ,şükredebilen biri mutluysa, ben de mutluydum.Ama artık öyle olmadığının farkındayım. Yolculuklarım, bakışaçımı değiştirdi ve şimdi birçok kavramın karmaşası ile başbaşayım. Duygusal olmanın sıkıntısını yaşayıp, mantıksal kararlar almayı tercih eden biriydim eskiden. Ama şimdi anlıyorum ki çözüm daha mantıksal olmak değil, daha duygusal davranmakmış. Ve bu sihirli formül herşeyde,heryerde geçerli.

Doğru olduğunu bildiğiniz yoldan ısrarla,inatla gitmek.. Başaçıkamadığınızı düşündüğünüz yalnızlığınız. İlişkilerinizde yaşadığınız, kriterlerinizi yükseltmekten duyduğunuz başlangıç gururu.Sonuç;bazen bir ders alış, bazen kaydedilemeyen bir ilişki, ya da uzun bir yalnızlık. Çözümü yine sevmekte gizli. Yalnızlığınız sizi sevsin ve siz onu sevdiğiniz için; sizi terketsin.

Nazıyla başaçıkamadığınız biri. Ne yapsanız sevmeyen sizi. Biryere kadar tamam herşey yolunda idare edelim de,aa yeter artık ne kadar çok insan var dünyada demeleriniz arasındaki gelgitler. Vazgeçiş. Acıçekiş. Çözüm; seni seviyorumlardaki ve hissedişlerdeki artış.
Sonuç; Aynı kişide olmasa da olması gereken kişide ulaştığınız aşk.

Ve işte bugüne geldiğimde karşıma çıkan o büyük kavram; sağlığımız.. Bu sefer iyi çıktı sonuçlar demekle, hüsranla evedönüşleriniz, yo hayat çok güzel herşeye rağmen demekle,yeter artık buda mı dediğimiz günler ve hatta bazen dakikalar arasındaki geçişler.. Çözüm,hayat çok güzel deyişlerinizdeki mutluluktan duydunuz artış. Sonuç ölüm de olsa, yaşamakta olsa hep güzel hep güzel..

Güzel bir keman sesi duymak için bütün hazırlıklar tamamdır. Hergün bugün için suladığınız gül ağacından elde ettiğiniz gövdeden tutun da, zaferlerinizde koşturduğunuz atların oluşturduğu yaya kadar, yaşadığınız aşkların size öğrettiği en güzel notalarla, hayatı bir kemancı edası ile tutuşunuza kadar herşey hazırdır. Son anda sesi duymanızı engelleyen reçineye kalmışsa mutluluğunuz, üzülmek neye yarar?

Şimdi sadece bir reçineye ihtiyacım var..

Sevil Duha Erken
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,139,139,139,139,139,139,139,139,13
              8 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Şöför

Vücudunun her yeri sızlayarak kalktı yerinden. Eliyle ayakkabılarını buldu, topuklarını üstüne basarak giydi ve kapıyı açarak bıraktı sanki boşluğa doğru kendini. Buz gibi bir hava vardı. Yorgan ve battaniyeye sarılmasına karşın her yanı tutulmuştu. Halbuki nelerini vermezdi sıcak bir otel odasında sabahlamaya… soğuk havaya rağmen o bildik hela kokusu kırdı burnunu. İşini görünce kaçar gibi uzaklaşmak istedi oradan. Soğuk suyla yüzünü yıkadı, kısa kesilmiş sarı saçlarını düzeltme gereği duymadan son kez baktı ucu kırık aynaya. Gözleri şişmişti soğuktan, bir de yaşlı bir surat gördü aynada.

Yuvarlanır gibi girdi benzin istasyonun lokantasına. Sobayı yakmışlardı. Yanına geldi sobanın, bir müddet sonra titreme nöbetleri ile sigarasını yaktı. Çorba siparişi verdi. Gelen kaba boca etti acı pul biberi belki de daha çok ısınacağını düşünerek. Elindeki sigara bitmeden kaşıklamaya başladı çorbayı. Bu sırada da yediği iki dilim ekmek. Çorbası bittiğinde sigarasından derin bir nefes aldı, dumanını savurduğunda çayı gelmişti bile. Sıcak bir ev, sıcak bir yatak, sıcak bir yuva, çoluk çocuk.

