|
|
|
18 Ağustos 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Elektrikler kesikti hocam!.. |
Merhabalar,
Şu anda saat 3:32. Yani yazı yazmak için epeyce geciktim. İzninizle sadece sizlere bir selam edeyim sonra da usul usul kenara çekileyim. Pikaba da şöyle hoş bir şarkı koyayım ki siz bana gönül koymayın. Eagles çalıp çığırıyor New Kid in Town. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Ağustos Melekleri |
|
(Tarih 17 Ağustos 2005)
Şükür nurlandık yine bu sabah en vicdanlı dualarınızla..
Uyandık işte, kalbinizin avuçlarında açmış, cennet bahçelerimizde Fatiha kokan yatağımızda...
Bizi merak etmeyin öyle güzeliz ki varlığa görünmeden, her gün daha ileriye çocukların renk renk düşleriyle uçuyoruz melek kuşlarla..
Beyaz Düşler'imiz ve tükenmeyen ümitlerimizle Evrenin derinlerine inmekteyiz..
Geceleyin gözkapaklarınızdan yıldızlarla ışıldıyoruz huzurlu uykularınıza,kalp göğünüzde mışıl mışıl nenniliyoruz melek annelerin kucağında...
Aydede' ye her birinizin hasretiyle sarınıp dua çiçeklerinizle yolunuzu gözlüyoruz...
Güneş zaten içimizde,aydınlık,sıcacık ana gibi,sizlerin sağlık ve huzurla gülen yüzünüzde bizler mutlu ruhlar oluyoruz...
Bazen özlemle titrer,şimşeklerle çakar gök gürlemeleriyle sesleniriz..
Çok özledik sizi...
Yağmur damlalarıyla yağarız üstünüze, bereket oluruz birlikte yeryüzüne..
Kim tutar bizi kim bakar arkamızdan?
Bir iki damla gözyaşı bir kaç buruk dua arkasından ah vah...
Bütün ruhlar size feda olsun canlar '' Vatan sağolsun ''
Arkamızdan Hak'la Ananlardan, ALLAH Razı Olsun...
'' Melekler yüreğinizden öpsün ''
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
YA-SA
İki heceyi sözcük biçimiyle kullandığımda ne kadar kararlılık ve kesinlik seziyorsam, sözcüğü ortadan bölüp elimdeki yargıyı arasına yazdığımda o derecede kararsızlıklar yaratıyorum. Ancak yargımız ya-sa'nın arasına girmeden önce olumsuz cümle haline gelmeli; veya olumsuzun olumsuzu olarak olumlu cümle haline. Bilimde yasalar kanıtlanmış teorilerdir. Aşkta ise kanıt olamaz. Bu yüzden Pisagor'un işi kolaydı.
"Yasa : Dik kenarların karelerinin toplamı hipotenüsün karesine eşit oluyor"
"Ya olmuyorsa"
Bir cetvel, bir kalem, bir sayfa kağıt. Yasa ispatlandı, ya-sa çürütüldü. Peki ya aşkta durum nasıl ?
"Yasa : Beni seviyor"
"Ya beni sevmiyorsa."
İşte hayatı böyle biçimlendiriyoruz. Önce kendimize yasalar yaratıyor, buna inanmaya çalışıyor, sonra bu yargıları olumsuz cümle haline çevirip ya ile sa'nın arasına koyuveriyoruz. Cesaret testi. Meleğimizle veya şeytanımızla diyalogumuz. Melek yasayı kullanırsa şeytan ya-sa ile çıkıyor karşısına; veya tersi.
-O'nu seviyorum
-O da seni seviyor mu?
-Seviyor
-Ya sevmiyorsa?
-Seviyorum diyor. Denemeliyim
-Dikkatli ol
-Beni yüzüstü bırakmaz
-Ya bırakırsa?
-Üzülür müyüm sence?
