|
|
|
24 Ağustos 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Uyu da büyü!.. |
Merhabalar,
Yaklaşık iki saattir çalışmayan bir sayfalık programlama kodunun arasına sıkışmış yanlışı arıyordum, sonunda buldum, bir tırnak işaretiymiş. Bu da işin cilvesi işte. Birkaç şeyi sizlerle paylaşmayı palanlıyordum oysa. Mesela kaç gündür kültürden sorunlu bakanın uykudan arda kalan zamanlarda yediği armutların hesabını yapıyorum. Sözünü dinlemedi diye Devlet Tiyatroları genel müdürünü görevden almasıyla başlayan piyes, ikinci perdede istifalarla devam ediyor. İlaç kullanıyormuş ve artık öyle çok uyumuyormuş. Eyy doktorlar, hastabakıcılar, şifacılar, kesin şu adamın ilacını, uyusun uyuyabildiği kadar. Uyusun ki kültür adına mantar yetiştirmekten vazgeçsin.
Bir de dikenli gülümüz vardı hatırlarsınız. Gözden ırak olunca gönülden de ırak olmuş zahir. Epeydir sesi soluğu duyulmuyordu. Bir nedenle hafta sonu aklıma düşmüştü. Bugün radyoda verdiği ilanı duyunca hah dedim "iyi adam lafının üstüne gelir." "26 Ağustos saat 3:00'te Afyon Kocatepe'deyiz." diyordu özetle. Hiç şaşırmadım desem yalan olmaz, başım hiç ağrımaz. Bu Gül Başkan, ne zaman gündem yaratmak istese bir punduna getirir vatan millet sakarya üçlemesiyle prim yapmanın peşine düşer. Hatırlayın iki kilometrelik bayrak dediği flamayı binlerce insana taşıtmamış mıydı? Şimdi de aynı teraneyle halkı toplayıp Afyon'a götürecek. Eminim otobüsler, trenler hazırdır. Ne kadar canı sıkılan vatandaş varsa toplanıp Afyon'a gidilecek, ilgililere duyurulur. Son demlerini yaşadığı belediyesinde kalan üç beş kuruşu da har vurup harman savurmanın yollarını mı arıyor dersiniz? Ben asıl 27 Ağustos sabahı Gül Başkanın yerel gazetedeki pozunu hayal ediyorum şimdi. Kocatepe'de ileri doğru uzanmış ufka bakıyor, eh bu da bana yetiyor. Düşün artık şu eşsiz adamın yakasından yahu. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Yağ Yağ Yağmur…
"Başkalarının acıları üzerine kurulu bir kariyer beni rahatsız ediyor."
Ne zaman siyah beyaz bir fotoğraf, gözyaşları olmadan ağlayan bir yüz taşısa bana, aklıma bu cümle gelir. 2001 İsviçre yapımı, Christian Frei'in yönetmeni olduğu ve yıllardır savaş fotoğrafçılığı yapan James Nachtwey'in kamerasını yönelttiği yerleri anlatan bir belgeselden kalmış aklımda. Bir çok ödül kazanan bu belgesel, bir fotoğrafçının gözüyle kaybedenler veya kaybetmek zorunda bırakılanların siyah-beyaz fotoğrafları gibi renksiz ve çıplaktı.
"Görüntülediğim olayların unutulmaması ve bir daha tekrarlanmaması için ben bir tanığım ve fotoğraflarım da benim delillerim" diyen Amerikalı fotoğrafçı James Nachtwey'i belki tanıyorsunuz. Kendi yüzünü değilse bile, Time dergisine kapak olmuş ve çoğu ödüllü bir çok fotoğrafındaki yüzler aslında çok tanıdık. Hep acı, hep kavga, hep kan ve diğer tarafta olmanın fotoğrafları. Kocaman toplantı masalarında yardım edelim diye konuşulan diğerlerinin.
Filistin, Kosova, Afrika, Brezilya...neresi olduğu önemli mi? Vizörünü çevirdiği her yerde acıyı görüntülemiş Nachtwey. Savaşı, acıyı, güçsüzlüğü...İnsan olmanın öbür yarısını. Birileri tarafından çalınan umutların gözlerdeki umutsuzluğa dönüş öykülerini.
Sonra yine bir başka fotoğrafçı ile baktım "Öteki Dünya"ya; Sebastião Salgado. Brezilya'da başlayan yaşam serüveni, O'nu önce Paris'e ardından da Afrika'ya sürükleyinceye kadar isminin yanında ekonomist yazan biri. Küçük bir fotoğraf makinesi ile başlayan "Öteki Dünya"yı görme, görüntüleme,gösterme merakı Somali, Sudan,Hindistan,Pakistan, Kongo, Fransa, Amerika'nın "öteki yüzlerini" siyah-beyaz karelere taşımış.