Zor çıktı şöför koltuğuna dizlerinin ağrısı yüzünden. Bir havaya baktı bir de karşıki dağlara, bir aşabilseydi şu dağları. Homurdanarak çıktı kamyon benzinlikten. Şu kamyonun yüküyle ağır ağır gitmesini seviyordu. Debriyaj pedalına iki kez bastıktan sonra vitesi büyütmekten zevk alırdı tam zamanında verirdi motora gazı. İlk kamyonu aldığında ne sevinmişti ev ahalisi; babası, karısı bir de oğlu. Bayram yeri gibiydi ev. Mavi boncuklar asıldı, nazar değmesin kurbanı kesilmişti. Şimdilerde ise kamyondan sürekli duyulan iniltilerinden başka ses yok. Her şey oğlan büyüdükçe başlamıştı; mahallenin delikanlıları “kız kız” diye sesleniyorlardı oğluna. Bu yüzden başka mahalleye bile taşınmıştı ama lakabı bırakmadı peşini çocuğun. Bir gün hiç olmadık bir yerinde hayatlarının, oğlundan dinledi kızlığının hikayesini. Yüklenmişti delikanlı olmuş çocuğa ağzı burnu bir yerde kalmıştı oğlunun, Anası korumak istemişti, o ondan beter oldu. “Senin yüzünden bunlar hep senin yüzünden!” diye haykırıyordu adam kadına “Ne biçim yetiştirdin oğlunu?.” Ondan sonrası bir sessiz küskünlüktü artık hayatı.

Kamyon, dağların eteklerinden yukarı tırmandıkça bir ihtiyar adamın öksürüğü gibi homurdanmaya başlamıştı. Yaşlı bir beygir gibi yükünün birazını da sarmıştı şoförüne. Şimdi ikisi de sırtlanmış, çıkarıyorlardı yükü dağın zirvesine. Biraz aşağı iniş, çokça yukarı tırmanış. Oysa ne güzeldir ovada gitmek. Takarsın vitese değiştirmeden saatlerce yol alırsın. Bir düzlükten sonra salıvermişti kamyonu bayır aşağıya iki dağ arasındaki karanlıkta geç fark etti kara buzu yerde..

Buz… Buz… Buz… Buzzzz…

Baba bu vites mi?
Evet oğlum.
Bu kol ne?
Cam sileceklerin kolu
Nasıl çalışıyor baba motor?
Gaza basınca
Büyüyünce bende senin gibi olacağım baba.
Tamam oğlum büyü benim gibi ol.
Benim de kamyonum olacak mı?
Olacak tabii

Kokluyordu oğlunu bir gül tomurcuğu kokusunda. Öpüyordu yanaklarını “Baba yapma bıyıkların batıyor”… kestane şekeri tadında yanakları. “Yiyeyim şimdi senin yanaklarını”…. Katılarak gülüyordu oğlu, yanağını bir yaklaştırıyor bir uzaklaştırıyordu babasından.

Derin bir nefes aldı…

Oğlum!

Vızıldıyordu hala boşta dönen tekerlek. Az sonra birkaç kişi geldi kamyonun yanına “Nerde şöförü?” diye bağırdı biri diğerine “Burada… ölmüş bu adam” dedi diğerine.

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,929,929,929,929,929,929,929,929,929,92
              12 Kahveci oy vermiş.
18 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Karanlık Tepedeki Uğultu -1-

I. Bölüm:

Sara yatılı okul dönüşü, on yıldır ayrı olduğu evinin bahçe kapısını sevinçle açtı. Evin kapısında hasretle kucaklarını açmış anneannesi gülümseyerek kendisini bekliyordu. Sara evini, anneannesini ve bahçeye daha küçücükken diktiği söğüt ağacını çok özlemişti. O bile kendisi kadar büyümüştü.