-Soru sorma. Yargıda bulun. Ben senin meleğinim; sadece ya-sa'ları yazarım yerine
-O harika biri. Nazik, becerikli, duyarlı, romantik
-Ya değilse
-Ona yakıştığımı düşünüyorum. O da öyle düşünüyor
-Ya O öyle düşünmüyorsa?
-Ne yani? Benden faydalanıyor mu?
-Soru sorma dedim
-Hiç zannetmiyorum; benden faydalanıyor olamaz
-Ya faydalanıyorsa
-Çok gıcıksın
-Benim işim bu
-Haklısın galiba. O beni ne yapsın? Bir sürü hoş kız var etrafında. Bana göre çok iyi. Duygusal olarak tatmin edemeyebilirim onu.
-………
-Çok kültürlü. Yetişebilir miyim? Hayır. Sonuçta yanında sürekli ezik hissetmek de var.
-………
-Bir gün beni çirkin bulmaya başlarsa . Terk eder veya aldatır. Buna katlanamam.
-………
-Konuşmuyorsun. Cevap versene
"Konuşmuyorum, çünkü artık ikna oldun. Yasalarını çürüttüm ya-sa'larımla
-Ama yasaları ben yazmıştım zaten. Sen sadece olumluyu olumsuz yapıp dikildin karşıma. Olumsuz olsam olumluyla çıkacak mıydın karşıma?
-Hayır. Çünkü ben korkuyu yönetirim; sevgiyi ve cesareti değil. Olumsuzu olumluya çevirme işi şeytanına aittir. Ancak, onun elinde hep hayaller vardır ve bilirsin hayaller kırılgandır. Korku da bir tür hayaldir ama sonunda kaçış vardır. Korkuyla kendini korursun. Senin olanı kaybetmene engel olur belki ama senin olmayanı asla kazanamazsın.
-Aşk yasasında 'Korkmak' yazmaz
-Aşkın yasası yoktur. Aşkın ya-sa'sı vardır. Korkuyu da ya-sa'lar yaratır
-Bu güne kadar kazandıklarımda ya-sa'lar yok muydu?
-Aşk mı? Kazandın mı? Sen mi? Güldürme beni Allah aşkına
-Tabii kazandım. Doya doya yaşadım aşklarımı ve sonunda da terk eden hep ben oldum
-Saf olma. Terk eden kaybedendir. Sevgini, arayışlarını, hayallerini ve umutlarını kaybettiğin için terk ettin. Kısaca aşkı kaybettiğin için… Aşk kime daha çok acı veriyorsa o kazanmıştır. Tabii ki giden değil, kalan çeker acıları.
-Kalan nasıl kazanır ? Beni kaybediyor işte
-Aşkı konuşuyoruz; seni değil. Aşkı kaybeden sevgilisini de kaybeder. Sen ikisini de yitirdiğin için gidiyorken nasıl kazanmış olabilirsin ki? Bıraktığın adamlarda hiç olmazsa aşk ve umut kalıyordu. O kazandım zannettiklerinde de ya-sa'lar vardı. Hatırlatmam gerekecek sanırım. Yeni tanışmıyoruz ve eski aşklarını hep benim ya-sa'larım yüzünden terk ettin.
-Nasıl yani?
-Baya. Hep 'Ya sevmiyorsa' korkusuyla soğudun. Hep 'Ya bırakırsa' korkusuyla terk ettin. 'Ya benden faydalanmaya çalışıyorsa' ihtimalinden kaçtın sürekli
-Benden ne istiyorsun? Neden bozuyorsun yaptıklarımı? Melekler iyi olur zannederdim
-Benim yaptığımı şeytan bozar; onun yaptığını da ben. Sen hep şeytanla başladın aşklarına; benimle bitirdin. Kırılgan hayallere çatman onun suçudur benim değil. Kırılgan aşkların da hayallerinin sonucu…
-Seninle bir şeye başlayamaz mıyım peki?
-Tabii ki başlayabilirsin ama kafanın içinden geçen ya-sa'ları benim mi yoksa şeytanın mı fısıldadığını bilemezsin. Başlangıcın yine şeytansı olabilir.