Bir karede donup kalıyorum. 1985'de Mali'de bir hastanede çekilmiş. Acı ve çaresizlik ellerin arasına alınmış küçülmüş bir yüzün gözlerinde…
Sahel'de Kıtlık Fotoğrafları…*
1959-1961 Çin, 20-43 milyon arası insan açlık kurbanı
1967-1970 Biafra, 1 milyon kişi uzun bir iç savaş sonrası beslenme bozukluğu kurbanı
1973-1974 Etiyopya, 200.000 kişi büyük bir kuraklık ve İmparator Hailé Sélassié'nin yardım çağrılarını red etmesi sonucu açlıktan ölüyor.
1984-1985 Etiyopya, 800.000 kişi kuraklık ve yardımların geç ulaşması sonucu açlık kurbanı
1992 Somali, 400.000 kişi savaş ve açlıktan ölüyor. Çoğu 5 yaşın altında çocuklar.
1995-2005 Kuzey Kore, Düşük rekolte ve uzalşmazlıklar nedeniyle 10 yıl boyunca 1 milyon kişi kıtlık kurbanı
1998 Güney Sudan, İnsani yardımların ulaşmaması sonucu 60.000 kurban
2002 Angola, İç savaş nedeniyle sivil halk ciddi gıda krizi yaşadı.
2004 Darfour, Batı Sudan'da çatışmalar nedeniyle 300.000'den fazla kişi ölmüştür, bunların onbinlercesi de açlık kurbanıdır.**
Yıl 2005
15 Ağustos 2005 tarihinde BBC internet sayfalarında yer alan sözleri ile Orta Afrika ülkelerinden Nijer devlet Başkanı Mamadou Tandja
"Açlıktan ölen insanlarımız yok" diyor.
UNICEF ve Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü'nün Nijer'deki çocuk ölümleri ile yaptığı uyarıları okuduğum gazete haberlerine dönüyorum. Kuraklığın yanı sıra bir de çekirge istilası ile tarım ürünleri büyük zarar gören Nijer, 13 milyona yaklaşan nüfüsu ile dünyanın en fakir ülkeleri arasında. Son yirmi yıldır ciddi gıda sorunu çeken ülkede Birleşmiş Milletler'in raporlarına gore 150.000 çocuk açlık ve susuzluk nedeniyle ölüm tehlikesi ile karşı karşıya.
Son olarak Nijer'in internette yayınlanan Le républicain gazetesinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 22 Ağustos 2005'de "Sahel'deki Kıtlık" sorunun ile ilgili olarak başkent Niamey'e geleceği yazıyor.
Doğa kara kıtaya fazla cömert davranmıyordu, bir de uzaktan idare edilen yöneticilerin izlediği yanlış tarım ve ekonomi politikaları halkı kıtlık, açlık ve ölümle yüz yüze getirmişti.
Elimdeki derginin 19. sayfasındaki SIPA Ajans'tan Schalk Van Zuydam'ın çektiği fotoğraftaki yaşı belirsiz çocuğun gözlerinden alamıyorum kendimi. Elinde tuttuğu kaşık kadar küçücük yüzü ve açlık kadar kocaman gözleri…
Günde şu kadar kalsiyum, şu kadar demir, şu kadar C vitamini yazan tüm bebek beslenme reçeteleri aklımın diğer tarafında…
Dünya, Öteki Dünya, Hangi Dünya?
Sorular, sorunlar, sorulanlar, sorulmayanlar…
Aklım bir çalar saat.
Kalbim sancılı.
Yine de
Umut hep yüreğimde,
Buralarda yaz sonu yağmurları penceremde.
Oralarda toprak yağmuru çekmiş içine, gelecek rekolteler iyi olacakmış.
Uzaklarda, memlekette yağmur da, bereket de eksilmesin…
Bir şiire son söz düşsün.
Cahit Külebi'nin dizeleri aksın sayfada…
"YAĞMUR
Yağ hay mübarek
Şarıl şarıl,
Yıka taşları toprakları
Tarlalar yeşerinceye dek.
Artık geçti hüzün taşımanın modası
Getir bize yeşillik, neşe getir.
Sendedir bütün nafakamız
Bil ki bütün ümidimiz sendedir.
Yıka taşları toprakları
Şarıl şarıl,
Tarlalar buğday bekler senden, çocuklar ekmek.
Dünyanın da yüzü yıkanmak gerek,
Yağ hay mübarek."
* http://www.terra.com.br/sebastiaosalgado/ bu sayfadan yönlenerek fotoğrafçının Sahel'de Kıtlık başlığında yer alan fotoğrafları görülebilir.