- Anneanne... diye bağırarak yaşlı kadının boynuna atladı. Hasretle sarıldılar birbirlerine. Anneannesi yanaklarından öpüp, siyah ve uzun dalgalı saçlarını okşadı. Anneannesi hiç değişmemişti sanki. Sadece saçında fazladan birkaç beyaz saç daha çıkmıştı. Zayıf ve uzun boylu yaşlı kadın, uzun ömrüne rağmen hala dimdik ve mağrurdu. Bakışları tıpkı gençliğindeki kadar parlaktı. Sara' yı kollarından tutup üç katlı evin giriş katındaki mutfağına sürükledi. Gelişi şerefine hazırladığı kurabiye ve pastaları gösterdi.

- Anneanne neden uğraştın bu kadar. Yanında olmam beni fazlasıyla mutlu ediyor zaten. Çok yormuşsun kendini, derken Sera; teşekkür olarak yanaklarından öptü.
- Hiç yorulur muyum prenses. Az bile sana. Sen söyle bakalım şimdi, diplomanı da aldın artık. Ne yapmayı düşünüyorsun bundan sonra. Yine beni bırakıp gidecek misin?
- Yok anneanne, artık senin yanında kalacağım. Ya da şehirde tahsilime göre bir iş bulduktan sonra seni de alıp şehre taşınırım? Ne dersin?
- Ben evimi bırakıp hiçbir yere gidemem ki. Sen şehre taşınsan bile en azından hafta sonları gelirsin yanıma... Değil mi?
- Tabi gelirim. (bir yandan kurabiyelerden atıştırırken) Harika olmuş bunlar. Eline sağlık... dedi. Ardından eşyalarını ikinci kattaki odasına çıkartıp, üzerini değiştirmeden bir duş aldı. Uzun yolculuğunda ne kadar yorulmuş olduğunu ancak o zaman anlayabildi. Eve dönüş heyecanından hiç hissetmemişti o ana kadar. Anneannesinden müsaade isteyip erkenden uyumak istediğini söyledi.

Sara bavulundaki eşyalarını dolabına yerleştirirken, boş rafların birinde annesinin resmini gördü. Okula gideceği gün bavuluna yerleştirmek için hazırlamış, sonra unutmuştu. Ancak okulda anlayabilmişti unuttuğunu. Bu yüzden çok üzülmüştü. Hiç annesine benzemiyordu Sara. Sarışın güzel yüzlü annesinin, tıpkı anneannesi gibi mavi gözleri ve burnunun çevresinde çilleri vardı. İnce yüzü masum ve kırılgandı. Sara babasına benzemişti. Babası aklına geldiğinde yüzünde yine kızgın bir ifade belirdi. Resimlerini görmese yüzünü bile tanıyamayacağı babası, annesi henüz kendisine hamile iken onları başka bir kadın için terk etmişti. Sırf bu yüzden annesi ince hastalıklara yakalanıp ölmüştü. Sara bu olaylar olduğunda bebek olduğundan, her şeyi anneannesinden öğrenmek sorunda kalmıştı. O günden sonra babası bir gün bile kendisini merak edip gelmemişti. Onu her andığında kızıyor, hatta nefret ediyordu. Anneannesi Loren de olmasa, hayatta yapayalnız ne yapardı? Yatağına uzandı ve tüm geçmişi ardından bırakıp, annesinin resmini göğsüne yaslayarak gözlerini kapadı.