-Anlamanın bir yolu yok mu?
-İnsanın zekası bunun için var. Her şeyi benden bekleme. Ama bir ipucu verebilirim.
-Nedir?
-Benim ya-sa'larım genelde caydırıcıdır. Şeytanınkiler ise teşvik edici. En baştaki aşk heyecanı insanı caymaya karşı inatçı kılar; teşvike karşı ise zayıf.
-Yani en başta sevdiğim adamla ilgili söylediklerim... Gerçek olabilir miydi? Sadece beni caydırmaya mı çalışıyordun ? Ben de saf gibi inandım sana. Korkmama gerek yok o halde
-Ya korkman gerekiyorsa?
-Başlama yine. Hoşça kal. O'na gitmeliyim
-Ya seni istemiyorsa? Heey! Nereye gidiyorsun? Hay Allah
SON
Sözün bittiği yerde yazı da bitiyor
"Ya söylenecekler bitmiyorsa?"
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Sıfır Noktası : Meltem Tolunay |
SEN ASLINDA HEP BURDASIN
Bazı insanlar vardır, bu dünyaya kendi hayatlarını yaşamaya değil, başkalarına hayatın farklı yüzlerini göstermek için gelirler. Onlar aslında hayat filminizin figüranlarıdır ya da yardımcı oyuncuları. Rolleri bitince çıkıp giderler ama onlar gitse de söyledikleri ya da yaptıkları sizin hayatınıza damgasını vurur. Hiçbir şey eskisi gibi değildir, olamaz da.
1996 yılının Şubat’ında bir gün işyerindeyken telefon çaldı. Çok sevdiğim bir dostum, ağlamaklı bir sesle hoş beşten sonra şöyle dedi:” Biliyor musun Sevinç biriyle tanışmış tatilde ve birbirlerine aşık olmuşlar” Ben iş ortamında rahat konuşamadığımdan ve konuşmayı kısa kesmek istediğimden hemen sormuştum, “Peki sen niye bu kadar üzgünsün?” Aldığım cevap karşısında susmuştum. “Çünkü onlar tanıştıktan bir hafta sonra, çocuk kanser olduğunu öğrenmiş.”
Çocukken çok darbe alıp kendini sürekli kollamak durumunda olan herkes gibi, ben de önce en kötü olasılığı aklıma getirdim, şimdi yazarken çok utanıyorum ama gerçek bu. “Yok canım, o mutlaka daha önceden biliyordur kanser olduğunu ama Sevinç’e bilerek daha sonra söylemiştir.”
Aslında bunun hiçbir önemi yoktu, o ölüyordu, ama bu cevap biz insanların ne kadar duyarsız, ne kadar acımasız olduğunu gösteriyordu bir bakıma şimdi düşününce farkediyorum.
Çaresi olmayan bir kanser türüne yakalanmıştı. Henüz 25 yaşındaydı ve ben onun adından ve arkadaşıma aşık olduğundan başka hiçbir şey bilmiyordum onun hakkında. O kadar kendimle, kendi dertlerimle meşguldüm ki çok da önemsememiştim başlangıçta. Hani çoğumuzun e-postalarına gelen acil kan aranıyor mesajlarını çoğu zaman okumadan sildiği gibi.
İlk tanışma gergindi. İnsan kanser olan birine karşı nasıl davranacağını bilemiyor. Ya çok konuşup gereksiz espriler yapıyor, ya da tamamen suskunlaşıyor. Hatırlıyorum da benim çeneme vurmuştu o gün. Ha bire espriler yapıp milleti güldürmüştüm. O da espriye espriyle karşılık vermiş, ortam durduk yerde her ortamda kendini gülmek ve güldürmek zorunda hisseden bir “Metin Şentürk” sendromuna dönüşmüştü. Onun yanında başka, o yokken başka konuşuyorduk. O herşeyin farkındaydı ama oyunu bozmuyordu.