** Buradaki veriler Le Nouvel Observateur dergisinin 2127.sayısından alınmıştır.
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Rengarenk: Tuba Çiçek BİR PİPİM BİLE YOK! |
|
- Ne bu suratının hali, borsada paraların mı battı?
- Hemcinslerimden nefret ediyorum!
- Hah gene çıtırlarından birini kaptırdın de mi?
- Çıtır dedin de, buradan tüm çıtırlara sesleniyorum! Yolun başındayken dop olsunlar.. Ben erkek olsam, kadın milletiyle uğraşmaktansa dop olmayı yeğlerdim. Billa!
- Hemen ambulans çağırıyorum, sakın kımıldama bir yere.. Derin derin nefes al!
- Çağır, çağır.. Kendime pipi taktırıp erkek olacam. Sonra da dop olacam. Bundan böyle hayatıma dişi sinek bile girmeyecek. Yeter be!
- Yahu bundan önceki hayatında erkek olduğundan şüphelendiğimi söyledim diye, bi döner bıçağıyla kovalamadığın kalmıştı beni. 'Hiç de bile, taş gibi hatunum' diye diye sinir krizleri geçirmiştin. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
- Höst! Taş gibiliğim ve dişiliğim tartışılmaz.. Endamım yeter.. Ama baba, erkeklerden çekmedim hemcinslerimden çektiğim kadar yahu! Usandım bu canımdan vallahi..
- Hemcinslerin gibi lafı dolaştırmayı bırakıp sadede gelecek misin? Yoksa hikayenin sonunu Gazoz Ağacı'nın yeni sayısından mı takip edeceğiz?
- Beni, yazılarında özel hayatının entipüften detaylarını yazan ucuz köşe yazarlarıyla bir tuttun ya , helal olsun sana!
- La havleeee…
- Sahi, siz erkekler nasıl tahammül ediyorsunuz biz kadınlara?
- Başka çaremiz mi var? 'Eşekle, köpekle halvet olmaktan evladır' diyip, makus talihimize boyun eğiyoruz.
- Siz eğin baba! Bana verecek bir şeyleri yok; hiçbir faydaları da yok.. Haybeye dırdırlarını, kaprislerini çekemem.
- Yahu sana da mı 'lo lo' yapıyorlar?
- Erkeklerden çekmedim hemcinslerimden çektiğim kadar, diyorum sana. Yordular, tükettiler beni paşam.
- Aaah, ah! Beni de biraderim, beni de tükettiler!
- Erkeklerin ne zaman neye sinirleneceği bellidir. Neye bozulduklarını net olarak dile getirirler. En azından sorduğun zaman tatmin edici bir cevap alabilirsin. Lakin hatunların ne zaman neye alınacağı, neye bozulacağı belli olmadığı gibi, olay tartışılıp sonuca bağlandıktan sonra bile neye bozulduklarını anlamak için müneccim dışkısı yemen gerekiyor.
- Hay ağzını öpeyim!
- Diyelim, durup dururken bi trip yiyorsun.. Yani sen durup durduğunu sanıyorsun ama karşıdaki tripkafalı hatuna göre, savaşta düşmana söylenmeyecek bir şey söylemişsin. Trip yediğinin farkında bile değilsin üstelik. Önce itina ile bu fark ettiriliyor. Sonra dumura uğruyorsun. 'Nasıl yani yaa, o söylediğimden bu sonuca nasıl vardın?' felan diyorsun, kestirip atıyor tripkafa: 'Tamam, tamam yok bir şey şekerim!' Hah, diyorsun, yanlış anlaşılma giderildi. Halt ediyorsun.. Düzelen hiçbir şey yok.. Ulan bir şey yoksa neden trip yapıyorsun; bir şey varsa da neden delikanlı gibi asıl derdini söylemiyorsun? Bir cins toptan hem çenesi düşük hem de iletişim özürlü olabilir mi yahu?
- Sakin!
- Yemin ederim çileden çıkıyorum bazen.. O kırıtık beyinlerinde nasıl bir mekanizma varsa, hemcinsleri olarak benim bile kafam basmıyor. Sonra düşünüyorum: 'Ulan ben de mi böyleyim acaba?' diye. Ve böyle düşündükçe intihara meyilli oluyorum anam avradım olsun!
- Relax!
- O içine ettiğimin mekanizması var ya.. İşte o, ortada fol ve yumurta yokken bir senaryo hazırlıyor diyelim. Sonra o kurguya Nuh diyor.. Vee Tanrı gelse onun peygamber olduğuna ikna olmuyor, anasını satayım. 'Tamam, tamam yok bir şey şekerim!'
- Muayyen günlerinde yaklaşmayacaksın hatunlara orti! Sen de işi bilmiyorsun yahu!