Sara gözlerini açtığında gece yarısını çoktan aşmıştı. Ahşap zemine basıldıkça gelen gıcırtıdan, evde hala uyumamış biri olduğunu anladı. Kim olduğunu anlamak için odasının kapısını açtığında, elinde gaz lambası bulunan siyah giysiler içinde olan birinin merdivenlerden üst kata çıktığını gördü. Uzun siyah elbisesi ile başından ayaklarına kadar tüm vücudu kaplandığından, kadın ya da erkek mi karar veremedi. Anneannesi üst kata çıkmasını daha küçük yaşlarda yasakladığından, orada gizli bir şeyler olduğunu biliyordu. Ama korktuğundan hiç çıkmaya cesaret edememişti. İçinden ürperdiğini hissetti. Odasına geri dönüp, komodinin çekmecesine küçükken karanlıktan korktuğu zamanlar yorganının altına gizlenip, yaktığı el fenerini aldı ve esrarengiz kişinin kim olduğunu anlamak için parmak uçlarında merdivenleri çıkmaya başladı. Hafifçe aralanmış odadan silik bir ışık yansıyordu. İyice yaklaştığında homurtu gibi çıkan sesini duydu. Duyduğu sesin ne dediğini anlamadı. Farklı bir dil kullandığı kesindi. Kapının önüne eğilip bir gözünü anahtar deliğine dayadı. Siyah giysili kişi sırtı kapıya dönük ayakta dikiliyordu. Ön tarafından çevresine geniş bir ışık huzmesi yayılıyordu. Sara göremiyordu ama, yanında biri daha olmalıydı. Sera konuşulan dili anlamasa da, iki farklı ses olduğunu anlamıştı. Pazar günleri anneannesi ile gittiği kilisede edinen dualara benziyordu ama, daha önce hiç duymadığı kelimeler olduğu kesindi. Odanın görebildiği duvarlarında da ilginç resimler ve şekiller asılmıştı. Meryem'in tablosu bile daha önce gördüklerinden çok farklıydı. İçerideki kişi olduğu yerden kımıldadığında birden olduğu yerde sıçradı ve bağırmamak için eliyle ağzını kapadı. Dizlerinin üzerinde geri geri emekledi. Merdivenlere yaklaştığında sessiz ve hızlı adımlarla indi... Yatağına yatıp, tıpkı küçük bir çocukken yaptığı gibi yüzünü yorganın altına gömdü.

Sara gördüklerini düşünürken, hala yattığı yerde korkudan titriyordu. Aniden odasının kapısı açıldığında, gelen kişinin siyah giysili kişi olabilir diye hiç nefes almadan yattığı yerde bekledi. Tam baş ucuna kadar gelip dikildiğini görmeden de hissedebiliyordu. Hızlı hızlı aldığı nefesini bile duyulabiliyordu. Tam yorganını açacağını zannederken, nedense vazgeçip odanın kapısına doğru yöneldiğini hissettiğinde, yorganını hafifçe aralayıp ardından baktı. Başındaki pelerini çıkarmış kişi bir kadındı ve tıpkı anneannesi gibi saçlarını arkada topuz yapmıştı. Saçındaki kırlar bile aynıydı. O kişi anneannesi olabilir miydi? O odada ne yapıyordu? Kiminle konuşmuştu? Bir sürü soru vardı kafasında... Bunları düşünürken uyuya kaldı.

Devam edecek...

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kemal Türkmen

 Soluk'lu Sohbetler : Kemal Türkmen


  Hisarçandır

Bugün dağlardayım.
Önümde günbatısına doğru feslikanlı ve doyran yaylaları uzanıyor.
Mor dağların arka yamaçları daha bir güzel.
Ormanlarla kaplı ve insan eli deymemiş gibi.
Arkamda hisarçandırın yaslandığı zirvelerden akan soğuk suların ışıltılarıyla kendini süsleyen katran ormanları var.

Sabah güneşiyle güneyden esen rüzgarların taşıdığı çam kokuları tüm yaylayı sarar.
Akşam karanlık çöktüğünde ise katran ormanlarının yüksek tepelerinden daha farklı daha serin bir çam kokusu uzanır aşağılara.

Dağlar yükseldikçe bitki çeşitleri azalır, seyrekleşir ve alçalır.
İki bin metreye eriştiğinizde artan rüzgarın sesini iyice seyrekleşen ardıçların buruşmuş yaşlı gövdelerinde ıslık çalarken duyabilirsiniz sadece.
Sonrası sessizlik, yalnızlık ve yüceliktir.

Tepede kulaklarınızı yalayan rüzgarı dinlerken, güneyde ufka yakın antalya ve sonrasında akdenizin mavisi gökyüzüne karışır usulca.
Değer verdiğim, önem verdiğim her şey basitleşir,
endişelerim benden uzaklaşır.

Böylesi yalnızlıklar güzeldir.
Ama toplumdan nefret ettiğimi düşünmeyin sakın.

“Yalnız yaşayan bir adamın toplumdan nefret ettiği söylenir çoğu kez.
Oysa haydutların gezdiği bir ormanda yürümeyi sevmeyen bir adamın yürümekten hiç mi hiç hoşlanmadığını söylemek gibi bir şeydir bu”

Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Herkes yaşamını kendisinin gölgesinde yaşar.