Sonra nasıl oldu, nasıl başladı bilmiyorum ama ben onu yavaş yavaş çok sevmeye başladım. Hayır o kanser olduğu için değil, sadece o olduğu için. Yani o aslında sevilesi, güzel, aydınlık, güçlü bir insan olduğu için. Sadece ben değil herkes aynı şeyleri hissediyordu. Toplantıların olmazsa olmazıydı. İnanılmaz bir zekası vardı, geldiği ortama ışığını da getiriyordu.
Arkadaşım ondan önce kendini ve hayatını bozuk para gibi harcarken, şimdi bambaşka bir insan olmuştu. Belki ilk defa gerçekten sevdiği ve sevildiği için, ya da belki de yaşanan olayın olgunlaştırıcı etkisinden sanki on yaş daha büyümüş akıllanmıştı. İnanılmaz çaba sarfediyordu, gündüz işte çalışıyor, akşam gelip birlikte yaşadıkları evin her türlü işini yapıyor, SSK hastanelerinde sıralara giriyor, kemoterapi ve ameliyatlarda onun yanından ayrılmıyordu. Sonra bir gün kendi ailesinin tüm karşı çıkmasına karşın nişanlandılar.
Günden güne bedeni yorgunlaşıyor, ameliyatla temizlenen o hücreler birkaç ay sonra vücudunun başka bir yerinde görünüyorlardı. Bio enerjiler, dualar, kombo çayları, ballar, herşeyi deniyorduk. Ama hastalık bizden bir adım ilerdeydi hep. O ise hastalığından çok başkalarına muhtaç olmaktan rahatsızlık duyuyordu. Geçenlerde “İçimdeki Deniz” filmini izlerken bir repliğe kafam takıldı. Oradaki kahraman şöyle demişti “Başka insanlara muhtaçsan mahremiyet diye birşeyin kalmaz.” Aklı yerinde ve gururlu bir insan için hayattaki en zor şey, başkalarından yardım istemek ya da en basit şeyler için başkalarına gereksinim duymaktır. Üstelik yetişkin bir insansanız ve en temel ihtiyaçlarınızı başkalarının yardımıyla yapıyorsanız utanmak, kendini beceriksiz, yararsız hissetmek de kaçınılmazdır. Ben de yaşadım bunu biraz ordan biliyorum. Bir dönem 6 ay kıpırdamadan yatmam gerekmişti ve gerçekten kendimi berbat hissetmiştim.
O da üçüncü ameliyatından sonra artık yürüyemiyordu. Halbuki Şirinevlerde onun çok hoşuna giden bir eve çıkalı daha birkaç ay olmuştu. Evi birlikte boyamıştık, umutluyduk, yeni bir ev yeni bir başlangıçtı ne de olsa. Oysa orası onun son evi oldu. Son aylarını tekerlekli sandalyede ve kendisine bakmaktan sıkılan aile yakınlarının kavgalarını dinleyerek geçirdi. Arkadaşım gündüzleri çalıştığı için memleketinden annesi babası ve kardeşi gelmişti ona bakmak için. Evet o ölüyordu, ama hayat herkes için devam ediyordu. Herkesin geçindirmesi gereken bir evi, gitmesi gereken bir işi, sürdürmek zorunda olduğu bir düzeni vardı. Söylemesi acı biliyorum ama herkes bu belirsizliğin bir an önce bitmesini bekliyordu.
O telefonun gelmesinden yaklaşık 2,5 yıl sonra bir Ağustos günü yine işte telefonum çaldı. Aynı arkadaşım “Erkan çok kötü, onu kaybediyoruz” dedi. O zaman ölümden, onu ölü görmekten, ne yapacağımı bilememekten korkmuştum, sanırım onun için oraya gitmek için akşamı bekledim. Sanki ben oraya akşam gitsem o da ölmeyecek beni bekleyecekti. Oysa oraya gittiğimde o bizi çoktan terk etmişti.