- Alooo, başlayacam ortine haa!
- Pardon ya, kaptırmışım!
Ey benim çelişik, karışık, kıt beyinli hemcinslerim, sözüm size!
Tamam, çorbaya dönmüş ve rasyonalizmden uzak beyinlerinizdeki kör düğümleri kendiniz bile çözemiyorsunuz.. Tamam, ancak anlaşılmaz olduğunuzda karizma yapabiliyorsunuz.. Anladık kırılgan, alıngan, ince, nazik, hassas bünyelerinizin ilgiye, alakaya ihtiyacı var.. Anladık içinizdeki masum çocuk çok onurlu, çok haysiyetli, çok duyarlı..
Aha da soruyorum ve yoruyorum:
Her şey iyi, hoş, güzel de, bu kadar yorucu olmak yorucu değil mi yahu?
Biraz netlikten kime zarar gelmiş ki, size gelsin?
Kafanızda kurguladığınız aşure işi düşüncelere takılıp kalmasanız da, biraz karşı tarafın beyanatlarına güvenseniz, incileriniz mi dökülecek?
Aman yaaa, bana neyse!
Siz şimdi, benim kime ve niye kızdığımı düşüne durun; ben de gidip önce pipi taktıracağım, sonra da dop olacağım.
Haydi selametle!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 10 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Anlık Duygular : Sedat Tüvar Özürlü müyüm doktorum? |
|
Özürlü müyüm doktorum?
......................................... Çaresi yok ...
Yani diyorsunuz ki; sebebi çocukluğum.
Varoşlarda büyümenin bedeli ağır oluyor. Derin cizgiler taşıyorum hem bedenimde hemde ruhumda.
İlk okul 2. sınıf.
Bir kız çocuğunun yarısına kadar yediği dondurmasını elinden kapıp kaçıyor bir oğlan çocuğu. Kız ağlıyor. Oğlan, bir lokmada atıyor kalan dondurmayı ağzına. Çocuğum ben de, komik geliyor bu gördüğüm. Gülüyorum. Şam tatlısı alıyor bir çocuk, daha götüremeden ağzına kapıp kaçıyor diğer bir çocuk. Endişelenmeye başlıyorum bak şimdi. Ya bana da yaparlarsa aynısını? Korkuyorum.
- Anne geri gidelim Sivas'a !
- Gidemeyiz oğlum artık burada yaşayacağız.
Karşı komşumuz Mehmet amca, kapısının önünde evire çevire dövüyor karısını... Çocukları hepbir ağızdan ağlıyorlar.
- Anne niye dövüyor Hatice teyzemi?
- İçmiş, sarhoş olmuş, sen gir içeri oğlum.
İlk okul 4. sınıf.
Çok çalışıyorum ama basmıyor kafam... Ah şu matematik dersi... Tahtaya kaldırıyor öğretmenim. "Yap şu bölmeyi" diyor. Titriyor bacaklarım. Biliyorum bölemeyeceğim. Biliyorum, öğretmen çok sinirli ve ben ilk dayağımı yiyeceğim. Ağlıyorum. Bakmıyor gözümün yaşına, Yapıştırıyor peşi peşine silleleri. Öyle canım yanıyor ki... Ağlamayı kesiyorum. Şaşırıyorum.
- Neyin var oğlum somurtup duruyorsun?
- Yok anne birşeyim. Maç yaptık, çok yoruldum.
Hafta sonu toplanıp arkadaşlarla zenginlerin mahallesine gidiyoruz. Şu iki katlı, bahçeli evlerin olduğu yere... Bahçe duvarlarına tırmanıp her çeşit meyvadan yemeye. Kovuyorlar bizi "Pis çingeneler" diye bağırıyorlar. Düşüyoruz kimi zaman, dizlerimiz, dirseklerimiz patlıyor.
- Baba bu zenginler meyvelerin hepsini kendileri mi yiyor?
- Yerler, satarlar... O onların bileceği iş.
- Çürüyor meyveler baba, bitiremiyorlar, yerlere düşüyor baba, satmıyorlar.
Koca bir otuzbeş yıl geçti aradan.
3 ay önce oğlumla bir dut fidanı diktik sokağa en yakın yere... Yaprak vermeye de başladı.
-Baba sizin eski mahallenizden dut yemek için çocuklar gelirmi buraya?
-Umarım gelirler evlat..
Elimde değil sevgili doktorum... Çevremdeki her türlü probleme ve olumsuzluğa duyarlıyım. Acaba bir katkım olabilir mi diye içim içimi yiyor. İyiliklerin de kötülüklerin de birer icat değil, miras olduğuna inanıyorum. İnsanları değil, sorunlarını sahiplenebilmeyi yürekten istiyorum.