Aslında kendi çemberidir insanı hapseden ya da bir diğer deyişle insanın kendisidir kendini çembere iten. Ve insan kendi oluşturduğu bu çember gölgesinde yaşar… Bu kısır döngü uzar gider; ta ki insan kendini bulana dek.
Kendini bulmak, kendini tanımaktır.
Kendini tanımanın yaşı yoktur. Hayatı görebilmeyle doğru orantılıdır.
Ne kadar bilgiyle beslerseniz kendinizi, o kadar ufkunuz açılacaktır ve etrafınızdaki çember genişlemeye başlayacaktır.
Çember genişledikçe olaylara bakış açınız değişecektir.
Hayatta var olmanızın sadece yemek, içmekten ibaret olmadığını öğrendiğimiz andan itibaren asıl yaşam mücadelesi başlayacaktır.
Yaşadığınıza dair bir kanıt bırakmak isteyecek, birilerine faydalı olabilmek için olanca gücünüzle çalışacaksınız. Hayatınız anlam kazanacak, monotonluktan uzaklaşmış olacak… İşte yaşam bu… Eğer iki günü aynı yaşıyorsak , kendimize hiçbirşey katmamışız demektir.
Yine yeni birgüne açılıyoruz.
Yine başlangıçlar, yine sıfırdan alabileceğimiz koskacaman birgün Bugünü ne denli verimli yaşarsak; yarın için biraz olsun nefes alma fırsatımız olacak. Unutmayalım.

Ve bunu düşünerek; hayatta hiçbirşey için ÜŞENMEYELİM ve hiçbirşeyi ERTELEMEYELİM...

Sevgiler

Macide Aydan Seylan

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.031 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İKİ

Ne aşkın olup olmadığı,
     ne de
          yaşamın anlamı
sadece birkaç şey kaldı çözülmedik,
Bir: sigarasız yaşanıp yaşanmayacağı,
İki: dış
          kapının
               mandalı…

Öykü Özü

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Telgrafın tellerine konan kuşlar gitar çalıp şarkı söylemeye başlarsa ne olur? http://www.irlmeier.de/bird.swf Kısayoluna tıklarsanız neler olacağını görürsünüz. Kuşun sevimliliğine güvenip sesini sonuna kadar açmayınız. Rezil olursanız ben karışmam.

Peki çiftlikteki atlar koro kurup orijinal sesleriyle vokal yapmaya başlarlarsa ne olur http://svt.se/hogafflahage/hogafflaHage_site/Kor/hestekor.swf aha da işte bu olur. Sevimli atların üzerine sırasıyla tıkladığınız takdirde, duygu yüklü bestelerini dinleyebilirsiniz. Sesini istediğiniz kadar açabilirsiniz. Hatta üzerine söz yazmanız bile mümkün.

Flash animasyonlarla başladığımıza göre, aynı şekilde devam edelim. http://193.151.73.87/games/bubbels.swf kısayolunda baloncuklarla oynanan şirin ve basit bir oyun var. Vakit geçirmek için birebir.

İşte size uçuk bir oyun. Amacını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. http://www.albinoblacksheep.com/flash/planarity web sayfasına girince ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Karmaşık şeyleri seven ya da arkadaşlarına şaka yapmak isteyenler için birebir.

Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Internet Download Accelerator 4.2 [2.3 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme (24.95$)
http://www.westbyte.com/ida/download/idasetup.exe
Şu ana kadar kullandığım en kullanışlı, en hızlı ve en randımanlı download hızlandırıcısı. Özellikle ADSL kullanıpta tam randıman alamayanlara şiddetle tavsiye ederim. Tarayıcı ile entegrasyonu, arama bulma fonksiyonları programa ayrı bir güzellik katıyor. Eğer sık sık bilgisayarınıza birşeyler yüklemeye çalışıyorsanız bu programı mutlaka denemelisiniz. Ful fonksiyona ulaşmak 24.95$, ama ne demiş atalarımız; "Benim memurum işini bilir.":-))

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050808.asp
ISSN: 1303-8923
8 Ağustos 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com