İnsan birini kaybedince onu bir daha göremeyeceğini hemen anlamıyor. Sanki biraz sonra içerideki odadan seslenecek, ya da kapıdan tekrar giriverecekmiş gibi geliyor. Ben de uzun zaman ne yaşadığımı anlamadım. Ta ki küçük bir tabuttaki cenazesini havaalanında görünceye dek.
O, hiç ağlamadı, sızlanmadı, kendini acındırmadı, “ama bu haksızlık ben daha 27 yaşındayım”demedi, kapris yapmadı. Ama biz hepimiz onu uğurlarken hüngür hüngür ağladık. Çünkü biliyorduk o buraya, bu dünyaya, bize ölümün hepimizin başına her an gelebilecek birşey olduğunu ve o ana korkmadan “adam gibi” gitmek gerektirdiğini göstermeye gelmişti.
Şirinevler’deki o son ev büyük bir çikolata fabrikasının tam arkasındaydı onun için ev çikolata kokuyordu. Bazen çikolata kokusu duyduğumda, Şirinevlerden geçtiğimde ya da ayakkabılıktan birşeyler ararken bana hatıra kalan o mavi şapka yanlışlıkla yere düştüğünde seni anıyorum Erkan. “Nur” içinde yat demiyorum, biliyorum yatıyorsun, çünkü sen yaşarken de biz o ışığı zaten görüyorduk.
Sen, aslında bir deniz feneriydin, ışığını bizim için çok kısa süre yakıp sonra aniden söndüren.
Meltem Tolunay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Soluk'lu Sohbetler : Kemal Türkmen Güllerin evrimi |
|
Küçük bahçemde, sayısını hatırlayamadığım kadar çok çeşit renk ve kokularda güller yetiştirdim.
Gündoğumunun sessiz serinliğinde, onların renk ve kokularının en güzel algılanabildiği saatlerde aralarında olmak hep anlatılmaz bir keyif verdi bana.
Gülleri insanların doğa yardımıyla yaratmış oldukları sanat eserleri olarak görürüm.
Bir sanat eserini de yine en güzel sanatçı anlatabiliyor.
Oscar Wilde'ın o meşhur hikayesindeki gülü anımsayın .
Yüreğini onun dikenine batıran bülbülün kanıyla renklenen, ölümüyle canlanan ve sonrasında koparılıp yere atılan .
Gülün ve insanlığın evrimi çok ilginç bir benzerlik gösterdiğine inanıyorum.
Belki de ona uygarlığımızın simgesi demeliyim.
İlk insanlarla beraber yaşamış, onlarla evrim göstermiş ve bugünkü acıklı duruma birlikte düşmüş bir bitki.
Gül, beyaz ırkın en güzel tiplerini yetiştiren Kafkasya’dan Lübnan dağlarına kadar uzanan bir kuşakta, doğmuş ve oradan dünyaya yayılmıştır.
Doğu Anadolu da bulunmuş olan Rosa Phenicea kokulu güllerin atası kabul edilir.
Anadolu Kafkasya ve İran, sarı gülün dünyada ilk tanımlandığı bölgelerdir.
Meşhur gül bilgini Willock, sarı Capucine cinsine 1837 yılında Persian Yellow adını vermiştir.
Sonrasında tüm kültür bitkilerinde olduğu gibi, binlerce insanın çabaları doğadaki bu birkaç renk ve formdaki çiçeği on binlerce renk, koku ve farklılığa ulaştırır.
O dönemlere baktığımda, Violet Simpson, Magdelena de Nubiola, Moonlight, Mademaoiselle Marguerite, Prince Camille de Rohan ,
Madame Edouard Ory gibi isimlerin yeğlendiğini gördüm.
Yoğun bir duygusallığın hakim olduğu bu alana şimdilerde bakıldığında salt ticari yararın ön planda olduğu görülür.
İsimler artık salt üreticilerin ilgisini çekme kaygısıyla seçilmektedir.
Bugün çoğu kişi için sadece kırmızı, sarı, yeşil gül vardır.
Hepsi cetvel gibi düz uzun dikenli bir sapın üzerinde açmayan ve kokmayan yaprakları parlak ve lekesiz goncalar.