Tamam efendim biliyorum.
Bunu özürlü olduğum için yapıyorum.
Sedat Tüvar tuvar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Deniz Kılıç Çocukluğum |
|
Şehrin gürültüsünden sıyrılmış bir bahar sabahına açtım gözlerimi bugün. Odamı havandırmak için
bir telaş pencereyi araladım, perdenin ardından burnuma ince bir çiçek kokusu dokundu, bütün
egzost kokularının içinden kendini bana saklayan ince, bildik, özlenen bir koku. Başımı dışarı
uzatıp içime çektim sonuna dek ve balkona doğru gözlerimi çevirdiğim anda, minik bir serçe
ile birleşti bakışlarımız, işte ne olduysa o anda oldu, küçük kahverengi noktalar beni olduğum
yerden alıp uçurdu, geri dönüşü imkansız hatıralarıma götürdü bir çırpıda... Ne güzel günlerdi,
ne kadar saf ve nasıl da masumdu o yıllar...
Önce aslanağzı çiçekleriyle çevrili, ortasında ağzından su akan aslan heykelli havuz geldi
gözlerimin önüne, sonra annemin ördüğü kırmızı jile ve kırmızı pabuçlarım, büyük taşlarla örülü
evimizin büyük pencereleri, perdeleri asmak için yapılmış pencerenin iki yanındaki büyük
çengelleri anımsadım sonra. Nedendir bilmem, benim için o çengele ulaşmak önemliydi, nitekim
bulduğum ilk fırsatta camın önünde yerleşik olan divanın üzerinde o zamanın modası ne kadar
sap yastık varsa hepsini üst üste yerleştirip ulaşmıştım ve nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde
damağıma saplanan çengelde, kurbanlık koyun misali asılı kalmıştım, debelendikçe boğazımdan
aşağı süzülen kanları hatırlayıp yutkundum. Dilimi damağımda duran çukurda gezdirerek, bir nefes
daha çektim içime bahardan, çocukluğumu özledim, asla geri gelmeyecek o yıllara döndüm yeniden...
Portakal bahçelerini anımsadım, bahçemizdeki nar ağaçlarını, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarını,
Kimo'yu özledim, pırıl pırıl tüylerini, bana yakın boyunu ve bizden koparıldığında döktüğüm gözyaşlarını
hatırladım... 4 yaşıma yeni girmiştim o köye taşındığımızda, hep de benim yaşgünüme yakın günlerde
taşınırdık, yeni bir ev, yeni bir şehir bana hediye miydi yoksa? Bahçesi ne kadar da büyük gelmişti
bana, küçük bedenimi her yanı otlarla kaplı bakımsız, ama gelinciklerle dolu bahçeye salıvermiştim.
Burada bir sürü böcek bulabilirdim, kurbağalar, tırtıllar. Onları yakalayıp içini açmaktan büyük
haz alıyordum, bir çeşit canilik miydi bu? Her seferinde aynı şeyler çıkıyordu içinden, ama ben
bunu bilemezdim ki değişik şeyler arıyordum? Çocuktum ben... Annem asla öğrenmemeliydi bu
yaptıklarımı...
Küçük bir köydü burası ve ben artık okula başlamalıydım, çünkü okumak-yazmak istiyordum.
Ablam okula gidiyorsa, ben de gidebilirdim, öyle ya neyim eksik ondan !?
5 yaşımı henüz doldurmuştum, bir yılı biraz geçmişti bu köye ve yeni eve taşınalı okula başladım.
Bir gün okul dönüşü köyün tek bakkalının önünde bir araba gördük ablam ve ben, herkesin ayağında olan
bizimkilere hiç benzemeyen adına 'yemeni' dedikleri naylon pabuçlardan satılıyordu, herkes
yeniliyordu pabuçlarını. Ama bizim ayaklarımızdaki pabuçlar başka ve ben utanıyorum bunlardan,
biz de onlardan giymeliyiz. Yine ağlıyorum, istenileni yaptırmanın en kolay yolu bu... Annem dayanamıyor
ablama mavi, banafıstık yeşili diğer çocukların giydiklerinin aynısı iki pabuç alıyoruz, yaşasın
artık biz de onlar gibiyiz, mutluyum...
Bizim yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz hiç onlara benzemiyor, özeniyorum içten içe, neden farklıyız?
Bizim evimizde TV var ve her akşam bize geliyorlar, muhtar önde köy ahalisi arkada, bu muhtar önemli
biri olmalı, beni de çok seviyor ben de önemli olmalıyım demek ki...
Dört yıla yakın süren eğlenceli köy hayatı son buluyor, üzgünüm ben...