Yüzeysel ilişkilerimizde kullandığımız, ilişkilerimizi derinmiş gibi gösterdiğini sandığımız düğün ve ölümlerde aklımıza gelen ruhsuz bir ot.
Çoğu kişi için yaşam denilen oynadığımız sıradan oyunda kullanılan sıradan bir eşya.
Geçmişin güzellik ve estetik duygularının günümüze uzanan bir imitasyonu.
Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
İnsan ne garip bir yaratık..
Hiç ağzını açıp,
dilinin altına iki dakikadan fazla baktın mı?..
Durmadan istemsiz hareket eden dilini, öyle görünce kendine yabancılaştın mı?..
Kırmızı, ıslak, biçimsiz bir yaratıkmışçasına, "bu da ne arıyor burada?" diye sordun mu?..
Sanki kendi kimliği varmış gibi, birden yerinden fırlayıp kaçarak senden kurtulacakmış gibi korktun mu?..
Bedenlerin ruhlardan daha önemsiz olduğunu kabullenmek haksızlık gibi gelir hep..
Örtümüz, sergimiz, itaatkar kölelerimiz, sadık sırdaşlarımızdır onlar..
Her organın ayrı bir karakteri vardır sanki..
Asla isyan etmeden bir arada yaşamayı öğrenmiş yegane topluluk gibi..
Yardımcı olurlar birbirlerine..
Çünkü bilirler; ne ruhtan ne de başka bir bedenden, yalnızca birbirlerinden fayda vardır gerçekte..
Aylardır oturduğum yerde, tüm gün bakarken aynada yüzüme, her seferinde başka bir şey görürüm..
Bakışın açısına göre değişen gözlerin ifadesi, sanki takım oyunuymuşçasına arkadaşına eşlik eden bir dudak mimiği, şaşırtır beni..
Öylece bakakalırım..
"Kim bu?"
"Gördüğünü söyledikleri ne?"
Her gün başka bir anahtar daha sunar bu sorular, içerideki şeffaf kapılı sonsuz odalara..
Önüne geldiğinde kapının, kendiliğinden yok olur, böylece ilerlersin karşıdaki bir diğerine..
Bilincin labirentlerinin ev sahipliğini yapan beyin, bir kez daha ispatlar kontrol edilemezliğini..
Tıpkı diğerleri gibi..
Ayakların yürümek ister, ellerin dokunmak, kalbin atar, amacı seni yaşatmak..
Sen de sanırsın ki özgürlük istediğini yapmak..
Bir düşün bakalım, alıp başlarını giderlerse,
aklından geçen ilk soru ne olacak?
Gülfem Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Apartman Çocukları
Kaç kere ''boşver!'' denildi bu benliğe, kaç kere fikirler sürgüne gönderildi sırf geçmişi yaşattığı için. Bir gözyaşı için saatler harcandı, hıçkırıklar kalp krizi gibiydi, her bekleyiş... Sürekli oyunlar oynanıyor etrafımızda. Umarsızlık dolu bedenler lıkır lıkır içiyor sevgi pınarlarını. Bu tüketim çılgınlığı korkukutucu, uyuşturucu ve huzur bozucu.
Kafalar karışıyor her geçen zamanda. Sadelik arayışında hep bir karışık meze tabağı geliyor önümüze; sevmediklerimizi seçip ayırıncaya dek çoktan yeni bir açlık çalıyor kapıyı. Guruldayan kalpler sabırsız, telaşlı. Kafa dinlemek için gidilen yerler çoktan harab edilmiş, yok artık bir tutam huzur betonarme yapılarda. Apartman dairelerinde komşuculuk oynamak ne kadar gerçekçi... Malzemeden çalınarak yapılmış duvarlarda sırlar saklamak zor, evcil hayvanların varlığı tehlikeli, keyifli bir anda dinlenen müzik kulak tırmalar... Şehirleşelim çabasında kaybetmişiz hislerimizi ve köyden indim şehire hep özlem dolu bir macera olacak bizler için; asla gidilip görülememiş köyden bir haber vereceğiz son nefesimizi.