Aynı ilin bir ilçesine taşınıyoruz, ama hala bir evimiz yok, neden bilmiyorum anlamsız bir kavga
var burada, caddeler, sokaklar bölünmüş kimse bize ev vermek istemiyor. Bir avukat amca kendi
apartmanından bir dairesini vermeyi kabul ediyor sonunda, bizim bir evimiz var artık.
Ablam ortaokula başlayacak, babam ona bir sürü alış-veriş yapmış. Bir poşetten değişik bir
ayakkabı çıkıyor üzerinde 'esem' yazıyor ve 'Ayşe Öğretmen' dediği bir kıyafet çıkarıyor.
Beden Eğitim dersi içinmiş, demek ben ortaokula gidince bana da 'Ayşe Öğretmen' alınacak !
Nasıl bir şey bu abla ? , 'Ayşe Öğretmen' niye deniyor bu kıyafete? diyorum. Evde bir kahkaha
tufanı kopuyor, ben yanlış bir şey yaptım yine, ağlıyorum, ablam çok bilmiş edasıyla düzeltiyor ;
'Ayşe Öretmen' değil o kızım 'eşofman'... Susuyorum, bu ablam da hep çok bilir zaten...
Burası karışık bir yer sevmedim hiç, hep kavgalar var, bazen okul erkenden tatil oluyor, askerler
alıp bırakıyor bizi okula çoğunlukla, karanlık olunca lambaları açmıyoruz genelde, hep silah sesleri
duyuluyor, ben korkuyorum ağlıyorum bazı zamanlar. Bir kez bizim kapımıza da gelmişti o silahlı
adamlar, bazı günler evimizin camlarına taş atıyorlar, kırılıyor camlarımız. Babam, anneme küçük
bir silah aldı, annemde mi subay oluyor acaba ? Ama babamınki gibi elbiseleri yok onun? O zaman
yemekleri kim yapacak, Tanrım ablam yapmasın ne olur!... Yine kimseye bir şey sormuyorum,
çünkü bana gülüyorlar, ben safmışım. Sahi ben saf mıyım yok sa biraz salak mı???
İki yıla yaklaşırken babamın ' Hanım ben artık yoruldum buradan, gidelim istiyorum ' dediğini
duyuyorum, annem destekliyor ' çok arkadaşın öldü, bize de bir şey olmadan gitsek, çocuklarıma
bir şey yaparlar diye korkuyorum ' diyerek...
Ve bir süre sonra daha güzel ama çok uzak bir şehre taşınıyoruz. Ben hala İlkokula gidiyorum,
büyüyemedim bir türlü...
Güzel bir yer burası, semt pazarı diye bir şey var, dönüşte faytona binebilmek için sürünüyorum
annemin peşinde her pazar, ablam gelmek istemiyor hiç, kötü bir şey mi bu pazar ??
Annem bizi denize götürüyor, ama kendisi girmiyor pek korkuyor sanırım. Bazı akşamlar sahile de
iniyoruz, üstelik dondurma da alıyoruz, sevdim ben bu şehri. Bir de her pazar günü gazeteyi almak
için beni göndermeseler, daha iyi olacak !
Alıştık artık bu şehre, günlere gidiyoruz annemle, bir sürü arkadaşım var, hem burada babam
nöbetçiyken annemin yanında ben yatıyorum, babam daha sık nöbetci olsa. Neyi bekliyor anlamıyorum,
ama beni ilgilendiren annemin yanında yatıyor olmam.
Bir akşam babam görev dönüşü üzerini değiştirmiyor, bir gerginlik var, ablam ve ben sürekli susuyoruz
ve salona alınmıyoruz, Tv ve radyo sürekli açık, gecenin çok geç bir saati olduğunu anımsıyorum bir jeeple
gelip babamı götürdüler ! TV de üstü başı bayağı süslü bir adam konuşuyor hiç durmadan, ben olayı anladım
Yarabbim ben salak falan değilim hem de bayağı zekiyim, kimse söylemeden anladım herşeyi ben, babam
general oldu!!! Evet, ama bu neden TVde yayınlandı? Neden gece yarısı söylendi? Çok gizli bir iş olmalı
bu generallik, bu babam da tuhaf adam. Yoksa general olmak kötü bir şey mi?! Bir çırpıda aklımdan
uçuyor bu düşünceler, hemen annemin yanını kapıyorum, ama annem uyumuyor bu akşam, heyecanlı olmalı,
belki o da general olmanın nasıl olduğunu bilmiyordur ?!
Ertesi sabah sokaklar bomboş, Allah'ım benim babam general oldu diye bu sokakları neden boşalttılar?
Niye yasaklandı bu sokaklar? Adına tank dedikleri büyük arabalar geçiyor yoldan sadece. Yoksa babalar
general olunca bir daha geri gelmezler mi? Bir sürü yanıtsız soru ve meraklı bir bekleyiş içindeyim...
Bir kaç gün sonra babam geliyor, yaşasın general falan olmamış, demek ki bizi bırakmak istemedi diye
geri gönderdiler! Herşey bence normale döndü, yine kapının önünde dişbademi yememe izin veriyor annem...
Babam artık emekli olmak istiyor, bu babam da hep bir şeyler istiyor, emekli olmak nasıl bir şey acaba?
Yine sokaklara çıkmak yasak mı olacak ? Bu sefer kaç gün sürecek?
İstanbul'a gidip oradaki evimize yerleşmek istiyormuş, bu daha farklı bir şey olmalı, meraklanıyorum...
Kısa bir süre sonra taşınıyoruz yine. Babam artık resmi elbiseleri giymiyor, bıyık bile bıraktı üstelik,
annem yeni evimizin duvarına babamın plaketini asıyor. Artık her şey daha düzenli olacakmış öyle diyorlar,
eşyalarımız da yenilendi, ne güzel ! Ama burada sahil uzak ve dişbademi yok, çok büyük ve kalabalık
bu şehir...
Serin bir esintiyle birlikte annemin 'kızım geç kalacaksın 'diyen sesini duyuyorum. İç çekip dönüyorum
odama yüzümü, kaç zamandır dikiliyorum bu camın önünde? Ne kadar hatıra sıgdırdım bu zamana?
Yüzümdeki geniş tebessüm çekiyor dikkatimi aynaya baktığımda, alel acele üzerime bir şeyler geçiriyorum,
annemi öpüyorum, topuklu ayakkabılarımı alıyorum elime bakıyorum içim buruk... Ben büyüdüm ! diyorum... Hem de
çok büyüdüm... Anneme dönüyorum yaşlı ve yorgun çizgiler, babama sesleniyorum ' ben çıkıyorum babacığım,
Allahaısmarladık' yine oksijen makinası ağzında sesi boğuk geliyor 'güle güle kızım, Allah'a emanet ol'...
Boynumu büküyorum, çocukluğumu özlüyorum...
Deniz Kılıç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Özhan Bilgin .. güneşin ardı |
|
oraya benimle gelir misin, bilmiyorum..
ama biliyorum ki, ben orada seni eksiksiz seveceğim..
oraya benimle gelir misin, bilmiyorum..
ama nerede olursan ol, orada seninle daha çok, daha sahici olacağım..
orada, seni ışığını tutkulardan alan sonsuz bir aydınlıkta göreceğim..
c.ersöz
.. güneşin ardı
dilsiz bir ışığa kavuşmuşum..
canımın dili erksiz..
dilimin altı yara..
ışıdım dizelerde.. kanasın iyice..
(…)
düştüm yollara.. sıcak bahar..
ah yar..
ben gölgelik nedir bilmiyorum..
yanar gövdem sana dair..
öyle yansın istiyorum ki,
canım çekilsin..
canımı sevmiyorum..
(…)
ah yar..
yetmeyen tüm sesleri birleştirmek
hecelerden uzanmak sana..
söylenmedik,
hatta hiç söylenmemişlere feryat etmek..
yılmamış, yılmayacak,
hatta hiç yorulmamış olmak
var..
ötede..
(…)
düştü yüzüm.. bahar sıcak..
canım bana ait değil sanki..
canım..
yangın yerinde mülteci..
ne vakit yok olmak istesem,
bu ben değilim sanki..
(…)
ah yar..
gözlerin şarap mahzeninde bekçi..
sokma beni içeri..
neyi solusam, çeker beni soğuk toprak..
sen sıcak tut nefesini..
(…)
sıcaklar uzun.. isyan etmeden,
tenleri değmeden sokağa
yürüyor kalabalıklar..
elde varların kuyusunda
eklenip dururlar.. piştiler, yandılar, gıkları çıkmıyor..
doğrusu
asfalt kanıyor..
ah yar.. canım çıplak..
canım yanıyor..
(…)
ne de olsa kışın sonuymuş bu..
canım susamış, titrer öyle..
titrer bahar yazar.. hiçlikten çok
çokluğa biçer..
ah yar..
doyamam..
canım seni kana kana içer..
ölesiye..
(…)
güneşin ardı ışıksız.. yanmaz canım..
güneşin ardı ışıksız.. sonsuz ülke..
ah yar, o uzun gecede,
ah yar !..
o uzun gecede.. seviş benimle..
etimi ısır.. ısıt.. yanmaz canım..
karış benimle,
o uzun ülkede..
(…)
Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.085 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Yazılmamış Şiir..