Biz apartman çocukları faili meçhul bir sevgiyle büyüyoruz. Adını koyamadığımız ya da tam o vakit basiret bağlanmasıyla hüsrana uğradığımız ilişkiler denizinde su yutuyoruz. Ciğerleri yakan tuz gerer tenimizi, güneşten korunmak için takılan afilli gözlüklerimiz gizemli gösterir kendimizi. Balkon pervazından belimize kadar sarkarız veyahut tırabzanlardan kıçımızın üzerine düşeriz. Biz apartman çocukları, insanı depremin değil binaların öldürdüğünü çok iyi biliriz.
Efe Özikiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Fatma Gök ( Kıyıköy ) <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.060 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
UZAK İKLİMLER
Bir iklim geçer gözlerinden
Salkım saçak bir mavi
Gözlerim gözlerinden geçer
Ve bir yelken açılır,
İki kişilik çarşaflarında yüreğimizin
Bir sözcük düşer dudaklarından
Senle başlayıp bizle biten
Nefesim nefesinden geçer
Ve bir sevmek olur
Nefesini içimde tuttuğum her yerde
Saçlarından bir rüzgar geçer
Ellerim saçlarından geçer
Ve bir nehir akar avuçlarımın çatlak deltasında
C.ERAY ELDEMİR
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.elliotinthemorning.com/games/miniputt.swf kısayolunda basit ama eğlencelik bir mini golf oyunu var. Boş vaktiniz varsa eğlenerek değerlendirmek için iyi bir fırsat. Hatta arkadaşlarınızla aranızda turnuva düzenlemeniz bile mümkün.
Gizemli bir araştırma yapmaya ne dersiniz. Diyelimki birden uyanıyorsunuz ve bilmediğiniz bir odadasınız. Oraya ne zaman geldiğinizi, neden geldiğinizi ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. http://alt.tnt.tv/games/thedoors/thedoors.swf kısayolundaki bu gizemli dünyaya bir tıklayın isterseniz. Gizli ipuçlarını bularak aramaya başlayabilirsiniz.
Bol bol gülmek isteyenlere komik resimler ve komik fotoromanlar http://www.komikler.com/komikresim/kategori.php?catid=33
...Manga kelimesinin bilinen ilk kullanımı 1770'li yıllara dayanmaktadır. 19. yüzyıl boyunca manga kelimesi özel olarak, üzerinde karikatürler bulunan odun bloklarını (Hyakumenso), özellikle de Hokusai Katsushika'nın(1760-1849) 1819'da yayınlanmış olan ve öğrencilerinin kullanması için kendisinin çizdiği skeç, çizim ve karikatürlerini adlandırmakta kullanılmıştır. Hokusai çizdiği skeçleri iki Çince karakterin ["man" (rasgele) ve "ga"(resim)] birleşiminden oluşan Manga kelimesiyle tanımlamıştır... Manga'yı ve tarihçesini merak edenlere http://www.anime.gen.tr/tarih_manga1.html
http://www.ganoswine.com/tr/index.htm
Şöyle keyif vericilere dönmekde fayda var... hafiften şaraplasak diyorum, bağbozumuna gitsek, yan gelip yatsak bağlarda tanrı/tanrıçalara nispet yaparcasına!!
Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
SoftPerfect Personal Firewall 1.4.1 [0.9 MB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://www.softperfect.com/download/firewall_setup.exe Bilgisayar güvenliğinin önemli programlarından biri de firewall diye tanımlanan engelleyici programlar biliyorsunuz. Genellikle ücretli olan bu programlara, ücretsiz mükemmel bir alternatif. Evet biraz konuya aşina olmanız gerekiyor ama ne yaptığınızı ve neye ihtiyacınız olduğunu biliyorsanız işinize çok yarayacağını söyleyebilirim. Küçük ama çok kullanışlı akıllı bir program.
Yukarı
|
|
|
|
|
|