Seni bir şiire bezemedim henüz
Varetmedim dizelerimde
Gülüşünü kelimelere çizmedim
Resmetmedim seni bir şiirde
Irmağında akmayı ve çoğalmayı
arzu ediyor muyum
sorarım kendime
Ve sen!
silinmiş bir geçmişin üzerine
kendi bilgi ve tecrübeni
kondurabilecek misin...
katılmış ve taşlaşmış yüreğimin
sırları kavlamış kaya yontusu burçlarını
aşabilecek misin...
Seni bir şiire düşlemedim henüz
Çok erken olduğunu tahmin etmelisin
Ve karşındaki saydam,
pervasız gözüken ben’in aslında
amansızlığını, ketumluğunu, zaafsızlığını
ne kadar algılayabilirsin
Seni bir şiire düşünmenin
Senin için ödül,
Benim içinse
kâbuslu gecelerimde sığındığım
tek aydınlık hare olduğunu
çözebilecek misin...
Seni şiirde yaşatmanın
-şimdilik- imkânsızlığını
anlayabilir misin.
Sen yoksun.
Belki istemediğimden
Belki nedensizliğimden
Belki... belki... belki...
Birikmemişliğimden...
Yoksun...
Biliyorsun...
Yaşadıklarımın kattığı derin anlamlar,
yalnızlıklar, unutulası acılar var
henüz kendine katlanmak nasıldır
onu öğrenirken
benim bilmediğime sen tutunabilecek misin...
Kim bilir, gün gelir
başka dizelerin,
başka kuytularında gülüşün şekillenirse
o vakit anlar mıyım
gerçekleşmesine fırsat tanımadan
kendine/şiirime,
gelmeden
gittiğini.
Kabına ve sabrına sığmayıp,
yetinmeyip ve beklemeyip
nefsine yenik düştüğünü,
anlar mıyım, kendi yazgısını
yazan insanoğlunun
bir çizgiyi teğet geçip başka
yollara sapmasını...
kendine bakir hayatlar
kurma sılasını...
Seni bir şiirde solumak
Yani var etmek...
Seni bir şiirde içmek,
Sana ödül,
Bana şarap tadı verir
Ve bu hiç kolay değil
Düşüm...
Düş’ümden düştüğünde toprağıma
Hayalden gerçeğe soyunduğunun
Göstergesidir.
Ve o zaman bil ki bir şiirden evvel,
Bir yürekte çoktan yeşermişsindir.
Elif Eser
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.elliotinthemorning.com/games/miniputt.swf kısayolunda basit ama eğlencelik bir mini golf oyunu var. Boş vaktiniz varsa eğlenerek değerlendirmek için iyi bir fırsat. Hatta arkadaşlarınızla aranızda turnuva düzenlemeniz bile mümkün.
Gizemli bir araştırma yapmaya ne dersiniz. Diyelimki birden uyanıyorsunuz ve bilmediğiniz bir odadasınız. Oraya ne zaman geldiğinizi, neden geldiğinizi ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. http://alt.tnt.tv/games/thedoors/thedoors.swf kısayolundaki bu gizemli dünyaya bir tıklayın isterseniz. Gizli ipuçlarını bularak aramaya başlayabilirsiniz.
Bol bol gülmek isteyenlere komik resimler ve komik fotoromanlar http://www.komikler.com/komikresim/kategori.php?catid=33
...Manga kelimesinin bilinen ilk kullanımı 1770'li yıllara dayanmaktadır. 19. yüzyıl boyunca manga kelimesi özel olarak, üzerinde karikatürler bulunan odun bloklarını (Hyakumenso), özellikle de Hokusai Katsushika'nın(1760-1849) 1819'da yayınlanmış olan ve öğrencilerinin kullanması için kendisinin çizdiği skeç, çizim ve karikatürlerini adlandırmakta kullanılmıştır. Hokusai çizdiği skeçleri iki Çince karakterin ["man" (rasgele) ve "ga"(resim)] birleşiminden oluşan Manga kelimesiyle tanımlamıştır... Manga'yı ve tarihçesini merak edenlere http://www.anime.gen.tr/tarih_manga1.html
Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FreeTetris 2.2 [3.99 MB] 98/ME/NT/2000/XP Deneme 12.95$
http://www.one.com.ua/ftetris/download/FTETRIS.EXE Bir tetris sever olarak sizlere bu oyun programını tavsiye etmek zorundayım. Klasik versiyonların yanında farklı alternatifler de mevcut. İşyerinde de rahatça oynayabilirsiniz. Zira Esc tuşuyla hemen görev çubuğuna düşürebiliyorsunuz. Eh bu kıyağımı da unutmayın artık:-))
Yukarı
|
|
|
|
|
|